HARUN YİĞİT / VADANDAS OSMAN'IN YERINE HOS GELDiNiZ
  Yavuz ALİ SAKARYA Sarıkamış Tahlil
 

“BUZLARIN TUTUŞTUĞU YER SARIKAMIŞ”
DESTANI VE HARUN YİĞİT NEHİR-SÖYLEŞİ
YAVUZ ALİ SAKARYA

Ozan arkadaşım Harun Yiğit’in adıma imzaladığı “BUZLARIN TUTUŞTUĞU YER SARIKAMIŞ” kitabını evire çevire, içime sindire sindire okudum. Zaman oldu, Padişah damadı Enver Paşa’nın tedbirsiz davranışları ve kişisel hırsları nedeniyle yaptığı yanlışlara kahroldum. Zaman oldu, o içe işleyen soğuğu içimde duyumsayarak, kendimi Mehmetçiğin yerine koydum. Ben ağlamakla yetindim, ama binlerce masum insanın çarpışmadan bile isteye ölüme gönderilmesi içimi sızlattı. Benim içim sızladı, ama onlar onbinlerce öldüler. Topraklarımızı düşmana çiğnetmemek uğruna can verdiler. Hele tek bir mermi sıkamadan soğuğa, kara kışa teslim olmaları dayanıklı geçinen yürekleri bile sızlatmaya yeter. Öncelikle: Ozan Harun Yiğit’in iletişim adresini yazarak başlayalım: yigit_harun@yahoo.de Cep telefonunu da ekleyerek devam edelim. Olur ki, yazışmak istersiniz: 0545 2111331 HARUN YİĞİT’LE ÖZGEÇMİŞİNE İLİŞKİN KISA BİR SÖYLEŞİ Yavuz Ali Sakarya: Harun bey, söyleşimize kısa bir özgeçmişinizle başlayalım isterseniz. Nerede ne zaman doğdunuz? Harun Yiğit: 1961 yılının Mayıs ayında Konya’nın Ilgın ilçesine bağlı Beykonak kasabasında doğdum. İlk ve orta öğrenimimi aynı kasabada tamamladıktan sonra 76-77 öğretim yılı başında Ilgın Endüstri Meslek Lisesine başladım. 1977 yılının Mart ayında Almanya’ya anne-babamın yanına işçi ailesi olarak gittim. YAS: Bizler biliyoruz, kitaptaki şiirler gibi tüm çizimler de sizin. Şiire olduğu kadar resime de meyliniz olduğu, yetenekli olduğunuz açık ve kesin. Bu ilgi ne zaman ve nerede başladı? HY: Diyebilirim ki, çok küçük yaşlarda resim sanatına ilgi duydum. Bir amatör olarak, bir resim heveslisi olarak kendimi yetiştirmek için çaba gösterdim. Resmi öğrenmek adına, uzun uğraşlar verdiğimi söyleyebilirim. Ustaları izledim, güzel örnekler gördüm, müzeler, galeriler gezdim, yorumlar dinledim. Kitaplar okudum. Hep çizdim. Yaptım, bozdum, yeniden yaptım. Kendimi geliştirdim. Kolay olmadı tabii ki. YAS: Kendinizi ne zaman hazır hissettiniz ve ilk resim serginizi ne zaman nerede açtınız? HY: Kendimi geliştirdiğini düşünüp, resimlerimle bir sergi açabileceğime inandıktan sonra ilk resim sergimi 1982 yılında henüz daha 21 yaşında iken Hannover Türk evinde açtım. Çok ilgi gördü. Bunu daha sonra başka sergilerim izledi. Sadece Hannover’de değil, Almanya’nın değişik kentlerinde sergiler açtım. Aralarında ‘’Yağlıboya, Suluboya, Çini mürekkep, karakalem ve kömür“ gibi değişik teknikleri deneyerek, örneklendirerek, 50’nin üzerinde resim sergisi açtığımı bugün sanat geçmişime baktığımda övünçle söyleyebilirim. YAS: Bildiğim kadarıyla şiir gibi resim çalışmalarınız hala devam ediyor. Ben resimden şiire nasıl sıçradığınızı, nasıl geçtiğinizi de merak ediyorum. HY: Resim çalışmalarımı sürdürürken, zaman zaman bir araya geldiğimiz, sanat konuştuğumuz, sanat aracılığı ile arkadaşlığımızı ilerlettiğimiz ozanlar Can Yoksul, Osman Dağlı (Ozan Maksudi) ve daha sonraları Nihat Behram gibi edebiyat ve şiir tutkunlarından, bana gerekli eğitici bilgileri edinerek ve kendimi geliştirerek şiir yazmaya başladım. Duygu ve düşüncelerimi sadece tuale değil, kağıt kaleme de aktarmaya başladım. Şimdi ikisini bir arada yürütmeye çalışıyorum. YAS: İlk şiir kitabınız ne zaman çıktı diye sorsak? HY: 1991 yılıydı. Ölçülü uyaklı şiir stiliyle (anlayışıyla) yazdığım ilk şiir kitabım olan “Gurbet Türküleri” kitabını ‘’özel baskı’’ olarak yayınladım. YAS: Harun Bey, sizin bir de serbest muhabir olarak bir gazetecilik yanınız var. Ondan da kısaca söz ederek, okurlarımızın meraklarını giderelim. HY: Doğrudur. 1993 yılında başlayarak, 2000 yılına kadar süren bir serbest muhabirlik dönemim var. Hürriyet gazetesi hesabına çalıştım. Muhabirlik dönemimde, sanata yönelik uğraşlarımı asla ihmal etmedim ve resim, şiir ve yontu çalışmalarını sürdürdüm. 2003 yılının Kasım ayında, ikinci kitabım ‘’Duy Yunus Emre’’ yi yayınladım. 2008 yılının Haziran ayında üçüncü kitabım “Vatandaş Osman” bir hiciv (yerme) kitabı olarak okurlarımla buluştu. Vatandaş Osman şiirseverler tarafından sevildi, diyebilirim ki benim adımla da özleşleşti. YAS. Hiciv kitabınıza da adını veren Vatandaş Osman, benim en sevdiğim yergişiirlerinizden biri. Söyleşiye devam etmeden onu sizden bir kere dinlesek ve şiiri okurlara bir kez daha duyursak. HY:Madem istiyorsunuz, okuyalım o zaman. (Demeye kalmıyor, Ozan Harun Yiğt, gerçekten şiiriyle bütünleşerek, onu ezbere okumaya başlıyor. Biliyoruz, siz de şiiri bir kez daha duymak ya da okumak istiyorsunuz: İşte Vatandaş Osman: Casio markalı saat sesiyle Gözlerini açtı vatandaş Osman Puffy yorganını fırlattı yana Gülücükler saçtı vatandaş Osman. Adidas terlikle gitti çişine Colgate macununu sürdü dişine Clear şampuanı döktü başına Banyosuna geçti vatandaş Osman. Protex sabunu ile yıkandı Hugo Boss'la kurulanıp bakındı Bill's gömleğe Joop kravat takındı Lipton çayı içti vatandaş Osman. Citizen kol saatini takındı Gitmek için vakit artık yakındı Ailesine 'Çav' deyip yekindi Hyundai'yle kaçtı vatandaş Osman. Mega Center'deki ofise geldi Ağzına bir Polo şekeri aldı Blaupunkt radyoda rok müzik buldu Dans ederek coştu vatandaş Osman. Casper PC'sini eğilip açtı Microsoft Excel'e hızlıca geçti Ismarladığı Nes Cafe'yi içti Tadına hep şaştı vatandaş Osman. Ordan ''Wimpy's Fast Food'' kafeye gitti Coco Cola içip, Hamburger yuttu West cigarasını Zippo'yla yaktı Duman duman uçtu vatandaş Osman. Karısının siparişin almaya Spreit gazoz ile Johnson kolanya Çıktı Persil ile Ace bulmaya Market market koştu vatandaş Osman. Palmolive şampuanı bulunca Gala WC kağıdını alınca Alışveriş arabası dolunca Bonus kartla şişti vatandaş Osman. Akşamdan Image Bar'a takıldı Votka Cola içip yere yıkıldı Yakın dostu tarafından ekildi Yalnız yollar aştı vatandaş Osman. Haftasonu Schowroom'ları dolaştı Üç alana birisi de beleşti Markacılık hepimize bulaştı Borçla dolup taştı vatandaş Osman. Evde Sony TV sini açarak Paparazzi, First Class, dan geçerek Türk dilinden zaplayıp da uçarak Kanalları deşti vatandaş Osman. ''Ne Mutlu Türküm''ü övgüyle dedi Ecnebice marka giyinip yedi Oğlunun adını Arapça kodu Marka ile pişti vatandaş Osman. Yerli malı kullanmaya erindi Yorgunluktan kollarıyla gerindi Yiğit'imin uykusu çok derindi Artık yorgun düştü vatandaş Osman... 03.06.2005 Harun Yiğit YAS: Bu eleştirel şiir, bence hiciv türünün ince ince dokunduran örneklerinden biri. Türk kaşığıyla başkalarının pisliğini yemeyi iş sananlara dokundurup duruyor. Yerli malı kullanmayanlara, marka meraklılarına, yabancı hayranlarına, dünyanın en zengin edebi dillerinden biri olmasına karşın kendi dilini küçümseyenlere bir çuvaldız sokuyor. Sizin şiir geçmişinize baktığımızda son yıllarda bir destana yönelme olduğunu görüyoruz. Bu destan yazma merakınız nereden çıktı? Bu ilgi nasıl oluştu? Temeli neye dayalı? HY: İnsan şiire ilgi duyunca, onu iş edinince, hemen her konu ile ilgileniyor. Benim de öteden beri Türk destanları, beslendiğim dilin güzel örnekleri olarak ilgimi çekiyordu. Ucundan kıyısından yazmaya, denemeler yapmaya başladım. Basıma hazır hale gelince, “Temel Türk Destanları” ve “Yiğitlerin Destanı” kitaplarımı yayınladım. İçine girdikçe, destan konusunun adeta dipsiz bir kuyu olduğunu gördüm, ama caymadım, yoğunlaşmayı yeğledim. Üzerinde çalıştığım, bitirmek üzere olan başka projelerim var. “Ana’dolu Yiğit Dolu”, bunlardan biri. Üzerinde çalıştığım bir başka projem de “Yemen Destanı” adını taşıyor. Umarım yakın gelecekte bunları da tamamlayarak okurun karşısına çıkabilirim. YAS: Bu dileğinize bir okurunuz olarak biz de katılıyoruz. En kısa zamanda sözünü ettiğiniz destanları da okurlarınızla bulundurmanızı bekliyoruz. Diliyoruz. Şimdi gelelim, asıl söyleşi konumuza. Son kitabınız “Buzların Tutuştuğu Yer”e, Sarıkamış’a. Kitabınız şöyle başlıyor: Dağ yamaçlarından, dere kenarlarından Suların çağıltılarından Kardelenler açtığı zaman Ve taş kesildiğinde memleketin yüreği Ayazı giyindiğinde tozlu yollar canım oy ! Ağzı süt kokan karanfiller girer düşlerime Siz girersiniz...” diyorsunuz. YAS: Kim giriyor bu satırlarla düşlerinize? HY: Başta Sarıkamış’ta can verenler olmak üzere, toprağı vatan kılmak için yaşamdan vaz geçen, yaralanan, uzuvlarından olan vatan evlatları giriyor tümden düşlerime. Abartmıyorum. Zaman oluyor sırf bu yüzden uyuyamıyorum. Hele, her gün televizyonlarda, radyolarda çok sayıda şehit haberleri aldıkça, gencecik civanları bayraklara sarılı tabutlar içinde gördükçe, dertlerim depreşiyor. YAS: Duyarlı bir ozan olarak yerden göğe haklısınız. Çok ama çok haklısınız. Yurdun birliğini dirliğini sağlamak adına verilen mücadeleyi küçümsemiyoruz. Toplum olarak çok üzülüyoruz. Hemen her gün şehit haberleri aldıkça, albayrağa sarılı şehitlerimizi gördükçe, hepimiz yürekten sarsılıyoruz. Teröre lanet okuyoruz. Daha fazla kan görmek istemiyoruz diye haykırıyoruz. Analar babalar olarak, vatandaşlar olarak acımızı içimize gömüp, vatan sağ olsun diyoruz. Diyoruz demesine de, HY: Siz bir de pisi pisine ölen, savaşmadan donarak ölen ve sayıları nerdeyse 100 bini bulan vatan evladını göz önüne getirin. Kişisel ikbal peşinde koşan, sırf kendi yıldızları parlasın, zamanından önce terfi etsinler diye yüz bine yakın vatan evladını soğuğa, kara, buza, ayaza süren bir aymazın ihanetini düşünün. Haberler duyulmasın, halk tepki koymasın diye gazetelere sansür uygulayan Enver Paşa’yı düşünün. Aklıma hemen bir kıtasıyla Mehmet Akif Ersoy geliyor: Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey! Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi? “Tarih”i, “tekerrür” (*) diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi? (Not: “tekerrür”, “tekrar, yineleme” demektir. YAS) HY: Bugün bile olan bitenden ders aldığımız söylenebilir mi? Kıssadan hisse çıkartsak durum böyle mi olur? YAS: Sevgili Harun kardeşim, tekrar Sarıkamış’a dönersek, Sarıkamış bizim tarihimizde acısı yüreklere oturan, aradan bir asır geçmesine karşın, ilk günkü sıcaklığını koruyan bir yara, üstü kapanmayan, bir türlü kabuk bağlamayan bir derin yara. Bir ağıt sürekli yakılan. Siz de aslında bu kitabınızla uzun, çok uzun bir ağıt yakıyorsunuz. Bence öyle. Geleneksel şiirimizin bir anlamda gereğini yaparak bu ağıtı yakıyorsunuz. Bir ağıta kıyasla çok uzun, ama olsun. Siz bu işe Harun Yiğit olarak ne diyorsunuz? HY: Kitabın “giriş” bölümündeki dizelerle yanıtlayayım bu sorunuzu o zaman. “Sarıkamış sadece ağıt değildir; Kırmızının ak’la Kanın karla seviştiği yerdir. Buzların alev alev yandığı yerdir Sarıkamış sadece ağıt değil, Sarıkamış bir destandır.” (Sayfa 9) YAS: Duyarsız ve omurgasız davransak, vurdumduymaz olsak, “Derdin ne senin arkadaş, keyfine baksana, acı senin neyine, yıllar önce olan bir olayın kabuğunu niye kurcalayıp duruyorsun, yarayı niye kaşıyorsun, sen şiirini yazsana”, desek, HY: Ozan, duyarlı ve sorumlu kişidir. Hisseden kişidir. Bu destanı yazmasam, kesinlikle huzursuz olurdum. Benim bu destanı yazmaktaki amacım, yakın tarihimizde yaşanan bu olayı gelecek kuşaklara olduğu gibi aktarabilmekti. Bu tip davranışın, sorumluluk duygusu gelişmiş, yurtsever bir ozanın görevi olduğunu düşünüyorum. Toplumu bilinçlendirme olarak bakıyorum ben bu konuya. YAS: O zaman bir sonraki sorumuz şu: Kim dürttü seni bu destanı yazmaya? Kim motive etti? HY: Bende destan yazma merakı uyandıktan sonra Sarıkamış destanını yazmak da içimde bir uhte idi. İtiraf etmeliyim ki, bu uhte hep vardı. Ne var ki, denemeye, yazmaya çekiniyordum. Daha doğrusu nereden başlayacağıma karar veremiyordum. İşte o aşamada Mustafa Ceylan arkadaşım girdi devreye. Kitabın ortaya çıkışında her aşamada onun katkısı ve önerileri, yönlendirmeleri olmuştur. Kendisine yeri gelmişken bu vesile ile bir kez daha teşekkür etmiş olayım. YAS: Bu destanı yazmak için taa Sarıkamış’a kadar gidip, karda kışta, o soğuk koşullarda kalıp, aynı soğuğu, aynı donu, aynı karı iliğinde kemiğinde hissetmek ne iş? Bunu da yapmışsınız. Duyuyoruz. HY: Yazma aşamasında bunu da yapmak, birebir yaşamak gerekti. Destanın gerçekçi olması için orayı tanımak, yaşamak gerekiyordu. Empati yapmadan, kendini orada kalanların yerine koymadan onu yazmak olmazdı. Gerçekçi de olmazdı. Ben de bunu denedim. YAS: Bu kimin fikriydi? Kim getirdi bunu da aklına? HY: Mustafa Ceylan, o koşulları birebir yaşamadan bu destanı yazmamın mümkün olmayacağını söylüyordu. Haklıydı. Ben de Ceylan’ın dediğini yaptım. İliği kemiği donmadan, ölenin yerine kendini koymadan bu destan yazılamazdı. YAS: Askerin “vatan” söz konusu olunca, tavrı, inancı neydi? HY: Kaygusu yok başımızın Dağ doruğu sisli, puslu Coşkusu vatan telaşımızın Yürürüz ölümüne Başı dik, alnı ak ve namuslu. Gittiğimiz düğün zaten, Kalk borusu zar, zor öten, Yâr gülüşü gözde tüten, Sarıkamış Dağlarında. (Sayfa 15) (Konu vatan olunca, gayrı her şey teferruattı asker için de ama, namuslu olmak, alnıak olmak, yetmiyor, aynı zamanda donanımlı olmak da gerekiyordu. Orduyu kış koşullarına hazırlayıp, cepheye öyle salmak gerekiyordu. Tedbir, sağduyu bu demekti. Ama el kesesinden geçinen, borç dert yaşayan Osmanlının, padişaha göbeğinden bağlı Osmanlı paşalarının umurunda değildi dünya, “Nam olsun kar olmasın” diye düşünülüyordu. Ölen kalan kimin umurundaydı? Üstelik saymasını bildiklerinden de kuşkum var. Yoksa bu kadar askere kıyarlar mıydı? Her ölüm erken derler, bunca genci ölüme göndermek ne büyük tedbirsizliktir, anlamak mümkün değil. Akla yatkın bir neden bulmak çalışan aklın işi değil. YAS) YAS: Ben gerektiğinde açıklamalarla, gerektiğinde tanımlarla ve kitaptan alıntılarla sürdürmek istiyorum söyleşiyi, uygun bulursanız. HY: Ne demek, olur tabii. YAS: O zaman “seferberlik” ne ifade ediyor size? HY: SEFERBERLİK Seferberlik havaları sarınca içimizi Özlemle döner, değirmenlerin mili Celbini alıp gelende birer birer yiğitler Yürüyüş davulu çalınca, köy meydanında. (Sayfa 17) YAZGI Bayrak bayrak, ey güzel bayrak! Ayına Yıldızına vurgunuz senin, biliyorsun! “En büyük asker, bizim asker” işte Değişmez yazgımız, öykümüz bizim. (Sayfa 18) CELB Bir Selçuklu heybesi içinde celbimiz Düşeriz yan yana Kara vagonlara dolarız hey!.. (Sayfa 18) TREN-1 İneni yok bu trenin Bineni çok Sancılı ülkemin bakışları var Hepsinin gözlerinde. (Sayfa 19) VATAN Nerde görülmüş Kurdun tilkiye yenildiği, Yenildiği nerede görülmüş? Anamız neyse Bize göre vatan o’dur işte. (Sayfa 20) DÜŞMAN Düşman şu dağlarda çıngıraklı yılan Yılanın ağzında ağulu plan. (Sayfa 21) ENVER PAŞA Kalpağına yandığım Enver Paşa Merhem diye asker sürer dağlara. (Sayfa 22) AY YILDIZ Ondandır bu kara vagondaki deli soğuğa inat Ilıman bir ışığın alnıma vuruşu ondan... Çıktık besmeleyle yola şükür Bekle bizi Bardız Yaylası Dualar anamızdan. Geliyoruz tümen tümen Tanı bizi tanı .....Ay’ımızdan, …..Yıldızımızdan... (Sayfa 22) SAVAŞ Enver paşa savaşı bir gün sürecek sandı Bakıp karlı dağlara geçit verecek sandı Askerler tüm setleri yıkıp geçecek sandı Düşmanlar mevzilerinden çıkıp kaçacak sandı Bardız Yaylası’nda çığır açacak sandı Enver Paşa, başını göğe erecek sandı. (Sayfa 22) İÇ-DIŞ Cepheden cepheye Paşalarımız top yekün Alman İçimiz Alman Dışımız Alman. (Sayfa 24) EL TOKMAĞI El âlemin tokmağıyla davullar çaldık Çıkan sesi kulağımız duymuyor gayri Alaman’dan generaller, paşalar aldık Anahtar paslı kilide uymuyor gayrı. (Sayfa 24) ASKER Yarı çıplak yola düştü savaşçılar Yaması dökülen giysileriyle Yırtık çarıkları Başlarında uçuşan solgun kefiyelerle Cepheye sürüldüler hazırlıksız. (Sayfa 26) TREN–2 Yorgun iniltilerle durdu tren Açıldı kara vagonun kara kapıları Sabahın alaca vaktiydi Ezan okundu okunacaktı. (Sayfa 26) KÜNYE Kışa dönmüş kış içinde kışlalar Cümle Anadolu delikanlıları Ayrımsız hepsi Gelmişler her yöreden Düğün yeri, Kurban bayramının seheri sanki Dizim dizim, sıra sıra Önce kısa bir künye Sonra çak selamı!.. (Sayfa 29) NÖBET Gece çizgileri nöbet nöbettir Askerlik, bir sıla üç de gurbettir Ranzada, koğuşta, tertip, sohbettir “Emredersin komutanım” üstelik. (Sayfa 30) BEYAZ ÖLÜM İşte manzara: Çılgın ve ihtiraslı Acımasız iki deli gördük! Cehennem her zaman sıcak değilmiş! Diğer adı, “beyaz ölüm”! (Sayfa 31) SARIKAMIŞ Solumaya bile vakitleri kalmadı D(A)ğın en doruklarında Az(R)ail utancından ağlarken, Ayr(I)ntıya giren heykeltıraşın Büyü(K) hünerini sergileyerek Bir and(A) on binlerce Kar ada(M)ının heykelini yapması gibi! Bir varm(I)ş Bir yokmu(Ş) ............... Sarıkamış derler bir beyaz ölüm ………… Öldüm, hasretinle öldüm be gülüm! (Sayfa 32) DRAM Bir başka mevzi Bir başka dram İlk sırada diz çökmüş beş kahraman Yaslanmış Omuz çukurlarına mavzerleri Nişan almışlar Tetiğe ha bastı ha basacaklar Basamadan solmuş Beş kardelen çiçeği Beşi bir yerde Dönmüşler heykele. (Sayfa 34) DONMUŞ Kaput yakaları civan gençlerin Semaya açılan elleri donmuş Hele bıyıkları ve sakalları Türküler yakılan dilleri donmuş Donmuş da civanım donmuş. (Sayfa 35) GELİN Emperyalizmin pazar paylaşımı işte… Bir kurşun değse ısıtırdı donan elini Allahuekber yorganına sardık ne yazık Doksan bin gönülde yatan gelini... (Sayfa 40) ZEHİR-1 Osmanlı’yı İttiler Alman denilen Ateşten kucağa Kucağa düşen hasta Hastalığına bakmadan Bakmadan sağına soluna Uzandı İlâç diye sunulan zehire; İçti, içti, içti… (Sayfa 41) ZEHİR–2 Zehir bu Tez yayıldı vücuda …… Çaresi yok! Yalvarsa da Yaranamaz Ne İsa’ya Ne Musa’ya… (Sayfa 41) ÇIKAR SAVAŞI Osmanlıyı savaşa sokan Alman gemileri Gemileri, ne hikmetse bakıma çekti Çekti de seyre çıktı. Sonunda Başladı çıkar savaşı. (Sayfa 43) ADRES Her yokluğun son adresi Soğuk, ayaz ve de buz, kış Düşünceli, çıkmaz sesi Sarıkamış, Sarıkamış Güneşi var sırt ısıtmaz Dumanı var dağdan kalkmaz Teli kopmuş ağlayan saz Sarıkamış, Sarıkamış. (Sayfa 44) GENÇLİK Memleket harlı Hava soğuk ve karlı Kapıda açlık Sersefil oldu gençlik Yaşlı gözleri Sitemlidir sözleri... (Sayfa 46) BEYAZ ÖLÜM Cehennemin diğer adı Kar oldu beyaz ölüm... (Sayfa 47) KAR ÇİÇEKLERİ Kar beyazdır Sarıkamış’ta güller Kar beyazdır renklerin cümlesi Çakır Hasan, Seyitlerin Mıstafa ve Ben Bir Sarıkamış beyazıyız şimdi Kardelen yeşilinin beyaz dudağı Kar çiçekleridir yağar üstümüzden… (Sayfa 47) İZ Ardımdan yürü izime bas Sen de iz bırak ardındakine, Önümüz ardımız belli olmasın Resmi postalayın beşiktekine. (Sayfa 50) TÜRK ASKERİ Sobada yemek pişirirken Rus birlikleri Kar altından söktükleri gevenlerle ısınıp Kuru ekmeğini yemeye çalışıyordu Türk Askeri. (Sayfa 51) HAREKÂT Harekât, ikmalsiz işlenmişti kâğıt üzerinde, Mükemmeldi Komutanların beceriksizliği Değildi asıl olan Bu yüzden kaybedilmiş savaş değildir. Tarihte var mıdır eşi-benzeri? Subaylarına güvenmeyen Püsküllü bir başkomutan Davul çalmasıdır. Alman tokmağıyla. (Sayfa 51) YULAR Bu milletin boynuna takılmış bir kez yular Suyun başında it var, durulmaz artık sular. Bu nasıl iştir Mehmet, Paşa sana da düşman Annen doğurduğuna, sen doğduğuna pişman. (Sayfa 51) CESARET Sevincinden komutanlar oynadı ‘’Rus’lar çekildi’’ diyerek Cesaret aldı askerimiz Düşman yıkıldı diyerek. (Sayfa 53) ELEK-DİLEK Sandılar ki Ruslar astı eleği O anda Enver’in oldu dileği Azılı rakibin çelik bileği Çabuk büküldü diyerek Mermisi tükenmiş piyadeler Süngü takıp yürüdüler Dişe diş, Kana kan Yardılar kurşunlara karşı zor cepheyi Kimileri buna ‘’Dadaş Kahramanlığı’’ dediler. (Sayfa 53) KAR Üşüyorum, ört üstümü gel anne! Takvimler mevsimden ölüm sağıyor Kapat gökyüzünün soğuktan kapısını Yüreğime kar yağıyor, kar yağıyor kar… Nefesinle üfle bana donuyorum anne! Mataramda taşıdığım su değil, buzdur Köprüköy’de bir ecel türküsü, vur Allah vur! Ellerime kar yağıyor, kar yağıyor, kar… Yumayım gözlerimi bak içine, ısıt anne! Bu beyaz alev sanki beni boğuyor. Işıyan yamaçlardan ayaz kesen ıslıklar Gözlerime kar yağıyor, kar yağıyor, kar… Kurbanım bu vatana, sar beni, sar, sar anne! Yürü gece boyunca, gündüz siperde bekle Ölüm ne ki, ölümsüzler tepesinde bizlere? Can evime kar yağıyor, kar yağıyor, kar… Bu dağın kurdu, kuşu bizi tanıyor anne! Gecenin bir yerinde senle ısınır içim Düşman kaçtı, yok oldu, gökler kıyamda şimdi Tüfeğime, süngüme kar yağıyor, kar yağıyor, kar… (Sayfa 54) AV-TAV Kayıp verse de Ruslar Geri çekilişleri bile düzenli. Çekilen Rus takip edilmeyince Namlunun ucundaki av kaçırıldı Ordu kurmayları düştü sevince Tarihi fırsatta tav kaçırıldı. Mevsim karakış Havada uçmuyor kuş Askerler aç Askerler yorgun Kimi hala Bu mevsimde görüyor düş. Zafer sarhoşluğu bürüdü şarkı Tersine çevirmek için bu çarkı Düşmanın içine düşmüşken korku Beceriksiz paşalar şovu kaçırdı. Çeliği ateşe sürmek Döverken suyunu vermek Hüner ister elbet Düşünüp önünü görmek… Hatalar zinciri peş peşe geldi Durmadan yağan kar izleri sildi Nefes alan düşman sonunda güldü Türkler elindeki devi kaçırdı. Kaçan fırsat geri gelmez, Bu dağlarda Çakal, asla kuzu olmaz… (Sayfa 56-57) AD Trenler gelir geçer Batı’dan Doğu’ya Kara dumanlar içinde Bir Alman düdüğü öter akşamüstü “Enverland” a gidecekmiş yükü Enverland da ne ki demeyin Bizim Anadolu’muzun o devirde Alman dilindeki adıdır… Kim benzetir, haddine mi paşamı Napolyan’a Kim benzetir, kim, kim? (Sayfa 58) ENVER PAŞA İstanbul’dan plan yapıp yolluyordu …………………… Enver Paşa Manşet manşet birçok yalan kolluyordu ……………… Enver Paşa Uyduruksu haberlere madalyalar takılıyor Bol keseden palavrayı sallıyordu …………………………… Enver Paşa Yayın yasağını koydurmuştu …………………………………… Enver Paşa Asker düşmanlardan hesap sordu da …………… Batum Türk evi “Olsun artık’’ larla hayal soluyordu ……………………… Enver Paşa Trabzon’u bombalayan Rus’ları ……………… Görmezden gelmiş Hezimeti allayıp da pulluyordu .…………………………… Enver Paşa. (Sayfa 62) YANLIŞ Esip gürlemekle düşman bozulmaz Yanlış bilgi ile tarih yazılmaz. Karanlıkta kör dövüşü yapıldı Komutanlar serüvene kapıldı Nice hayâllerle yoldan sapıldı Esip gürlemekle düşman bozulmaz. Hazırlıksız taarruza geçenler Hoyratça canları döküp saçanlar Daha vurulmadan donup göçenler Yanlış bilgi ile tarih yazılmaz. (Sayfa 64) HIRS Hırslandıkça Enver Paşa Göründü aklın dibi. (Sayfa 65) PERİŞAN Ayaklara yapışan beş okka çamur Tarlada yürütülen erler perişan Sanırsın kırk bin elle yoğrulan hamur Utancından kan içinde karlar perişan. …… Kalk, ne yatarsın Mehmed, fişeklik kuşan?! …… Kuşan, cesedin yürüsün senindir şan! …… Şanına şayandır ölüm, bayraktır nişan! (Sayfa 66) İHTİRAS Fikirsiz beyinler böyle şaşırdı İhtiras tarihe leke düşürdü Gönlümün güneyi bile üşüdü Toprağın üstünde buzlar ağladı …… Analar, gelinler, kızlar ağladı …… Dört mevsim içinde yazlar ağladı …… Ozanın elinde sazlar ağladı. (Sayfa 66) ÖLÜM-UYKU Ölüm bir soğuk mermi Ölümden değil korkum Korkum, haksız ve anlamsız emirden Korkum, korkumun içinde kuyu O yüzden kaybettim Siper siper uykuyu. (Sayfa 70) SARIKAMIŞ Zayıf yapılı Sarı benizli Üstünde yıpranmış ince kaput Ayağında potini Patlamış …….. Dağıldı dağılacak… Dağılacakmış Aylardan yılın son ayı Mevsimlerden kış Ah Sarıkamış! Vah Sarıkamış! (Sayfa 70) İNSANLIK VE YURT SEVGİSİ YAS: Yurdun yer yer işgale uğraması, savaş ortamı insanın yüreğini yakıyor, içini acıtıyor, ne dersiniz? HY: Şöyle diyelim: “Can acısı öl der, Öldür der vatan acısı, Öldürsem öldüremen Öldüremezsem ölemem.” YAS: “Sarıkamış Destanı” baştan sona trajik olaylarla ve seri yanlışlarla dolu. Örneğin bir Harbiyeli son sınıf öğrencisi var. Biraz ondan söz edebilir misiniz? HY: Evet, destanda, haksız yere kendi askeri eliyle kurşuna dizilenler de var. 19 yaşında Harbiye son sınıf öğrencisi iken askere giden, başarılarıyla (terfi ettirilip) teğmen edilen ve cephede tüm takımını şehit veren ve tek başına kaldığında, Enver paşaya yakalanan ve pisi pisine kurşuna dizilen subay bunlardan biriydi. “Çocuksu yüzünde donuk bakışlarla Baktı idam mangasındaki erlere Baktı sorgusuzca emir veren Enver Paşa’ya Baktı ilgisiz Alman subaylarına Gözlerinin önünden film şeridi geçti Yıldırım hızıyla o an Cepheye koşarken Çoktan razıydı ölmeye ama Ama onursuz ölümü hak etmemişti yiğidim… *** Mangadaki askerler Tedirginliklerini gizleyemediler Düşmana kurşun sıkmak varken Suçu nedir? …. Bilmedikleri bir Türk subayına kurşun sıkmanın Tetik çekmenin burukluğu içinde Kimisi içinden; ----------------------‘’ Nişan almam bu taze yiğide’’ Dese de kimisi; Alnına, kalbine ateş etmeyi düşündü, ----------------------‘’Ölsün diye acı çekmeden’’ İdam mangası komutanı Kara yağız genç bir çavuştu Önünde kurbanlık koyun gibi Ölümü bekleyen genç teğmen, Yutkuna yutkuna Ölmeden son kez gözlerine baktı İdam mangasının ----------------------‘’ Bitsin artık bu pis iş’’ der gibi Burkuldukça burkuluyor kalplerin dibi. *** Aldı yerini herkes, Hazırlıklar tamam, Çavuş, fısıldar gibi Acı içinde yavaş ve titrek bir sesle; ------------------------- ‘’Ateş’’ diyebildi. Patladı on tüfek Patladılar bir anda Her mermi, Ağlaya, ağlaya Gitti gencecik teğmenin Gencecik vücuduna… (Sayfa 77-78) YAS: Böyle bir haksız ölümün ardından ağıt yakılmaz mı? Sizde yakmışsınız zaten. HY: ……………………..” Enver ödleğinin gücü ……………………….Teğmene ………………………..Yetti de Kıydı gencecik teğmenime, kıydı Acımadı zalim paşa teğmene Karlar bile akan kan ile doydu.’’ (Sayfa 76-78) FERMAN Zalim Enver Paşa’nın buyruğuydu bu ferman Tükenmiş, vay mecalim, bende kalmadı derman Anam bilmem, daha benden alınmadı sorgum Neden, haksızca ölüm, ölmeden bana vurgun? Ben ne için gelmiştim felek bana neler etti On dokuz yaşındaydım, beni kim, neden üttü? Ne diyeyim paşanın bu hükme varışına Ellerimi bağlayıp, dizecekler kurşuna. (Sayfa 78) KAN “Adresi belliydi kurşunun Genç teğmenin bedeni Önce sarsıldı Sonra öne doğru kaykıldı Yıkıldı karlar üstüne yüzükoyun Titredi, Titredi, Titredi vücudu… Başı gövdesinden ayrılan tavuk gibi Silkine silkine can verdi On mermi deliğinden sızan kanlar Kar üstünde akıyor ılık ılık Uğruna can vermek için geldiği Bu ıssız dağ başında Yolunu arıyordu Kan kızıl iz bırakarak Kar altında toprağa…” (Sayfa 79) SAVUNMA Toprağın sırrını çözdün mü Mehmet Taneyi başağa dönüştüren o Vatan savunması tek istikamet Bizi özgürlüğe eriştiren o. (Sayfa 83) DRAM ÜSTÜNE DRAM HALİL VE VEYSEL’İN DRAMI Bu savaşı Namusu saydı Halil İbrahim Ne bilsin Alaman’ın Petrol, doğalgaz Bir cümle yer altı kaynakları hesabını Ne bilsin Telli telsiz gizli hesaplaşmaları! Babasından, anasından dinledikleriyle Düşman kesiliyordu Halil Amcaoğullarına Söylemese de nedenini Belki de miras meselesi Büyük ihtimalle. (Sayfa 83) NE YAPSIN HALİL, NE YAPSIN? Ne yapsın? Karlı yollarda Çektiği eziyetler Elbet artırıyor kinini Üstüne çullanınca Soğuk ve açlık Halil’in O an Iğdır’daki bağlar, bahçeler Cennet görünüp gözüne Gücüne güç katıyordu Memleketine kavuşma umudu. (Sayfa 83-85) RIZIK Atın torbasına elini soktu Bir avuç samanı çıkartıp baktı Üfürüp samanı ağzına attı Atın arpasını aldı Halil’im Aldı da avundu Halil’im Açlığını savundu Savundu at huzurunda kendini Kendini haksız buldu elbette Elbette bir çıkış aramaktı muradı Muradı bu değildi Halil’in Halil’in mahcup bakışlarından utandı Utandı rızkı çalınan at (Sayfa 85) VEYSEL’İN TÜRKÜSÜ Sen ey mevsimlerin dipsiz kuyusu! Dolmaya başlarken düşünme, çık gel! Yenildi tifüse, geldi uykusu Iğdırlı Halil’le Kemahlı Veysel… Savaş bu, değildir basit bir oyun Ölüm ensemizde afsız, duraksız. Şehit düştüm ana, haberim duyun “Kalmasın diyerek vatan bayraksız.” (Sayfa 86) MEKAN SARIKAMIŞ’TI, TÜRKÜLER YAKTILAR AZAP MUHAREBESİ ‘’Kimi Yemen kimi Harput Üzerinde ince çaput Avut yiğit, gönlün avut Yâr sarmazsa Mevla’m sarar!’’ Sarıkamış Türküsünden Ay Oğul Yazıyla Kolay elbet Kalemle yazıp Yazıyla anlatmak O anı yaşamadan Söyle nasıl hissedersin? Oğul oğul, neler neler var, Altında buz, üstünde kar Kucağında mavzerin Yavuklu diye Sar oğul sar. (Sayfa 89) YAS: Buzların erimediğini, buz kesen ayakların da isyan edip yürümediğini de öğreniyoruz. HY: Evet, aynen öyle. “Üç bin metre yüksekten yürüyordu askerler Dağlar düşmandan yaman, geçit verir mi sandın? Karla kaplı ıssız vadi, yamaçlar beton duvar Mehmedimin kırıp geçtiği buzlar erir mi sandın? Dağ erir, Demir erir, İnsandaki yürek erir... Kırarak geçtiği buzlar Erimez ay oğul erimez... Düşünseniz, üşürdünüz sıcacık evinizde Gövdeye isyâna hazır, derman kalmayan dizde Haziran ayazda kaldı, dondu zemheri közde Cehennem isyânlardayken, ayak yürür mü sandın? Akıl yürür, Hayal yürür Başlarında bulut yürür Gövdeyi taşıyan ayaklar Yürümez ay oğul yürümez.” (Sayfa 90) HIYANET Yanlış keşif Yanlış tespit Bu da yetmezmiş gibi Sığındı Rus tarafına Otuz kadar Ermeni Bilgi verdiler düşmana Bu Bilgi Hainlik Borçlandırdı Kanlı kavgalara Türkleri götürdü Zalimce kıyımlara Fırsat geçmişti Ruslara Vurdular, vurdular, vurdular… (Sayfa 91) BİRER BİRER ELDEN ÇIKTI YURT KÖŞELERİ “Kazanılan savaştan habersizse komutan Boşunadır akan kan, telef olan nice can Gaflet ölüsü bin can, elden çıkan Erivan” (Sayfa 93) ÖLÜM ‘’Ölüm Ölüm’’ dedi Mehmet ‘’Ölüm vatan içinse eğer Sefa geldi be gülüm’’ Dedi Mehmet. (Sayfa 95) YAS: Peki ne oldu sonra? HY: Ne olacak, Azap deresinde mataralar kaldı. Dillerinde dağların türküsü buz tuttu. AZAP DERSİ “Azap deresinde kaldı mataram Dağların türküsü dilde buz tuttu Bir şehit çiçeği Seyit Mıstafa’m Paşalar, paşalar bizi unuttu… Azap deresi de buz tutmuş akmaz Ölüm kokan dere çok civanı yuttu Tutmuş yakamızı asla bırakmaz Kanatsız Azrail çarptı, uyuttu. Azap deresinin basma taşına Her taş aynasını yüzüme tuttu Zaman, bakmıyor ki gözün yaşına Zaman yokuşlarda sisti, buluttu. Azap deresinde kaldı mataram Çakır hasan ile Seyit Mıstafam Kar cenneti bir ağaca yaslanıp Dallarında kan çiçeği kuruttu. Yankılandı halka halka türkümüz Pusulamız tekrarlanan komutta Vatandır gönülde büyüttüğümüz Paşalar, paşalar bizi unuttu…” (Sayfa 98) KOŞULLAR YAMAN Ey tabip yarama el değme sakın Hastane önünde yatana bakın Kaşığı kızdırın yarama basın Düşmana değil de bite yenildik. (Sayfa 100) ACI Erat bitkin Erat yorgun Erat halsiz Acı içinde acı Kıvrım kıvrım… (Sayfa 102) ÖLÜMDEN ÖTE “Biz ölümden korkmuyoruz” diyor Mıstafa Ölümden öte yürüyoruz Gönül bağımızda vatan aşkımızı büyütüyoruz. (Sayfa 103) UZUN HAVA Yine bir uzun hava sarmış askeri Kimi yanık sesiyle söyler Kimi yanan yüreğiyle dinler. ------------’Hastane önünde incir ağacı’’ Ağaç ne ki; kollarından sarkar buz Buzlara dokunur geçen ordumuz Mermisiz mavzerleri omuzlarında Tayınsız İlaçsız İz açar hastalıklara Sıralar, ranza” (Sayfa 104) TİFÜS Fasit bir dairedir tifüs Çarkı döndürür Ocak söndürür. (Sayfa 106) PERİŞAN Dağa yağan Kar perişan Buzu sağan Er perişan Kar altında Yer perişan Per perişan Ser perişan. (Sayfa 106) SALGIN Isı arttıkça Sıçradı bitler bitsizlere Bulaştı tifüs herkese. (Sayfa 107) PAŞA Paşa paşa Enver Paşa Dinin yok mu senin haşa? Nemrut musun? Firavun mu? Sürdün bizi kara kışa Sürdün bizi kara kışa (Sayfa 108) YENİLGİ Tam beş yüz hastaya bir termometre Söyleyin, söyleyin sıhhiye nerde? Yataklar dolmuş da inleriz yerde Düşmana değil de bite yenildik. (Sayfa 108) MEKTUP Bir mektup yazdırdım karalı aklı Alnı yüce dağlar sığar içime Kolçak onbaşılar eli bayraklı Şahadet getirip ağar içime Bir mektup yazdırdım garip babama İçtimadan sonra döndüm kıtama Sılada sevdiğim bekliyor ama Gözyaşım sel olup yağar içime (Sayfa 111) OCAK Ocağımı viran ettin Artık canımıza yettin Bu kaçıncı söyle bana? Ben yetirdim sen tükettin” (Sayfa 117) OĞUL Erzurum Yemen arası Kim geçer buzlu Aras’ı Her ananın yürek sesi Oğul, oğul diye çıkar. (Sayfa 117) İŞARET Yol gözler analar Bir umutluk cümle Bir cümlelik umut Bekler ay oğul ulaklardan bir muştu bekler! Kuşlardan, börtü, böcekten bir fısıltı Bir işaret bekler... (Sayfa 117) VATAN Süngünün ucundan damlayan kan değil Kar tanelerinde hıçkırıyor vatan... Vatan ki İki dizi üstüne çökmüş Çökmüş göz çukurlarında kanlı yaş Yaş yağmur gibi akar Akar saçak saçak buz uçlarından… (Sayfa 118) KEFEN Aç karınla diz çökerek yaslandık Sırtımıza acı poyraz vuruyor Namluya mermiyi süremez olduk Gözümüzü karda kefen sarıyor. (Sayfa 119) MEKTUP Erzurum’dan Ilgın’a yol mu gider yiğidim? Giyinmişiz ölümü, sal mı gider yiğidim? Yâre mektup yazmıştım sol cebimde duruyor Kar gecesi sılaya gül mü gider yiğidim? (Sayfa 122) SIHHİYE Bölük komutanım beni sıhhiye yazmış Bıktım artık her gün ölü görmekten Düşman da bıkmış bizi vurmaktan (Sayfa 122) ÖLÜMÜN RENGİ Dedemin başındaki saçlar gibi Apaktır burada ölümün rengi… (Sayfa 123) YÖN Hava sisli, hava soğuk, dört yanımız karla kaplı Doğu, batı, güney, kuzey karıştırdık yönümüzü Bu dağlarda fırtınadan göremedik önümüzü. (Sayfa 124) UYKU Gece döndü kurt sesine Çınlatıyor kulakları Uyku ne gezer gözlerde fidanım? Bu dağların en büyük düşmanı Uykudur uyku! Hele bir çökerse üstüne Altından kalkana aşk olsun! (Sayfa 124) KIŞ Dağların kışı tükenmez Burada ölen yıkanmaz Toprak temiz tutar onu. (Sayfa 127) VATAN Hakka giden yol tıkanmaz. Ve toprak Karların altından tanıdı Ilgınlı Onbaşı Ali’yi Yasladı bağrına Ana kucağından Yâr kucağından daha sıcak Isın ısınabildiğin kadar İnanana cennet İnanmayana cehennem Bu kucağın adı Vatan Ali’m VATAN… (Sayfa 128) TOPRAK VE ELLER “Ne çok ölüyoruz” dedi asker “Diriliğimizden” dedi komutan Kavimler kapısıdır bu topraklar Aynı kaderi paylaşır, vuran vurulan “Ne çok ölüyoruz” dedi asker “Çünkü öldürüyoruz” dedi komutan Makamsız insana hasret bu topraklar Mevki ve makam hırsıdır bizleri bozan “Ne çok ölüyoruz” dedi asker “Ölümsüzlüğümüz için” dedi komutan Ellerimiz bizim en yabancı yerlerimiz Savaşlarda yabancılığımızdır konuşulan Ellerimizdir tetiği konuşturan. (Sayfa 128) YAS: Destanın sonuna doğru Van’lı 120 çocuğun kahramanlık destanını da konu ediniyorsunuz. Ona da değinelim isterseniz: HY: Evet, sırada Van’lı 120 çocuğun öyküsü var. Gerçek bir kahramanlık destanı o da. 120 KAHRAMAN ÇOCUK (1) “Ali, Veli, Osman, Haydar, Sinan Ayşe, Fatma, Elif, Gülfidan Anlatacaklarım var size Yanıma gelin şöyle: ……………Duydunuz mu hiç, ……………Vanlı yüz yirmi çocuğu? ……………Onlar da sizin gibiydi ……………Çocuktular yani… “Dağ yamaçlarından, dere kenarlarından Suların çağıltılarından Kardelenler açtığı zaman Ve taş kesildiğinde memleketin yüreği Ayazı giyindiğinde tozlu yollar canım oy ! Ağzı süt kokan karanfiller girer düşlerime Siz girersiniz, Küçümen dünyalarınızda kocaman ufuklar Hele ki vatana kurban giden Beşik alacası bedenleriniz…” diyor Harun Yiğit kitabın Vanlı çocuklara ilişkin bölümünde. (Sayfa 131) DURUM Birdi, beraberdi bu topraklarda Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Ermenisi Girmeden kılıç artığı bir rüzgâr aramıza Ve bozmadan dirlik düzenimizi paslı masa Bozuk kilit Yan yana, can canaydı cümlesi insanların” “………..Oy ben yanayım, kaderime oy! ………..Oy kara dağın kara dumanı başımda! ………..Kararıp geçeyim çağın içinden…” “Mustafa’yı muayene edip dönerken Çevirdiler Kirkor’u Ermeni çeteler Oracıkta vurdular Yıkıldı faytonun üstüne, Vatan sevdalısı Kirkor Böğründen şorul, şorul Kıvrıla, kıvrıla Akıyordu kan… Kirkor bizimdi Hepimizindi İnsana insanca bakar Gâvuru, Müslümanı ayırmazdı Çünkü o Bizim Kirkor’du. Severdi vatanını” (sayfa 132-133) ÇOCUKLAR Dünyaya gözlerini açan savaş çocukları Kulaklarına Ninni sesleri muştulanmadan Kurşun sesleriyle uyandınız Bunu bir oyun mu sandınız?” “Çocuğa silah verilir mi hiç? ‘’He ya, verilmez elbet’’ der gibisiniz ………Haklısınız ! Hem de yerden göğe kadar Amma velâkin Haklı başka Haklının aklı başka” “Cephede, siperde Gece ıslığı, ürkek, korkulu Bir çocuk gezinir rüyamda Eli bayraklı…” (Sayfa 133-135) SEFERBERLİK “Başladı seferberlik, Asker olanlar silah başına!’’ Tokmağın her inişi Davula değil Anaların yüreğineydi.” (Sayfa 137-138) KOŞULLAR “Yanarken dört yanımız alev alev Elde yok, avuçta yok Üstte yok, başta yok Yok dahi yokun içinde yok Hasılı Ekmek demir leblebi Su kan Cephane ölümden artan Gaz lâmbası bakışlı her ev, İs tutmuş kerpiç duvarların içi Kağnı yalnızlığında tandır kokusu, Koskoca ülke, unutulmuş; Ve vurdukça Ruslar Yetişmezse gonca gülüm Yetişmezse bir an evvel Cepheye Cephane…” Ufukta yokluk ve onbinlerce ölüm var. (Sayfa 138) SORUN-1 “İnsan Hayvan Erzak Ve elbette ki top, tüfek, cephane Nasıl gelecek?” “Hangi gün görünecek yolda? İki mektup attım postaya bugün Üç ayda varır mı bilmem sılaya?” (Sayfa 140) SORUN-2 “Toplandı akiller karar kılmaya Başladılar tartışmaya Erzak bulunsa da nasıl ulaşır? Muallim efendi gönüllü oldu. Rüzgâr soğuk, ese ese dolaşır Bütün yaşlıların gözleri doldu” (Sayfa 140) “İşte savaş, çocuklar da alışır” sandılar. KARAR “Kıvrandılar Yandılar, döndüler Hıçkıra, hıçkıra Gözyaşları arasında Karar kıldılar Çocuklara.” (Sayfa 141) HAZIRLIK “Toparlandı çocuklar Kimi on iki yaşında, kimi on yedi; Talime alındı Birkaç gün sürmedi Hazırlık tamamlandı…” (Sayfa 141) “Gözler buğulu Yürekler kabarık Seçilmiş tam yüz yirmi gönüllü çocuk Yüz yirmi tazecik fidan” yola koyuldu. (Sayfa 142) YOL “Başlarında Musa Çavuş Namı diğer deli Musa Yani Ferit’in amcası Yani ölmeye gönüllü Ve ölmeye hazır Yüz yirmi çocuk… Sırtlarında cephane Sırtlarında erzak Yani her birinde Yirmişer, otuzar kilo yük Başı karlı dağları, Çamurlu yolları Aşmak için Çıktılar yola Yol uzun Yol çetin Yol, içimizdeki hainlerle pusuda Ağladı arkalarından siyim siyim sessiz, Analar, babalar, amcalar, teyzeler, halalar, dayılar Konu, komşu diz çöküp el açtılar Yalvardılar Yakardılar Allah’a Sonra Avuçlarına düşen gözyaşlarını yalayıp Sürdüler göğüslerine Sessizce eğdiler başlarını kıbleye Beklediler” (Sayfa 142-143) DÖNÜŞ “Emanet ulaştı yerine Sevinçli başladı dönüş ‘’Her gidişin bir dönüşü var’’ derler Doğru söylemişler Dönüş kolay olacak Yük yok üzerlerinde Kuş kadar hafif ve mutlu çocuklar” (Sayfa 146) KURTLA KUZU “…..Yol aldılar beraberce kurtla kuzu …..Bir zaman sonra kurt, çekemedi nazı” (Sayfa 147) HASRET “Oy cehennem oyy! Sana kötü diyenin gözü çıksın Bu dağlarda ateşine hasret nice can” (Sayfa 148) NE OLDU? “Anaların, babaların Bacıların, kardeşlerin içine Çoktan düşmüştü bir kıvılcım ateş” Kim demiş; ‘’Zaman su gibi akar’’ diye? Olur mu, karlı yolların tozu? Doru tayların izi İnsanlık tanısın bizi Al eline kalemi Yaz tarih yaz bizi! Bizi yaz bizi!...” (Sayfa 149) GERÇEK En soğuk aya rastlayan bu savaşta evinden şehit vermemiş aile hemen hemen yok gibidir. Sarıkamış’a ulaşmak için aşmaya çalıştığımız Allahuekber dağlarında ve Soğanlı geçidinde binlerce askerimizi şehit verdik. “Toprak buzla kucaklaştı ……………… ateşle sevişti Dile geldi Soğanlı geçidi. Ağıt oldu anaların dilinde Dillere düştü Soğanlı geçidi” (Sayfa 151) ÖLÜM “Ayakta Atakta Sapakta bekler ölüm “Ölüm bile ölür “bu dağlarda...” (Sayfa 152) GÖLGE “Bu dağlarda Güneş yok ki Gölgemiz olsun ......Soğanlı Dağında” Biz İsimsiz aşk gibiyiz. (Sayfa 153) GÜL YÜREKLİ OZAN VE BİZ “Biz; “Vay anam” kurası’ndan çıkanlarız Biz ölmeyiz Ölüm sürünsün Yiğit olup boğarız geceyi Zafer dolu bir seherde Gün gelir Türkümüzü çığırır tarih… Ve destanımızı yazar Gülceci, gül yürekli bir ozan…” “Sarıkamış’ta can verenler, kendilerini Gülceci bir ozana (Yiğit Harun’a) emanet ederek, unutulmamayı, unutturulmamayı, ondan, onun “söz uçar, yazı kalır”ından beklerler. Bu destanı okuduğunuzda, buna siz okurlar karar vereceksiniz. YAS) ÇIĞLIK “Yedi kat yere Yedi kat göğe selâm gönderen Ey yüce tarih Yaz Yaz Yaz bizi bizi Hem de öbek öbek Dizi dizi Pir Sultancadır isyânlarım Koç Köroğlu benim Dadaloğlu benim Yunus da benim Avucumda yoğurmuşum insanlığın hamurunu” (Sayfa 157-158) (Sarıkamış şehitlerinin dilekleri, gülceci ozanın yazgılarını olduğu gibi yazmasıdır. Seslerinin dünya durdukça duyulmasını isterler. YAS) GÜL KOKUSU “Evladımı bir daha göremem” diye Kundağına gül suyu döküp Hep gülsün diye Gül kokusuyla belemişti evlâdını babalar” (Sayfa 159) BARIŞ Gözlerde, Acı vardı Sevgi, umut, bekleyiş vardı Öfke, kin vardı Özledikleri Ve olmayan tek şey barıştı Barış” (Sayfa 159) ÜÇ YİĞİT Üç yiğit Geri dönüp baktılar Baktılar geride bıraktıklarına Ağıtlara Dualara karıştılar” (Sayfa 163) ÖLÜM “Ölüm demek Rus varlığı Şans Ruslardan Şansızlık bizden yana Yaşamak Ruslara Ölüm Mehmetlere Derelerden, tepelerden .....Vadilerden …….Ala dağlardan geçip ...........Demir dağları aştılar Kurt yesin Kuş yesin …cesedimi Mehmet Düşman çiğnemesin” (Sayfa 163-164) KAR “Kar, yüreklere Sevdaların üstüne üstüne yağdı Kırık dökük bütün umutları örterek” (Sayfa 165) -CEK, -CAK “Madem düşman derme çatma Adam sende bugün yatma” Deyip vurdu yumruğunu “Alınacak” dedi paşa Plan yaptı Almanlarla Alan çizdi orda karla “Gerekirse süngü ile Dalınacak “ dedi paşa “Bütün toplar mevzi alsın Atını alanlar gelsin Düşmanın cephesi bugün Bölünecek” dedi paşa.” (Sayfa 166) “Asker aç ....Asker yorgun ......Asker perişan “Sarıkamış alınacak” diye Emir vermiş, sözde yüce komutan” (Sayfa 170) KARAHABER “Acıyı tartar mı kantar? Korkunun bedeli ne kadar? Bilen var mı? Kara kara haberleri tez getirirmiş rüzgâr” (Sayfa 170) KARDAN ADAMLAR “Hava keskin bıçak gibi, buz kesiyor ayaklar Düşüyor göz kapakları, Vakti gelen uyuklar ...Gözyaşları donar iken, ağlamaya vakit yok ...Hacet için uçkurunu, bağlamaya vakit yok Söz bile uçmadan .....Buza kesiyor bu dağlarda” (Sayfa 173) ÖZ VE KÖZ “Öz dediğin özenerek oluşur Köz dediğin Ateş ile buluşur Közün olmadığı yer ....Olsa olsa cehennem Vay oğul! “Bu dağlar yaman olur” demediler mi sana? Tur dağında Musa Nil boyunda İsa mı ararsın?” (Sayfa 173) BEDEN “Her tümseğin altında Donmuş bir beden Bir sevda Bir hasret Anaya, babaya, yavukluya Çok görülmüş bedenler yatadurur.” (Sayfa 173) (Sarıkamış bir gençliğin gömüldüğü bir toplu mezardır. YAS) ŞAŞKINLIK “Vuruşan Türk Birlikleri Takvim yaprağında zaman 23 Aralık Bir yanda Oltu Bir yanda Narman Oltu’nun güneydoğusu sessiz Haberleşme sağlayamıyor muhabere Keşif kolu yok Vadi içinden akıyor ordu Sesi yutuyor uğultu Tipi düşürüyor göz kapaklarını Diz boyu savuran kar Tozup savrulan rüzgâr Telaş içinde çavuşlar, onbaşılar… Eğinli Hakkı Çavuş Kesik kesik öksürdü Karıncalandı gözleri …Ağzını doldurdu, tükürdü Önündeki karaltıları gördü Fark etti hareketi Bağırdı hemen “Rus askerleri karşıda” dedi. Ateşlendi silahlar Mermi kustu Havada ölümün sesi Vadinin ortasında Yer değiştirdi mermiler Gök kubbe Kar değil Yağmur değil Kurşun yağdırıyordu yeryüzüne Hasan, attığını düşürürken Halil silâhsız Hasan ve Deli Hüseyin’i seyrediyordu Deli Hüseyin her tetiğe basışında “Geberin” diye bağırıyordu Hasan nişan aldı karşıdan bir askere Tetiğe basacakken Kocaman bir al bayrak gördü Kanı dondu Eli tetiğe gitmedi, gidemedi Tekrar baktı karşıya Dili kilitlendi Askerin arkasında Dalgalanıyordu kocaman Türk Bayrağı “Lanet olsun” deyip bağırdı Hasan “Ateş etmeyin, bunlar Türk” Geriye döndü Ellerini başına vurarak dövündü Yüzbaşı Yusuf şaşkın Askerler şaşkın Silahlar mermiler şaşkın Bayrak şaşkın Ölen Yaralanan Can çekişen şaşkın Havada kuşlar Aç kurtlar şaşkın Yer şaşkın Gök şaşkın 10. Kolordu ile 9. kolordudan Yani 32. Tümen ile 92. alay askerleri Vuruşmuşlardı saatlerce Kurşun sıkmıştı kardeş kardeşe.” (Sayfa 175-177) (Bir yandan dondurucu soğukla boğuşan, bir yandan farkında olmadan, kendi kardeşleri ve soydaşları ile vuruşan bir ortam, bir şaşkınlık, bir yanlışlık durumu söz konusuydu. YAS) YANLIŞLIK “Bir yanlışlık İkibin cana mal oldu” (Sayfa 178) AĞIT “Önce sesleri çıkmadı, Dudaklarından işitemedikleri bir ses döküldü Oy karanlıklarıma süzülen ışığım! Oy alın yazım! Oy ak kar üstüne kara yazım!” (Sayfa 178) SAVAŞ Büyüklerin anlattığı gibi değildi Şu askerlik Şu savaş Savaş gerçek Savaşın yüzü soğuk Savaş kandı Savaş can almaktı Savaş can vermekti.” (Sayfa 182) CESETLER “Buzların Tutuştuğu An Ölümün korkusu tellalın davuluyla yayılır Başlar görünmeye cesetler Cesetler birbiri üstünde Üstünde gök kubbe altında toprak Toprak kar altında Altında daha neler neler var Başıboş bırakılan Sefil insanlar Paçaları çorap içlerine sokulu Ayaklarında çarık Kar suyunda ıslanan çarık Dondukça mengene gibi sıkar ayakları Ayaklar, ayaklıktan çıkmış” (Sayfa 187) YOLLAR Yollar her zaman umuda çıkmaz Açlığın iç acısı dayanılmaz olunca Bir avuç kar atsan da ağzına, işe yaramaz Bu gibi durumlarda hükmü yoktur gençliğin Vuramaz ki hedefi, insan hayâl etmese Gidenlere kâr etmiyor bunca ağıt, ah, aman Sona akarken tersine çevrilmiyor ki zaman Ateşte yanan oduna geri döner mi duman? (Sayfa 187) HEYKEL Her biri birer heykelle örtüştü Kimi büzülüp ölümü beklerken Kimi ayakta dimdik Hayâlleriyle birlikte Her birisi Heykeltıraşın elinden çıkmış Kusursuz bir heykele dönüştü (Sayfa 188) ÇOBAN VE SÜRÜ “Tanıdık geldi bize bu dağların çalısı Kim emredip buyurmuş, hep böyle mi gidecek? Yalısı başlarına yıkılası düzende Güdecek çoban çoktur, bizden sürü olursa Akıl varken şu elde, kehanet mi ararsın? Kendinden kendini mi saklar oldun uyuma? Siper et göğsünü de düşmana karşı dikil Kuyuya ip sarkıtıp, dadandılar suyuma.” (Sayfa 189) ÖLÜM “Ya soğuk, ya açlık Ya da düşman öldürecek Vatan için ölmek Şerefli olur elbet.” (Sayfa 190) ACI Gün ağartısı Acının üstünü sarıyordu …… Ayakları donmasın diye Ağaçlara tırmanıyorlardı Sonra Kaskatı kesilip Düşüyorlardı birer birer Daldan düşen çürük elmalar gibi Ağaçların diplerine” (Sayfa 193) VATAN Yüreğimde filizlenen acı Umut, hüzün çiçeklerim Burada, insan sudan ucuz Ölenlerin çoğu iskelet zaten Adı değişmiş köleliğin Kendi yalnızlığında suskun köleleriz Hepimiz suskun Ve düşüncesiziz Mesele köleliğim değil Söz konusu Vatan (Sayfa 198) KAR Kar kalın Yol yokuş Bitmek bilmiyor, Kar, ayaklara geçit vermiyor.” (Sayfa 201) TEK TEK “Sonra tek tek Kimi düşerek, Kimi ayakta dondular Ve bir heykel gibi dimdik kaldılar Birçoğu böyle şehit oldular.” (Sayfa 201) HIRS “Enver Paşa’nın Aklının önüne geçen hırsı Allahuekber dağlarında Sarıkamış harekâtında Kurban etti Toplam 90 bin askeri.” (Sayfa 202) Hırs, aklın önüne geçtiğinde, insanlık mutlak alır dersini, olan masuma olur. YAS) YAS: Başka ülkelerle sözde ulusal çıkar gereği, işbirliği ve anlaşma yapma konusunda Sarıkamış’ı konu edinen bu destandan, ne sonuç çıkartmamız gerekmektedir? HY: Ben “Ayıyla harara girilmez” derim. Hiç kimse sonuna kadar dost ya da düşman değildir. Ülkelerin karşılıklı ilişkileri ve çıkarları vardır. Sömürme, sömürtme konusuna gelince, “Kardeşim adam ol, kendini sömürtme, politikanı adam gibi belirle. Güçlü ol, gücün caydırıcı olsun. Başkasına değil, kendine, öz varlığına güven. Atını sağlam kazığa bağla,” derim. BUNU BİL “Bunu bil Mehmet’im Bunu bil Yan yana olmak Birlikte olmak değil.” (Sayfa 204) SOĞUK “Yazı böyle mi deme, giydiği yırtık dondu Yazı görmedi kimi, dağda soğuktan dondu” (Sayfa 205) YAS: Günümüz gençliğine duyarlı bir ozan olarak mesajınız ne? HY: Hadi o da Şeyh Edebali’nin damadı Osman Gazi’ye öğüdüne benzesin biçim olarak. UNUTMA “Ey oğul! Ayağında sıcak ayakkabı Sırtında ceketin olduğunda Hatırla onları... Onlar, Bu vatan uğruna Düşünmeden ölenler Onlar bizi biz eden şahsiyetler Onlar onurumuz Onlar namusumuzdur “Vatan” diye diye Bu topraklar altında yatan Onlar bizim şehitlerimizdir” (Sayfa 206) ALINYAZISI “Türkülerle ölmekmiş alınyazımız bizim” (Sayfa 207) ….. YAS: Bugün de barışa en çok ihtiyaç duyduğumuz günlerdeyiz. Ne yapalım da ortalık güllük gülistanlık olsun? HY: Her gün şehit cenazeleri ve yaralılar gelmeye devam ediyor. İnsanlar, kan emmekten, barut kokusu solumaktan, korkmuyorlar, çekinmiyorlar. Bir görünecek var gözümüze, ama binlerce yıl bir barış adası olan Anadolu, konumu gereği binlerce yıl da savaş alanı olmuş. İnsanlığa savaş yakışıyor mu diye sorduğumuzda, haykırarak “Hayır” diyoruz. İnsanlık sesimizi duysun, silahlar sussun istiyoruz. Barış içinde, huzur içinde, el ele gönül gönüle yaşayalım istiyoruz. Bu aymazlığa, bu akıl tutulmasına artık yeter, diyoruz. BARIŞ “Hayâlperestliğin çimeninde dolaşma Aralık bitti, Ocak geliyor Çiçek açmış senin narın Çiçek açmış kirazın, kayısın Dünya tersine mi dönüyor? Ben mi şaşırdım? Söyleyecek sözüm çoktu ama Sözcükleri beyaza boyadılar bu dağlarda Artık savaşlardan yıldım Bıktım “Yeter” dedim Duy sesimi Duy artık Bundan sonrası barış Barış Barış Var mı? Var mı bundan güzel şahlanış?” (Sayfa 208) YAS: Ozan Yiğit, şehitliklerimizde eli göğe bakan askerin sesini duymamızı, toprağın, dağın vatan vatan diye çınlayan sesini, işitmemizi, kara toprağın bağrında bunca yıldır sessizce uyuyan sayısı belirsiz vatan evladını unutmamamızı söylüyor. Şöyle: ŞEHİTLİK “Azap Şehitliği, göğe açık şehit eli Duy sesini yiğitin, toprağın, dağın sesini “Vatan, vatan..” diye çınlayan seher Göğsünde uyur bunca yıldır kaç asker... (Sayfa 211) YAS: Haykırmaya devam ediyor ve oluşan yangın yerinin, çıkan ateşin, alevin ve dumanın görülmesini,bir an evvel söndürülmesini istiyor ve “Yanmışım ateşinde, dumanım çırasında” diyerek anlamlı mısralara döküyor. (Sayfa 212) YAS: Adı ve mezarı belirsizleri, toprağa teri düşenleri, vuruşamadan soğukta donup ölenleri, buzları yastık yaparken, yorganı kar olanları unutmamamızı, gösterilen özveriyi ve büyük çabayı görmezden gelmememizi istiyor: ÇABA “Tabakamı Yemen’de, canımı bu dağlarda Kaybettim vatan için, mezarım belli değil Toprağa terim düştü, gel öpeyim alnından... Söyleyin, bu topraklar için geçmiş çağlarda Kim ölmüş, kim kalmış, bilen var mı acaba? Vatan sağ olur belki boşa gitmez bu çaba...” şeklinde mısralara döküyor. (Sayfa 212) YAS: Davacı olduğunu söylüyorsunuz. Net biçimde kimden davacısınız? HY: DAVACI “Davacıyım davacı Aslını bilmeyen nesilden...” YAS: Aradan bu kadar yıl geçtikten sonra kimlere selam gönderiyorsunuz? HY: Şehadet ırmağında yüzenlere selam olsun. Attıkları kulaçlar güneşten nura değsin. Cehennem ateşi utanıp başını eğsin. Makbersiz (Mezarsız, gömütsüz) başları arş-ı alaya (Göğün tavanına) değsin. ESİR KAMPI “Elleri semada Hamamlı Köy’ü İki gözü iki çeşme ağlıyor Yedi bin şehidin kemikleri sızlıyor Kan ağlayıp karaları bağlıyor Bağlıyor yolları gidilmez Gidilmez uzak menzile Menzile girersen eğer Eğer başını bir mermi.” (Sayfa 219) (Hamamlı Köyü Şehitliği, 1915-1917 yılları arasında Ruslar tarafından esir kampı olarak kullanılmıştır. Toplam 7000 şehidimiz bu alanda yatmaktadır. YAS) ZULÜM “Ateş çemberine döndü kıtamız Ya esaret, ya ölümdü ötemiz Rus zulmüne cevap veren atamız Bize dimdik durma gücü sağlıyor Zulüm Düşmandan gelmez her zaman Zaman öyle kötü ki İçimizden de çıkar Zaman zaman...” (Sayfa 219) YAS: Destanın yazılmasından önce Sarıkamış’ta, Ersinek yaylasında, “Karanlığı ışıtan harabeler, Haziranda üşüten cehennemler gördünüz. Açıkta kalan, aç ölen onbinlerce insan, kendi namazını imamsız yönsüz kılan insanlar gördünüz. HY: Evet, birebir yaşadım. Şöyle de şiire döktüm: ERSİNEK YAYLASINDA Sefalet kol geziyor, Ersinek Yaylasında Utanmazlık yüzüyor Ersinek Yaylasında Ne harabeler gördük, karanlığı ışıtan Ne cehennemler gördük, Haziranda üşüten Vatan değil midir bize bu onuru taşıtan? Sefalet kol geziyor, Ersinek Yaylasında Aç öldük, açık öldük, ama onurlu öldük Kendi namazımızı imamsız, yönsüz kıldık Nedense yıllar yılı burda ilgisiz kaldık Utanmazlık yüzüyor Ersinek Yaylasında (Sayfa 220) ANADOLU YAS: Anadolu’yu vatan yapmak uğruna can verenleri destanlaştırdığınız “Buzların tutuştuğu yer Sarıkamış”ta bizlere, okurlarınıza, şiir dostlarına vereceğiniz son mesajlarınız ne olabilir? HY: Bir ozanın gizil gücünü açık etmesini, sanatsal yetenekleri ile doğru orantılı olarak kalemini vatan söz konusu olduğunda çarpıcı ve vurucu biçimde silah olarak kullanması gerektiğini düşünüyorum. Her karışını şehit kanları ile suladığımız bu toprakların değerini bilelim istiyorum. Gönlü körlerin uyanıp, bir an evvel gerçekleri görmesini, gönülleri çorak tutmuşların duymasını, insanlık hamurunu kanla yoğuranların pişmanlık duymasını istiyorum. Ülkemin semalarında silah ve mermi değil, barış güvercinleri uçsun istiyorum. Barış ve huzur hep özlem olarak kalmasın istiyorum. Bir ozan olarak benim yapabileceğim budur. Bunu şiirimle dile getirmeye çalışıyorum. YAS: “Sarıkamış” için tek bir mısra desem, HY: “Bastığın her yer mezar, bastığın her yer anıt” tır, derim. YAS: Kitabınızla beni de duygulandırdınız. Derinden etkilediniz. İsterseniz ben de şiirsel bir dille çıkardığım dersi dillendireyim size veda etmeden önce. Becerebilirsem tabii: BEYAZ ÖLÜM Buz kesti, gözünden akan yaşlar Bıyıklarıyla birlikte nefesi dondu, Sürüldü korlu ateşlere hiç hazırlıksız, Yolda damarlarındaki kan dondu. Saçma sapan bir emirle huzur gitti, On binler kurban gitti en verimli çağında, Bir nesil Sarıkamış’ta ahmakça yok edildi. Acısı derin, “Beyaz Ölüm” dediler adına, İş, işten geçti, varıldı çok sonra yanlışın farkına, bir hiç uğruna öldü on binlerce yurt insanı, “Lanet olsun”, Enver Paşanın savaş tarzına. Yavuz Ali Sakarya Antalya, 10 Temmuz 2016 YAS: Umarım, kısaca ben de ifade edebilmişimdir kitaptan aldıklarımı. Sağlıcakla kalın diyorum. Her şey gönlünüzce, yaşamınız şiirle dolu olsun. Dünyanızdan uyak, mısra, beyit ve kıta hiç eksilmesin. Sergisiz, resimsiz, yontusuz kalmayın. HY: İyi dilekleriniz için, bana bu oldukça uzun söyleşi için zaman ayırdığınız için ben teşekkür ederim. Büyük ozan Mehmet Akif, “Dilerim, Tanrı bu ulusa bir başka İstiklal Marşı yazmayı zorunlu kılmaz,“ demiştir. Benim de son dileğim, Sarıkamış gibi toplumsal facialar bir daha yaşanmasın ve insanlar onları destanlaştırmak zorunda kalmasınlar. Dünyanın en güzel coğrafyasında yer alan yurdumuz, daha fazla acılar çekmesin, kardeş kanı dökülmesin. İnsanlık ölmesin. Yerlerde sürünmesin. Dileğim budur.

Yavuz Ali Sakarya

 
   
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden