HARUN YİĞİT / VADANDAS OSMAN'IN YERINE HOS GELDiNiZ
  TEMEL TÜRK DESTANLARI
 

TÜRK DESTANLARI
HARUN YİĞİT
Antalya /2010
2
ISBN:987-605-85874-0-3
Eserin Adı: 
TÜRK DESTANLARI
Eserin Yazarı: Harun YİĞİT
e.posta: yigit_harun@yahoo.de
Adresi:
Sinan mahallesi Sapmaz Çiftçi oğlu iş hanı No: 66
Antalya
 
3
Dün Bugüne Destan Oldu
Destanlar, milletlerin ilk ve en zengin hazineleridir.
Büyük Milletler büyük destanlara sahiptirler.
Destanlar, bir milleti tarih öncesine götürebilecek gücü 
taşıyorsa, öyle bir esere sahip herhangi bir millet
Sadece heyecanlanmakla kalmaz, ayrıca heyecanını 
taşıracak yer de bulamaz.
4
YARADILIŞ DESTANI 
-Tarih değil, Gülceleşen destandır dilimizde… 
-İlmin, fiziğin, kimyanın hattâ biyolojinin, mantığın ve 
felsefenin sustuğu bir zamanda da insanlar vardı. 
-Destanlar, milletlerin geçmişteki bütün varlığı ve 
geleceğini aydınlatan ışık gücüdür.
5
-I-
…………Sevgidir işin esası
Yer, ay, güneş; toprak, hava, ateş yok iken
Suyu da, rüzgârı da yaratmıştı O zaten
Sonsuz boşlukta evvelden evvel, ilkten ilk
Uçuyordu kartallaşıp Karahan’ la Erlik
Varedenle var edilen hoşça bakarken suya
Sular, sular…Varmadılar meçhul uykuya..
 
Sıçratıyordu suyu rüzgârları estirip
Marifet sandı bunu, anlamadan doruk, dip
Yükseklere çıkayım bulunduğum noktadan; 
Derken
Onu yakalayıp boylu boyunca düşürdü suya
Yüce
…….Yaradan.
……….Karahan…
Dedi:
''(D)ur 
H(E)le!
Ke(S) yeli!
Su a(T)ma, su!…
Uçam(A)zsın sen!
Kendi(N)i ne sandın?
Beni işit, beni, beni!” dedi.
6
......Duydu,
........Titredi
..........Korktu
Suyun içine
Battıkça battı 
Dolu dolu su
Yuttukça yuttu
Dibe batarken,
Ağırdı öylesine.
Ölüm tadarken,
Bağırdı avaz avaz…
Boğulmakta olanın feryâdıyla
Bir uğultu yayıldı ortalığa
Acı mı acı
Emir emirdi:
'''Çık yukarıya '' dedi
''Kim daha güçlü
Bak etrafına ! ''
Ve ekledi :
‘’Sağlam taş getir !’’
“Sağlam taş !”
Suyun dibinden
Geldi koca hediye
…Karahan ile Erlik
……Oturdular taş üstüne
………Konuştular
7
………..Yapılacak iş üstüne
………….Konuştular, 
……………Sohbet edip konuştular
……………………………Sevilene sevenin
……………………………Yaptığı nazdır sohbet
…………………………….Bakış bakış söylenen
…………………………….Muhteşem sözdür sohbet
…………………..Suyun dibinde çaba
…………………..Neye, niçin, acaba?
…………………..Zaman denen girdaba
…………………..Boşalan özdür sohbet
…………...Varmak sonsuza birden
……………Arınmak, yunmak kirden
……………Ayrı kalınca yârden
……………Ağlayan gözdür sohbet
Bir biterse bin başlar
Aşksız döngü yavaşlar
Yanar, yakılır taşlar
Sularda közdür sohbet
Taş tamamdı,
Ancak,
Toprak yoktu ortada;
……..''Şimdi itaat et, kul ol
…………Ve suya dal
…………..Su dibinden 
…………….Avuç, avuç toprak al!''
Buyrukları
Geldi arka arkaya...
Güçsüzlüğünü anlayıp
Boyun eğdi Karahan’ a.
8
Verilen emre uydu
Daldı suyun dibine.
Buyruğu yerine getirdi Erlik
Sırlı emâneti uzattı dipten...
”Ol” dedikçe her şey arka arkaya
…Oldu!
……...Oldu!
………….Oldu!
Taş üstüne oturup
Seyretti olanları
Sevdi,
Sevdi,
Kendisinde kendini
9
-I-
…………I Yeryüzü, dağ, taş
İkinci kez emir verdi: ''Dipten toprak getir'' diye
''Yer olsun''u buyurunca, olan elbet yeryüzüdür
Getirilen bu toprağı su üstüne serpiştirip
Baktığında, genişleyip dolan gurbet, yeryüzüdür
Okyanuslar, birçok deniz, binlerce göl oluşurken
Suyun üçte birisini, alan, hayret yeryüzüdür !
*
Gizlice 
Ağzına toprak
Saklamıştı kendine.
…………………….Güveniyordu çünkü
…………………….”Sevdi, yarattı beni” diyor
…………………….Naz ediyordu sanki…
Ve elbette;
Olanlar oluyordu birden
Ağzındaki topraklar genişledi kocaman
Nefesi kesilince Karahan’a yalvarıp
”Aman!” diledi korka korka yanına varıp
Dedi: ''Yok mudur acep, bu kuluna acıman?’’
Nefessiz kaldığında ağlamaya başladı
Dedi: ''Sen ey en Yüce, silinmez senin adın!..’’
-‘’Söyle bana cevap ver: Neden toprak sakladın''?
10
Duysa da bin pişmanlık 
....................İkinci bir suç işledi
................Erim erim eridi
...........Ne dese, neylese 
.......Bir türlü bilemedi
Diyemedi...
.......Saklayamazdı, gizleyemezdi
..............Sonunda çözüldü, kelepçeden sanki dili
..................Usul, yavaş ve korkakça, sessizce:
-‘’Hoştu dilimde, taddı ağzımda
Su dibinden aldığım bu toprak
Sevdim, saklamak istedim birazcık
Pişmanım şimdi ancak!”
-''Öyleyse at ağzından kurtul'' dedi!
Verilen emir ile 
.....................Ağızdaki topraklar
Lapa, lapa döküldü,
.....................Oluştu birçok dere-tepe 
.....................Oluştu da oluştu.
Dümdüz olan yeryüzü 
.....................Dağlar ile buluştu
………………………..Toprağın üstünde dağlar
………………………..Su üstünde denge sağlar
………………………..Boşaldı ya koca ağzı
………………………..Erlik ağlar, sular ağlar.
11
Tepeler var küçük küçük
Suların üstündeki yük
Bir emirdir dağdan büyük
Erlik ağlar, sular ağlar.
Hem naz eder, hem de pişman
Sanki kendisine düşman
Üzülünce Şol Karahan
Erlik ağlar, sular ağlar.
*
Var ettiği,
Sevdiği;
Yalanları söylemişti
Üzülmüştü, 
Sitem etti:
‘’Bana karşı geldin kötülüğü düşledin
…..Artık ikinci kez kabahat işledin
……..Senin gibi kötülük düşünenler
……….Gayrı kötü kişi olacaklar
………….Bana uyanlar ise iyi ve pak
……………Güneş gibi yüzleri ak.
Benden günahını
Saklayanlar senin,
Saklamayan
Benimdir
Böyle
Bil!’’
12
-III-
 -Coğrafya, doğa ve iklim
Su
Hava
Taş, toprak oluşmuştu;
Dizim dizim dağlar da
Kuşak kuşak durmuştu.
Sonra
‘’Ol dedi, gel!’’ dedi zerre, zerre tohuma
‘’Sen de beni duy!’’ dedi
Çatlayıp yarılanda tohum sancıyla
Dalsız ağaç yeryüzünde boy verdi.
Toprağı yoğurtarak
İçine can üfledi
Erlik’i çağırtarak
Buna eğilin dedi
Sizden üstündür deyip
Hepisini zorladı
İtiraz edince
‘’Cezalısın’’ diyerek
Erlik’i azarladı
*
”………….Ağacın olsun dünyada
………….Kurtlarla kuşlar tüneye
………….Ağacın olsun dünyada
………….Dal dal kuzeye, güneye
………….Ağacın olsun dünyada
………….Meyvesini doldura heybeye
13
………….Kıyamet koptuğunda
………….Bir fidan varsa elinde
………….Kavuşa toprağa...”
Koca âlem dümdüz yerdi
İnsan yokken ağaç vardı
Oksijenin oluşumu
Ağaçtaki ana sırdı
Gün gelince sır çözüldü
“……….Senden sonra kalsın eser diyor isen
………..”Bir dikili ağacın olsun” 
………….”Ağaçsız köy
………….Kitapsız eve benzer” derim ben de...
*
Seslendi :
''Dokuz dal ol ey ağaç!''
Ağaç esnedi
……..Gerindi
………Yırtıldı
………..Ağaç sallandı
…………Bağırdı
…………..Çığırdı
Dokuz fışkın vermek kolay mıydı?
İstemişti bir kez
''Ol'' dedi; olacaktı
Ağaç yekindi
Dokuz dal üstüne 
Dokuz ulus dallandı
Yaprakları aynı, aynı
Çiçekleri ayrı ayrı
14
Bir evren
……Bir dünya
………Bir ağaç
………..Bin insan
…………Dokuz ulus
…………..Doksan döngü
…………….Döndü
………………Döndü oluştu
Oluşumdan çıkan sesler
Sonsuzlukta buluştu
Gürültüyü duyan Erlik
Merak etti insanları
''Varıp göreyim'' dedi
''Nasıllar niceler?''
Bir de ne görsün?
Barışıktır insanlarla hayvanlar
İç içe yaşamaktalar.
Yasaksız yemişlere 
El uzatıp yemekteler.
'’Ağacın beş dalı
Bize helal'' demekteler.
Bekçiydi köpek, yılan
Veriyordu gözdağı...
Elbette buna rağmen
Delmek için gayrette
İnsanoğlu yasağı.
15
-IV-
……………Yasaklar
”İnsanlara cazip gelir elbet bütün yasaklar
Mühür kimde sultan odur yasakları yasaklar
İsyan eder insanoğlu ya gösterir ya saklar”
Şaştı Erlik 
Olanları kıskandı
Yüce’den çalmak için 
İnsanları ayarttı
İnsanlar, insanlar çepeçevre, iç içe
Dokuz ulus, birkaç renkli hendese
Sevgiye gebe eşler, sevgiye muştu zaman
Bulunmazdı yüreklerde
Öfke, nefret, kin, vesvese.
Hele ki insanlar içinde en kutlusu
Doğanay ve eşi Ece
Vardı ki,
Gelmeden önce Erlik
Ne kadar huzurluydular 
Ne kadar üstelik…
Yasaklamıştı zaten Yüce Karahan 
Dört dalı insanlara
Ve “sakın ola uzanıp da yemeyin,
Tatmayın bu dallardan”
Diye emir vermişti.
Yemişler, yemişler, yemişler
Yasaklıydı insana,
16
Yasaklıydı, ağırdı cezası 
Doğanay isimli Adem’e, 
Ece isimli Havva’ya
Ve ötekilere
Yasaklıydı
O dört dalda bal damlatan yemişler.
Sinsice yaklaştı; 
Yaklaştı olanca şirinliğiyle
Erlik bu
Yasak delmek işine vurgundu bir kere
Önce 
Evet önce 
Girdi Ece’nin yüreğine
“Uzan, haydi, durma uzan
Senin için hazır bu elma dedi, bu elma, bu yemiş
Al, kopar ye ve uzat Doğanay Adem’e…”
Ece Havva,
Tirim tirim titredi…
Zerre zerre savruldu
Alev alev kavruldu
Zangır zangır dişleri
Kaybolup gitti bir anda
Doğanay Adem’e gülüşleri…
17
Erlik bu
Alışkındı yalan söylemeye
Yaklaştı sıcacık nefesiyle bir kere daha
Türlü türlü manzaralarla Ece Havva’ya
Dokundu yüreğine, dokundu can kafesine
Ses oldu “ben”lik gömleğinin sesine
Dedi ki:
“Bak, iyi bak Havva Ece
Bu dal, bu dal
Kökleri yukarda dalları yerde bu dal
Dipten bucağa aşk, kökten çiçeğe sevda
Sana, yalnız sana 
Ve de sevdiğine amâdededir bilesin!
Al, kopar o yemişi dalından
Adem Doğanay’da hep bunu bekler”
*
Varıp Erlik, Doğanay'dan, mükemmeller yiyin artık
Asıl bunlar yasak dersem yasaklanmış yemişlerden
Adem derler sana, ve özgürsün ya saklanmaz her şey 
Alın bunlar sizin, yiyin yasaklanmış yemişlerden
Bu sırada
…..Uyumakta olan yılanın
……..Girdi ağzına
………..Ağaca çıkmasını söyledi
…………..Yılan da Erlik’e uyup
……………..Yasak meyvelerden yedi
İnsanoğlu yasaklara uzandı
İtaati özden atıp bozuldu
18
Doğanay Tanrı'nın emrine uyar
Karısı Ece'de Erlik’i duyar
Düşünmeden insan eşine kıyar
İnsanoğlu yasaklara uzandı
Aklın dediğini yapar bedenler
Erlik'in peşine düşüp gidenler
Cezasını çekecektir edenler
İtaati özden atıp bozuldu
Erlik'e uyup yemişten tattı
Tattı da kocasına uzattı
Uzattı elini Doğanay’ın ağzına
Ağzına sürdü yemişten
Yemişten yemese de
Yemese de tadı değdi diline
Diline, eline sahipsiz kaldı
Kaldı bir başına Hakkından ayrı
Ayrı düştü karı koca
Kocaman ağaçtan uzak oldular
Oldular üzerlerindeki tüylerden
Tüylerinden olanlar çıplak kaldılar
Kaldılar üryan püryan, utandılar
Utandılar diğer insanlardan
İnsanlardan kaçıp saklandılar
Saklandılar ağaçların ardına iki kişi
İki kişi çırılçıplak, biri erkek biri dişi
Yar adana, yar adana
Yalvardılar Yaradan’a
19
Yaradan
Elbette kullarına gösterecekti yol
Yol
Buldu
Kullara
Ceza vermek
Başka yolu yok.
Yılandan başladı
Ceza verme işine
“Sen Erlik'ten yana oldun
İnsanlar sana düşman olsun
Seni görür görmez her bir insan
Öfkeyle ezip başın, öldürsünler
Öldürsünler seni, seni !”
Ve
Sonra da
Ece'ye dönüp
Hiddetlice bağırdı:
''Sen de var ya sen de sözüne uydun
Afiyetle onun aşını yedin
Suçu olan çekecektir
Doğuracaksın çocuk
Acılar tadıp
Ölümlü
Ol’’
Dün ya da bugün ilk o zaman başladı
Acı çekmek insana, yaşar iken dünyada
Doğanay düşman oldu, şeytan denen Erlik’e
Erliğe döndü meydan, nice savaş düşledi
20
Kızdı :
-''Benim adamlarımı 
Niçin aldattın söyler misin?''
-''Ben
Senden
İstedim
Sen vermedin
İnsan isterim
Sen bana vermezsin''
Dedi Karahan;
-’’Neden benden çalarsın, bu insanlar benimdir
Emir verdim bütün ruha, ruhumdandır bedeni’’
Dedi Erlik
-‘’Vermedin, bütün bunlar benim sana kinimdir
Çalmak benim işimdir, bana biat edeni’’
Dedi Karahan
-’’Kullarımdan uzak dur, onlar yalnız benimdir
Al götür senin olsun, sana doğru gideni
21
-V-
……………….- Ateş ve Ceza
Karahan: ‘’Size bundan sonra Gök 
Oğul'u (Maytere) göndereceğim." Dedi.
Ve
Erlik'i 
Cezalandırdı
Üç kat yerin altına
Aysız, güneşsiz karanlığa
Cezasını çekmek için gönderdi
Cehennemin ateşine bıraktı
Seçti Gök Oğul’u kendine elçi
Ve insanlara önder olarak verdi
Gökyüzüne aktı
Aktı
Kendi ışığında kendi buluştu
İnsan ise geliştikçe gelişti
Artık bir kez kötülüğe bulaştı
Gönülleri gitti yıktı
Gök Oğul, insanlara birçok şeyi öğretti
Öğretti börtü, böcek, otu, kökü
Kökü yerde gökyüzüne uzanan dallar
Dallarda açtı renk renk çiçekler
Çiçeklerde farklı farklı yemişler
Yemişler her birinden canlılar
Canlılar çoğalıyor
Çoğalıyor yeryüzünde boy boy
Boyu uzun, boyu kısa insanlar
22
İnsanlar 
Birbirleriyle 
Yarıştıkça yarıştı…
*
Gel
Zaman
Git zaman
Erlik bir gün Gök Oğul’a göründü
‘’Yardım etmelisin’’ diye direndi
O Karahan; iyilikler verendi
Dayanamadı Gök Oğul
Erlik adına
Altmış yıl yalvardı yakardı
Hatasını söyleyip "Affeyle" dedi
Seslendi :
………..Vazgeçersen insanlara kötülükten
…………..Gel o zaman karşıma''
O da sevinerek verdi sözünü
En sonunda gördü iyiliğin yüzünü
Söz verince kaptı hemen izini
Kendi için kendi göğünü yaptı
Topladı tüm has adamlarını
Başlarına kendi geçip
Başladı devri-alem sürmeye
Gök Oğuldur, Ulu kişi
Bu duruma çok üzüldü
23
Üzüldüğünü söyledi
Söyledi bir bir döktü içini
Karahan’a, Yaradan’a…
Ve seslendi can evinden :
-“Adaletin bu mu senin?
Yorulup terleyip toprağı eker
Öz kişilerimiz ,
Aman da aman !
Hem de pek yaman!
Eziyet çeker, sıkıntı çeker
Eğlenerek Erlik, kahkahalar atarak
Bakar, bizlere bakar
Bu mu senin adaletin?”
Ruhu veren kalbi okur
Ruh Yüce’ye eder zikir
Elbet başka başka fikir
Okuyacak güç ondadır
Seçicidir
Kimden geçeceğini
Bilir elbet
Kimi seçeceğini
Kime nasıl can verecek,
Kim doğacak kim erecek
Vakti gelip gönderecek?
Koyun, kuzu, koç ondadır
Börtü
Böcek
Bin bir canlı
24
Yaratıp insana sunan
Tabiata renkler veren
Karanlıkta karıncayı
O’dur elbet O’dur gören
Yeryüzü şenlenecek dokuz ulus ile
Kimleri kimi yenecek dönerse çok hile
Fitne, fesat çoğalıp neler verir bize?
Dünya nasıl dönecek kalırsa bey, köle?
Görürüz 
Çark-ı devranda
Kuralları koyana
Kim isyan edip, kim uyacak
Günü gelende
Görürüz elbet…
Günlerden bir gün Gök Oğul’u 
Yani Ulu Kişiyi
Huzuruna çağırarak konuştu Yüce
-“Ulaşılmaz gücümden güç verdim al yayı
Kılıç kuşan al kargını yollan bu gece
Yay, ok, kılıç, kargım yoktur hallerim nice
İhtiyacım yok bilirsin taht ile taca
Senin için dövüşürüm bir uçtan uca
Savaşçıya kılıç verdi, kargı verdi
Erlik’in göğünü ‘yık başına’ diye
Nefesini savaşçının yüzüne sürdü
‘’Muzaffer olasın tek başına’’ diye
Ulu Kişi emre uyup yola çıktı
Yiğitçe dövüşüp düşmanını yıktı
Erlik’in gökleri parçalanıp aktı
25
Karahan’ın sabrını böyle taşırdı
Gök oğul Erlik’i tahtan düşürdü
Gökleri yıkılan göğe şaşırdı
Krallığı elden gitti
Savaşı
Kaybeden Erlik
Yenildi, yenik düştü
Yarattığı gökler eridi
Eriyip de adamları düştüler
Düştüler yeryüzüne birer birer
Birer birer dağ oldular yeryüzünde
Yeryüzünde kimi zaman dere tepe
Viran olmuş yurtta bindi atına
Bir telaşla çıktı Tanrı katına
Olan oldu koptu bir kez fırtına
İşte böyle gücü bitti
Dereler
Tepeler oldu
Dümdüz olan yeryüzü
Dağlar, taşlarla şekillendi
Kızdırmıştı Var edeni bir kez Erlik
Yıktırmıştı dünyasını Ulu Kişi’ye
Şekil verdi birden dünya denen küreye
Erlik
Şeytandır
Boş durur mu?
Bindi atına
Çıkınca Karahan’a
26
İstedi yeniden
Kendine yer, gök
Alışmıştı
Emeksiz
Karnı 
Tok
Gök istedi, yer istedi
Çoluk çocuk er istedi
Bir de yaren yâr istedi
Gününü gün etmek için
Nice sözler verdi
Nice antlar içti
İçti de, elinde değildi
Alışmıştı bir kez kötülüğe
Kendisini paraladı
İstekleri sıraladı
Yaradan’ı yaraladı
Yan gelip de yatmak için
Yüce onu görmedi
İstediğini vermedi 
‘’İkilik sende
Kötülük sende
Rahat yok kullarıma
Sürmeyince seni yeraltına’’
Erlik gelmişti huzuruna
Cezayı hak edene
Cezasını vermeliydi
Ve dedi ki:
‘’Gün ışığı görmeyesin
27
Uzaklara sürdüm seni
Altın üstün ateş yansın
Tuzaklara verdim seni’’
Süreceğim yeraltına
Vereceğim har altına
Kuru ayaz karda kışta
Kızaklara vurdum seni
Ve 
Sonunda
Karahan
Erlik’e
Cezasını
Kendi
Eliyle verdi.
28
-VI-
…………………………….…Nasihat, kural, 
…………..insanca yaşam, iyilik ve kötülük
Bu olanlardan sonra 
Yüceler yücesi Karahan
Döndü bütün insanlara
Döndü, 
Bir kere daha döndü…
Nasihatleri
Sayarak
’’Ben sizlere mal verdim, yeryüzünde aş verdim
Hepinize eş verdim, güzellikleri serdim
Sizlere düzen kurdum, göğe çıkacağım hemen’’
Seslendi ruhlarına, hepsine ayrı, ayrı
’’Şimdi gideceğim gayrı’’, dedi bütün kullarına
’’Her zaman gelemem ben, dönmeyeceğim tez zaman’’
’’Kendinizi koruyun, yardım istemen benden
Can üretin bedenden, kendinizle türeyin
Rızkınızı arayın, dilemen asla aman’’
Ve
Döndü
Ruhlardan 
Ağca Dağ’a
‘’İçki içenler
Akıl yitirenler
Körpecik çocukları
Koru bütün hayvanları
İyilik yapan ruhları al
29
Kötülük yapanları sal
Bütün güzel ruhları
Zamanı gelince
Senle birlikte
Getiresin
Sözümü
Böyle
Bil’’
‘’İnanmayın sakın kötü ruhlara
Yaklaşırlar size bin bir hileyle
Yemeklerinizde verin onlara
Kandırır sizleri tatlı diliyle’’
Elçi;
Elçiler bıraktı yerine
Gün Aşan
Ulu Kişi
Ağca Dağ
Hepsi, hepsi de
Yardımcı olacaklar size
Fırsat vermeyin
Cümle sinsi 
Kötüler kötüsü olan ruhlara
Son
Defa
Kullara
Sıraladı
Nasihatleri
-“Öğren dedim sizlere, verdim kendi özümü
Öğrendiklerinizle unutmayın sözümü!
30
*
(Şimdilik benim yerimde Ağca Dağ, Ulu Kişi ve Gün 
Aşan kalacaklar,
Sizlere yardımcı olacaklar.
Ağca Dağ! Gözlerini dört aç! Erlik senin elinden 
ölenlerin ruhlarını çalmak isterse, Ulu Kişi’ye söyle, 
o güçlüdür.
Gün Aşan, sen de iyi dinle, kötü ruhlar yerin 
altındaki karanlıklar ülkesinden yukarı çıkmasınlar, 
çıkarlarsa hemen Gök Oğul’a git ve haber ver, ona 
güç verdim, kötü ruhları kovar.
Alma Ata, ayı ve güneşi bekleyecek. 
Ulu Kişi, Yeryüzü ve gökyüzünü koruyacak.
Gök Oğul ise iyilerden kötüleri uzaklaştıracaktır.)
Bir kez daha uyardı, geride kalanları
Sonra dedi doluca, yaşayın tüm anları
Ve 
Birden
Çekildi
Göklerine
Zaman zamanı
Kovalayıp geçti
Rüzgâr geldi Ulu Kişi uçtu ta gökyüzüne
Yelken açtı insanlık, nurlar yağdı yüzüne
Kimi insan sadık kalmadı sözüne
Kimisi ikilik soktu özüne
Kimi bandı aşkın közüne
Kimi şeytanın izine
Kimi kandı azına
31
Kimisi gözüne
Kimi nazına
Kimi azına
Kim kazına
Kazına
Kan
Dı...
32
ŞU DESTANI 
 
*
Tarihçi var, Makedonya’lı İskender’in Milattan önceki 
yıllarda Türkistan’a kadar gelip başta Semerkant 
olmak üzere Türkelini zapt etmek istediğini yazar.
Ay oğul! 
Tarihçi var, bilmez Makedonya’lı İskender’i, benim 
gibi düşünür, benim gibi anlatır Aryani (İranlı) 
Zülkarneyn’i ve Türk Komutan Şu’yu…
Ay oğul!
Şu kalesinde üçyüz altmış nöbet çalınanda tuğlarda, 
gök mü gürülderdi, yer mi yarılırdı? Ah bir 
anlatabilsem!
Ay oğul!
Devlet ola her dem, adil ola.
Devlet ola her dem savaşa hazır ola ordusu.
Anlatayım hele bir, gülce, gülce
Kulak ver de dinle
Dokuz tuğ üzre dokuz kös ve davul çalalım, 
Hakanlar, kağanlar önünde dokuz gün
Yürüyelim Zülkarneyn üstüne
Ya da kullanıp aklımızı dökmeyelim kan
Kavuşsun barışa cihan
Dinle, işit Ay oğul!
33
*
(Ş)ükretmezse neler görüyor insan
B(U) yükten çok şeyler veriyor insan
Öl(D)ürülen Saka kahramanının
Hil(E)yle alınan yiğit canının
Mani(S)i kalıyor geçen anının
Şükre(T)mezse neler görüyor insan
Geçen z(A)mana çağlar tanıktır
Mert ola(N)ın türküleri yanıktır
İnsan can(I) gelip geçen konuktur
Bu yükten çok şeyler veriyor insan
*
Ve
Bir gün
İnsanlar
Mışıl, mışıl
Uykusundayken
Komşu devletlerin
Sinsice saldırısı
Gerçekleşti birden bire
Hiç kimsenin başı yastıktan
Kalkmadan oldu tatlı canından
Öldüler rüyalarıyla beraber
Öldüler kadın, erkek, yaşlı ve çocuk
Öldüler bulutları bile göremeden
*
……………….Gök Börü’nün katliam ortasından 
……………………….Küçük çocuk Şu’yu kaçırışı
34
Etrafını kuşatarak Saka ilinin
Düşmanları iki koldan vurup geliyor
Alevlenmiş yanar durur düşmanın kini
Önlerine çıkan canı kırıp geliyor
…….Yıkmış bendini, yollarını yarıp geliyor
…….Çılgın başı taştan taşa vurup geliyor
…….Suçlu suçsuz hesabını sorup geliyor
Kızgın komşuları kılıçtan geçirdi
Saka Türklerinin soyunu sopunu
Küçük bir çocuğu Gök Börü kaçırdı
Büyütüp eğitti bu küçük kağanı
…….Genç Kağan gelişip bilgeliğe erince
…….Düşmandan saklanan soydaşını görünce
…….Saka devletini kurdu yerli yerince
*
……………….Çağların sinesinde şöyle yazar:
………………Ay oğul!
……………..Karanlık çöktüğünde göklere
…………….Yaş yirmiden sonra bir yiğit
……………Açmıştır kutlu bayrağı, toplamıştır ulusu
……………….Ovalar, dağlar, bayırlar seslenirken
………………..Şu!...
………………….Şu!...
…………………..Şu!...
……………….Hazırdı çevresinde
……………….Çadır, çadır Saka Türkünün ordusu
Henüz daha çadırlarda boyları
Genç yaşında büyük ordusu vardı
Çevresinde aklı başında beyleri
Soyunu korumak en büyük derdi
35
…….Kale yaptı Balasagun yanına
…….’’Şu Kalesi’’ dedi kendi şanına
…….Üçyüz altmış altı nöbet çalına
*……………….Ay oğul!
……………….Devlet yönetmek, ordu yürütmek
……………….Öldürmek için değil,
……………...Barış içinde yaşatmaktır insanları
……………..Ay oğul!
…………….Sen de bilirsin ki;
……………Yiğitliğin dokuzu vurmak birisi kaçmaktır
……………..Hele dinle Kağan Şu kaçmadı ama…
……………….Kullandı bilgece aklını
…………………Biz anlatalım sen dinle.
İnsanlar 
Ölmekten bıktı
Yakılıp yıkılmaktan
Kıran geldi kıtlıklar çöktü
Umut besleyerek yarına baktı
Yüreğinde yanan koruna baktı
Dağ başını duman bürüdü
Ha deyince binlerce
Atlı yürüdü
Yürüdü
Sakalar bir gün kendi başlarıyla buluştu
Günden güne gelişti, büyüdükçe büyüdü
Akan sular uyudu, düşman uyumaz oldu
Kıtlıklar ve savaşlar, çekişmeler bitmiyor
Çok ocaklar tütmüyor, olmasaydı dövüşler
Hayâl olur sevişler, yürekler duymaz oldu
36
Gün 
Geldi
Zülkarneyn
Ordusuyla
Yürüdü ta
Asya içlerine
Adamları geldiler
Türk kağanını gördüler
Bir bir hallerini dediler
‘’Zülkarneyn bize doğru geliyor
Ne yapalım bu adamla söyleyin
Emrinizi bekliyoruz
Bir hışımla yürüyelim üstüne
Havada kan kokluyoruz’’
Hâlbuki 
Kağan Şu çok önce kararlar aldı
Kumandanlarını gizlice saldı
Gözcü Hucend vadisine geldi
Haber gitti ‘’Bekliyoruz’’
Kırk gözcü
Gizliden gizli
Yaklaştılar yavaşça
Zülkarneyn’i takibe aldı
İşte bunun
Bir gümüş havuzu vardı
Kağan Şu’nun
Havuzunda kazı vardı
‘’Savaşalım mı?’’ 
Diye soranlara
Kağan şunu dedi:
37
‘’Şu kazlara ördeklere bakın hele ders size
Havuzdaki eğlenceyi bozanlara sorsak hele’’
‘’Zaman kötü, bir gün bari temiz suya kan düşmese
Bizim halimizden bize kızanlara sorsak hele’’
‘’Huzurlara yoldan kara haber getirenler hani
Kılıçları bir kez çekip tozanlara sorsak hele’’
Çıktı Zülkarneyn yola, geliyor öldürerek
Önceden gelmiş şanı, atı dörtnal sürerek
Korku salmakmış işi nice başlar vurarak
..…..Şu geçen savaşlara içimizle yanmalı
…....Küsülen barışlarda tarihini anmalı
…....Kovana sahip çık ki, arı gibi olmalı
Kağan’ın 
Bu sözlerini
Duyan halkının
Yüreğine od düştü
Korkup dehşete kapıldılar
Hükümdar savaşa hazırlanmamış 
‘’Ne yapacak, ne edecek’’ telaşı
Sardı içten içe korkuyla
Halkının yüreğini
Paniği gördü
Kağan ŞU
Çaldırdı davulları Sakaların Kağanı
Halkı ile birlikte ta doğuya yürüdü
Üstlerine binecek hayvanları aldırdı
Bürüdü yüce dağlar başını kara duman
38
Her gelen birbirinin hayvanını almıştı
Kimi yayan yapıldak yıldızların altında
Dalmıştı büyük kağan uzun yolda hayale
Geride bırakmıştı gelmeyen birkaç kemi
Kan dökmeden halkını kaçırmıştı savaştan
Sabah olunca Kağan, konakladı ovada
Sakalar çok sevindi, telef olmamıştı can
Havada kuş sesleri, yerde toprak kokusu.
***
Tarihte az rastlanır eşine
Eşinerek tırnaklarıyla toprağı
Toprağın içine ulusunu saklayan
Saklayanlar öfkesini, muvaffak olmuş
Olmuşun, ölmüşün çaresi yoktur
Yoktur böylesi, savaştan kaçan
Kaçanlar ödlek dese de cahiller
Cahillerin elinde oyuncak oluyor barış.
Barış ancak bilge işi
İşi savaşmak olan kişi
Kişiliğin kaybedendir
Bedendir acıları çeken
Çeken ortada ya çektiren?
Çektiren azınlıkta elbet
Elbet çoğunlukta çekenler
Çekenlerin acıları ulaşır arşa
39
Arşa çıkan savaşa
Savaşa ‘’Dur’’ diyen yok mu?
Yok mu tarihin akışını tersine çeviren
Çevirenler yönünü rüzgârın
Rüzgarın akışını kötülüğe salsın
Salsın sesini yırtılırcasına sessizliğe
Sessizliğe boğulsun yeryüzü
Yüzünü yırtsın toprağın, tek bir tohum
Tohum çatlayıp kucaklasın hayatı
Hayatı tatsın görmediğim cen
Cennete dönsün dünya denen alem.
*
.….Ay oğul!
Bilesin ki Türkler, savaşta çok zaman geri çekilerek
Düşmanı peşlerinden sürükler, onu tabiat olayları ile
.…….Yıpratarak zayıf düşürürlerdi.
Hele biraz bekleyin, sergiler serelim
Yaşlı, çocuk saklayın bekleyip görelim
Atlara binsin benim güçlü gözcülerim
Düşmanı bir yoklayın, kaç yiğit yoralım
‘’Zülkarneyn buradan gelip geçici’’
Deyip bazıları orada kaldı
‘’Tutunamaz burada, bir gün kaçıcı’’
Deseler de yine kalanı buldu
‘’Yurt yapamaz burayı, konup göçücü’’
Çoğunun içinde korkular saldı
40
Önüne geleni kesip biçici
Yine yüreklere endişe doldu
Can dediğin bir gün garip uçucu
Ecel dayanınca olanlar oldu…
*
Bakanlar tepelerde, çoktan arayı açtı
Bak anlar doğru bakan, bu insanlar çok açtı
……….Dağlar kanla yazılmış, bu yazanlar ya deli
……….Çağlar durur nehirler, kanla yıkar yad eli
Dağlarım kan revandır, çıkar mı bir gün ahım
Dağlarım yüreğimi, bilmem neydi günahım
............Başımız karpuz gibi, gövdemizde düşüyor
……….Başımız uyutuyor; ‘’Sen hayıra düşü yor’’
*……………….Ay oğul!
……………….Demir kapı dışında yirmi iki boy vardı
……………….Hun, (Türkmen) derlerdi adına
……………….Demir kapı içinde
……………….Zülkarneyn’in yanında iki boy vardı
……………….Kal Aç denirdi adına
……Bu da bir savaş taktiği idi
….…Vakti gelince açmak için o demir kapıyı
……..Ay oğul!
………Yirmi dört gömlek içinde, bir vücuttur Ulusum
Uzun yollardan geçip, aştılar nice dağı
Öbek, öbek çadırları yaylalara kurdular
Bir taktik ile geri çekilerek durdular
Korku değil, tersine çevirmek için çağı
41
Bir kişiye bel bağlamış koca tarih akışı
Gelecek, topraktaki solucanın sezgisidir
Ana rahmine düşen çocuğun yazgısıdır
Bin canı telef eder, bir kişinin bakışı
Yeşerir bazen hayat, dibinde bir kayanın 
Döne, döne yüzünü, bakar güneşe, aya
Sancılanır, acıya banıp gelir dünyaya
Çok sır saklı içinde, işlenen her oyanın
Yeni bir can yaratmak, sevdalanmak da öyle
Dayanmalı sevdalanan, doğuran ana gibi
*
……………….Ay oğul!
……………….Türk Eli bozkırında 
……………….Nal sesleri duyulanda
……………….Aral’dan Çin Seddine
……………….Gök Börüler, Kürşatlar 
………………. Yollara koyulanda
……………….Karşılaşsa öncü güçler
……………….Türk’ün aklı galip gelir
……………….Gelir de,
……………….Kutlu bayrak yükselir.
Zalim Zülkarneyn orduyla, düştü Türklerin peşine
‘’Gece baskın yapın’’ diye Seçilmiş yiğitler yolladı
Saka kağanı Şu, güçlü orduları görür görmez
Çekilmektir düşüncesi, bu savaşa izin vermez
Kapılarına dayanan düşmanlar yerinde durmaz
Zalim Zülkarneyn orduyla, düştü Türklerin peşine
42
Yüksek, yüksek dağlar aşıp nice yollar dolaştılar
Süre, süre atlarını Çin yurduna ulaştılar
Genç savaşçılar bir bilge savaşçıyla buluştular
‘’Gece baskın yapın’’ diye Seçilmiş yiğitler yolladı
*
……………Ay oğul!
……………Günlerden bir gün Kağan Şu’nun yiğitleri
……………….Yaparlar gece baskını. 
……………….Çerilerden birini 
……………….Böler ortadan kılıçla ikiye
……………….Dökülür altın dolu kemeri
……………….Kanlar içinde yere.
……………….Altın han- Altın Kan denir 
……………….Şimdi bile o yöreye
Türkler gece saldırıyor
Kında kılıç sesi vardı
Kimler kimi öldürüyor
Kinde kanın hası vardı
Her vuruşta şimşek çakar
Yer gök şahit olmuş bakar
Kavgalarda vücut denen
Handa canın yası vardı
Bir düşmana kılıç vurdu 
Her vuruşta gövde yardı
Belde altın dolu kemer
Bir vuruşta süsü kırdı
43
Yara sızlar, kılıcın değip kestiği tende
Acı nedir ki acep, ne bilir yarasızlar
Gün olur devran döner, neler görürsün sen gül
Sen gül diye toparla, nerde çiçek görürsen
Dilim Söyler sözleri, başım çeker cefayı
Ya derimi yüzseler, kesseler dilim, dilim
Bir bilmece sürüyor şu insanın dünyası
Dün yası ile ağlar, bugün atar kahkaha
*
…………….Çadırdan kente dönüşün destanıdır bu
……………….Ay oğul’
……………….Balasagun ikliminde ürün veren
……………….Türklüğün bostanıdır bu
……………….Çağlar çağı bitmedi
……………….Ulusların şom kini
……………….Hala kör bir öfke yaralar
……………….Gökte uçan güvercini
……………….Hile, nefret kin ve öç
……………….Kırar zeytin dalını
……………….Ay oğul!
……………….Tarih böyledir işte
……………….Destan, destan
……………….Çalar kavalını
……………….Zanneder misin ki!
……………….Ebedidir barış atılan imza kalacak
……………….Şehirler kurulsa da
……………….Gün gelir sinsice
……………….Öç yemini alınacak!
44
Zülkarneyn, gün geldi yurduna döndü
Planlar teper gider
Şu, Balasagun’a gelip yerleşti
Bir söylence kopar gider
Türkler kentleşmeyi yeniden kurdu
Çadırdan vazgeçip yaptılar yurdu
Birleşti başlar el ele verdi
Barışları yapar gider
Ataları Mu’yu örnek getirdi
Sakalar göçebeliği bitirdi
Şu kalesine bir tılsım yatırdı
Orda kuşlar sapar gider
***
Barış gelmişti
Çekilerek gittiler
Herkes gülmüştü
Bir uykuya yattılar
Yurdunda doğan
İnsanlarda yarışı
Yiğitti Kağan
Çok sevmişti barışı
Gül erken soldu
Uykudan uyandılar
Düşman kin saldı
Kana boyandılar
45
Sinsice gelip
Aryaniler saldırdı
Türk Kağan Şu’yu
Bir hileyle öldürdü
***
……………….Ay oğul!
….Şu’yu kurtaran Gök Börü neyse sen de o’sun bil
…….Karabulutları göklerimden sil
……….Barışa gülümsesin mor menekşe, karanfil
…………Barış diye yan gelip de yatma hiç
…………….Bu destandan örnek al
……………….Destandır ki çok ilginç!
***
Yağız atlar kişneyende ovada
Cenk davulu gümleyende havada
Türk evladı uyur mu hiç yuvada?
Akıl gerek bilek gerek yurt için
Açılmayan kapıları açmaya
Aşılmayan yüce dağları aşmaya
Işıkları karanlığa saçmaya
İlim, irfan, bilgi gerek kurt için
Destanlarım beni bana anlatır
Zaman unutkandır derler, unutmaz hatırlatır,
Kendisini bilmeyen, bir gün yurdunu satar,
Balasagun yaylasında, Şu adında yiğit yatar…
46
Alp Er TUNGA DESTANI 
(A)sırlar öncesi şu insanoğlu
Ö(L)dürerek yaşamaya alışmış
Ya(P)tıkları katliamla övünüp
Ülk(E)ler fethedip alem dolaşmış
‘’Kade(R)’’ deyip birbiriyle dalaşmış
Bazen (T)oz konarsa hakan tahtına
Rüzgâr (U)ğultusuyla gelir savaşlar
Yıkılır (N)ice konaklar
Kanı akar (G)ençlerin oluk oluk
Kin yazdıl(A)r gelen çağlara
47
Alp Er Tunga destanına gelelim
….Doğru okuyup da doğru bilelim
…..Gerçeği bozmadan biz anlatalım
……Anlatalım oğul, uşak; nesil nesil, kuşak kuşak
………Tarih bize, biz tarihe kavuşak,
………Zaman deli toynak, su başında duruyor
……….Akreple yelkovan sonsuza kuduruyor
………..Dün bugün olanda,
………..Asırlar bir Gülce’ye oluk oluk dolanda
Hani var ya, bilirsiniz:
‘’ Alp Er Tunga öldi mü
İsiz acun kaldı mu 
Ödlek öçin aldı mu 
Emdi yürek yırtılur ‘’ diyen destanda 
Yiğitler yiğidi Alp Er Tunga 
Öğrenelim neler etmiş?
‘’Ay oğul
Bir gerçek var ki
Unutma
Unutturma sakın
Bu gerçeği
Anlat oğluna, kızına
Onlar da anlatsınlar çocuklarına
Şunu iyi bil oğul;
Sen yazmazsan
İranlı Firdevs çıkar
Tersine çevirir tarihini
Mertlik diye sunar kalleşliği
Yaşadığı bile meçhul 
Bir hayal kahramanı
Zaloğlu Rüstem’i 
Türk kahramanıymış gibi
48
Yutturur bize!
Ben anlatayım sen dinle’’
Ve
Bir gün
Medleri
Esir aldı
İsyancı Persler
Bunlar kural bilmez
İnsanlıktan nasipsiz
Hiç terlemedi döşleri
Yağmalamaktır tek işleri
Ödlektirler, arkadan vururlar
‘’Arya’ dedikleri yağmacı bunlar.
Gizli gizli saldırıp Türklere
Kalleşçe kanlar akıttılar.
Çok ocakları söndürüp
Yürekleri yaktılar
Sinsidir Aryalar
Kalleş ve hırsız
Gözü kara
Utanmaz
Arsız
Dır
Gün
Geldi
Ölünce
Zalim olan
Perslerin şahı
Arya padişahı.
Turan yurdu kağanı
Duyar duymaz bu haberi
Toplayıp Türk Ulularını
‘’Devran döndü artık zamanı geldi’’
49
Diye kükredi, 
Attığı nara 
Yeri göğü deldi.
Biz anlatalım
Aslan yeleli
Yiğitler yiğidi
Alp Er Tunga’yı
Boyu servi gibi göklere uzar
Fil kadar güçlüdür bastı mı ezer
Aslan pençesiyle düşmana mezar
Kazar imiş Alp Er Tunga
Yırtıcı bir kılıç gibi keskindir dili
Beş küreğe bedel kocaman eli
Kafası kızınca deli mi deli
Tozar imiş Alp Er Tunga
Enseden aşağı upuzun saçlı
Aslan yelelidir kudretten taçlı
Çakal gibi çevik, fil kadar güçlü
Ezer imiş Alp Er Tunga
Söyle; bal yapmadan ölür mü arı?
Dörtnala koşarak geçmiş suları
Cenk meydanında çok orduları
Bozar imiş Alp Er Tunga
50
Sevdiğini sakınırmış goncadan
Yaptığını düşünürmüş inceden
Kalleşliğin kokusunu önceden
Sezer imiş Alp Er Tunga
Her sabah ufukta ağarırken tan
Döküldü kan, telef oldu nice can
Yiğitliği ile tarihe destan
Yazar imiş Alp Er Tunga
Ve
Savaşın 
Hazırlıkları
Yapılırken bir yandan
At sesleri gelir meydandan
Türk kağanının öteki oğlu
Alp Arız, Babası Peşeng’e bağlı
Bir telaşla gelir saraya
Biraz korkak olsa da
Girmek istedi araya
…………‘’Sen Türklerin büyüğüsün.
…………….Savaşmayalım’’
Diyerek endişesini anlattı.
51
*
Bugünkü göçlerle, savaşlar, kıtlık
Kaç asır sonraya taşır yarını
Öfkedir yok eder şu insanlığın
Daha yaşanmamış ilkbaharını,
Yürekten yüreğe nakışlandırır
Kan çiçeği açan ağaçlarını
Gökyüzü, yeryüzü yapamamıştır
Komşunun komşuya yaptıklarını
*
Turan Kağanı Peşeng girer söze
Söze girerken ‘’Barışık ol kendinle’’
‘’Dinle oğul, bilirsin Arya’ın yaptıklarını bize
Bize nice acı ve zulüm saldılar
Saldılar çakalları başımıza
Başımıza geçsin Alp Er Tunga
Tunga, avda aslandır
Aslandır, pençesiyle saldırır avına
Avına fırsat vermez, bunu böyle bil
Bilgelikleri Tanrı ona verdi
Verdiği gücün en kudretlisi fil
Fil gibi güçlüdür her savaşta
Savaştan galip çıkın
Çıkın da,
Medlerle Pers çingenelerinden oluşan
Varın İranlıdan alın atalarımızın öcünü’’
Der
Peşeng
Oğluna
52
……..‘’Varın gidin
……….Ovalarda
…………Otlar bitince
…………..Ordunuzu Amul’a
…Yürütün İran’a doğru’’
Er kılıcı çalmak gerek
Akan sular kan boyansın
Vur kılıcı ölmek gerek
Aşınızı yiyin için
Döşünüzü siper açın
Meydan yiğit görsün hele
Ar namusu bilmek gerek
Zulüm gördük zalimane
Ölüm verdik hane, hane
Mübarek olsun kazanız
Var öcünü almak için.
Gün
Geldi
Baharda
Türk ordusu
Alp Er Tunga’nın
Emrinde orduyla
Yürüdüler İran’a
İki ordu karşılaştı
Türk kahramanlarından Barman
Çekti kılıcını: ‘’Hodri meydan’’
Kimse yanaşmaz İran ordusundan
İran’lı kumandanın kardeşi
Yaşlı Kubât çıktı meydana
53
Yem etmedi kardeşini
Türk savaşçı Barman’a
İki yiğit birbiriyle yarıştı
………Barman kargısıyla Kubât’ı yendi
………….İranlılar buna karşı direşti
‘’Bu dövüş burada bitmedi’’ dendi.
Türk ve İran orduları vuruştu
Eşi görülmemiş bir savaş oldu
Nice başlar kopup yerlere düştü
Alp Er atık amacına erişti
Bir çok anaların gülleri soldu
Bundan sonra gelmeyecek barıştı
Ve 
Mağlup 
Düşünce
İran şahı
Zeva dağına
Çekti ordusunu
Ölüm senin avcındadır, sen onun avısın
Sakındığın candadır, sen canın evisin
O düşmanın, affetmez, yumma asla gözün
Hayat veren al kandadır, sen onun devisin. 
Türk ve İran orduları iki gün
Durup dinlendiler dağlar başında
Körpecik gençlerin cansız bedeni
Diz çökmüş analar ağlar başında
Nihayet
İran ordusu
Bozulunca o gece
Sığındı Deshir kalesine
Göz koymuş Şah’ın kellesine
Kuşattı o kaleyi 
54
Her yandan 
Turan Kağanı
Alp Er Tunga
………Bunu duyunca
………..Kâbil’in Padişahı
…………Binlerce Arya Çingenesini
………….Bir araya topladı
…………..Kalleşçe saldırdı Türklere
…………....Kesti kafa, kol.
Bu duyulurda
Durmak olurmu?
Öfkelendi Alp Er Tunga
Şah’a orda Kılıç çaldı
Düşman ile vuruşarak
Topyekünce esir aldı
Az geçti
Uz geçti
Alp Er Tunga
………..Ne
…………..Duysun?
……………..Olanlar 
………………..Çoktan olmuş
İnsanları yedirip de içiren
Saraydaki tutsakları kaçıran
Öz kardeşi Alp Arız’ı öldürdü
Zev denilen biri İran başına
Geldi ama bakmadı göz yaşına
Beş ay milletin, kan döktü aşına
Gece gündüz saldırdı ha saldırdı
55
Kan 
Akıp,
Can gider.
Bunca savaş,
Bunca kıyımlar,
Olur da;
Olmaz mı kıtlık?
………Olan oldu bir kere
…………..Kan döküldü boş yere
……………İnsanlar usanmıştı
……………..Çok canlar vere vere.
Kapılara kıtlık gelip dayandı
Bu da yetmez gibi insanın soyu
Tükenecek diye korkulur oldu
Birleşti Kağanlarla, şahlar
Oturup bir masaya
Barış yaptılar
Sonunda.
Savaşa 
Alışmış insan
Burnunda kan kokusu
Ruhunda can korkusu
Dolaşır oldu 
Birlikte
Az
Gitti
Uz gitti
Bizim barış
Ne de tez bitti
İran şahı Zev ölünce
Barış da öldü böylece.
Yine kalleşlik
Yine bilmece
Düşüldü bir girdabın içine
56
Uluların ulusu
Turan Ulusu Peşeng
Haber saldı oğlu Alp Er’e
………….‘’Ceyhun’u* geçip
……………..İran tahtına otur’’ diye
Yapıldı bütün hazırlıklar
Alp Er kızıp yola çıktı 
Bunu duyan İran’lı
Kalleşliği fırsat bildi.
Ordusunu topladı Alp Er Tunga
Dehistan’dan Rey’a geldi
Başına tacı giyip
İran’a hakim oldu.
…….…Gel zaman git zaman
………….Kalleşçe fırsat kollayan
……………Keykavus
……………..Oturmak için İran tahtına
……………….Kalleşliğin her türlüsünü
…………….…..Dünden hazırdı yapmaya
Günü gelince Keykavus İran’ın tahtına geçti 
Kalleşçe kılıç çalarak binlerce insanı biçti
Toplandı Persler, Türkler ile bir savaşa girdi
Keykavus’un İçini büyük korkular sardı
Ne de olsa aklında taçla taht derdi vardı
Günü gelince Keykavus İran’ın tahtına geçti
Eğlenceye düşkün idi yeni Şah
Ne aman dinledi
Ne de ah
57
……..Fırsat gelirde
………Araplar boş durur mu?
………..Kalleşe de kalleşlik yapılırmış
…………Bir yolunu buldular
……….….Keykavus’u tutsak aldılar
………..….İran birden karıştı
……………..Yürüdü kalleş kalleşin üstüne
Tüm İran’ı karıştırdı eğlence ve aşk oyunu
İran’lı öğrenemeden Türk Kağan’ın huyunu
Ordusuyla yola çıktı yok etmek için soyunu
Kalleşçe kılıç çalarak binlerce insanı biçti
***
Seyhun,** Ceyhun ve Aras’da akan
……..Bin umut çizgisi 
………..Aral, Hazar, Van gölünden
………….Bin umut su kuşlarında
……………..İnsan yüreğinde öç, kin. nefret
……………….Zaman tünelinde coğrafya 
…………………..Ey yüreğim sabret!
Su taşırım su
………Hazar’dan Van gölüne
………….Atımın nal sesleri böler geceyi
…………….Çözer Kervankıran mevsimleri
………………Boy boy, soy soy
………………….Uzanan şu bilmeceyi
Bir rüzgârdır eser batıdan doğuya
……………………..Mevlana’dan ney sesi,
………………….Yunus omzunda heybesi
58
………………Heybe içinde alıç meyvesi
……………Hoşgörü, esenlik, sevda yüklü
…………Ve Acem güzellerinin gözlerinde aruz
……….Gazeldir, kasidedir yağar 
…….Yağar da bayram eder ruhumuz…
….Gelinler gider düşlerinde barış
…Asya’dan İran’a Anadolu’ya
Gök boncuk gelinler…
Kahramanların elinde oyuncaktır tarih
…..Kahraman yoğurur zaman teknesinde tarihi
………Veya 
………….Tarih dişi, tarih doğurgan, tarih anaç
…………….Kahraman doğurur
………………...Kahramanı öldürmek için
***
Kimi zaman türkü olur kılıçlar
Meydanlarda şangır şungur öterler
Kimi zaman döşte kalır kılıçlar
İki düşman kucaklaşıp yatarlar
…..Biter mi sandın savaşları?
……..Bitmez bir türlü
………...Uzadıkça uzar
…………..Kimi zaman olur
…………….Yayıldıkça yayılır
Ne can tanır, nede canan
Fırsat düşmez barışa
Kin girmiştir iki ulus özüne
Kan görünür her birinin gözüne
Güven olmaz kılıçların sözüne
Kavgada gürleyip nara atarlar
Yerin yedi kat altında
59
Uykuya yatmış barış
Kördür görmez
Sağırdır işitmez
……………..Bu defa işe
………….Pehlivanlar karşılaştı 
……….Teke tek dövüştüler
Üstün çıktı Türk pehlivanlar
Kancıklar
Pehlivanca dövüşü hazmedemedi
………İş dönüştü savaşa
……….Savaşarak Alp Er yendi
.……….Yendiği Perslerin yarısı öldü
…………Öldü yine binlerce can
………….Can çıktı, kan aktı.
…………..Aktığı topraklar kızıla boyandı
……………Boyanan yürekler boran kesildi
…………….Kesildi başlar karpuz gibi
Yapılan savaşlarda nice kanlar döküldü
Kızıla boyanıyor bütün ovalar, dağlar
Olan bu kıyımlara tanıklık eder çağlar
Nice canlar yandı da çok ocaklar yıkıldı
Saklanmıştır insanın içinde saklı durur
Bastırılsa bu duygu elbet değişir yazgı
Kavgalarda ölümdür, ozan dilinde ezgi
Gemini vurmayınca patlayıp dışa vurur
Kılıcın birbirine her değdiği o anda
Karanlık gecelerde birer şimşek çakıyor
Dokunuşta, vuruşta, canda teni yakıyor
60
Tek bir rengi görürüm, dökülen kızıl kanda
Birleştiler toprakta, karışıp da gittiler
Güz geçti bahar geldi, ot olup da bittiler
…..Tarih boyunca
………Nicesi geldi geçti
………….Tazecik gonca
……………Gövdelerden baş uçtu
Çocuklar ağlar
Savaşların içinde
Yakılan dağlar
Büyüklerin suçunda
İran Şahı rüya gördü
Rüyasını hayra yordu
Alp Er’e bir haber saldı;
‘’Artık biraz barış’’ dedi
Açıldı
Barışın gözü!
İnsan ömrü savaştan
Yorulmuş, yılmıştı ölmekten
Barışa karşı çıksa da Keykavus
Barış isteyen Siyâvuş’a
Kötü, kötü davrandı
Oturup tahta
Bekledi.
Siyâvuş varıp Alp Er’e sığındı
Böyle terk eyledi yurdu yuvayı
Gang şehrine gelip, Türk kahramanı
Pira’nın kızı ile kurdu yuvayı
….Kurdu da
……Bakalım sonrasına
……….Neler gelecek 
…………Sağ olan başa?
61
Müjdeli haberle yüzleri güldü
Eşi Ferengis’ten bir oğlu geldi
O çocuğun adı Keyhüsrev oldu
Mutluluk birlikte sardı yuvayı
….Savaşçının mutluluğu
……..Baharda yağan kar gibi
………..Doruklarda bile tutunamaz 
………….Erken eriyip 
…………….Karışır suya
Bey az dönekler çoktur, yüzüne kara sürdü
Beyaz yağan kardan ak yüzünü kar-a-sürdü
Fil izlerinden toprak artık düşüyor dâra
Filizlerinden çatlar, kandan bu kadara
Ve
Çıkar
Ortaya
Siyâvuş’u
Çekemeyenler.
Alp Er Tunga ile
Açarlar arasını.
Siyâvuş öldürülünce
Keykavus bunu duyar duymaz
Hemen bu fırsatı kaçırmadan.
Öldürür Alp Er’in oğlu Sarkay’ı
Alp Er’de
….Boş durur mu hiç
…….Öcünü almak için
……….Yürüdü İran üzerine
…………..Yenildi Persler, yenik düştü
……………..Çekildiler geriye
……………….Dağların eteğine
62
Ay oğul
Yenilen pehlivan
Güreşe doymazmış
Persler de böyle idi
Azı Med, çoğu Çingeneydi
Bir boşluğu fırsat bilip
Kalleşlikle
Yaktı, yıktı Turan yurdunu
Arayıp bulamadık düşman merdini
Kalleş kıyım yapar da
Duyulmaz mı oğul
Tez elden haber ulaştı
Hanların hanı
Ulu Kağan
Alp Er Tunga’ya.
…………Bir de baktı yıkılmış
…………..Turan’ın yurdu
…………....Kan ağladı içi Alp Er’in
……………..Kahroldu.
Öç almaya yemin etti
Yürüdü İran üstüne
Astı, kesti, yakıp yıktı
Eridi İran üstüne
Hakim oldu
Yıkılmış bir İran’a
……..Kıtlık çıktı
………..Yedi yıl sürdü!
………….Savaşlarda vuruldu insanlar
…………….Açlıktan kırıldı insanlar
İran’ı kurtarsın diye
Alp Er Tunga
63
Tahtı bıraktı Keyhüsrev’e
Keyhüsrev ilk olarak Alp Er’e vurdu
Vurduğu yerde yenik düştü
Düştüğünü Keykavus gördü
Gördü, içi kan ağladı
…..Ağladı
……...Çağladı
………..Yürüdü Alp Er’in üstüne
…………...Bozulup
………………Bozguna çevrildi
Gülerken düşmanları Alp Er Tunga’ya bakın
Dedi: ‘’Açar mı acep açar mı ki gül erken’’
Bel bağlarlar sarayın önündeki asmaya
Asmaya götürseler bitmez içindeki kin
Çin de katıldı bu teraneye
…….Yürüdüler birlikte İran’a
……….Vurdular 
…………vurdular 
…………..vurdular
…………….Kazananlar
……………..kaybedenleri gördüler
Ay oğul
Ne demiş atalar
‘’İyilik yaparsan bir gün gelip gözünü oyar’’
İşte Keyhüsrev 
İşte iyilik
Alp Er Tunga
Oturtmuştu onu tahta
İlk saldırdığı
Alp Er oldu.
*
64
Dünün gücü kılıç, nal ve bilekti. Bugünün gücü ise Para 
(Bilim)
Keyhüsrev,
Turan yurduna
Elçi yolladı Bijen’i
Alp Er’in kızı Menije’yi
Görür görmez aşık oldu.
Bunu duyan Kağan
Attı Bijen’i zindana
Kovdu kızını evden
……..İran Padişahı, 
…………Genç kumandanından haber alamayınca 
……………Bir İranlıyı yollar.
Yollara düştü
Yolcu tüccar rolünde
Dağları aştı
Türk sarayına vardı
Gizlice girip
Savaşçıyı kurtardı
Menije’yi de
Ta İran’a götürdü.
Bunu duyunca
Küplere bindi Alp Er
Ordu yığınca
Meydana indi Alp Er
Karluk’da beyleri topladı
Her biriyle karşılıklı konuştu
65
Ve 
Bugün
İran’lı
Sarayıma
Kadar giriyor
Sarayımda bile
Beni tehdit ediyor
‘’Yenilen pehlivan güreşe doymaz’’ derler.
Kalleşliklere öfkesi katlanıyordu Turan Kağanı’nın!
Yine toparlandı
Çinlilerle birleşip
Yürüdü İran üstüne
Keyhüsrev
Fırsat bulup
Esir etti Çin Hakanını
Çinli
Aman diledi
Yalvar yakar
Ölümden kurtulunca kaçtı Çin Hakanı
Yorulmadı Alp Er Tunga, yılgınlığı bilmedi
Kanına kastı vardı, İran’lı Keyhüsrev’in
Bir intikam peşinden koşmaktan yorulmadı
Uzaklardan seziliyor ölümün sesi
Kılıç, kargı seslerinden meydan geçilmez
Gövdesinden ayrılmış bir başın nefesi
Gözlerimi yakar gider yine açılmaz
…..Henüz vakti gelmeyince ekin biçilmez
…..O demeden dallarında güller açılmaz
…..Ölüm gelir yiğitlerle toyu seçilmez
Gencecik oğlunu ölüme yolladı
Evlat acısını tattı Alp Er Kağan
Bayrak yaptı kanlı gömleği salladı
66
Gömlekteki kandı yüzüne yağan
…..İntikam hırsıyla tutuşarak yandı
…..Yandıkça yüreği acılara bandı
…..Cepheden evladın cesedi geldi
İki gün boyunca çarpıştı ordu
İntikamı için oğlu Şide’nin
Öcünü almaktı ölüp gidenin
İnsan birbirini vurdu ha vurdu.
…..Saldırıyor Alp Er aslanlar gibi
…..Öfkeye kapıldı aklının dibi
…..Velhasıl bozuldu bütün asabı
***
Hz. Mevlana şöyle söylüyor;
 ‘’ Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol’’
***
Keyhüsrev’e öfkelenen Alp Er
Kara Han’ın ordusuyla birleşti
Buhara’dan geçti Gang’a 
Cennet gibiydi Gang
Toprağı mis
Tuğlaları altın.
Kuşatmaya başladı
Bu güzel şehri.
Alp Er, İran’lılara su vermiyor
İranlılar da 
Önlerine çıkan kale, 
Saray yakıp
Kadın 
Erkek 
Yaşlı demeden öldürüyorlardı.
67
……İki ordu Gülzâriyum ırmağı kıyısında karşılaştı
Atların nalları, kılıç sesleri
Bir ölüm kokusu sardı meydanı
İntikam yemini kokar nefesleri
İyiden iyiye gerdi meydanı
Galip gelecek elbet
Bileğin gücü
Ölen olacak elbet
Acı mı acı
Keyhüsrev çok kalleş çıktı
Alp Er’i tuzakla yıktı
Gang kalesine kapanıp
Bir çıkış yoluna baktı
Ve
Bir gün
Yürüdü
Keyhüsrev,
Kartallar bile
Üstünden uçamaz
Bu yüksekçe kaleyi
Kuşatıp ateş yaktılar
Kalın duvarları yıktılar
Kalenin etrafına hendekleri kazdılar
Katranı kaynatarak bol, bol ateş yaktılar
Kaleyi aldı Persler, meydan galip olanın
Baktılar Alp Er Tunga elerlinden kurtulmuş
Ölümden kurtulunca gördü Çin hakanını
Yorulmadı Türk hakanı, yılgınlığı bilmedi
Kanını kastı vardı, Ulu Turan Hanın
Hanların öç duygusu bir türlü durulmadı…
Pusuya
Düşürüldüler
68
Çin Padişahı korktu
Keyhüsrev’e elçi yolladı
………Bağışladı canını Hüsrev
………….‘’Alp Er’e yardım etme’’
…………….Diyerek 
……………..Nasihat verdi
………………Çinliye
Ay oğul
Bak şu ağıta
Bak da 
devran nasıl dönmüş gör
‘’Ödlek arıg kevredi ……….(Zamane hep bozuldu, )
Yunçıg yavuz tavradı…… (Zayıf tembel güçlendi, )
Erdem yeme savradı……. (Erdem yine azaldı, )
Ajun begi çertilür………… (Acun beyi yok olur.)’’
Zaman tersine dönmüş
Ödlek gücünü almış
Yapılan iyilik
Dönüp öcünü almış
Erdemlikten uzak
Hain Keyhüsrev
Çevrede 
Ne kadar çapulcu ve tembel
Arya çingenesi varsa
Etrafına toplamış
Kan içirmiş atlara
Can yedirmiş itlere
Kalleşlik üstüne kalleşlik
Pusu üstüne pusu
Kurmuş Turan eli Kağanı
Koç yiğit
Al Er Tunga’ya
69
…….Daha bitmedi oğul
……..Devam edelim ağıta
………Neler gizli içinde
…….….Hele bir bak 
…….…..Bak da iyi oku
……….…Oku ve okut
…………...Okut ki doğru öğren tarihini.
……………Tarihini bilmeyen bir millet
……………..Bir gün olur illet
Bilge bögü yunçıdı……… .(Bilge bilgin yoksul oldu, )
Ajun atı yençidi ………….….(Acun atı azgın oldu, )
Erdem eti tmçıdı ……….…..(Erdem eti çürük oldu, )
Yerge tegip sürtülür………. (Yere değip sürtülür.)’’
Kurulan bütün tuzaklardan
Kurtulur ulu kağan
Sonunda
Alp Er, bir avuç savaşçıyla
Çekilir ıssız çöle
Gide gide ucu bucağı olmayan
Zere (Hazar) denizine gelir
Geçmek ister bu denizi.
Yaşlı denizci;
……….‘’Bu derin denizi geçemezsin.
…………..Yetmiş sekiz yaşındayım,
…………….Bu derin denizi geçeni görmedi’’ der
Bir gemide
Bin yelken açtılar
Varıp Gangıdız’a ulaştılar
Savaşlardan yenilmekten yıkılmıştır Kağan Alp Er
Ta çöllerden geçer artık, varıp bir yer edinmiştir
70
Esir düşmek çok güç gelmiş ‘’ölüm yeğdir” deyip kaçmış
Susuz yorgun yollar aşmış, durup bir yer edinmiştir
Keyhüsrev, hem aç hem susuz dağdan dağa dolaşmıştır
Artık bir kez içine alev, alev kin bulaşmıştır
‘’Geçmişi 
Düşünmeyeyim
Talih bana dönecek’’
Diyerek, orda yatar uyur.
***
Gün
Gelir 
Keyhüsrev
Alp Er Tunga’nın
Öğreniyor yerini
Yedi ayda aşar denizi
Sonunda işgal eder Gangıdız’ı
Turan’ın kağanı bu Alp ErTunga 
Aslanlarla güreşirdi
Hele at üstünde şaha kalkınca
Ordularla vuruşurdu
Meydanlarda bastırdı mı sıcaklar
Yar diyerek kılıcını kucaklar
Bazen yaktı, bazen yıktı ocaklar
Rüzgâr ile yarışırdı
Cepheden cepheye koştu ha koştu
Şimdi gelin görün ne hale düştü
Ecel şerbetini kan ile işti
Son-u bilse barışırdı.
71
Bu kavgalar savaşlar, gün gelip bitecek mi?
İnsanı yutacak mı? görülen kara düşler
Dinmiyor gözde yaşlar, kan ile gül mü açar?
Kesik binlerce baştan, nice burçlar yapıldı.
Çok yollardan sapıldı tarih kanla yazıldı
Akıllara kazıldı, nesiller onu Biçer
Keyhüsrev
…..İran’dan Turan’a
…….Getirdi payitahtı
………Bütün derdi
………..Alp Er’i bulmaktı
Her yerde arar
Herkese sorar
……..Halbuki
……….Turan Kağanı
Alp Er Tunga
….Susuz 
…….Dolaşır
……….Dağ başında
…………Bir mağarayı
……………Kendine ev yapar
Bu mağarada
İnsanlardan uzak yaşayan
Hûm adında biri vardı
Alp Er Tunga
Tanrıya yakarışını duyan Hum,
………..Yakarışların Türkçe olmasından
…………..Bu yakaranın
…………….‘’Alp Er’den başkası olamaz’’ 
………………...Diyerek saldırdı.
72
Suya atlayıp Hûm’un elinden
Kurtulmaya kurtulur da
Neler olacak sonunda 
Hele okuyup da öğrenelim…
Unut beni, kendini, ben var iken iktidarda
Unutma sakın beni, yalnız kalırsam darda.
Er-dim er meydanında, ordularla birleştim
Erdim, düştüm, çürüdüm, nihayet ben bir-leştim
Suya atlar
Alp Er Tunga
Keyhüsrev; 
Bir hileyle 
Sudan çıkartır…
Türk Kağan saklandığı kayalıktan çıkamaz
Hem yiğit bir insanı acı, hüsran yıkamaz
Kendi kendinden bile utanırken bakamaz
……..Geldi Keyhüsrev aldı canı Alp Er Kağan’ın
……..Kim yener kral o olacak, meydan boğanın
*
Bir başka rivayete göre de
Keyhüsrev,
Alp Er adına bir şölen düzenleyip davet eder.
Davete katılan Turan Kağanı’nı hileyle öldürür.
Her
Şeyin 
Bir başı
Bir de sonu var.
Öfkeli tüm sonlar
Kinle akan kanlar
Öldürülen her canlar
Anlatsam acep kim anlar…
73
Bütün Turan Yurdu yasa boğuldu
Yürekler yaslıdır yiğitler ağlar
Ağlar viran olmuş koca ulusu
Ulusu yıkan öfkeler nerede
Nerede hani kükreyen aslan
Aslanlık kar etmiyor ihanetin yanında
Yanında cihan olsa da eğer
Eğersiz küheylana benzer…
Türkler Ağıt törenlerinde kopuz çalan ozanların 
seslendirdiği ağıtılar söyleyerek ‘’Ağıt törenleri’’ 
yaparlarmış. Aşağıdaki ağıt da Alp Er Tunga için 
söylenmiş ve Kaşgarlı Mahmut’un, Lugat-ı Türk’e, oradan 
da İran’lı Firdevs’in yarattığı sahte kahraman Zal ve 
Zaloğlu Rüstem’le değişerek İran destanına dönüşmüş, 
yanlış haliyle günümüze kadar gelmiş yanlış şeklini 
destandaki ağıttan yola çıkarak düzeltilmiş şeklidir. Bu 
haliyle söylenerek geleceğe taşınacaktır.
Orijinali ………………………………Bugünkü anlamı 
Alp Er Tunga öldi mü……. (Alp Er Tunga öldü mü, )
İsiz ajun kaldı mu …..……(Kötü dünya kaldı mı, )
Ödlek öçin aldı mu ………(Felek öcün aldı mı)
Emdi yürek yırtılur………. (Artık yürek yırtılır.)
Ödlek yarag közetti …………(Felek fırsat gözetti, )
Ogrı tuzak uzattı…………… (Gizli tuzak uzattı, )
Begler begin azıttı………….. (Beyler beyin şaşırttı;)
Kaçsa kah kurtulur …….…….(Kaçsa nasıl kurtulur?
74
Ulşıp eren börleyü ………(Uludu erler kurtça, )
Yırtıp yaka urlayu ………..(Bağırıp yırttılar yaka, )
Sıkrıp üni yurlayu …..…….(Çığırdılar ıslıkla, )
Sıgtap közi örtülür ………...(Yaştan gözler örtülür.)
Beyler atın argurup …………(Beyler atlarını yordu)
Kadgu anı turgurup…………(Kaygı onları durdurdu)
Mengzi yüzi sargarıp……..(Benizleri yüzleri sarardı
Körküm angar türtülür……….(Sanki safran dürtülür)
Ödlek arıg kevredi ……….(Zamane hep bozuldu, )
Yunçıg yavuz tavradı…… (Zayıf tembel güçlendi, )
Erdem yeme savradı……. (Erdem yine azaldı, )
Ajun begi çertilür………… (Acun beyi yok olur.)
Bilge bögü yunçıdı……… .(Bilge bilgin yoksul oldu, )
Ajun atı yençidi ………….….(Acun atı azgın oldu, )
Erdem eti tmçıdı ……….…..(Erdem eti çürük oldu, )
Yerge tegip sürtülür………. (Yere değip sürtülür.)
Ödlek küni tavratur ………(Felek günü davrandırır)
Yalınguk küçin kevretti…(İnsanın gücünü gevşetir)
Erdin ajun sevritür………..(Dünyanın erlerini azaltır)
Kaçsa takı ertülür…………(Kaçsa dahi ölüm yetişir)
 
Öğreyüki mındag ok ..(Zamanın göreneği böyle işte)
Mında adın tıldag ok…(Bundan başka sebep de var)
Atsa ajun ograp ok ……(Dünya gelip ok atsa)
Taglar başı kertillür…….(Dağlar başı kertilür)
Könglüm içün örtedi ……….(Gönlüm ta içten yandı)
Yatmiş başıg kartaldı………(Onulmuş yarayı kaşıdı)
Keçmiş ödük irtedi ……….(Geçmiş günleri aradı)
Tün kün geçip irtelür……..(Tün gün geçer o aranır)
75
*Ceyhun: Özbekistanda bulunan Ceyhun veya Amuderya 
Nehri , (Özbekçe: Amudaryo)
**Seyhun: Seyhun veya Siri Derya, Özbekçe Sirdaryo;
Orta Asya'da bir nehirdir. Ceyhun nehri ile birlikte tarihi 
Ceyhun veya Amuderya, (Özbekçe: Amudaryo, Orta Asya'nın 
en uzun nehri. Maveraünnehir bölgesini oluştururlar.
76
OĞUZ KAĞAN DESTANI 
İnsanoğlu, millet kavramını bilmeseydi, devlet denilen 
köklü ağaç yeşeremezdi.
İnsan eli değmiş her taşın bir sırrı, her sırrın da açılan 
bir kapısı mutlaka var olmalı. Orhun yazıtları da Türk 
tarihini öncesine götürebilecek güce sahiptir. 
‘’Türk’’ adı da yeryüzünde ilk defa bu taşlara Türkçe 
olarak yazılmıştır.
(O) Altay’da doğmuş çocuk
A(Ğ)lamadan koşar oldu
Uğ(U)ltuyla kurtlar, kuşlar
Oğu(Z) deyip coşar oldu
Daha (D)oğunca kurtlar
Geldi (E)trafına mertler
Böyle a(S)lanla bu yurtlar
İlelebe (T) yaşar oldu
Bebek ama, (A)ğlamadı
Kay bebeği(N) Oğuz adı
Beşiğin kır(I)p geldi
Küçük yaşta pişer old
77
Ve 
Oğuz
Gök gibi
Parlak yüzü
Gözleri ela
Saçı, kaşı kara
Ağzı ateş kızılı
Perilerden daha güzel.
Anasından bir kez süt emdi.
Kısa zamanda dile gelerek
Çiğ et, yemek, bir de şarap istedi.
Kırk gün sonra da büyüyüp yürüdü
Daha doğarken bağırmış
Ayağı öküz ayağı gibiydi
Anası yiğit doğurmuş
Hele görseniz
Beli kurt beli gibi
Omuzları var
Samur omuzu gibi
Bir göğsü var ki
Ayı vücudu gibi
Hem kuvvetli
Hem de kıllı, tüylü.
Gel zaman
Git zaman derken
Yılkı güdüp at bindi
Yiğit bir delikanlı oldu
Dövüşmeyi, sevişmeyi öğrendi
78
*
O çağda orada
Sonsuz orman içinde
Dereler var ya 
Akar zaman içinde
Sayısız nehirler
Çağlar yol bula bula
Hayvanlar var bin bir
Yayılır sağa sola
Orman içinde 
Bir canavar varmış
Yaşarmış inde
Herkesi korku sarmış
Hayvan sürüsü
Bir de insan yermiş
Olmaz böylesi
Halk korkup geri durmuş
Dağ başı duman
Neler gizli bağrında
Canavar yaman
Halkın eli böğründe!
………Canavar bu ya
…………Kimsenin gücü yetmez olmuş.
…………...Karnı doymak bilmezmiş
…………….Nerdeyse taşları, toprakları yutacakmış
……………...Herkesi bezdirmiş canından,
……………..…Ezip sindirmiş.
79
Millet, korku ve telaşlı
Yaman yiğit olmuş Oğuz
Hazırlık yapıp halkına
Hemen haber salmış Oğuz
Yayı, oku, kalkanını
Ulusuna al kanını
Vermek için aldı kılıç
Zaman gelip dolmuş Oğuz
Bir geyiği yakaladı
Sağlam ağaca bağladı
Canavar yedi geyiği
Belasını bulmuş Oğuz
Gelir yine ıssız dağa
Bulur ayı bağlar ağa
Ayıyı da yutmuş mahlûk
Dumanlarda kalmış Oğuz
Son kez yine dağa gelir
Han, aradığını bulur
Kalkanına başın vurur
Orda canın almış Oğuz.
…………..Canavar geyiği yer
……………Yerine ayı bağlar
……………..Bağlar kana boyanmış, başka iz kalmaz
………………Kalmazsa orda, olmaz
80
……………….Olmazı oldurmak için
…………………İçin için yanar Oğuz
…………………..Oğuz’un canavarda kalır aklı
…………………….Aklına koymuştu beklemeyi
……………………..Beklemeyi bildi
Canavar geldi
Başını vurdu Oğuz’un kalkanına
Kargısıyla öldürüp
Kesti canavarın başını
Bir
Gün sonra
Geldiği zaman
Gördü ki bir sungur var
Cansız bedeninin başında
Canavarı afiyetle yiyordu
Oku takıp yayı gerdi
Sunguru orda vurdu
Onun da başını kesti
Ve dedi:
……….‘’Canavar geyiği yedi, ayıyı yedi.
…………Kargım onu öldürdü.
…….…….Çünkü kargım demirdendi.
…………….Canavarı sungur yedi.
……………..Yay ve okum onu öldürdü.
………….……Çünkü okum bakırdandı.’’
*
Günlerden bir gün 
Oğuz kağan, 
Tanrı’ya yalvarmakta idi.
81
Güneş battı gece oldu, şafak vakti geldi çattı
Oğuz ormana atıyla gelip, orda hayli kaldı
Ve ormanda gece oldu, hesaplaştı Tanrı’sıyla
O an kendiside şaştı Oğuz, mavi nur inince.
…….…Oğuz kağan yürüdü, gökten gelen ışığa
…….…..Ve dünyalar güzeli bir genç kızı görünce
…….……Işıkta tek başına bekler durur güzele
…………...Aşık oldu bu kıza, birden Oğuz orada.
Kız
Mavi 
Işığın
Ortasında
Oturuyordu
Bir başına, yalnız
Öyle çok güzeldi ki
Başı üstünde parlayan
Çobanyıldızı gibi yıldız
Nurlu ışık saçıyor etrafa
Güldüğünde, mavi gök de gülüyor
Ağladığı zaman gök de ağlıyor
…………Oğuz kızı sevdi
…………..Aldı evine götürdü
……………Kırk gün
….………….Kırk gece
….……………Davullar çalındı
….……………..Halaylar tutuldu
……………….…Evlenerek muratlarına erdiler
82
Günlerden
Gecelerden
Haftalardan
Aylardan sonra
Kız hamile kaldı
……Gel zaman
…….Git zaman
….….Ve bir gün
………Kızın gözleri parladı.
Üç erkek çocuk doğurdu.
Birinci oğla Gün,
İkinci oğla Ay,
Üçüncü oğla Yıldız adını verdiler.
*
Zaman zamanı kovaladı
Ava gitti yine bir gün avlanmaya Oğuz Kağan
Sudaki bir ağacın beklerken o kovuğunda kız
Gözü gökten daha göktür; ‘’Yer kız’’ diye söylenen
Oğuz’un yolları birleşmiştir burada Yer kızın
…….Küçük ağzında inci dişleri var, sormayın
……..Güzel kız, her bakışta gözleri parlar durur.
….…..Nehirden kıvrılan su saçları, ah upuzun
….…….Ve içten bir gülünce, yüzleri parlar durur.
…………Topuklardan tutun da ince bel, selvice boy 
…………..Yürürken ardı sıra, izleri parlar durur.
83
Od 
Düştü 
Oğuz’un
Ta yüreğine
Aklı başından
Fırlayıp da gitti.
Kızı kolundan tutup
Sarayına getirerek
Yine düğün, dernek kurdurdu.
Ceylan derisinden davullara
Gümbür, gümbür tokmakları vurdurdu
Onunla yattı
Ve dilediği oldu
Gel zaman git zaman
Kız dölboğa (Hamile) kaldı
Günü gelince bu hatunun da 
Bir gün gözleri parladı.
Ve üç erkek çocuk doğurdu.
Birinci oğula Gök,
İkinci oğula Dağ,
Üçüncü oğula Deniz adını koydu.
…..Oğuz, çocukların şerefine toy verdi
…….Verdi halkına fermanı
……...Fermanı duyan halk, geldi saraya
………Saraya kırk masa kurdu.
……….Kurdu düğün dernek eğlence
………Eğlence olur da olmaz mı yemek
……Yemekler, şaraplar, tatlılar, kımızlar yiyip içtiler
…İçtiler de kendilerinden geçtiler.
84
Eğlence sonunda Oğuz,
Beylere ve halka buyruk verdi.
Dedi ki:
‘’Sizlere Kağan oldum, kılıçlar kuşanın
Dört yana haber saldım, bu dağlar aşanın
Gün tuğu, ve gök çadır, bu sal, işte, deniz
Ok, yayı, hemen aldım, bu yollar koşanın’’
Dedi
Ve, bir bir sıraladı
Devam etti sözüne
‘’Ben Uygur’un, dört yanın, cihanın Kağanı
Affetmem tek bir canı, keme baş eğeni
Gün gelince sorarız elbet hesabını
Dökülen damla kanın, ah-ı kalmaz hani
Ben söyledim
Siz dinleyin
Az söyleyeyim
Çok anlayın
Bana karşı gelene öfkem büyük olur
Bizi dostu bilene iyiliğim bulunur
Dostuma pamuk gibi, düşmana kayayım
İkiyüzlü gülene, öfkemden pay kalır’’
……Oğuz Kağan 
Bu fermanı
Dört bir yana yolladı
Uydu buyruğa
Sağında Altın Kağan
O da,
Elçi yolladı
Hediyeyle Oğuz’a
85
Altın, gümüş, yakut
Pek çok hediye yolladı.
Hediyeyle saygı sundu
Sundukları kabul oldu
Oldu Oğuz’un dostu
Dostu olarak kaldı.
Sol 
Yanda
Adına
Urum derler
Bir Kağan vardır
Şehirleri, köyleri
Gani, gani malları
………Vardı da
……….Başına buyruk
…………Ukalâ mı ukalâ
…………..Bayrak açtı.
Urum Kağan denen, asi mi asi
Oğuz Kağan buyruğuna uymuyor
Çok güvenir olmuş zenginliğine
Kulakları sağır olmuş duymuyor
……….Kabul etmez dostluğu
…………Dinlemez buyruğu
…………..Bilmez başına gelecekleri
‘’Ben onun sözünü tutmam’’ diyerek
Buyruğu yırtıyor yokmuş sayarak
‘’Hele kim yiğitmiş, yürüsün görek’’
Dese de mangalda kül koymadı
86
……….Oğuz duydu çok gücendi
………….Gücenmekle kalmadı
…………..Kızdı
……………Hiddetlendi 
……………..Askeri ile at bindi
………………Açtı tuğlarını
……………….Yürüdü ordusuyla
Urum’un üstüne orduyu saldı.
Kırk gün sonra bir dağ önüne geldi
Çadırlar kuruldu sessizlik oldu
Urum Kağan inadından caymadı.
………..Ordusuyla Oğuz
…………Kurulan çadırlarda 
………….Dinlenmeye çekildi.
…………..Destan bu ya; gün doğarken 
……………Oğuz’un çadırına 
…………….Güneşten de parlak bir ışık girdi.
……………..Oğuz, ışığa yöneldi.
İki elleriyle gözlerini ovuşturdu.
Ömründe böylesini görmemişti.
Birden bu ışıkta gök tüylü, gök yeleli
Kocaman bir erkek kurt canlandı
……..Canlandı
………Dillendi
……….Söylendi:
‘’
87
Oğuz, Oğuz ey Oğuz,Urum’a mı yürürsün
Ben de senin yolunda geleceğim oraya.’’ 
Dedi; ‘’Bu yolda Tanrı benim de canım alsın’’
Gök tüylü, gök yeleli yürüdü saya saya
……….Silkinip baktı Oğuz, yoramadı bir şeye
……….Çadırları toplattı, yol görünmüştü beye
……….Kimileri at bindi, kimi de düştü yaya
Askerin en önünde Oğuz neyi görsün?
Gök tüylü gök yeleli erkek bir kurt vardı
Dedi Kağan; ‘’Ordumuz kurt izini sürsün
Kendiniz dağa vurup, takip edin bu kurdu’’
……….Az gittiler, uz gittiler, kurt durdu bir gün
………Oğuz durdu, ordu durdu, bütün herkes gergin
……….Önlerinde koca dağ, çoluk çocuk yorgun.
O gün orda, Kara dağın eteğinde
Nice cenk yapıldı, yiğitler vuruşur
Ok, cıda, kılıçla kol kalmadı yende
Müren ırmağında kan suya karıştı
……….Cenkte nice kılıç dans eder havada
……….Kuşlar bile öldürüldü çok yuvada
……….Dağ başında duman, sis vardı ovada
‘’Çerilerin aralarında
Pek çok vuruşma oldu.
Milletin gönlünde
Pek çok kaygılar oldu’’
Savaşmalar ve vuruşmalar 
Öylesine kızıştı ki
Sonunda İtil Müren suyu
88
Kıpkırmızı zencefil gibi aktı.
……Vuruşanlar 
……..Ölen arkadaşlarının 
……….Cesetleri üzerinde kılıç sallıyorlardı.
…………Ölmekle yaşamak arası
……………Kılıcın ucundaydı.
Sür ünün, yiğit isen yürü ata izinden
Kılıcınız dans etsin yüzlere kan sürünün
Meydanlara girince yücelerden Bakardın
Bak ardına neler var, dönme sakin sözünden
Çağır sam yelinde, koştur deli tayları
Yarışın yeller ile sizi cenge çağırsam
Fırsat vermen düşmana, meydanlarda döndür
Dön-Dür hesabı orda, kanı akıt çaylara
…..Bu yaman savaşın
….…Galibiydi Oğuz
……...Urum Kağan kaçıp kurtuldu
………..Kağanı oldu o ilin
…………..Pek çok ganimet kazandı.
……………Her yanı zenginlik doldu.
Bu 
Urum 
Kağan’ın
Kardeşi var
Adına derler
Uzer Beg denen bey
Üzer kendi oğlunu
İki ırmak ortasında
Yüksekçe bir dağ başında
89
Sağlam yapılmış bir şehri vardı
Uzer oğlunu oraya yolladı
Çetin savaştan 
Galip gelen Oğuz
Bu şehre de saldırdı
Bunu gören Uzer Beg’in oğlu
…….Oğuz’a
………Ganimetleri 
………..Yollayıp haber saldı.
‘’Sen, hem halkımın hem de benim
Kağanımsın bunu böyle bilirim.
Babam bana bu şehri verip koru dedi.
Vuruşmalardan sonra bana gel diye uyardı.
Babamın sana başkaldırması benim suçum mu söyle?!
Senin buyruğunu yerine getireceğim, bil böyle.
Bizim mutluluğumuz senin mutluluğun elbet.
Tanrı sana yeryüzünde güçler vermiştir.
Tanrı’nın gücü karşısında başım
Yollarına feda ey Oğuz!
Sana vergi veririm
Dostluğunu ver
Sen bana.’’
……..Bu yiğidin sözlerini güzel bulan Oğuz,
………‘’Bana çok altın yolladın
…………Şehrini saklamış oldu’’
…………...Diyerek ona Saklap, adını verdi.
*
Oğuz, aldı ordusunu düştü yollara.
Oldukça büyük bir ırmak olan İtil ırmağına geldi.
90
‘‘Bu İtil’i nasıl geçeriz’’ diye sordu.
.Orduda 
...Akıllı mı akıllı
…Uluğ Ordu Beğ adında
….Ormandan ağaç kesip
…..Üzerine binerek geçti nehri.
……Oğuz buna sevindi ve;
…….‘’Sen burada bey ol. 
………Kıpçak (Oyulmuş Ağaç) olsun adın’’ dedi.
……….Orada kalmadılar
………..Yol aldılar yeniden
*
Gök tüylü gök yeleli, ordunun önündeydi
Alaca aygırına hemen atladı Oğuz
Yol aldılar günlerce, dağlar, dere, tepe, düz
Konaklayıp bir yerde, adamlarını saydı.
Alaca aygır orda gözden kayboldu gitti
Orda bir dağ vardı, tepesinden eksilmez
Ne kar, ne de buz; bu dağa giden gelmez.
Buz dağı kaçıp giden koca aygırı yuttu.
Oğuz’un acısını gören yiğit askeri
Buz dağına yürüdü, tam dokuz gün aradan
Geçmişti ki ne görsün? Beygir çıktı karşıdan
Kağan buna sevindi, ve dedi ki ‘’Bu yeri
Sana verdim. Çevrede bütün beylere baş ol.
Ve bundan böyle adın Karluk oldu iyi bil’’
91
Yollara 
Düştüler yine
Yol üstünde ev vardı.
Yaklaştılar bu büyük eve
Evin bütün duvarları altındandı
Pencereleri ise gümüşten yapılmış
Çatısı demirden, kapısı kapalıymış
Kapıyı açamadı Oğuz Kağan.
Tömürlü Kağul denen eri
Çağırarak yanına
‘’Sen burada kal
Kapıyı
Aç’’
Dedi.
Bu yüzden 
Tömürlü Kağan’a
‘’Kalaç’’ dendi.
*
Gök tüylü gök yeleli kocamam kurt
Yürümedi orda kaldı
Burası otsuz ve çorak bir yerdi
Çadırları orda kurdu
Çürcüt derlermiş adına bu yurdun
Acep neresinde keramet kurdun
Çürcüt Kağan Oğuz’a karşı gelince
Gitti ganimet ve yurdu.
Oklarla
Kılıçlarla vuruştular
92
Vuruştular gündüz gece
Gecede kim kimi öldürdü?
Öldürdü birbirini insanlar
İnsanlar ölmek için doğmuştu
Doğmuştu yüzlerinde kan izleriyle güneş
Güneş kızıla boyanmış.
Cürcüt Kağan’ını
Yakalayıp öldürdü
Koparıp başını göğe kaldırdı.
Aldı Çürcüt halkını buyruğuna
Edindikleri ganimeti,
Ne at, nede katır
Yetmedi taşımaya.
Gücü ne deme sakın, söz söyleme üstüne
Gücüne İnan aklın, düşün, aklı üstü ne?
Tek er vardı orduda, üretken, zeki us-ta
Teker, kağnı yaptı, maharetli bu usta
Ve
Koştu 
Kağnıya
At ve öküz
Ganimetleri
Yükleyip sürdü.
Hayvanlar yürüdükçe
Tekerlek yuvarlanıyor
Bunu gören Oğuz çok güldü
Orada birçok kağnılar yapıldı
Yüklediler ganimeti kağnılara
Cansızı canlı yürütürken Oğuz Kağan,
93
Kangaluğ adını verdi becerikli ere
‘’Cansızın adı da Kağnı olsun’’ deyip gitti.
…….…..Oğuz ordusunu yollara vurdu
………….Yine az gitti, uz gitti
……………Sind, Tangut, Şam tarafına at sürdü
……………..Karşı koyanlara çattı
Gittiği yerlerde yaptı savaşlar
Bazen gerçek gördü, bazen de düşler
Kolayına yapılmıyor bu işler
Servetine servet kattı
Oğuz Kağan dinmek nedir bilmiyor
Varıp zalime çatmasa olmuyor
Yurduna yurtlar katmasa olmuyor
Nice, nice fetih tattı.
Ve
Oğuz
Bunlarla 
Yetinmedi
Şam’dan aşağı
Yürüdü orduyla
Orada Barkan denen
Çok zengin bir ülke vardı
Havası sıcak, avı çoktu
Altın, gümüş, mücevherleri boldu.
Kapkara yüzü vardı o halkın
…....Bu ülkenin
…..…Kağanının adı Masar’dı
…..….Oğuz üzerine yürüdü
……….Yaman bir savaş oldu!
94
Dövüşen insanlardan oluk, oluk aktı kan
Yorulanlar olsa da, ya ölmek, öldürmek var
Can telaşesin sardı, yaşayan her canlıyı
Ya şehit oluyorlar, ya gazi vuruşanlar
Masar Kağanı da yenince Oğuz Kağan
At sürüsü, ganimet, alıp yurduna döndü
Ordusuyla bu ile vermişti büyük hasar
Kandı, toprağa akan, candı bedenden çıkan.
………………Dedik ya
……………….O zamanda
………………...Bütün insanlar
…………………Savaşmak için doğmuş
…………………..Çoğalmamışlar hiçbir zaman.
……………………Ölmek, öldürmek için yaşamışlar.
***
………..O
…………Dönem
………….Kağanlar
…………..Yanlarında
……………Bilge bir kişi
Bulundururlarmış.
Adını anmadan olmaz.
Bilinsin ki Oğuz’un
Her daim yanında bulunan
Ak sakallı, ak saçlı, çok akıllı,
Güngörmüş, yaşlı bir bilge varmış.
Uluğ Türük bir gece uykusunda düş gördü
Uyanınca bu hoca düşünü hayra yordu
Anlattı hece hece, gördüğünü Oğuz’a
95
Düşünde, bir altın yay, üç tane gümüşten ok
Doğudan batıya yay gerilmiş benzeri yok
Söyler rüyayı hayra yorduğunu Oğuz’a
Bu üç gümüşten oklar kuzeye uçuyordu
Bilge sözünü ekler; ‘’Tanrı yeryüzü yurdu
Nesline bağışlasın, Verdiğini Oğuz’a’’
Der.
……….Kağan dinler bilgeyi.
…………Hoşuna gider anlattığı rüya.
…………...Parmaklarını ak saçlarında dolaştırır.
……………..Dudaklarını yay gibi büker
……………….Gözleri, sonsuz semada kaybolur.
…..Düşünür, 
……Taşınır.
Ertesi gün buyruk salıp 
Büyük küçük
Bütün oğullarını yanına çağırtır
Çocukları,
…..El pençe
…….Sıra, sıra dizilirler
……...Babaları, ulu Kağan’ın karşısına
………..Onlara der ki:
‘’Benim gönlüm av diliyor.
Kocadığım için ava gidemiyorum.
Şimdi siz, 
96
Büyük oğullarım. Gün, Ay, Yıldız! 
Gün doğusuna doğru varıp gidin.
Siz küçük oğullarım;
Gök, Dağ, Deniz,
Siz de gün batısına doğru gidin’’
Der.
Bu buyruk üzerine, üç oğul gün doğuya
Atlarına binerek doludizgin sürdüler
Öteki üç oğul da at sürdü gün batıya
Gün, Ay,, Yıldız avlanıp, ve birçok kuş vurdular
Sonunda yol üstünde, altından yay buldular
Alıp getirdiler, onu Oğuz’a verdiler
Eline alıp güldü, Kağan buna sevindi
Gururlanıp gerindi, üç oğluyla övündü
O yayı üçe böldü; ‘’Ey büyük oğullarım’’
Diyen baba, verdi üç oğluna nasihatler.
Verip dedi:
…………‘’Ey büyük oğullarım
…………..Yay sizin olsun
……………Yay gibi olun
……………..Okunuz göğe varsın’’
Ve küçük oğulları
Gök, Dağ, Deniz ise batıda avlandılar
Avlarıyla üç tane gümüş okla döndüler
Kağan üçe bölüp dedi; ‘’Bunları alın
Yay oku atar, siz de bu oklar gibi olun’’
Der
Oğuz.
Toparlar 
Kurultayı
97
Bütün herkesi
Çağırır oraya
Çağrılanlar orada
Uzun, uzun konuşurlar.
Ülke hakkında söyleşirler.
……..Oğuz Kağan
………Büyük çadırın sağına 
……….Kırk kulaç uzunluğunda direk,
………..Direğin tepesine altından tavuk
…………Dibine ak koyun bağladı
………….Çadırın sol tarafına,
…………..Kırkar kulaç uzunluğunda birer direk,
……………Direğin tepesine gümüşten tavuk
…………….Dibine de kara koyun bağladı.
……….Sağ yanında Boz Oklar
……...Sol yanında Üç Oklar
…….Yerlerini aldılar.
Kırk gün, kırk gece
Yenildi içildi
En güzel şekilde 
Eğlenilip gülündü
Kırk gün, 
Kırk geceden sonra
Oğuz Kağan,
Çağırdı oğullarını
98
Dedi ki:
‘’Meydan, meydan nice savaşlar gördüm
Ey oğullar duyun, ben çok yaşlandım’’
‘’Sıkı yay gerip, ok attım cıdayla
Mızrak atıp kılıç çektim dor tayla
Zamanla karnımı doyurdum suyla
Meydan, meydan nice savaşlar gördüm’’
‘’Zalimi ağlatıp, güldürdüm dostu
Düşmanımın vardı canıma kastı
Savaşlarda deldirmedim bu postu
Ey oğullar duyun, ben çok yaşlandım’’
..Oğuz, 
…Böyle söyledi oğullarına
…..Altıya böldü ülkesini
…….Her oğluna birer kağanlık verdi
……….Verdiği kağanlıklara şu öğütte bulundu;
‘’Bundan sonra oğullarının oğulları da 
Aynı unvanı taşımaları 
Ve Boz Ok, Üç Ok adlarla
Herkesin hangi koldan geldiklerini bilmeli’’
………Diye ferman buyurdu.
………..Halkına ve oğullarına dönüp:
‘’Sağ kol daha büyüktür.
Bu yay da hükümdarlığın yerini tutar.
Bu nedenle
Bu yayı büyük oğullarıma verdim
Okları verdiğim küçük oğullarım ise
Birer elçi gibidirler.
Çünkü yay oku hangi yöne gönderirse
99
Ok da o yöne gider.
Benden sonra Hakanlık tahtı
Han olarak geçme hakkı
BOZ OK Ulusunundur.
Soyu da, elçiler,
ÜÇ OK‘lar korusun’’
………….Diyen Oğuz Kağan
…………...Bugünü görmüş sanki
…………….Üç altın öğütle
……………...Bütün herkesi
……………….Sıkı, sıkı uyarmış!
‘’ELİNİZE…. (Vatana)
..DİLİNİZE… (Türkçeye)
..BELİNİZE.. (Soyunuza)
..SAHİP OLUN’’
………...Olmuştur.
100
Ergenekon DESTANI 
İnsan, ayağını bastığı toprağın kendi vatan toprağı, 
avuçlayıp içtiği suyun kendi toprağının kaynağı 
olduğunu, hoyratça teneffüs ettiği havanın kendi 
vatanının havası olduğunu bilmelidir. Bu üç kutsallığı 
bilmeyen ya da inkâr eden kişinin mayasında bir 
terslik vardır.
(E)fsaneler, destanlar,
Ö(R)üle, örüle
Ta (G)ünümüze kadar
Sür(E)gelmiş.
Dili(N)de ozanların bir başka güzelleşerek
Evre g(E)çirmiş, değişip gelişmiş.
İşte Gök(K)Türk ulusunun 
Destanı (O)lan Ergenekon
Bir Ulusu(N) Yıkılışı,
Kurtuluşu
Sığınak bulup üremesinin
Yeniden dirilip
Eski topraklarına kavuşmasının
Destanıdır bu…
101
*
O
Dönem
Asya’da
Göktürk oku
Vınlamayan ülke, 
Kolu yetmeyen yer,
Kudreti karşısında
Boyun eğmeyen kalmamış.
Bu durum diğer kavimlere
Hem ağır, hem acı geliyordu.
Üstelik, çok da kıskanıyorlardı.
Türklere karşı
Düşman güçler birleşti
Birikmiş bütün
Kinle, öçler birleşti
Birbirlerine 
Zıt, tüm uçlar birleşti
Hınçla, öfkeyle
Kalan suçlar birleşti
Haraç bağlanan 
Bütün baçlar birleşti
Göktürkler
Çadırlarını
Hem de sürülerini
102
Kadın, çocuk, yaşlı bir yere
Toplayarak kazdılar hendekleri.
Düşmanla on gün boyunca savaş yaptılar.
Töredir;
Baş emir verince, ayak yürür
Irmaklaşır insan, dağ bile erir
Erir de söz, büklüm büklüm bükülür
Yol bulup, varacağı yere mutlaka varır
……….Varır nice engelleri aşarak
………...Kimi zaman başını taştan taşa vurur
………….Dinlenmek için durur kimi zaman
…………..Kimi zaman yol almak için yürür
Bu savaşta
Göktürkler üstün geldi.
Yenilgiyi hazmedemeyen düşmanlar
Büsbütün öfkelendiler
Dediler ki:
‘’Göktürklere hile yapmazsak,
İşimiz sonunda çok yaman olacak.’’
Bu savaştan sonra
Göktürkler kendilerini güvende sandılar
Galibiyetin verdiği
Gönül rahatlığıyla
Huzur içinde beklemeye koyuldular.
Ağız birliği yapan düşmanlar
Durup dururken
Bir şafak vakti
Ağarırken tan
103
Sanki baskına uğramışlar gibi
İşe yaramayan mallarını
Kaçtılar bırakarak.
Bunu gören Göktürkler;
‘’Düşmanlarımızın,
Kalmadı savaşacak halleri, kaçıyorlar’’ diyerek,
Düştüler kaçanların arkasına.
Güvenleri sonsuzdu, Göktürkler yenilmezdi
Öyle bir tuzak kurdu, düşmanları bunlara
Bu savaşa mertlik ve yiğitlik denilmezdi
Yok etmek için bir kez, düşman düştü kinlere
Kastettiler ne varsa, çoluk çocuk canlara
Bir gaflete düşüldü, kolayca kanılmazdı
Anlatsam kâğıt, kalem yeter mi ki bunlara?
Ta ezelden derlerdi: ‘’Topal ata binilmez’’
Ağlayan da kalmadı, yitip giden binlere
Yazan kötü yazmış yazgıyı, geri dönülmez.
……….Ve
………..İnsan
…………İnsana
………….Tuzak kurar.
…………..Benlik savaşı
………..….Başlar işte o an
…………....Sağlıklı düşünenler
……………..Elbette kazanacaktır.
Tuzağa düşerek baskın yediler
Mazlumun kanıyla gömlek yudular
104
Yapıldı savaşlar arka arkaya
Egemen oldular bütün Asya’ya
Kaçanın ardından koştular yaya
Tuzağa düşerek baskın yediler
Geri dönen düşman vurdu ha vurdu
Çoluk, çocuk, yaşlı ne varsa kırdı
Bir anda yok oldu Türklerin yurdu
Mazlumun kanıyla gömlek yudular
Göktürkler
Kötü yenildi
Düşmanlar vura, vura
Çadırlarına kadar geldi.
Bir tek kara kıl çadır bırakmadan
Yakıp, yıkıp öldürerek yağmaladılar.
…………….Kılıçtan geçirdiler
………………Büyüklerin hepsini
………………..Sağ kalan küçükleri
…………………Evlerine kul edip
…………………..Gözyaşı içirdiler
Hiç kimsenin yüreği, asla olmadı engin
İl Han’ın birçok oğlu, bu kıyımlarda öldü
Kayı Han’la yeğeni Dokuz Oğuz düşmana
Esir düştü ikisi, kaçıp kurtuldu son gün
Düştüler
Birer, birer
Fırtına dindi
Güneş, yorgun, yorgun aydınlatırken
Kızarmış yüzüyle,
Yıpranmış bir dünyanın utancını taşıyordu.
105
Hicap mı? Yoksa kanlı bir ağıt mıydı?
Olanları anlamaya, 
Kimsenin fırsatı bile kalmamıştı.
*
Tutsaktı iki yiğit
Hürriyetine kavuşmadan
Esaret yangınının söneceğine inananlar
En büyük aptallardır.
Bu esaret yangınını söndürmek için;
İki yiğit kaçarak Göktürk yurduna geldi
Burda gördükleriyle, yaşar iken öldüler
Kafa, kafaya verip iyice düşündüler
Orda oturup hemen bir karara vardılar
……….’’Dört yanımızda düşman, bizleri yaşatmazlar
……….Gücümüzü toplayıp bir yerde birleşelim
……….Sapa bir yer bularak oraya yerleşelim’’
.………Diyerek koyuldular, uyku ne tatmadılar
……….Gide, gide tek geçitli ülkeye geldiler
……….Bir güçlükle geçerek, burayı yurt bildiler
Bir avuç insan
İnsan ki parmakla sayılır
Sayılırlar üçer, beşer uçurumdan geçerken
Geçerken buradan, güçlükle yürüdüler
Yürüdüler korka, korka
Korkarak geçtiler korkunç uçurumdan
…………….Bassalar
106
………………Yanlış bir yere
………………..Paramparça olurdu
………………….Uçurumdan aşağı düşen
Kurultaylar oluşturup Ergene konun dediler
Heyet meydanda toplanıp ‘’Yurt diye anın’’ dediler
Yazın süt içtiler, kışın av etini bol yediler.
Orda eğleştiler ‘’Bu eller yurt bize, kal’’ dediler.
Bol ağaç, akarsular, yiyecek ve içecek
Kalan Göktürk Tanrı’ya ellerini açacak
Ve
Artık 
Buraya
Yerleştiler
Bir karar verip
Ülkenin adına 
‘’Ergenekon’’ dediler
Kayı Han, Dokuz Oğuz’un
Burada çocukları oldu
Her geçen gün az, az çoğaldılar
Dokuz’un çocuğu Kayı’dan azdı
Hep oğlan oldu, olmayansa kızdı
………….Ergenekon’da kalıp çoğaldılar
Kayı Han ve Dokuz Oğuz
Gelip burada ürediler
Çocukları yağız, yağız
Olup kırda ürediler
107
Burada kurdular ağı
Güzün taktı Kayın tuğu
Mal maşalat ne varsa
Salıp yurda ürediler
Dağ bunlara açtı kucak
Çağ bir ulus doğuracak
Yurtlanıp Ergenekon’u
Kalıp yarda ürediler
Kayı Han’dan doğan çocuklara
‘’Kayat’’ dediler.
Tokuz Oğuz’dan (Dokuz Oğuz) olan çocuklara
‘’Tokuzlar’’ dediler.
……An 
……..Anı
………Kovalar
…….….Çadır ile 
…………Doldu ovalar
………….Her geçen gün biraz
…………..Üreyip çoğaldılar
……………Ülkeye sığmaz oldular
……………..Hemen toplanıp konuştular
‘’Biz atalarımızdan duyardık
Ergenekon dışında geniş yerler,
Güzel yurtlar varmış, eskiden oralar 
Bizim ana vatanımızmış, öyle duyduk!
Dağların arasından yol bulup çıkalım, 
Ergenekon dışında dost olanın dostu
Bize düşman olan olursa vuruşalım.’’
Böyle konuşuldu
Böyle karar verildi
Çıkış için bir yol aramaya başlandı.
108
Yıllar sonra
Geldikleri yol kapanmış
Çıkış yolu aramaya başladılar
Yedikleri aş ağı, sular zehir sandılar
‘’Değişecek’’’ denildi bu esaret çağı
Düşündüler ‘’Bu dağı nasıl oyarız’’ diye
Birçoğunun işleri demircilik ezelden
Çare bulmak tezelden, dağ idi tek düşleri
Ağıt figan eşleri, ‘’Nasıl doyarız’’ diye
Artık Ergenekon’da yıllar geçti aradan
Dört yüz yıl yaşayıp da çıkmak vardı buradan
……….Bir demirci;
…….......‘’Bu dağda demir madeni var.
………..….Yalın kata benzer.
...........……...Demir madenini eritip
……………….Bir yol buluruz’’ dedi.
Toprak dar geliyordu, yol bulmak gerekiyor
Dağlar kaplı demirle, insan aklı çıkıyor.
*
Ve
Hemen
Demiri
Görmek için
Dağa geldiler.
Demir madenini
Çıplak gözle gördüler.
109
Göktürk Kağanı verip o anda emiri
Dağ çevresine serip odunla kömürü
Özgürlüğü görecek, sevindi ahali
Bir kurtuluşu görüp, akınca demiri
**
Ve
Çoluk, çocuk
Genç ihtiyar
Kadın erkek
Toplandılar meydana
Beklediler, beklediler, beklediler…
Dağ geçit vermez mi ki, bir azmin karşısında?
Uzun uğraştan sonra yavaş, yavaş eridi
Ergenekon denen bu doğanın kurduğu ağ
Yürüdüler, görününce bir kurdun ayak izleri.
……….O günleri anlatmak
………..Bize kolay gelir.
…………Dilimizde türkü
………….Elimizde teknoloji
…………..O günleri yaşayamayız elbette,
…………..Ülke içerisindeki ulaşımın bile aylar aldığı,
……………Tekerleğin bile yeni icat olduğu 
…………….O günlerin zorluklarını
……………..Anlamak için
……………...İliklerimize kadar 
………………Hissetmek gerek.
110
‘’Er, gene, kon’’ dediler, erdiler de kondular
Yıllar geçti aradan, dar geldi Ergenekon
Kuruldu düğün dernek, oldular damat, gelin
‘’Gelin’’ diye çağıran Oğuzları anladılar
Tarihsel bu kararda, mevsim henüz yazdı
Tarih sel gibi akan demiri görüp yazdı
Ulusallık bilinci binlerce eri yordu
Ulus al ateş gördü, koca dağ eriyordu
……….Eriyordu insan gücü önünde
………..Önünde saygıyla bükülerek aktı koca dağ
…………Dağ, mecburdu geçit vermeye 
………….Vermeye görsün bu azim karşısında.
Ve 
O gün
Kızdıkça
Kızdı demir.
Eriyip aktı;
Açıldı orada
Yüklü bir deve yolu
O, kutsal ayın gününde
O kutsal günün saatinde
Göktürkler Ergenekon’dan çıktı.
O gün. O ay, belleklere kazındı.
*
Karalar karışır bir gün aklara
Meydanda bakılmaz azla çoklara
Yapılan bütün kalleşliklere
Öfke kusup kin döküldü
111
Hazır bir düzeni açın ha açın
Ölenler ölmüştür saçın ha saçın
Unutmayın, bir yurt edinmek için
Toprağa yüz bin döküldü.
……….Kolay mı kurulur devlet dediğin
………..Karış, karış kan döküldü
…………Nice savaşlarda Koçyiğitler ölür
………….Bu uğurda can döküldü
**
Yürüdüler at üstünde
Gide, gide eski yurtlarına vardılar
Açtılar kıl çadırlarını
Oba, oba 
Kendi yurtlarını yeniden kurdular.
O günlerde
Göktürklerin başında
(Kayı Han) soyundan olan
Börteçine vardı.
Bütün illere elçiler gönderdi.
Haber saldı dört biryana Börteçine Han
‘’Ergenekon denen dağdan çıktık duysunlar.
Bana karşı gelenlerden kan akacak kan.
Beni sayan buyruğuma uysunlar’’
…………..Uymayanla savaşılıp serildi canlar
…………..Bu savaşı ancak görüp yaşayan anlar
…………..Tek bir başın sözü için ölüyor canlar.
Türkler artık eski yurduna talipti
Biriktirmişlerdi dört yüz yıllık hıncı
Bütün savaşlarda Göktürkler galipti
Doğuma hazırdı, bitecek bu sancı
112
…………..Zafer sevinciyle sofralar kuruldu
…………..Kırk ayrı meydanda davullar vuruldu
…………..Halaylar çekilip oyunlar serildi
Bir ulusun dirilişi başladı
Dilden dile söylenerek gelmiştir
Tarih bunu nakış, nakış işledi
Ergenekon Türk destanı olmuştur
…………..O günlerden günümüze gelelim
…………..İzimizi, özümüzü bilelim
…………..Gerekirse vatan için ölelim.
Ve 
Türkler
O ayı
O günü
O saati
Tarih boyunca
İyi bellediler.
Bayram oldu kutsal gün
Her yıl o gün geldiğinde
Büyük törenler yapılıyor
İnsanlar meydana toplanınca
Bir parça demir sürülür ocağa
Çekici vururlar kızgın demire
Savaşlar yapıldı, kanlar döküldü
Al, yeşile sarılarak geldiler
Yurt bilinen yere tuğlar dikildi
Savaşlardan yorularak geldiler
113
……….Gelişleri
………...Gidişlerinden muhteşem olurdu.
…………Haklı gurur
………….Haklı onur
…………..Her yiğidin başına
…………...Gecenin karanlığında kayan yıldız
…………….Dönüşür nura
Vatanını seven dünyada zahit
Tarih boyu ozan dilinde şahit
Bazen gazi olup, bazen de şehit
Tabutlara sarılarak geldiler
……….Geldiler
………..Gövdeleri başlarından ayrı
…………Kimisi delik deşik
………….Ölenler
…………..Yiğitçe öldüler.
……………Huzurlu uyusun çocuk
…………….Sallansın diye beşik
Kimi makam, mevkie koşup
Gaflet ve delalet içine düşüp
Düşman edinip de kinine şaşıp
Yıksalar da, kurularak geldiler
………..Yıkıldıkça 
…………Bir yenisi kuruldu
………….Her kuruluşunda
………….Yıkanlar 
…………..Diz çöktü önünde
…………...Her yıkılışında
……………Damarlarındaki asil kana sığınıp
…………….Yeniden dirildi.
114
*
Yurdun adı,
Yurdun adı
Ergenekon yurdun adı.
Çağlar sonra, bugün bize
Saatleri hep tersine
Ellerinle kurdun hadi...
.................Kelepçe,zindan, duruşma
......................Tersine çevirip tarihi
.........................Nerde görülmüş?
.............................Böylesine buluşma?
Gerçeğin aynasına 
Bak, çekinme, durma bak!
Ergenekon yaylasında
Birlik, töre, dirlik, Hak...
....................Gel be ey yalancı tarih!
........................Duy be ey kiralık masa
...........................Ve gör yürekleri taa içinden gör
.................................Gör can hukuk, gör can yasa
Çık ey mavi gözlü sarışın kurt
Feryâd - figân içinde bu yurt
Yeniden ışık ol, aşk ol, aşık ol bize
Silkinsin ulus, gülsün ülke
Sağlansın birlik içinde dirlik
Ve kaybolsun, uçsun, gitsin
Kahrolası fakirlik...
.......................Açılsın kapılar, erisin demir dağ
........................Sevgi girsin içeriye
........................Barış tebessüm etsin gönüllerde
........................Yırtılsın karanlıklar son kez,
.........................El ele, yürek yüreğe versin herkes...
115
BOZKURT DESTANI 
Her ağaç köklerine sarılarak yeşerir, gelişir, 
dallanıp budaklanarak yaprak daha sonrada meyve 
verir.
Ağacın yaprağından daha önemlidir kökü.
Türk ulusunun yaprağı biz isek Destanlar da Türk 
ulusunun köküdür.
Gerçeğe esir olmak delilikse, tutsaklığın en güzeli 
ve deliliğin de en onulmaz olanıdır.
116
(B)ir
Ç(O)cuk düşünün.
Ya(Z)gısı kara
Her(K)es kılçtan geçirilmiş
Bir b(U) çocuk
Sağ bı(R)akılmış
Soyunu (T)üketmişler
Çocuğun, (D)erisinden kemikleri görünürmüş
Zayıf ve ç(E)limsiz
Bin şahit i(S)ter çocuk demeğe
Kimileri; ‘’Ka(T)ledelim’’ demişler.
Kimileri de; ‘’B(A)caklarını kollarını kesip
Bırakalım ala(N)a yada sazlığa
Ölsün bu bir baş(I)na
*
Aşine denen Türkler Hunların boyu idi
So ülkesiydi adı, ayrıldılar yurdunda
İz sürdüler ardında Göktürklerin düşmanı
Bir zaman
Ta yıllar önce
So, adlı ülke vardı
Hun’larla aynı soydan olan
Götürkler’le birlikteydiler Hun’lar
Göktürkler bu ülkeden ayrıldı
Onaltı kardeşiyle Kağan Pu
Adamlarını alıp
Başka yurtlara 
Yol aldı.
So Ülkesinden ayrılan Göktürkler
117
Hazar Denizinin batısına yerleştiler
Rahat ve huzur içinde yaşarlarken
Bir gün ansızın
Düşmanların baskınına uğradılar
Bu korkunç baskında
Herkes kılıçtan geçirildi
Her nasılsa
Vahşetin arasında
Bir küçücük, cılız çocuk
Sığınmış bir köşeye
Korkudan gözleri
Fal taşı gibi çanağından fırlamış.
Ne ağlamaya fırsat
Nede bağırmaya zaman kalmadan
Yakalamışlar küçük, cılız çocuğu.
Gören düşmanlardan
Haline acıyanlar bile oldu.
Düşman bu ya
Düşünür elbette her türlü ihtimali
Nedeni bilinmez hala
Öldürmediler
Oynadılar
Güldüler
Alay ettiler hatta, bu zayıf, cılız çocukla
………Öldürmediler,
……….Daha da zalimane davranıp
………...Kestiler iki ayağını,
………….Kestiler iki kolunu
El kadar çocuğa kılıç çaldılar
Dayanmadı dağlar taşlar
Terk ederek bir sazlığa saldılar
118
Gözlerinden akmaz yaşlar
…..……Yaşlar nasıl aksın
…..…….Aksın kanları toprağa
…..……..Toprağa düşen kan, can bitermiş
…..………Bitermiş, kanla sulanan can
…..……….Can yeşerir kök salarak.
Zalimler kahkaha atarak güldü
Anaya hasretken kötürüm kaldı
Yaralı sübyana dayanmaz oldu
Ağladı tüm kurtlar, kuşlar
…..…….Nasıl ağlamasın
…..……..Nasıl ağlamasın kurtlar, kuşlar
…..………İnsanın insana yaptığını
…..……...Görür de
…..……….Ağlamaz mı dağlar taşlar.
Kılıcın her inişi, yürekleri pareler
Söyleyin hele nasıl karşı koysun yavru kuş
Dilim, dilim bölünmüş, sızılıyor yaralar
Başını vura, vura ağlıyor dağ ile taş
Var mıdır böyle zulme eğilmeyen tek bir baş
Havada hiç bulut yok, kan akıyor dereler
Kesilmiş el ayakla nasıl geçer yazla kış
Gök Börü dayanamaz yalar yaralar ve bereler
Hayvan bile inanmaz, yapılanlar sanki düş
Atarak bir sazlığa, kanlı gövde sereler
……….Serdiler sazlığa
………..Bir kötürüm gövdeyi
…………Kahkahalar atarak
………….Kanlı kılıçlarını
119
…………..Yalaya, yalaya gitti düşmanlar
……………Terk ettiler bir başına ve yapayalnız
……………..Bu zayıf, çelimsiz çocuğu.
Toprak utandı olanlardan
Çalan utandı talanlardan
Kılıç utandı çalanlardan
Çocuk utandı kalanlardan
Utandı kalanlardan bir kötürüm çocuk
Çocuk bu, tek işi ağlamak
Ağlamakla düşmandan başka kime duyuracak sesini
Sesini duyacaktır elbette bir yaratık.
Yaratık deyip geçmeyin sakın.
Sakın insanın namerdinden.
Artık hem ayakları kesilmiş, kolları kesikti
Açlık, bir de ağlamak, bağırmaktan sesi kısıktı
Bozkurt sırtlayıp çocuğu, Altay dağlarına doğru
Yollardan aşıp, taşlardan mağara buldu
 
Emzirerek çocuğu, her avından yedirdi
Korktu bütün avcılar, her görüşte bu kurdu
Oldu yorgan üstüne, mışıl, mışıl uyuttu.
Bu dumanlı dağlarda, çocuğu kurt büyüttü 
Mertliğin yüzde doksanı kaçmakmış
Cellat işi başlar kesip biçmekmiş
Oluk, oluk akan kanlar içmekmiş
O çağlarda bütün işler.
120
…..……İşler nakış, nakış öfkeyi, kini
…..…….Kini aklına düşerse
…..……..Düşerse öfkesi yüreğine
…..………Yüreğine sığmaz sevgi
…..……….Sevgi tatmadık yürek
…..……………….Işık vermez göze
…..……………….Karanlıklar diyarında
…..……………….Kör ve sağır gezer.
Kurt’u sembol seçmiş, özgürlüğüne düşkün
Bıçkın, gözü karadır, tanımaz esareti
Cesareti timsal diye, korumuşuz bu yurt’u.
Ne dense az, el yıktı Türkler yeniden kurdu,
Nedense canlıların içinde olur kurdu
Biz içerden uğraştık, el dışarıdan vurdu
Yurdu ele emanet edip yorganı Çekti
Çıktı baktık ardından, “Uyan!” diye Buyurdu.
Alimi bile yener, en ufak bir cehalet
Atalar ne demişler; ‘’Su uyur düşman uyumaz’’
Ne işler açıyor bakın, anlık gaflet, delalet
Düşman dediğin gafil, öfkeye, kine doymaz.
Unuttuğunda toprak altında öleni
Yürüyeceğim sanma ha salını, salını
Yok ederler elini, belini ve dilini.
Biz
Böyle
Söylerken
121
Geçmişe dönüp
Bakalım ne olmuş?
Kimileri çokbilmiş,
Kimler ölmüş, kimler kalmış.
Vampirleşmiş insanlar, insan kanı içiyor
Zulmün adına demişler ki ‘’Alın yazısı’’
O dönemde yine de merhametli bazısı
Rüzgâr ekenler bir gün fırtınalar biçiyor
Bilen var mıdır, neden saklanır kılıç kında?
İpekte mi denenir keskinliği sadece
Düşmanı olan elbet, sakınır gündüz gece
Meğerse öfkede saklanırmış hırs da, kinde.
Olmaz demen gün gelir zerreden bin can olur
Dalgın, dalgın yürürken arkasına bakınca
İnanamaz kendi de bir doruğa çıkınca
Her nesnenin hem başı hem de sonu vardır
Bir ağacın kökleri dalları için neyse
Destanlar da nesiller için söylenmiş oysa.
122
Bütün Göktürklerle birlikte babası da Hun’lar 
tarafından hunharca öldürülen bu cılız, zayıf 
çocuğu Kurt beslerken “Düşman Kağan” adam 
yollar. Çocuğun ölüp ölmediğini öğrenmek için.
Bir de ne gördüler, Kurt çocuğun yaralarını 
yalayarak iyileştirip onu kendi avıyla beslediğini 
görmüşler. 
Tehlikeyi sezen kurt çocuğun çevresine kimseyi 
sokmaz olmuş.
Çaresiz geri dönen düşman gözcüler gördüklerini 
Kağanlarına anlatmışlar.
Bu anlatılanları büyük bir hayranlıkla dinleyen 
düşman Kağanı, çocuğun kutsal olduğuna inanıp 
onu himayesine alır ve kendi terbiyesiyle 
büyüterek babasından aldığı yurdu geri çocuğa 
verir.
123
Kolları ve ayakları kesilen çocuk
Gün geldi,
Kış ve Yaz ilâhının kızlarıyla evlendi
İkişer oğlu oldu, yollar var uzun, yokuş
Zamanla kalabalık olup çoğalan halka
Halka halka yenileri eklenerek gelişti
……….Zaman, zaman içinde
………..Günler günleri kovalarken
………...İki karısından
………….Çocukları oluyor.
…………..Her birinden bir boy türedi
…………...Bunlardan birisi de
…………….Aşina idi
……………..Çocuklarından birisi
Asena Hakan oldu, düşmanlar çatladı
Aşenayı boy bildi, şişenler patladı.
Bugüne kadar böyle bildik bizler bunu
Günümüze dek geldi, dillerden atladı.
Günü gelir hislerini bastırır
Ayaklarla kollarını kestirir
Bir tek kelimeyle öfkeyi yener
Şeytan kınnabında kendini dener
Kar yağarken yanar, ateşle söner
Günü gelir hislerini bastırır
124
Doğa insana verirse salimlik
Okumakla olunmazmış alimlik
İlelebet gitmez imiş zalimlik
Ayaklarla kollarını kestirir
Bir 
Olay
Olursa
Muhakkak ki
Sonucu vardır
Zincir halkası gibi,
Doğurur başka olayları.
Olayın sonucu muhakkak
Bir sonraki olayın sebebidir
Sebepsiz, sonuçsuz olay düşünme.
*
Her karanlık gecede,
Ulusun ey ulusun
Rengine bakıp da aldanma sakın bulutlara
Çıkar bu sinesinden koca ulusun
Bir sarışın kurt çıkar…
Eritir demir dağları balım hey!!!
Açar bayrağı
Kara bulutları siler, süpürür,
Samsun ufuklarına çıkar yeniden
Yeni çağa hür ve aydınlık
Zamanlara
Hepimizi götürür
125
GÖÇ Destanı 
Türk tarihine ana hatlarıyla bakıldığında, Türk 
Milletinin hayatı fetihlerle başlamış ve yeni 
toprakları yurt edinerek gelişmiştir. İlk anayurt 
olan Orta Asya hiç bir zaman terk edilmemiştir. 
Türk, anayurt olan Orta Asya'dan itibaren dünya 
coğrafyası üzerinde geniş alana yayılmış. 
Türk kültürü de tarih ve coğrafyadaki çok 
boyutluluğa paralel olarak çeşitlenmiş farklı 
seviye ve birikimlerle zenginleşerek ve 
farklılaşarak ancak ilk kaynaktan gelen 
ortaklıklarını sürdürerek günümüze ulaşmıştır.
126
(G)ünlerce
G(Ö)steriler sürdü
Ko(Ç) burunlu, güneş başlıklı delikanlılar
Mey(D)anda gümbür, gümbür yarışırken
Nağm(E)ler, kopuzlardan kalplere aktı.
Kimse (S)usmadı. Konuştular söyleştiler.
Alaca a(T)lar sırtında sergilendi hünerler.
Bütün ah(A)li, coştukça coştu.
Kırkbiri(N)ci günün sabahına kadar
Yorulanlar (I)stirahata çekildi.
Beş kardeş
Işık Tigin
Asena 
Kağan oldu
Sırasıyla
Ve sonunda
Kağandı
Börte Çine Han
Yiğitlerin yiğidi
Gençlerin en korkusuzuydu
Fikirlerin en incesi ondadır
Kükreyip şahlandığı zaman
Altında beygir bile 
Utanır.
Sevişti
Dövüştü
Savaştı
Yurduna yurtlar ekledi.
Gel zaman git zaman
127
Geldi uçma vakti.
Çinliler şaşkın
Çinliler düşkün
Çinliler perişan
Çinliler umutlu
Börte Çine öldü diye
Çinliler mutlu
Kayan Tigin Hakan oldu
Nihayet düşman
Umduğunu buldu!
Bir fırsatını bulup
Kutlu Dağı’nı
Türklerin elinden aldılar.
Ve
Sıra
Gelmişti
Buğu Hana
Hanların hanı
Canların canıydı
Buğu Han’ın karşısında
Duramayan dize gelir
Oynadı mı kılıç kından
Vuramayan ize gelir
Bulur elbet bir gün eden
Derin derin düşünceden
Yarın için hayal bile
Kuramayan öze gelir
128
Haram lokma yemez isen
‘’Halim yaman’’ demez isen
Salim başta bela gada
Aramayan bize gelir
Büyüdükçe büyüdü Türkeli
Türkelinde çeriler yürüdü 
Yürüdü doğu, batı, kuzey, güney dört yana
Yana yana kimler yana
Yanağına buse kona
Konağına düşman dikmiş gözünü
Özünü bağladı Türkeli Buğu Han’a
……….O da,
………...Kendinden öncekilerin
………….Yarım kalmış işlerini tamamladı.
…………..Çinliler yine şaşkın
…………...Çinliler yine düşkün
………….…Çinliler yine perişan
……………...Yaman çıkmıştı Buğu Han
Çin elinde
Kutlu Dağ derler 
Çorak, yassı bir dağ vardı.
Ama değeri büyük
Kutsal mı kutsal bir dağdı.
Dövüşerek aldı
Çinlilerin elinden bu dağı
Çinliler daha da şaşkın
Çinliler daha da düşkün
Çinliler daha da perişan
129
Ve 
Düşman
Başıboş, 
Sarhoş ülke
Bilmesin diye
Gözünü kırpmazmış
Ulu Kağan Buğu Han
Pis kargalar gibi hemen
Üşüşmesinler diyerekten
Kimse görmezmiş uyuduğunu.
Türk ilinin insanları uyusa da 
Hiçbir zaman uyutmazmış askerini
Yumruğu demirden olan bu ulu Kağan
……….Kutlu Dağı ellerinden kaptıran Çinliler
………..Kara, kara düşünmeye başladılar
…………Aşağı tükürseler sakal
…………Yukarı tükürseler bıyık
…………..İkisinden birini
……………Ya kesecekler
…………….Ya da
……………..Tükürmek için bir yol bulacaklardı.
Doğudan
Batıya kadar
Kuzeyden tut güneye
Genişledikçe Türk illeri
Hazmedemeyenler planlar kurdu
‘’Artık yok olmalı Türk yurdu
Düşmanımın düşmanı 
Dostumdur’’ diyen
130
……….Düşmandı.
………..Cesaretleri yoktu
…………Yenemediler erkekçe
………….Kılıçları bile kında titriyordu
…………..Buğu Han’ı görünce
Ozanlar vardı
Kopuz ile 
Tar ile
Yanıyordu 
Yürekleri har ile
Çaldılar 
Çaldılar
Çaldılar ve söylediler
‘’Bizim erler uyusun nenni
Uyusun da büyüsün nenni
Tıpış tıpış yürüsün nenni’’
Böyle dediler.
At ayağı çabuk
Ozan dili çevik olurmuş.
*
……….Günler gecelerin, 
………..Geceler günlerin ardından koştu.
…………Heyy oğul heyy
………….Hey ki ne hey
…………..Gün yerini aya
……………Ay yerini yıldızlara bırakıyordu.
…………….Gel zaman
……………..Git zaman
131
………………Düşmanın beklediği gün gelip çattı!
Kırk sene yönetti Buğu, daima düşmanlarına
Korkuları saldı Kağan, büyüterek ülkesini
Kattı doğudan, batıdan yani güneyden, kuzeye
Ülkeyi genişleterek yürüdü hep atı ile
Beklemeye başladılar Buğu Han’ın ölmesini
Zevk, sefaya düşkününün ulu Kağan olmasını
Yıllar nasıl gelip geçti, ölüm kapıya dayandı
Buğu Han’ın ölümüyle canlar acıya boyandı
Dostlar ağlarken düşmanlar, bu ölüme sevindiler
Türkler, Yuliğ Tigin’in kağanlığıyla avundular
Kırk
Sene
Sonunda
Göçtü gitti 
Hanların Hanı
Bir büyük Buğu Han
Yıkılmaz yurt bıraktı
Kendinden sonra gelene
Yer, gök ağlıyordu ardından
Ozan değil
Dil değil
Gönül değil
Bir koca millet
Bir ulu soy
Sonsuz kâinat ağlıyordu
132
Buğu Han’ın ardından
Sıra Yuliğ Tigin’e geldi
Buğu Han’dan sonra
O da Hakan oldu
Korumak, kollamaktı
Kendisine bırakılan yurdu.
Gel
Gelelim
Düşman boş durmaz
Cirit atmaya başlar
Türkelinde Çin’li casuslar
Köklerine kibrit suyu dökmeye
Yemin etti Yuluğ Tigin Han
Köşe bucak kaçtılar
Çinli casuslar
Divan kurdular
Ulu Çin büyükleri
Karar verdiler
Hediye yollamaya
Toparladılar
Gümüş, altın ve varsa
Ganimetlere
Kıü Lien ekleyip
Sarı dilberi
Cariye olaraktan
133
Armağan diye
Yolladılar Hakan’a
Çin Prensesi Kıü Lien
Güzelliği dillere destan
Bu güzelin uğruna
Nice bin Çin genci
Deli, divane olup
Birbirine düştü.
Oğullarına almak için
Çin beyleri bile yarıştı
Prensesin güzelliği
Dillere destan olmuş
Türkellerinde bile
Ardından türküler yakılmış.
Yıllar yılı Çinliler sinsice durdular
İçten içe kinliler çok kafa yordular
Gün geldi Yuluğ Han’a bir sarışın güzel
Kızlar ile ünlüler, gün kızı verdiler.
……….Yuluğ Tigin Hakan’ın
………..Salur Han adında
…………Bir yiğit şahbaz oğlu vardır
………….Çin güzelini görür görmez
…………..O sarı güneşin sarı ışıktan oklarıyla
……………Vurulur yüreğinden.
…………….Yakar ışıklarıyla
……………..Salur Han’ı
………………Sarışın Çin ateşi.
Zengin armağanlar arasında
Arasında bir dilber oturmuş
134
Oturmuş Çin güneşi
Güneşi bile eritir bakışı
Bakışı yakar gören gözü
Gözü çıksın Salur Han’ın
Han’ın gönlü alev, alev yangın
Yangın yerine dönmüş Kağan’ın oğlu
Oğlu tahtın tek varisi.
Yak kınayı eline, Çinli girmiş düşüne
Yak ağıtı diline, şimdi az bir düşüne
Ölmede bu yüzüne siyahlar sürüne
Ölme, de hadi be sürüm, sürüm sürüne
……….Salur Han’ın aşkı, tez elden duyulur
………..Duyulur da durmak olur mu hiç
…………Hiç kimse razı gelmedi bu işe
……….. ‘’İşe nerden başlamalı’’ diyerek düşündüler
…………..Düşündüler, taşındılar
……………Taşındılar saraya, ‘’Olmaz bu iş’’ dediler
…………….Dediler de kim dinler.
…………….… ‘’Dinler, kitaplar yazmaz bunu.
……………...….Bunu biri çözsün
……………….….Çözsün de huzuru bulalım’’
………………..Dediler,
Dediler de;
Aşk bu, söz dinler mi hiç?
Kör kuyulardan su çıkartır.
Bir düşerse yüreğe yakar, yakar,
Yakar, çıkıp kendi seyrine bakar
Salur Han
O günden sonra
135
Sarı ışıktan başkasını görmez oldu
Bütün Türkelinin gökleri maviliğini,
Geceleri yanıp sönen pırıltısını yitirdi.
Parlayan gözler
Alev hüznüyle doldu.
Bir garip soluş
Sanki yok oldu
Salur Han’ın
Sarı ışık çevresinde döndüğünü görenlerin
Yürekleri derinden derine burkuldu.
Ülkesini sevenin yüreğini seveyim
Ben nesini öveyim bu dizini dövenin
Öp elini, güvenin değerini bilenin
Uğruna feda canım taşına bu vatanın
Hakkı yerde yatanın, sitemi bana canım
Bayrağıma nişanım, yeri hani öleni?
Ve
Salur Han
Çin güneşiyle
Dünya evine girdi.
Günlerce çıkmadı dışarı
Kalkmadı güneşin sarı döşünden
Salur Han artık
Bir Çinliye vuruldu
Sarı güneşi
Alır almaz sarıldı
Bütün Türkeli
136
Her yerinden kırıldı
Kağan oğluna
Canlı, cansız darıldı
Köklü bir soya
Kara leke sürüldü
……….Türk
………..Kağan
…………Kahrından
………….Şaşkınlıktan
…………..Sararıp soldu.
……………Yaptığına pişman
…………….Önceden ululaşan
……………..Atalarının yanına
………………Varmak için yüz bulamadı
……………….Her gün biraz sararan ulu Han
……………….. Nihayet utancından öldü
Kıü Lien Hakan’a sokuldu yavaş, yavaş
İblis yumuşaklığıyla korkutmadan onu
Sardı sarı ışığı, hiç düşünmeden sonu
Kından çıkmadı kılıç, yapılmadı hiç savaş
Aslanın yelesini habersizce kestiler
Sarı ışığın sararışı şaşırttı Han’ı
Damla damla çekildi, damarındaki kanı
Çakallar düze indi, kurtlar sesi kestiler
Salur Han’ın gözüne kimse görünmez oldu
Titretirdi bir zaman, nerde pençeyi takış
Çin, ışığı söndürdü, kayboldu kurtça bakış.
137
Yeryüzünü titreten yiğidim şimdi soldu
Babası Yuluğ Tigin, erken öldü acıdan
Salur Han hiçbir zaman kurtulmadı geceden
……….Baba kağan ölünce
………..Kağan oldu Salur Han
…………Düşmanın istediği
………….Olmuştu sonunda
…………..Han’ın gözü
…………...Görmüyordu sarı güneşten başkasını
Ne halkı,
Ne de üzerine bastığı
Yurt diye bildiği
Havasını çekip
Suyun içtiği Vatanını
Unutmuştu her bir şeyi!
Unutmuştu kendini!
Unutmuştu özünü!
Unutmuştu sözünü!
Şeytan görsün yüzünü!
………Velhasıl 
………Çinliler
………Kutlu Dağı
………Kayan Hakan’a kaptırınca,
………Bu dağ ile birlikte
………Dirlik ve düzenlerinin kaybolduğuna inandılar.
………Yuluğ Tigin Hakan ölünce
………Prenses Kıü Lien
………Kandırdı Salur Han’ı
………Kurdu otağını Hatun Dağına
138
Çinliler
Din uluları
Elçileri ile birlikte
Konakladılar Prensesin otağına
Ağzından girip
Burnundan çıktılar.
‘’Sarı kucağında yatmadı bir Çinli
Kurt soyuna yer verdiysen
Şimdi karşılığını almak içindi.
Sen bir savaşın öncüsüsün
Kutlu Dağı’nın kutsal kayasını
Gönder ana yurdu
Çin eline’’ dediler.
Güneş
Sarı güneş
Korkak şeytan
Boş Han yüreğini
Dağladıkça dağladı
Bağladıkça bağladı.
Salur han’dan başka
Bütün Türkeli
Dağ taş
Yer gök
Ağladı, ağladı, ağladı…
Ağlamayan bir Salur Han’dı
139
O
Çin güzeliyle bir hoş
Çin güzeliyle sarhoş
Sarı şeytandan başak
Yoktu yüreğinde 
Özü boş
Sözü boş.
Yağan yağmurun hükmü yoktu
Toprak bile kahırlanmıştı,
Salur Han
Bir ağızsız, dilsiz olmuş
Yoksul kula dönmüş
Kör at misali
Dön babam dön
Çin güneşinin çevresinde.
Düşman, düşmandı
Çin elinden kalktı
Kara karga misali
Geldi Kutlu Dağı’nın
Kutlu kayasının başına kondu.
Bütün çirkinlikleri
Bütün çiğlikleriyle
Çullandılar kayaya.
Aman kaya
Canım kaya
Vatanın bir parçası
Tanrı Ülgen’in ışığıydı
Mavilerin mavisi
Kurt bakışıydı.
140
Kara karga bulutu, Kutlu Dağı’na yağdı
Yağdı erittikleri, kara katran döktüler
Çullandılar kayaya, bakışları çok çirkin
Çirkinin bu kutsal dağı, yok etmeğe andı vardı
Ve 
Kaya 
Direndi.
Kök salarak
Sanki canlandı.
Yapıştı toprağa.
Mümkünü yok sökmenin
Bölmek için Çinliler, çullandılar kayaya
Kılıçla dövüşerek, ağır gelmişti ölmek
Kutlu Dağ eteğine, odunları yığdılar
Boğdular kör dumana, yakarak kızıl ateş
Ateşe karşı koyup Kutlu Dağı direndi
‘’Oyy Salur Han, Salur Han’’, sesleriyle inledi
Aradı, arandı su, su diyerek yalvardı!
Anladı ki satılmış, Kutlu kaya düşmana.
Yine de
Oturdu toprağa 
Oturdu kalkmadı
Yapıştı kopmadı.
Gaflete
Dalalete
Ve hatta,
İhanete rağmen
Kaya kendince direndi.
141
Düşman
Düşman olmuş 
İhaneti fırsat bilmiş
Ne yapar ne eder
Sökmek için bu kutsal taşı
Bir yolunu bulacaktır.
Sökemeyeceklerini anlayınca
Çinliler kayaya yağ sürüp hemen
Testiler dolusu sirke döktüler
Kaplayınca göğü simsiyah duman
Kahkahaları salıp da baktılar
Kahrından bu kaya, ağlayıp solar
Türklerin vatanı kimlerin, aman! 
Düşmanın eline geçti tüm sular
Düştüler oyuna, bir yenik zaman
Gayrı düşmana geçerse ol yular
Kaç mı, göç mü görünür? Halin yaman!
Bir
Deli
Sevinci içinde
Çığlıklar atarak
Barbarlar bağırıyorlardı.
Parçalanan kayaları
Kaptıkları gibi
Çin eline kaçırdılar.
Kızgın kaya parçaları
Kiminin ellerini
Kiminin ayağını
Kiminin böğrünü
Yaksa da aldırış etmediler.
142
Bütün kaya parçalarını
Bir, bir taşıdılar Çin eline.
Hayvan bile kahrından, iki gözünden oldu
Türk elinde kadının güzelliği kayboldu
Yağmursuz kaldı toprak, merhametsiz bulutlar
Bütün otlar, ağaçlar, yemiş vermez pelitler
Kapılara vuruldu, açılmıyor kilitler
Hayvan bile kahrından, iki gözünden oldu
Yeniden filiz, filiz, hiçbir ağaç bitmedi
Tükenmeye başladı nesli, kuşlar ötmedi
Kocasına kadınlar sarılıp da yatmadı
Türk elinde kadının güzelliği kayboldu
Türkeli garip
Türkeli ıssız
Türkeli yalnız
Sanki gök uzaklaşmış
Ağaçlar küçülmüş
Hatun Dağı küçülmüş
Tanrı Dağı küçülmüş
Hulin Dağı küçülmüş
Kutlu Dağı küçülmüş
Tuğla nehri
Selenge nehri 
Suyunu keser gibi
Donup kalmış
Sanki uyumuş.
143
Yer, gök
Canlı, cansız ne varsa Türkelinde
‘’Kutlu Dağı, Kutlu Dağı yitirdik
Kutlu Dağın otağını yitirdik
Gözlerimizi, ellerimizi aldılar’’ 
Diyerek haykırıyorlardı,
………Ve
……….Çinli kadının, 
………..Çinli gözlerine 
…………Satılan bir yurt taşına ağlıyorlardı.
Haykırmayan,
Susan
Bir kenarda
Tek başına pusan 
Bir tek Salur Han’dı.
………Çin Güneşi
……….Dişi köpeğin ihaneti
………..Yedi bitirdi Han’ı
…………Yalnız kalmış.
………….Terk edilmiş
…………..Dövülmüş
……………Sövülmüş gibiydi.
Kutlu Dağın Kutlu Kayası 
Dokuz gün olmuştu satılalı.
Gün ağlayarak
Kanlı türküyle doğarken
Salur Han, 
Kendisini asarak,
Ölümlerin en kötüsüyle öldü!
144
Baş, boş kalmayacak elbette.
Yerine yeğeni geçti.
Yurdun boynu büküktü
Yetimliği
Boynu büküklüğü
Ne yapsalar 
Ne etseler bir türlü geçmedi.
Yaşlıydı Salur Han’ın yeğeni
Dayanamadı acıya, tez öldü.
Tam bu noktada,
Koca divan sazını dayayarak göğsüne
Bir ozan çıka geldi
Konuşturdu tellerini 
Dedi ki ağam hey !:
“Çin’den gelir iken yaptı
Planı Çin Güneşi.
Kendisinde gizlemişti
Yalanı Çin Güneşi.
Türk Hakana hanım oldu
Halka saldı velvele
Kendi fikrine döndürdü
Alanı Çin Güneşi.
Sihirli gözlere baktı yarınını unuttu
Anlamadı ellerinden ne zehirleri yuttu
Saçlarını yorgan etti, kollarında uyuttu
145
Kağanın koynuna koydu 
Yılanı Çin Güneşi
Çin güneşi yâr yâr…
Türk halkının başındaki tükenmeyen bir dertti
Bilmediler namert doğan tarih boyu namertti
Koskoca Dağı yarıp da Çin yurduna göndertti
Kutlu Kaya’dan başlattı
Talanı Çin Güneşi
Çin güneşi yâr yâr…
Bizim Ozan, bizim yürek, bizim ses
Dokunmaya devam etti tellere
Görelim yiğidim neler demiş?
Neler söylemiş bugüne ve yarınlara
İşitelim hanım ey !
Geçmişten örnek al, geleceğe bak
Yeter asırlardır yattığın oğul!
Bunca zaman sona ermedi nifak
Düşman etmez senin ettiğin oğul
Oğul oğul can oğul,
Türk iline han oğul!
Bildiğin doğruyu eğri söyledin
Koca Ulus asla bölünmez dedin
Senelerdir yetim hakkını yedin
Yetmedi mi haram yuttuğun oğul
Oğul oğul han oğul,
Gönlüme sultan oğul!
146
Yavrumuzu türkülerle beledik
Üzerine gözyaşını çiledik
Her yanını kanımızla suladık
Şehit yurdu senin sattığın oğul
Oğul oğul can oğul,
Olma sakın perişan oğul!
El ağzıyla bataklığı boyladın
Türkümüzü el ağzıyla söyledin
Kendi çıkarına meyil eyledin
Yeter işkembeden attığın oğul
Oğul oğul han oğul,
Davacı olur billah
Damarında kan oğul!”
*
Yıllar yılları kovaladı
Hakanlar geldi
Hakanlar geçti
Su çekildi
Toprak kurudu
Ve 
Bir gün
Derinden
Sesler geldi
Çığlık içinde
‘’Göç, göç’’ sesi geldi.
Dağı taşı göç sesleri bürüdü
Daha orda durulur mu, su yoksa?
Göç, göç diye köpek bile ürüdü
Canlar boşa yorulur mu, su yoksa?
147
………Bedeninde 
…….…Damar, damar
………..Dolaşarak her zerrenin
…………Cana can veren
………….Su değil mi?
Çöreklendi dört biryana kuraklık
Koca yazı birden bire oldu çoraklık
Yürekleri sarar ise burukluk
Menziline varılır mı su yoksa?
………Ateş yanmaz
……….Duman tütmez
………..Toprak yarık
…………Toprakta can bitmez
………….Hava sıcak
…………..Bulutlar düşman gözyaşına
Ne ses vardır nede seda hanlarda
Yaşayacak hal kalmadı canlarda
Sıhhatin elden gittiği anlarda
Hiç yaralar sarılır mı su yoksa?
……….Hava, su, ateş, Toprak
……….Dört unsurun biri yoksa
………..Yaşanır mı bu dünyada
…………Al başını
………….Var git!
…………..Nereye gidersen
………Küçücük bir kaya parçası
………Neler ediyor neler bakın.
148
İnleyip geliyor yedi kat yerden
Duyuluyor göç, göç diye
Yüreklere düşen alev hardan
Duyuluyor göç, göç diye
Unutulup gitti yaşanan kinler
Can taşıyor her şey ‘’Su’’ diye inler
Karakış, zemheri ayında canlar
Bayılıyor göç, göç diye
Bir gün volkan gibi sabır patlayıp
Yerlerin hıncını iki katlayıp
Ayaklar altında toprak çatlayıp
Oyuluyor göç, göç diye.
Çare bulmak için susmaz dillere
Gitmek düştü başka, başka illere
Bir ulus top yekin düştü yollara
Koyuluyor göç, göç diye.
……….Yol alındıkça
………..Kesilir oldu sesler.
………...Ne zaman 
………….Bitkin düşüp
…………..Dinlenmek için durulsa
…………...Duyuluyor
…………….Yayılıyor göç, göç, diye.
Kaya deyip geçme sakın milletin malı
Karanlıklar diyarında hainlik vardır
Vatan senin her şeyindir, yeşili-alı
Ana, avrat, kız kardeşin namus ve ardır
……….Ufukların ötesinde yüce dağ kardır
149
………..Ulaşsan da kimi zaman yolları dardır
…………Ölsen bile sarıldığın topraklar yârdır
Bütün dağlar taşlar, göç diye bağırdı
Terk ediliyor ata diyarı yurtlar
Taa uzaklardan su Türkleri çağırdı
Acı yıllar geçer, unutulur dertler.
……….Üveyik bakışlı, alaca atları
………...Yüklediler yükü, bırakıp yurtları
…………..Göç, göç, göç, dedikçe büyüdü dertleri
Yerlerden göklerden sesler geldikçe
Günlerce yürüdü yollarda ulus
Eteğine düşkün Kağan oldukça
Perişan hallere düşüyor ulus
……….Gide, gide artık yollar bitmiyor
…………Kundaktaki çocuk bile yatmıyor
……….....Gidildikçe hala kuşlar ötmüyor
Hoçu yakınlarında 
Bir dağının doruğunda
Yarım ay doğdu
Yarım ayın içinde
Gölge gibi
Belirdi bir gök börü başı
Avaz, avaz bağırmaya başladı
Cihan cihan olalı
Böyle uğultu duymadı.
‘’Göç ha göç,
Durma göç
150
Oturma göç
Yeni yurtlar
Yeni sular bulana kadar
Göç ha göç’’
Der gibiydi.
……….Ses bir anda sustu
……….Yankılar sustu
………...Karanlıklar sustu
………….Dağlar, taşlar sustu
...………..Sustu yaslı türküler
…………...Hayra değildi bu susuş
…………….Oturup beklediler
……………..Endişe
……….……..Telaş 
……………….Korku içinde
Ve 
Dört bir yandan
Havadan
Karadan
Derinlerden
Çır, çır çığrıştı;
‘‘Göç, göç, göç’’
Sesleri.
Sanki yer, gök çalkalanıyordu
Toplandı
Ak saçlı bilgeler;
‘’Yürüyelim’’ dediler.
……….Yürüdüler
………..Yürüdüler
…………Yürüdüler…
151
Sonunda 
Göç sesler kesildi.
Beş koldan gelen akın
Ovaya konup,
Beş koldan yayıldılar.
Beş mahalle kurup yerleştiler.
Bu yerin adını da
“Beş Balıg” koydular.
Burada yaşayıp çoğaldılar
Bütün vefasızlığı, 
Satılan yurt parçasını
Unutmuş gibi görünseler de
Unutmadılar asla
Yeni doğan her bebeye
İhanetin bedelini
Uzun, uzun anlatıp
Günümüze ulaştırdılar,
…………….Bir ozan çıkar şimdi meydana
……………. Vurur sazının tellerine
……………..Çalar, inletir meydanları
……………..Görelim ne söyler :
“Kulak verilseydi ozan sözüne
Türkler tarih boyu yorulmaz idi
Ayaklar uysaydı başın izine
Öz vatanlarından sürülmez idi
Sürülmez idi fidanım ey
Sürülmez idi!...
152
Gönüllerde barış közü yaksaydı
Sularımız sevgi ile aksaydı
Herkes benliğine sahip çıksaydı
Bunca kara günler görülmez idi
Görülmez idi ay balam hey
Görülmez idi!...
Dedem Korkut kopuzunu çalmazsa
Dinleyenler bundan hisse almazsa
Bütün Dünya Türk’e düşman olmazsa
Atlara eğerler vurulmaz idi.
Vurulmaz idi civanım ey
Vurulmaz idi!..
Bizler tarih boyu iz sürüseydik
Eğri fikirleri düz yürüseydik
Kendimizde kalıp öz yürüseydik
Şimdiki yanlışlar sorulmaz idi.
Sorulmaz idi Yiğidim hey!
Sorulmaz idi!..
153
Satuk Buğra Han DESTANI 
Türkler, asırlardır tek Tanrılı dinlere inanmışlar, 
Tanrı’nın etrafından töre ve kutsallarını 
dokumuşlar. O inançta Peygamber denen olgu 
yoktu. Bilge kişiler, önderler, Ozanlar ve Dede 
Korkut’lar vardı.
Şimdi ise hem tek Tanrı, hem de Peygamber var. 
Eğer peygamber kendi ulusundan değilse 
destanlarda, efsanelerde kahramanlarını 
peygamber mertebesine getirip onun seviyesine 
çıkartarak kahramanına kutsallık 
kazandırmışlardır.
154
(S)evgidir işin aslı
H(A)lk isterse
Ku(T)sallık kazandırır olaylara
Olm(U)şu abartarak şişirir
Ve de (K)ahramanını
Kendi (B)üyütür
İsterse (U)lulaştırır
Öyle do(Ğ)a üstü olaylarla süsler
Doğurtu(R) ağaçtan insanı
Yürütür d(A)ğı, konuşturur taşı.
Efsaneler, (D)estanlar
Abartarak g(E)rçeği 
Bağlar doğaü(S)tü olaylara.
Olmamış olmuş(T)ur
Ve bu halkın muh(A)yyilesi
Öyle arzuladığı(N)dan
Gök yere inip, yer ç(I)kmıştır göğe.
Ve
Bir gün
Gelince
Yüce insan
Peygamberimiz
Hazreti Muhammet
Miraç’a çıktığında
Peygamberler arasında
Birisi vardır tanıyamaz
‘’Ulu kişi kimdir’’ diye sorar
‘’Bu ulu kişi peygamber değildir’’
Der Cebrail, Hazreti Muhammet’e
155
‘’Siz öldükten tam üçyüz yıl sonra
İslam dinini Türkistan’da
Yayacak Türk kahramanı’’
Muhammet çok sevindi
Sahabelerine 
Anlatır bunu
Merak eder
Onlar da
‘’Görelim’’
Derler.
Israr ederler
‘’Görelim
Görelim
Ya Muhammet görelim!’’
………..Peygamber 
…………Dualar eder
………….Göstermeyi arzular
…………..Olan olur nihayetinde;
…………...Birden karşılarında kırk silahlı
…………....Belirdi o an kırk atlı
…………….Başlarında bir yiğit
…………….. Hanların Han’ı
………………Göründü 
………………. Satuk Buğra Han
……………….. Kırk arkadaşıyla
………………...Selam verip geçtiler.
Artık Miraç’a
Peygamber çıkar sanma
Halk isterse
Eğer peygamber de
156
Yoksa ulusundan
Kahramanını
Her kılığa sokar Halk
ve
Çıkartır onu 
İstediği makama
*
O günlerde Kaşgar’ da bir çocuk doğup geldi.
Bahtı açık çocuğun, Adı Satuk Han oldu.
Gün oldu devran döndü, yapıldı çok savaşlar
Nice tahtlar yıkıldı, kesildi birçok başlar
Kimi adalet arar, kimi akıtır yaşlar
O günlerde Kaşgar’da bir çocuk doğup geldi.
Kağan’ın çocuğuna bütün Kaşgar sevindi
Ulu kağan bu erkek çocuğuyla övündü
Gel gelelim falcılar, büyücüler dövündü
Bahtı açık çocuğun, Adı Satuk Han oldu.
*
Doğan da hey doğanda!
Kağan oğlu doğanda
Yeryüzüne göklerden
Bin müjdedir yağanda
Nicedir övündükçe
Milyon sevinç kağanda
…………..Birlik olur, bir olur
…………..Atanda yeni şafak
157
…………..Otağlara yağar nur
…………..Seherler nazlı bayrak
Doğanda hey doğanda
Doğandan ay doğanda
Tez elden bahar insin
Kıl çadıra bu yanda
Olmalı, olacaklar olmalı
Işıktan oklar ile
Karanlık vurulmalı
……………..Töredir bu, vazgeçilmez
……………..Koçlarım kesilmeli 
……………..Doğan gün bizim ise
……………..Geceleri silmeli…
*
Doğdu ya kağan oğlu, bırakır mı falcılar?
Falcıların fallarında çıkmış geleceği
Geleceği pek parlak değilmiş güya
Güya Müslüman olacakmış bu çocuk
‘’Çocuğu hemen öldürelim’’ demişler.
Demişler demesine, haber gitmiş anasına
Anasına söz geçirememiş Ulu Kağan
Kağan’a yalvar, yakar ağlamış
Ağlamış, sızlamış ve; ‘’Eğer bir gün
Gün gelir de Müslüman olursa
Olursa o gün öldürün’’ demiş.
Demiş de, dediği kabul görmüş.
……….Gel
………..Zaman
158
…………Git zaman
………….Yavaş, yavaş
…………..Büyür, gelişir
……………Korkusuz ve cesur
…………….Gözü pek çocuk olur.
Daha on iki yaşında, Satuk Buğra ava çıktı
Ve o tavşanı görünce, düşüp ardı sıra koştu
Aniden peşine gitti, bu tavşan özüne döndü
Oracıkta onu gördü, Hızır olduğunu bildi
Dinler can kulağıyla, verdiği öğütleri
Sözler verir Hızır’a, Türk’ün yetişen eri.
Kim tutabilir söylen, Hakkına verse seri?
Bu öğütlerle içten içe tutuşan eri
‘’Hakk’ı uğruna verirse seri’’
Biz dedik de gerçek nasıl?
Dedik ya
Halk isterse kahramanının 
Ağzından alev çıkartır
Ya da 
Giydiriverir ona bir hayvan abası.
Bu da yetmez kimi zaman
Yükseltir Peygamber mertebesine
Halk bunları yaparken
Dönelim destanın özüne
Ben anlatayım
Siz dinleyin
Gerçek Satuk Buğra Han’ı
159
Kırgızların saldırganca tutumu
Uygurları parçalayıp bitirdi
Karluk, Çiğil, Yağma boyu birleşti
Tarihe yeni bir devlet getirdi
……….Bilge Kül Kadir Han
………..Topladı yiğitlerini
………...Çekti kılıcını
………….Devam ettirmek için Hanlığı
…………..Kurdu Karahanlı Devletini
…………...İlan etti Kağanlığı.
Moğolistan, Çin ve Aral gölünde
Bu coğrafya yine Türk’ün elinde
Kurulmuştu sekizyüz kırk yılında
Bilge Kül Kadir Han tahta oturdu
……….Sır Deryası
………..Çu nehrinin arası
…………Yaşadılar 
………….Talaş nehri boyunda
…………..İndiler
……………Güneye
…………….Güney doğuya
Yıllarca at sürdüler 
Meydan meydan savaş gözetmekten
Zamanın akışını göremez olmuş insan
Yaşlılık, çoktan kapısını çalmış
160
Biz
Sözü
Fazlaca
Uzatmadan
Öze gelelim.
Bir oğlan doğurur
Bezir Han’ın karısı
Bayram eder bütün Türkler.
‘’Tahta varis geldi’’ diyerek.
Kısa sürer bu sevinçleri
Ağıtlar başlar Türkellerinde
‘’Bezir Han erkence öldü’’ diyerek
Kardeşi Bezir öldü, Han’ın tahtı boş kaldı.
Töre gereği aldı kardeşin karısını
Amcasına eş oldu, Satuk Buğra sırdaşı
Yarasını kalbinde öfkesiyle bastırdı.
……….Bastırarak yaşamaya başladılar
………..Başladılar çekişmeye
…………Çekişmeye görsün insan
………….İnsan neler açarmış başına
…………..Başına gelenleri
……………Gelenleri göremez
…………….Göremez gözünün önünü
Kül Kadir Han ölünce tahtına Bezir Han geçti
Eş Kağanlığı seçti Oğulcuk, töre var önce
Fikri ince mi ince, beklemeye koyuldu.
Satuk Buğra Han’ın babası ölür
Törelere uyar anne
161
Kayın biraderi eş edip alır
Kara günler sayar anne
Törelerin acımasız kuralı
Dinlemiyor kraliçe, kralı
Çaresizce yüreğinden yaralı
Oğul sesi duyar anne
Ve 
Geçti
Tahtına 
Oğulcuk Han
Yeğeni olan
Satuk Buğra Han’ı
Aldı himayesinde.
Kendi terbiyesi ile
Baktı, büyüttü yeğenini
*
……….Bu arada 
………..Müslüman Samanlı Şehzadeler
………...Kendi aralarında
………….Anlaşmazlığa düştüler.
…………..Nasır Bin Ahmet
……………Kaçıp sığındı
…………….Oğulcuk Kadir Han’a
……………..Oğulcuk Han’da
……….……..Artuç ilinin idaresini
……….………Tutup verdi Nasır’a
Nasır Bin Ahmet’le 
Satuk Buğra Han
162
On iki yaşında iken buluştu
Tanışarak dost oldu bu iki can
İkisi de birbirine alıştı
Mıknatıs misali bir güç oluştu
Değişime girdi çocuk an be an
Gözünde değildi ne şöhret ne şan
Bu ne hikmet, söyleyin bu ne işti?
Su yolunu buldu, ağarıyor tan
Abdülkerim adında bir Müslüman
Oldu Abdülkerim Satuk Buğra Han.
Aman deyin ordan burdan
Zaman gelip geçti birden
Yiğit oldu Satuk Buğra
Tuğlardaki özlem bitsin
Yaşı yirmibeş olunca
İşi sağlama alınca
‘’Müslüman oldum’’ diyerek
Bağlarda bülbül ötsün
*
Bir kayanın erimesi ne ise
Bir insanın inanması işte o.
Yanardağın volkanına bak hele
Bir insanın iman edip
Ateş-i aşk da 
Duman duman tütüp
Can evinden yanması
İşte o…
İşte o
Kağan soyu, otağ otağ derleyen
163
Zerreleri umman edip birleyen
İşte o
Yüreklere yelken açıp bir anda
Gönül kıyılarında
Mola verip demirleyen
İşte o…
O’nda sen, sen de ben
Ben de yüzyılların uğultusu
Evvel sensin, ezel sensin ben ise
Benden bana yürüyen bir sefil yolcu
Zamanı toz edip savuran sensin
Dağ eritip çıkan sensin
Çağ değişsin seni ansın
Yaptığınla övünerek
Sağlar düğün bayram etsin
Haksız kavgalar olmuş, demesen de, desen de
Hak sızlar, topraklarda gördüğü al desende
Ok-u kalleş zalimin, saplı durur sırtında
Oku demiş yaradan, çıkan seste sır, tında
Ve 
Kardeş 
Kardeşi 
Tanımıyor
Nelere tanık
Geçen kanlı çağ
Kim gülerken, kim ağlar
Şahit olmuş buna dağlar
164
Yetmez ki iki şahit
Yalanı kim bağlar
Yaşayan sağlar
Duyup görsün
Erisin 
Yağlar
Bak!
Sır kimdedir bilinmez, girdabına çekerse
Eritir tüm taşları, tutuşturur dağları
Aşar bütün engeli, tutup söker ağları
O gizemi bir kişinin yüreğine ekerse.
Dağ başında kar olsa, güneş vurup eritir
Eteğinden akarak ulaşacak denize
Olmayanın ardında, rastlanmaz hiçbir ize
Kimse bilmez bu gücü, kuru deri yürütür
Kılıcıyla saz çalar, türkü söyler atları
Semahtayken gök kubbe, toz dumana katanlar
Aşka gelmiş oynuyor, meydanlarda yatanlar
Yer altından duyulur, yediğimin tatları
Kulak verin boş değil, ozanların narası
Bugünlerde hoş değil, başla ayak arası
Hep mazluma kesilir zalimin faturası
Bitmedi asırlardır dönekliğin yarası
Arası açılanla kaynaşma olmaz
……….Olmazsa birlik, olur mu dirlik
………..Dirlik, düzen kaybolunca ulusta
…………Ulusta karamsarlık başlar
………….Başlar başını görmezse eğer
165
…………..Eğer ulusun başını
…………...Başını ezmek kolay olmaz
…………….Olmaz demen sakın
……………..Sakın!
*
Her gün
Biraz daha güçlenen
Güçlendikçe fetihler yapan
Yaptığı her savaşta galip gelen
Abdülkerim Satuk Buğra Han
Frengi savaşıyla 
Atbaşı kalesini fetheder.
Kalkıp amcasına gelir
Gelir de…
Satuk Han amcasını İslam’a çağırdı
Kağan duymaz sesini, sanki o sağırdı
Ve meydanda savaşarak o amcasıyla
Tutan olmaz yasını, yumruğu ağırdı
……….Ve
………..Amcası
………...Öldürülünce
………….Hükümdar oldu Satuk.
…………..İslam’ı yaydı Türk eline
Kılıcını kuşanarak bindi atına
Karşısına çıkanlarla bir bir savaştı
Gök gürledi, şimşek çaktı, koptu fırtına
Çağlayarak meydanlarda nice engeller aştı
………..Kılıcını sarıp, yaren diye sevişti.
…………Çizdiği yolda amacına kavuştu.
166
Ağzından çıkan söz, ateş olup yaktı
Gücün karşısında eğilmez mi başlar?
Kılıç gözlerinde uzayarak aktı
Bilmem ki yerinden oynamaz mı taşlar?
……….Yıkarken ocaklar, kurdu birçok evi
………..Kılıcın kayması, bir sözün alevi
………...Oluşturdu Satuk Buğra gibi devi
*
Devler vardır sığmaz 
Sığmaz tarih denen hadiseye
Devler vardır sığmaz
Karınca yuvasında kaybolur gider
Ya keseceksin zaman ipini
Koparıp atacaksın bağını gökle yerin
Ya çevireceksin tersine atının nal iziyle
Çağların çevrilmeyen yüzünü
Ve dipten doruğa dolduracaksın
Bir ulusun
Gecesini gündüzünü
İşte o zaman seni
Ve senin türkülerini
Dile destan eder 
Bu iki yüzlü tarih.
İşte o zaman
Yeniden doğarsın, yeniden
Doğan her çocuğun adına 
Verilir adın
167
Ve
Unutulmazsın,
Unutulamazsın…
Satuk Buğra Han derler
Cihanı bir teknede yoğuracak olayı
Kendinde doğuran ilk ışık yolcusu işte
Zafer kalesini yükseltip sinesine
Sonra bayrağı oradan
Bütün bütün ülkesine
Işıtan, ışıyan o…
Ve
O günlerden beridir
Yılmadan, usanmadan
Bizi bize 
Taşıtan o, taşıyan o…
O tarih ki gönülde mertlik yakar ocaklar
Gelin görün ki zaman Türk soyunu kucaklar
Neden tersine dönmüş eksiklik neremizde?
Bu tarihi yazanlar, nereye asacaklar?
…………Büklüm büklüm mâziden âtiye akan ırmak
…………Miraçtan inip yere
………....Kutlu bir düzen kurmak
…………Arştan alıp bayrağı
…………Saatleri minarelerde, ilimle, aşkla
………….Türkçe yoğurmak
………….Ah ki ah..
…………..Ah ki ne ah!
168
O tarih ki kağanlar adaletten yanaydı
Anamın ellerini nakışlayan kınaydı
Gelin görün ki şimdi iz uydurup batıya
Bu zamanın tarihi, gerçekleri yasaklar
…Büklüm büklüm asırların göğsünden 
………. .Dolanan yollar
…………Yolları yollarda yol edip savuran
…………Bir kılıç, bir yumruk ve bir yürek
…………Kaşgar dolunayını dolayıp da ruhuna
…………Türkçe bir ses olup sisli sabahlara
…………İslâm’a Türk nakışlı süs katıp
………....Zamanı elleriyle 
…………Türkçe yoğurmak
………….Ah ki ah..
………….Ah ki ne ah!...
O tarih ki inandık âşık olduk İslâm’a
Sabah başlayan savaş tükenirdi akşama
Bu tarihte neleri anlatacağım ama
Riyâkâr buzu sarkar, yaprağında saçaklar
*
Ve
İlâhi bir emir ile
Yürüdü 
Doğudan, batıya
169
Kuzeyden, güneye..
Yürüdükçe önünde 
Diz çöktü diz; dört yön, dört yüz kere
İki cihan sevgilisi vardı sanki
At koşturan nefes nefese yanı başında
Sığmadı, sığamadı 
Göklere ve yerlere
……….Amuderya kıyısından başladı
………..Kış Kezekten, Karakurum düşledi
…………Çin eline savaş açıp kışladı
………….Bir baştan bir başa yaydı İslam’ı
…………..Doksan yaşını buldu
……………İlahi emir aldı
…………….Kalkıp Kaşgar’a geldi
……………..Orada öldü Satuk Buğra.
İnan, maya tutar mı döl almazsa bir dişi
Olana ister inan istersen inanma yan !
El âleme söyleme, sende kalsın gördüğün
Gör, düğün yeri olur, dirlik, birlik olursa.
Olursa eğer yeryüzü Cennet
Cennete gerek var mı bilinmez?
Bilinmezliğe düşerse insanoğlu
Oğlu tanımaz babasını.
*
170
Çağlar boyu İslâm’ın
Hem kılıcı, hem gülü
Bu yüce Türk Ulusu…
Açılanda avuçlar,
Amin diyende dudaklar
Satuk Buğra Han’dan
Dualar içinde dua saklar…
Dönende ağızda
Dönende bu dilimiz.
Ezan ezan toprağı
Kutlu kılan minaremiz
Ve
Biz…
Sonsuzdan sonsuza
Bizde ki biz…
 
171
İÇİNDEKİLER
2-Yaradılış Destanı………..…….………...4
3-Şu Destanı……………………...………32
4-Alp Er Tunga Destanı……….…….…..46
5-Oğuz Han Destanı………….………....76
6-Ergenekon Destanı…………...………100
7-Bozkurt Destanı…………….….….….115
8-Göç Destanı……………………...…...125
9-Satuk Buğra Han Destanı..……….…153

 
   
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden