BAĞREK DAĞI’NDAN AKDENİZ'E
Keskin’li Âşık HAYDARİ (Kaya ÖZLÜK)
Hayatı ve Tüm Eserleri
KAPAK ÇİZİMİ: Harun YİĞİT
Hazırlayan
Harun YİĞİT
TEŞEKKÜRLER
Âşık Haydari’ye omuz veren başta Kayseri’de Sabit İNCE hoca olmak üzere Şiirleri yeniden yazma konusunda bana yardımlarını esirgemeyen sevgili öykü yazarı Ali İrşi (İrşadi) ve Rukiye Orhan’a teşekkür ederim.
İletişim: yigit_harun@yahoo.de
KİTABIN İÇİNDEKİ KONULAR
1)ULUSAL ŞİİRLER
2)TOPLU ŞİİRLER
3)YÖRE VE BÖLGESEL ŞİİRLER
4)TAŞLAMALAR VE ELEŞTİREL ŞİİRLER
5)ÖĞÜT VE ÖNERİ ŞİİRLERİ
6)DEYİŞLER VE TASAVVUV ŞİİRLERİ
VASİYETİM
Bir meşe dibine mezarım kazın
Oturun yanıma bir bade süzün
Başımda taş varsa bir dörtlük yazın
İçinde çocuklar, köylerim olsun.
30 Yıllık uğraşımın tek amacı
Memleketimin güzelliği
İnsanlarımın mutluluğu
Politik hiçbir kaygım yoktur
Güzelliği över
Çirkini de yererim.
Memleketim Dünya inancım sevgi
Dilimde bulunmaz kötü söz sövgü
Silahımda bilim, mermisi aşktır
“Dünyaya bir gözle bakar dururum.”
SON ŞİİRİ
Palan Gerek
Vurdum duymaz olduk iy’ce
Yalan gerek bize yalan
Yük çekmeden eşimiz yok
Palan gerek bize palan
Anamıza her sövene
İnanır olduk dövene
Laf ile kendin övene
Yalan gerek bize yalan
Bol keseden atıyorlar
Ayrımcılık yapıyorlar
Memleketi satıyorlar
Talan gerek bize talan
Vatan millet ve Sakarya
Guya ezan bayrak var ya
Dost Haydari böyle der ya
Falan gerek bize falan
30 Ağustos 2014
ÖZGEÇMİŞİM
Asıl adım Kaya Özlük olup 1963 te bir Abdal Musa lokması ceminde tanıştığım Âşık Veysel’in bana köyümün adını mahlasım olarak vermesinden sonra Keskinli Haydarî mahlasını kullanmaya başladım.
10.Kasım 1938’de Keskin’e bağlı Haydardede köyünde dünyaya gelmişim. 1949 yılında Hasandede köyüne hizmetkâr olarak gittim. Hayat serüvenim de böylece başlamış oldu. Oradan ayrılıp 1949 yılında Keskin’e Avni Efendinin çiftliğine başladım. Burada Keskinli ustam Hacı Taşan’ı bol bol dinledim. O arada saz sevdam başlamıştı. Ellili yıllarda köye döndüm. Köyümüzde cemlerde usta âşıkların eserlerini çalıp söylemeye başladım. Bu arada Cingeli âşık Bektaş Gazeloğlu’nun yanında cem zakirliğini ilerlettim.
Babam Menderes döneminde muhtar olmuştu. Beni okula göndermedi. Okursam kâfir olacağımı, milletin başına dert olacağımı söylüyordu. Oysa olayın aslı benim çobanlık yapıp para kazanmamı istiyordu.
Askerlik dönüşü Ankara’da bir yetiştirme yurdunda bulaşıkçı olarak işe başladım. Burada tanıdığım şair Öğretmen Arif sayesinde Ankara Sanat tiyatrosunda bir akşam işi buldum. Burada Hasan Hüseyin ve onun gibi edebiyatçıustalarla tanıştım. 1974 te Çırakman başkanlığında Halk Ozanları Derneğini kurduk. Yine aynı yıl Pir Sultan Abdal oyununda küçük roller ve sazcı olarak bir yıl çalıştım. Eskişehir, Ankara, Diyarbakır cezaevi dinlenme tesislerinde zaman zaman dinlendim.
TRT Antalya Radyosunda Saffet Uysal onbeşe yakın öykülü türkü çalışmamı “Bu Toprağın Sesi” programında yayınladı. Dilek Doğan’da bitirme tezi olarak Keskinli Haydarî adlı çalışmasını Pamukkale Üniversitesinde kitap olarak yayınladı. Üç kızım bir oğlum var. İnsanları, doğayı, güzel olan her şeyi ve herkesi çok seviyorum.
Şu anda Halk OzanlarıVakfı üyeliğini ve kimliğini onurla taşıyorum.
Ben o dağların çocuğuyum. 1940 lı yıllardı. Çocuktum, çiğdemini kazdığım Bağrek Dağının tepesinde ören yıkıkları vardı. 20-25 hane kadar. Hele biri vardı ki oldukça büyük ve genişti. Bir gün merak ettim köyümüzün en yaşlı dedesi olan Yusuf Özlük dedeye sordum. “Dede, ören yerleri, mezarlık ve bir de büyükçe ören yerimiz var. Nedir bunlar?” dediğimde “Şimdi oldu oğul. Arkadaşlarını da topla gel anlatayım. Mevsim kıştı. Arkadaşları topladım yanına gittik. Ocakta tezek yanıyordu. Bizim dağların ürünü olan meşe palamudunu közleyip bize ikram ederken anlatmaya başladı.
Bakın Oğul, yıl 1517 de tahta geçen Selim önce babasını, sonra da iki kardeşini ve kardeşinin çocuklarını boğdurarak öldüren bir padişahtır. Safevi Devleti Hükümdarına şöyle bir mektup yazar. “Ey Şah İsmail, Seni pis Türk. Seni korkak Türkmen, Kızılbaş. Kelleni almaya geliyorum.”der ve (400000) Türkmen Alevi’sini katleder.
1200 lü yıllarda Orta Anadolu’yu Türkleştiren Ahmet Yesevi oğlu Kubbettin Haydar Sultan’ın türbesi Bağrek Dağının eteklerinde idi. Haydar Sultan’ın evlatları 1517 ye kadar 20-25 hane olmuşlardı. Onlar da –o zamanki gür ormanların içi olan– Bağrek Dağının tepesine göçmek zorunda kalmışlar.
Çocuklar işte o ören yerleri bizim atalarımızın mekânları. O mezarlık da atalarımızın mezarları. Büyük ören yeri de Cem Evidir. Aynı inançtaki komşu köylerden de oraya ibadete gelinirmiş. Özellikle Köprü köyünden… Onun için ben bu dağların çocuğuyum. Hayranım ormanına, kuşuna. Taşına, toprağına; Ambarlı Kışlasına, Tokalı köyüne, Esme Çeşmesine, Bağreğin tepesinden Köprü ovasının ve Kızılırmak’ın kıvrılarak akışına… Velhasıl Bağrek Dağına aitim. Onun için ben bu dağların çocuğuyum.
SOYUM-ŞECEREM
Küçüklüğümde etrafı yeşil meşe ormanlarıyla kaplı, güzellikler diyarı Bağrek Dağı eteklerinde Kayser Rum diyarında Bedahşan eli Keskin diyarına /kılcı/ Karapınar/ Bıyığın mezarı gibi Bizans yerleşim birimlerine Anadolu’yu Türkleştirmek için gelen Kubbettin Haydar’dandır neslim…
ATALARIMIN ANLATTIKLARI
Kubbettin Haydar Ahmet Yesevi’nin oğlu. Ondan gelen bie evlat, ondan doğan üç evlat Şeyh Musa, Şeyh İbrahim, Şeyh Yusuf. Bu üç insandan gelenler önce Kılcı’ya, sonra Bağrek Dağının başına, daha sonra da tekrar türbenin yanına sonra da şimdiki yerine yerleşirler.
Şeyh İbrahim’den Hasan Ali milleti lakabıyla anılan Deli Hasan, Yakup Kâhya ve Kolağası gibi isimlerden üremiştir. Cumhuriyet dönemi Özlük soyadını almışlar. Dokuz kardeşten biri olarak Asım’dan “Müdür Milleti” lakabıyla anılan Suna’dan doğmuşum.
Kaya ÖZLÜK (Âşık HAYDÂRİ)
BEN KİM MİYİM?
Neden, niçin, hangi sebeple olduğunu bilmiyorum ve halen öğrenmiş değilim ama
10 Kasım 1938 de Hacı Taşan’ın memleketi olan ben Âşık Haydâri’yi ve daha birçok Türkmen Ozanını yetiştiren eskiden Ankara, şimdi ise Kırıkkale’ye bağlı şirin mi şirin bir ilçe olan Keskin ilçesinin Haydar Dede (Bakanacak) köyünde anam Suna ve babam Asım Çavuş’un bir yanlışları sonucu doğmuşum.
Daha küçük yaşta 1946 da Hasan Dede köyüne bir Cıbır Ağa bozmasına hizmetkâr olarak kiralanmışım. O gün başlayan hayat serüvenimle bir dikilmişim ki ayağa o gün, bu gün halen bir sürüngen gibi ayaktayım.
SANATSAL YAŞAMIM
Hacı Taşan’dan etkilendim, saz öğrendim. Köyümüz bir Alevi-Bektaşi ve bir tekke köyüdür. Köyümüze gelen ozanları dinlemek ve –biri de Âşık Veysel olmak üzere- onlardan etkilenmenin sonucu saz ustası ve Âşık Veysel’in –köyümün adından dolayı- verdiği mahlasla Âşık Haydâri oldum,
Cem Zâkirliği, Âşık Bektaş Gazeloğlu’nun öğrettiği ve askerlikten sonra köyden kente kopuş, bir yetiştirme yurdunda iş, burada şair ve öğretmen Arif Aslan’la ve böylece edebiyat ve edebiyatçılarla ve de tiyatro ile daha sonra da Hasan Hüseyin ve Mumcu’lar gibi bir yığın güzel dost insanlarla velhasıl hayatın gerçek yüzü ile tanıştım.
Çırakman başkanlığında birkaç arkadaş Ozanlar Derneği’ni kurduk. Ankara Sanat ve Pir Sultan oyunlarında zaman zaman roller aldım. Diyarbakır sur içi, Ankara Ulucanlar ve Eskişehir gibi güzel illerin Ceza ve Dinlenme tesislerinde zaman zaman dinlenme olanağı bulabildim. Şimdi buradayım. Kendini insan gibi gören ve insanca düşünen herkese merhaba!
Kaya ÖZLÜK (Âşık Haydâri)
YAYINLANMIŞ ESERLERİM
1)Pamukkale Üniversitesi Fen ve Edebiyat Bölümünden Dilek Doğan 1998 Bitirme Tezi,
2)Cumhuriyet Türküsü isimli bir şiir kitabı (Yaşar Koç destekleyici) Kutlu Avcı matbaacılık,
3)Ozanlar Vakfı yayınlarından olan “Ozanlardan Bir Demet Antolojisinde (35) sayfa,
4)Cem Vakfı yayınlarından olan “Günümüz Alevi Ozanları” isimli eserde (40) sayfa.
“Son arzun nedir?” diye sorsalar;
“Paslanmış, kirlenmiş, çıkar hırsı ile dolmuş yüreklere sevgi, saygı dolsun, Bağrek Dağı ormansız kalmasın derim.
70 YILLIK SANAT HAYAT SERÜVENİMİ KAPATIRKEN…
Geçmişime biraz fazla takıldığıma sakın kızmayın. Amacım eskiyi irdeleyip de kavga ve nefret yaratmak değil; aksine o günlerden ders çıkartılmasıdır.
HORASAN HOYUNDAN
Aslım geldi Horasan’ın Hoyundan,
Neslimi sorarsan Haydar soyundan.
Sülâlem sulandı Bağrek suyundan
Ata yurdum olmuş Bağrek dağları.
Yürüdük de geldik ordan diz dize,
Yörük, Cerit, Türkmen dediler bize.
Yüzyılların ötesinde ötesinde bu gize
Ata yurdum olmuş Bağrek dağları.
Örenimiz Bağrek Dağının başında;
Hırçın dumanında, yalçın taşında…
Semah tuttuk boranında kışında
Ata yurdum olmuş Bağrek dağları.
Derken bu dizelerin bu coğrafyayı ne zorluklarla yurt edinildiğinin anlatımı olsa gerektir.
ÖZÜR BEYANIMDIR
Ben Kaya Özlük olarak yazmaya çalıştığım şiirlerimde zaman zaman hayali isimler kullandım. Bu da kendi köyümdeki bazı insanların isimleri ile örtüşür. Bunun için benden incinmiş olanlardan özür dilerim.
Aslında ben başkalarını hicvederken asıl kendimi hicvettiğime inanıyorum ama yanlış yaparak yaşayanlara söylediklerimin arkasındayım.
Şiir benim sevdam oldu. Dünyaya tekrar gelsem yine bu sevdaya kapılırdım. Çünkü bunun -kahve kültürü gibi- tembellikten daha iyi olduğuna inanıyorum.
SUNUŞ
Merhaba, binlerce merhaba sevgili dostlar. Ozanın dediği gibi “Ben nasılsa giderim ditmesine de adım kalır mı bilinmez.”
Yaşamış olduğum bunca yıl içerisinde ben de her duyarlı ve onurlu yurttaş gibi sorumlu olduğum çağıma ve insanlığa miras kalması gereken yani iyi ve güzel olanları övmeye ve katkı sunmaya çalıştım ama aklımın erdiğinden günümüze kadar da çirkinliklerin ve kötülüklerin –asla taviz vermeden- karşısında olmaya çalıştım.
“Neden?” derseniz, her namuslu yurttaş gibi ben de çocuklarıma ve torunlarıma tertemiz ve yaşanası bir dünya bırakabilmek için…
İzin verirseniz o düşüncelerime ilaveten bazı duyarlıklarımı da bu sunuşu okuyacak olan geleceğin umudu olan gençlere iletmek isterim.
Örneğin yaşadığı beldedeki tarihi kalıntıları, doğayı ve doğal güzellikleri yok edenleri, bu yüzden toprak anayı erozyona verenleri, o canım dağların öz yeri olan canlıları yok edenleri ve buna benzer binlerce yanlış yapanları hatta Bağrek Dağının göğsündeki atalarının mezar taşlarını bile saygısızca söküp gelenleri asla ve asla affetmiyorum.
Diyeceksiniz ki “Bu karşı çıkmanın bir bedeli oldu mu?” Elbette ki her doğruyu savunanların başına gelenler benim de başıma geldi. Örneğin köyümden kovulmalar ve zaman zaman muhtelif ceza evlerinde dinlenmeler gibi bedeller ödedim. Fakat bunca zaman içinde yanlış bir şey yapmadığıma inanarak geçmişimden ne benim ne de yakınlarımın utanacağı bir şey yapmadığım inancı ile asla pişman olmadım. Şimdi bile aynı şeyleri gözümü kırpmadan yaparım. Çünkü ben bir halk ozanıyım.
Bu sıfatı bana kendim vermedim. Bir şairin dediği gibi
“Ve ben bir ozanım. Ben yürek ve ben namus emekçisiyim. Önce sevmeye sonra da sevilmeye alışmaya çalıştım.”
Bu nedenle 10 Kasım 1938 – 10 Kasım 2011 Bu arada ödediğim bedeller hariç hiç kimseye verilecek bir hesabımın da olduğunu zannetmiyorum.
400e yakın şiir, 20nin üzerinde öykü ve öykülü türkü. (Bu arada TRT Antalya Radyosu araştırmacı emekçilerinden “Bu Toprağın Sesi” programcısı merhum Saffet Uysal’ı rahmetle anmayı bir görev biliyorum.) Pamukkale Üniversitesi Fen ve Edebiyat Öğretmenliğinden Sevgili Dilek Doğan’ın 1998 yılında –bir ciltlik- Bitirme Tezi… Cumhuriyet Türküsü isimli bir kitap… Şimdi de şu anda elinizde olan Bağrek Dağı Türküsü.
“Bağrek Dağı neresidir”? derseniz;
Toros’ların bir yavrusu olan bu dağlarımız Kırıkkale-Keskin ilçesinde, yani Orta Anadolu’nun tam ortasında Dinek Dağı, Çiçek Dağı ile kardeş bir vaziyette Haydar Dede köyü ve Orta Anadolu’yu Türkleştiren Haydar Sultan’ın 1200 yıllarında mekân tuttuğu yeşil, meşe ormanları ile bezenmiş etrafında 15 pare köyü barındıran bir yerleşim birimidir. Asırlardır yürekli insanı da, korkak insanı da bağrında saklar.
TÜRKÜLERİMİZ BİZİM SEVDAMIZDIR
Mustafa Kemal ve arkadaşları önderliğinde Kurtuluş Savaşı verip Ulus bir Devlet yaratan bir toplum olmamıza rağmen türkülerimize zaman zaman yenik düşeriz.
Nedendir bilinmez hep ağıt yakarız, türkü yakarız. Bunlara acılarımızı, tasamızı, sevincimizi, aşkımızı, sevgimizi, hatta gözyaşlarımızı bile yükleriz. Sonra da sıra gelir bunları kâh asker ocağına, kâh sılaya göndermeye… Gönderme araçlarımız öyle çoktur ki Irmaklar, başını taştan taşa vurarak çağlayan sular, ormanlar, bülbüller, turnalar, esen seher yelleri, dağlar oluverir bunlar…
Kimi zaman olur ki küseriz, sitem ederiz, kem zaman dağları delik delik deler kalburla toprağını eleriz, zaman olur yalçın taşlarına, hırçın dumanına sevgi duyarız. Kiminde yâre gitmek için dağlardan yol isteriz. Böyle uzar gider dağların türküsü… Eğer bunları tam anlatayım derseniz kitaplar doldurur. Dağların türküleri öyle güzel mekânlardır ki bu yerle yiğit ve yürekli insanlara da, korkak ve pısırık insanlara da onun o tertemiz olan, yüreğinde yemyeşil ormanlarının içinde yer vardır. –aynen bütün canlılara analık ettiği gibi- İşte Bağrek Dağı da bu dağlardan birisidir. Orta Anadolu’nun tam ortasında, Keskin-Haydar Dedi köyünü ve civardaki 15 köyü beslemektedir.
HÜSEYİN’İMİ BENDEN ALALI BAĞREK
Düşündükçe kan ağlıyor bu gözüm,
Hüsey’nimi benden alalı Bağrek.
Ben de bir anayım yanıyor özüm,
Öksüzüm bağrında kalalı Bağrek.
Gurbetin çilesi çekilmez güçtü,
Girip içmeliden suyunu içti.
On altı yaşında dünyadan göçtü
Sen sende çok yaşa çileli Bağrek.
Bağrek dağı seni nasıl kınayım,
Yanayım da ben bu derde yanayım.
Hiç insafın yok mu ben bir anayım,
Özlük bu sevdaya yeleli Bağrek.
NEDEN BAĞREK DAĞI TÜRKÜSÜ?
Buram buram Anadolu, buram buram Vatan koktuğu için… Buyamlı tepesi ile Esme çeşmesi ile Tokalı Çöğ ve İnenim Çöğü ile meşe ormanları ve yeşillik yaylaları ile Ambarlı kışlası, Büyük ve Küçük Domuzlusu ile Mercimek Pınarı ve erağlanı ile her yanından gürül gürül akan suları ile İnin önü ve Ağlayan Kayası ile saymakla bitmeyen güzellikleri ve de ata toprağım olan dağı, ovası, Sayacası, Sarı Deresi ile yazıyla, kışıyla, toprağıyla, taşıyla, ormanıyla, akar suyu, canlısıyla kekliğiyle, kuşlarıyla, canım Anadolu’mun bir yurt parçası olduğu için olsa gerektir.
Burçulu su, Keklik Asarı, Asar Kalesi, Kara Pınarı, Taşlı Tarlasıyla, Kurt ini ile tarihi kalıntıları ile Bıyığın Mezarı ile daha saymakla bitmeyecek kadar ve sayfalar dolusu eser meydana getirecek kadar güzellikte olan atalarımın ve benim de toprağım olduğu içindir.
Çeşitli uygarlıklara beşiklik ettiği içindir. Dahası Ahmet Yesevi oğlu Kubbettin Haydar Sultan’ın bizlere miras bıraktığı bir şirin mi şirin yurt köşesi olduğu içindir.bin altı yüzlü yıllarda yükseğinde atalarımıza ev sahipliği yaptığı içindir. Çaldıran savaşı sonrasında Yavuz Selim’in zulmünden kaçıp saklandığımız içindir.
Ne yazık ki içim acıyarak bir gerçeği de buraya aktarmak durumundayım. Bu günün genç ve duyarlı gençlerine diyorum ki: Bizden evvelkiler ve bizler yukarıda saydığım o canım güzellikleri tahrip ettik. Yaktık, yıktık, söktük, tarak dişi gibi olan ormanları, doğayı yok ettik. Sularını bağrından söküp söküp aldık. Kekliğini ve canlılarını yok ettik ama buna rağmen Haydar Sultan Anma Etkinliklerini bile 11 Ağustos 2002 tarihinde başlatan, bunca zorluğa rağmen ellerini taşın altına koyarak hayata geçiren, birbirini seven ve bir araya gelebilen bir nesil görevi bizden devralmışlardır. Bu nedenle yukarıdaki karamsarlığı bırakmak istiyorum. Umut dolu bir sevda ile tümünün gözlerinden öperek başarılar dilerim.
Dedim ya Bağrek Dağı Torosların kardeşi olup çevresindeki Çelebi Dağı, Dinet Dağı, Çiçek dağlarına da komşuluk, Köprü Köyü, Kara Keçili, Tilkili, Kepirli, İğdebeli, Müsellim, Konur, Cerit Kale, Danacı Obası gibi 15-20 kadar köye de analık yapar. Bir zaman Yakup Kahya, Avni Çavuş gibi yürekli insanlara da, bazı korkaklara da bağrında yer vermiştir. Her ne kadar biz insanlar tahrip ve yok etmeye çalışsak da dilerim yakın zamanda eski güzelliğine kavuştururlar onu bağrında yaşayanlar.
Yetmişli yıllarda görülen bir düşü, bir hayali iki bin iki yılında hayata geçirip bir sevdaya dönüştüren siz güzel köyümün yürekli gençleri önce sizlere omuz veren, destek olan bütün canlara binlerce teşekkürler ve binlerce de ozan yüreğimin yettiğince de MERHABA!
Haydar Dedeliler Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği adına bir kültür hizmeti olarak yine içinizden birisi olan, aynı havayı soluyan, Bağrek Dağının suları ve ekmeği ile büyüyen birisi olarak sizlerin gerçekleştirdiği ve böylece geleneksel hale gelen bu kültür etkinliklerinizin benim yüreğimdeki yarattığı sevgi fırtınasını ve çocuklar gibi sevincimi siz canlarımla paylaşmak için bu “Bağrek Dağı Türküsü” isimli eserimi sizlere ithaf etmek istiyorum. Sevgi ve saygılarımla..
BİZİ ANLAMADI BİZİM KÖYLÜLER
Yetmişli yıllarda bir dernek kurduk,
Turizm, tanıtma adını verdik.
Toplanıp bir heyet biz köye vardık
Bizi anlamadı bizim köylüler.
Bizim gayemizse insan sevmekti,
Haydar Sultan kültürünü yaymaktı.
Turizmde ön plana koymaktı,
Bizi anlamadı bizim köylüler.
Gelin ey erenler dertleşek dedik,
Önlerine bir de prıje koyduk.
Çıkarcılar için köyden kovulduk
Bizi anlamadı bizim köylüler.
Elbet yürüyemez böyle bir kervan,
Gençler yetişiyor değişir zaman.
Bizim yaylada da gürleşir orman
Bizi anlamadı bizim köylüler.
İki bin ikide düş gerçek oldu,
On bir Ağustosta düğün kuruldu.
Bağrek dağın göğsü sevgiyle doldu
Bizi anlamadı bizim köylüler.
Âşık Haydâri’yim köyden kovulmuş,
İnat edip tekrar köyüne gelmiş.
Köyün muhtarları sanki kör olmuş
Bizi anlamadı bizim köylüler.
Dileri ki Bağrek Dağının ormanı, suyu ve yüreği göğsü gür ve özgürce sevgisiz kalmaz.
ÖZDEYİŞ
Hararet kordadır sacda değildir,
Keramet baştadır taçta değildir.
Ne ararsan kendi özünde ara
Kudüs’te, Mekke’de hacda değildir.
Sakin ol kimsenin gönlünü yıkma,
Gerçek erenlerin izinden çıkma.
Eğer insan isen ölmezsin korkma
Âşığı kurt yemez uçta değildir.
Gayret eyle nasibini almaya,
Gerçek ilmin deryasına dalmaya.
Boşa uzak gitme Hakkı bulmaya
Duvara ettiğin secde değildir.
Hacı Bektaş Veli
KARINCA DAYI
Bu destan Karınca Dayının şahsında bir sevdadır. Bir Anadolu gerçeğidir. Anadolu’nun sevinci, üzüntüsü, ağıtı ve türküsüdür. Güzel köyümün insanlarının ve Anadolu insanına armağandır.
O bir alaylı, o bir kırsalın, dağ köyünün mizah ustası olsa gerektir. Çünkü anamın kardeşi ve benim de dayım olması nedeniyle çocukluğumun bir bölümü onun yanında geçti.
Örneğin Bağrek dağının tepesinde Erağlan semtindeki o şirin mi şirin meşe ormanlarının içerisindeki Çaldıran savaşı dönemindeki atalarımızın yurt edindiği yerlerden kalma örenleri tarla yapıp aile fertleriyle birlikte kavun, karpuz yetiştirdiği günlerden bilirim.
NEDEN Mİ MİZAH USTASI
Karınca dayı bulunduğu her sohbette, düğünde, bayramda, bulunduğu her alanda söz sırası ona geldiğinde pek de müstehcen olmayan yarı şaka-yarı ciddi küfürle söze başlar fakat bunu da daha çok kendisi ile alay eder şekilde kullanırdı. Hem de büyük bir ustalıkla.
Onun yapmış olduğu şakalara insanlar gülerdi. Hatta küfürlerine de gülerlerdi ama söyledikleri çok düşündürücüydü.
O kendisi ile barışık bir insandı. O nedenle herkesle hoş olmayı severdi. Aslında onun kendisi ile alay etmesinin altında yatan nedense içinde yaşadığı toplumun duyarsızlığına, vurdumduymazlığına, üzerlerine ölü toprağı serpilmiş gibi doğal güzelliklerin yok edilmesine, dahası ise basit çıkar ilişkilerinden dolayı insanların yapmacık dostluğuna ve ikiyüzlülüğüne karşı mizahi yolla bir uyarısı idi.
KARINCA DAYI KİMDİR?
Kırıkkale, Keskin ilçesi, Haydar Dede köyü nüfusundan “Müdürlü Milleti” namı ile anılan, oldukça kalabalık bir nüfusa sahip olan namı-diğer “Özkan” soyadını taşıyan, kendi köy halkı ile birlikte çevre köylere de barış ve dostluk içerisinde kişi ve insan haklarına saygılı –benim de dayılarım olan– güzel bir insan topluluğudur. Çoğunluğu Kırıkkale’de olmakla beraber bu insanlarda ekmek davasına yurdun çeşitli yerlerine dağılmıştır. Karınca Dayı ise asıl adı Mehmet Özkan, namı-diğer Bektaş Çavuşun Mehmet. Ona halkın verdiği lakap ise (At karıncasını bilirsiniz işte ona benzetmekten dolayı) yaşlı kadınların verdiği şekilde Karınca. Kendisi yaşlanınca da
KARINCA DAYININ AİLE YAPISI
1-Mehmet dede ve eşi Altın
2-Bektaş Özkan ve eşi Gül Hatun
Çocukları ise: 1-Bayram, 2-Hüseyin, 3-Suna, 4-Kamer, 5-Mehmet, 6-Cabbar, 7-Meryem, 8-Altın
Bu güzel mi güzel sekiz insanı yetiştiren Bektaş Dedemin ben son zamanlarını bilirim. Köyümüzde cami falan yoktu. Cuma günleri damın başına çıkar (Tanrı Uludur) diye öz Türkçe ezan okurdu. Köyün cenaze işlerini de o yürütürdü. Dedemin Türkçe ezan okuması beni öyle etkilemiş olacak ki bu gün bile “Türkçe Ezan” sevdalısıyım. Dedem Cem evlerinde bile asla Arapça dua etmezdi. O tam bir cumhuriyet aydını idi.
İşte Karınca Dayı böylesine kendisi ile barışık bir ailenin Haydar Dede köyüne armağanıdır. Minyon tipli, teni azıcık sarıya çalardı. O minyon bedenin içinde ise öylesine bir yürek vardı ki sevgi dolu, dostluk, barış ve kardeşlik aşkı ile çarpan bir yürek…
Hatta bir ara avcılık yapmıştı. Onun avcılık yaptığı dönemleri köyümüzün nüktedanlarından Meşhur Kamber Emmi vardı. Kamber Emmi onu şöyle anlatırdı. Karınca Dayı avlayacağı hayvana tüfeği doğrultup ateş edeceği zaman eli tetiğe varırken “Değmesin Allah!” diye seslenirmiş. Bundan da anlıyoruz ki o pırıl pırıl bir yüreğe sahip.
Karınca Dayıyı anlatmak öyle sanıldığı kadar kolay değil. Böyle birkaç sayfaya sığması olası değil. Hele bir de (yaralayıp getirdiği) baykuş öyküsü var ki…
YARALI BAYKUŞ
Karınca Dayı bir gün tarladan eve dönerken karşısına çıkan iri yapılı bir baykuş çıkar. Karınca dayı yarı istekli, yarı isteksiz omzundan tüfeği çıkarıp ateş eder ve hayvanı kanadından vurur. Yere düşen hayvan uçamaz. Karınca dayı yanına vardığında görür ki baykuş yakalayıp yuvasına götüreceği bir serçeyi sımsıkı kavramış ve bırakmamakta ve karınca dayıya “Beni niye vurdun, yavrularım yiyecek bekliyor.” Dercesine bakmaktadır. Karınca dayı üzülür ve bir daha avcılık yapmayacağına yemin eder.
Yaralı baykuşu kucakladığı gibi doğru evine getirir ve onun kanadını köyümüzün kırık-çıkık ustası olan Yusuf Özlük dedeye tedavisini yaptırır. Baykuşu bir seneye yakın etle besler ve kulun kanadı iyi olur. Fakat hayvan bu arada evcilleşmiştir. Karınca dayı onu defalarca gidip doğaya bıraktığı halde hayvan her seferinde köye döner. Ben bilirim, biz çocuktuk, baykuş köyün içinde gezer dururdu, adeta köyün maskotu haline gelmişti.
Adın tarihe kaydetmek için anlattığım Karınca Dayı Destanı ile onun güzel anılarını bir parça da olsa ölümsüzleştirebilmişsem kendimi mutlu sayarım.
KARINCA DAYI DESTANI
Uzat ki elini öpeyim hele,
Sen bize hoş geldin Karınca Dayı.
Sakın ha sözümde arama hile,
Köyden biraz haber sorunca dayı…
Çalı içini ektiniz mi de hele,
Bağ-bostan iyi mi geldi ne hale?
Yeter Ana daha bakar mı fala,
Tekkenin ardına varınca dayı…
Ahmet Yesevi’den bir Türkmen boyu,
Feruz Emmi erken terk etti köyü.
Büyüyen çocuklar okusun deyi
Kırıkkale’ye dükkân kurunca dayı…
Irahmetlik Kamber Emmi var idi,
Karısı Zöhre’ye Motor der idi.
Çok hoş bir insandı, dosttu, yâr idi
Sığırı Kumlağa sürünce dayı.
Kör Bayram’ la Ummahan ’dan ne habar,
Sultan Bacı Nuh Emmiyle ne yapar?
Üssüğü’nen Arif yüksekten atar
Elleri beş-on kuruş görünce dayı.
Cıbırın Sülemen Allı’nın Kazım,
Durmadan çalışır kışın ve yazın.
Şeytan’ la Dadaş ’ın neyine lazım
Ağıla canafar girince dayı…
Unutmak mümkün mü Nuri Böle’yi,
Kadir’in Ali’yle Sabur Halayı…
Kulu Dayı yıktı mı Asar kaleyi
Balyozla mağraya varınca dayı…
Çok tatlıydı bizde komşuluk işi,
Çirli Musa ile Talip ombaşı.
Dayı’nın Ali’de bulunca beşi
Koşar mı zarları görünce dayı…
Melek Ahmet yaşıyor mu öldü mü?
Ayağının birine çorap buldu mu?
Bir Donkişot vardı ıslah oldu mu?
Fır fır Osman onu vurunca dayı…
Kâhya Tortlu “Şarap al için,” dedi.
Mete davulcudan yalel istedi.
Davulcu “Yaleli şu çalsın,” dedi
Çomağı davula vurunca dayı…
Ali edem şu Keskin’e vardı mı?
Parası var mıydı, ilaç aldı mı?
Hastaydı, derdine çare buldu mu?
Sıhhiye iğneyi vurunca dayı…
Can Güzel dedemiz Yusuf Ağadan,
Anlat hele dayım hastadan, sağdan…
Keklik asarından, inenin çöğden
Topal Veli taşı kırınca dayı…
Af dilerim dayı, ettimse hata;
Kart oğlan konaktan düştü alt kata.
Ava gider Seyit, Selim birlikte Mete
Kınalı tavşanı vurunca dayı…
Dayım selâm götür köyün gencine,
Dönüp de baksınlar hele bir düne…
Çok ağaç diksinler dağın göğsüne
Oturun gölgesinde serince dayı.
Eski hızlılardan çok azı kalmış,
Kimisi yaşıyor, kimisi ölmüş.
Kimi Arabistan’da ser hacı olmuş
Muhammet’e yüzün sürünce dayı…
Çocukluk aşkımken sevdiğim kıza,
El ele tutmadan olduk biz bize…
O da çekip gitti köprüden yüze
Komşular düğünü kurunca dayı…
Dost Haydâri köylüm kardeşim benim,
Bana kızanlardan özür dilerim.
Küsmesinler bana ismin yazmadıklarım
Gerçekler bu sırra erince dayı,
Barış, dostluk yerin bulunca dayı…
İşte güzel köyümün güzel destanıdır bu. Sevinci, üzüntüsü ve bütün güzellikleri ile Can Köyüme ithaf olunur.
ŞİİR NEDİR ÇOCUKLAR?
Şiir bütün yaşanmış sevdadır, bir orman ve ormanlar silsilesidir.
Şiir yaşadığımız dünyanın ve doğanın sırtından hiç çıkmamasına giydiği gelinlik gibidir.
Şiir silah üretenlerin yetim ve sakat bıraktığı çocukların gözyaşının dindiğinde insana verdiği mutluluktur.
Şiir dünyayı kan gölüne çeviren uluslar arası kirli istihbarat ve mafya örgütlerinin yüzüne tükürecek kadar açık sözlü, onurluca ve de haysiyetlice bir duruştur.
Şiir yalakalık yapmadan iyinin ve güzelin yanında; çirkinin ve kötünün karşısında dimdik ayakta durabilme sevdasıdır.
Bu kitaba omuz veren; hazırlanmasında, dizgisinde ve baskısında emeği geçen her cana çok teşekkür ederim
Bu benim elli yıllık kahve kültürü yerine boş zamanımı değerlendirdiğim çocuklarım gibi ve bütün çocuklar gibi değerli olan şiirlerimdir.
Silahım sevgimdir benim,
Mermisi övgümdür benim.
Cananıma teslim canım,
İşte geldim gidiyorum.
CUMHURİYET TÜRKÜSÜ
Atamızın emaneti,
Cumhuriyet türküsüdür.
Hoş görmeyiz ihaneti,
Cumhuriyet türküsüyüz.
Türk Gençliği ellerinde,
Yükselecek dillerinde.
Her dem taze güllerinde
Cumhuriyet türküsüyüz.
Kara Fatma, Zeynep ana;
Hizmet etti bu vatana.
Söyleyelim kana kana
Cumhuriyet türküsüyüz.
Kanımızla çamur kardık,
Yıkılmayan duvar ördük.
Onun için canlar verdik
Cumhuriyet türküsüyüz.
Mermi taşır kadınlardan,
Şehitlerden yetimlerden…
İlham aldık biz onlardan
Cumhuriyet türküsüyüz.
Anadolu ozan dolu,
Bükülür mü çelik kolu.
Haydarî’nin giden yolu,
Cumhuriyet türküsüyüz.
19 MAYIS DESTANI
19 Mayısta Samsun’a vardık,
Ankara burcuna diktik bayrağı.
Amasya, Erzurum, Sivas’ta durduk;
Ankara burcuna diktik bayrağı.
Kadınlar öküzü kağnıya koştu,
Çocuğu sırtında toprağa düştü.
Nice koç yiğitler canından geçti,
Ankara burcuna diktik bayrağı.
Bu yapının temelini biz ördük,
Bir karışı için zor günler gördük.
Dünyaya özgürlük mesajı verdik,
Ankara burcuna diktik bayrağı.
Meclise döndürdük köhne sarayı,
Burada güldürdük bahtı karayı.
Başkent ilan ettik bu Ankara’yı,
Ankara burcuna diktik bayrağı.
Özgürlük Ata’nın karakteriydi,
Bağımsız düşünür milletin ferdi.
Atam seğmenlere meşale verdi,
Ankara burcuna diktik bayrağı.
Yurdumun gençleri buraya kadar,
Geçmişten alacak nice dersler var,
Sen Anadolu’sun Keskinli Haydar,
Ankara burcuna diktik bayrağı.
YUMRUĞUMU
Yurdumun üstünde kara bulutlar,
Onun için sıktım ben yumruğumu.
Sanmasınlar bitti bütün umutlar,
Onun için sıktım ben yumruğumu.
On dokuz Mayısta Samsun’a vardık,
Ulusça birleşip el ele verdik.
Çarpışanı övdük kaçanı yerdik,
Onun için sıktım ben yumruğumu.
İşgale uğrar mı hiç Anadolu,
Buna izin vermez evlisi, dulu.
Savaşmaktan geçer barışın yolu,
Onun için sıktım ben yumruğumu.
Bu yapının temelini kurmaya,
Yeni nesli öğretmene vermeye,
Daha uygar bir Türkiye görmeye
Onun için sıktım ben yumruğumu.
Memleket emanet genç nesillere,
Mustafa Kemal’den kaldı bu töre.
Haykırırım dilim döndüğü sıra
Onun için sıktım ben yumruğumu.
Bu güne zor geldik hey bre ahmak,
Dönüp Anıtkabre yaşayana bak.
Keskinli Haydar2ım olamaz tutsak,
Onun için sıktım ben yumruğumu.
SOR DA ÖYLE GEL
Tanımak istersen bizi kardeşim,
İnsan yüreğine sor da öyle gel.
Yurtta ve dünyada sulhu düşlersen,
Mustafa Kemal’e sor da öyle gel.
Ana yurdun temelini biz ördük,
Kadınlı, erkekli harcını kardık.
Ekmeğe buğdayın rengini verdik,
Yetmişlik ebene sor da öyle gel.
Yaşlımız, gencimiz verdik el ele;
Kağnılarla vardık gidilmez yola.
Sorma be kardeşim bizleri ele,
Birazcık kafanı yor da öyle gel.
Laiklikten asla ödün vermeyin,
Onu korumaktan geri durmayız.
Felsefemiz dostluk, onur kırmayız;
Doksanlık dedene sor da öyle gel.
Ünlenir sözleri bütün bütün her dilde;
Güzelliği vardır bülbülde, gülde…
Yaşar Ankara’da o anıt belde,
Bunu Türk halkına sor da öyle gel.
Dikilmiştir uygarlığın fidanı;
Duymayan, görmeyen anladı bunu.
Susar mı hiç Cumhuriyet ozanı,
Keskinli Haydar’a sor da öyle gel.
GEREK GÖRÜRÜM
Özgürlük Ata’nın karakteriydi,
O yüzden övgüye gerek görürüm.
Özgürlükle bilim teh rehberiydi,
O yüzden övgüye gerek görürüm.
Otuz Ağustosta yürüdü önden,
Yarını kurarken ders aldı dünden.
Tüm dünyaya örnek oldu bu yönden,
O yüzden övgüye gerek görürüm.
Başkent Ankara’da Meclisi kurdu,
Egemenlik ulusundur buyurdu.
Kadınlar köleyken hakkını verdi.
O yüzden övgüye gerek görürüm.
Büyük nutku yazdı genç nesillere,
Emanet bıraktı emin ellere.
Laiklik türküsü oldu dillere
O yüzden övgüye gerek görürüm.
Bir çabası yoktu barıştan başka,
Dünya hayran kaldı ondaki aşka.
Yüzyılın dehası, görseydim keşke;
O yüzden övgüye gerek görürüm.
Keskinli Haydar’ın yürür izinde;
Vatanımın dağlarında, düzünde.
Aydınlık var Atatürk’ün gizinde,
O yüzden övgüye gerek görürüm.
OZANLAR
Zafer sonrasında bizim yaylada,
Devrimlerin bekçisidir ozanlar.
Genci, ihtiyarı hepsi birlikte
Devrimlerin bekçisidir ozanlar.
“Yurdun efendisi köylüdür.” dedi.
Anayurdun temelini o ördü.
Sanatkâra yüreğinde yer verdi,
Devrimlerin bekçisidir ozanlar.
Tarımla sanayi giyimde devrim,
Ulusal kalkınma böyledir görün.
Yiğidin hakkını yiğide verin,
Devrimlerin bekçisidir ozanlar.
Yakıldı yurdumda kültür ateşi,
Buna destek verdi bizde her kişi.
Bulutları kovduk, aldık güneşi
Devrimlerin bekçisidir ozanlar.
Merhaba sizlere tüm Kemalistler,
Bizden örnek aldı mazlum uluslar.
Şaşırıp kaldılar emperyalistler,
Devrimlerin bekçisidir ozanlar.
Dikilince uygarlığın fidanı,
Bağımsızlık için verdik bin canı.
Susar mı hiç Cumhuriyet ozanı,
Devrimlerin bekçisidir ozanlar.
Keskinli Haydar’ım aydınlık yarın,
Barışla dostluğa güzeldir derim.
Karşısında durur tüm yobazların
Devrimlerin bekçisidir ozanlar.
TÜRKÇE DİLİMİZ
Tüm dünyaya anlatayım Türklüğü;
Laiklik ilkemiz, Türkçe dilimiz.
Ne Turancı ne de kafatasçıyız
Laiklik ilkemiz, Türkçe dilimiz.
Arapça değildir bizim dilimiz,
Hakiki mürşitte ilme verdik hız.
Tanrı bizimledir, bizdedir o giz;
Laiklik ilkemiz, Türkçe dilimiz.
Taassubu yıktık ta yirmi üçte,
Şehit dullarıyla, yetimler işte.
Doğuda Ağrı’da, batıda Kaş’ta;
Laiklik ilkemiz, Türkçe dilimiz.
Kubilaylar şehit verdik bu yolda;
Yağan yağmurlarda, kükreyen selde...
Yurdun her yanında ilçede, ilde
Laiklik ilkemiz, Türkçe dilimiz.
Biz ozanız avaz avaz bağırırız,
Çalar sazı coşar türkü çağırırız.
Güneş gibi şafaklarda ağarırız,
Laiklik ilkemiz, Türkçe dilimiz.
Keskinli Haydar’ım unutma dünü,
Bu memleket nice emek ürünü.
Ne kadar anlatsam az gelir bunu,
Laiklik ilkemiz, Türkçe dilimiz.
CUMHURİYET KURMAK İÇİN
İstanbul’dan yola çıktık,
Cumhuriyet kurmak için.
Bağnaz düşünceyi yıktık,
Cumhuriyet kurmak için.
Kağnılar yola dizildi,
Afyon’a doğru süzüldü.
Tarih bunu böyle yazdı,
Cumhuriyet kurmak için.
Tünektepe’ye varıldı,
Kocatepe’de duruldu.
Yıkılmaz duvar örüldü,
Cumhuriyet kurmak için.
Ankara’nın seğmenleri,
Aydın, Muğla efeleri.
Sağlam çattık temelleri,
Cumhuriyet kurmak için.
Keskinli Haydar der: Yârim,
Bağımsızlık karakterim.
Diyenleri pek severim
Cumhuriyet kurmak için.
23 NİSAN
Dünya Çocuk Bayramıdır,
Atatürk’ün emri ile.
Herkes onun hayranıdır,
Atatürk’ün emri ile.
Bu gün çocuklarız ama
Bizi büyümezler sanma.
Göl oluruz damla, damla;
Atatürk’ün emri ile.
Gönlümüzde kin bilmeyiz,
Biz bize düşman olmayız.
Yerimizde hiç durmayız,
Atatürk’ün emri ile.
Bırakın da oynaşalım,
Birbirimiz kaynaşalım.
Dünya ile barışalım,
Atatürk’ün emri ile.
Savaşlardan ders alalım,
Büyüsek de dost kalalım.
İlimde birlik olalım
Atatürk’ün emri ile.
Herkesin kutsaldır canı,
Dökülmesin insan kanı.
Bırakalım silahları,
Atatürk’ün emri ile.
Bakmayınız rengimize,
Hep benzeriz bizler bize.
Haydari kurbandır size,
Atatürk’ün emri ile.
ANKARA
Dikmen sırtlarından girdi,
Coşkulu bir ulus gördü.
İşte o gün karar verdi,
Başkentimiz Ankara’dır.
Atam girdi Ankara’ya / Güneş doğdu her tarafa.
Ankara’da hazırlık var,
Gölbaşı’nda doğdu bahar.
Seğmenlerle saldı haber,
Başkentimiz Ankara’dır.
Atam girdi Ankara’ya / Güneş doğdu her tarafa.
Ankara’ya meclis kurdu,
Mebusanı orda derdi.
Ulusal bir karar verdi,
Başkentimiz Ankara’dır.
Atam girdi Ankara’ya / Güneş doğdu her tarafa.
Ankara’da kale, hisar;
Burçlarına bayrak asar.
Bıraktı bir ölmez eseri
Başkentimiz Ankara’dır.
Atam girdi Ankara’ya / Güneş doğdu her tarafa.
Keskinli Haydar umutlu,
Türk ulusu olsun mutlu.
Bayramımız olsun kutlu;
Başkentimiz Ankara’dır.
Atam girdi Ankara’ya / Güneş doğdu her tarafa.
MARŞAL YARDIMI
Yıl dokuz yüz elli ters rüzgâr esti
Hayretle bakıştık geldik göz göze.
Ne vardı Kore’de ne için gittik?
Aklı eren varsa versinler bize…
Düğün değil, bayram değil enişte;
Neden baldızını öper dönüşte?
Herhalde bir oyun vardı bu işte
Marşal yardımları verildi bize.
Barış gönüllüsü gezdi diyarda,
Ülkemin kuzusu emanet kurda…
Bozuk süt tozunu dağıldı yurda,
Yedirdik, içirdik oğlana kıza
Kaşıkla verip de kepçeyle aldı,
Hizmetine girdik ağamız oldu.
Küçük Amerika hayalde kaldı,
Karnımız doymadı bir kuru söze.
Ele verdik iki yüz ton altını,
Üsküdar’dan geçti alıp atını.
Üretiriz buğday ile tütünü,
Servet avcıları gülerler yüze.
İskarpin almaya borç para bulduk,
Çarığı çıkartıp lastiği aldık.
Yine de borçlarla baş başa kaldık
Enflasyon ile biz kaldık yüz yüze.
Keskinli Haydar’ım unutma dünü,
Üzülerek anlat geçmiş o günü.
Boynuna takılan bu kör düğümü
Yürekli halkımın gençleri çöze.
GÖLÜMÜZ BİZİM
Dünya iyi tanır görmek dilerse,
Mustafa Kemal’dir ulumuz bizim.
Yurtta ve dünyada sulhu yeğlerse,
Barışa açıktır yolumuz bizim.
Anadolu’m medeniyet beşiği,
Kültür mozaiği, verir ışığı.
Gören olur bu ülkenin âşığı,
Kolay anlaşılır dilimiz bizim.
Tarih boyu Antalya’da okunur,
Korur onu gözü gibi sakınır.
Tezgâhlarda halı kilim dokunur
Göz nuru, emeği halımız bizim.
Saymakla biter mi yurt güzelliği,
Her yörenin vardır bir özelliği.
Bir de bırakırsak senlik benliği
Yeşile dönüşür çölümüz bizim.
Hacı Bektaş Veli, Yunus, Mevlana;
Hoca Nasrettin’den Veli Bayram’a.
Abdal Musa Koca Haydar Sultan’a
Ahmet Yesevi’den kolumuz bizim.
Nazım Hikmet Ran’ın tatlı dilinden,
Karacaoğlan’ın sazın telinden.
Dadaloğlu, Köroğlu’nun yolundan
Ahi Evren’dendir elimiz bizim.
Havası, güneşi, yaylası, köyü;
Cennettir her yanı doğası suyu.
Keskinli Haydar’ım anlat doğruyu
Şirin Antalya’dır ilimiz bizim.
PİRDİR BEKTAŞ
Ahmet Yesevi’den sulbu pederden,
Onun iki gözü nurudur Bektaş.
Özün Hakta, Hakkı özünde bulan
Urum erlerinin piridir Bektaş.
Ahmet Yesevi’nin oğlu Haydar’ı,
Bedenşan eline saldı askeri.
Kudbettin Haydar’ım dönmedi geri
Horasan’dan kalkıp yürüdü Bektaş.
Hoy’dandır aslımız yola koyuldu,
Keskin’de Haydar’ı zindanda buldu.
Bizans’ın üstüne ejderha oldu
Bir barış sembolü er idi Bektaş.
Kayser’rumaBedehşan’a ulaştı,
Bağrek yaylasına mekânın aştı.
Ejderhayla gizemini paylaştı
Bütün canlılara yar idi Bektaş.
Suluca höyükten Maden’e vardı,
Kiliseden Kel Haydar’ı kurtardı.
Keskin ilçesinin ismini verdi
Öz Türkçe diliyle bir idi Bektaş.
Tekfur askeriyle hayli uğraştı,
Kilisenin kapısına ulaştı.
Beş yüz papaz bile bu işe şaştı
Cehalet önünde sur idi Bektaş.
Nevşehir, Kırşehir, Keskin İlçesi;
Keskinli Haydar’ın gönül ilkesi…
Ahi Evren Veli dost felsefesi
Kadınlar okusun der idi Bektaş.
YESEVİ
Kudbeddin’sin dedi oğlu Haydar’a,
Urum diyarına saldı Yesevi.
Horasan erleri en önde gelen
Türklüğün öncüsü oldu Yesevi.
Türkçe yazdı, hep öz Türkçe konuştu,
Bütün Anadolu’ya ışığın saçtı.
Karanlığa karşı bir savaş açtı
Gönüller Sultanı güldü Yesevi.
Hazırcı değildi, kaşık yapardı;
Öküzüyle çarşı-Pazar satardı.
Parasın vermezsen dönüp bakardı
Haksızlığa katşı oldu Yesevi.
Gönderdiği ilk er oğlu Haydar’dı,
Bedehşan elinde bir görev verdi.
Haydar yedi sene zindanda durdu,
Bektaş’ı Keskin’e saldı Yesevi.
Dağıttı başından erenlerini,
Dünyaya ışığın verenlerini.
Gerçeğin izini sürenlerini,
Gönülden gönüle yoldu Yesevi.
Bektaş’ı Veli’yi Keskin’e saldı,
Hünkârım Haydar’ı zindandan aldı.
Oğluyla buluştu sevgiyle doldu,
Şadı Hürrem olup güldü Yesevi.
Keskinli Haydari bunu bilmiştir,
Horasan şehrinden, Hoy’dan gelmiştir.
Bağrek yaylasında mekan tutmuştur,
Hakkı vicdanında buldu Yesevi
OKURSA KADIN
Hacı Bektaş Veli söylevinde var,
Dünya çağdaşlaşır kadın okursa.
Bundan örnek aldı başka uluslar,
Dünya çağdaşlaşır kadın okursa.
Altı yüzyıl evvel bu günü gördü,
Cehalet zincirin o zaman kırdı.
Mustafa Kemal’e bir mesaj verdi,
Dünya çağdaşlaşır kadın okursa.
Özünü Hak, Hakkı özünde sayar,
Karanlığa karşı bilimi yayar.
Kılıcın yerine kalemi koyar,
Dünya çağdaşlaşır kadın okursa.
Keskinli Haydar’ım Bektaş Veli dost,
Kökü derinlerde çınar dalı dost…
Öz Türkçeyle bilim yayar dili dost,
Dünya çağdaşlaşır kadın okursa.
TÖRESİ VARDIR
Aydınlığı sunmuş Anadolu’ya,
Hacı Bektaş Veli töresi vardır.
Felsefesi eştir güneşe, aya;
Nevşehir’de bayram kurası vardır.
O büyük ulunun dost felsefesi,
Akıldır, bilimdir işlek ilkesi.
Ne güzel aymazı ayın demesi,
Gerçeği ortaya seresi vardır.
Her türlü zıt fikri koluna alan,
Barışın, dostluğun önderi olan.
Özünü Hak, Hakkı özünde bulan
Halktan halka hesap veresi vardır.
Örnek olmuş o günlerden bu güne,
O yüzden kavuşmuş evrensel üne.
Kendini yansıtmış kişi gönlüne,
Dünyalar durdukça durası vardır.
Keskinli Haydar’ım bunlar görür,
Pir’in meydanında semaha durur.
Halkın ozanları dergâha varır
Ellerinde sazı, curası vardır.
AMAN HA
Güvercinle kurda sualimiz var,
Eskisine benzemeyin aman ha!
Oy dediniz verdik hayalimiz
Bundan sonra zaman kıymetlidir zaman ha!
Onurlu yaşamak milletin hakkı,
Tunceli İzmir’e benzesin tıpkı.
Öfkeler tetikte olmadan tepki
Bozulur tuzaklar tutmaz dümen ha!
Dönüp Anıtkabre iyice bakın,
İnsan ayrımını kökten bırakın.
Çocuklara diye bir ışık yakın
Vurguncuyu ön plana koman ha!
Seçimlerden evvel bize geldiniz,
Tavuk yiyip yüzümüze güldünüz.
Dostuz diye oyumuzu aldınız,
Vatandaşa aptal filan demen ha!
Keskinli Haydar’ım çiğsin pişesin,
Cumhuriyet devrimleri yaşasın.
Şu Türk lirasının değeri düşmesin,
Mark ile Doların gücü yaman ha!
KIRIKKALE DESTANI
Yeşil vadi projesi tutmalı,
O gün güzelleşir Kırıkkale’miz.
Fabrikanın bacaları tütmeli,
O gün güzelleşir Kırıkkale’miz.
Üretim yaparken rafinerisi;
Durmadan gelirse bunun sürüsü…
Yaylalar, ormanlık koyun sürüsü.
O gün güzelleşir Kırıkkale’miz.
Kızılırmak hayat verir her yana,
Hasandede üzümüne, bostana…
Bir de selam versek Hacı Taşan’a,
O gün güzelleşir Kırıkkale’miz.
Boşa gitmez ise baraj suları,
Bilimsel işlerse bunu köyleri…
Turizme açılır ırmak boyları,
O gün güzelleşir Kırıkkale’miz.
Bu uğurda uğraş veren her cana,
Saygımız var öyle güzel insana.
Hele bir de gz yummazsa talana,
O gün güzelleşir Kırıkkale’miz.
Bizle Atatürk’ün çocuklarıyız,
Gösterdiği yolda alır isek hız.
Bir de barışırsa küskünlerimiz
O gün güzelleşir Kırıkkale’miz.
Keskinli Haydar’ım Keskin hayranı,
İçimi soğutur Bağrek ayranı.
Birlikte kutlarsak bunca bayramı,
O gün güzelleşir Kırıkkale’miz.
BAĞIMSIZ YARGIÇ
Önce şu talanı yok eder idim,
Bağımsız bir yargıç olsaydım eğer.
Doğru karar verir doğru söylerdim.
Bağımsız bir yargıç olsaydım eğer.
Tüm dünyaya barış sunar dururdum,
Suçlunun suçunu yüze vururdum.
Yeraltında ne var ne yok görürdüm,
Bağımsız bir yargıç olsaydım eğer.
Gençlere güvenip hakkın verirdim,
Kadınlarla birlik önde yürürdüm.
Cumhuriyet devrimleri korurdum,
Bağımsız bir yargıç olsaydım eğer.
Yoksulluğun sebebini arardım,
Yirmi dört kez hac yapana sorardım.
Meçhul ölümlere kafa yorardım,
Bağımsız bir yargıç olsaydım eğer.
Doğuyla batıyı barıştırır,
Bilim ve kültürle yarıştırırdım.
Çeteyi, mafyayı soruştururdum,
Bağımsız bir yargıç olsaydım eğer.
Göz yummazdım vurgun ile talana,
İnşaattan demir beton çalana.
Tutup kulağından atardım dama
Bağımsız bir yargıç olsaydım eğer.
Yedi yüz ceylanı vurdurmaz idim,
Hakimlere kalem kırdırmaz idim.
Ölüm cezaları verdirmez idim.
Bağımsız bir yargıç olsaydım eğer.
Silah yapımına karşı dururdum,
Dünya kardeş olsun önem verirdim.
Depremde, savaşta yara sarardım,
Bağımsız bir yargıç olsaydım eğer.
Kamyon ile Mercedes’in destanı,
Kolay kazanmadık biz bu vatanı.
Af etmezdim kazan, kepçe tutanı,
Bağımsız bir yargıç olsaydım eğer.
Daha söyleyecekçok sözlerim var,
Alınmayın bundan dürüst savcılar.
Sorardım “Nerede katil silahlar?”
Bağımsız bir yargıç olsaydım eğer.
Keskinli Haydar’ım hak var sözümde,
Özgürlük ateşi yanar özümde.
Adaleti görürdünüz tezimde,
Bağımsız bir yargıç olsaydım eğer.
DOSTA GÖNÜL
Arz eyleyip bize gelmiş,
“Merhaba!” de dosta gönül.
Arayıp da bizi bulmuş,
“Merhaba!” de dosta gönül.
“Hoş geldin!” de dosta gönül.
Ta Yunus’tan söz söylemiş,
Ne de güzel şeyler demiş.
Kamil meclisine dalmış,
“Merhaba!” de dosta gönül.
“Hoş geldin!” de dosta gönül.
Oturalım can postuna,
Güller açar gül üstüne.
Gerçek erenler dostuna,
“Merhaba!” de dosta gönül.
“Hoş geldin!” de dosta gönül.
Bir kararda durulur mu?
Tatlı cana kıyılır mı?
Dosttan uzak olunur mu?
“Merhaba!” de dosta gönül.
“Hoş geldin!” de dosta gönül.
Kılavuzun şahtan ola,
Doğrulalım gerçek yola.
Yunus Emre geldi dile,
“Merhaba!” de dosta gönül.
“Hoş geldin!” de dosta gönül.
Keskinli Haydar’ım kurban,
Senin yaran benim yaram.
Söylemezsem hayat haram;
“Merhaba!” de dosta gönül.
“Hoş geldin!” de dosta gönül.
KOCA VEYSEL’E
Bir Türkmen kocası, ulu bir çınar,
O ulu çınarın dallarıyız biz.
Yakılsa yeşili bu toprakların
Ekmeği üreten çölleriyiz biz.
Yunuslardan gelir Veysel’in soyu,
Ne güzel anlatır şehirle köyü.
Eli öpülesi Anadolu’yu
Toz duman kaplamış yollarıyız biz.
Görmese de gözü önde giderdi,
Gözü görenlere çok şeyler verdi.
Türkü türkü destan etti bu yurdu,
Sazın tezenesi, telleriyiz biz.
Toprağı gösterdi en sadık yâri,
Eyüp’ün derdiydi ozanın sırrı.
Sazı petek idi kendisi arı,
O dolu kovanın ballarıyız biz.
Öz Türkçeden ayırmadı dilini,
Bu günkü bizlere verdi elini.
Bırakmadı Atatürk’ün yolunu,
O büyük Ata’nın dölleriyiz biz.
Keskinli Haydar’ım Veysel’i gördü,
Altmış üç yılında yanına vardı.
Köyümün adını mahlasım verdi,
O büyük bahçenin gülleriyiz biz.
BABA VEYSEL’E
Altmış üç yılında tuzlu çayırda,
Tanıştım erenler Baba Veysel’le.
Eskiden gezerdim dağda bayırda,
Oluştum erenler Baba Veysel’le.
Ben kendimi olgun bir âşık sandım,
Onu gördüğümde kaba davrandım.
“Daha çiğsin.” Dedi hayli utandım,
Haşlandım erenler Baba Veysel’le.
İnsanı kamili o cemde buldum,
Ustayı tanıdım sevgiyle doldum.
Kendisinden öyle çok örnek aldım,
Dem içtim erenler Baba Veysel’le.
“Bu can kimdir?” diye dedeye sordu,
Eliyle yoklayıp cemalim gördü.
Keskinli Haydar’ın mahlasın verdi,
Konuştuk erenler Baba Veysel’le.
DANACI OBASI
Bin dokuzyüz seksen bir yangın oldu
Acıya gark oldu Danac’obası.
Doksan yedi insan boş yere öldü,
Acıya gark oldu Danac’obası.
Gazi’nin kızına düğün kuruldu,
Eşe, dosta birden davet verildi.
Yakıldı ateşler kazan kuruldu,
Acıya gark oldu Danac’obası.
Çevre köyden davetliler geldiler,
Bilinçsizce bir odaya doldular.
Doksan yedi kişi birden öldüler,
Acıya gark oldu Danac’obası.
Birikmiş komşular düğün etmeye,
Bizdeki töreler böyledir diye,
Taziye dilerim şoför gazi’ye,
Acıya gark oldu Danac’obası.
Keskin’in insanı bu işe şaştı,
Haydar Dede Konur yardıma koştu.
Gelinlik nice kız yanarak pişti,
Acıya gark oldu Danac’obası.
Keskinli Haydar da sizlerden biri,
Duyunca yıkıldım acı haberi.
Dilerim Cennettir hepsinin yeri.
Acıya gark oldu Danac’obası.
Bu şiir Keskin ilçesinin Danacı obası köyünde 1.2.1980 de bilinçsizce çıkan bir yangın sonucu 97 yurttaşımızın düğün gecesi hayatlarını kaybetmesinin öyküsüdür.
HAYDO’NUN AĞITI
Soyka BağrekBuyam’ın var karın var,
Dağlar koyağında kaldı kardaşım.
Neden bana sitemin var, zarın var?
Dağlar koyağında kaldı kardaşım.
Karlı bir dağ idim yandım ataşa,
Yana yana bir köz oldum kardaşa.
Haydo’ğum yaslanmış topak bir taşa,
Dağlar koyağında kaldı kardaşım.
Serin olur Buyamlı’nın havası,
Ambarlıkışla’nın sulak yaylası.
Soykalar kalaydı böğür tarlası,
Dağlar koyağında kaldı kardaşım.
Felek bana vurmuş acı bir hışım,
Maden’e yolladım gözümün yaşın.
Birisi kardaşım, birisi eşim
Dağlar koyağında kaldı kardaşım.
Güneşler doğmasın Buyamlı sana,
Dağlar nasıl kıydın böyle bir cana.
Bu acıyı diyemiyom ben sana,
Dağlar koyağında kaldı kardaşım.
Benim kaderimde senin tecellim,
Erarla belinde yetti ecelim.
Haydo kardaş evimize gidelim,
Dağlar koyağında kaldı kardaşım.
Keskinli Haydar’ım nasıl yanayım,
Değmeyin komşular bahtım sınayım.
Üç kardaşın bir bacısı kardaşım,
Dağlar koyağında kaldı kardaşım.
1950 Yılında Keskin-Haydar Dede köyü Böğür Tarla mevkiinde öldürülen Haydo’nun ağıtıdır.
KARDAŞIM KEMAL
Yazıyorum sana kardaşım Kemal,
Gittin ama lale, sümbül soldu gel.
Sürülmez tarlalar hepten bor oldu,
Araziler hep gübresiz kaldı gel.
Tekke’nin arkası görülmek ister,
Köyün altı tarla sürülmek ister.
Bağdaki dikenler kırılmak ister,
Yukarı bahçeye karga doldu gel.
Babam satmış ovadaki tarlayı,
Ele vermiş içindeki arpayı.
Yemiş içmiş koyunlardan körpeyi,
Külekler de sütsüz kalmış hele gel.
Camimize bir de imam tutulmuş,
Evi, barkı saray gibi yapılmış.
İlkokulun bir tarafı yıkılmış,
Sınıfları viran oldu hele gel.
Keskinli Haydar’ım sever doğayı,
Ankara’da duman almış havayı.
Sürdürmek ayıptır eski davayı,
Küskün gönül barış dolmuş hele gel.
KÖPEKLERİZ
Edepsizlikte tekleriz,
Ne utanmaz köpekleriz…
Kimi görsek etekleriz,
Ne utanmaz köpekleriz…
Geldik vatan kavgasına,
Düştük rütbe yağmasına.
Daldık dünya sefasına,
Ne utanmaz köpekleriz…
İnsan mı neyiz seçilmez,
Bir zehirdir ki içilmez.
Tavrımızdan da geçilmez,
Ne utanmaz köpekleriz…
Biz bakmadan sağa, sola;
Düşman girdi İstanbul’a.
Vatanı sattık bir pula,
Ne utanmaz köpekleriz…
Dalkavuklukla irtikap,
İşte etti bizi harap.
Sen söyle ey şevketmahap
Ne utanmaz köpekleriz…
Vatanın girdik kanına,
Leke getirdik şanına.
Cümlemizin yuh canına,
Ne utanmaz köpekleriz…
YAŞAYACAĞIM
Veda yok ölsem de yaşayacağım,
Mezarım başına gelin yeter ki.
Dualarım olsun bir şiir okun,
Karınca Dayıyı bulun yeter ki.
Nuri’nin Kel Döndü kalkıp gelecek,
Avni’nin Döne’yi gelin alacak.
Köyün ozanları birlik olacak,
Söylesin gerçeği dilim yeter ki.
Bağrek’in göğsünde aşıklar yatar,
Cıblak Ali Sultan Konur’dan bakar.
Sorgu melekleri sorguya tutar,
Kul hakkı yemedik bilin yeter ki.
Bir meşe dibine mezarım kazın,
Başımdaki taşa bir dörtlük yazın.
Talip’in Hasan’a emanet sazım,
Susmasın sazımda telim yeter ki.
Üç kez tutuklandım gene yılmadım,
Hak bildiğim yoldan geri kalmadım.
Bedenen ölsem de fikren ölmedim,
Görün şu halimi gülün yeter ki.
Sevdiği uğruna sevda verenler,
İşte geldim gidiyorum erenler.
Hoşça kalın eşim, dostum, yarenler;
Size malum olsun halim yeter ki.
Keskinli Haydar’ım nedendir gülmem,
Kudbettin Haydar’ı yazmadan ölmem.
Yüreğim geniştir kusura kalmam,
Canlar bunu böyle bilin yeter ki.
BİZİM KÖYLÜ KADINLAR
Bağrek yaylasının Döne’siyim ben,
Sevdamda açılır gül Haydar Haydar.
Üzümün, buğdayın tanesiyim ben,
Beni araştırıp bul Haydar Haydar.
Teyzeyim, halayım, ben bir nineyim;
Şafakta uyanan güzel sunayım.
Mayıs kokan elde kandan kınayım,
Otur sol yanıma gel Haydar Haydar.
Kumsal toprakları elimle yardım,
Oğul verdim, suyun verdim, can verdim.
Bir yürek üstüne sevdalar kurdum,
Sonunda kalmışım dul Haydar Haydar.
Döndü, Zeynep, Fadime’yle Sultan’a;
Nice oğulları verdik vatana.
Göz yumuldu memleketi satana,
Bunu söyleyiver bir Haydar Haydar.
Kahpe savaşların yiğit duluyum;
Erkeğimin kanadıyım, koluyum.
Eli öpülesi Anadolu’yum,
Akar gözüm yaşı sel Haydar Haydar.
Genç kızlık saçımı ak ile ördüm,
Seçimden seçime çok sofra serdim.
Siyaset cambazı çok deyyus gördüm,
Hepsinin bağları kel Haydar Haydar.
Kek Döndü-Avni’nin Döne-Elif’in Sultan
KARAPINAR
Ceritkale, Haydar dede,
Bir hazine var burada.
Yol bulunur gide gide,
Bir hazine var burada.
Demirciye, nalcıya da,
Yoldan geçen yolcuya da.
Çalı içi kılcıya da
Bir hazine var burada.
Yaraları saran canlar,
Kör olmayıp gören canlar.
Bağrek dağda duran canlar
Bir hazine var burada.
Sarı dere kurt ini var,
Sevilmemiş sanki bir yar.
Özellikle Karapınar,
Bir hazine var burada.
Keklikasar, Asar kale;
Seyrederiz bile bile.
Yıkacaktı kulu böle,
Bir hazine var burada.
Karapınar taşlı tarla,
Biraz düşünceni zorla.
Bizans altınları orda,
Bir hazine var burada.
Türkmen boyu oluk yeri,
Bir de bıyığın mezarı.
Araştırın bu eseri,
Bir hazine var burada.
Ceritkalemağrasını,
Kızlar bağı kalesini.
Saran yoktur yarasını
Bir hazine var burada.
Haydar Sultan neye gelmiş,
Gelen yabancıyı kovmuş.
Bu günlere neler demiş,
Bir hazine var burada.
Keskinli Haydar’ım ünü,
Köy ozanı yazdı bunu.
Çözün gençler bu düğünü,
Bir hazine var burada.
YANARIM
Doğduğum köyümün öz geçmişini,
Bulamazsam ölene dek yanarım.
Eski muhtarlardan hep şikâyetçi
Olamazsam ölene dek yanarım.
Filik Haydar, Höllüseyin, Mahmut ağ;
Bayram Kahya, Yakup Çavuş, asker ağ.
Sırtı sarı başımızdan aldı yağ,
Barışmazsam ölene dek yanarım.
Ali molla, Kınıt Haydar bilmemiş,
Ali Özlük arayıp da bulmamış.
Eskilerden bize yazıt kalmamış,
Yazamazsam ölene dek yanarım.
Mezarın Çöğ’deki gizli sırları,
Yedi kardeş yüreğimin surları.
Ambarlıkışla’da ören yerleri,
Göremezsem ölene dek yanarım.
Dağdaki suların köye gelmesi,
Susuz kalan canlıların ölmesi.
Ramazan’ın köye muhtar alması,
Diyemezsem ölene dek yanarım
Keskinli Haydar’ım dedim sözümü,
Kudbettin’e bağlamışım özümü.
Esme çeşmesinden elim, yüzümü;
Yuyamazsam ölene dek yanarım.
HASRETİM BEN KÖYÜME
Anlatayım size doğduğum köyü,
Özlemim var, hasretim ben köyüme.
Dünyada söylenir köyümün ünü,
Özlemim var, hasretim ben köyüme.
Bahar gelir Bağrek giyer fistanı,
Yığın olur, çalı’çininbostanı.
Cerit kalesiyle kılcı destanı,
Özlemim var, hasretim ben köyüme.
Ağlayan kayadan dökülen yaşa,
Ambarlı kışla da öten baykuşa.
Mezarın Çöğdeki yedi kardaşa,
Özlemim var, hasretim ben köyüme.
Bağrek’in tepesi dereli düzlü,
Ören yerlerinde ne sırlar gizli.
Harmanlar sürerdik gelinli kızlı
Özlemim var, hasretim ben köyüme.
Erağlan, kaba pelit, Sarıdere’ye,
Mantarı bol olur sayaca diye.
Yürüğün sudaki çadır hediye,
Özlemim var, hasretim ben köyüme.
Tatlı olur Kurt ininin üzümü,
Oluk yeri, Karapınar özünü.
Orda buldum sevdiğimin izini
Özlemim var, hasretim ben köyüme.
Nazlı idi bizim köyün kızları,
Bağ bellerdik beraberce yazları.
Her birinin erkekçeydi sözleri
Özlemim var, hasretim ben köyüme.
Konur’dan geçerdi eskiden yolu,
Kırıkkale oldu köyümün ili.
Öz Türkçe konuşur köyümün dili,
Özlemim var, hasretim ben köyüme.
Topal burunlara kağnı koştuğum,
Ekini biçerken yere düştüğüm.
Esme çeşmesinin suyun içtiğim,
Özlemim var, hasretim ben köyüme.
Keklik Asarından Burculuhan’ı,
Köprünün koruya sürerdik malı.
Har su kaynağına dikerdik dalı
Özlemim var, hasretim ben köyüme.
Tokalı Çöğdeki kartal yuvası,
Orda öldü Murtaza’nın Ziya’sı.
Buyamlı tepesi sulak yaylası,
Özlemim var, hasretim ben köyüme.
Kızılırmak dolanarak akıyor,
Sayaca’nın menekşesi kokuyor.
Eski günler gözlerimde tütüyor,
Özlemim var, hasretim ben köyüme.
Keskinli Haydar’ın çalardı sazın,
Gençlere dileğin kendine nazın.
Bir meşe dibine mezarım kazın,
Özlemim var, hasretim ben köyüme.
DUYMADAN GİTTİ
Kore’ye gitmişti Kulu’nun Haydar,
Gazilik vermişler duymadan gitti.
Bakancak köyünde sığır güderdi
Bir kerecik karnı doymadan gitti.
Gezi’nin muradı topal katırdı,
Otunu biçerdi saman yetirdi.
Kel Ganime gurka tavuk yatırdı,
Çıkan cücükleri saymadan gitti.
Asiye halanın öz kızı Dudu
Bir göz ev yapmaktı niyeti derdi.
Anası Köprü’ye kocaya verdi,
Turfanda ayranı yaymadan gitti.
Köprü köyündeki kocasız melek,
Ermedi murada vermedi Felek.
Bağrek dağlarına sürdü bir inek,
Kısır ineğini sağmadan gitti.
Kaleli Ese’nin başı yastaydı,
Konurlu Deli Hakkı biraz yastaydı.
Bayram’la Kel Hüseyin yaman ustaydı,
Taşı taş üstüne koymadan gitti.
Danacı obasından Güççüğün Döndü,
Doksan yedi kişi boş yere yandı.
Bindokuzyüzseksen kara bir gündü,
Baharda güneşi doğmadan gitti.
Tatlıdır Türkmen’in darmuz ekmeği,
Hacı Ali Obasının karnı aç beyi.
Aşireti kovdu çalgıcı deyi,
Haça Taşan kaşın eğmeden gitti.
Tilkilikepirli iğde belini,
Müsellim’den yolcu ettik gelini.
Aştı gitti Sarılar’ın yolunu,
Akan gözyaşını silmeden gitti.
Konur Köyündeki Ümmet’in Durdu,
Seçimden seçime çok sofra serdi.
Çeteli, mafyalı vekiller gördü,
Birisine bile sövmeden gitti.
Mihnet ile gezdik bütün köyleri,
Bunca sözler duyduk ileri geri.
Kardeşim Keskinli Aşık Haydari
Verdiği ikrardan caymadan gitti.
(Mihneti ile bizim yöre gezintisinde)
KALMA GERİYE
Kırmayın kimseyi, incitme canı;
İmar et köyünü kalma geriye.
Edirne’den Kars’a memleket bizim,
İmar et köyünü kalma geriye.
Tarih şahidindir Atatürk’e bak,
Dünya aydınlansın bir meşale yak.
Geleceğe temiz yarınlar bırak
İmar et köyünü kalma geriye.
Komşu köyler ile yardımlaşarak,
Kooperatifler kurup açarak.
Birlik olup dağ başını aşarak,
İmar et köyünü kalma geriye.
Bu arada ilme, fenne vararak,
Cehaletin zincirini kırarak.
Cahilin fikrine karşı durarak
İmar et köyünü kalma geriye.
Haberleşin ilçe ile il ile,
Mektup ile telgrafla tel ile.
Hoş sohbetle candan tatlı dil ile,
İmar et köyünü kalma geriye.
Kimseyi küstürüp insanı kırman,
Ulusal kalkınma o zaman görün.
Mutluluk getirir bu gün ve yarın,
İmar et köyünü kalma geriye.
Keskinli Haydar’ım ünle ünleri,
Birlikte görelim güzel günleri.
Yardıma bekleriz bütün canları,
İmar et köyünü kalma geriye.
BAYRAM EDER
Ateşi yaksak da çiği pişirsek,
Ateş bayram eder kül bayram eder.
Dostluk deryasını boydan aşırsak,
Irmak bayram eder sel bayram eder.
Tamam olsa tüm küskünler barışsa,
Dostluk kurup birbiriyle sarışsa.
Tüm insanlık bir bayrağı dönüşse,
Ülke bayram eder il bayram eder.
Temelleri sağlam binalar yapsak,
Kara düşünceyi içinden atsak.
İşsizlere iş bularak çalışsak,
Cüzdan bayram eder el bayram eder.
Çeteye mafyaya karşı durursak,
Yeke yek düşmana birlik varırsak.
Paramızın değerini korursak,
Pazar bayram eder mal bayram eder.
Bağımsızlık için uğraş verirsek,
Haklıyı haksızı iyi görürsek,
Tabiatı ormanları korursak,
Dağlar bayram eder çöl bayram eder.
İnsanca yaşarsa ozanın halkı,
Keskinli Haydar’ım gülerim belki.
İnsanlık adına sazını çal ki,
Pena bayram eder tel bayram eder.
ÂŞIK EMİNİ’YE
Bir sualim vardır Âşık Emini,
Yavruyu yuvadan yozabildin mi?
Duydum Isparta’ya doğru gitmişsin,
Bari rahat rahat gezebildin mi?
Amacın neydi ki ne için gittin,
Hayra mı karıştın ne işler tuttun?
Veli Baba ile erkân mı ettin,
Zehri bal eyleyip süzebildin mi?
Söyle hele hal ehliyle hal mısın,
İpek misin, kumaş mısın şal mısın?
Dört kapıda, kırk makamda var mısın?
Demirden leblebi ezebildin mi?
İçini yumadan dışını yudun mu?
İnsanı kamile yoldaş oldun mu?
Erenler ceminde dara durdun mu?
Varsılı, yoksulu sezebildin mi?
Sene altmış dokuz sana çağdaşım,
İnsanca yaşamak hayalim düşüm.
Keskinli Haydar’ım sana kardaşım,
Sineme dertlerin dizebildin mi?
DURMA
Şu aleme bir bak Emini Düştü,
Görmüyor mu gözün şaşınıp durma.
Sade kendini halk ozanı sanıp,
Fuzuli yollarda aşınıp durma.
Yakışır mı halka küfürler etmek,
Has bahçe içinde bülbülüm demek…
Sana da kısmettir kaybolup gitmek,
Karga gibi çöpte deşinip durma.
Bir bilge kişi ol tez suna suna,
Bilim aynasını getir usuna.
Yaz gününde yatma kış uykusuna,
Can gözünü aç da düşünüp durma.
Telli sacın tezeneyle çalarsın,
Sözde karanlığı aydın dilersin.
Küfür deryasında imanım dersin
Daha olmamışsın pişinip durma.
Ot kökün üstünde biter demişler,
Tam da taşı gediğine koymuşlar.
Beş yüz fili bir ağıla koymuşlar,
Açık açık söyle kaşınıp durma.
Tiryakilik etme gerçeği bilsen,
Kendi gizemini anlayabilsen.
Güzeli çirkini bir sevebilsen
Bir zenne misali puşunup durma.
Keskinli Haydar’ım bulmadım aşkı,
Yıkıldı gönlümün sarayı köşkü.
Gücenme kardaşım Emini Düştü,
Gel de dertleşelim koşunup durma.
ABDAL MUSA’M
Akdeniz üstünde Toros yaylası,
Mor menekşe açmış gül Abdal Musa’m.
Destan destan yaşar yürekte sevdam
Türkü türkü olmuş dal Abdal Musa’m.
Akç’eniş köyüne yolum uğradı,
Bir ok değdi ciğerimi doğradı.
Çile çekmek Tekkeliye yaradı,
Hoş değil hatırla hal Abdal Musa’m.
Yüreği soğutur yürük ayranı,
Tahtacı güzeller sardı yaramı.
Birlikte kutladık bunca bayramı,
Ta evvelden böyle yol Abdal Musa’m.
Bozkırların Uçarsu’ya yaslanır,
Sevdalı bağrında ceylan beslenir.
Başı darda kalan sana seslenir,
Aşiret zordadır gel Abdal Musa’m.
Tahtacı obası, yürük yaylası;
Keskinli Haydar’ın gönül sevdası.
Arının gayreti birlik davası,
Bu yüzden tatlıdır bal Abdal Musa’m.
GÜZEL OLSUN
Herkes kapısının önün süpürsün,
Asfalt güzel olsun, yol güzel olsun.
Umut ile bakmalıyız yarına,
Hatır güzel olsun, hal güzel olsun.
Alanya, Manavgat, Kemer, Bel dibi;
Yok etme doğayı sakın el gibi.
Yakıp yıkma etrafını sel gibi,
Bahçe güzel olsun, gül güzel olsun.
Sahip ol ormana canlı barınsın,
Al-yeşil memleket sevda bürünsün.
Toprakların erozyondan korunsun,
Dağlar güzel olsun, çöl güzel olsun.
Mustafa Kemal’in aydın izinden,
Doğa aşkı ibarettir özümden.
Dilerim alınır ozan sözümden
Türkü güzel olsun tel güzel olsun.
Keskinli Haydar’ım ben müdahilim,
Sizlerden biriyim elden değilim.
Dünya vatanımdır Antalya ilim
Kullar güzel olsun dil güzel olsun
ANADOLU’M
Tasavvufta Yunus’uz biz,
Ozan dolu Anadolu’m.
Hatayi’yiz, Pir Sultan’ız,
Ozan dolu Anadolu’m.
Taassubu yenebilen,
Türkü türküKarac’oğlan.
Köroğlu’nun sazın çalan,
Ozan dolu Anadolu’m.
Torosların sert yelinden,
Dadaloğlu’nun telinden.
Nazım ustanın dilinden,
Ozan dolu Anadolu’m.
Savaşlarda, barışlarda;
İnsan için yarışlarlda.
Mahsuni’yiz biz Maraş’ta,
Ozan dolu Anadolu’m.
Nesimi’yim, Akarsu’yum;
Hasretim var ben Veysel’im.
Yakıldıkça artar soyum,
Ozan dolu Anadolu’m.
Yüzseler de akmaz kanım,
Hak bendedir ben insanım.
Daimi’yim, Çırakman’ım;
Ozan dolu Anadolu’m.
Ustalarım böyle dedi
Taşı gediğine kodu.
Âşık Haydari okudu,
Ozan dolu Anadolu’m.
KESKİN
Çıktım Dernek Dağına seyreyledim,
Şafaktan doğarken günü Keskin’in.
Kartalın beline uğradı yolum,
Tatlı tatlı eser yeli Keskin’in.
Kışları soğuktur, yazı başkadır;
Allı turnasıyla sözü başkadır.
Hacı Taşan’ıyla sazı başkadır.
Bal kaşığı söyler Keskin’in.
İçene can verir Cemcem’in suyu,
Yetmiş iki pare ozanın köyü.
Yiğittir insanı tatlıdır huyu,
Dünyaya açılır yolu Keskin’in.
Evliyalar yurdu Bağrek’le Denek;
Kırığın Kaleden Keskin’e inek.
Yürekli insanı değildir dönek,
Uzanı her yana kolu Keskin’in.
Doğan Kandemir’le Pehlivanlı’yı,
Kul Rabia yetimi Karakuş Nebi.
Yuntaş’ın damadı şoför kel Ali,
Ozanları oldu dili Keskin’in.
Hasandede’de Sultan bekçilik yapar,
Üzümü, bostanı pazarda satar.
Keskinli yiğitler halaylar tutar,
Yeşile karışır alı Keskin’in.
Keskinli Haydar’sın Koca Haydari,
Özlüyorum neden kaldık biz geri.
Bundan sonra birlik ileri geri,
Dostluğa açılsın gülü Keskin’in.
SAZIMA
Saz benim sevgilim, saz benim yârim,
Onun için çok severim sazımı.
Gün be gün artıyor efkarım derdim,
Onun için çok severim sazımı.
Sazım eşim oldu çalıp söyledim,
Coşan deryam oldu onu boyladım.
Sazım tüfek gibi avım avladım,
Onun için çok severim sazımı.
Sazımla ağladım sazımla güldüm,
Sevgiyi dostluğu onunla buldum.
Ekmek alamazken ben onu aldım,
Onun için çok severim sazımı.
Sazım silahımdır mermisi bilim,
Onunla açılır aydınlık yolum.
İnsanlık gülmezse ne olur halim,
Onun için çok severim sazımı.
Türkü söyler mızrabıma vururum,
Sazım ile kültürümü korurum.
Silah yapımına karşı dururum,
Onun için çok severim sazımı.
Kopuz, divan sazı, cura, bağlama;
Gılgamış Destanı almış sağlama.
Keskinli Haydar’ım ozandır ama
Onun için çok severim sazımı.
SORAMIYORSUN
Sen nasıl âşıksın Âşık Haydari,
Gözlerin kör mü ne göremiyorsun.
Zaman mı yalancı sen mi yalancı,
Verdiğin ikrarda duramıyorsun.
Sene doksan sekiz yaş elli sekiz,
Görmedim baharı çabuk geldi güz.
Yüreğim daraltır içimdeki giz,
Bir gerçeğe yüzün süremiyorsun.
İncindin de incitmedin canları,
Kendince sanırsın sen insanları.
İkiyüzlü dostlar dil cambazları,
Neden buna kafa yoramıyorsun.
Vatan millet ve Sakarya deseydin,
Çalıp çırpıp bir tarafa kosaydın.
Çeteyle mafyayla birlik yeseydin,
Evin kirasını veremiyorsun.
Böyle dümen insanlığa uyar mı,
Bulutsuz havada yağmur yağar mı?
Sahtekarlık yüreğine sığar mı,
Deyyusun boynuzun kıramıyorsun.
Keskinli Haydar’ım sever vatanı,
Senin sevdiceğin sevmedi seni.
Evin yok barkın yok sermayen hani
Bunun hesabını soramıyorsun.
GİTSİN
Gönül aşk atına binip de gitme,
Bırak dizginleri salıver gitsin.
Vefasız yar ile pazarlık etme,
Kamil dükkânına dalıver gitsin.
İncinirsin sohbet kurma cahille,
Başına getirir bin türlü bela.
İnsanı kamilde olur mu hile,
Mürşidi talibi biliver gitsin.
İnsanlık bilmezin koynunu gütme,
Ürkek ceylan gibi dağı terk etme.
Bir dilim ekmeğe çekip de gitme,
Bu yıllık burada kalıver gitsin.
Deli gönül sakın unutma dünü,
Uzaktan duyulur yârimin ünü.
Hacı Bektaş Veli Şeyh Bedrettin’i,
Onların yolunda ölüver gitsin.
Ahmet Yesevi’nin Türkçe dilini,
Kudbettin Haydar’ın tuttum elini.
Yobaz biri gelir kırar gülünü,
O yere bahçıvan oluver gitsin.
Kavgaya tutuştum deli gönlümle,
Barışmak isterim kendi kendimle.
Keskinli Haydar’ım otur denginle,
Sen Hakkı kendinde biliver gitsin.
ANADOLU’M
Denek’te kırklar var Bağrek’te Haydar,
Erenler yatağı can Anadolu’m.
Konur’da Çıplak Ali Musa Dede’yle
Erenler yatağı can Anadolu’m.
Aşağı şıh, yukarı şıh türbesi,
Keskin türküleri mest eder beni.
Erenlere bakın incitmen canı,
Erenler yatağı can Anadolu’m.
Temiz olur Bağrek Dağın havası,
Yükseğinde vardır şahin yuvası.
Denize dönüştü Köprü ovası,
Erenler yatağı can Anadolu’m.
Birbirine benzer Keskin köyleri,
Aynı karakterde aynı huyları.
Yürük ceritavşar Türkmen boyları,
Erenler yatağı can Anadolu’m.
Kepirli Müsellim Danacı obası,
Darmız ekmeğinin güçtür çabası.
Tınaz savururdu kırık yabası.
Erenler yatağı can Anadolu’m.
Keskinli Haydar’ım köy köy dolaştım,
Yetmiş iki pare köye ulaştım.
Aşk atına binip dağları aştım,
Erenler yatağı can Anadolu’m.
KARDAŞ
Bizler bizi anlamadan kınadık,
Boşa yere buna küsüldü kardaş.
İhtiyat değiliz erken bunadık,
Dostça bir merhaba kesildi kardaş.
Keskin dağlarının serin yaylası,
Yiğidin kendidir kendi aynası.
Susup oturmanın var mı faydası,
Ondan ensemize basıldı kardaş.
Yurdu sardı mafyasıyla çetesi,
Susurluk’ta bir kamyonun vitesi.
Takke düştü kel göründü tepesi,
Neden göz yumuldu susuldu kardaş.
Kimi vatan millet Sakarya dedi,
Ezanı, bayrağı önüne koydu.
Koca bir deveyi yüküyle yedi,
Ondan mı hızları kesildi kardaş.
Keskinli Haydar’ım berbat zamanlar,
Mecliste yapılan yalan yeminler.
Adalet isteyen dürüst insanlar
İplere takılıp asıldı kardaş.
BENİ TANIMAM
Aklım var fikrim var mantığım caba
Ben benden gelirim beni tanımam
Ömrümü geçirdim boşuna çaba
Ayrı olmadığım seni tanımam
Sene doksan yedi batağa daldık
Çırpına çırpına borç para bulduk
Altı yüz ceylanı boş yere vurduk
Onları avlayan canı tanımam
Vatandaş zor bulur kiraya para
Sandalye olur mu sekiz milyara
Keskin'li Haydar'ım bulunur çare
……………..
VATAN GİBİDİR
Orman bir sevdadır vatan gibidir
Korumazsan onu el olur gider
Doğa bir nazlıdır bir yar gibi
Sevemezsen onu el alır gider
Dağlar bir türküdür ağaç bir sazdır
Vadi bir edadır yayla bir nazdır
Başı karlı dağlar gelinlik kızdır
Hoş tutmazsan onu el olur gider
Keskinli Haydar'ım ileri bakar
Kendini bilmezler ormanı yakar
Ülke toprakları denize akar
Canım Anadolu'm çöl olur gider
KÜSÜLDÜ KARDAŞ
Birbirimiz anlamadan kınadık
Boştan yere buna küsüldü kardaş
İhtiyar değiliz ya neden bunadık
Dostça merhabalar kesildi kardaş
Keskin dağlarının serin yaylası
Yiğidin kendidir kendi aynası
Susup oturmanın var mı faydası
Ondan ensemize basıldı kardaş
Yurdu sardı mafyası çetesi
Susurluk’ta kamyonun vitesi
Takke düştü kel göründü tepesi
Neden göz yumuldu susuldu kardaş
Kimi vatan milleti Sakarya dedi
Ezan bayrak dedi önüne koydu
Koskoca deveyi de yükleriyle yedi
Ondan mı hızları kesildi kardaş
Keskinli Haydar’ım berbat zamanlar
Mecliste yapılan bunca yeminler
Adalet isteyen dürüst insanlar
Takıldı iplere asıldı kardaş
Dost Derviş Kemal’e Merhaba
Birde şu üzüm bağlarının
Kurumasını ve ona bakmasını
Beceremeyenlere çok dargınım
Tıpkı ormanları Harap
Edenler gibi
CAN BACIM
Aylar oldu selamını almadım
Küskün müsün yoksa bana can bacım
Kusurum mu oldu suçum bilmedim
Küskün müsün yoksa bana can bacım
Bir kaza oldu da dünyaya geldim
Sizinle ağladım sizinle güldüm
Yaşama sevincin sizinle buldum
Küskün müsün yoksa bana can bacım
Öle bu kardaşın yoluna öle
Arada birde olsa selamın gele
Yüreğimin her yanı sevginle dola
Küskün müsün yoksa bana can bacım
Bağdat gibi şar bulunmaz
Kardaş gibi yar olur mu sırdaşım
Tutmadı düzenim bozuldu işim
Küskün müsün yoksa bana can bacım
Nazlı çiçektiniz sizi büyüttüm
Zaman zaman dizlerimde uyuttum
Keskinli Haydar’ım dünü unuttum
Küskün müsün yoksa bana can bacımA
NE BİZİ SORARLAR
Bir babamız vardı iki anamız
Ne bizi sorarlar ne biz onları
Karlı dağlar aştık yandı canımız
Ne bizi sorarlar ne biz onları
Nabi’yle Nezake’i yanıma aldım’
Kemal’le Makbule’yi canımda buldum
Ergani’ye kardaş dedim takıldım
Ne bizi sorarlar ne biz onları
Ozanlar yüzsüzdür ar mı bulunur
Gurbet gibi hain yer mi bulunur
Kardaş kardaş yakın yar mı olunur
Ne bizi sorarlar ne biz onları
ADİL AĞA’NIN SOYTARISI
Memlekete muhtar olmuş
Adil Ağa’nın soytarısı
Sorun hele nerden gelmiş
Adil Ağa’nın soytarısı
Köyü birbirine katar
Cennet alır cennet satar
Arada yaş yere yatar
Adil Ağa’nın soytarısı
Zordur sana alışmamız
Düzenbzla yarışmamız
Aydınlıktır şiarımız
Adil Ağa’nın soytarısı
Keskinli Haydar’ın ünü
Unutmayız asla dünü
Zor kazandık biz vatanı
Adil Ağa’nın soytarısı
SOYULANDANIM
Kiminlesin diye bana sorsalar
Soyanlardan değil soyulanlandanım
Çete mafya dört yanımı sarsa da
Soyanlardan değil soyulandanım
Babam bile olsa doğruyu derim
Halkım bilsin taşı gediğine korum
Bizi yönetene bir de aferin
Çalandan değil soyulandanım
Altıyüz ceylanın hesabın sorsam
Beyin koltuğuna derisin gersem
Adalet kurulsa bir hesap versem
Çalandan değilim soyulandanım
ASLAN YATAĞI BOŞ KALMAZ
Aslan yatağı boş kalmaz derler
Hasan Hüseyinler Aliler vardır
Anadolu’m ozanlar otağı
Karanlığa ışık veliler vardır
Dede Korkut Yunus koca Pir Sultan
Dersimiz almışız koca Veysel ustadan
Cehaleti yıkıp en önde giden
Dadaloğlu Kroğlu gibi ulular var
Kırşehir’de Ertaş Keskin’de Taşan
Türkü türkü doğup türküye koşan
Keskinli Haydar’ım kaynayıp coşan
Benim gibi bunca de liler vardır
BİZİM KÖYDE
Bizim köyden Hasan ile Hüseyin
Yarına umutla bakıp giderler
Konur’da Ali Mızrak üçü bir güne
Kardeşlik ateşin yakıp giderler
Bağrek yaylasının menekşe gülü
Örnek almışlardır Koca Veysel’i
Yüreğinde türkü sazlarda teli
Cehaleti kökten yıkıp giderler
Mustafa Kemal’in vasfın ederler
Bunlar gören bizlerden önde giderler
Eksinli Haydar’a dostça gülerler
Kızılırmak gibi coşmuş geliyor
AVLA SEN BENİ
Bahçenin içinde kiraz olayım
Gözünün yaşıyla sula sula sen beni
Üzerinden uçan turna olayım
Yeter ki yürekten avla sen beni
Yapının içinde harcın olayım
Kalenin içinde burcun olayım
Keskin dağlarında kırcın olayım
Üstüne yağayım sakla sen beni
Petekten süzülmüş balın olayım
Göğsünde açılan gülün olayım
Yoluna serilmiş halın olayım
Ayağın altında çiğne sen beni
Çocukluk aşkımsın seversen buyum
Keskin’li Haydar’ım bir damla suyum
Gözlerinden doğan tatlı uykuyum
İstersen yürekten düşle sen beni
DURMADAN AĞLAR
Karalar giyinmiş bir güzel gördüm
Düşmemiş dengine durmadan ağlar
Merhaba dedim de halini sordum
Siyah gözlerinin suları çağlar
Alacığına girdim uykuya dalmış
Fesleğen çiçeğin bağrına sarmış
Dalıp rüyasında yavrusun görmüş
Düşmemiş eşine göz yaşı çağlar
Bağrek yaylasını duman bürümüş
Çok ağlamış göz pınarı kurumuş
Bellikine bir sevdiği varımış
Düşmemiş eşine durmadan ağlar
Bir ceylan misali karşımda durdu
Keskinli Haydar’a bir bostan verdi
Dayandı çapaya bir hayal kurdu
Düşmemiş dengine göz yaşı çağlar
Bekler sevdiğini durmadan ağlar
AĞLASIN DİYE
Kızılırmak suyu ile çağlamış
Siyah saça çiçekleri bağlamış
Kendi kaderine küsmüş ağlamış
Gelip benim gibi ağlasın diye
Uzak durur bana sanki el gibi
Bozuk bağ içinde gonca gül gibi
Coşkun akan ırmak gibi sel gibi
Gelip benim gibi çağlasın diye
Bağ budarken köprü köyü düzünde
Hüzün vardı yaş doluyu gözünde
Yürek dolu sevgi vardı sözünde
Bekledi doğruyu söylesin diye
Bağ budarken gördüm nazlı gelini
Yaklaştım yanına tuttum elini
Baraja göndermiş gözün selini
Keskin’li Haydar’ım boylasın diye
CAN CANA
Bura Topalburun yan yana
Ot biçerdik onun ile can cana
Çok umut vermişti o zalim bana
Geçti Erağlan’dan gitti Nazlıhan
Ezelide deli gönül ezeli
Bir ben değil herkes sever güzeli
Beni bir divane etti Nazlıhan
Köprünün köyün taşlı yolu toz olur
Kıyamam güzelim belki söz olur
Yedi köyü versem sana az olur
Kendini ucuza sattı Nazlıhan
Keskinli Haydar’ım bir gün ölürüm
Gittiğin yaylaya çoban olurum
Sağ olursam seni alır gelirim
Bir kötü koynuna yattı nazlı han
GÜN İÇİNDE
Bilinmez bir alemdeyim
Yaşadığım gün içinde
Hesabını verdim geldim c
Canan ile can içinde
Kızılırmak’la çağladım
Bedenimi yıkıp ağladım
Yaralarım tuz bağladım
Sevdam yüklü dün içinde
Toprak idim testi oldum
Sevda şarabıyla doldum
Harabatta tutsak kaldım
Bir demi devran içinde
Buğday oldum ezildim
İncecik telden süzüldüm
İnci mercanla dizildim
Bir gerdana yen içinde
Benim yarim bana suna
Zehir sardım ben yarama
Ahret eğlencesi neme
İlmi buldum fen içinde
Ben Keskin’li bir Haydar’ım
Hak bildiğim korkmaz derim
Yaşıyorum çünkü varım
Kainatta han içinde
YA HAYDAR
Divane genlümüz geçmez güzelden
Sevgin yer eyledi candan ya Haydar
Enel hakkı özümsedik ezelden
Sevgin yer eyledi candan ya Haydar
Horasan’dan Hoc Ahmed’in oğlu
Düşkünlerin kanadısın kolusun
Kudbettin’sin Hacı Bektaş Veli’sin
Sevgin yer eyledi candan ya Haydar
Ağlayankaya’nın üstünde durdun
Perişan kayaya adını verdin
Bağrek yaylasına mekanın kurdun
Sevgin yer eyledi candan ya Haydar
ATA YURDUM BAĞREK
Yedi kardaş mekan tutmuş başını
Yirmi seki saydım mezar taşını
Unutamam ormanının kuşunu
Ata yurdum Bağrek hoşça kalasın
Asar’dan Çöğ’de bir hayal kurdum
Şirin görünürdü ırmak boyları
Vurulmuş kekliği küskün toyları
Ata yurdum Bağrek hoşça kalasın
İnenin Çöğ’de bir hayal kurdum
Sevdiğim kızı da orada gördüm
Eski özgeçmişim sen anayurdum
Atayurdum Bağrek hoşça kalasın
Sırtımı yasladım yamaçlarına
Selam ahbaplara yoldaşlarıma
Keskinli Haydar’ım girdin düşüme
Ata yurdum Bağrek hoşçakal gayrı
ELİM İLE BÜYÜTTÜĞÜM GÜLLERİ
Bilmeden gönlünü kırdığım dostlar
Aman beni essah sanman ne olur
Elim ilye büyüttüğüm güllerim
Kırıp fidanına kıyman ne olur
Bin yıl oldu gider gelirim
Kendi kusurumu kendim bilirim
Vakit azdır belki burda ölürüm
Gurbet illerinde koyman ne olur
Keskin'li Haydar'ım sizden biriyim
Bedenen ölsem de fikren diriyim
Ben benden ileri sizden geriyim
Cahilin sözüne uyman ne olur
PERİŞAN
Özlemim büyüdü yare gidemem
Engellerle dolu yollar perişan
Sevdiğimi cananıma diyemem
Yalancı elinden diller perişan
Dost sitemin garip cana değmiyor
Güneş doğup karanlığı boğmuyor
Toprak öfkelenmiş yağmur yağmıyor
Susamış topraklar çöller perişan
Gün be gün azan yaramız işler
Bilemez belayı belasız bağlar
Silah satmak için çıkan savaşlar
İnsanlar ölüyor dullar perişan
Keskin'li Haydar'ım ne güne kaldı
Köyün muhtarları sanki kör oldu
Aslanın yurduna tilkiler doldu
Ormanlar yakılmış küller perişan
BANA
Keskin'li Haydar'ın yanına vardım
Duvarda asılı sazını gördür
Olgunluk çağında merhaba verdim
Ozanla tanışmak haz verir bana
Umut radyosu'nda birlik saz çaldık
Göz göze gelince biz hakkı bulduk
Bir şey veremedik çok bilgi aldık
Kaya Özlük Dede naz verir ona
Çağdaş görünüşlü konuşkan dili
Elinden içmişim bir fincan dolu
Pire teslim olmuş ölmeden ölü
Enel hak yolunda giz verir bana
Baharım der ozanlığı bilelim
Keskin'li Hadar'ı örnek alalım
Bir akşam da misafiri olalım
Baharın sonunda yaz verir bana
KORKARIM
Yelalan köyünde bir aşık buldum
O da beni bulmaz diye korkarım
Kurban Bayramıydı bir haber saldım
Merhabamı almaz diye korkarım
İnce bir elekten unum elesem
Aşık Uysal'a bunu söylesem
Aşık Süleyman'ı davet eylesem
Dost mihmanım olmaz diye korkarım
Fedik yokuşuna bir selam salsam
Yelalan köyünün konuğu olsam
Sevgili Saffet'i yanıma alsam
Kara bahtım gülmez diye korkarım
Keskinli Haydar'ım gel yavaş yavaş
Dinar'dan Keskin'e yol yavaş yavaş
Haydardede köyü Yelalan kardaş
Düşlediğim olmaz diye korkarım
Nergis Çiçeği
Bozkırda açılmış nergis çiçeği
Soyu âşık kendi ozan bir güzel
Adını sordum baharda yazda
Soyu âşık kendi ozan bir güzel
Toros yaylasının serin yeliyle
Uçarsu koyunun çağlar seliyle
Bizim köylü Kel Döndü’nün diliyle
Soyu âşık kendi ozan bir güzel
Nedendir de bulamamış dengini
Dertlilere eş eşlemiş kendini
Çiğdem sarısından almış rengini
Soyu âşık kendi ozan bir güzel
Keskinli Haydar’ım vay benim canım
Toprakalr başına düşsün figanım
Aslanca erkeği doğuran hanım
Soyu âşık kendi ozan bir güzel
Bir Gelin
Ben kendi halimce sazım çalarken
Kapıdan sessizce girdim bir gelin
Ürkek ceylan yavrusunu andırır
Merhabama gülüp durdu bir gelin
Bir ayrı yaratmış yaratan onu
Dileğimdir görsün en güzel günü
İlk görüşte ne eyledi gör beni
Kendisini bana sordu bir gelin
Bazen çok neşeli bazen de kırgın
Sevdim diyenlerden hep yemiş vurgun
Gözleri gülüyor kendisi yorgun
Kolların boynuma sardı bir gelin
Esmerin güzeli turuncu narmış
Yanağında bir çift gülü kızarmış
Koklamak istedim bekçisi varmış
Keskinli Haydar’ı yordu bir gelin
Ben Ondayım Yunus Bende
Ayrı olmadığım ondan
Ben ondayım Yunus bende
Yaşadığım bütün günden
Ben ondayım Yunus bende
Taptuk Emre’nin elinden
Yanmış pişmiş pir yolundan
Düşüncemden, hayalimden
Ben ondayım Yunus bende
Emin adımlarla yürür
Dost olana dostça varır
Hakkı vicdanında görür
Ben ondayım Yunus bende
Yunus ile gönül coşar
Yunus ile çiğler pişer
Seven sevdasına düşer
Ben ondayım Yunus bende
Gerçek söyledi sözünü
Erik dalında üzümü
Hakta gördüm dost yüzünü
Ben ondayım Yunus bende
Aynayı tuttu yüzüne
Cemal göründü gözüne
Akıl ermezdi gizine
Ben ondayım Yunus bende
Keskinli Haydar’ım yasta
Bu gönlümüz neden yasta
Kalk gidelim gayrı dosta
Ben ondayım Yunus bende
Kendimi
Bir damla sıvıdan kana karıştım
Dönülmez bir yola saldım kendimi
Anam ile atam oldu bahane
Gök bir ekin iken yoldum kendimi
Dertlerim şahlanır gene bu ara
Tabipler tabibi düşmüşse dara
Rest çektim feleğe etmem mudara
Altmış yılda ancak buldum kendimi
Suçlarım toplayıp dertlerim bir bir
Bir mahkeme kurdum katipler hazır
İmanım savcıdır kendim mübaşir
En sonunda suçlu buldum kendimi
Keskinli Haydar’ım dar’ağcı kurdum
Üç ayak sehbanın ipini gerdim
En büyük cezayı nefsime verdim
Gönül defterinden sildim kendimi
Beni Sana Ben
,
Bu divane gönlüm vazgeçmez senden
Nasıl anlatayım beni sana ben?
Gam yükü tamamdır çekilmez oldu
Hasret kaldım senin gibi cana ben
Gelir diye benliğimi kandırdım
Bağrek yaylasına şahin kondurdum
Öz canımı ataşlara yandırdım
Daha ne diyeyim gayri buna ben
Keskinli Haydar’ım bir gün gülmedi
Bekliyorum ağlar ağ’sı gelmedi
Tabipler tabibi derman olmadı
Tez gelmezse küsülüyüm yare ben
Nesimi’yle Selimi
Keskinli Haydari
Can atar dururdum göreyim diye
Çıkıp geldi Nesimi’yle Selimi
Hal ve hatırların sorayım diye
Gözüm doldu Nesimi’yle Selimi
Bin dokuz yüz doksan üçte Elmalı
Abdal Musa huzurunda olmalı
Ozan, ozan ile sohbet kurmalı
Öyle oldu Nesimi’yle Selimi
Davet ettik Antalya’ya onları
Çok evvelden sezmişlerdi dünleri
Buldu mu ki ozan güzel canları?
Her hal buldu Nesimi’yle Selimi
Birlik yaptık Ehlibeyt’in methini
Bu ocağın közü ise tütünü
Yolup attık ikiliğin otunu
Özün sildi Nesimi’yle Selimi
Konuğumdur Nesimi’yle Selimi
Gönül dergâhının sevda kilimi
Ozan yüreğimde kudret ilimi
Aşkı buldu Nesimi’yle Selimi
Keskinli Haydar’ım dünya durağım
Nesimi’yle Selimi’ye çırağım
Ele yakınımda bana ırağım
Anadolu’m Nesimi’yle Selimi
Cevap: Nesimi, Selimi
Görülecek neyimiz var efendim?
Gözleri kirletir bakmayın bize
Biz birer insanız bilinmez efendim
Sizleri darlatır bakmayın efendim
Cevap: Nesimi, Selimi
Davete icap ettik de geldik
Tarihten söyleştik geçmişi bulduk
Bir şey vermedik ya biraz ders aldık
Özleri korlatır bakmayın bize
Cevap: Nesimi, Selimi
Ehlibeyt aşkı taşıması zor
Bu uğurda ne söylesin cahil tor
Fikrin mutfağını yakıp yıkan kor
Bizleri terletir bakmayın efendim
Cevap: Nesimi, Selimi
Ozanların düşü düzenlik dernek
Bu Cennet vatanda olmalı örnek
Gönüldaşlık için çarparsa yürek
Emeği varlatır bakmayın bize
Avukatın Var mı Senin?
Ya Rab, sen seni seversen
Anan baban var mı senin?
Ben görürüm bende seni
İşin gücün sır mı senin?
Meleklere emretmişsin
Çamurdan Adem yapmışsın
Havva’yı da yar etmişsin
Yektarın dür mü senin?
Bu sözüme kızma sakın
İstediğin tavrı takın
Sen ki bana benden yakın
Yüreğimde yerin senin?
Enel hak diyen ölüyor
Seni kendinde biliyor
Görmez misin ne oluyor?
Her bir yanın sur mu senin?
Keskinli Haydar demişsin
Gelip içime girmişsin
Bir de mahkeme kurmuşsun
Avukatın var mı senin?
Dön Geri
Bağrek dağı buyamlıdır aşılmaz
Gidemezsin Yusuf Dede’m dön geri
Kızılırmak belki küskün yol vermez
Gidemezsin Yusuf Dede’m dön geri
Köyümün büyüğü insandı kendi
Aşık Boran idi Dede’m efendi
Hal bildiği yolda ederdi cengi
Gidemezsin Yusuf Dede’m dön geri
Yaz günü kış olmuş bizim ellerin
Gülüne har değmiş dost bülbüllerin
Ağası göç etmiş söyler dillerin
Gidemezsin Yusuf Dede’m dön geri
On dokuz on iki dokuzyüz doksan
Keskinli Haydar’a düştü bir figan
Yerin yüreğimde efendim ağam
Bekliyoruz Yusuf Dede’m dön geri
Gül Ağlar
Seher vakti bir mekâna uğradım
Varan ağlar, giden ağlar, gel ağlar
Dertli sinem aşk oduna doğradım
Yolcu ağlar, kervan ağlar, yol ağlar
Alem ahu zarda hüsnü zatına
Benim pirim hükmederdi batına
Deli Boran ana Fatma adına
Yanağında açan gonca gül ağlar
Yusuf’u Kenan’ın gülleri açmış
Dokuz yüz doksanda dünyadan göçmüş
Keskinli Haydar’a bir figan düşmüş
Sazım ağla,r mızrap ağlar, tel ağlar
Ya Haydar
Candan cananımsın gonca gülümsün
Kaldık bir sahrada yetiş ya Haydar
Can kurban koymuşum yoluna serim
Bizden bu mihneti atmalı ya Haydar
Okunan Kuran’da Elham’da sensin
Müminin kalbine ilham da sensin
Azgın yaralara merhem de sensin
Bu yareye bir el atmalı Haydar
Hüda birsin birliğine şahadet
Ya nedendir külhüvallahüahad
Enelhak bağında Sultan velayet
Düşkünlerden bir el tutmalı Haydar
Horasan’da Hoc’ahmet’in oğlusun
Bağrek yaylasının gonca gülüsün
Akıllandırın cümle alemin delisin
Çektiğimiz çileler bitmeli Haydar
Aktı gözyaşlarım didem sildirsem
Yeter gayrı ağlattığın, güldürsen
İhsan edip efendime gel desen
Can dostların sana yetmeli Haydar
Bir Nazar Eyle
Yusuf dedim Hacı Taşan görünce
Gez gönül Keskin’i bir nazar eyle
Koca felek dükkânını açınca
Varıp çarşısına gir Pazar eyle
Yusuf Özlük dedem Haydar oğlusun
Düşkünlerin kanadısın kolusun
Dost Deli Boran’ın gonca gülüsün
Keskinli Haydar’ı sen irşat eyle
Antalya
Yüreğini açmış bütün dünyaya
Her yana varmakta yolun Antalya
Yörüğünle çıkabilsem yaylana
Toroslardan gelir selin Antalya
Her bir yanın bin bir güzellik dolu
Yaylaya karışmış sahilde yolu
Bağrında toplamış yeşili alı
Güzeller dokumuş kilim Antalya
Ne güzeldir Kale içi nakışı
Biraz hoştur yat limanı yokuşu
Turistlerin pencereden bakışı
Bir dünya şehridir ilin Antalya
Geçmişi nasıldır Üçkapılar’ın?
Kültür mirasıdır bu yapıların
Yazarı, çizeri, ozan, şairin
Kulağı gözü dilin Antalya
Alanya, Manavgat, Kemer, Beldibi
Ne olur bakmayın ona el gibi
Ağaçsız, yeşilsiz kuru çöl gibi
Susuz kalır kurur gölün Antalya
Kadifeye benzer Antalya’m yüzün
Limon, portakalın, yemişin, muzun
Yılın on iki ayı kışın ve yazın
Satılır ürünün malın Antalya
Bunca şahidinle gazilerin var
Evvel beton değil idi yapılar
Temiz tutsak şehrimizi insanlar
Ün salar dünyaya gülün Antalya
Düden ile Kurşunlu’yu gezmeli
Onların aşkına şiir dizmeli
Sarışın güzeller başı yazmalı
Kızları etmeli gelin Antalya
Keskinli Haydar’ım sözcükler yetmez
Ne kadar anlatsam övmekle bitmez
İstemem Cennet’i bana gerekmez
Yüreğim seninle bilin Antalya
Yeşile bürünsün çölün Antalya
Gökbük’e
Beydağın göğsünde nazlı bir yayla
Yolumuz uğradı şirin Gökbük’e
Türkü türkü güzellerin havası
Yelimiz uğradı şirin Gökbük’e
Sevda ile gezdim bu güzel köyü
Nesli Abdal Musa, Ali’nin soyu
Cana hayat verir balıklı çayı
Selimiz uğradı şirin Gökbük’e
Yeşildir doğası, olmazı gazeli?
Mert imiş gençleri ezel ezeli
Narenciye işler köyün güzeli
Gülümüz uğradı şirin Gökbük’e
Bir güzel ozana badeyi sundu
Kurbanlar kesildi lokmalar yendi
Bacı, gardaş birlik semaha durdu
Kolumuz uğradı şirin Gökbük’e
Yok eylemiş bet huyları tapuyu
Hakikate açık tutmuş kapıyı
Arı birlik ile yapmış yapıyı
Balımız uğradı şirin Gökbük’e
Bir dilber ünledi beni yanına
Sanki kanı kaynamıştı kanıma
Bide lokma verdi öz mihmanıma
Gizimiz uğradı şirin Gökbük’e
Keskinli Haydar’ım sever sizleri
Silinir mi güzelliğin izleri?
Dostça kalın uğurlayın bizleri
Kalımız uğradı şirin Gökbük’e
Destan Destan
Kör olmak zamanı değil kardeşim
Artık bir arada olma zamanı
Destan destan türkü türkü bu yurdu
Bir baştan bir başa örmek zamanı
Laiklik türküsü çalarken sazım
Bununla büyüsün oğlumla kızım
Bilimin düşmanı cahil yobazın
Kalbinden karayı silmek zamanı
Hüsrana gidiyor bu işin sonu
Birlik olun emekçisi patronu
Beraber tutalım toy bir düğünü
Bir bayram davulu çalmak zamanı
Keskinli Haydar’ım budur niyetim
Eşitçe kazanım eşit tüketim
Düşüm Ankara’da şeffaf yönetim
Bu güzel türküyü çalmak zamanı
Kır Atım
Yoluna ölürüm senin kır atım
Doğru dürüst yolda ilerleyelim
Şafağı aydınlık yüce dağların
Doğru dürüst yolda ilerleyelim
Köroğlu’nun kır atısın bilirim
Menziline ulaşasın bilirim
Sen kıratsın tutulur mu yuların?
Doğru dürüst yolda ilerleyelim
Sohbetimiz yiğit ile mert ile
Yüreğimiz dolu dolu dert ile
Küheylan at yarışır mı kurt ile
Doğru dürüst yolda ilerleyelim
Keskinli Haydar’ım düşünce talan
Üsküdar’ı geçti kır artım çalan
Beygiri eş tutmaz küheylan olan
Doğru dürüst yolda ilerleyelim
Bağrek Dağı
Acılar ekmeğim umut katığım
Gidiyorum hoşça kal Bağrek dağı
Gizemli başından boran eksilmez
Suyunu ovaya sal Bağrek dağı
Düz ovadan lale sümbül açılsın
Güzellikler Çal içine saçılsın
Buyamlı başından duman çekilsin
Necdet’le Hasan’ı bul Bağrek dağı
Hoyrat eli değimiş kırmış dalını
Kesip aşılasam kara çalını
Sana arz edeyim garip halimi
Dilersen sırdaşım ol Bağrek dağı
Başın bölük bölük tepeli düzlü
Ekinler biçerdik gelinli kızlı
Ören yerlerinde ne sırlar gizli
Göğsünde açılır gül Bağrek dağı
Bağrında hoş olur baharlar yazlar
Çeşmeden su alır sevdalı kızlar
Ormanda yaşardı turnalar kazlar
Avcıdan davacı ol Bağrek dağı
Altmışlı yıllarda ayrıldım sende
Bir türlü sevdan gitmiyor candan
Sen de vazgeçmez misin ozan Haydar’dan
Öleyim koynuna al Bağrek dağı
Gör Sayın Bakan
Şikayetnamemi aldım kaleme
Gel halkın halini gör sayın bakan
Halkın aşığıyım bunları gördüm
İnsanlar görülür hor sayın bakan
Seçimden seçime desteksiz atmak
Hakça bakan olup sözünü tutmak
Vekile yakışmaz kendini satmak
Galiba gözlerin kör sayın bakan
Şöyle bir hastane Kırıkkale’de
Karıncalar, yolak yapmış her yere
Umudumuz vardır çıkmayan canda
Başhekimden haber al sayın bakan
Yatalak hastalar anamla bacım
İmkansız efendim dinmiyor acım
Biraz alçı, kireç varsa ilacın
Sen barı elinle sar sayın bakan
Burası Kırıkkale içisi çoktur
Fakirin halinden anlayan yoktur
Bakan bey hastane başı boşluktur
Gel kendi gözünle gör sayın bakan
Yemekleri çok lezizdir yenmiyor
Temizliği berbat, yer silinmiyor
İğnemiz yapılmaz sızım dinmiyor
Bunlar sanki sence sır sayın bakan
Oy isterken bolca nutuklar atan
Varıp Ankara’ya olursun bakan
Verdiği sözlerin üstüne yatan
Yerin de kulağı var sayın bakan
Keskinli Haydar’ım bunları yazdım
Bu atom çağında canımdan bezdim
Ben sizlere değil kendime kızdım
Önümüzde seçimler var sayın bakan
13 Mayıs 1975 Kırıkkale
Eski Bir Yara
Geldiğin duyunca gözlerim doldu
İçimde sızladı eski bir yara
Dokuzyüz kırkyedi yer Hasan Dede
İçimde sızladı eski bir yara
Ne güzeldir Kızılırmak boyları
Turnaya karışmış gelir toyları
Kulu dede Hasan dede soyları
İçimde sızladı eski bir yara
Elli iki sene gözledim seni
Tanıtmadım bende sana kendimi
Gün bu gündür tanışmanın tam günü
İçimde sızladı eski bir yara
Ayrılmadı güzel çocuk yanımdan
Sanırdım ki canı benim canımdan
Memnun kaldım hala Zeynep hanımdan
İçimde sızladı eski bir yara
Boğazıma dayamıştı bir kama
Bunu anlatmıştım dostum Ayhan’a
Bir dilekçe yazdım Haydar Sultan’a
İçimde sızladı eski bir yara
Bu güzel sırları vermedim yada
Ana hasta idi babam beyhude
Sekiz yaşında idim geldim bu yâda
İçimde sızladı eski bir yara
Teşekkürüm Sakine’nin Ali’ye
Dedi oğul, söz denilmez deliye
Bir kuş tünemişti cıbır çalıya
İçimde sızladı eski bir yara
Köyüm Haydar dede ismimse Kaya
Hizmetkâr olmuştum Cıbır ağaya
Keskinli Haydar’ım bu çaban niye
İçimde sızladı eski bir yara
1947 Hasandede Köyünde hizmetkârlık anısı
Zordayım Dost Zordayım
Eskişehir ve Ankara
Duman kaplamış kapkara
Sevdalarım dolu yara
Zordayım dostlar zordayım
Diyarbakır’da surdayım
Acep niçin buradayım
Eskişehir verdi ara
Diyarbakır ve Ankara
Hasret kaldım çocuklara
Zordayım dostlar zordayım
Bura sekizinci koğuş
Arkadaşım Hasan Siviş
Arada bir Diyarbakır
Taş duvarlar etrafı sur
Bilen demez, göreni kör
Zordayım dostlar zordayım
Ölümün kara günüydü
On sekiz mayıs dünüydü
Ranzalar ot diziliydi
Kaypakkaya yazılıydı
Sevdalarım sızılıydı
Zordayım dostlar zordayım
Kara günler geldi geçti
Yüreğimi deldi geçti
Keskinli Haydar’ım açtık
Poyraz ektik rüzgar biçtik
Bağımsızlık andı içtik
Zordayım dostlar zordayım
Tam bağımsız bir Türkiye
Saz çalarız diye diye
Gardiyan
Söyledim doğruyu attılar dama
Anama küfür bastı gardiyan
Vatan haini dediler bana
Büyük bir öfkeyle baktı gardiyan
Yaklaştı gardiyan suçumu sordu
Dedim saz çalmaktır dikildi durdu
Cebinden çıkartıp cigara verdi
Dönüp cigaramı yaktı gardiyan
Memleketim sordu, dedim Ankara
Dedi Çukurlu’yum benim de ora
Sordu, niye geldin Eskişehir’e
Elimden zinciri söktü gardiyan
Sağına soluna iyice bakındı
Babacanca bir de tavır takındı
Düzen bozulmuştu biraz yakındı
Benden daha aydın çıktı gardiyan
Her hal kanı ısınmıştı kanıma
Ağır adımlarla geldi yanıma
Yürekten bağlıydım ben vatanıma
Cebime beş lira soktu gardiyan
Keskinli Haydar’ım canına canan
Bir tek sen değilsin bu yolda yanan
Dedi rüşvet değil vallahi inan
Mahpus duvarlarını yıktı gardiyan
Eller Kaldı
Çıktım Bağrek yaylasına
Umudumu yeller aldı
Çiçek kokan dağlarımı
Dal yerine seller aldı
Ne güzeldi eski çağlar
Verimliydi bahçe bağlar
Derdim söylediğim dağlar
Yüreğimde sızın kaldı
Ormanı kesip yakmışlar
Muhtarlar hep hor bakmışlar
Buyamlı ismin takmışlar
Al yeşilin çöller aldı
Keskinli Haydar olayım
Seni bana dost bileyim
Koynunda özgür öleyim
Ellerim koynumda kaldı
Amanın Dağlar
Başında bölük bölük karın var senin
Kaldı koyağında gümanım dağlar
Hiç bir aslan sökemezdi meşeni
Az kaldı dermanım amanım dağlar
Engininden yükseğine bakarım
Alır azığımı sana çıkarım
Esme çeşmesinde elim yıkarım
Ambarlı kışladır imanım dağlar
Yaz ayları sende yayla çağıdır
Eser rüzgar bulutları dağıtır
Özeme ayranı yürek soğutur
Bağrında gezecek zamanım dağlar
İnsansın İnsan
Güzel köyümün yiğit insanı
Sen koyun değilsin, insansın insan
Birlikte kurkmuşuz biz bu memleketi
Sen koyun değilsin, insansın insan
Sen Anadolu’sun bu topraklarda
Atı alan geçti, bak Üsküdar’da
Pis kokular sarmış köyü her yerde
Sen koyun değilsin, insansın insan
Kendi iradenle benliğin kullan
Kendini kayırır her muhtar olan
Hatır için değmez yalanla plan
Sen koyun değilsin, insansın insan
Köye muhtar talip olan olana
Daha dolmadın mı bin bir yalana?
Milletin hakkını çalan çalana
Sen koyun değilsin, insansın insan
Keskinli Haydar’ım özgürsün özgür
Tanrı cemalindir hak böyle bilir
Durma be kardeşim kucaklaş bir bir
Sen koyun değilsin, insansın insan
Gelin Canlar
İnsan olmak onurunu
Bile bile gelin canlar
Paylaş dostluk kurunu
Güle güle gelin canlar
Görün feleğin işini
Bu alemin gidişini
Bağrek dağın göz yaşını
Sile sile gelin canlar
Mandırası ahırını
Çiçek kokan baharını
Düzenleme kararını
Ala ala gelin canlar
Marmara Depremi
Ulusça birleştik verdik el ele
Yıkıntılar içi güllerimiz var
Muhammet’e oku diye buyurmuş
Akıl vermiş, fikir vermiş, dil vermiş
Muhammet Arap’ı bilimi Çin’de
O ilimin şehriydi canan içinde
Sinan’ımız vardı mimar içinde
Akıl vermiş, fikir vermiş, dil vermiş
Bırakın da sarı öküz yayılsın
Rüyasında mütahitler ayılsın
Uyansın da mimar Sinanlar olsun
Akıl vermiş, fikir vermiş, dil vermiş
Bilinmez
On yedi Ağustos yıl doksan dokuz
Fay hattı mı pay hattı mı bilinmez
Çağ atlayan bir memleket dilerken
Büyük deprem yüreğimden silinmez
Yıkıldı Marmara bir deprem oldu
Küçücük çocuklar enkazda kaldı
İsevi, Musevi yardıma geldi
Bu kafayla böyle menzil alınmaz
Rastgele mütahit olan olana
Demir, çimentoyu çalan çalana
Uyan yoktur projeye plana
Soran yoktur ne acayip bilinmez
Enkazlar arası çiçekler gördük
Çocuklu büyüklü kurbanlar verdik
Komşu yardımını geri çevirdik
Savunmamız neye gebe bilinmez
Yıkıntılar içinde çiçekler açtı
Komşu memleketler yardıma koştu
İlgili bakanın kafası boştu
Keskinli Haydar’ım böyle ölünmez
Kadın
Kardeşine bacı, eşine yoldaş
Bu yüzden baş tacı olmalı kadın
Anamız, bacımız bizimle haldaş
Ağlamayıp her an gülelim kadın
Tarlada, savaşta eşin yanında
Kadın var yaşamın her alanında
Acıların sakla özge canında
Artık gözyaşların silmeli kadın
Ak pak eder zülüflerin dağıtır
Sinesinde yavrusunu büyütür
Nazlı yarin kollarında uyutur
Hak ettiği yeri bulmalı kadın
Kadın mal değildir satılmamalı
Kullanıp bir yere atılmamalı
Boş baskı altında tutulmamalı
Özgür düşünceyi bilmeli kadın
Çocuğunun anası eşine huri
Gizemli bal yapar sanırsın arı
Keskinli Haydar’ın budur şiarı
Eşini arkadaş kılmalı kadın
Savaşta barışta tarlada evde
Anadolu kadını şehirde köyde
Keskinli Haydar’ın doğduğu yerde
Seçilip meclise dolmalı kadın
Bunu böyle yazdı halkın ozanı
Dişi aslan doğurdu erkek aslanı
Bunları demenin geldi zamanı
Her zaman sevgiyle dolmalı kadın
Kırdılar Beni
Bir gül idim kopardılar dalımdan
Cahilin eliyle kırdılar beni
Bir yar severdim kendi halimce
Sevdim diyenlerim yordular beni
Bülbüller öterdi yeşil bağımda
Ben de sorumluydum kendi çağımda
Aslanlar kükredi gönül dağımda
Bir tilki misali vurdular beni
Rençber Adem ile ekin ekildim
Meryem ana ile dara dikildim,
Koca İsa ile göğe çekildim
Üstelik çarmıha gerdiler beni
Yüreğimin gizi hayalim düşler
Bir de boşa gitti gördüğüm düşler
İncirlik’e konmuş yabancı üstler
Deli deyip gırgıra sardılar beni
Düşünüp durursun Keskinli Haydar
Beklediğim gelmez, işim oldu zar
Hele iki yüzlü riyakâr dostlar
Zemberek misali kurdular beni
Dik Bıyık
Arada bir bıyığını sıvazlar
Merhabama güler durur Dikbıyık
Kıvırır çengeller onu boyalar
Emin adımlarla yürür Dikbıyık
Cennetin bağını bahçe eyledi
Su getirdi dört biryanı suladı
Yoldan geçenlere meyve sunardı
Duydum şimdi hasta imiş Dikbıyık
Nerde?
Hakim beyim bunca insan vuruldu
Vuranlar belli de vurduran nerede?
Çetesi mafyası yurda doldular
Dolanlar belli de dolduran nerede?
Bahane ettiler dini, hocayı
Türk halkı bilmedi bu bilmeceyi
Yağma ettik Edirne’yi, Lice’yi
Edenler belli de ettiren nerede?
Bağımsız yargıçlar çözer düğümü
Türk milleti bekler böyle bir günü
İrticayla terör kimin ürünü
Yapanlar belli de yaptıran nerede?
Düğün değil, bayram değil enişte
Öper durur baldızını dönüşte
Böl, parçala, yönet vardır sonuçta
Öpenler belli de öptüren nerde?
Artık geldi uyanmanın zamanı
Ulus sancılıydı yandı harmanı
Camilerde ölüm için fermanı
Verenler belli de verdiren nerde?
Tam bağımsız yurt istedi vurdular
Üç ayak sehpanın ipin gerdiler
Keskinli Haydar’ın gülün kırdılar
Kıranlar belli de kırdıran nerde?
Dadal’ım Sen Sakla Senden İsterim
Bir yavru gönderdim sizin illere
Dadal’ım sen sakla senden isterim
Emanet eyledim emin ellere
Dadal’ım sen sakla senden isterim
Gönül arz ediyor cemal görmeyi
Dost ile dertlenip sohbet kurmayı
Hasan Hüseyin’den haber sormayı
Dadal’ım sen sakla senden isterim
Bu feleğin kanadını kırmayı
Bilirdim kuzuya çoban olmayı
Gittiği yollara kurban olmayı
Dadal’ım sen sakla senden isterim
Sene seksen altı geçer yıllarım
Ey Cabban’ım bekliyorum yolların
Dadaloğlu sana malum hallerim
Dadal’ım sen sakla senden isterim
Keskinli Haydar’ım senin gardaşın
Her an gamlı olur bu dertli başım
Her halde kemale eriyor yaşım
Dadal’ım sen sakla senden isterim
Hayrettin
Bir demet gül soldu gönül bağımda
Kuzum Cabban ile eşti Hayrettin
Aktaş Atilla’nın can otağında
Genç yaşta dünyada göçtü Hayrettin
Turan Emine’ler yanıp tutuştu
Hayrettin’le Tekin yuvadan uçtu
Acılara girdim kendimden geçtim
Tekin Cabban Veli eşti Hayrettin
Kovanlık Köyü Kızları
Şirin Antalya’nın Kovanlı köyü
Yüreğinde sevda yaslanıp gider
Kınalı parmaklar dokur halıyı
Kilimi, çadırı süslenip gider
Bacılar kirkitle sevdayı işler
Bilemez sevdayı sevdasız başlar
Sürmeli gözleri yay gibi kaşlar
Sevgi gözyaşıyla ıslanıp gider
Çıkarcıyı içlerine komazlar
Evdeki kavgayı ele demezler
Yörük ve tahtacı ayrım bilmezler
Sırtları Toros’a yaslanıp gider
Biraz nazlı Kovanlık’ın kızları
Narenciye topluyorlar yazları
Hepsi güzel bilinmiyor gizleri
Narları koynunda beslenip gider
Fazlasıyla memnun ettiler bizi
Severek çekeriz biz böyle nazı
Keskinli Haydar’ım çalmazsan sazı
O nazik telleri paslanıp gider
06 Mayıs 1998 Kovanlık, ANTALYA
İzin Var Mı?
Şaştım güzelin haline
Düştüm ellerin diline
Yiğit kollarım beline
Sarsam, bana izin var mı?
Tutabilirsem yar elini
Sorabilirsem her halini
Göğsünün ince tülünü
Gersem, bana izin var mı?
Unutamam dillerini
Yumak yumak ellerini
Dost bağının güllerini
Dersem, bana izin var mı?
Kurban Keskinli Haydar’ım
Kanım, canım, damarlarım
Sana doğru bugün yarın
Varsam, bana izin var mı?
Diller Ne Güzel
Şahin gözlerini sevdiğim dilber
Salınıp gezdiğim yollar ne güzel
Bir ayrı yaratmış seni yaradan
Canı kucaklayan kollar ne güzel
Bekletme cananım gel ha gel aman
Birazcık göğsünde var ise iman
Soyunup koynuna girdiğim zaman
Yanağın okşayan eller ne güzel
Fatıma misali melek soyunda
Arzumanım kaldı selvi boyunda
Keskinli Haydar’ın kendi köyünde
Seni met eyleyen diller ne güzel
Dil Vermiş
Tanrı insanoğlunu öne çıkarmış
Akıl vermiş, fikir vermiş, dil vermiş
Hacı Bektaş okumayı ön görmüş
Bu seslere kulak ver vatandaşım
Bırakın da sarı öküz yayılsın
Pay hattından rezillikler duyulsun
Aymaz kafalarda artık ayılsın
Sırtından yaparlar kâr vatandaşım
Sar’öküze verin yesin samanı
Talihe, kadere vermen amanı
Gün bu gündür bilim teknik zamanı
Yıkıldı memleketim gör vatandaşım
Atina, Marmara yerle bir oldu
İsevi, Musevi yardıma geldi
Fay hattından rantçı payını aldı
Haksızların karşısında dur vatandaşım
Camide imamlar kaderi yeğler
Kader ile bilim çok ayrı şeyler
Gerçek din adamı doğruyu söyler
İnsanın doğrusunu sor vatandaşım
Keskinli Haydar’ım Atatürk’e bak
En hakiki mürşit ilimdir mutlak
Karanlık kadere bir meşale yak
Haklının hakkını ver vatandaşım
Öğretmen Destanı (Senin Eserin)
Dört mevsim adını çağırı dilim
Öğretmen bağım, öğretmen gülüm
Manada felsefe hoşgörü bilim
Sevgi, dostluk, barış senin eserin
Anam, babam oldun yüzüme güldün
Aydınlandı dünyam bilginle doldum
Sen hem Anadolu hem vatan oldun
Sevgi, dostluk, barış senin eserin
Ayırmadın, kucakladın dünyayı
Sevmedin insanı küçümsemeyi
İncinsen de incitmeden kimseyi
Sevgi, dostluk, barış senin eserin
Aydınlığın karanlığı silkeler
Öğretmenle yaşar temel ilkeler
Bilimle kalkınır bütün ülkeler
Sevgi, dostluk, barış senin eserin
Her an hatırlarsın bugünü dünü
Sınırlar tanımaz ünlenir ünü
Eli öpülesi can öğretmeni
Sevgi, dostluk, barış senin eserin
Sevgin dolu erkeğinde kızında
Hep öğrettin kitabında yazında
Sevgi, barış, güven dolu sözünde
Sevgi, dostluk, barış senin eserin
Orman diktin, köyde bağ yetiştirdin
Duvarlar örerek binalar kurdun
Ulusal kalkınma bilinci verdin
Sevgi, dostluk, barış senin eserin
Karanlığa ışığını tutarken
Aydınlığın temelini atarken
Yoksul düşüp, çorap, limon satarken
Sevgi, dostluk, barış senin eserin
Doktor olup yaraları bağlayan
Hiç korkmadan doğruları söyleyen
Keskinli Haydar’ı âşık eyleyen
Sevgi, dostluk, barış senin eserin
Yollarımız Var
On yedi Ağustos bir deprem oldu
Sallandı Marmara çok canlar öldü
Komşu devletler de yardıma geldi
Dünyaya açılan yollarımız var
Fay hattında pay hakkını bulanlar
Rant uğruna söylenmişti yalanlar
Milleti kandırıp hakkın çalanlar
Aymaz kafalılar, kellerimiz var
Çürüktü binalar evler yıkıldı
Yine gözler siyasete takıldı
Verildi vaatler nutuk atıldı
Politik şov yapan kullarımız var
Kimi dost elleri kabul etmedi
O kafanın dedikleri tutmadı
Türk ulusu bu dümeni yutmadı
Enkazlar içinde güllerimiz var
Yunan halkı özveriyle geldiler
Enkazlardan yaralılar aldılar
Dostluklar kuruldu ahbap oldular
Ege gibi ortak göllerimiz var
Türk ulusu kara günde bir olur
Çınarcıklar bunu çok iyi bilir
Bu halk verdiğini geri de alır
Bilimi çağıran dillerimiz var
Atina, Ankara hal ile kardeş
İnsanoğlu zaten evvelden kardeş
Yok olsun silahlar tükensin savaş
Sazımız, türkümüz tellerimiz var
İki halkı vurdu deprem zararı
Politik kavganın yoktur yararı
Keskinli Haydar’ım arar ararı
Sınırları yıkan sellerimiz var
Birlik Olunca
Sevgi ile dolar bütün yürekler
Senlik benlik kalkar birlik olunca
Bizlere vız gelir çarkı felekler
Senlik benlik kalkar birlik olunca
Memlekette düzen, dirlik olunca
Bir çağrım var insan seven canlara
Özü, sözü güzel tüm insanlara
Birlikte dertlere buluruz çare
Senlik benlik kalkar birlik olunca
Memlekette düzen, dirlik olunca
Gençlere güvenip hakkı verilir
Kadınlarla birlik önde yürünür
Atatürk’ün devrimleri korunur
Senlik benlik kalkar birlik olunca
Memlekette düzen, dirlik olunca
Olur mu efendim bağcıyı dövmek
Bizim amacımız üzümü yemek
Gelecek nesile oluruz örnek
Senlik benlik kalkar birlik olunca
Memlekette düzen, dirlik olunca
Kesilse dilbazların dilleri
Düzelirse seçilmişin halleri
Birlikte aşarız tüm engelleri
Senlik benlik kalkar birlik olunca
Memlekette düzen, dirlik olunca
Keskinli Haydar’ım sazımın teli
Ne olur dinleyin bu Türkçe dili
Arılar çiçekten üretir balı
Senlik benlik kalkar birlik olunca
Memlekette düzen, dirlik olunca
Balsın Hocam
Çiçeklerin özün alan
Hem arısın balsın hocam
Gönül bağımızda açan
Mor menekşe gülsün hocam
Baykuş viraneye tüner
Avı ayağına döner
Şahit olmaktadır hüner
Halk ağzında dilsin hocam
Halımızla oldunuz hal
Yolumuzla oldunuz yol
Can kardeşim Saffet Uysal
Herkes böyle bilsin hocam
Mert yüreğin can özünde
Dostluk, güven var sözünde
Kaya Özlük’ün sazında
Türkü, destan telsin hocam
“Bizim dağarcığımızda
Karıncaya da filemizde yer bulunur”
Saffet UYSAL
Marmara Depreminin Ardından
On yedi Ağustos bir deprem oldu
Türkiye’yi yasa koydu Marmara
Çürüktü binalar çok canlar öldü
Memleketi yasa boğdu Marmara
Kara haber memlekete yayıldı
Acı çığlık tüm dünyaya duyuldu
Asker polis kurtarmaya koyuldu
Memleketi yasa boğdu Marmara
Yalova’da erken bozuldu başlar
Yavrusun yitirmiş analar ağlar
İnsanım diyenin gözyaşı çağlar
Memleketi yasa boğdu Marmara
Yıktı, yaktı fay hattının boşluğu
Çok can aldı pay hakkının puştluğu
Unutulmaz Yunan halkın dostluğu
Memleketi yasa boğdu Marmara
Komşu uluslar da yardıma geldi
Yıkıklar içinde çiçekler aldı (Çocuklar)
Küskünlükler kalktı dostluk kuruldu
Memleketi yasa boğdu Marmara
Kendi kendimize bir soru sorsak
Bundan böyle sağlam temeller kursak
Akıla, bilime öncelik versek
Memleketi yasa boğdu Marmara
Bundan böyle kıymetlidir her zaman
İlim ve tekniğin günüdür tamam
Mantığın yerine kaderi koymam
Memleketi yasa boğdu Marmara
Kaderin böylesi baştan defolsun
Bütün sorumlular bundan ders alsın
Güzel insanların başı sağ olsun
Memleketi yasa boğdu Marmara
Marmara, Akdeniz, Kara Deniz’i
Acıya boğsa da bu hepimizi
İmara hazırız tüm ülkemizi
Memleketi yasa boğdu Marmara
Aşığın sözüne verek onayı
Ağlatmayak bacıları anayı
Bundan sonra usta yapsın binayı
Memleketi yasa boğdu Marmara
Tanrı akıl vermiş bak insanlara
Kendi kadar yakın hak insanlara
Başsağlığı olsun sağ kalanlara
Memleketi yasa boğdu Marmara
Birlikten bakaca yoktur çaresi
Düzensiz yapılar yüzler karası
Bu yaralar hepimizin yarası
Memleketi yasa boğdu Marmara
Keskinli Haydar’ım yazdım destanı
Dar günde tanıdık dostu düşmanı
Marmara erken bozdu bostanı
Memleketi yasa boğdu Marmara
Yüreklere tasa koydu Marmara
Haydar Sultan
Mekânın şen ola canım efendim
Eşiğine yüzüm sürmeye geldim
Aşıklar serdarı ozanlar piri
Kurban ile dara durmaya geldim
Yığın yığın yüreğimin sorunu
Ektim, biçtim göremedim kârını
Göster cemalini dost didarını
Ağyarıma ikrar vermeye geldim
Dolandım gurbeti tekraren geldim
Derdimin dermanı sendedir bildim
Güneşli dünyada zindanda kaldım
Kolumdan zinciri kırmaya geldim
Veysel bana verdi senin adını
Bulamadım bu alemin tadını
Keskinli Haydar’ın duy feryadını
Gayrı muradıma ermeye geldim
Geçelim Dostlar
Yardımcı olalım gelen canlara
Senlikten benlikten geçelim dostlar
İnsanca varalım biz in sanlara
Kin ile kibirden kaçalım dostlar
Kaçın ha dostlarım fitneden kaçın
Dünyada insanın birliği için
Şikayet olmasın yanlıştan geçin
Sevgi, barış, dostluk saçalım dostlar
Mehmet Kâhya
Yeşil Keskin ilçesinde
Tatlıcak’lı Mehmet Kâhya
Dinel dağı yaylasında
Tatlıcak’lı Mehmet Kâhya
Orta Anadolu’m köyü
Tatlı akar hoştur suyu
Soyun insanların soyu
Tatlıcak’lı Mehmet Kâhya
Mecbur muydun yoksa neydin?
Üç beş cana niye kıydın?
Zorbalığa karşı koydun
Tatlıcak’lı Mehmet Kâhya
Omuzlamış mavzerini
Yıkmış ağalık düzenini
Dağa kurmuş mekânını
Tatlıcak’lı Mehmet Kâhya
Dağlardan indi ovaya
Bir haber salar ağaya
Güven verir fukaraya
Tatlıcak’lı Mehmet Kâhya
Değirmene bekçi olur
Bir gün döner köye gelir
Eline bir dürüm alır
Tatlıcak’lı Mehmet Kâhya
Yaşanmıştır bu öyküler
Ne güzeldir bizim köyler
Keskinli Haydar’ım söyler
Tatlıcak’lı Mehmet Kâhya
Güldü Gitti Molla Veli
(Öykülü)
Eşeğe binip gezerdi
Zulasından dem süzerdi
Bazen de muska yazardı
Kalktı gitti molla Veli
Bir gün Kırşehir’e vardı
Camide bir vaaz verdi
Yerde birkaç halı gördü
Güldü gitti molla Veli
Bir iyice plan kurdu
Demirci yanına vardı
Sivri bir zeka yapardı
Sordu gitti molla Veli
Allah’ın evine vardı
Cami kapısını kırdı
Durup bir de selam verdi
Daldı gitti molla Veli
İki rekat namaz kıldı
Sağa sola selam verdi
Öndüç birkaç halı aldı
Aldı gitti molla Veli
Allah ile vedalaştı
Halılarla yola düştü
Vakit gece hayli geçti
Buldu gitti molla Veli
Ankara’ya vardı gitti
Saman pazarında sattı
Evler aldı mekan tuttu
Zengin oldu molla Veli
Muska yazardı itine
Tamah ederdi etine
Şimdi para zilletine
Daldı gitti molla Veli
Yeni köyden toprak aldı
Çiftlik kurdu orda kaldı
Dört bir yana namın saldı
Ağa oldu molla Veli
Aradan geçti on sene
Tekrar vardı Kırşehir’e
Baktılar ki sikkesine
Yakalandı molla Veli
İki sene hapis oldu
Zaman ile günü doldu
Beş on tane halı aldı
Döndü geldi molla Veli
Eşeğinin kırık nalı
Ödünç almadığın yolu
Beş yerine on beş halı
Serdi gitti molla Veli
Bu hikaye hayli uzun
Anlayana benim sözüm
Davul zurna kime lazım
Çaldı gitti molla Veli
Halk yarattı bu öyküyü
Bu da bizden olsun diye
Şen eyledi bizim köyü
Bildi gitti molla Veli
Bu İran halı öyküsü
Molla Veli’nin türküsü
O da bizden birisi
Öldü gitti molla Veli
Emeklim
Yıllar boyu hizmet ettin vatana
Neden zengin olamadın emeklim
Saygı duydun memleketi satana
Yetim hakkı çalamadın emeklim
Yüreğinden bağlı iken işine
Et bulunmaz, yağ zordadır aşına
Mahcup oldun çocuğuna eşine
İnsan gibi gülemedin emeklim
Seçimde verilen vaatler nerde?
Gene sen geride yalan ilerde
Yüzde onbeş zamlar çare mi derde
Kıyak bile olamadın emeklim
Hepten sen çekersin ipin ucunu
Üstlenirsin vurguncunun suçunu
Bilmez misin emeğinin gücünü?
Benliğini bulamadın emeklim
Kalan kağnıları sen çekiyorsun
Çok azını alıp hep veriyorsun
Şükür ile Allah büyük diyorsun
Aklın öne koyamadın emeklim
Diktiğin bağlara filler giriyor
Taze fidanlara basıp kırıyor
Torunların sana soru soruyor
Cevabını bulamadın emeklim
Ne güzel olurdu eski bayramlar
Birlikte kutlardık Keskinli Haydar
Emekli de olsan insan gücü var
Hak ettiğin alamadın emeklim
Torunlarına bayram harçlığı veremeyen emeklinin hali.
Urban Bayramı 2000 yılı
Al Sevdiğim
Bu can tene yeter iken
Sönmez bacam tüter iken
Elim kolum tutar iken
Emanetin al yaradan
Emanetin al sevdiğim
Seksen yıldır yaşıyorum
Hakikate koşuyorum
Neden verdin şaşıyorum
Emanetin al yaradan
Emanetin al sevdiğim
Atam, anam bir bahane
Kapıp salmışlar cihana
Ben varamam sen gel bana
Emanetin al yaradan
Emanetin al sevdiğim
Dostlarıma yük etmeden
Benliğimi yok etmeden
Bıktım artık dedirtmeden
Emanetin al yaradan
Emanetin al sevdiğim
Keskinli Haydar yanmadan (İsmail dede yandı)
Güzelliğine aldanmadan
Oğlum kızım usanmadan
Emanetin al yaradan
Emanetin al sevdiğim
27 Aralık 1999
İsmail Dede’ye
NOT: Bu eser 1999’da karşılaştığımızda bir yerde yorgun bitkin bir haldeydi. Şöyle söyledi: “Yahu Haydar dede şu ağana söyle artık vakit tamam şu emanetini alsın” diye espri yapmıştı. Çünkü bana hayli fazla takılırdı. Dolu, dolu bir insandı, adam gibi adamdı. Kendisini saygı ile anıyorum. M.K. Engin Kasede okudu.
Üç Güzellik Birbirini Tamamlar
Uluslar arası anma günü var
Gizem dolu felsefesi ünü var
Üç Güzellik Birbirini Tamamlar
Hacı Bektaş, Cumhuriyet, Atatürk
Evrenseldir Hacı Bektaş ilkesi
Örnektir aymazı ayin demesi
Yaşam boyu düşüncemin hepisi
Hacı Bektaş, Cumhuriyet, Atatürk
Sevgisi var gönüllerden silinmez
İsmi aydınlanmak, geri kalınmaz
Bir bütündür parçalanıp bölünmez
Hacı Bektaş, Cumhuriyet, Atatürk
Anadolum sana değer biçilmez
“Hakkın hazinesi” yere saçılmaz
Güzelliğin hiçbirinden geçilmez
Hacı Bektaş, Cumhuriyet, Atatürk
Keskinli Haydari doğduğum zaman
Burcumda parladı on iki imam
Hiçbir şeyi onun yerine komam
Hacı Bektaş, Cumhuriyet, Atatürk
Ozan Hasan Akın’a Merhaba.
37. Şiir yarışması Hacı Bektaş 2000
Yolumuz var Hacı Bektaş Yoludur
Bin ikiyüzlerden ikibinlere
Yolumuz var Hacı Bektaş yoludur
Hacı Bektaş Veli ünler ünlere
Yolumuz var Hacı Bektaş yoludur
Eline, diline, beline demiş
İnatça aydınlık bir yol izlemiş
Dinde bağnazlığa ödün vermemiş
Yolumuz var Hacı Bektaş yoludur
Karanlık çağlarda aymazı aymış
İnsan varlığını en kutsal saymış
Farsça dil yerine Türkçeyi koymuş
Yolumuz var Hacı Bektaş yoludur
O gün sezmiş erkinliği erliği
Erenlerle kurmuş gönül birliği
Aydınlatmış halkı yıkmış körlüğü
Yolumuz var Hacı Bektaş yoludur
Cehaleti görüp acı demesi
Emeğe başının tacı demesi
Anlamlı kadına bacı demesi
Yolumuz var Hacı Bektaş yoludur
Bilim ile bağnazlığı gidermiş
Dünyada doğanın gizine ermiş
Özellikle kadın okusun demiş
Yolumuz var Hacı Bektaş yoludur
İki ayrı fikri koluna alan
İnkarın gönlünü gümana salan
İnsanın kabesin insanda bilen
Yolumuz var Hacı Bektaş yoludur
Ozanlar yollayan Anadolu’ya
Zifir karanlığı aydınlat diye
Uzanıp gidiyor şehre, köye
Yolumuz var Hacı Bektaş yoludur
Hakkın vicdanında mihman bulması
Anlamlı insana kâsem demesi
Keskinli Haydari işlek ilkesi
Yolumuz var Hacı Bektaş yoludur
Yazamadım Bir Türlü
Anlat diyorsunuz Hacı Bektaş’ı
Kolay değil yazamadım bir türlü
Bilim denizinin ser çeşme başı
O deryada yüzemedim bir türlü
Er olup emrine girmek isterdim
Karşısında dara durmak isterdim
Pirin gizemine ermek isterdim
Be o sırrı çözemedim bir türlü
Felsefe insanı, gönül ereni
İncinse de incitmemiş bir canı
Dost bilmiş canana Ahi Evran’ı
Büyüklüğün sezemedim bir türlü
Beş taşı inkâra şehit eylemiş
O günden kadını okutun demiş
Kılıcın yerine kalemi komuş
Cehaleti yazamadım bir türlü
Suluca höyüğe bayram kurulur
Otuz yedi anma ismi verilir
İnsan seven canlar burada derilir
Ben de varıp gezemedim bir türlü
Ozanlar serdarı Bektaş’ı Veli
Kaç kez geldim gittim bundan evveli
Keskinli Haydari sanmayın deli
Benliğime kızamadım bir türlü
37. Hacı Bektaş Anma törenleri Yarışma şiiri Ağustos 2000
Töresi Vardır
Türkülerle coşar Toros yaylası
Şah Abdal Musa’nın töresi vardır
Yürekten yüreğe sevgiler büyür
Elmalı bayram kurası vardır
Dostluklar ulaşır canlardan cana
Özge dilden haber gider her cana
Hoşgörü sunulur gelen canlara
Küskünler birbirini sarası vardır
Kartal yuvasına şahince dalan
Kaygıyla geyiği dergaha alan
Özün hakta hakkı özünde bulan
Gerçeğin bu sırra eresi vardır
Pir Bektaş Veli’nin dost felsefesi
Akıldır, bilimdir onun ilkesi
Değirmen taşının sola dönmesi
Kadılara mesaj veresi vardır
Gencelide örnek olmuş insana
Yurtta ve dünyada dostluktan yana
İnsan haklarında bütün cihana
Yıkılmaz bir duvar öresi vardır
Şahin yuvasına karga tünerken
Baş tutmuş yaramız durmaz kanarken
Semah dönen canlarımız yanarken
Dertli yüreğinde yarası vardır
Keskinli Hadari’m bugüne erdi
Kendi aynasında kendini gördü
Halkın ozanları dergaha vardı
Ellerinde söz çuhası vardır
Sizleri her zaman göresi vardır
Vermeye Geldik
Erenlerden bize bir selam geldi
Ozanlar merhaba vermeye geldik
Gönül bahçesinin dostluk gülünü
Hali hal eyleyip dermeye geldik
Keskinden buraya geldik koşarak
Ala karlı dağ başını aşarak
Kızılırmak gibi taşıp coşarak
Birliğe köprüler kurmaya geldik
Ana yurdun temelini biz ördük
Köylerden kentlere bunca göç verdik
….
Mustafa Kemal’in aydın yolunda
Ozanın deyişi türkü dilinde
Çağdaşlık seslenir sazın telinde
İkiliği buradan sürmeye geldik
Bir harf öğretene köle olmuşuz
Kadın okutmayı öne almışız
Hakiki mürşidi ilim bilmişiz
Cehalet zincirin kırmaya geldik
Senelerdir hoşlanmayız biz kandan
Hak kuluna yakın şah damarından
Koca kainatın dört bir yerinden
Enel Hak cemalin görmeye geldik
Önderimiz bilim, dinimiz sevgi
Yüreğimizde yoktur kin ile sövgü
Yaradan adına canlıya saygı
Kardeşlik mesajı vermeye geldik
Keskinli Haydari sözümüz tamam
İnsan kirletmezse güzeldir zaman
Burcumuzda parlar on iki imam
Erenler cemine girmeye geldik
12 Mart 2000
Cem Vakfı inanç önderleri toplantısından
Dermeden Gitme
Haber aldım Antalya’ya gelmişsin
Dostluk köprülerin kurmadan gitme
Yazıcıoğlu’na mihman olmuşsun
Burda ozanları görmeden gitme
Ozanın yüreği ünler ünleri
Görmekliği vardır güzel günleri
Darma dağın yaşar Halk Ozanları
Bunları bir yere dermeden gitme
Kültürsüz bir kültür, müdürümüz var
Kendi kendisine veremez karar
Antalya kültürü muhatap arar
Keskinli Haydar’a sormadan gitme
Duvara Uymadık Taş Olur mu Hiç?
Hoş geldin Ayhan can, incinme sakın
Serin ol gönlünde kalmasın güman
Usta külüngünden geçtiği zamana
Duvara uymadık taş olur mu hiç?
Kendi aynasına bakmazsa ozan
Haneler dağıtıp yuvalar bozan
Avrupa, Asya’yı gezse de bazen
İnsanı kamile eş olur mu hiç?
Keskinli Haydari bilim şiarım
Güzellikler aşkım, sevgidir yârim
Boşa kurumadı göz pınarlarım
Ağlamayan özde yaş olur mu hiç?
Tanrım
Bu yüce kâinat senin eserin
Bunu kirleteni görmen mi Tanrım?
Bir ozanım artar derdim kederim
Derdime bir çare vermen mi Tanrım?
Seçimlerde meydan dolduranları
Yabancıyı bize güldürenleri
Hak deyip de insan öldürenleri
Dünyada hesabını sorman mı Tanrım?
Banka hortumlayıp halkı soyanı
Bunca yoksulların hakkın yiyeni
Hayali ihracat emmi yeğeni
Davut’u Yahya’dan sorman mı Tanrım?
Düzenbazlar yönetiyor dünyayı
Çetenin mafyanın gör aslan payı
Her gün gelişiyor silah sanayi
Bu gidişe karşı durman mı Tanrım?
Buğday, üzüm, arpa, nohut, mercimek
Hayvansal pazarda süt verse inek
Geliştirip tarımı ürünü eksek
Bize bolca yağmur vermen mi Tanrım?
Bana kızarsan kız insanı güldür
Gâvuru, müslümü tümü de kuldur
Kavgayı, sınırı aradan kaldır
Bu ricama destek vermen mi Tanrım?
Gönder n’olur gayrı barış meleğin
İşsiz, aşsız kul kalmasın dileğim
Keskinli Haydari kurban olayım
Yoksulluk zincirin kırman mı Tanrım?
O var eden, bense var olan. Sadece muhabbet eyledim.
Çanakkale Destanı
“Kutsal Torağımız”
Bir destan yarattık Çanakkale’de
Cepheden cepheye koşanlar vardı
Kutsal toprağımız Cönk bayırında
Vurulup toprağa düşenler vardı
Eli ele verdik yare sarıldı
Dünya barışına temel kuruldu
Emperyalistlere mesaj verildi
Bu ne ildir deyip şaşanlar vardı
Çanakkale geçilemez biz vardık
Ana yurdun temelini biz ördük
Gazile yaşattık şehitler verdik
Mehmetler, Aliler, Hasanlar vardı
Kutsal toprağımızdır yurdun her yanı
Bu uğurda geda ettik bin canı
Kolay kazanmadık biz bu vatanı
Aymaz kafalılar suskunlar vardı
Bağımsızlık andı böyledir dedik
Biz Anadolu’yu gençlere verdik
Kilimler dokuduk, tezgahlar kurduk
Dokunan halıda destanlar vardı
Mustafa Kemal’ce önderimiz var
Ondan örnek aldı mazlum uluslar
Bu türküyü yazdı Keskinli Haydar
Ellerinde sazı ozanlar vardı.
Uçaşın Bülbül
Keskin diyarına uğrarsa yolun
Biraz nazlı nazlı uçasın bülbül
Dostluk bağlarında açılan gülün
Gül ile dikeni seçesin bülbül
Antalya’dan Kırıkkale’ye varın
Hasan Dede ile denekte durun
Hacı Taşan’ı da mutlaka görün
Yirik’in demini içesin bülbül
Kartalın belinde dostlara varın
Orda ustalar var semaha durun
Cem Cem’in çeşmeye de bir sofra kurun
Dostça serden baştan geçesin bülbül
Kırşehir’de baba Ertaş oturur
Türkü söyler türkü dile getirir
Çekiç Ali güllerini bitirir
Yastıman’dan güller biçesin bülbül
Ekrem Çelebi var bulup konuşun
Oğul Ertaş ile tanışın
Ozanların Piri Hacı Bektaş’ın
Pirin dergahında pişesin bülbül
Keskinli Haydar’ım dünya durağım
Güzel ustalara ben bir çırağım
Sana yakınımda bana ırağım
Avcılardan uzak kaçasın bülbül
Buradaki Kırıkkaleli hemşerilerimin memlekete selamlarıdır.
01 Ocak 2000 Antalya
Türkü Yaşarız
Türkü sevenleri ben de severim
Sazda coşar türkülerle yaşarız
Biz Anadolu’nun özgür sesiyiz
Düzde coşar türkülerle yaşarız
Türkü bir sevdadır özümüz gibi
Delikanlı oğul, kızımız gibi
Yiğitçe söylenen sözümüz gibi
Özde coşar türkülerle yaşarız
Analar yavruya ninni yaparlar
Askerde oğla mektup atarlar
Düğünde bayramda türkü tutarlar
Bizde coşar türkülerle yaşarız
Türküler ırgata azık götürür
Gurbetten gelene selam getirir
Güneş olur harmanları bitirir
Güzde coşar türkülerle yaşarız
Zaman olur yüreğimize gömeriz
Sevincimiz türkülerle anarız
Acımızı ağıt yakar yeneriz
Közde coşar türkülerle yaşarız,
Bu bizim türkümüz anlayan anlar
Halaylar tutuşmuş el ele canlar
Türkülerle dolu geçerse günler
Sözde coşar türkülerle yaşarız
Keskinli Haydari demi devranı
Keskinli ustalar türkü hayranı
Türkülerle coşan Türk’ün bayramı
Hazda coşar türkülerle yaşarız
Boz Toprakların Sesi
Keskinli Ustalara İthaf Olunur
Yeşil Keskin’e de uğrarsa yolun
Orda ozanlar var göresin turnam
Konak yeri eylen kartalın beli
Ustalara selam veresin turnam
Tatlı bir yokuştur katalın beli
Ne yapar ustalar nasıldır hali?
Sazı, kemanesi, mızrabı teli
Cem cemde muhabbet kurasın turnam
Deneğin başında bir akşam yatın
Keman ustalarıyla kasevet yatın
Haydarı sultanda bir semah atın
Nazlı hana selam veresin turnam
Keskinli Haydari yürüyün dosta
Metin üçler köksal ne yaman usta
Türkü ustaları hepsi gül deste
O bahçeden güller deresin turnam
Not: Bu eser şirin Keskin ilçemizin yetiştirdiği boz toprakların ozanından kartalın belde yaşayan boz tepenin ustalarına ve Türkiye’nin türkücülerine armağandır. Tümüne sevgilerimle. Bu güzel kültürü bu günlere yani bizlere miras bırakmak üzere taşıyan eski ustalarımızı da saygı ile anmak kaydı ile.
Örneğin, Selman usta, Aşur usta, Hacı usta, Duran usta, Tahir usta, Cuma usta, Kamil usta, Haydar usta, Hüseyin usta ve de isimlerini unuttuklarımın tümü, dünyadan göçenleri saygı ile yaşayanları da sevgiyle selamlıyorum. :ünkü biz bu güzel insanların çalgı sesleri ile büyüdük. Bu yazımı ve bu eserimi sevgilerimle kendilerine ithaf ediyorum.
O Bir Hacı Taşan
Hacı Taşan Keskindi
Keskin de Hacı taşan
Ankara’da taze meyve idi
Turna idi mahkumdu avcı değildi
Arzu ile Kamberdi o
Necip ile Elifti sanki
Seher vakti acı bir türkü
Tuttururdu Keskin düzünden
Bazen elinde bal kaşığı
Dilinde Allı Turna semah oluverirdi
Menekşe koyardı gülün adını
Yüklenmişti köyün tüm feryadını
Kartal’ın beldi, Cem Cem’in çeşmesi
Meyhaneci Yirik Yaşar’ın derdin deşmesi
Dinek dağı, Böğrek dağı, Çiçek dağı
Cerit Avşar Yörük Türkmen otağı
Bir türkü yükselir Böğrek dağı
Eteğinde Kaman yolu üstünde
Dört yolda İbrahim’in lokantada
Söğütten akan buz gibi su idi iğde belinde
Böyle bir sevdalı yürek geldi ve geçti
O orta Anadolu idi halktı yoksulun dili
Aşiretin sazı ve teli idin
Aşık Haydari’nin izlediği yol idi.
15 Mart 1983
Hacı Taşan Mihman Olduğu Zaman
Atılır döşekler serilir oda
Hacı Taşan köye geldiği zaman
Hakkın gizli sırrı verilmez ya da
Gönlümüze mihman olduğu zaman
Yetimler avunur öksüzler güler
Yas tutan analar gözyaşın siler
Hasret çeken gönlüm kavuşmak diler
Dostça etrafına güldüğü zaman
Umut filizlenir muhabbet kurar
Varsılın yoksulun hatırın sorar
Allı Turnalarda semaha durur
Sazını eline aldığı zaman
Düğünü bayramı gör bizim elde
Gelinlik kızlara duvaktır tülde
Keskinli Haydarı Kartıl’ın belde
Yüreğimde sevda dolduğu zaman
Büyük usta Hacı Taşan’ın ŞAHSINDA Keskin’li ustalara ithaf olunur
13 Mart 2000 Hacı Taşan’ı anarken.
Bir Allı Turnam Uçtu Keskin’den
Dinek dağı Böğrek dağa yaslanmış
Bir Allı turnam uçtu Keskin’den
Sarı turnam kara giymiş havada
Zöhre yıldızıydı aştı Keskin’den
Sevdalı yürek onurlu yaşam
Arzuydu, Kamberdi dilde dolaşan
Sevgi pınarıydı kaynayıp coşan
Bir kültür ırmağıydı taştı Keskin’den
Yiriğe söylerdi hep feryadını
Menekşe koyardı gülün adını
Bal kaşığı diyen bilir adını
Ustam Hacı Taşan geçti Keskin’den
Cem, cem çeşmesinden suları içti
Havada turnaya perdesin açtı
Onbir Mart seksen üç, dünyadan uçtu
Sevda türküleri coştu Keskin’den
Keskin’li Haydari Keskin’de buldum
Bir zaman eğlendim yanında kaldım
Bir şey vermedim ya hayli ders aldım
Ustalar ustası göçtü Keskin’den
Not: Bu eser 16 Mart 1983 günü Keskin’de Şemsi Yastıman usta ile beraberce Yirik Yaşam Meyhanesinde Hacı Taşan’ın anısına yazılıp ithaf edilmiştir.
Uç Allı Turnam
Toroslardan göç zamanı gelince
Ankara üstünden uç allı turnam
Hasretle kavuşup murat alınca
Yağmurdan borandan kaç allı turnam
Hüseyin gaziye uğra ha aman
Elmadağ’a inme avcısı yaman
Kırıkkale’ye mihman olduğun zaman
Çullunun suyunu iç allı turnam
Ne güzeldir Kızılırmak boyları
Çok avcı kov etmiş küskün toyları
Misafir severdi bütün köyleri
Eğlenip Keskin’den geç allı turnam
Yığın olur Hasan Dede bostanı
Üzümü, şarabı mest eder canı
Bizim ozanlardan dostluk destanı
Kırmızı şarabın iç allı turnam
Varınca Keskin’e bir akşam yatın
Orda ustalar var muhabbet tutun
Hacı Taşan ile kasavet atın
Haydar’dan Kaman’a geç allı turnam
Çıplak Ali Haydar Dede er kişi
Aşık Sayıt işlemiştir nakışı
Kırşehir’de bulun baba Ertaş’ı
Yastıman’a verin taç allı turnam
Pir Hacı Bektaş’ın darına durun
Ahi Evran ile de bir sohbet kurun
Aşık Haydari’nin selamın verin
Belki de bendedir suç allı turnam
01 Ocak 2000 Antalya
Not: Bu eser Antalya’da yaşayan Kırıkkalliler memleketlerine selamıdır. 02 Şubat 2000 günü Krıkkale il gazetesinde yayınlandı.
Balıklara Bakamadın Haydari
Uç Allı Turnam
Sen bir divanesin yaralı gönlüm
Bir ocağı yakamadın Haydari
Ne kadar şaşkınsın Allah’ın kulu
Dört balığa bakamadın Haydari
Bakamadın balıkları öldürdün
Torunları sen kendin güldürdün
Üzülerek cenazesin kıldırdın
Bunalımdan çıkamadın Haydari
İmdada yetişti Levent’le Suna
Nasıl anlatırım oğlum Cabbana
Her hal zaman tamam yaşlandım ama
Benliğini bulamadın Haydari
Birlik İle
Sevgi harmanı savrulur
Yel oluruz birlik ile
Çöl aşılır dağ devrilir
Yol oluruz birlik ile
Gerçekleri söyleyerek
Halkı hakkı dinleyerek
Arı gibi inleyerek
Bal oluruz birlik ile
Kızılırmak baraj olmuş
Keşniyir köprüsü olmuş
Yeşil yayla suyla dolmuş
Sal oluruz birlik ile
Dost Haydari böyle derim
Yaşıyorum ben de varım
Dikenlerim aşılarım
Gül oluruz birlik ile
Gül Diyorsun
Yüreğin sancılı dert kucak kucak
Yoksulun başında Temmuz’da sıcak
Gidiş belli değil sonu n’olacak
Aşık Haydari’ye gül diyorsunuz
Baş tutmuş yaramız durmaz kanarken
Karlı dağlar için için yanarken
Aslan payımıza kedi sunarken
Aşık Haydari’ye gül diyorsunuz
Ne güzeldi Ankara’nın havası
Bu günler bozulmuş eski dovası “doğası”
Akbabaya kalmış şahin yuvası
Aşık Haydari’ye gül diyorsunuz
Kimi lobilerde fıstık ezerken
Soyguncu sofrada kaymak süzerken
Çocuklarım işsiz güçsüz gezerken
Aşık Haydari’ye gül diyorsunuz
Merdan’ın mekanı kimlere kaldı?
Vampir yarasalar içime doldu
Dolar ile Mark’a lira tuş oldu
Aşık Haydari’ye gül diyorsunuz
Merdin Elinden
Elli yıldır iy’olmadı yaramız
Çaresi bilinen derdin elinden
Namerdin merhemin sürmen yarama
Ölürüm olası merdin elinden
On altı Haziran dokuz yüz elli
Öz Türkçeyi bizim ezan eveli
Tahrip oldu Cumhuriyet temeli
Oy acısı sahte ferdin elinden
Sene iki binde bilim dünyası
Ele verdik kuş gölünü Manyası
Politik şovmenin hayal dünyası
Gidişat bozuldu hırtın elinden
Aşık Haydari’nin harmanı yandı
Erkan bebek burun sıktı tanındı
Ulusal paramız kör pula döndü
Arı ile kurdun kuşun elinden
Çağdaş Değil mi?
Aşk ile çiçeğe konmuş ezelden
Merkeze insanı koymuş tez elden
Peteğine balı dolmuş güzelden
Benim şiirlerim çağdaş değil mi?
Sevgiyle özümü harman etmişim
Acıya sözümü derman etmişim
Geceye gündüzü devran etmişim
Benim şiirlerim çağdaş değil mi?
Çirkini yermişim güz el sevmişim
Sevdayı ben can evimde görmüşüm
Biçimini doğan güne vermişim
Benim şiirlerim çağdaş değil mi?
Savaşa karşı da barış doluyum
Aydın hür dünyanın ortak diliyim
Göz ile kalplerin ince yoluyum
Benim şiirlerim çağdaş değil mi?
Ormanları yakıp halkı soyanı
Haklıyı haksızı ayrı sayanı
Sevmiyorsam yoksul hakkı yiyeni
Benim şiirlerim çağdaş değil mi?
İçeriği çağdaş saz ile sözün
Ayinesi sırdaş yaz ile güzün
Çözer kördüğümü gören ki gözüm
Benim şiirlerim çağdaş değil mi?
Haydari’yim sazım inletiyorum
Türkü türkü sitem dinletiyorum
Soyguncu sistemi anlatıyorum
Benim şiirlerim çağdaş değil mi?
Sevgili Hasan AKIN’a gönderme
Antalya Sanatçılar Derneği Modern Şair dostlara sevgilerimle.
Yağlı Omacıyla Özeme Ayranı Güzel
Böğrek dağlarında öküz güderdik
Meşesi, Pelidi ormanı güzel
Harman sonu sayacıya giderdik
Yağlı Omacıyla ozeme ayranı güzel
Çayırda camızlar vuruşur durur
Dağlarda böğürtlen bol yemiş verir
Yağlı omaçlı azık ne tatlı olur
Yanında özeme ayranı güzel
Hele köy türküleri yanık sözleri
Nazlı olur bizim köyün kızları
Ekin biçer arpa yolar yazları
Elimize bayan dikeni güzel
Herk ederken dağda yatı yatardık
Hayvanları birbirine katardık
Arada bazen de üzüm çalardık
Keleği karpuzu bostanı güzel
Ambarlı kışlanın kekliği öter
Domuzlu çeşmesi ne tatlı akar
Çayırda gençlerde bir güreş tutar
Tokalı çöğde öten baykuşu güzel
Yün doku zenginin ekmek torbası
Pekmezli omüzel açtır fakir çorbası
Öküzlerin boynu bükük durması
Analı kuzunun bayramı güzel
Karanlıklar korkutamaz insanı
Bin güzellik dolu köyün her yanı
Yılanlar sarsa da koca sultanı
Kuyudaki suyu dumanı güzel
Canım feda olsun cennet vatana
Bize miras koyan Haydar sultana
Bayramlar kutladık dostça yan yana
Gönülden gönüle kurbanı güzel
Aşık Haydari’yim küskünüm sana
Çok da basırlısın ne dersin buna
Haydar adın sığmaz koca cihana
Ozan yüreğimde irfanı güzel
“Köyümde gençliğimden bir gezinti”
Köyün Altındaki Güzel Budama
Dilerim göklere erişir başın
Recebin Hasanın güzel budama
Yok etmiş insanlar yoldaşın eşin
Recebin Hasanın güzel budama
Seni kesip dallarını kırmışlar
Etrafını tarla yapıp sürmüşler
Toprakları suya güzel budama
Gölgenler yazları dert ilacıydın
Yeşilinde başımızın tacıydın
Köydeki gençlerin dilek ağacıydın
Recebin Hasanın güzel budama
Yeşillikler içinde olan eski Bağrek dağları ve onlardan arta kalan bir baba meşe ağacı ile söyleşi.
Kubbettin’i Haydar Sultan Türbesi
Ve Bağrek Dağı
Cana bir hal olmuş insan dağılmış
Uyan koca Haydar duy neler olmuş
Seni anlamaya gerçek az kalmış
Uyan koca Haydar duy neler olmuş
Korular kesilmiş kara yurt olmuş
Bize miras koydun Türkmen yurdunu
Özlüyorum hasretini derdini
Kızılırmak boyu dağın ardını
Uyan koca Haydar duy neler olmuş
Yandı koruların kara yurt olmuş
Keskinli Haydari yanar halime
Kurban olam Keskin’e iline
Tahta kılıcını alsın eline
Uyan koca Haydar duy neler olmuş
Yüce mekânına gör kimler doldu
“Orta Anadolu’yu bize miras bırakan Kubbettin’i Haydar’a tatlı bir sitem
gerisi onun bileceği gayrı.”
Cana’nım
Yüreğimde sevdan cana kadersin
Nazlı hanım bu yerlerden gidersin
Yokluğunla beni mahzun edersin
Bari merhabasız geçme cana’nım
Bu nasıl adettir, bu nasıl töre
Beni de götür nolur gittiğin yere
Dile kurban eyle, dilersen köle
Baş tutmuş yaramı açma cana’nım
Keskin’li Haydari çalmıyor sazım
İşlemez kalemim, şiirim, yazım
Sen olmazsan dünya neyime lazım
Kal bizim ellerde göçme cana’nım
Bugün Gönlüm Şen Oldu
Güzel dost bize geldi
Selamı teze geldi
Hatırlar sefa buldu
Deli gönlüm şen oldu
Uzamıştı aramız
Baş tutmuştu yaramız
Ne güzeldi töremiz
Deli g önlüm şen oldu
Hasan Hüseyin ile
Korkmaz geldi vesiyle
Otyam ile güle güle
Deli g önlüm şen oldu
“6 Mayıs 1977 Ozan Mihneti, Hasan Hüseyin Korkmazgil ve Fikret Otyam’ın beni ziyaretleri sırasında yazdım.”
Bizim Köylü Kadınlar
Bağrek yaylasının Dönesiyim ben
Sevdamda açılır gül Haydar Haydar
Üzümün buğdayın denesiyim ben
Beni araştırıp bul Haydar Haydar
Kumsal toprakları elimle yardım
Oğul verdim, suyun verdim can verdim
Bir yürek üstüne sevdalar kurdum
Olmasa da başımız kel Haydar Haydar
Kahpe savaşların yiğit duluyum
Erkeğimin kanadıyım koluyum
Eli öpülesi Anadolu’yum
Akar gözüm yaşı sel Haydar Haydar
Teyzeyim, halayım ben bir nineyim
Şafakta uyanan güzel Suna’yım
Mayıs kokan elde kanda kınayım
Otur sol yanıma gel Haydar Haydar
Döndü, Zeynep, Fadime’ye, Sultan’a
Oğul verdik sevda verdik vatana
Göz yumuldu memleketi satana
Bunu da böylece bil Haydar Haydar
Genç kızlık saçımı ak ile ördüm
Seçimden seçime sofralar serdim
Politik cambazlar çok deyyus gördüm
Kepsinin başları kel Haydar Haydar
Not: Bir bahar günü Hıdır İlyas Bayramı,anmasında yerleşikler içerisinde o buram buram Anadolu kokan kırlarda Bizim Köylü (Haydar Dedeli) Ozan kadınların köyün genç aşığına dedikleri 06 Mayıs 1965 Haydar Dede Köyü Döne Özlük Döndü Üstün (Kel Döndü) Elifin Sultan.
Çok Özlüyorum O Günleri
Ben Kaya Özlük, iki de lakabım vardı
Halkın verdiği biri suğ yılan, biri cör cör
Bir tabak pekmezli yoğurt için ne günlere
Aman olsun gene de özlüyorum o günleri
Sevgiyi bulamadığım, tadını alamadığım
Pencere telleri ile de pantolonumu yamadığım
Yağlı omacı pekmezli omacı özeme ayranını da
Aman olsun gene de özlüyorum o günleri
Arkadaşlarım nen kırıcı,cıdılı şafağıda
Davulcu Cuma Emmiye yaleli çaldıran Mete’yi
Kel Mehmet’i, kel Kasımı Ziyayı Celal’ıda
Varsın olsun gene de özlüyorum o günleri
Bağ belleyip arpa yolduğumuz bacıları
Zülüfleri top top olmuş kınalı kızları da
Entarisi yamalı yürekleri sevdalıları da
Gene de olsun gene de özlüyorum o günleri
Bir de hikaye anlatılırdı köy odalarında
Yakup kahya yiğitlik öyküsüydü bu bir an
Avni çavuşun kaval çalması yanık yanık
Gene de olsun gene de özlüyorum o günleri
Bu belki de son yazdığım anı olacak gibi
Dağlardan ovalara göçen atalarıma merhaba
Bugünkü yürekli gençlere de bin merhaba
Kimbilir son sözleri yazdım çiğnenmiş çirler gibi
Bir koca ömür bu kitapçığın içine sıkışıp kaldı
BAĞREK DAĞIM
Acılar ekmeğim, umut katığım;
Gidiyorum hoşça kal Bağrek Dağım.
Sevdalı başından boran eksilmez,
Suyunu ovaya sal Bağrek Dağım.
Başın bölük bölük tepeli düzlü,
Ekinler biçerdik gelinli kızlı.
Ören yerlerinde ne sırlar gizli
Göğsünde açılsın gül Bağrek Dağım.
Bağrında hoş olurdu baharlar, yazlar;
Cem olurdu sende çalardı sazlar…
Çeşmenden su alırdı sevdalı kızlar
Yanlıştan davacı ol Bağrek Dağım.
Yaban eller değmiş kırmış dalını,
Kalbimin sızısı nazlı gelini…
Sana arz edeyim garip halimi
İstersen sırdaşım ol Bağrek Dağım.
Atalarım yurt kurmuştu başında,
Dost izi var toprağında taşında.
Sevgin bitmez damağımda dişimde
İnan bun böyle bil Bağrek Dağım.
Altmışlı yıllarda ayrıldım senden,
Bir türlü o sevdan gitmiyor benden.
Sen de vazgeçmezsin Âşık Haydar’dan
Öleyim koynuna al Bağrek Dağım.
06 Mayıs 1976
Hıdrellez günü
Haydar Dede Köyü
AÇIK KİMLİĞİM
Ey erenler budur açık kimliğim,
Keskin diyarından Haydar Sultan’lı.
Ahmet Yesevi’den geliyor soyum
Bağrek yaylasından Haydar Sultan’lı.
On Kasım otuz sekiz geldim muteber,
Bir kâmil mürşitten almışım haber.
Hakkı bende buldum oldum beraber
Bağrek yaylasından Haydar Sultan’lı.
Horasan Hoyundan gelmiş aslımız,
İnsandır, insana varır neslimiz.
Dinimizdir bizim cana sevgimiz
Bağrek yaylasından Haydar Sultan’lı.
Dokuz yüz altmış üç Veysel’i buldum,
Köyümün adını mahlasım aldım.
Kaya Özlük idim Haydâri oldum
Bağrek yaylasından Haydar Sultan’lı.
ACI BİR TÜRKÜ(Kardeşim Nabi Çavuşun ardından)
Bir turna ayrıldı bizim katardan,
Erken ayrılmak da varmış kaderden.
Bir koç yiğit geldi geçti bu yerden,
Gitme kardaş gitme ben de gelirim,
Konduğun yaylaya kurban olurum.
Erken düştü Bağrek dağın kırcısı,
Dört kuda açtın yürek acısı.
Elleri koynunda iki bacısı
Gitme Nebi kardaş ben de geleyim,
Bağrek yaylasına kurban olayım.
Bre Felek daha zaman erkendi,
Bir katar içinde Nebi bir candı.
Diktiği fidanlar meyveye döndü;
Gitme kardaş gitme ben de gelirim,
Gittiğin yollara kurban olurum.
Kurban olam kardaş gittiğin yere,
Dönüp de geçmişe baktım bir kere…
Seni ısmarladık Koca Haydar’a
Elbet bir gün ora ben de gelirim,
Bağrek dağlarına kurban olurum.
YUSUF DEDE
Boranlıdır Bağrek Dağı aşılmaz,
Gidemezsin Yusuf Dedem dön geri.
Kızılırmak coşa gelmiş yol vermez
Gidemezsin Yusuf Dedem dön geri.
Garip kaldık güzel pirim dön geri.
Aslın geldi Yesevi’nin soyundan,
Sülalen sulandı Bağrek suyundan.
Deli Boran göçtü Haydar köyünden
Gidemezsin Yusuf Dedem dön geri.
Garip kaldık benim ağam dön geri.
Hastalara ilaç gibi gelirdin,
Kanadı kırılmış kuşu bilirdin.
Öksüzler derdine derman olurken
Gidemezsin Yusuf Dedem dön geri.
Yol gösteren rehberimiz dön geri.
Yanağından al gülünü bölüşem,
Nasıl edip yokluğuna alışam…
Haydâri’yim, küskün isen barışam
Yusuf Özlük, Deli Boran dön geri.
Sensiz olmaz güzel pirim dön geri.
1991 Türbesinin başı.
YOLCU AĞLAR YOL AĞLAR.
Seher vakti dost bağına uğradım,
Bülbül ağlar, bağban ağlar, gül ağlar.
Dertli sinem aşk oduna doğradım,
Yolcu ağlar, kervan ağlar, yol ağlar.
Yetiş ey erenler sen bizi güldür,
Bastı gam leşkeri saki mey doldur.
Elinde Zülfikar, altında düldül,
Arş yüzünde cevlan eden Al’ağlar.
Arzuhalim vardır şahlar şahına,
Âlem ahu-zardır hüsnü zatına.
Ali’m Kanber Şah Zülfikar Fatıma,
Kuduretten mey dolduran el ağlar.
Babında şad olur edna gedalar;
Ölüm ölür, bize gelmez cidalar.
Bunca hanlar, bunca melik-zadeler
Dergâhında boyun büker er ağlar.
Deli Boran Yusuf Dede atası,
Ölene-dek pir yolunda yanası…
Bunca âşıkların seri putası
Çark elinden Hacı Bektaş Pir ağlar.
(Bu eser 1890lı yıllarda Haydar Dede köyünde cem zâkirliği yapan Âşık Deli Boran’a Yusuf Dedenin hitabıdır. Ben de cemlerde zâkirlik yaparken pirimiz Yusuf Dededen bu şekilde dinlerdim ve beraberce söylerdik. Yusuf Dedenin yanağında bir de gül vardı ki insan ona bakmaya doyamazdı. Ben de bir âşık olarak anıları önünde saygı ile eğilirim.)
YOLDAŞIM
Hayat tozpembeydi beraber olduk,
Aşk ile sevdayı yürekte bulduk.
Birlikte ağladık, birlikte güldük,
Dün gibi hayranım sana yoldaşım.
Tarlalarda ekin biçtik yan yana,
Bir ömrü paylaşırken can cana…
Birlikte direndik kahpe zamana,
Dün gibi hayranım sana yoldaşım.
Köyden göç eyleyip bir şehre vardık,
Yüreği yüreğe, el ele verdik.
Aktaş bayırına bir yuva kurduk,
Dün gibi hayranım sana yoldaşım.
Dört yavru uçurduk o şen yuvadan,
Mahrum etme yüreğinde davadan.
Onlar murat alsın koca dünyadan
Dün gibi hayranım sana yoldaşım.
Elli sen kolay değil güzelim,
Ömrümüzün bağı döktü gazelin.
Ayrı gitme beraberce gezelim,
Dün gibi hayranım sana yoldaşım.
Umutla bakarken çöktük hasıra,
İnsanca yaşama gelmişti sıra…
Felek yol vermedi kalma kusura
Dün gibi hayranım sana yoldaşım.
Ters bir rüzgâr esti, kırı dalımız;
Sonunda gurbete düştü yolumuz.
Sen olmazsan nice olur halimiz
Dün gibi hayranım sana yoldaşım.
Sen Anadolu’sun sever, bilirim;
Bazı bazı kırdım özür dilerim.
Gözyaşını kirpiğimle silerim
Dün gibi hayranım sana yoldaşım.
Kaya Özlük idim düşürdün dile,
Zeynep’im yaşamda çok çekti çile.
Ne yapsan, ne etsen artık nafile
Dün gibi hayranım sana yoldaşım.
SÜRÜ DE GÖTÜR.
Üstümde gök kubbe yorganım oldu,
Başıma bulutlar bürü de götür.
Ellerim Tanrıya urganım oldu,
Cismimi kul edip sürü de götür.
Can şifaya koşar senin bağrında,
Emreyle hazırım sevda çağrında.
Lütuf eyle bana yanam uğrunda,
Önünde kül edip kürü de götür.
Zevki pek tatmamış bek şu düşküne,
Karalar çökmemiş gönül köşküne.
Ardına bırakma Allah aşkına
Nazende çöl edip yürü de götür.
Kaynayan volkanım gönül dağında,
Yetmiş yaşa vardım gençlik çağında.
Âşık Haydari’nin dostluk bağında…
Ayvayı, turuncu, narı da götür.
OĞUL
Canım Kırıkkale’m, şen Anadolu’m,
Uzanıp göğsüne girmeli oğul.
Destanları diyar diyar söylenir
Karşısında selam durmalı oğul.
Yirmi yedi belde tüm köylerinde,
Yürekten vurgunum törelerine.
Kızılırmak boyu park yerlerine
Nice bin yıllara ermeli oğul.
Sevdalarım büyür yörelerinde,
Gelenek, görenek, törelerinde…
Mustafa Kemal’in ülkülerinde
Gençlerimiz halay kurmalı oğul.
Sanayi şehrisin dünya kentisin,
Seni anlamayan seni ne bilsin…
Verelim el ele yüzümüz gülsün,
Daha ileriyi görmeli oğul.
Türkünle coşuyor davulun, sazın;
Edirne’den Kars’a memleket bizim.
Şahit olsun buna oğlunla kızın
Vatan için canın vermeli oğul.
Sevgini ruhumdan silemez yıllar,
Benden sana doğru uzanır yollar.
Irmak boylarına gelince bahar
Yaylaya sürüler sürmeli oğul.
Çağdaş bir şehirsin ey Kırıkkale,
Mert insanlarında bulunmaz hile.
Bağrında yetişen ozanlar ile
Mızrabı tellere vurmalı oğul.
Çullunun suyundan yapsak ayranı,
Zaten tanıyanlar onun hayranı.
Birlikte kutladık bunca bayramı
Dostluğa köprüler kurmalı oğul.
Ne kadar anlatsam az gelir seni,
İnan özlüyorum her bir beldeni.
Daima kalkındır sen sende seni.
Daha çok fabrika kurmalı oğul.
Bir de Keskin’in var kökü derinde,
Ozanla sanatçı yaşar bağrında.
Ünü vardır yurdun her bir yanında
Cehalet zincirin kırmalı oğul.
Âşık Haydâri’yim geldim oradan,
Dostlara kavuştum sende Yaradan.
Senlik, benlik nedir kalksın aradan
Küsler birbirini sarmalı oğul.
ŞİRİN KESKİN
Canım arzuladı şirin Keskin’i,
Sevdasına selam durasım gelir.
Cerit kalesini, Köprü köyünü
Halil Dedeye yüz süresim gelir.
Karakeçiliden aldım toprağı,
Bağrek yaylasından Çelebi dağı…
Yiğidi mert olur, Yemişli bağı
Yaylada güzelin sarasım gelir.
Kınalı parmaklar toplar üzümü,
Yürüğün suyun yudum yüzümü…
Maşat ovasına saldım özümü
Orda Nazlıhan’ı göresim gelir.
Girip İçmeli’nin suyu buz gibi,
Serindir Tokalı kayanın dibi.
Söğütlü çeşmede İğde beliydi
Çiftlikte bir sofra seresim gelir.
Kızılırmak boyu salkım söğütler,
Âşık Haydâri’yim aldım öğütler…
Halaya tutuşmuş bizim yiğitler
Onlarla el ele veresim gelir,
Dinek’te semaha durasım gelir.
NE GÜZEL
Atadan yadigâr fabrikaların,
Karşısında selam durmak ne güzel…
Sürsün üretimi bu gün ve yarın,
Tüten bacaları görmek ne güzel…
Sayam dedim Kızılırmak beldesin,
Kalemdesin, gönüldesin, dildesin…
Bağrek dağda, Dinek dağda, çöldesin;
Yaylalara çadır kurmak ne güzel…
Fabrikalar volkan gibi tütsünler,
Ürünleri pazarlarda satsınlar…
İşçi, patron endişesiz yatsınlar
Yarınlara mesaj vermek ne güzel…
Semahın, halayın sazda, törede;
Adını söyletir dört bir yörede.
Büyürüz diyerek kısa sürede
Nifakı aradan sürmek ne güzel…
Anlatır bozlaklar şirin Keskin’i,
Yiğit insanları unutmaz dünü…
Bırakıp da artık kavgayı kini
Cehalet zincirin kırmak ne güzel…
Âşık Haydâri’yim Kırıkkaleli,
On beş sene Antalya’ya geleli…
Beden burada ama yürek oralı
Kırıkkale’m sana varmak ne güzel…
TURNALAR
Katarını çekmiş Bağrek Dağına,
Kırıkkale deyip uçun turnalar.
Uğrayın Haydar’a “Merhaba” deyin,
Kuyudan suyunu için turnalar.
Gizemlidir Bağrek Dağın koyları,
Avcının elinden küskün toyları…
Misafir severdir bütün köyleri
Keskin’e de konup göçün turnalar.
Dinek Dağın başı kırklar mekânı,
Çıplak Ali, Halil Dede erkanı…
Bir de güzel ustam Hacı Taşan’ı
Uğrayıp perdesin açın turnalar.
Bir ozan var yakışmıştır mekânı,
İsmi Hasan Dede canların canı…
Tatlı olur üzümüyle bostanı
Kırmızı şarabın için turnalar.
Haydâri der: Hiç unutmam bunları,
Mesken oldu Diyarbakır hanları…
Zor geçiyor hapishane günleri
Doğruyu yanlıştan seçin turnalar.
1976 Diyarbakır (Sur içi)
BUNDAN MI DAĞLAR
Üveyikler susmuş, bülbüller ötmez;
Başında firkatin bundan mı dağlar…
Esme Çeşmesinin suyu akmıyor,
Yeşile hasretin ondan mı dağlar…
Bir zamanlar sende yayla yaylardık;
Ekerdik, biçerdik, harman eylerdik.
El ele tutuşur türkü söylerdik
Suç bizden mi yoksa senden mi dağlar…
Garip İçmeliğin suyu az kalmış,
Bizim bağın bekçileri kör olmuş.
Bu Haydâri senin kurbanın olmuş
Orman düşmanına kinden mi dağlar…
BACIM
Bu kahpe dünyaya geldim geleli,
Gördüm ki sonrası boş imiş bacım…
Yavrumu bağrıma sarayım derken
Uçurdum yuvadan kuş imiş bacım…
Mercimek Pınarda buldum izini,
Kar altında soluk gördüm yüzünü…
Bilemedim can yavrumun gizini
Gördüğüm hayalle düş imiş bacım…
Yalancı dünyanın çilesi çokmuş,
Bunu böyle yapan niyeyse hakmış.
Dediler yavrunun yarası yokmuş
Yarası bir değil beş imiş bacım…
Erken gazel düştü gönül bağıma,
Güneş tutamadım kendi çağıma…
Yaylaya giderken Bağrek Dağına
Bağrek’in yolları kış imiş bacım…
BAĞREK’İN
Mantar olur Sayaca’nın çimeni,
Gül açar da gülmez yüzü Bağrek’in…
Hiç eksilmez Buyamlı’nın dumanı,
Geç gelir baharı, yazı Bağrek’in…
Burçulu’da kara çalı gül olur,
Kargası, kartalı bir bülbül olur.
Yazın karı erir yaban sel olur
Ne zaman çözülür buzu Bağrek’in…
Haydâri der: Türküm yanık tellerde,
Ben beni ararım ıssız çöllerde.
Parçalandı sofram yaban ellerde
Beni görür belki gözü Bağrek’in…
URUŞAN OLDU GÖNLÜM
Affeyle Sultanım, gafletten geldim;
Uruşan oldu gönlüm deminden Haydar…
Aradım dermanı ben sende buldum
Uruşan oldu gönlüm deminden Haydar…
Kudbettin Haydar’sın, Bektaş Veli’sin;
Horasan’dan Yesevi’nin oğlusun…
Cümlemize akıl veren delisin
Uruşan oldu gönlüm deminden Haydar…
Ejderha misali pünhana yattın,
Tekfur askerini nasıl dağıttın…
Yedi kere el-amanı çağırttın
Uruşan oldu gönlüm deminden Haydar…
Horasan Şehrinden eyledin zuhur,
Sultanım kuyuda çok çektin kahır…
Bağrek’in başında mekânın zahir
Uruşan oldu gönlüm deminden Haydar…
Haydâri’nin aklın alıp del’ettin,
Yedi iklim, dört köşeye el ettin.
Bedahşan’dan insanlığa el ettin
Uruşan oldu gönlüm deminden Haydar…
OLUR MU HİÇ (Ayhan Aydın’a ithaf)
Merhaba Ayhan Can, incitme aman;
Serin ol, gönlünde kalmasın güman…
Üstat külüngünden geçtiği zaman
Duvara uymadık taş olur mu hiç…
Kendi aynasına bakmalı insan,
İkiyüzlü olmaz deyişler yazan…
Avrupa, Asya’yı gezse de insan
İnsanı kâmile eş olur mu hiç…
Âşık Haydâri der: Bilim şiarım;
Güzellikler aşkım, sevgidir yârim…
Boşa kurumadı şu göz pınarım,
Ağlamayan gözde yaş olur mu hiç…
DERMEDEN GİTME (Ayhan Aydın’a ithaf)
Haber aldım Antalya’ya gelmişsin,
Dostluk köprüleri kurmadan gitme.
Yazıcıoğlu’na mihman olmuşsun,
Diğer ozanları görmeden gitme.
Halkın ozanları ünler ünleri,
Görmekliği vardır güzel günleri.
Darmadağın yaşar görsen onları
Hepsini bir yere dermeden gitme.
Kültürsüz bir kültür müdürümüz var,
Kendi kendisine veremez karar.
Her şeye seyirci tek buna yarar,
Keskinli Haydar’a sormadan gitme.
HAKKIN YÜZÜ GİBİDİR (Ayhan Aydın’a ithaf)
Cemaline baktım kendimi buldum,
Senin yüzün Hakkın yüzü gibidir.
Bir şey veremedim, çok şeyler aldım,
Senin özün Hakkın özü gibidir.
Arzum vardır dost cemalin görmeye,
İnsanı Hak sayıp kitap dermeye…
Telli Kur’an ile dara durmaya
Öten sazım Hakkın gizi gibidir.
Keskinli Haydar’ım tavrını takın,
Cehalete taviz verme ha sakın…
Hakka yürümenin zamanı yakın,
Dostun sözü Hakkın sözü gibidir.
MUHARREM YAZICIOĞLU’NA
Arzuhalim vardır gül yüzlü dosta,
Bir ustaya çırak olamaz mıyım?
Gözettim yolları gelirsin diye
Seni hoşlamaya gelemez miyim?
Merhaba, Can Şimşek ile Hasgül’e,
Yazıcıoğlu bunu getirse dile…
Ayhan bahçesinde bir gonca güle
İyi bir bahçıvan olamaz mıyım?
Keskinli Haydar’ım Akını bulsam,
Ozan Seyfili’yi yanıma alsam…
Bir harf öğretenin kölesi olsam
Çağdaşlık yolunda ölemez miyim?
OZANIN DİLİ
Haydâri’den ozanlara merhaba!
Sevgi ile açar gülü ozanın.
Kâinatın aynasıdır bu canlar;
Dünyaya uzanır yolu ozanın,
Sevgidir imanı dini ozanın…
Duymayan kulağız, görmeyen gözüz;
Dillerde türküyüz, yürekte sözüz…
“Küllenmiş mangalda yanan bir közüz”;
Buz dağını yakar külü ozanın,
Sevgidir imanı dini ozanın…
Omuzlar sazını coşturur telin,
Ozan ustasıdır öz Türkçe dilin.
Bir de şu yoksulluk bükmezse belin
İnan ki bükülmez kolu ozanın
Sevgidir imanı dini ozanın…
Sevgidir imanı dini ozanın…
Keskinli Haydar’ım kendin bilmişse,
Hakkı vicdanında hazır bulmuşsa;
Mustafa Kemal’den hızın almışsa
Kılıçtan keskindir dili ozanın
Sevgidir imanı dini ozanın…
BARIŞ VAR HACI BEKTAŞ’TA
İki zıt fikiri kucağa alan,
Özünde barış var Hacı Bektaş’ın.
Yüzyıllardan beri bu güne kalan
Sözünde barış var Hacı Bektaş’ın.
Özünü yansıtmış kişi gönlüne,
Güzel örnek olmuş dünden bu güne.
O yüzden kavuşmuş evrensel üne
Tezinde barış var Hacı Bektaş’ın.
Tanrının cemali kuldadır diyen,
Bütün kâinata hep ayan-beyan…
İnsanı “Ayettir diye okuyan
Gizinde barış var Hacı Bektaş’ın.
Ele, dile, bele özdeyişleri,
O çağdaş sözleri olur mu geri…
Erenler serdarı, ozanlar piri
Sazında barış var Hacı Bektaş’ın.
O günden bu güne aydınlık bakan,
Özün Hakta, Hakkı özünde tutan…
İnsanın gönlünde meşale yakan
Közünde barış var Hacı Bektaş’ın.
Keskin’li Haydar’ım Türkçe sözümüz,
Telli Kur’an derler çalar sazımız…
Kolay anlaşılır bizim gizimiz
Hazında barış var Hacı Bektaş’ın.
16 Ağustos 2002 Hacı Bektaş etkinliklerinde 1. Mansiyon
OZAN TAKİ KOÇAK’A
İstediğin emaneti yolladım,
Geliyor postadan al Taki Koçak.
Yüreğimden böyle geldi erenler
Okuduğun zaman gül Taki Koçak.
Sevgilerim söyle bütün dostlara,
Nasipse gelirim belki bahara.
Vekil pazarına dönmüş Ankara
Hepsinin kafası kel Taki Koçak.
Anladım ki dosta dostça varırsın;
Aydınlık bakarsın, şeffaf görürsün.
Hak bildiğin yolda hizmet verirsin
Hizmetinde kadim ol Taki Koçak.
Keskin’li Haydar’ım Haydar oğluyum,
Bazen akıllıyım, bazen deliyim.
Kendin bilmezlere acep ne deyim,
Yılmadan sazını çal Taki Koçak.
OZAN UTANSIN (Taki Koçak’tan)
Taki’yim kurulup meydana geldim,
Ezilene karşı ezenden olan;
İkiliğe karşı sazını çalan
Namussuzla olan ozan utansın.
2002-Eylül
HAYDARİ BABA (Taki Koçak’tan)
Postacı getirmiş bir pullu nağme,
Aldım emaneti Haydari Baba.
Halkın ilhamları aktı sineme
Bildim gevherini Haydari Baba.
Selamları aldık şirin dilinden,
Gönülün gıdası bengi balından.
Âşığın badesi Kevser gölünden
Doldum daldırıp da Haydari Baba.
Bilmem ki neylersin dost gurbet elde,
Bülbülün pervası üç kızıl gülde.
Şükür ki kalmadı gözlerim yolda
Silindi gümanım Haydari Baba.
Güzel merhabanı dedim dostlara,
Şimdilik Ankara biraz kapkara…
Senden ilham aldım erdim sağ yara,
Güldüm selamına Haydari Baba.
Mürşidin darına niyaza durdum,
Taki’m dost kalbine mihmana girdim.
Yazdığın beyitte ben beni gördüm
Buldum aradığımı Haydari Baba.
MAHSUNİ’NİN ARDINDAN
Bir şahin uçurduk bizim yayladan,
Mahsunice konup göçtü Mahsuni…
Yüreğinde sevda, elinde sazı
İnsan insan diye coştu Mahsuni…
On yedi Mayısta gördüm düşünü,
Ağzımdan aldılar azı dişimi.
Hakka yolcu ettik can kardaşımı
Yüreğimde yara açtı Mahsuni…
Tavizsiz sözüyle geri kalmadı;
Saraycı değildi, rüşvet almadı.
İnsanların arasını bölmedi
Güzeli çirkinden seçti Mahsuni…
Afşin Berçenek’ten Nurhak, Maraş’a,
Anadolu oldu bacı kardaşa…
Onurlu yaşamda kavgan bir başka
Dünyada yanmadan pişti Mahsuni…
Keskin’li Haydar’ım sana çağdaşım,
Gam ile karıştı dosta gözyaşım.
Göğsüne girince Hacı Bektaş’ın
Ne güzel bir mekân seçti Mahsuni…
ÂŞIK GÜRKÂNİ’YE
Yerde, gökte Hak arama efendim,
Ben sendeyim, Hak bendedir Gürkâni.
Ben de bir insanım bilinmez fendim,
Ben sendeyim, Hak bendedir Gürkâni.
Bilim ile ışık olsun sohbetin;
Hakkı sende gördüm, yazdım bir metin.
İnsanı kâmile olmuşum yakın
Ben sendeyim, Hak bendedir Gürkâni.
Düşünen bir beyin olur mu cahil,
Yüce Tanrı sana bahşetmiş akıl.
İnancım sevgidir, düşüncem tekil,
Ben sendeyim, Hak bendedir Gürkâni.
Ben insanda gördüm Hakkın varlığın,
Bulmak istiyorsan yoktur zorluğun.
Hakkı görmek için bırak körlüğün
Ben sendeyim, Hak bendedir Gürkâni.
Keskin’li Haydar’ım berbat zamanlar,
“Bizi ancak bizden olanlar anlar.”
Yalaka değildir gerçek ozanlar
Ben sendeyim, Hak bendedir Gürkâni.
ERENLER
Hurafeye inanmayız erenler,
Aydınlığa yürür yolumuz bizim.
Bilim için canı, başı verenler
Kültür denizidir gölümüz bizim.
Yıllar boyu nefret ederiz kandan,
Tanrıya inancım gönülden candan.
O yüzden korkmayız öbür cihandan,
Ayettir sazımız, telimiz bizim.
İbadet yaparken şova bakmayız,
Boş kuru kafayla yatıp kalkmayız.
“İkiliği taşlar birden sapmayız”
Mertçesine söyler dilimiz bizim.
Keskin’li Haydar’ım beni dövdüler,
Ağaç dikin dedim bir de sövdüler.
Arapça dua ile ölü soydular
Öz Türkçe konuşur dilimiz bizim.
YOL VER BAĞREK DAĞI
Çelebi dağında vurdular beni,
Yol ver Bağrek Dağı Alim geliyor.
Dört kardeş bir olup aldılar canı,
Yol ver Bağrek Dağı Alim geliyor.
Sene seksen altı, mevsim sonbahar;
Bizim köye geldi bir kara haber.
İki kuzum, yarim bilmem ne yapar
Yol ver Bağrek Dağı Alim geliyor.
Keskin bankasından aldık parayı,
Başımdan, göğsümden aldım yarayı.
Anama söyleyin giysin karayı
Yol ver Bağrek Dağı Alim geliyor.
Yürekler dayanmaz böyle ölüme,
Kalleşçe vurdular aslan Alime.
Kuzular emanet anam Halime
Yol ver Bağrek Dağı Alim geliyor.
Toplanıp da yükseklere varalım,
Buyamlı’dan Çelebi’yi görelim.
Ali ile Hüseyin’i soralım,
Yol ver Bağrek Dağı Alim geliyor.
Kaya bu öyküyü böyle bağlıyor,
İnsanlığı seven insan ağlıyor.
Böyle cehaletten nefret eyliyor,
Yol ver Bağrek Dağı Alim geliyor.
Hisse alın tüm Keskin’in köyleri,
Bu cehalet ürpertiyor tüyleri.
Dostluk için çalış Âşık Haydari,
Yol ver Bağrek Dağı Alim geliyor.
Bu olay bir lokma ekmek için gittiği gurbette kalleşçe öldürülen Ali için yazılmıştır.
(3 Kasım 2002 Genel seçiminin ardından)
BEYLER
Hoş geldiniz beyler bizim yaylaya,
Dumanınız eğri tütmesin beyler.
Çiftlik güzel, bahçe güzel, bağ güzel;
Gül dalında karga ötmesin beyler.
Bize oy dediniz, buyurun verdik;
Sizin altınıza iktidar serdik.
Şimdi halk olarak denetim kurduk
Oylarımız boşa gitmesin beyler.
Gelişiniz yurda hayırlı olsun,
Paramız yeniden değerin bulsun.
Vurguncu siyaset kökten yok olsun,
Tilki gene tavuk gütmesin beyler.
Sözümüz yok adam gibi olana,
Artık millet inanmıyor yalana.
Benzemeyin sizden evvel gelene
Vekiller kendini satmasın beyler.
Din tacirlerine olup da yakın,
Dini siyasete sokmayın sakın.
Hakkın kullarına bir gözle bakın,
Kimse kimseye kin gütmesin beyler.
İyi kulak verin iş bu tarife,
Tarife gerek yok dense arife…
Yobaz doldurmayın şu maarife,
Kafalar örümcek tutmasın beyler.
Onun devriminden duyup da kaygı,
Atatürk yolundan olmasın caygı.
Hukukun üstünlüğü, inanca saygı;
Bu yurda sevginiz bitmesin beyler.
İnsana hizmetten yaparsan sapkı,
İşsiz insanlardan görürsün tepki.
Şırnak İstanbul’a benzesin tıpkı
Aç gezen doyana çatmasın beyler.
Şahin yuvasına karga dolmasın,
Bu güzel vatanı kimse bölmesin.
Yok olsun silahlar insan ölmesin,
Duyan kulak-üstü yatmasın beyler.
İşsiz insan yakışmıyor bu yurda,
Aklın ön planda olduğu yerde…
Edirne’de, Ankara’da, Mardin’de
İnsan kendisini satmasın beyler.
Keskin’li Haydar’ı duyun ne olur,
Dilerim ülkemde hoş şeyler olur.
Millet verdiğini geri de alır
Sakın aklınızdan çıkmasın beyler.
MUSTAFA KEMALCE MİMARIMIZ VAR
Dokuz yüz on dokuz Aralık ayı,
Dikmen sırtlarında bayramımız var.
Türküyle coşturduk biz hüdaydayı,
Misket sevdalısı seğmenimiz var.
Çalındı davullar halaya durduk,
Ana yurdun temelini biz ördük.
Ankara’ya “Başkent” adını verdik,
Mustafa Kemalce mimarımız var.
Yürekten haykırdık biz Ankara’yı,
Meclise döndürdük köhne sarayı.
Burada güldürdük bahtı karayı,
Bu yolda binlerce kurbanımız var.
Çankaya, Kızılay, Ulus’ta durduk;
Uygarca adalet yönetim kurduk.
Gaziler yaşattık, şehitler verdik;
Özgürlük yolunda seyranımız var.
Diktik al bayrağı kale hisara,
Buna destek verdi güzel Ankara…
Kültür merkezleri kurduk her yere,
Arkası gelecek devranımız var.
Opera, sinema, müzeler açtık;
Karanlığa karşı ışığı seçtik.
Tam bağımsız toplum andını içtik,
Kuvayi milliye destanımız var.
Gazi çiftlik kurdu, traktör koştu;
Tarımsal alanda halkla buluştu.
Yurdun her yanına mektepler açtı,
Kör cehalet ile cevlanımız var.
Ülkede köylüyü efendi saydık,
Modern ziraatı kırsala yaydık.
Keçiler otlattık, keçiler sağdık;
Karadeniz çayı, ayranımız var.
Yeşil yaylalarda bal yapar arı,
Bazı beldelerse buğday ambarı…
Ayaş’ la Haymana kaplıcaları
Şifalı suyumuz, kaynağımız var.
İsmin bin yaşasın Ankara’m senin,
Güzellikler dolu bütün her yanın…
Meclisin, parkların, nice meydanın
Kızımız, oğlumuz, ne sevdamız var.
Keskinli Haydar’ım yoktur ürkümüz,
Bu da bizim Cumhuriyet türkümüz.
Yurtta ve dünyada barış ülkümüz,
Anıt tepede bir cananımız var.
BEN ANKARAYIM
Nice kültürlere beşiklik ettim,
Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…
Başkentin burcuna bayrağı diktim,
Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…
Ankara koşması türkülerimle,
Birlikte sarılan yaralarımla;
Turistik beldeler yörelerimle
Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…
Çalındı davullar türkü çağrıldı,
Dikmen sırtlarında düğün kuruldu.
Mustafa Kemalce karar verildi,
Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…
Çankaya, Kızılay, Bakanlıklarım;
Yönetim yerimiz dün, bu gün, yarın…
Opera, müzeler, kültür parklarım
Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…
Kol kola tutuştu bizim seğmenler,
Gökkuşağı oldu hep birer birer…
Yüreğim kumandan, bedenimse er
Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…
Ulus Meydanına Meclis kuruldu,
Bağımsızlık için karar verildi.
Egemenlik hakkı halka verildi;
Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…
Yirmi beş ilçemle güzel köylerim,
Şifalı sularım, kaplıcalarım;
Görülmeye değer ören yerlerim
Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…
Yiğit Ankaralım, korursan eğer;
Gazi Çiftliğimiz görmeye değer…
Binlerce canlıya mekânım yer yer
Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…
Hacı Bayram gibi can erenlerim,
Bu güne ışıktır geçmiş günlerim.
Anıt tepedeki Ulu Önderim
Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…
Ala karlı, boz meşeli dağlarım,
Tiftiğim, armudum, Seyran Bağlarım…
Şehidim, yetimim, dulum, sağlarım;
Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…
Misketle hüdayda bizim türkümüz;
Seğmeniyle coşar, yoktur korkumuz…
Çağdaş düşünürüz budur farkımız
Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…
Sen bir Ankaralı Keskinli Haydar,
Yüreği sevdalı oğlum, kızım var.
Atasından Türk halkına yadigâr,
Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…
VATANDAŞIM
Yaratan insanı öne çıkarmış;
Akıl vermiş, fikir vermiş, dil vermiş…
Önderimiz okumayı ön gürmüş,
Cehalet zincirin kır vatandaşım.
Merkez üstü Gölcük bir deprem oldu,
Komşu milletler de yardıma geldi.
Çürüktü yapılar çok canlar aldı,
Haksızlığa karşı dur vatandaşım.
Sorumlular doğru yapsa işini,
Sağlam koysa temelini, taşını…
Sarı öküz sallayamaz başını,
Gayrı bunlar değil sır vatandaşım.
Bırakalım sarı öküz yayılsın,
Koca tarak kel kafada duyulsun.
Set çekme gözlere herkes ayılsın,
Sanmasınlar bizi kör vatandaşım.
Camide mollalar kaderi yeğler,
Kader ile bilim apayrı şeyler…
Gerçek din adamı doğruyu söyler,
Bunların cevabı var vatandaşım.
Kolay sağlanmadı ülkede dirlik,
Acıyla, tatlıyla yaşadık birlik…
Açılan gözlerde olur mu körlük,
Ne olup bitiyor gör vatandaşım.
Ulusça birleştik sarıldı yara,
Sıra geldi namusluca imara…
Ders olmuştur usta ile mimara,
Yanlışın hesabın sor vatandaşım.
Keskinli Haydarım ne günler gördük,
Ana yurdun temelini biz ördük…
Kan, ter, gözyaşıyla harcını kardık,
Yıkılmaz binalar kur vatandaşım.
NELERİMİZ VAR
Merkez üstü Gölcük deprem kuşağı,
Düşünecek bunca hallerimiz var.
Çağdaş olup ileriye gitmeye,
Dünyaya açılan yollarımız var.
Çürüktü binalar her yer yıkıldı,
Yine gözler siyasete takıldı.
Vaatler verildi, nutuk atıldı;
İkili şov yapan kullarımız var.
Demirden, betondan epey çaldılar,
Nice yüklenici zengin oldular.
Dileriz depremden ibret aldılar,
Aymaz kafalılar, kellerimiz var.
Komşu halkı özveriyle geldiler;
Yıkıklar içinden canlar aldılar.
Dostluklar kuruldu ahbap oldular,
Ege gibi ortak göllerimiz var.
Ankara, Atina hal ile haldaş,
Zaten dünya halkı evvelden kardaş.
Yok olsun silahlar, tükensin savaş,
Ortak kültürümüz dillerimiz var.
Bu depremde hayli çekildi çile,
Halk ile ordusu verdi el ele…
Yardıma koşturdu yoksullar bile,
Yemişi bol olan dallarımız var.
Sözünden alınır Keskinli Haydar,
Bu işten sorumlu olan insanlar…
Akıl ile ilmi öne koyanlar
Mustafa Kemalce önderimiz var…
GÜLER YÜZLÜ YALANLAR
Dokuz yüz elliden iki bin beşe
Görün hele neler oldu erenler.
Kırk yıllık babamız vermedi fire,
Anam yeni gelin oldu erenler.
Peynir gemisini kırk yıl yüzdürdük;
Denizler bulandı, çayı azdırdık.
Görün beyler ne destanlar yazdırdık,
Bush beyimiz buna güldü erenler.
Küçük Amerika yaptık vatanı,
Hacı olduk yakıştırdık fistanı…
Taşlayarak doğurturuz şeytanı,
Ecinniler çölde kaldı erenler.
Hava limanında girdik ihrama,
Ekranlarda boy boy, ne hoştuk ama…
Bakan olduk, kafa tuttuk zamana,
IMF’den para geldi erenler.
Cirit attık tosbağayla yarıştık,
Biber olup turşulara karıştık.
Yedi düvel komşularla barıştık,
Gören bize davul çaldı erenler.
Bostan ektik pirelere yoldurduk,
Çikita muzuna keman çaldırdık.
Nerde yiğit varsa vurup öldürdük,
Dalkavuklar bize kaldı erenler.
Vişne ağacında armutlar bitti,
Gelip iyisini ayılar yuttu.
Tilki çoban oldu tavuğu güttü,
Tüm kümesler civciv doldu erenler.
Vatan, Millet, Sakarya’yla övündük,
Ezanla bayrağı önüne koyduk.
Kaskinli Haydarım borca gark olduk.
Bu büyük millete n’oldu erenler?
KİBAR RAMO
Ankara’ya muhtar olmuş,
Bizim Ramo, kibar Ramo.
Köyden mi, dağdan mı gelmiş,
Bizim Ramo, kibar Ramo.
Selam sana Ramo kardeş,
Seni bize eyledik baş.
Ormanlarla bitsin savaş
Bizim Ramo, kibar Ramo.
Eski muhtarlardan olma,
Aman saçın, başın yolma.
Dağdaki suları çalma
Bizim Ramo, kibar Ramo.
Tema Vakfı köyden kovma,
Dağları ormansız koyma.
Toprağı sellere savma
Bizim Ramo, kibar Ramo.
Seni hayli sevmiş idik,
Yanımızda bilmiş idik.
Halktan biri demiş idik
Bizim Ramo, kibar Ramo.
Yol vermemişsin gençlere,
Susuz kalmış dağla dere.
Ağaç dik kardaş her yere
Bizim Ramo, kibar Ramo.
Köydeki tarihi yerler,
Yıkılmışlar birer birer.
Taşı çalınan mezarlar
Bizim Ramo, kibar Ramo.
Bunca muhtarlar biliriz,
Oyları geri alırız.
Sen gidersin biz kalırız
Bizim Ramo, kibar Ramo.
Keşke akıllı olsaydın,
Geldiğin yeri bilseydin.
Yumuşak koltukta kalsaydın
Bizim Ramo, kibar Ramo.
Haydari’den sert bir kaya,
Eller atlı bizler yaya.
Yakışsaydın bizim köye
Bizim Ramo, kibar Ramo.
AKDENİZ EKİ
Bir haber yazmış ki kahraman olmuş,
Basında Hürriyet Akdeniz Eki.
Irak’ı, Kıbrıs’ı Rum’u kurtarmış,
Basında Hürriyet Akdeniz Eki.
Adını sorduk ki Tosun Teslime;
Güya gazeteci, şaştık pozuna.
Fakirin ekmeği onun nesine
Basında Hürriyet Akdeniz Eki.
Gönlüm razı değil ona teslime,
Ne hakaret etmiş benim neslime…
Kapında riyakâr mahluk besleme
Basında Hürriyet Akdeniz Eki.
İki garibana kancayı takmış,
Bir tas çorbasına soğuk su katmış.
Hırsıza sırt dönmüş flaş patlatmış
Basında Hürriyet Akdeniz Eki.
Bilmem ki kimlere olmuşsun köle,
Açları, yoksulu almışsın dile.
Devlet memuruna bulaşma hele
Basında Hürriyet Akdeniz Eki.
Hani oto-sansür gidiş nereye,
Kırdığın gönüller gelmez geriye…
Kurt ile karıştın aynı sürüye
Basında Hürriyet Akdeniz Eki.
Keskinli Haydarım böyle der idi,
Adam gibi gazeteci var idi…
Doğru yazar, doğru karar verirdi
Basında Hürriyet Akdeniz Eki.
SATILIK
Ey güzel Ankara’m canım başkentim,
Hastane, hemşire, hekim satılık.
Transfer başladı, meydan açıldı;
İnsan pazarında vekil satılık.
Yıl havaya gitti, mekân Türkiye;
Halkı düşünenler nerde haniya…
Ezan, bayrak, millet, Sakarya diye
Namus sözü veren ödün satılık.
Kürsüden edilen yeminler hani?
Oturduk koltuğa gün ettik günü.
Alın teri olan emek ürünü
Üzüm, buğday, pancar, ekin satılık.
Küçük Amerika olduk dediler,
Bush ağabeyden borç alıp yediler.
Vade geldi eyvah yandık dediler
Ayaklarda pabuç, potin satılık.
Bu ülkeye pek uymuyor yalanlar,
Bir günlük beyliği beylik sananlar…
Milleti kandırıp hakkın alanlar
Verilen tavizler ödün satılık.
Satılık olmayan bu özge vatan,
Ona sahip olur bağrında yatan.
Ulusal onurun özünde tutan,
Diye haykırdığım günler satılık.
Elli yıldır yazdın Keskinli Haydar,
Pek karamsar olma o gençliğin var.
Satılık olmayan almıştır karar
Yurduma uymayan plan satılık…
NİÇİN YAKTI SİVASLILAR
İki Temmuz kara gündü,
Kimi yaktı Sivaslılar.
Bunu anlaması güçtü,
Kimi yaktı Sivaslılar.
Pir sultan Abdal’ı bile,
İpe taktı Sivaslılar.
Tüm Sivas’ın günahı ne
Kimi yaktı Sivaslılar.
Hak emrini hiçe sayıp,
Otuz üç can oldu kayıp.
Hu, Allahuekber deyip
Kimi yaktı Sivaslılar.
Cumhuriyet ile şanlı,
Neden kinli, neden kanlı;
Gözümüzde halen zanlı
Kimi yaktı Sivaslılar.
Tam otuz üç aydın yandı,
Oysa onlar birer candı…
Âşık Veysel’de utandı
Kimi yaktı Sivaslılar.
Keskinli Haydar yol bekler,
Arşa ulaştı feryatlar…
Peygamber sizi lânetler
Kimi yaktı Sivaslılar.
TÜRBANLI BACIM
Aynı varın varlarıyız ne deyim,
Gel kınama beni türbanlı bacım.
Kişinin özünü yansıtmaz giyim,
Sev seni seveni türbanlı bacım.
Kolay kazanmadık biz bu dirliği,
İnançta da bozmayalım birliği.
Örtünmek saplamaz din severliği,
Kınatma ülkeni türbanlı bacım.
Bilgin belgelensin tez suna suna,
Ders vermek için git Kur’an kursuna…
Yaz gününde yatma kış uykusuna,
Aydınlat yöreni türbanlı bacım.
Din gereği diyenlere inanma,
O kara çarşafı töredir sanma.
Bağnazlara bakıp bakıp aldanma,
Bu yurt hepimizin türbanlı bacım…
Belki benden daha uygar birisin,
Buna karşı giyiminle gerisin.
Aç yüzünü gericilik erisin
Körletme töreni türbanlı bacım.
Türk ulusu bir bütündür bölünmez,
Devrim yapıp aynı yere gelinmez.
Senin savın neye gebe bilinmez
Hele bir yol düşün türbanlı bacım.
İyi düşün aklını kat varına,
Uygarlık otursun yerli yerine.
Ters düşme Atatürk ilkelerine,
Uyarırım seni türbanlı bacım.
MUSTAFA CEYLAN’A
Ankara Elmadağ’dan Toroslara,
Anadolu’m gibi kokuyor Ceylan.
Otuz sekizinci sanat yılında
Kültür ateşini yakıyor Ceylan.
Bazen coşturuyor paşa gönlünü,
İrdeliyor geleceğin dününü.
Ölüm kusan silahların tümünü,
Toplayıp denize döküyor Ceylan.
O şiir okurken susuyor canlar,
Selâm durur yayladaki ceylanlar.
Aydınlık yüzüyle aydın insanlar
Cehaleti kökten yıkıyor Ceylan.
Bülbülü hoş öter yeşil bağının,
Avcısına küstük Elmadağ’ının.
Füze yarışının, Atom Çağının
Yarınına ışık tutuyor Ceylan.
Mustafa Ceylan’ım sohbetin hoştur,
Keskinli Haydari sana kardeştir.
Üretken insanın aynası iştir,
Dünyaya bir gözle bakıyor Ceylan.
DELİ DÜNYA
İkiyüzlü deli dünya,
Bu çekilmez nazın nedir?
İşte geldim gidiyorum,
Bu çekilmez pozun nedir?
Yetmiş sene oyaladın,
Kâh süsleyip boyaladın.
Ağustosta buz yaladın
Beni yakan közün nedir?
Daha diyecek çok şey var,
Dememeye aldım karar.
Değil iken kendine yar
Yüzündeki hüzün nedir?
Haydâri der: Bu nasıl hal,
Dursun dilin olasın lal…
Ben giderim sen böyle kal
Bu bilinmez gizin nedir?
GÜL YÜZLÜ YÂRE
Benden selam deyin gül yüzlü yâre,
Birazcık karşımda dursun da gitsin.
Parça parça sinemdeki yaralar,
Kendi gözü ile görsün de gitsin.
Koyun güttüm yaylalarda baz ile,
Güzel sevdim sazım ile, söz ile…
Yaralarım merhem tutmaz tuz ile,
Eliyle yaramı sarsın da gitsin.
Haydâri der: Koyma beni sıradan,
Bir selam gelmedi kaşı karadan.
Eğer ölür isem ben bu yaradan
Kefensiz toprağa versin de gitsin.
OLMALI KADIN
Sevgi, saygı, hürmet gerek anaya,
Her yerde baş tacı olmalı kadın.
Sevgi örer, sabır işler vatana,
Asla ağlamayıp gülmeli kadın.
Kadın on iki ay hep var olmalı,
Yaşadığı yerde özgür kalmalı.
Ulusal mecliste yerin almalı,
Yönetme hakkını bilmeli kadın.
Bizim yaylaların sunası idi,
Bunca güzelliğin anası idi…
Üzümün, buğdayın tanesi idi
Artık gözyaşını silmeli kadın.
Kadın şeytan demiş Şeytanın dölü,
Yırtık şapkasından görünür keli.
Dünyayı yaratır kadının eli
O yüzden baş tacı olmalı kadın.
Cennet vaat etmişler adresi nerde?
Aydınlık yüzlere çekmeyin perde…
Huri, melek derler hepsi de burda,
Yârini bağrına sarmalı kadın.
Dişi aslan doğurur tüm aslanları,
Gizemli bal yapar sanırsın arı…
Böylece inandı Âşık Haydari
Eşinin yoldaşı olmalı kadın…
ORMANA BİR BAK
Gelin güzel can çocuklar
Şu ormana bir bak hele.
Yarın sizin be yoldaşlar
Şu ormana bir bak hele.
Sevgi ile ona varak,
Yok olmaya değmez yürek.
Nuh’un gemisinde direk
Şu ormana bir bak hele.
Bebek iken bize beşik,
Oturduğun eve eşik…
Soframızda tahta kaşık
Şu ormana bir bak hele.
Tarlamızda saban olur,
Kağnı olur tapan olur.
Sel ağzını tutan olur
Şu ormana bir bak hele.
Anadutla dirgeniniz;
Tırmığımız, harmanımız…
Dizimizde dermanımız
Şu ormana bir bak hele.
Salıncağı dallarına,
Gölge olur öz varına.
Umut olur her yarına
Şu ormana bir bak hele.
Haydâri’nin can yoldaşı,
Toplar yağmuru güneşi.
Güzellikte yoktur eşi
Şu ormana bir bak hele.
ÂŞIKLAR BAYRAMI
Çağından sorumlu bir yurttaşım ben,
Dünyaya duyarsız bakamıyorum.
Halkımın yarısı aç yaşar iken
Mevlâna’da tempo tutamıyorum.
Kim yemiş, kim içmiş, borçlanmış vatan;
Kan değmiş dişine her silah satan.
İnsanlık adına terör yaratan
Utancı özümden atamıyorum.
Eşitçe kazanıp bölüşmek hakça;
Düşüncem aydınlık, görüşüm akça…
Sofu inat eder gitmeye hacca,
Nedendir bunlara çatamıyorum.
Dilerim insanca yaşasın her can,
Gönül arzu eder dökülmesin kan.
Çöplüklerden ekmek toplarken insan
Âşıklar bayramı yapamıyorum.
El-etek öpüp de program almak,
Leb-değmez, atışma zevkine dalmak…
Köhne bir otelde misafir olmak
Bitli yorganlarda yatamıyorum.
Gerçek âşık alınmasın sözümden,
Halk Ozanı halkla olur özünden…
Dost Haydâri gizem vardır özümden
Çift yüzler ardından yetemiyorum.
ADİL DÜZEN
Ozanlar bu işe şaştı,
Efendiler, Adil Düzen.
Takke düştü kel göründü
Efendiler, Adil Düzen.
Biri hacı, biri bacı;
Bulundu derdin ilacı…
Reçetesi hayli acı
Efendiler, Adil Düzen.
Kadayıfın altı üstü,
Nalı düştü kırat pustu.
Kaddafi’nin aziz dostu
Efendiler, Adil Düzen.
Vatan, millet, Sakarya’yı;
Ezan. Bayrak, deyi deyi…
Soydurdunuz bu ülkeyi
Efendiler, Adil Düzen.
Deyin, efendiler deyin;
Muhtar yaptı sizi köyün.
Yiyin bre beyler yiyin.
Efendiler, Adil Düzen.
Bekleyin, gününüz gelir;
Yurttaş yaptığını bilir.
Verdiğini geri alır.
Efendiler, Adil Düzen.
Haydari der: Ben insanım;
Ben Türkiye, ben vatanım…
Kurumadı şehit kanım
Efendiler, Adil Düzen.
NE OLUR
Gönlünü kırdığım ey kadim dostlar,
Sakın beni essah sayman ne olur…
Yüreği tertemiz, gönlü has dostlar,
Dervişan yerine koyman ne olur.
Bensizleri taç eyledim başıma;
Sevginiz var damağımda, dişimde.
İnsan vardır hayalimde düşümde
Mor koyunlar gibi yayman ne olur…
Bir bozuk sistemde naçar kamışım,
Doğa sevgisine tutsak olmuşum.
Zaten şu dünyaya çıplak gelmişim,
Yüksüz kervanları soyman ne olur.
İnsan, insan diye çırpındım durdum;
En büyük darbeyi kendime vurdum.
Aradığım Hakkı insanda gördüm,
Kem söz edenleri duyman ne olur.
Haydari fitneden kaçtığı için,
Felsefe kapısın açtığı için;
Mihnet ile yaşım geçtiği için
Yar sevmedi diye kıyman ne olur.
HERKES KENDİNE EDER
Ulan koca dünya sana ne deyim;
Her kim ki ne eder, kendine eder.
Koyma akıl ile işlerse beyin
Her kim ki ne eder, kendine eder.
Dostluğa niyette ışık olmuyor,
Ben âlimim, diyor kendin bilmiyor.
Çağırdım Mervan’ı beri gelmiyor
Her kim ki ne eder, kendine eder.
Hakkı vicdanında bulamamışsa,
Ölmezden evvel ölememişse…
Haydari cana can olamamışsa
Her kim ki ne eder, kendine eder.
NİYE GELDİK
Kim demiş işkence, dayak yok diye;
Tek, tek listesini vermeye geldik.
Milletin sırtı pek, karnı tok diye
Yalan defterini dürmeye geldik.
Kendi mecramızda candık kardeşim,
Diriydik Sivas’ta yandık kardeşim.
Utanç ülkesine döndük kardeşim,
Doğru mu, yanlış mı sormaya geldik.
Mumcu’yu, Aksu’yu vuranlar nerde,
Şeref, namus sözü verenler nerde…
Kırılmayacaksa karanlık perde
Dostluk meydanında kırmaya geldik.
Haydari sussa da dilsiz değiliz,
Öfkeler tetikte elsiz değiliz.
Bizler Türk halkıyız yolsuz değiliz
Lâikçe bir düzen kurmaya geldik.
HAYDAR
Ahmet Yesevi sulbü pederden,
Âlemi irşâda gezendi Haydar.
Başımı kurtarıp gamdan kederden
Bağrek’e otağın kurandı Haydar.
Aslı veliyullah, ser-çeşme başı;
Akıttın gözünden kan ile yaşı…
Horasan’dan binip geldiğin taşı
Bağrek dağlarına serendi Haydar.
Horasan’dan Hacı Ahmet oğlusun;
Akıllısın, görünürde delisin…
Şüphem yoktur Hacı Bektaş Veli’sin
Orhan’a omzunu verendi Haydar.
Ejderha misali zindanda durdun,
Bağrek’te tekfurun gönlüne girdin.
Nice isteyene muradın verdin,
Bu işin sırrına erendi Haydar.
Bu Rum diyarına gelip de yettin,
Kayser-Rum’u yalnız sen irşat ettin.
Yedi kere el-amanı çağırttın,
Bizans’a bir düzen verendi Haydar.
Haydari der: Ben de bir günahkârım;
Bağrek yaylasında efkârım, zarım…
Ekmedim, biçmedim sendedir kârım,
Azgın yaraları sarandı Haydar.
GÖNLÜMÜN KARALARINI
Geçti dost elinden ihsan olunca,
Silmedi gönlümün karalarını.
Ağyar diye ben başından çevrildim
Bulmadın başımın çarelerini…
Muhabbet nehrinde çağlar gezerim,
Ben neye gülmedim ağlar gezerim.
Derde düştüm adil beyler gezerim,
Tığ deldi başımın harelerini.
Bu gün derdim eskisinden beş beter,
Günbegün firkatim, efkârım artar.
Arifler meydanda birbirin tartar
Er olan fehmeyler buralarını.
İnsan Hakta, Hak insanda bilmektir;
Asıl mertlik dost yolunda ölmektir.
Arzum dost ceminde sazım çalmaktır,
Can arzular ciğer parelerini.
Dost elinden bade içtim az geldi,
Dosttan bize şifa ile naz geldi.
Kumaş diye beklediğim bez geldi
İyice bir düşün buralarını.
Dost yüzünden şu vücudum ezgindir;
Can cesetten, ceset candan bezgindir.
Haydari’yle deli boran bozgundur
Kim gelip bulacak aralarını…
BİR SÜLÜMAN VARDI
Bir Sülüman vardı Hasan Dedede,
Ha deyince yedi dağı aşardı.
Aklı kendisiyle fazlaca yardı,
Ha deyince yedi dağı aşardı.
Sene bin dokuz yüz kırk dokuz idi,
Körpeydi Muharrem top yağız idi.
Adı dede idi, kendi boz idi
Ha deyince yedi dağı aşardı.
Yelpazeydi, çırpınırdı köşede;
Zıkkım içsin, şurup koymaz şişede.
Er değildi haklı sözle baş ede
Ha deyince yedi dağı aşardı.
Anama, babama bire söverdi,
Çoluk-çocuk her geleni döverdi.
Bizim köylülere beni överdi
Ha deyince yedi dağı aşardı.
Sonra duydum şoför olmuş kalede,
Başı sıkıntıda, dertte belada…
Tam onun dengiydi Hatun Halada
Ha deyince yedi dağı aşardı.
Gel-geç akıllıydı, kaçığın biri;
Beni kesiyordu hem diri diri…
Ona övgü düzdü Âşık Haydari
Ha deyince yedi dağı aşardı.
BÖĞÜRÜYOR SÜLÜMAN
Arabaya kır atını koşuyor,
Bağırıyor Muharrem’in Sülüman.
Şart eyleyip avradını boşuyor;
Bağırıyor, çağırıyor Sülüman,
Dana gibi böğürüyor Sülüman.
Çok telaşlı tantanası boşuna,
Rüyasında şeytan girmiş düşüne.
Bıçağı sapladı körpe döşüme
Bağırıyor, çağırıyor Sülüman,
Dana gibi böğürüyor Sülüman.
Dedeler kâmildir, tanıyamadım;
Nasıl bir zihniyet anlayamadım.
Kendinden insanca söz duyamadım;
Bağırıyor, çağırıyor Sülüman,
Dana gibi böğürüyor Sülüman.
Tatlılık bilmezdi dikenli dili;
Kendi sahtekârdı, çapkındı eli.
Bana hırsız dedi hırsızın dölü;
Bağırıyor, çağırıyor Sülüman,
Dana gibi böğürüyor Sülüman.
Yavru Muharrem’in suçu ne idi,
Onun kabahati beni sevmeydi,,,
Allah o cezayı sana verseydi;
Bağırıyor, çağırıyor Sülüman,
Dana gibi böğürüyor Sülüman.
Hanımefendiydi kardeşi Zeynep,
Dede Hamdullah’tan çok çekti zahmet.
Yardıma gelmişti komşumuz Cennet;
Bağırıyor, çağırıyor Sülüman,
Dana gibi böğürüyor Sülüman.
Kaya Özlük iken çıktım gurbete,
Asıl babamdaydı en büyük hata.
Bana yapılanlar yapılmaz ite;
Bağırıyor, çağırıyor Sülüman,
Dana gibi böğürüyor Sülüman.
DARDAYIM BENİM EFENDİM.
Ne kadar cevretsen vallahi küsmem,
Bu gün çok dardayım benim efendim.
Ne yapsan ne etsen umudu kesmem
Bu gün çok dardayım benim efendim.
İnan ki zordayım güzel sultanım.
Sırrımı açmaya kimseye gitmem,
Senden başkasına dert beyan etmem.
Hatam çok büyüktür kapından gitmem
Bu gün çok dardayım benim efendim.
İnan ki zordayım güzel sultanım.
Deprem yok, tufan yok, yıktın evimi;
Dağıttılar aşireti, köyümü.
Kaldırdın sofrayı döktün meyimi
Bu gün çok dardayım benim efendim.
İnan ki zordayım güzel sultanım.
Döndürmeden Kerbela’nın çölüne,
Bir merhem sür şu yaralı gönlüme.
Kargalar kondurma narin gülüme
Bu gün çok dardayım benim efendim.
İnan ki zordayım güzel sultanım.
Sen büyüksün, ben kapında köleyim;
Sen kıblesin eşiğinde öleyim.
İzin ver yolunda kurban olayım;
Bu gün çok dardayım benim efendim.
İnan ki zordayım güzel sultanım.
Keskinli Haydar’ım erem köşküne,
Yardım et Sultanım sen bu düşküne.
Şah Hüseyin, Hacı Bektaş aşkına(!)
Bu gün çok dardayım benim efendim.
İnan ki zordayım güzel sultanım.
OĞUL (Oğlum Cabban’a!)
Bu son öğüdümdür tutarsan kuzum,
Karlı dağlar sana yol olur oğul.
Bir bahçe eyle ki ömrü çok uzun,
Bil ki lale, sümbül, gül olur oğul.
Saygı duy her cana, her uzun ömre;
Sevgi ver, sevgi al, böyledir töre.
Yok etme her şeyi göz göre göre.
Beyhudeye karın dul olur oğul.
Bin bilsen de bir de ehline danış,
Dünyanın da sonu değil bu gidiş…
Emsalinle otur, denginle konuş;
Yoksa altın adın pul olur oğul.
Kırk yıllık ömrünü bir gözden geçir,
Yanlışı, doğruyu incele bir bir…
Kendi vicdanınla bir kavgaya gir,
Cabban’dan Cabban’a gel olur oğul.
Savaş aç yanlışa dik dur ayakta,
Neler gelir geçer gör ki hayatta.
Kendin ile barış güvenme yada
Kuru ekmek cana bal olur oğul.
Depremsiz, tufansız yıkılan evler;
Yapılır yenisi hep birer, birer…
Puşt’un soframızdan çaldığı meyler
Tekrar dolar küpler sel olur oğul.
Kulak ver ki oğlum bu son sözüme,
Kurban olam o körpecik kuzuna.
Derman bulam yüreğimde gizime,
Sevdalarım sazda tel olur oğul.
Ağlatma ananı, olma serseri;
Sana kurban olsun Baban Haydari.
Şayet üzer isen tüm sevenleri
Bu işe sevinen el olur oğul.
UYMADIN OĞLUM.
Birazcık kafanı yor da bir düşün,
Bir türlü sözüme uymadın oğlum.
Bak, akşam oluyor zaman daraldı;
Aklı ön plana koymadın oğlum.
Coşkun akıp gittin yıktın bendini,
Seçemedin ahbabını, dengini.
Boş boşuna attın nara kendini
Neden yanlışlardan caymadın oğlum.
Çok yalvardık düzeltmedin huyunu,
Elinle buladın duru suyunu.
Dağıttın sofranı, döktün meyini
Yine de kafanı aymadın oğlum.
Anan pek yalvardı az geldi sana,
Babanın sözleri vız geldi sana.
Davul-zurna çaldık saz geldi sana
Bizleri büyükten saymadın oğlum.
Herkes Haydari’ye saygı duyuyor,
Ondan ibret alıp ona uyuyor.
Senin fidanların sensiz büyüyor
Yiyip meyvesini doymadın oğlum.
CAN ANADOLUM
Bağrek’teki Haydar, Denekte Kırklar;
Erenler yatağı can Anadolu’m.
Konur’da Çıplak Ali, Musa Dedeyle;
Keskin diyerında ün Anadolu’m.
Aşağı Şıh, Yukarı Şıh Türkmen’i
Keskin’in kültürü mest eder beni.
Erenlere bakın incitmen canı,
Gene böyle idin dün Anadolu’m.
Temiz olur Bağrek dağın havası,
“Yükseğinde vardı şahin yuvası.”
Denize dönüşmüş Köprü Ovası,
Su verir ovaya can Anadolu’m.
Bir birine benzer Keskin köyleri;
Aynı karakterde, aynı huyları.
Yörük, Cerit, Avşar, Türkmen boyları
İşte bunun için şen Anadolu’m.
Kepirli, Müsellim, Danac’obası;
Darmız ekmeğinin güçtür çabası.
Tınazlar savuran kırık yabası
Şimdi ilerledi fen Anadolu’m.
Kara keçilisi, Kevenli, Maşat;
Denek’ten Ovaya, Beliklere bak.
Gelecek günlere bir meşale yak
Atatürk yurdusun sen Anadolu’m.
Keskinli Haydar’ım köy köy dolaştım,
Yetmiş iki pare köye ulaştım.
Bir kısrağa binip dağları aştım,
Şafaktan doğacak gün Anadolu’m.
HAYDAR-I SULTAN
İki postun birin ataşa vuran,
Bağrek’teki yatan Haydar-ı Sultan.
Kurutup nefsini kaniye çeken
Bağrek’teki yatan Haydar-ı Sultan.
Dertleri olanlar dermana gelir;
Âleme hükmeder, gaipten bilir.
Tatar’ın kızını zorunan alır
Bağrek’teki yatan Haydar-ı Sultan.
Dertli olanlara vardır teyreği,(derman)
Nur gibi balkıyor yanay çerağı.
Görmeye mi geldin mermer direği
Bağrek’teki yatan Haydar-ı Sultan.
Haydar’ın kuyusu haktır, seslenir;
Gelen deli akıllanır, uslanır…
Tahta kılıç kılıfında paslanır
Bağrek’teki yatan Haydar-ı Sultan.
Seyit der: İtikat bu bir inayet,
İn ayn kuyusuna müşkülün hallet.
Sana nazar etmiş bir (meşe) ulu ağaç
Bağrek’teki yatan Haydar-ı Sultan.
Not: Bu eser babası Ahmet Yesevi tarafından Anadolu’yu Türkleştirmek için gönderilen ilk uç erenolan ve Bağrek dağının göğsünde yatan Kudbettin Haydar Sultan’a ait olduğu söylenir.
MUHTAR HAYDAR
Filik Haydar’dan bu güne,
Umut sende Muhtar Haydar.
Lütfen dönüp bir bak düne
Umut sende Muhtar Haydar.
Aman kızma iki gözüm,
Umudumuz sensin bizim.
Alanadır benim sözüm
Umut sende Muhtar Haydar.
Bunca muhtar gelip gitti,
Bilinmiyor ne iş etti.
Hangisi bir fidan dikti?
Umut sende Muhtar Haydar.
Benzeme dost eskilere,
Geldin hak ettiğin yere.
Ağaçlansın dağ ve dere
Umut sende Muhtar Haydar.
Verimli topraklar bitmesin,
Seller alıp da gitmesin.
Torunların küfretmesin
Umut sende Muhtar Haydar.
Dağda ormanı yok ettik,
Suları köye akıttık.
Mezarlıktan taşlar söktük
Umut sende Muhtar Haydar.
Hep öldü dağda canlılar,
Susuz kalıp da yandılar.
Nerde üzüm yüklü bağlar
Umut sende Muhtar Haydar.
Çal içine ekin ekin,
Sayaca’ya ağaç dikin.
Gücenme sözüme sakın
Umut sende Muhtar Haydar.
Çocuklara temiz yarın
Bırakalım n’olur derim.
Mimarı ol bu yaylanın
Umut sende Muhtar Haydar.
KİM KIRDI BAĞREK
Dallarında öter yaslı bülbüller,
Kim kırdı dalını, kolunu Bağrek?
Bağrında kalmadı dikenler, güller
Kim kırdı dalını, kolunu Bağrek?
Avcıdan saklardın yavru ceylanı,
Bağrından fışkıran suların hani?
Yalçın kayaları o boz dumanı
Kim kırdı dalını, kolunu Bağrek?
Cana ilaç çiğdeminle kekiğin,
Susuzluktan ötmez olmuş kekliğin.
Nerde kaldı senin eski mertliğin
Kim kırdı dalını, kolunu Bağrek?
Keskinli Haydar’ım kurbanın olsam,
Sana sevdalıyım bir bilebilsen…
Göğsüne bir fidan dikip de ölsem
Kim kırdı dalını, kolunu Bağrek?
YOL VERMEDİ KIZILIRMAK
Bir güzel sevmiştim Köprü düzünde,
Yol vermedi Kızılırmak ne deyim…
Sevda türküleri yüklü özümde
Yol vermedi Kızılırmak ne deyim…
Binmiş idim al atımın üstüne;
Martini, keçeyi aldım destime…
El salladım ahbabıma, dostuma;
Yol vermedi Kızılırmak ne deyim…
Kara keçiliden beni sordular,
Kartal kayasına pusu kurdular.
Keşniyir köprüde beni vurdular
Yol vermedi Kızılırmak ne deyim…
Vurulmuş yiğidim bir gelin ağlar,
Çelebi dağları karalar bağlar.
Gelmiyor Mehmet’im şen olsun dağlar
Yol vermedi Kızılırmak ne deyim…
GÜL KOKULU ANAMA
Çakır gözlü garip anam,
Sana gonca bir gül sunam.
Çırpınıp dalına konam
Gül kokulu güzel anam.
Bunca yıldır gam yükünü,
Çeke çeke ömrün söndü.
İki oğul bir de gülün
Öz canında saklar anam.
Saçlarına düşünce kar
Özüm sana doğru akar.
Sağ yanım kurşun yarası
Gül yaralı ozanı sar.
1993 Yılında güneydoğuda gazi olan Hüseyin Özlük
GAZİ OZAN ‘ a nazire
Ozanların dünyasına
Memleketin sevdasına;
Hoş geldin can aramıza
Gül yaralı Gazi Ozan.
Selam durayım sevdana,
Kurban olayım yarana.
Sana ilhamı verene
Gül yaralı Gazi Ozan.
Aslan yatağı boş kalmaz,
Türküsü, sevdasız olmaz.
Namert dölü merdi bilmez
Gül yaralı Gazi Ozan.
Anaya sunduğun gülün
Açılsın yiğidim yolun…
Özgür pençen sazın telin
Gül yaralı Gazi Ozan.
Gül kokulu ana yardır,
Şahit, gazi, dullar vardır.
Vatan size minnettardır.
Gül yaralı Gazi Ozan.
CAN BACIM
Aylar oldu selamını almadım,
Küskün müsün yoksa bana can bacım.
Yiğidimin gizemini bilmedim
Küskün müsün yoksa bana can bacım.
Kim oynadı bize böyle oyunu,
ABD yapısı kahpe mayını…
Avrupalı dostlar yapar şovunu
Küskün müsün yoksa bana can bacım.
Yezit mayın yaralamış kuzunu,
Alıp gitmiş yiğidimin gözünü.
Güneydoğularda bulduk izini
Küskün müsün yoksa bana can bacım.
Haydari kardaşın yoluna öle,
Varıp yiğidimin gadasın ala.
Fadime anadan sabırlar dile
Küskün müsün yoksa bana can bacım.
Bilirim yürekte derindir acın.
HANİ İNSAN HAKLARI
Bütün insanlığın gerek duyduğu
Nerede haniya insan hakları?
İnsan yaşamını öne koyduğu
Nerede haniya insan hakları?
Avrupa’dan demokrasi yayarak,
Bomba atıp bunca cana kıyarak…
Yaşama hakkını hiçe sayarak
Nerede haniya insan hakları?
İkiyüzlü politika yaparken,
Devletleri bir birine takarken;
Füze yapıp her tarafı yıkarken
Nerede haniya insan hakları?
Kanlı paralarla silah üreten,
Taliban’la Saddam’ları yaratan;
Uluslar arası terör var eden
Nerede haniya insan hakları?
Terör illetinden yok olan canlar,
İnsanlık adına dökülen kanlar…
İstihbaratçılar, vurucu timler
Nerede haniya insan hakları?
İşsizler dünyada bir iş bulmadan,
Ulusal gelirden payın almadan;
Doğu ile batı eşit gülmeden
Nerede haniya insan hakları?
Keskinli Haydar’ım bellidir neden,
Puşt oğlu puşttur puştun ardından giden.
Çifte standarda yeter demeden
Nerede haniya insan hakları?
KULA BENZER
Gördüm güzeller şahını,
Dost bağında güle benzer.
Duydum sitemin ahını
Sazda sırma tele benzer.
Yüreğim yağın eritti,
Canı canana yar etti.
O doğurdu, o var etti
Sitem görmüş dula benzer.
Nazlı görüm bu gün gene,
Dost beni sar can sinene.
Haydari hayrandır sana
Gör kapında kula benzer.
BİZİM TÜRKÜMÜZ
Ahmet Yesevi’den dersi alan,
Öz Türkçe konuşup öz Türkçe bilen;
Karanlık dünyaya aydınlık olan
Tarihin türküsü bizim türkümüz.
Haber iletildi canlardan cana,
Akıl ile bilim dedik insana.
Sevgi dini aştık dostluktan yana
Tarihin türküsü bizim türkümüz.
Sevgidir dinimiz biz kin bilmeyiz,
Yalan düşmanımız şeytan bilmeyiz.
Azrail ölür de bizler ölmeyiz
Tarihin türküsü bizim türkümüz.
Hacı Bektaş derler adı bu gizin,
Bağnazlığa karşı getirdi tezin.
Telli Kur’an idi ceminde sazın
Tarihin türküsü bizim türkümüz.
Okuyup okutmayı öne koyar,
Dünyanın rayına yapar bir ayar.
Yetmiş üç milleti bir nazar sayar
Karanlık dünyaya aydınlık olan
Niyazım var Hacı Bektaş Veli’ye,
Alp erenler su oldular çeliğe.
Özde Alevilik böyledir diye
Tarihin türküsü bizim türkümüz.
İlim Çin’de olsa bulup geliriz,
Bir harf için kırk yıl köle oluruz.
Cehalete karşı dimdik dururuz
Tarihin türküsü bizim türkümüz.
Bu özdeyişleri bir bir derleyen,
“En hakiki mürşit ilimdir” diyen;
Bağımsızlık destanını söyleyen
Tarihin türküsü bizim türkümüz.
Keskinli Haydar’ım böyle bir canım,
Alevi olmadan önce insanım.
İnancım sevgidir bilimse dinim
Tarihin türküsü bizim türkümüz.
HACI BEKTAŞ VELİ
Horasan’dan Anadolu’ya gelen,
Bu güzel beldeyi öz Kâbe bilen;
İki zıt canlıyı koluna alan
Ser çeşmenin başı Pir Hacı Bektaş.
Gönül erleriyle birlikte oldu,
Hakkın kemalini özünde buldu.
İnsana kıbleyi insanda bildi
Ser çeşmenin başı Pir Hacı Bektaş.
Emeksiz bir yememeyi duyurdu,
Kazanlar kaynatıp açlar doyurdu.
Kadınları okut diye buyurdu
Ser çeşmenin başı Pir Hacı Bektaş.
Dört kapıyı, kırk makamı gösterdi;
Bilimsiz gidilmez diye ses verdi.
Karanlığa aydınlığı önerdi
Ser çeşmenin başı Pir Hacı Bektaş.
Telli Kur’an ile dara duruldu,
Canların talkını orda verildi.
Hal insanda, insan Hakta görüldü
Ser çeşmenin başı Pir Hacı Bektaş.
Ele, dile, bele sahip ol diyen;
İşe, eşe, aşa, sadık kal diyen…
Bilimsel adını altıgen koyan
Ser çeşmenin başı Pir Hacı Bektaş.
Hakkı vicdanında bulmuştu hünkâr,
Yoluna uyanlar etmedi zarar.
Allah, eyvallah der Keskinli haydar
Ser çeşmenin başı Pir Hacı Bektaş.
HAKİKATİN KAPISINDA
Önce insan der durulur,
Hakikatin kapısında.
İnsan bir Kâbe görülür
Hakikatin kapısında.
Yüce dergaha varınca,
Telli Kur’an la girince;
Dönülmez, ikrar verince
Hakikatin kapısında.
Gönül yapılır kırılmaz,
İnkâra ödün verilmez.
Sevgisiz dara durulmaz
Hakikatin kapısında.
Hak için ceme girilir,
Varsıl, yoksul hep derilir.
Halk mahkemesi kurulur
Hakikatin kapısında.
Pir darına er dikilir,
Batıl inançlar yıkılır.
Öfkeler, kinler yok olur
Hakikatin kapısında.
Ahret, Sırat hep orada;
Sır perdesi yok arada.
Kadın erkek bir arada
Hakikatin kapısında.
Hakkı bilen kırmaz canı,
Kör olanlar görmez bunu.
İnancımız sevgi dini
Hakikatin kapısında.
Keskinli Âşık Haydar’ım,
İnsanı okur ezberim.
Akıl, bilim rehberim
Hakikatin kapısında.
BENİM KÂBE’M İNSANDIR
Tanrı ile kâinatı yarattık.
Gök kubbeye şekil verip var ettik.
Ona göre kâmil insan ürettik,
“Onun içim benim Kâbe’m insandır.”
Öğretmene köle olunuz dedik,
İlim Çin’de olsa bulunuz dedik.
Hep aydınlık olsun yolunuz dedik
“Onun içim benim Kâbe’m insandır.”
“Mürşidim ilimdir.” tezini sorduk,
Cahille savaşta hep önde durduk.
Telli Kur’an ile muhabbet kurduk
“Onun içim benim Kâbe’m insandır.”
Yalancıdan başka şeytan bilmeyiz,
İkrarsıza varıp bende olmayız.
İnsan olmayana secde kılmayız
“Onun içim benim Kâbe’m insandır.”
Tanrı aynasıdır insanda cemal,
Buna inanmışım ben behemehal.
Sevgi dolu gönül Kâbe muhtemel
“Onun içim benim Kâbe’m insandır.”
Bizim pirimiz Hacı Bektaş Veli,
Kadınlar okusun dedi evveli.
Mustafa Kemal’se bir kızıl deli
“Onun içim benim Kâbe’m insandır.”
Dünyaya gelirken senedimiz var;
Bilerek üretmek, emekse karar…
İnsan oğlu insan Keskinli Haydar
“Onun içim benim Kâbe’m insandır.”
BENİM
Atamdan anama geldim,
Bin yaşında çocuk oldum.
Hakkı vicdanımda buldum;
Okunacak kitap benim,
Gönüllere hitap benim.
Var eden yapmış, yaratmış;
Bir insan resmine sokmuş.
Akıl vermiş, beyin vermiş;
Okunacak kitap benim,
Gönüllere hitap benim.
Kalemimle yazım ile,
Aşka dair sözüm ile;
Telli Kur’an sazım ile
Okunacak kitap benim,
Gönüllere hitap benim.
Ben Hakkı insanda gördüm,
Kemalete onda erdim.
Cehalet zincirin kırdım
Okunacak kitap benim,
Gönüllere hitap benim.
Üretirim elim ile,
Mantığımla bilim ile…
Türkçe söyler dilim ile
Okunacak kitap benim,
Gönüllere hitap benim.
İncil, Tevrat, Kur’an bende,
Her mekânda her an bende.
Hür irade irfan bende;
Okunacak kitap benim,
Gönüllere hitap benim.
Pir Bektaş’ı örnek aldım,
İmanı sevgide buldum.
Âşık Haydari oldum;
Okunacak kitap benim,
Gönüllere hitap benim.
ANTALYA’M
Yüreğini açmış bütün dünyaya,
Her yana açılan yolun bir başka.
Kepezden seyrettim seni güzelim,
Tertemiz denizin gölün bir başka…
Seni tanıyınca ben düştüm aşka,
Sana daha evvel gelseydim keşke…
Ulusal gelire katkın bir başka
Altına dönüşen pulun bir başka…
Her yanında bin bir güzellik dolu,
Yaylaya ulaşır sahilin yolu.
Türkmen’i, Yörük’ü, Tahtacı kolu
Öz Türkçe konuşan dilin bir başka…
Ne güzeldir Kale İçi nakışı,
Biraz hoştur yat limanı yokuşu.
Turistlerin pencereden bakışı
Bir dünya şehridir ilin bir başka.
Geçmişi nasıldır üç kapıların?
Tarih mirasıdır bu yapıların.
Şairlerin, ressamların, yazarın;
Kulağı, gözüdür, dili bir başka.
Destan gibi Kurşunlu’dan, Düden’den;
Lâra plajında o güzel kumdan;
Yurda turist çeker hem de her dinden,
Kazancın, getirin, karın bir başka…
Kaş’tan Alanya’ya bir bir gezmeli;
Her belde aşkına destan yazmalı.
Abdal Musa Uçar Su’yu gezmeli
Halınla kilimin, çulun bir başka…
Kadifeye benzer gelinlik yüzün;
Limon, portakalın, yemişin muzun…
Yılın on iki ayı kışın va yazın
Satılan ürünün, malın bir başka…
Her yanın bir başka övmekle bitmez,
Seni anlatmaya sözcükler yetmez.
Dünyada başka bir cennet gerekmez
Ozanın sazında telin bir başka…
Keskinli Haydari ben müdahilim,
Tarihler boyu öz Türkçe dilim.
Düşüncem dünyalı Antalya ilim
Aşkları ilacı gülün bir başka…
ANTALYAM SENİN
Yeşil gözlüm, kadife yüzlüm;
Dünya güzelidir güllerin senin.
Her yanın bir cennet bilinsin derim,
Turizme açıktır yolların senin.
Sen Anadolu’sun, dünya kentisin;
Seni kirletenler seni ne bilsin…
Paris, Londra, Havai’nin dengisin;
Öz Türkçe konuşur dillerin senin.
Yaylaların hayat verir her cana,
Denizle kum, yeşilliğin bir yana…
Bin destan yazılsa az gelir sana
Tarih hazinesi çöllerin senin…
…
Yabancılar âşık Alanya, Kaş’a;
Sana hor bakılmaz bin tövbe haşa…
Yemişlerle dolu dalların senin…
Alt yapısı hazır tesisler tamam,
Hizmette kusur yok verilmez aman.
Misafirler memnun kaldığı zaman
Altına dönüşür pulların senin.
Daha sayamadım güzelliğini,
Gören herkes bilir özelliğini…
İnsanlar barışık tutmuş düğünü,
Halaya tutuşur kolların senin…
Türk’ün yurdu, uygarlıklar beşiği;
Kültür yapıları tutar ışığı.
Yabancılar bu ülkenin aşığı
Sana sahip olur kulların senin.
Bu destan armağan Antalya’m sana,
Bilirim üzgünsün betondan yana.
İlham kaynağıdır her bir ozana
Sazlarda türküdür tellerin senin.
Âşık Haydari der: Keskin’den geldim,
Dokuz yüz seksende seninle oldum.
Yaşarken kendimi cennette buldum
Meltemin ne tatlı yellerin senin,
Ormana dönüşsün çöllerin senin.
VALİ BEY
Bu görüntü Antalya’ya uymuyor,
Krom bizi zehirliyor Vali Bey.
Kime varsak sesimizi duymuyor,
Krom bizi zehirliyor Vali Bey.
Kepez hasret kaldı temiz havaya,
Her gün zehir yayılıyor doğaya.
Gel, bir de buradan bak Antalya’ya
Krom bizi zehirliyor Vali Bey.
Çare yok mu, nedir bunun yasası,
Biz ölürken kimin dolar kasası?
Gayrı bitsin Kepezlinin tasası
Krom bizi zehirliyor Vali Bey.
Özgür Beton, Ferro Krom yan yana,
Lâyık mıdır bu eziyet insana…
Âşık Haydari’den arz-ı hal sana
Krom bizi zehirliyor Vali Bey.
GÜZEL BACIM
Bin dokuz yüz elli iki bin yedi,
Gelen tehlikeyi gör güzel bacım.
Küçük Amerika olacaktık ya
Bir yol düşün kafa yor güzel bacım,
Sandıkta hesabın sor güzel bacım.
Üretensin, öpülesi elin var,
Oğlun var, kızın var, tatlı dilin var.
Anadolu gibi uzar yolun var
Sanmasınlar bizi kör güzel bacım,
Sandıkta hesabın sor güzel bacım.
Hep deliler çaldı damda kemanı;
Yiğit bacım, geldi seçim zamanı.
Rüşvet kömür, gıda verme zamanı;
Et şu dünyaları dar güzel bacım,
Sandıkta hesabın sor güzel bacım.
Şehir meydanları çiçek açarlar,
Neyi varsa orta yere saçarlar.
Atı alır Üsküdar’ı geçerler;
Yollarına tuzak kur güzel bacım,
Sandıkta hesabın sor güzel bacım.
Vatan, millet nutukları atarlar,
Develeri hamuduyla yutarlar.
Ezan, bayrak deyip yan-gel yatarlar
Bunlar ikiyüzlü bil güzel bacım,
Sandıkta hesabın sor güzel bacım.
Altmış yıldır seyreyledik oyunu,
Halktan uzak devrilesi boyunu.
Bitsin artık Amerikan oyunu;
Tükür suratına gel güzel bacım,
Sandıkta hesabın sor güzel bacım.
Mustafa Kemalce bir lider gördün,
Ana yurdun temelini sen ördün.
Keskinli Haydarca ozan doğurdun
İrfanı, vicdanı hür güzel bacım,
Seçil de meclise gir güzel bacım.
SARSA BENİ
Ersem güzeller şahına,
Girsem gönül dergâhına.
Yüzüm sürsem tezgâhına
Öz canına sarsa beni.
Fatıma’nın tapusunda,
Asalet var yapısında.
Köle olsam kapısında
Toprağında yorsa beni.
Meleklerin ötesinde,
Bülbül avazı sesinde.
Güller açsam bahçesinde
Elleriyle kırsa beni.
Önünde bir bağdaş kursam,
İki rekat namaz kılsam…
Haydari der: Orda ölsem,
Topraklara verse beni.
ŞU BENDEKİ SEN
Siyahlar giymişsin beyaz bedene,
Al beni çağırır şu bendeki sen.
Beni benden aldı yazdığın öykü
Al beni çağırır şu bendeki sen.
Kahrolası yaşım geçti gidiyor,
Aşk zamanı bitti şansın yok diyor.
Ne gariptir sensiz sevdam bitmiyor.
Al beni çağırır şu bendeki sen.
Benim için güzellerin şahısın,
Kalbimin Kâbe’si kıblegâhımsın.
Keskinli Haydar’ın padişahısın
Al beni çağırır şu bendeki sen.
YIKILSA İDİ
Ne kimse incinir ne incitirdi,
Aleme bir gözle bakılsa idi.
Akıl ile bilim önde olurdu
Cehalet duvarı yıkılsa idi.
İnsanlar olurdu okunan kitap,
Sağlam yapılırdı her türlü hesap.
Diller hep sevgiyle ederdi hitap
Yüreklere barış takılsa idi.
İnsanlık bağında güller solmazdı,
Zalimler mazlumun hakkın almazdı.
Hiç kimse kimseye düşman olmazdı
Vicdana hoşgörü sokulsa idi.
Sofrada haram aş yenilir miydi?
Sen şusun, sen busun denilir miydi.
Körpe çocuklara kıyılır mıydı
Şu silah sanayi yok olsa idi.
Berrak sular toz bulanıp akmazdı,
Akıl pazarına fitne sokmazdı.
İnternet çağında barut kokmazdı.
Fabrikaya güller ekilse idi.
Keskinli Haydar’ı anlattım ekte,
Yetmiş yıl kendimi dövdüm dibekte.
Ormanı görürdük bir çekirdekte
Gözümüzden perde çekilse idi.
İNCİNSEN DE İNCİTME
Dinle nasihatim oğul,
“İncinsen de sen incitme.”
Yine de sen uyanık ol
“İncinsen de sen incitme.”
İncittiğin cana bir bak,
Onda mevcut yaratan hak.
On dört bin yıl yanan ocak
“İncinsen de sen incitme.”
Önce öğren sonra öğret,
Tezgâhında değer üret.
Kılıç değil kalem yarat
“İncinsen de sen incitme.”
Toprak gibi engin düşün,
Ateş gibi olma haşin.
Berrak sular can yoldaşın
“İncinsen de sen incitme.”
Tanrının verdiği aklı,
Gör gizinde neler saklı…
Düşünsek de farklı, farklı
“İncinsen de sen incitme.”
Keskinli Haydar’ın dili,
Koca Pirden almış eli.
Erenlerin ince yolu
“İncinsen de sen incitme.”
AŞIK HAYDARİ HAKKINDA YAZILANLAR
Füruze Emmi
“FERUZ EMMİ”
Bağrek dağı yaylaları Ve Avrupa okulları
“Bir Türkmen beyinin BÜYÜK DÜŞÜ gerçek oldu.”
Öyküdeki yerel sözcükler :
Bağrek Dağı : Keskin yöresinde –kültürel katkısından dolayı önemli olan– bir dağın adıdır.
(Sayaca, Sarı Dere, Feruzun Dölek, Ferizin Tarla,
Ferizin Ağılları, Yürüğün suyu) : Yerel isimlerdir.
FERUZ EMMİ (Bir inceleme)
Feruz emmiyi analiz ederken –şunu itiraf etmeliyim ki- onu şanına yakışır biçimde anlatmak öyle kolay değil. Fakat ben aileden biriyim. Sizlere 1940lı yıllardan beri aile büyüklerimden ve kendisinden dinlediklerimi anlatacağım desem –tarihe meraklı kişiler olarak- aşağıda ayrıntılarını okuyacağınız için heyecanlandığınızı hisseder gibiyim. Bu anlatıda ayrıca köyümüzün tarihinde çok önemli bir yeri olan Bağrek dağı ve o dağın başındaki atalarımızın eski evlerinin hallerini, çevresindeki tarihi ören yerlerini, eski mezarlığı, yayla yerlerinin bu günkü durumlarını anlatmaya çalışacağım. Bir de orada yaşayanların geçirdikler o acı günleri, çektikleri çileleri anlatırken sanki şimdi ben yaşıyormuşum gibi heyecanımı sizlere de yansıtacağımı umuyorum. Her ne kadar kültür düzeyimin bu anlatıya zaman zaman yetmeyeceği endişesini taşıyorsam da o coğrafyada doğup büyüyen birisi, atalarına karşı vefa borcu olduğunu hisseden her yurttaş, çağından sorumlu her Halk Ozanı gibi bizden önce yaşamış ozanlardan aldığım feyiz ileFeruz emmiyi anlatınca ben de gelecek kuşaklara bir ışık tutacağımı umuyorum.
Anlatacağımın Feruz Emminin yaşantısının küçük bir bölümünün olduğu bilinci ile paylaşımınız için teşekkürler.
FERUZ EMMİ’DE GÖRDÜKLERİMİZ
Köyümüz adını 1250li yıllarda yaşamış olan -Haydar Sultan’dan dolayı- (Haydari) köyü olarak almış olup; Haydar Sultan’ın nesliyle çoğalan bir Alevi-Bektaşi köyüdür. Köy önce Bağrek dağının eteklerindeki düzlük arazilere kurulup hayvancılık ve tarımla uğraşmış ve çoğalmış iken hane adedi 25-30u geçmektedir.
1515li yıllara gelindiğinde Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail arasında geçen Çaldıran savaşının Osmanlının lehine sonuçlanmasından sonra diğer Alevi-Bektaşi köylerinde olduğu gibi köyde bir sıkıntı başlar.
(Hırvat asıllı) KUYUCU MURAT PAŞA
1600lü yıllara doğru Kuyucu Murat Paşa dönemi ve o dönemle birlikte kıyımlar da başlar. O sıkıntılı günlerin zulmüne dayanamayan köy o yemyeşil ormanlık olan Bağrek dağının tepesine göç etmek zorunda kalırlar.
1800lü yılların ortalarında tekrar dağdan ovaya inerler. Yaşantılarını tamamen yürük ve Türkmen göçer geleneğine uygun olarak o günlerden Feruz Emminin son dönemine kadar sürdürürler.
Zaten Sarı deredeki Feruzun Ağılları ve çadır yerleri, Yürüğün Suyu, Feruzun Dölek, Ferizin Tarla gibi isimler Feruz Emminin oraya damgasını vurduğunu gösterir.
FERUZ EMMİ
Deli Hasan’ın Feruz, Feruz Onbaşı, Feruz Ağa… Bu güzel isimler yaşantısı boyunca halkın ona taktığı isimlerdir. İşte bu yüzden “Bağrek Dağı Türküsü” isimli eser (yani kitapçık) doğmuştur.
Feruz emmi kimdir?
Kökeni Ahmet Yesevi’den gelen Kutbettin Haydar Sultan’a varan, Şıh İbrahim kolundan gelen Hasan Çavuş(Deli Hasan) Yakup kâhya. Kolağası Tevfik Bey olan üç kardeşten birisi olan Hasan çavuşun altısı oğlan, üçü kız dokuz çocuğunun iki numaralı olanıdır.
Kardeşlerinin isim listesi aşağıdadır.
1-İbrahim Özlük (Patır İrbehem)
2-Feruz Özlük (Feriz onbaşı-İş adamı)
3-Yeter Özlük (Yeter ana)
4-Halit Özlük (Halit çavuş)
5-Döne Özlük (Hasan dedede)
6-Ali Özlük (Tahsildar-Nüfus Müdürü)
7-Kadın Özlük
8-Asım Özlük (Asım çavuş-Muhtar)
9-Selim Özlük (Selim onbaşı)
Hayata yanında gözlerini açan ve onun yanında büyüyen biri olarak beni Feruz emminin kişiliği, düşünceleri ve -ileriyi görerek- yaptıkları çok etkilemiş olduğu için onun yaptıklarını yeterince anlatamamanın sıkıntısı ile daha geniş bir kitap yazmalarını yeni gençlere vasiyet ediyorum. Çünkü o, bir doğa, bir toprak ve üretme sevdalısıydı. Hele hele dahası da vardı ki okuma ve okutma sevdalısı oluşu onu “Adam gibi adam” denilen kişiler arasında gösterilmesi için yeterliydi.
Feruz Onbaşı bir orman sevdalısıydı. O bu dağların cömertliğini iyi bilen birisi olarak hayvancılıkta hem kendi köyüne hem de çevre köylere önderlik yapmıştı.
Bunun canlı tanığıyım. Altı kardeş -babaları öldüğü zaman- köyden ayrılıp kendi evlerini kurarken o babam Asım Çavuşla birlikte olup beraber kendi köyleri Haydar Dedeye ev kurmuşlardı.
Hemen akabinde o güne kadar işlenmemiş yerleri işlemeye geçti. Biliyor ve herkese söylüyordu ki “Toprak ve Doğa işlendiği zaman cömert ve verimlidir. Hatta –o güne kadar işlenmeyen ve ne verirse o kadarından yararlanılan- yayla bile şimdikinden kat be kat daha fazla verir.” Diyordu. Onun bu sözleri o günün şartlarında yepyeni bir çığır açacak sözlerdi.
O zaman Bağrek dağının göğsünde şimdi Feruzun Dölek diye ünlü bir yeri, Sarı Derede Yürüğün suyunun yanı başındaki Feruzun Ağıllarını, o sayaca ile birlikte –şu anda virane olmuş bile olsa- araştırılmayı bekliyor.
Feruz Emminin anlatılacak yanı çok. Onun için bir ucundan başlamak gerek. Onun köydeki çalışma şekillerinden bir bölümünde ben de yanındaydım. Ona disiplinli, çalışma koşularından ödün vermeyen birisi olarak saygı duymamak mümkün değildi. Hatta kendisi de çok çalışkandı, bu yüzden de dudakları çatlaktı. Hiç unutmam, ben küçücüktüm. Öküzleri güderken -her nedense yere bakarmışım- bir odunun ucunu sivrilterek çenemin altına koyup beni iki saat kadar bekletti ve bana “Tarlada, hayvan güderken, harmanda, her ne yaparsam hep karşıya bakacaksın.”dedi. Kendisini ana diye çağırdığım eşi Fadime Ana halimi görüp kurtarmaya çalıştıysa da ona izin vermedi.
Bunları 70li yıllarda kendisine anlattığım zaman bana “Eğer ben o günlerde sizleri öyle yetiştirmeseydim bu kadar başarılı olamazdınız.”dedi.
Yıl 1945li yılardı. Babam ve Feruz Emmim iki sürü koyun, iki sürü erkeç ve keçi olmak üzere dört küçükbaş sürüsü ve yirmi beş-otuza yakın büyükbaş olmak üzere bir hayli tarla ve toprak sahibi olarak “Feruz Ağa” diye çağrılır olmuştu. Köyün nüfusu da hayli kalabalıklaşmıştı.
Cumhuriyetin kurulduğu başkentin burnunun dibindeki bu köyde eksik olan bir şeyler vardı ama ne? O yıllarda köyümüzde –hepsini rahmetle andığım- Feruz Emmim gibi Muslunun Mehmet Emmi, Mehmet Ali Özlük, Tahsildar Ali Özlük, Bayram Kâhya (Bayram Özlük) gibi o güzel insanlar bir araya geldiler ve köyde okur-yazar kişi yok diyerek yıkık bir evi tamir edip Muslunun Mehmet emmi okutmanlığında bir okuma-yazma kursu başlattılar.
İşte o gün Feruz Ağa Haydar Dede köyünde ve diğer köylerdeki eksik olan şeyi anlamıştı. Toprağımız kırsaldı, suyu yoktu. Aşırı emek vermezsen karın doyurmayacaktı ve bu kalabalık nüfusa yetmeyecekti. Bunca deneyimleri sonucu “Ne yapmalıyım?” diye düşündü taşındı ve kararını verdi. Gerekçesi hazırdı. “Bu toplumun çocukları okumalıydı…” Önünde bir örneği vardı. Kardeşi Tahsildar Ali Özlük… “Okumuş insanın hali başkaydı.” Üstelik bu durum Mustafa Kemal Türkiye’sine hiç yakışmıyordu.
Önce Keskin’e taşınmayı düşündü. Araştırdı orayı yeterli görmedi. “Boğulacaksam büyük suda boğulayım.”diyerek o günlerde bile güzel bir sanayi şehri olan Kırıkkale’yi düşündü ve öyle de yaptı.
OKUMAK ve de OKUTMAK SEVDASI.
Artık yüreğini o güne kadar ömrünü geçirdiği adına destanlar yazılacak, şirin, cömert ve verimli toprakların sevdasının yerine okuması gereken çocukların sevdası basmıştı. Kızılırmak boyundaki Sayaca, Sarı Dere ve yaylalara veda etmenin zamanı gelmişti. Son günlerini dolu dolu yaşadı. Bir akşam evde ailesini topladı. Sofralar kuruldu, yenildi içildi. İlk defa –alışılanın aksine– o disiplinli görüntüsü yerine sevecen ve güleç bir tavrı vardı. Beraber yaşadıkları aile bireylerine ve kardeşi Asım Çavuşa “Beni iyi dinleyin.”diye söze başladı.
Asım kardeşim, anam Suna’ya ve eşine teşekkür ederim. Birlikte olduğumuzdan bu yana benim kahrımı çektiniz. Artık bunun sonucunu almak zamanıdır. Asım kardeşim, ben artık şehre göçmek istiyorum. Bu nedenle şimdiye kadar birlikte ne üretmişsek tamamını bölüşmek zamanıdır. O gün ilk defa aile üyelerinin fikrini aldığını gördüm.
Babam ile neleri varsa ikiye böldüler. Her birine ikişer davar sürüsü ve onar adet de büyükbaş hayvan düştü.
Emmim kendi hissesine düşen ne varsa hepsini sattı. O günün şartlarında elinde epeyce bir parası oldu. Yanına tek oğlu olan Hasan’ı da alarak Kırıkkale’ye taşındı. Orada bir dükkân tutarak küçük çapta esnaflığa başladı. Bir süre o şekilde alış-veriş yaptıktan birkaç sene sonra –aynı disiplinli çalışmasıyla- Kırıkkale’nin içinden dükkânlar ve ev satın aldı. Sonunda da saygın bir iş adamı oldu.
ŞİMDİ SIRADA ASIL DÜŞÜNDÜKLERİ VARDI
Bunlardan ilki köydeki yakınlarını şehre göçmelerini teşvik etmekti öyle de yaptı. Dağdaki, bağdaki, tarladaki en yakınlarını yanına alarak onları küçük birer işletme işiyle başlattı. (Onların bazıları şu anda büyük iş adamı ve altın tüccarı oldular.) Bu durumu gören köyün bir kısmı da Kırıkkale’ye göçtü. Taşınanların bir kısmını MKE de işe soktu. Böylece azımsanmayacak kadar kişiyi kırsaldan kurtarıp şehirli yaptı. Böylece yapacağı önderliğin birini daha yerine getirmişti.
Lâkin içi bir türlü rahat değildi. Neden derseniz; Ali amcam Nüfus Müdürü olduğu, Selim amcam MKE de işe başladığı halde –babam- Asım’ın köyden ayrılmaya niyeti yoktu.
Feruz Emmim köye geldi ve babama ısrarla elinde kalan taşınır, taşınmaz ne varsa satıp Kırıkkale’ye gelmesini ısrarla istedi. Onun bunca ısrarına rağmen -babam- Asım Çavuş bunu kabul etmedi. Gerekçesi ise “Efendim, ben köyümü çok seviyorum.” Diyordu. Oysa biz de biliyorduk ki gerçek hiç de öyle değildi. (Keşke kabul etseydi…)
Bunun üzerine babama şöyle dedi. “Asım, sen gelmeyeceksin bunu anladım bari çocukları benim yanıma gönder onlar kurtulsun.” Babam buna da “Hayır.”dedi. Feruz Emmimin dediği olmadı ama bu niyetinden dolayı ona minnet borçluyum. (Oysa amcamın sermayesi kadar babamın da ederi vardı. Hepsinin altından girip üstünden çıktı.) KAFASINDAKİ EN ÖNEMLİ PROJE FERUZ Emminin kafasındaki dört adet projelerden en önemlisine gelmiştir sıra… “Okumak ve Okutmak…” Öyle de oldu. Yakınlarından kimler varsa onları okumaları için hep teşvik etti. (Onun teşviki ile şu anda köyümüz çevre köylere göre okuma-yazma oranı en yüksek köydür. Feruz Emminin nüfusu hayli kalabalık olmuş, yüksek tahsil göreni herkesten fazla olup yurdun her yanına dağılmışlardır.) Feruz Emmiyi bu kadar anlatmaya çalıştım. Onun bu liderliğine rağmen okutulmayan tek ben kaldım. Feruz Emmiye ne kadar minnet borçlu isem okula göndermeyene de o kadar küskünüm. Bu nedenle anlatımım konusunda –okul görmediğimin- hataları vardır. Kusurlarımın bağışlanması dileklerimi sunuyorum.
Kendisini anlatmanın pek de kolay olmadığı bilinci ile onu ve Bağrek Dağını anlatan şiir kitabımı 2004 yılında Hakka yürüyen amcam Feruz Özlük anısına –ekonomik durumumun el verdiği- en kısa zamanda yayınlayıp onu sevenleri ile ve insanlıkla paylaşmak arzusundayım.
KAMBER EMMİ ve KARINCA DAYI İLE ANILARI.
Kırıkkale’de işlerini yoluna koyduktan sonra yaz günleri yanına çok sevdiği eşi Fadime anayı alarak köye gelirlerdi. Köyden bir bez torbaya yoğurt koydururlar ve doğru Bağrek dağının yükseklerine çıkarlar, Domuzlu Çeşmesinin başına otururlar ve yeşillikler içinde keklik ve kuş sesleri ile birlikte dağın arka yüzünden köprü ovasını, Kızılırmak’ın kıvrılarak akışını seyrederlerdi. Kendisine sigara götürdüğü yaşıtı olan sığır çobanı meşhur Kanber emmiyi bulur, birlikte suyun başında yağlı yoğurdu özerler ve yufka ekmeği ile yerlerken bir yandan da onu konuştururdu.
Kanber Emmi saf, hiç art düşüncesi olmayan, yemiz yürekli birisiydi. Feruz Ağanın da çocukluk arkadaşıdır. Kanber Emminin bir alışkanlığı vardır. Kendisinin bile hiç farkında olmadığı bu huyu her söze küfrederek başlar. Bu sohbet sırasında şakalaşırlar ve eskileri anarlardı. Köyde en çok görüştüğü yine çocukluk arkadaşı Karınca dayı ile sohbetlerinin tadına doyum olmazdı.
Şimdi hepsi de Hakka yürümüş olan o insanları rahmetle anıyorum.
GÜLE GÜLE FERUZ EMMİ
Sene iki bin dörtteyiz
Güle güle Feruz Emmi.
Gösterdiğin hedefteyiz,
Güle güle Feruz Emmi.
Şahin uçmuş yaylamızdan;
Dağımızdan, ovamızdan.
İlimizden, obamızdan
Güle güle Feruz Emmi.
Sen hak ettin bu öyküyü,
Anlatımı, her övgüyü…
Adına yaktım türküyü
Güle güle Feruz Emmi.
Bağrek dağının türküsü,
Feruz emminin öyküsü.
Haydari’nin övüntüsü
Güle güle Feruz Emmi.
GİTTİN FERUZ ONBAŞI
Yaşantında eksik bir şeyler gördün,
Bile bile gittin Feruz Onbaşı.
Kurtuluştur diye bir karar verdin,
Hele hele gittin Feruz Onbaşı.
Köylü pazarını kurup satmaya,
Bazı insanlara ışık tutmaya,
Cehaleti ta kökünden yıkmaya
Sile sile gittin Feruz Onbaşı.
Okumak, okutmak en büyük düşü,
Onda da örnektin sen çektin başı.
Tam da gediğine koyunca taşı
Güle güle gittin Feruz Onbaşı.
Kaya ÖZLÜK (Âşık HAYDÂRİ.)
Döne Özlük’ten Şiirler
HÜSEYİN’İMİ BENDEN ALALI BAĞREK
Düşündükçe kan ağlıyor bu gözüm,
Hüsey’nimi benden alalı Bağrek.
Ben de bir anayım yanıyor özüm,
Öksüzüm bağrında kalalı Bağrek.
Gurbetin çilesi çekilmez güçtü,
Girip içmeliden suyunu içti.
On altı yaşında dünyadan göçtü
Sen sende çok yaşa çileli Bağrek.
Bağrek dağı seni nasıl kınayım,
Yanayım da ben bu derde yanayım.
Hiç insafın yok mu ben bir anayım,
Özlük bu sevdaya yeleli Bağrek.
HAYDO’YU BAĞRINA SAR BAĞREK DAĞI
Zalim Bağrek buyamın var, karın var;
Koyağın var, öfke dolu yarın var.
Soka kalsın erağlanda yerin var
Haydom göğsünde yatıyor Bağrek.
Karlı bir dağ idim yandım ataşa,
Yana yana bir köz oldum kardaşa.
Kardaşım yaslanmış bir topak taşa
Yağlı saçma bağrım yakıyor Bağrek.
Yanayım da ben bu derde yanayım,
Değmeyin komşular bahtım sınayım.
Üç kardaşın bir bacısı Döne’yim
Kara bıyık kana batıyor Bağrek.
Bence Sanat (Güzel Sanatlar) yer altı sularıdır. Sanatçılar ise yer altından durmadan kaynayan, devinen bu suların yeryüzüne çıktığı; yer kabuğunun EN İNCE, EN HASSAS, EN YUFKA yerleridir.
Anadolu bozkırında “sıtma sarısı” kavruk yazılarda çok nadir olarak küçücük gövertilere yeşilliklere rastlarız. Yaklaştığınızda orada bıngıl bıngıl kaynayan minnacık “bir kaynak” görürsünüz. Eğilip burnunuzu batırarak bu serin suyu için. Dere sularına, göl sularına, musluk sularına hiç benzemez bu su…
Kekik, yavşan, narpız kokmaktadır. İşte sanat budur. Şiirdir, resimdir, türküdür, mimaridir, romandır. Sanatçı ise o kaynaktır. Mikel Ange, Mimar Sinan, Motzart, Karaca oğlan, Nazım. Veysel, Neşet’tir.
Halk Ozanı Haydâri’de Bağrek Dağı eteklerindeki böylesi kaynaklardan biridir. Yani “Dere suyu” karışmamış olanlarından… Bu sudan ben de içitim, hem de zevkle…
Şiirlerinde 50-60 yıl öncelerinin tipisini-ayazını, baharını-yazını yaşadım, dalları gümrah mazı-pelit yüklü meşeleri, çimeni-çiçeği ve yanındaki çakırdikenlerini, çoban çökertenlerini yalınayaklarımda duyumsadım. Bağrek Dağlarının adını unutmaya başladığım koyaklarında özlemlerle dolaştım. –bir süre-
Âşığım, eline-diline-yüreğine sağlık…
Mümtaz Musa ÖZLÜK
KOCA HAYDAR (Mustafa Sayılır’dan-1984)
Arzulayıp sana geldim,
Koca Haydar, Koca Haydar…
Dileklerim kabul eyle
Koca Haydar, Koca Haydar…
Abdest aldım, namaz kıldım;
O Sultan’a yüzüm sürdüm…
Kurban ile dara durdum
Koca Haydar, Koca Haydar…
Haydar Sultan senin adın,
İsteyene ver muradın…
Dilek taşına sarıldım
Koca Haydar, Koca Haydar…
Sarı Kızlıdır vatanım,
Bağışla beni Sultan’ım…
Kâh alırım, kâh satarım
Koca Haydar, Koca Haydar…
Yusuf’un kuyusu sensin,
Ozanların Sultanısın…
Mustafa’nın degâhıdır
Koca Haydar, Koca Haydar…
Mustafa Sayılır’dan
Çağrı
Bir gün Ozan İrşadi (Ali İrşi) ile Keskin'li Aşık HAYDARİ (Kaya ÖZLÜK) Antalya Sanatçılar Derneği ANSAN çay bahçesinde otururlarken Akşam Ezan okunur. Cami ile aralarında dar bir sokak vardır. Ezan okununca İrşadi Haydari'ye der ki; -"Beni çağırıyor" dedi Haydari İrşadi'nin ne dediğini bildiği halde muziplik olsun diye sordu; -"Nereye gidiyorsun?" İrşadi onun ne dediğini anlamamış gibi tekrarlar -"Beni çağırıyorlar." Haydari muzipliğe devam eder: -"Nereye gideceksin?" İrşadi de aynı muzipliğe devam ederek: -"Beni çağırıyorlar" Bunun üzerine Haydari sorar: -"Allah'ın evine mi gideceksin?" İrşadi: -"Evet!" Bunu üzerine Haydari sağ işaret parmağıyla kalbini göstererek der ki; -" O, şuradaki dosta benden selam söyle. Bak bakalım dört duvar arasında mı?" İrşadi masadan kalkar camiye gider, akşam namazını kılıp geri döner Haydari gitmiş. Oturup oracıkta aşağıdaki dörtlükleri yazar ve garsonlara tarif ederek haydari'ye vermesini tembih eder.
KENDİN GELSENE
Selâmın ulaştı Âşık Haydâri,
Ne selâm gönderdin? Kendin gelsene !
İnsan özlemez mi “Ben” gibi Yâr’i ?
Ne selâm gönderdin? Kendin gelsene !
Yüzüne yansımış Habib’in nuru,
Günah defterini yaptım dupduru.
Buraya gelsen de bulsan huzuru
Ne selâm gönderdin? Kendin gelsene !
Gönlünde açıktır hakikat perden,
İstesem yolumda geçersin serden.
Kapıda durup da üç adım yerden
Ne selâm gönderdin? Kendin gelsene !
Akşam kalmaz isen tamahkâr ile,
Gözlerin açılır sabah kâr ile.
İrşâdi denilen günahkâr ile
Ne selâm gönderdin? Kendin gelsene !
Ali İRŞİ ( İRŞÂDÎ )
Daha sonra Âşık Haydari, aldığı bu sözlere şöyle yanıt verir.
“KENDİN GEL !” DEMİŞ
Kâinatı var edip de Hakk’lanmış,
Almamış selâmım, “Kendin gel !” demiş.
Her zerrede farklı farklı saklanmış;
Almamış selâmım, “Kendin gel !” demiş.
Şah damarımdan da yakınsın bana,
Bütün güzelliğin sığmaz cihana.
Kendi cemalimde âşığım sana…
Almamış selâmım, “Kendin gel !” demiş.
Sen’inle aramda bulunmaz perde;
Aşikârsın her cisimde, her yerde.
“Ol !” deyişin derman iken her derde,
Almamış selâmım, “Kendin gel !” demiş.
Âşık Haydâri’yim menzilde durdum,
Ben “Bendeki Sana” ikrarım verdim.
Sana niyaz ettim semaha durdum;
Almamış selâmım, “Kendin gel !” demiş.
2001-Ekim (Keskin’li) Âşık HAYDÂRİ
Bir portre: Keskinli Kaya Özlük
İLK SÖZ YERİNE
ERENLER DEMİNE HÛ
Saffet UYSAL
Keskinli Âşık Haydari ilginç bir kişilik… Onu birkaç yönden ele alıp değerlendirmek gerekmektedir. Okul yüzü görmediği halde kendi kendine okuma-yazma öğrenerek halk şiiri ve kültürü içinde kulaç atması ve bu deryada dolaşması başlı başına olaydır.
Adını arayan bir ozandır Haydarî… Hem Kaya Özlük hem de Keskinli Haydar ya da Haydarî adını kullanmak ister. “Ad bir gök boncuk, bunları teke indir” önerilerine pek aldırmaz.
Haydarî adını alması köylerindeki Haydar Sultan’a dayanır. Veysel o köylü olduğunu öğrenince Haydarî adını verir.
Haydarî, iyi öğrenim görmüş aydınların duyumsamasıyla yaklaşır hayata. Dünyayı, olup bitenleri irdeleyip değerlendirirken pek yanlışa düşmez. Cumhuriyet insanı olmanın bilincindedir. Alevi-Bektaşi kültürü içindedir. Bu kültürü demokrasi ve insan hakları açısından ele alır. Bağnazlığa düşmez. Keskin, Kırıkkale, Kırşehir ve Ankara dolaylarının kültürünü, türküleri, bozlakları, yöre aşık ve halk sanatçılarıyla bu çevrimde oluşturulan öyküleri şaşılacak derecede sağlıklı ele alıp yazıya döker. Bunları yazıya geçirmeyi özel bir görev sayar. Hatta zaman zaman yeni, yepyeni öyküler de yaratır.
Hacı Taşan’a ve Hacı Taşan çevresindeki kişi, yer, olay ve yatırımlara özel bir ilgi duyar. Hacı Taşan’la birlikte Yirik Yaşar, Cemrenin Çeşmesi, Bağrek Dağı, İğde Beli özel yer tutar anlatımlarında. O çevredeki oba köylerinin öykülerini anlatır.
Bazen
“Bizim ilden kalktım’ola obalar,
Üzerine giymiş türlü libaslar.
Bir daha yar seversen olsun tövbeler,
Dünya zindan oldu, bir gaflet geldi
Ayrılık ateşi sinemi deldi
Yürü fani dünya sende nem kaldı
Dost ela gözlü yar güdenden sonra.
Dost, ela gözlü yar gidenden beri “bozlağı ve öyküsüyle girer dünyamıza. “Turna ben mahkûmum avcı değilim” diye anlatır Keskin hapishanesindeki köylülerini.
Haydarî Hacı Taşan’ı anlatırken Ankara’yla Keskin’in arasına “boz dumanlar” durdurur. Kaman yolu üstünde, İğdebeli’nde masalar kurdurur. Elif ile Necip’le özdeşleşip perdesiz çaldırır bağlamayı Hacı Taşan’a…
Deli Boran’ı Kerbelâ’ya yollar, geri getirir. Molla Veli’yi Kırşehir’de Tanrı’yla konuşturur. Karınca Dayı’yla Antalya’dan konuşur ve gün gün öyküleri çoğaltır.
Âşık Haydarî bir masa adamı, aynı zamanda. Yemesini, içmesini, sözü sohbeti bilen biri… insan onunla çoğalır. Kısa konuşmayı sever. Kısa konuştuğu gibi yazmaz şiirini. Uzatır biraz. Kusur olarak görülebilir uzun yazması.
Dilek Doğan Keskinli Haydarî’yi Pamukkale Üniversitesinde bitirme tezi olarak ele alıp inceledi. Bir cilt oldu incelemesi…
Kendisiyle sayısız radyo programı yaptım. Görmesem rahatsız olurum arar bulurum.
Torbalarımıza hem karıncayı hem de fili koyarız. Haydarî acaba öğrenim görseydi meler yazardı diye hep merak ederim. O zaman ya kaybolur giderdi ya da –bozulurdu demeye dilim varmıyor ama– özgürlüğünü kaybederdi.
“Kitap gibi” toplayıp olanakları ölçüsünde yaprakları birleştiriyor.
Aşk olsun
Erenler demine hû…
Saffet UYSAL
TRT Antalya Şube Müdürlüğü
Program Prodüktörü
HAYDAR DEDE
O’nu Hacı Bektaş Veli Kültür ve Tanıtma Derneğinde tanıdım. İnsanlara yaklaşımı, sevecen tavrı, gülen gözleri beni çok etkiledi.
Geçmişi yazmanın, o güzel birikimini bu güne taşımasının, bir ışık vermenin umudu ile dolu, dopdolu bir ozandır Haydar Dede… bu güzel insanı, bu halk adamını günün her saatinde bir şeyler üretirken ve öğretirken görürsünüz. İlerleyen yaşına rağmen insanlara bir şeyler vermenin mutluluğu ile dolu bir halk adamı, halk ozanıdır.
Bu güzel insanın bütün arzusu hayatı boyunca yazdığı, bestelediği o güzel halk şiirlerini, Atatürk ve Cumhuriyet şiirlerini bir kitapta toplamak, gelecek nesle bir değer bırakmak olan bu güzel insanın, duygu ve özlem dolu ozanın bu isteğine bir parça vesile olmanın mutluluğu ile dopdoluyum.
Haydar Dede,
Seni tanımak herkese kısmet olmaz. Seni tanımanın mutluluğu içindeyim. Daha nice güzel dörtlükler, şiirler üretmen dileklerimle ellerinden öpüyorum.
Yaşar KOÇ
Muhasebeci
OZANIM, HAYDARİ BABA
Refika Doğan
Öncelikle geçmişin, geleneğin, kültürün canlı tarihi ozanına saygı ve vefayla dolu, her türlü yapaylıktan, beklentiden uzak ve geleceğe bir iz düşümü yalın ve dostane yürek sesine teşekkürlerimle, saygımla…
Ne mutlu bana ki; gerek saygıdeğer ozanımız Keskinli Haydari Baba’yı gerekse (yaşadığı çağdan, gelecek olan nesle karşı sorumlulukla iz düşüren) O’ nu özümsediği kültürün, geleneğin, tarihin bir parçası olarak yazı konusu yapan değerli hocam Mustafa Ceylan’ nı –aynı kentin havasını suyunu yan yana, dostça soluyarak- tanıma onuruna sahibim. Bu benim için çok anlamlı bir ayrıntı elbette.
Keskinli Haydari Baba’ yı yeniden tarif etmeyeceğim! Benden öncesi olan ve çokça derinden tanıyan değerli hocam Mustafa Ceylan yeterince tanıtmış, anlatmış yazısında. Ben, kısa alıntılarla yorum içine aldığım vurgulu, anlamlı ve düşündürücü paragraflara değinerek, yazının ve yazıya konu olanın bendeki yansımasını aktarmaya, paylaşmaya çalışacağım olabildiğince.
Ne diyor paragraf başlıklarında değerli hocamız Mustafa Ceylan:
1- ““Kaya Özlük, kaderinin çizdiği çizgiyi kendi güç ve kuvvetiyle kırmaya çalışmış ama her seferinde de ona yenilmiş bir Anadolu köy çocuğudur.”
Evet. Ozanımız, döneminde birçok taşra çocuğunun yaşadıklarını yaşamış… Okumakta olduğumuz bu yazıda kendi çabasıyla kendi kaderine yön vermiş olanları sembolik anlamda temsil eden biri Haydar Baba. Pek azı o kaderi kader olmaktan çıkarmış, özündeki o mağrur diklenişiyle. Tıpkı anam-babam gibi… Onlar da kader demedi, elleriyle ittiler kader diye sunulanı; daha hakkaniyetli, daha insancıl ve yaşanılır bir dünya için...
Var olan ve yolunda gitmeyen düzene başkaldırma, direnme, etrafını kuşatan köhne zinciri kırmak o kadar kolay değil ve o zincirin dayandığı geleneksel yaşam anlayışını, düşünce sistemini bir anda koparmak…
Her dönemde olduğu gibi o dönemde de bazı insanlar şanslı olabiliyordu tabii ki.
Yine diyor ki hocamız:
2-“ Elbette ki, o yıllarda “dedeler” müessesesi daha bir sağlam ve gelenekler daha sıkıcaydı.”
Evet… Alevi-Bektaşi geleneğinin vazgeçilmez müessesesi “Dede” lik makamı; insanı temel alan, inancın odağına sevgiyi koyan, Tanrı’ yı bu bakış açısıyla anlamlandırıp yücelten… Evreni Tanrı’ nın bir süreti, yansıyışı gören temel düşünceyi nefsi terbiye ve aydınlık dolu ussal bir bakışın derin irdeleyişiyle algılayarak yol gösterir; insanı, insani olanı sömürmeden, istismar etmeden, örselemeden; akıl muhakeme, ussal irade ve yürek gücüyle. Burada disiplin oldukça önemli bir yer tutar. Geleneğe bağlılıkla insan onuru, insani beklentiler ve daha yaşanılır bir dünya için omuz omuza bir anlayışın düşüncede ve yürekteki paylaşımı bu yoldaki engelleri aşmada en büyük güçtü. İnancı sömüren ve insan onuruna ters düşen konumlara indirgeyen bir duruşun adresi olmadı asla. Muhakkak ki her şey gibi bu müessese de zamanla koşullar ve sistem karşısında kan kaybetti.
Yazı içinde can alıcı pragraf başlıklarına devamla, alıntıların özündeki derinliği irdelemeğe devam edelim:
3- “Normal bir kab içine sığmayan sudur o. İçine girdiği kaba şekil verir. Yerinde sayan göl değil, kıyılarda çalkanan okyanustur o. Aydınlanmacı ve çağdaştır hep.”
Demiş hocamız...
İnsan nedir? Bu soruyu bir anda tanımlamak kimileri için kolay olabildiği gibi kimileri için de zordur. Zira insan, salt görünümüyle, biyolojik yapısıyla insan ise; evet, hepimiz insanız! Oysa insan, bu görünür tanımından çok daha derin, çok daha öte bir anlama sahip sureti bir varlıktır. O’ na o şekli veren, ruhu da vererek çeşitlendirmiş, farklılaştırmış, anlamlandırmış; algısıyla, akıl muhakeme ve ifade gücüyle, insani bütün değerlerin tanımı olan vicdan denilen yürek gücüyle… O, devingendir, statik değil! Algılarıyla düşünür, sorgular, irdeler ve neden sonuç diyalektiğiyle insan olmanın gereğini yapar; onurlu, erdemli dik duruşu ve engellere karşı koyabilen inançlı direnişiyle. Bu yüzden o, bir sel gibi akar dosdoğru, önüne geleni silip süpürerek, sarsarak, sürükleyerek… Zira insan düşünen bir varlıksa, sarsmalı düşünürken, sarsılmalı ve sürüklemeli ileriye yürürken! İşte bu temel düşünce ozanlığın odağında yer alır.
4- ““Arap tesirindeki” Alevilik ve dedeliği reddedip, “Anadolu Aleviliği” ni öne çıkaran bir anlayışa sahiptir.”
Alevilik ve onun dayandığı inanç sistemine hayatiyet kazandıran “Dede” lik müessesi, Arap kültüründen uzak, aslında ANADOLU geleneğinin arı duru ifadesidir. Çünkü kör bir inanç yani teokratik bir anlayıştan ziyade, güçlü felsefi bir dayanağı vardır. Anadolu Alevi – Bektaşisi, Emevi’ lerin Arap ırkçılığını ve İslam şovenizmini esas alan anlayışı reddeder. Zira bu anlayış Arap toplumu dışındaki bir Müslüman toplumunu dışlar, gerçek Müslüman’ nın kendisi olduğu inancıyla üstünlük taslar. Kısacası, diğer toplumları ikinci sınıf topluluk yani “ mevali Müslüman” olarak görür. Burada şunu açıkça söyleyebiliriz ki; Anadolu Alevi-Bektaşi anlayışı, Arap toplumunun bu gibi şovenist yaklaşımlarını ve Hz. Ali’ ye yapılan haksızlığı gerekçe sayarak bir tepki geliştirmiş. Bedevi toplumunun yaşam şekline göre oluşturulmuş kuralları olduğu gibi kabul etmek yerine, kendi coğrafyasında kendi gerçeğiyle, geçmişindeki köklü kültürüyle yeni bir sentez yapmayı daha doğru bulmuştur. Bu önemli ayrıntının yanında göçlerde etkili olmuştur.Doğu’ dan gelen Türkmenler, kendi inanç ve kültür miraslarını da beraberinde getirmiş; İslam’ da Allah’ tan başka bir varlığa tapınma olmamasına rağmen kendi inanç sistemleri içinde yer alan ve kutsal sayılan bir takım inançların harmanlanmasıyla Anadolu Alevi-Bektaşi oluşumuna kültürel bir ahenk, bir renk, farklılık katmışlardır.
Diğer bir etkense, üzerinde yaşanılan toprakların on bin yıllık Anadolu medeniyetleri tarihi; eski Anadolu din, inanç ve kültür mirasıdır.
Alevilik sadece dinsel bir bölünme değildir. O bir yanıyla toplumsal siyasal bir akım olurken, diğer yanıyla güçlü bir dinsel yapıya sahiptir.
İslamiyet içinde hilafet dolayısıyla haksızlığa ilk karşı koyan Hz. Ali yanlısı Araplardır. Bu başkaldırı İslam’ la birlikte yayılmış, bu yayılış içinde farklı isimlerle bir takım akımlar oluşmuştur.Bu akımlar içinde önemli yer kaplayan Şia akımının Hz. Ali ve Ehlibeytine olan sevgisi dışında Anadolu Aleviliği ile ortak bir bağı yoktur.
Bir yaşam biçimi, kendine özgü bir kültür olayı olan Anadolu Aleviliği, temelini ırka, dine dayamayan özgün bir kimliktir.
Hz. Ali ve Ehlibeyt sevgisini, insan sevgisini, kardeşliği, hakça bölüşümü, özgürlüğü, her türlü haksızlığa karşı koymayı kendine erdem bilmiş bir toplumsal akım, bir dünya görüşü, hayata felsefi bir bakış olan Anadolu Aleviliği;
Tarihsel ve toplumsal süreç sonucunda elde ettiği; çağdaş demokratik doktrinlerin tanımı içinde erdem kabul edilen düşünce sistemini yedi yüz yıl öncesinden geliştirmiş,
Her türlü baskı, bağnazlık ve asimilasyona rağmen direnme gücünü yitirmeyerek mücadelesini sürdürmüş,
Türkçe ağırlıklı ifade ve inanç anlayışıyla yerelden evrensele uzanan geniş yelpazeli rengârenk bir mozaiktir; içinde farklılıkları taşıyan, farklılıkları zenginlik olarak gören…
Yazı içerisinde bir paragraf vardı ki, paylaşmadan edemezdim. Ne demiş değerli ozanımızın ağzıyla hocamız, üstad Mustafa Ceylan:
5- “Hazırdan ve millet sırtından, bağışlarla ve hediyelerle geçinen; toplumdan geri olan ve önder-lider olamayan “dedelik” kurumunu kabul etmeyen bir koca yürek erendir o.”
Bu söyleme bütün içtenliğimle katılıyor, saygıdeğer ozanımızı da içtenlikle kutluyorum bu derinlikli yaklaşımıyla. Evet, o günkü şartlarda temel ve vazgeçilmez bir müessese olan "Dede" lik makamı, elbette etkin bir yapı ve önemli bir işleve sahipti. Bir kere lider-önderlik vasfına sahip kişi öncelikle cesaretiyle, ilkeli, kararlı, tutarlı, ileriye dönük aydınlık usu, vicdanî ve fikrî hür yaklaşımıyla, düşündürücü, sorgulayıcı, denetleyici, dönüştürücü devinimleriyle kitleleri peşinden sürükleyen, kendi içindeki ve dışındaki toplumu da etki alanına alarak hayata, insana katkılarını esirgemeyen yapıcı ve güçlü kişidir, itenektir. Bugün birçok şey gibi “Dede” lik müessesi de gelişen çağdaş koşullar çerçevesinde kendi içinde ve dışında tartışılır bir konuma gelmiş, böyle bir müessesenin gereksizliği ileri sürülmüştür. Bugünkü çağdaş teknolojiye koşut bir gelişmişlikle kolayca erişebildiğimiz bilgi, artık bu gibi müesseseleri gereksiz kılmıştır. Değer ve anlam kattığı kültürü temsilen sembolik yapısıyla kalması ve saygınlığını korumasının yeterli olduğu inancıyla, ozanımızın bu bağlamdaki düşüncesine katılıyor; bu yaklaşımıyla değerli ozanımızın, yaşadığı çağla barışıklığının, dürüst, hakkaniyetli, emeğe saygılı ve onurlu bir benliğe sahip olduğunun altını bir kez daha çiziyorum.
6- “Sözlerini eğip bükmeden, çekinmeden, ucu nereye giderse gitsin, mutlaka gerçekleri haykıran bir ozandır. Emperyalizmin ve sömürünün her türlüsüne karşı olan ozanımız, Anadolu köylerinin ve insanlarının köklerinden koparılmasını ve geriye götürülmesini asla istemez. Ömrü, bu acımasız asimilasyonla ve zalim emperyalizmle mücadeleyle geçmiştir.”
Demiş ozanımız, yine değerli hocamızın kalemiyle.
Anadolu Aleviliğinin özünde haksızlığa karşı gelme, mevcut düzenin yanlışlarına başkaldırı vardır. Ezenin karşısında, ezilenin yanında olmayı erdem bilmiştir. İnsanı, halkı, düşünceyi, inancı ayrıştırarak toplumu bölme ya da belli bir kalıbın içinde baskılayarak kendine ve yaşadığı topluma yabancılaştırma amacını güden her kişi ve düşüncenin karşısında olmayı – YARATAN’ a sevgi, Yaratılan’ a saygı -ve var olma gerçeğinin bir gereği olarak görmüştür.
7- “Atatürk ve Cumhuriyet derken, “Cumhuriyet Türküsü” nü söylerken, Türk’ün özgürlüğünü, hoş görüsünü ve insanlığını öne çıkarmaktadır. Asla ayırdımcı olmayan ozanımız, insanı insan olarak değerlendirmekte, uyanık, hakikatleri gören, genç nesli gelecek yüzyıllara hazırlayan bir toplumsal doku hasretiyle bir ömür çalıp söylemiştir.”
Büyük bir aşk, tutku olan cumhuriyet ve onu var eden değerlere söz sırası geldiğinde, kalp bir başka atıyor, us bambaşka algılıyor beynin kıvrım kıvrım derinliklerini! Böyle bir söyleme verilebilecek naçizâne yürek sesi ne/ nasıl olabilir?
Bir kere şunu unutmamalıyız: Anadolu Aleviliğinin temelinde yer alan toplumsal anlayışın odağını elbette aidiyetlik duygusuyla ulusal değerler, ortak ve vazgeçilmez paydalarla SEVGİ almaktadır. Özgürlüğü asla başıboşluk, anarşizm, haksızlık, kargaşa ortamı ve bağnazlığın yeşerdiği karanlık bir düşünce olarak değil; ülkesiyle, yaşadığı toplumuyla, bayrağı ve diliyle, kültürel değerleri ve bölünmez bütünlüğüyle bir düşünmekte. Cumhuriyete ve cumhuriyet değerlerine bağlılığıyla, Anadolu Alevileri ; dün olduğu gibi bugün de cumhuriyetin, rejimin vaz geçilmez unsuru, bel kemiğidir. İşte, Keskinli Haydar Baba da, bu anlayışa göre toplumun önünde aydınlatıcı, sorgulayıcı, başkaldırıcı ve yol gösterici sorumluluklarıyla ozanlığın gereğini yapmaktadır.
8- “Kaçıyordu insanlardan. İnsanların ve düzenin yalanlarından, oyunlardan ve iki yüzlülükten...”
Demiş ozanımız...Elbette bu kaçış bilinen anlamıyla olagelen bir kaçış değildir. Bu kaçışın altında yatan kanatıcı düşünce; örselenen, anlamından uzaklaşan/uzaklaştırılan değer anlayışı, toplumsal ve insani değerlerin kan kaybedişiyle bütün bu olagelenlerin göz ardı edilerek kör bir umarsızlığın kucağına itilmesi, sorumsuz, derinliğini yitirmiş bir anlayışın toplum üzerine ölü toprağı gibi serpiştirilmesi gerçeği...
Toplumun büyük kısmının suları tersine akıtırcasına “ kör parmağım gözüne, bana ne, adam sendecilik” tavırları karşısında; insanlık onuruna yediremediği, ülkesine ve değerlerine duyduğu sevgi, sadakat gereği bir kırılma, kırılırken de kendi içine akma, bununla birlikte; içinin derinliklerinde oluşturduğu kabukla bir direnç yaratma, biriktirdiği öfkelerini yine kendine kusma süreci yaşamakta ozanımız, sessizce. Dürüst ve gerçekçi kimliği eğilip bükülmesine ne kadar karşı ise, eğilip bükülenlere de o derece karşı.
Son olarak şu iki vurucu alıntıya dikkat çekmek ve naçizâne dizelerimle; aslında ozanlığın mesuliyet yüklü meşakkatli bir işleve sahip olduğunu ve Keskinli Haydar Babanın bu bağlamda anlaşılırlığını kendi çapımda ifade etmeye çalışarak, yorumumu noktalayacağım.
9- “Görünenle görünenin ardında saklı duran gerçeği bir arada çözümleyen, duvarı delen bakışları olan, hakikat aynasından olaylara ve çevreye bakan, okuyan, araştıran ve bunca yıl uğrunda çalıp söylediği halkını düşünen bir ozanın susması, kendini zincirin halkasından dışarıya atması şaşırtıcıydı.
Öylesine haklıydı ki; önderi olmaya ve uyandırmaya çalıştığı kitleler, maalesef o’ nun söylediklerinin aksine çıkmışlar, seçimlerde ve öteki alanlarda, O’ nun işaret ettiği noktayı görmemişlerdi.”
10- “Halk Ozanı, halkın ozanıdır. Çağının ozanıdır. Gelecek çağa halkını hazırlayandır diyordu. Lâkin, ömrünü tükettiği halk, kentsel dünyanın arabesk ve tüketici formatının dişlileri arasında, küresel ve beynelmilel sermayenin kuklası olmuş, ozanlarını dinlemiyordu. Kahretti Keskinli Aşık Haydari. Küstü. Çekildi kabuğuna. Kendi iç evine kilitledi kendini.”
Halk Ozanı ve ozanlık geleneği zaten yaşadığı toplumun bir adım önünde düşünen, eyleme geçen, toplumu ve olayları sorgulayan sarsıcı, irdeleyici özelliği ve sürekli kendisini geliştiren, çağcılken; halkının sözü, gözü, kulağı, vicdanı olduğu bilinciyle aydınlanma yolunda halkını gelecek çağa hazırlayan farkındalıklı, inkılâpçı bir anlayışa dayanır.
Böylece ozanımız, tanımına uygun bir anlayışı yaşam biçimine dönüştürerek; kendisiyle barışık, düstur edindiği ilkelere ters düşmeyen duruşuyla değer katıyor insan olma bilincine erdemli katkılarıyla.
Ozanım
özgür iradenin sesi ozanlarımıza ithafımdır...
Asırlar ötesinden günümüze gelen ses
Sazını halktan alır; ben halkım! Der, ozanım.
Onun anladığını anlaya/bilmez herkes
Sözünü halktan alır; ben halkım! Der, ozanım.
...Sözdür onun taşları
....Sazda ki nem yaşları
.....Çatıldıkça kaşları
......Nazıma seslenirim:
.......Sen halkımsın, ozanım!
Güzel Anadolumun yedi iklim köşesi
Cana canları katar ozanların nefesi.
Bin bir çiçekle dolu soylu gönül bahçesi
Özünü halktan alır; ben halkım! Der, ozanım.
...Otağı Anadolu
....Sevgiden geçer yolu
.....Her çiçekten balıyla
......Özüme seslenirim:
.......Sen halkımsın ozanım!
Aşk oduyla yanarken gönlünün mâbedinde
Bir avuç kara hasret kızıl lavlar derinde
Gönlüne kanat takıp sıla/gurbet elinde
Közünü halktan alır; ben halkım! Der, ozanım.
...Hak için halkı için
....Küllerinden doğan o
.....Arş-ı âlâyı gezip
......Yağmur olup yağan o
.......Bazıma seslenirim:
........Sen halkımsın ozanım!
Yağlı ilmek boynunda yürür mahşer yerine
Yiğitçe duruşuyla benzer gönül erine
Ozanlık bir çınardır, kök salar en derine
Düzünü halktan alır; ben halkım! Der, ozanım.
...Yaradan’ dan ötürü yaradılan’ a meyli
....Dik durana sözü yok, demez ki boynun eğri
.....Türlü türlü renklerin nakışındaki doğru
......Bezime seslenirim:
.......Sen halkımsın ozanım!
Aşk adına içerken al kadehten bâdeyi
Meşakkatli bu yolda, kim uzatmış vadeyi?
Refika' m der, ozanlar tercih eder sadeyi
Dozunu halktan alır; ben halkım! Der, ozanım.
...İçtin doluyu aşkın
....Yürüdün yolu, taştın
.....Bir hırka yalın ayak, coştun
......Ozanım coştun; karıştın
.......Yıldızlara
Güçlü kaleme ve her iki değerimize de saygımla…
Refika Doğan
yararlanılan kaynak: ( http://www.hubyar.net)
KESKİN’Lİ AŞIK HAYDARİ BABA
Mustafa CEYLAN
Kız Kardeşim Gülser’e, 1960 ihtilâli zamanında doğduğu için Cemal Gürsel’den ilhamla Gülser adı verilmişti. Doğalı nerdeyse 3-4 yıl olmuştu, bir türlü ayağa kalkıp yürüyememişti. Bizim oralarda “küt satmak” diye bir bâtıl inanç-gelenek vardır. Böyle, yürüyemeyen çocuklar bir kalbura konur, oturtulur; konu-komşu geziye çıkarılır. Sokakta ev ev dolaştırılırdı. Önüne varılan her evden kalbura, yemiş, para, vs atılır ve çocuğun yürümesi için dua ve dileklerde bulunulurdu. Kardeşim Gülser’in “küt satılışı” nı unutmadım.
Ayrıca, evleneli aradan seneler geçmesine rağmen Gülser ve İsmet çiftinin beklenen çocukları olmamıştı. Günlerden birgün, galiba Cuma’ydı veya Pazar. Babam, annem, ben, Gülser ve damadımız İsmet bir arabaya doluştuk. Arabanın arka bağajına da bir koyun attık. Doğruca Keskin’e bağlı Haydar Sultan Köyü’ne gittik. Orada, mavi – çiğit boyalı bir türbe vardı. Türbede dualar ettikten sonra, kuyu gibi bir çukurdan gaz kokusuna benzer bir koku geliyordu. Kardeşim Gülser o kuyunun ağzına uzanarak birkaç kez kuyudan gelen kokuyu kokladı. Sonra, kurbanı kestik. Dualar edildi. Ve oradan ayrıldık.
Aradan 2 sene geçmişti galiba. Kardeşimin bir kızı Dünyaya geldi, adına da Sultan denildi. Hani var ya, benim cadı yeğenim Sultan, hah o işte...
*
Bilemezdim, aradan nice zaman geçtikten sonra, bozlağın en muhteşemini en güzel şekilde çalıp söyleyen bir Haydar Sultan Köylü ile tanışacağımı. Bilemezdim ki, o tanıştığım bizim oraların çiçeği ve otunun kokusunu, dağ yelini üstünde taşıyan bu saz ustasının aynı zamanda bir ozan olduğunu.
Keskinli Aşık Haydari...
Evet...
Antalya’da “Anasam” isimli edebiyat-şiire dair kurduğumuz meslek birliği’nde Aşık Muharrem Yazıcıoğlu, Aşık Gürkani, Aşık Selahattin Kazanoğlu, Aşık Firgani, Aşık Burhani gibi aşıklar arasında ak saçlı-pos bıyıklı-ben ona geleneksel alevi bıyıklı diyorum- şahane yürekli bir ozan olan Keskinli Aşık Haydari’de vardı. Başkanlığını benim yürüttüğüm bu kuruluşun her hafta “gönül sohbetleri” oluyordu ve şairler, ozanlar çalıp söylüyordu.
Ben ona “Haydari Baba” dedim.
Bir anda içim ısındı.
Bir anda sarıp sarmaladı yüreğim.
Doğduğum yörenin tozunu, toprağını, gülünü, dalını, çiçeğini, dağ rüzgârını, şahin kanatlarını, asmalarda üzümünü, Kızılırmak suyunu, çeşmelerin kurnasını, kağnıyı, yabaldıyı, dirgeni, heği, yükü, halayı, misketi, şeker oğlanı, hüdaydayı, davulu, zurnayı hatırlatıyordu. Bana benden de yakındı Haydari Baba. “Huu dostlar!” derken, herkese aynı samimi candan sesleniş ve davranışı gösterirken, sanki beni görünce, içinin bir başka sıcak iklimle donandığını hissediyordum. Bakışlarının rengini, yüzünün denizinden anlıyordum. “Elmadağ’ın yaman olur avcıları” derken, Keskin’den çıkıp Kırıkklae yolundan Başkente giderken uğradığı ve buz gibi suyunu içtiği Elmadağ’ı düşünüyor, beni bir bakıma “hemşehrisi” sayıyor gibiydi. Halen de öyledir. Yahut da ben kendim onu kendime daha yakın görmek istediğimden bana öyle gelmektedir.
“Milletin başına bela olur” diye okutulmak istenmeyen bir köy çocuğu Keskinli Haydari. Asıl adı ise Kaya Özlük.. Atatürk’ümüzün Hakk’a yürüdüğü bir günde dünyaya gelmiş(10 Kasım 1938).
Bizim oraların bebeleri böyledir işte, yürüyende tarla tarla, bağa, çifte çubuğa gidende, eşek sırtında, kağnı ardında, döğen üstündedir. Evin her şeyidir bebe. Soğukkuyu lastiği giyende, bayram sabahlarının serinliğini görür yipelek otlarıyla süslü “yazı”larda ve kına taşlarının türküsünü dinler kayalık yokuşlarda ve dağ zirvelerinde. Akan çaylarla beraber koşar, uzanır çimenlerin üstüne, “navruz kazmaya” gider mevsimi gelende, “öksüz çiğdem”e öyle saygılıdır ki, öksüzlere benzetir, aklığını gördükçe çiğdemin; altın sarısı çiğdemi söker de, öksüz çiğdeme dokunmaz bizim oranın bebeleri. Yaz tatillerinde harman ve yayla gecelerinin en parlak yıldızlarıyla sırdaştırlar. Anasının yamayıp giydirdiği giysiler, kirmenle eğirip sonra da ördüğü yün çoraplarla akranlarıyla çiftte, çubuktadırlar.
Kaya Özlük, kaderinin çizdiği çizgiyi kendi güç ve kuvvetiyle kırmaya çalışmış ama her seferinde de ona yenilmiş bir Anadolu köy çocuğudur. Yoksulluğu çalışarak, el kapılarında “hizmetkarlık yaparak” yeneceğini sanan bir köysü bakıştaydı aile büyükleri. Kaya’da nitekim “1938-1948-1947 yılında bir çıktım el kapısına, Hasan Dede Köyü’ne. 1958’li 1959’lu yıllara kadar el kapılarında kaldım.” Demektedir.
Alevi-Bektaşi geleneğine bağlı bir köydü Haydar dede Köyü.
Elbette ki, o yıllarda “dedeler” müessesesi daha bir sağlam ve gelenekler daha sıkıcaydı. Köyde yapılan bütün cem toplantılarına katılan Kaya, bu cemlere katılan ve çevreden gelen ozanları-aşıkları teker teker tanımıştır.
Bu arada, elbette ki Keskinli Hacı Taşan ve Muharrem Usta(Ertaş)...
Abdal geleneği...
Çalıp söyleme ve gurbet...
Alevi-Bektaşi mayalanması, Pir Sultan, Yunus Emre, Hacı Bektaş, Balım Sultan ve Abdal Musa... Sonra, bir geyiğin koltuk altında gümüş saplı oku, Alanya Beyinin anlı-şanlı oğlunun, geyik peşinde, okunun peşinde dağlar, dereler aşa aşa Elmalı Tekke Köyünde bir dergâhta kayboluşunda ortaya çıkan Kaygusuz...
Gür ve içten gürültülü-uğultulu ormanların en diplerinde yaşayan “tahtacı”ların ürettiği kap-kacak ile bağdaş kurulan sofralarda canlara sunulan “can lokmaları” nı paylaşım...
Diyor ki:
“Acılar ekmeğim umut katığım
Yaban ellerinde el kapularında
Sevgi denen şeye hasret kalmışım
Yaban ellerinde el kapularında
Feleğin çarkına böyle takıldım
Küçük yaşta ağalara satıldım
Kaya Özlük idim Haydari oldum
Yaban ellerinde el kapularında”
Ve sesleniyor Yesi’den çıkıp yol yol Anadolu’ya Hazreti Türkistan’ın “dostluk-barış-kardeşlik” mührünü basmaya gelen ışık kervanının mensuplarınca, turnalara sesleniyor. Diyor ki:
“Katarını çekmiş Güneydoğu’dan
Kırıkkale üstünden geçin turnalar
Bağreğin göğsünde Haydar Sultan’a
Kuyudan suyunu içen turnalar
Ne güzeldir Kızılırmak boyları
Avcının yüzünden kırgın toyları
Misafirseverdir bütün köyleri
Keskin’den de konup göçen turnalar
Deneğin başında Kırklar mekânı
Cılbak Ali ile Haydar Sultanı
Bir de güzel Üstat Hacı Taşan’ı
Uğrayıp perdesin açın turnalar
Bir er vardır Çelebi’de mekânı
İsmi Halil Dede Bostanı
Büyük olur Hasan Dede canı
Kırmızı şarabın için turnalar
Keskinli Haydar’ım bugünler geçer
Elbet bir gün benim gülüm de açar
Irgatlar birleşir mahsulü biçer
Pirinci mercimekten seçin turnalar.”
Evet işte böyle... Keskinli Aşık Haydari Baba’mız bu... Normal bir kab içine sığmayan sudur o. İçine girdiği kaba şekil verir. Yerinde sayan göl değil, kıyılarda çalkanan okyanustur o. Aydınlanmacı ve çağdaştır hep.
Alevi-Bektaşi geleneğinden gelmesine rağmen, “Arap tesirindeki” Alevilik ve dedeliği reddedip, “Anadolu Aleviliği” ni öne çıkaran bir anlayışa sahiptir. Hazırdan ve millet sırtından, bağışlarla ve hediyelerle geçinen; toplumdan geri olan ve önder-lider olamayan “dedelik” kurumunu kabul etmeyen bir koca yürek erendir o.
Sözlerini eğip bükmeden, çekinmeden, ucu nereye giderse gitsin, mutlaka gerçekleri haykıran bir ozandır. Emperyalizmin ve sömürünün her türlüsüne karşı olan ozanımız, Anadolu köylerinin ve insanlarının köklerinden koparılmasını ve geriye götürülmesini asla istemez. Ömrü, bu acımasız asimilasyonla ve zalim emperyalizmle mücadeleyle geçmiştir.
Atatürk ve Cumhuriyet derken, “Cumhuriyet Türküsü” nü söylerken, Türk’ün özgürlüğünü, hoş görüsünü ve insanlığını öne çıkarmaktadır. Asla ayırdımcı olmayan ozanımız, insanı insan olarak değerlendirmekte, uyanık, hakikatleri gören, genç nesli gelecek yüzyıllara hazırlayan bir toplumsal doku hasretiyle bir ömür çalıp söylemiştir.
Dostlarının dertleriyle dertlenen Keskinli Aşık Haydari Baba’ mızın bazen toplumdan, kalabalık yerlerden kaçtığını gözlemledim. En son, Antalya Cumhuriyet Meydanı’na bağdaş kurup, sazını susturduğu, deyişlerine ara verdiği andan sonra, O’ nun garipleştiğini müşahade ettim. Kaçıyordu insanlardan. İnsanların ve düzenin yalanlarından, oyunlardan ve iki yüzlülükten... Görünenle görünenin ardında saklı duran gerçeği bir arada çözümleyen, duvarı delen bakışları olan, hakikat aynasından olaylara ve çevreye bakan, okuyan, araştıran ve bunca yıl uğrunda çalıp söylediği halkını düşünen bir ozanın susması, kendini zincirin halkasından dışarıya atması şaşırtıcıydı. Fakat, haklıydı o. Öylesine haklıydı ki; önderi olmaya ve uyandırmaya çalıştığı kitleler, maalesef o’ nun söylediklerinin aksine çıkmışlar, seçimlerde ve öteki alanlarda, O’ nun işaret ettiği noktayı görmemişlerdi.
Halk Ozanı, halkın ozanıdır. Çağının ozanıdır. Gelecek çağa halkını hazırlayandır diyordu. Lâkin, ömrünü tükettiği halk, kentsel dünyanın arabesk ve tüketici formatının dişlileri arasında, küresel ve beynelmilel sermayenin kuklası olmuş, ozanlarını dinlemiyordu. Kahretti Keskinli Aşık Haydari. Küstü. Çekildi kabuğuna. Kendi iç evine kilitledi kendini.
Şimdilerde, arada bir “dayanamayıp” konuşsa da eski Haydari Baba’ mızın neş’esini pek görmüyor ve üzülüyorum. İlerlemiş yaşına rağmen, bizim gibi genç şairleri gördüğünde, yeniden ruhu çiçeklenmekte, yeniden içi çalkanmakta ve ışık kaynağı misali parlamaktadır.
“Aydoooosssssttttt” diyen diline kurban olduğum Haydari Baba...
Sazı evlâdı gibi bağrına basan, sonra da onu “öpen” harika insan...
Ben şimdi, bu kalleş ve kancık dünyada, bu “satılmış düzende” hıçkıran bir çocuğum. Yalnızım. Yapayalnızım. Işığım yok. Ustam yok. Kendini beğenmişler ordusu şairlerin içinde mısra israfçısıyım. Dilim kelepçede, yüreğim işkencede. Ellerim korkumun titremesinde. Uzat elini Baba uzat da öpeyim. Tut ellerimden, tut n’olursun. Götür beni, bu “küt satma kalburu” içine koyan toplumun arasından, çek, çıkar ve götür. Yunuslara, Hacı Bayramlara, Pir Sultanlara götür.
Biliyorum, kendinden bahsedilmesini pek istemezsin. Kaç kez Tv programı yapmak istedim senle ilgili, hep bir engel çıktı veya çıkardın. Kaç kez, kardeşim Harun Yiğit’le beraber senle ilgili bir “program” yapmak istediysek, hep kaçtın, hep kaçtın. Övünmek ve gösteriş manzaralı duruşlardan hiç hoşlanmadığını biliyorum. Sakin, sessiz ve yalnız yürüyüşünün ardında aslında ne gök gürlemeleri olduğunu hissetmekteyim.
Haydari Baba;
Seni çok seviyorum!...
Ömrün uzun olsun...
Işığımız olmaya devam et olur mu?
KAYA ÖZLÜK - KESKİNLİ AŞIK HAYDARİ
Ayhan AYDIN
Her şeyden önce bu 10 bin yıllık uygarlıklar beşiği Anadolu’da, Türk yurdunda, halkın, toplumun sorunlarını dile getiren, kişisel duygu ve düşüncelerini şiirlere, eserlere, türkülere, sazlara döken halk ozanlığı geleneği içerisinde kendine bir yer etmiş çok değerli Keskinli Aşık Haydarî yani Kaya Özlük’e merhaba diyorum.
AYHAN AYDIN
Bundan sonra aynı şevkle, aynı aşkla hizmetinizi yürüteceğinize olan inancımdan dolayı diğer halk ozanlarıyla beraber aynı yolu sürecek, sevgili ozanımıza hü derken, değerli okuyucularımıza da bu insanlara sahip çıkmaları gerektiğini, eserlerini okumaları gerektiğini bir kez daha hatırlatarak söyleşiye girelim diyorum.
Her şeyden önce sizinle ilgili bir lisans tezi hazırlamış olan Dilek Doğan kardeşimizin hazırladığı eserden şiirlerinizi okudum, gerçekten de çok güzel şiirleriniz, eserleriniz var.
Ben eserlerinize geçmeden önce yaşamınızla ilgili kesitleri okurlarla paylaşmak isterim. Çünkü bu gerekli, bir devrimci ozan, bir halk ozanı, bir zakir, hümanist düşünceli bir insan, Kaya Özlük nerede, ne zaman doğmuştur? Doğduğu yöre hakkında, ailesi hakkında, çevresi hakkında bize ne bilgi verir?
Teşekkür ederim, Sevgili Ayhan Aydın. Önce istersen bir dörtlükle ozan geleneğini karınca kararınca söyleyelim. Güzel dostumuza bir hoş geldin diyelim.
Arzu eyleyip bize gelmiş
Merhaba de dosta gönül
Arayıp da bizi bulmuş
Hoş geldin de dosta gönül
Ta Yunus’tan söz eylemiş
Ne de güzel şeyler demiş
Beni kendisinde görmüş
Merhaba de dosta gönül
Keskinli Haydar söyledi
Dert üstüne dert eyledi
Dostluk deryasını boyladı
Merhaba de dosta gönül
Hoş geldin de dosta gönül
Hoş geldin Ayhan Bey, siz de hoş geldiniz.
Hoş bulduk merhaba.
Bu güzel felsefe, bu güzel mesele için, bu yorgunluğu yılmadan göze aldığınız için ben de size teşekkür ederim. Şimdi gerçekten halk ozanlarının sahibi yok, halk ozanlarının tek sahibi kendileri galiba. Şunun için sahibi yok diyorum, şiirleri okunur, dinlenir, sevilir; türkü olur, destan olur ama böyle güzel dostlar çıkıp da arayana kadar kimse bizleri arayıp sormaz, bize değer verilmez, bizler yalnız kalmış insanlarızdır onun için size teşekkür ediyorum.
İnşallah işte bu duyarlılık sahibi olan insanlar bir değil on Ayhan olur, Metin Turan’lar gibi bu konuyla ilgilenenler artar da bu güzel kültürümüz ölümsüzlüğe doğru gider. Çünkü artık ilgi gösterilmeye gösterilmeye, üzerinde durulmaya durulmaya, köreltilmeye çalışılıyor, köreliyor maalesef bunları da görüyoruz.
Şimdi efendim, hayat hikayemi anlatmadan kısa bir şey anlatmak istiyorum. Dedem Korkut’tan günümüze kadar bu toplum binlerce halk ozanı üretmiş, değerini üretmiş tabii. Bu toplumunda güzel bir var bu işte. Ve biz varız diyeceğiz. Ancak şunu yaparız eski dil ustalarını ve kalem ustalarını aşmamız mümkün de değil onu hemen belirteyim. Bir ozanım o günler de; “çıktım erik dalına orada yedim üzümü” demiş o günkü sistemi çok güzel yere vurmuş, yermiş yani. Şimdi bunu herkes anlayamaz, erik dalında üzüm olur mu? O zaman demek ki Yunus da çağından sorumlu bir ozanmış. Kimse Yunus’a devrimci değil, diyemez. İşte söz burada, şimdi oradan beri geldiğimizde manda yuva yapmış söğüt dalına demiş, halktan birisi. İşte bugünkü bugüne kadar dilerim 18 Nisan’dan sonraki gelen insanlar dilerim duyarlı olurlar, bu ülkeyi çok tatlıca, çok güzelce yönetirler. İsterseniz oraya gelmeden şuradan bir iki dörtlük okuyabilir miyim?
Sorumluyum ben çağımdan
Düz ovamdan dik dağımdan
Sömürüyü toprağımdan
Kovana dek yazacağım
diyor İhsani. Koca İhsani’nin, şimdi Dedem Korkut da bunu daha güzelini söylemiş, Yunus daha güzelini söylemiş. Belki biz şunu yaptık Ayhan Bey, işte 18 Nisan 1999 seçimlerinde gönderme dedik, belki o ustaların kadar güzel değil ama galiba bu rahatsızlıktır bizde, bunu anlatmasak olmuyor, uyku uyuyamıyoruz. Örneğin ben böyleyim. Seçimden sonra düşündüm hep ne söyleyeceğiz biz bu insanlara. 49 yıldır bugüne kadar, İşte dolar, mark. Doların, markın değerinin nereye gittiğini siz de biliyorsunuz. Dev gibi 1 liranın karşısında 1 doların 82 kuruş olduğu günü biliyorum. Bugün bakın ben 60 milyon lira ev kirası veriyorum. Ulusal paramızın değeri kalmamış, onun için Dedem Korkut ve ondan sonra gelen ozanlar eleştirmişler yanlışlıkları. Yunus Emre bizden daha çok sorumluydu, çıktım erik dalına derken bugünü anlatıyordu sanırım. İşte manda yuva yapmış söğüt dalına, yapar mı? Manda söğüt dalına çıkabilir ama işte çıktı ne yazık ki Susurluklar çıktı, çeteler çıktı, mafyalar çıktı ben de karınca kararınca şöyle bir şey dedim size bu 1999 seçimlerinde,
Tamam buyrun.
Güvercinle kurda sualimiz var
Kolay gelsin diyoruz
Eskisine benzemeyin aman ha
Oy dediniz petek petek bal verdik
Bundan sonra kıymetlidir zaman ha
Dönüp Anıtkabir’e bir iyice bakın
Oy sandığı için kıvırtman sakın
Çocuklarınıza temiz yarın bırakın
Kaya Özlük bunamış mı demen ha
Keskinli Haydar’ım çiğsin pişesin
Cumhuriyet devrimleri yaşasın
Liranın onuru aman düşmesin
Dolar ile markın değeri yaman ha
Aman bu sevdalar tükenmesin, bu sevdalardır bu Türk toplumunu, Türk yurdunu, Anadolu’yu, yani bu toprakları var eden unsurlar. Bu sevdalar biterse bu topraklar biter.
Şimdi orada da bir sorunu var Kaya Özlük, Keskinli Haydar kimdir? Üniversite tezinde sizin bütün sorularınıza cevap var ama gene kısaca.
O başka şimdi sizinle bir söyleşi yapıyorum.
Ben ondan da biraz bahsedeyim.
Biraz değil biraz daha fazla istiyorum, ayrıntılarıyla yani. Doğduğunuz yöre bile çok önemli. Çünkü oranın tabiatı bile şiirlerinize yansımış. Yani Keskin, oradaki aileniz, soyunuz, şecereniz, komşuluklarınız, anılarınız bunlar önemli.
Şimdi efendim Keskin deyince Hacı Taşan demeden olmuyor biliyorsun. Bu Türkiye’de hatta uluslararasında bir çağrışımı vardır, Neşet Ertaş’ın ustası.
Neşet Ertaş’ın ustası?
Ustası, Hacı Taşan kendisi de Neşet Ertaş’ın babasının çırağı, Muharrem Ertaş’ın çırağıdır. Ben o günleri yaşadım, gördüm yani. Benim de çok etkilendiğim kişi Hacı Taşan’dır.
Hacı Taşan’dan çok etkilendiniz?
Etkilendim. Üç dört sene benim evimde, tedavi olurken yattı, kalktı Ankara’da, felç geçirdiği dönemler. Ben ondan çok etkilendim. Şimdi Keskin ve kendimi anlatırken Hacı Taşan’a değinmeden olmuyor. O büyük bir ustaydı, Aptaloğlu derlerdi, hep hor görülmüştü, elinde sazı olduğu için o dönemlerde. Ama yılmadan Keskin’de o işi götürdü.
Ankara’dan çıktığım sabah namazı
Bize yol vermiyor aşmaya dağlar
Pirim Seyyid Battal, Hüseyin Gazi
Bize yol vermiyor aşmaya dağlar
Onun ağzından söyleyeyim ben onun söylediği gibi, halk dili kullanırdı çünkü.
Kayıptasın, kandildesin sırdasın
Münkire görükmez göze perdesin
Hasan Dedem ulu dedem neredesin
Bize yol vermiyor aşmaya dağlar
derdi. Ben ondan etkilendim.
10 Kasım 1938 günü Keskin’in Haydar Dede Köyü’nde (mahlasım olan Aşık Veysel’in bana vermiş olduğu mahlasım olan köyümün adı, olan köyde) çiftçi bir aileden dünyaya gelmişim. Artık iyi mi ettim, kötü mü ettim, ben de bilmiyorum.
İyi ettiniz, iyi ettiniz.
1938-1948-1947 yılında bir çıktım el kapısına, Hasan Dede Köyü’ne. 1958’li 1959’lu yıllara kadar el kapılarında kaldım. Bu arada köyde ve Hasan Dede’de cemler yapılırdı. Bu cemlere gelen, katılan yerli ve yabancı aşıkları dinledim.
Haydar Baba, Hasan Dede birbirleri aynı coğrafyadan mı?
Aynı yöre, biz yakın akrabayız, Hasan Dedelilerle de akrabalığımız var. Ve 1958-1959’lu yıllarda köye gelip gidiyordum hep. 1950’li yıllarda babam köye muhtar oldu. Babamın mali durumu da çok iyiydi aslında, beni evde koymadı, şunun için koymadı, babam annemin üzerine bir kadın, daha evlendi. Kadınla biz geçinemedik, herhalde ki annemi paylaşmak istemedik galiba. Babam beni evden uzaklaştırmak zorunda kaldı, okula göndermedi. Bu arada okul yeni açıldı bizim köyümüze. Okumayı çok istedim, köyümüzün öğretmeni olan Abbas Öğretmen’den rica ettim dedim ki, hocam, o zaman baba değil de ağa derdik, ağam beni mektebe göndersin filan. Abbas Öğretmen gelip babamdan bunu istediği zaman babamın sözü şöyle oldu; “Bırak hoca yav! bu adam okursa milletin başına bela olur! Bu kafir olur!” filan biraz da o günlerde saza yatkındım, saz çalıyordum çat pat, Hacı’dan etkilendiğim için.
Tabii Hacı Taşan’dan etkilendiğim için babam yoldan çıkarsın, diye beni dışladı.
Babam köye muhtar olmuştu. Amerikan doları dediğimiz paranın bizdeki sürüvenini ben çok iyi biliyorum. Hiç unutmuyorum, 1952-1953 yıllarıydı, bir Amerikan barış gönüllüleri filan yardımlarının olduğu dönem vardı. Şimdi barış gönüllüleri gezip dolaşıp, iki ayda bir bizim köyde toplantı yaparlardı. Neden sizin köy, diye bana sık sık soruluyordu. Şimdi bizim köy Alevi-Bektaşi köyü, şarap var, elde yapma rakı var, muhtar olan babamın iki üç davar sürüsü vardı, kapısında, gerçektir bunlar. Gelen jandarmaya kuzu keser, hakime koyun keser... e... şimdi bürokrat kademe akıllı kardeşim! Keskin’in 72 tane köyü var, bizim dışımızda birinde kuzu filan kesmezler.
Keskin’in 72 tane köyü var.
Bir bizim köy Alevî / Bektaşi köyü olduğu için, hoşgörülü bir köy olduğu, bir de üzüm çok olduğu için uğrak yeriydi.
Kaç haneydi?
60 haneydi. Halen 60 hane. İşte 100-150 hane Kırıkkale’de varız, Ankara’da var, Antalya’da var bizimkiler. Ve işin güzel tarafı şu belki beni halk ozanı yapan babamın o yaptığı yanlışlar oldu. 1960’lı yıllardan sonra tiyatroya gittim, edebiyat çevresiyle tanıştım.
Nasıl oldu o tanışma?
İşte onu anlatacağım yeri geldiğinde. Bizim odamızda Amerikan doları maaşlar dağıtılırdı; yenilip, içilirdi. Amerikan doları 82 kuruştu, Türk Lirasının karşısında o gün. Babam Menderes muhtarıydı, babam ölürken de Menderes hastası olarak öldü. Tabii kendi sorunu o bizi ilgilendirmiyor. Ve ekmeğe muhtaç oldu ölürken. 10 yıl muhtarlık yaptı ekmeğe de muhtaç oldu. Bize de hayrı olmadı, kendine de hayrı olmadı, öyle gitti. Ve ben askere gittim, askerlik dönüşü işte bir evlilik olayım oldu, gurbetten döndükten sonra el kapılarından. Şimdiki eşim Zeynep Hanım o beni kaçırdı işin doğrusu, eşim beni kaçırdı. İşte saz çaldığım için. Tabii kış günleri de cemlere katılıp zakirlik yapma olanağım oldu orada benim bir avantajım oldu. Kış günleri cemlerde köyümüzde aşığımız yoktu. İşte yarı becerir yarı becermez, 5-6 yıl da cemlerde zakirlik yaptım. Askerlik olayım oldu, askerlik dönüşü babamın bir şeyi yok, arazisi yok. Ankara’ya gitmek gerekti, ekmek ağır basamaya başladı, evlilik var, sorumluluk var. Ankara’ya geldiğimde, 60’lı yıllarda, 61 yılında bir yetiştirme yurdunda işe girdim. Edebiyatla tanışmamın başlangıcı da bu senedir. Atlas Yetiştirme Yurdu’nda işim bitti mutfağın arka tarafında saz çalıyordum. Saz çalarken tepeme doğruldum baktım bir ağlamaya başlamışım, Allah rahmet etsin Arif Aslan diye bir müdür muavinimiz vardı, toparlandım bırakma bırakma, filan dedi. İşin bitince benim odama gel dedi, sazı bıraktım odasına çıktım.
“Nerelisin?” diye sordu, tanıştık. Ben Arif Aslan dedi, sen saz çalıyorsun, şiir var mı filan dedi, yok hocam dedim. Kulakları çınlasın Mahzuni’nin ilk plağına okuduğu eseri var;
Öküzüyle bir arada yatıyor
O milletin efendisi o mudur bu mu
Bir miras döşekte dördü bir yatan
Bu milletin efendisi o mudur bu mu
Sen dedi, bu şiiri tanıyon mu, kimin filan dedi, o arada plak da yeni çıkmıştı zaten. Hocam dedim bu Mahzuni’nin, sonra onu okudu;
Ne kadar etsem de edemem tarif
Gönülde seslerde dillerde zarif
Assalar da korkma öğretmen Arif
Bu milletin efendisi o mudur bu mu
Hocam bu sizsiniz dedim, sizin adınız Arif evet benim dedi, Müfettiş Arif Aslan. Ve böylelikle bana yardımcı oldu.
63 yılında bir Abdal Musa ceminde Tuzluçayır’da Abdal Musa lokması varmış. Aşık Veysel ile tanışmamız Arif Hoca sayesinde oldu. Aşık Veysel’e karşı bir edepsizce davranışım oldu. Ne biliyim köyden gelmişsin Aşık Veysel, kimdir, kim değildir, iletişim aracı yok. O burada geçer zaten, şiirimde, onun öyküsü de var. İşte Arif Hoca Ankara Sanat Tiyatrosunda akşamları bana bir iş ayarladı, oradan kostüm taşıma işi. Tabii tiyatroya başlayınca daha evvel şiir vardı da köy şiirleri işte oyun, türküler vs. pek kalıcı olmayan şeylerdi. İşte o arada Hasan Hüseyin Korkmazgiller, Çırakmanlar falan Aşık Veysel’e ilk yazdığım bir şiir vardı, özür dileme şiiri;
Sordu dede, Sivaslı Murteza Dede’nin evindeydik, Veysel Baba bizim Aşık, genç Aşık nasıl, diye, ben tabii terledim o arada çünkü Veysel Baba’ya güzelleme söylenilmesi gerekirken işte köy çocukluğu biraz daha kabaca, taşlama söyledim, iyidir, iyidir dedi.
Kuzu kurban olmaz yaşlanmayınca
Adem Adem olmaz taşlanmayınca
Ben terledim hemen gittim, elini öptüm filan, ama hatayı ettim. Ona özür için işte bu şiiri yazmıştım şiire de benzemiyordu yeni başlamıştım daha. Çırakman kulakları çınlasın ona götürdüm, Hüseyin Abi dedim, şuna bir bak Veysel Baba’ya bir hata ettim, dedim. Şiiri düzeltti güzel şiiri eliyle getirdi.
Neydi?
63 yılında Tuzluçayır’da tanıştık
Erenler Baba Veysel’le
Gezerdim önceden dağda bayırda
Konuştuk erenler Baba Veysel’le
diye üç tane dörtlük. Onu 3-4 yıl sonra ölmeden evvel götürdüm verdim, elini öptüm özür diledim filan, Keskinli Haydarî olayını da o getirmişti.
Cemlerde bulundum, zakirlik yaptım, dediniz. Biraz daha anlatın bunlardan bana. Çünkü çok mühim bir noktadır, özellikle bu konulara ben çok önem veriyorum. Kimler vardı dedelerden, nasıl bir ortamdı ortamınız, cemleriniz nasıldı, dedeleriniz, pirleriniz nerelerden gelirdi, o ortamı biraz anlatınız lütfen?
Ben 1953-59’a kadar askere gidene kadar, her kış günü cemlerde kaldım. Köyümüzün bir aşığı vardı, bir sene onunla kaldım, onun yanında da cemi öğrendim.
Aşık mı dediniz?
Aşık vardı.
Aşık mı cemi yürütüyordu.
Hayır. Dede köyün dedesi var oraya geleceğim. Kırıkkale’nin Çinğeyli Köyü’nden. Çinğeyli Aşık Bektaş Gazeloğlu.
Yörenizdeki cemlerden bahsediyordum o dönemde sizin köyünüzün dedesi varmış ama bir aşık varmış. O aşıktan da yararlandınız sanırım.
Çinğeyli Köyü diye bir köy, oradan Aşık Bektaş Gazeloğlu. Halen de sağ galiba kulakları çınlasın. Yaşlandı. Ondan da yararlandım.
Kendi köyünün aşığı, yörenin de cem aşığıydı. Onunla bir sene cemde kaldım, bir daha gelmedi. Bununla da yetiştim ben on iki hizmete çok meraklıydım. Dedemiz güzel bir insandı. Tüm insanlar güzel ama o daha güzel bir insandı. Şunun için güzeldi, şimdi Ayhancığım ben Alevî-Bektaşi ozanı olmasam da cemleri çok seviyorum neden seviyorum? Bizim dedemiz şöyle uygulardı, bizim yörenin cemini anlatayım.
Cem başlamadan ilk çıkarılırdı haberci, bütün köye haber verirdi, hatta benim köyüm karışıktır. Alevî / Sünni, Sünniler’e de haber verilirdi. Dedemiz bu kadar hoşgörülü bir insandı.
Sünniler de ceme gelsin diye, haberci gönderiyordu?
Gelmezlerdi ama yaşlılarından bir ikisi zaman zaman katılırdı. Çünkü ortadaki o yanlış anlamayı karşın dedemiz çok hoşgörülüydü. İşin o yönü başka, bir araya gelirken tercüman getirilirdi. Tercüman yani herkes evinden bir şeyler getirirdi. Hatta derdi ki, oğul evde hiçbir şeyin yoksa kömbe kömbe, ekmek, bulgur, buğday, elma ne bulursan, hiçbir şeyin yoksa avcunun içine bir avuç tuz al ama boş gelme. Çünkü o tuzda herkesin hakkı var.
Ve cem başlar, ceme ilk başlarken vatandaş toplandıktan sonra bugünkü deyimiyle dede gözcü destur derdi millet dara gelir dede böylelikle; hey canlar, aranızda kırgın, düşkün, birbirine konuşmayan varsa dile gelsin, dile gelsin söylesin daha bu cem başlar başlamaz hizmet başlamadan. Orada küsülü kimse varsa onları barıştırırdı, çünkü canlar Hakk katında küsülü insan kabul etmez. Burası da bir Hakk katı olduğuna göre küsülülük olmaz, barıştırırdı. Hizmet başlatılırdı.
Neydi dedenizin ismi?
Yine bizim ailemizden Haydarî Sultan evlatlarından benim köyüm Tekke Köyü. Haydar Dede Köyü. Onun ayrı bir anlatım konusu zaten o. O bir evliya bir yatırı var orada onun.
Şimdi oraya geleceğiz ama ismi neydi dedenizin, hatırlıyor musunuz?
Yusuf Özlük Dede.
Sağ mıdır?
1990 yılında kaybettik. Dolu dolu bir insandı.
Siz, sizin kendi köyünüzün dedesi, Haydari Dede ocağına bağlı, 1990’da vefat eden Yusuf Özlük Dede’nin ceminde yetiştiniz.
Yetiştim. Burada cem başlar, hizmet başlar Şimdi Ayhan Bey ben bugün işte toplumsal hayata döndükten sonra cemlerin daha çok hayranı olmaya başladım. Neden? Orada bir şey gördüm ben, toplumsal barışı gördüm. Bu bizim cemlerimizde gördüğümü anlatıyorum ben diğer cemlere de benzer ama.
Zaten kendi ceminizi anlatsanız, herkes kendi cemini anlatsa o anlatıla anlatıla büyük bir hazine olur.
Orada ben ilk toplantıya giren insanların, küsülülerin barıştırılmasını, toplumsal barışı gördüm, tercüman getirirken herkesin evlerinden gelirken bir şeyler getirmesi, buğday, bulgur, ekmek, su ne bulmuşsa toplumsal paylaşımı orada gördüm, dede bunu yapardı. O evlerden gelen bütün malzemenin eşit şekilde dağılımını gördüm ben, dedemiz bunu yapardı. Eşit şekilde 93 kişiye dağıtırdı ve dağılım bittikten sonra daha lokmaya sorulmadan lokmayı dağıtan kişi kalkar şöyle bir şey söylerdi, ey canlar elim batman gözüm terazi, oldunuz mu hakkınızdan razı. Hakkından razı olmayan varsa haklı hakkını istesin, derdi. Böylece hakkından razı olan insanlar, Allah eyvallah, olmayan varsa kalkar davacı olurdu. Burada toplumsal bir paylaşımı gördüm ben.
Cemlerde musahiplik vardı?
Oraya da geleceğim efendim zaman olursa bu arada bu hizmet de görüldükten sonra artık o bir Abdal Musa lokması mıdır, görgü, musahip kurbanı mıdır biliyorsun üç türlü cem vardır. Lokma cemi, ikrar cemi, musahip cemi. Artık o cemin yürüyüşüne göre. Musahip cemiyse musahiplik hizmetleri bakar. Bunun artık akademik olarak da bugün vardır. Bunu sizler yazdınız, çizdiniz ve yazıldı, çizildi, var. O detaya girmeye gerek var mı, bilmiyorum ki, görgülerin usulleri aşağı yukarı.
Şimdi 4-5 yıl bu cemlerin içinde kaldınız; o aşıklar, dedelerden başka aklınızda neler kaldı şimdi neler hatırlıyorsunuz?
Ayhan Bey sevgili dostum orada beni çok etkileyen ne oldu biliyor musun? Çok çok etkilendim etkilendiğim, o üç olay var bir toplumsal barış, toplumsal paylaşım ve orada mahkeme jüri tarafından kurulan bir gördüm. Onun canlı örneğini anlatayım eğer izin verirsen?
Tabii iyi olur.
Gözümüz gibi baktığımız orman var, bizim köyümüzde, az alanda bir yerde. Bizim köyümüzde Abdurrahman diye bir adam var. İşte daha evvel katil olmuş. Deli dolu bir adam, kimse ona bir şey diyemiyor, korkuyordu herkes filan. Abdurrahman gece ormandan dört tane ağaç kesip gelirken, biz gençler gördük onu. Kimse bir şey diyemiyor, Abdurrahman’a. Sen ağaç kestin geldin, diyemiyor. Ama biz bir sene Abdal Musa lokmasında, biliyorsun ki, Sünniler de gelebilir Abdal Musa lokmasına, Abdal Musa lokmasında halk toplandı bayağı da kalabalıktı köyümüzün büyük cem evi vardı. İsimlerini hiç unutmuyorum arkadaşların; Kel Mehmet, Kasım, Haydar bir de ben dört arkadaş baktık, Abdurrahman Emmi de geldi oturuyor orada, böyle kaba kaba oturuyor, filan. Kalktık biz, ben önder oldum, niyaz bende oldum, esas bura çok önemli cemlerde, dededen müsaade isteyerek, dededen Abdurrahman Emmi’den davacıyım, dedim. Burada mı Abdurrahman Çavuş dedi, dede. Lakap olarak çavuş derlerdi. O böyle kaba kaba kalktı buradayım, dede, dedi. Dede Abdurrahman Çavuş yola gel dedi, özünü dara ver. Bu genç çocuklar, davacı dedi, o gene kaba tavrıyla kalktı geldi. İşte yarı becerir, yarı becermez şimdi hapiste kalmış bir adam, niyaz bende oldu. Ne yapmışım dedi, dedim ki ben, dede şahitleri de var Abdurrahman emmi’yi bizim köyün korusundan, koru diyorduk o zaman, halk dilinde, korudan dedik, gece meşe ağaçlarını kesip gelirken biz gördük. Bura çok etkiledi beni, yaptın mı Abdurrahman özünü dara ver dedi, dede, yaptım, kestim, dedi. Çok güzel bir taraf oldu Ayhan Bey, bugün de olsun isterdim onu. Dede oradaki canlara ey canlar! Abdurrahman Özlük o da benim sülalemden birisi, ormanımızdan ağaç kesmiş gelmiş bunun cezası ne olsun, ne olmalı? Orada halk kendi aralarında toplantı, sohbet etti, konuştular dede ceza vermiyor, dede halka soruyor. Bir sözcü seçtiler 90 yaşında Tutuyan Ebe diye bir kadını kaldırdı ayağa.
Tutuyan Ebe?
Ebe Tutuyan isminde bir kadıncağız kalktı geldi, niyaz bende oldu, oğul oğul dedi bunun cezası ne olsun biliyor musunuz? dedi, işte koyun kes, kurban kes falan, filan, derler o tür muhabbetlerde. Orada halkın aldığı bir karar var, Abdurrahman Çavuş’un dedi cezası dağın göğsünde boş bir alan var, inşallah gidip görürüz orayı, o alana meşe palamudu dikecek, diksin dedi. On çuval meşe palamudu dikecek. Cezaya bak, güzelliğe bak. Şu anda o cezadan dolayı benim köyümde orman var Ayhan Bey.
O cezayı Tutuyan Nene verdirdi, ormana kavuştunuz?
İnanır mısın şimdi bakın Alevî ibadetindeki güzelliğe bakın beyefendi. Alevî ibadeti çevreci, toplumcu.
Bu kaç yılında oluyor?
1959 yılında. 1959 yılında Abdurrahman Çavuş’a niyaz bende ol dediler, niyaz bende oldu, kabul mu? Eyvallah dede dedi, o koca kaba adam büküldü, eyvallah dedi. Çünkü o bir koç kes, bir koyun kes falan filan denecek, onu bekliyordu. Tabii bu arada kış Mart ayı gelirken vatandaş toplandı, bizim köylerde meşe, meşin palamudu toplarlar, kuyularlar yere, davarlara filan verirler, yedirirler. 10-15 çuval pelit toplandı ki, halkı da birlik oldu, Abdurrahman da önderlik etti, önünde o dağın göğsüne 10 çuval pelit meşe peliti. Şimdi o cezadan bizim ormanımız var sevgili Ayhancığım.
Çok çarpıcı bir örnek, tarihi bir örnek.
Burada geçen sene cemimizde aynı şeyi uygulattım ben. Temsili bir ceza verme olayını bizim aşıklardan birinden davacı oldum falan ki şimdi bana sorarlar işte ya sen biraz cemleri çok severek anlatıyorsun, geniş alanda biraz sevecen anlatırım galiba. Biraz özetini, olması gerekeni, barışçılığını, paylaşımcılığını, toplumsallığını ve beni bunlar çok etkiledi, Alevî ibadetleri bir de şu vardı, bizim dedemiz oğul cennet için yapma, halk için yapın, diye bir dua ederdi. O yaşta, o çağda, o insan onu söylerdi. Bizim cemlerimiz böyle... Bunun içinden çıktım geldim, ben.
Haydar Dede, Haydarî Sultan kimdir, türbesi var, şimdi Keskin Tekke Köyü’nde Haydarî Sultan’ın türbesi var, bununla ilgili bilgiler, nelerdir onu kısaca bize anlatır mısınız?
Sevgili Ayhan can orada bir şeye söz verirsen onu anlatacağım sana. Çünkü o bir araştırma konusu. Dokümanın yarısını tamamladım beceremedim. Onu inşallah kısmet olacak o araştırmadan bir kitap çıkarmayı düşündüm. Orada, müthiş bir acı, bir yara var benim köyümde. Yara şu; Fuat Köprülü’de, Nezihe Araz’da da gördüğümüz gibi Kutbeddin Haydar, Ahmet Yesevi oğullarından Haydar Hacı Bektaşi Veli’nin gelmesinden az önce, bir müddet önce Kayseri Rum diyarı, Keskin yöresinden o tekfur Bizans’ın yerleşim birimi benim köyümün yeri. Oradan giden haberler Ahmet Yesevi’ye Horasan’a biz burada halk olarak perişanız, Türkler olarak bize yardım gönderin. Ahmet Yesevi bütün öğrencileri daha mezun olmamış, gönderecek er bulamadı bu tarafa efsane bu, tarih kaydı bu. 12 yaşındaki oğlu Kutbeddin Haydar’ı beline kuşak, başına tuğ giydirerek beş bin askerle Anadolu’ya gönderir. O Kapadokya Bölgesi’ne, Kayseri Rum Diyarına gelindiğinde Kutbeddin Haydar o da Fuat Köprülü’nün bir yorumu var, her nedense Kutbeddin Haydar Allah demediği için, o biraz orayı metafiziğe götürmüş olacak ki, beş bin asker kılıçtan geçirilerek Kutbeddin Haydar da bugünkü türbenin olduğu yerde beş yüz adet papazın eğitim gördüğü bir kilise, kilisenin kalıntıları halen var orada türbenin olduğu yerde. Kilisenin zindanına tutsak edilmiş, yedi sene orada tutsak yatmış. Bir gün Hacı Bektaş Veli Ahmet Yesevi buluşmasında Ahmet Yesevi Hazretleri öğrencilerini mezun edecek fakat içinden bir ah çeker. Hocam niye hüzünlendin, diye soru sorulur o akşam son yemekte o da der ki, sizin gibi bir genç oğlum vardı, keşke bu son yemekte aranızda olsaydı der, öğrenciler hocam nerede derler, şu anda Kayseri Rum Diyarı’nda bir kilisenin zindanında tutsaktır. O zaman öğrenciler derler ki, hocam ruhsat ver, izin ver ki gidip alıp gelelim, mümkün değil gitmesi güç, der, ona ancak mucize gerek der, efsane de Hacı Bektaşi Veli kalkar, rica eder der ki, hocam izin verirsen ben alıp geleceğim. İşte tabii efsaneler vardır. Hacı Bektaşi Veli niye duvara bindi, güvercin donunda geldi efsaneleri vardır bize anlatılanlar böyle. Bir güvercin donunda kalkar şimdi ilginç bir şey var, dağın başında bir kaya var, Ağlayan Kaya, diye bir kaya var. Oraya konduğu yer belli, tırnak izleri belli tepenin, dağın başında. Uzatmayalım Kubbeddin Haydar’ı güvercin donunda kilisenin olduğu yere iner Haydar’ı kurtarır. Haydar’ın başı kel olmuş, vücut ala getirmiş benim sülalemde vücut alaları vardır, vücutlarında ala vardır.
Al yani beyazlık.
Kutbeddin Haydar’ı Hacı Bektaşi Veli alır gider oraya. Horasan’a götürür. Öğrenciler dağıldıktan sonra Ahmet Yesevi der ki; Ya Haydar ben yalnız kaldım, bu yaşlı halimde beni yalnız bırakma. O da, baba ben orada eziyet, çile çektim, orada halk beni bekler, der. Anadolu’yu ilk Türkleştirenlerden biridir, Kutbeddin Haydar.
Şimdi böyle bir araştırma var benim elimde. Ona ekonomik gücüm de yetmedi 84 yılından bugüne Kültür Bakanlığı’na koşturdum halen de koşturuyorum, dökümanların bir kısmını da topladım, Nejat Hoca’yla bir gidelim filan dedi Nejat Hoca. O Hasan Dede kitabını yazdı böyle küçücük bir şey. Böyle bir sıkıntı var.
Yani belli bir yere kadar siz kendi çabalarınızla getirdiniz, bir profesyonel el buna el atmalı. Kitaplaştıramadınız, eksikleri gideremediniz, fakat Haydar Dede hakkında bazı dökümanlar var diyorsunuz. Kutbeddin Haydar, Hoca Ahmet Yesevi’nin kendi oğludur, Hacı Bektaş’tan önce Anadolu’ya gelmiştir, Keskin’dedir yeri, yurdu, bir ocaklık vardır, türbesi de oradadır, diyorsunuz.
Hatta bizim köyde bu niye önemli diye, bana soru da soruldu. Senin ecdadın, sülalen olduğu için mi önemli dendi. O da önemli, ama bugün benim köyümde sevgili Ayhan can bir rant olayı var. Müthiş bir rant var, bir sömürü var, bunu kendi köylülerim duysa bana belki darılacaklar ama üç defa Haydar Sultan Turizm ve Tanıtma Derneği’ni kurmaya çalıştım, köylülerimiz buna müsaade etmedi. Devletin eline geçecekmiş gibi, o rantı kaybetmemek için çok çabaladılar bu çok acı.
Peki bu rantlar köye geri dönüyor mu? Bu rantla bir şeyler yapılıyor mu köye?
1986’lı yıllardaki seçimlerde, artık demokrat olduğunu sandığımız bir muhtar gönderdik. Ankara’da ve Kırıkkale’de yaşayanlar bir proje hazırladık, gençler olarak, meseleleri bilen kişi olarak dedik ki, hiç olmazsa bu rant buradan elde edilen gelir topluma yararlı bir şey için geri dönsün. Giden muhtar, orayı hiç olmazsa belli kişilerin elinden ihaleden kurtarıp, yılda on kişiye vererek, sevgili Ayhan can 15-20 milyar gibi bir geliri geri köye dönüştürsün. Koyunlar kesiliyor, paralar giriyor ve benim köyüm halen daha elektriğe, suya yeni kavuştu o rantın gelmesiyle. Burada göreceksiniz Karınca Dayı diye şiirler vardır. O şiirin anlamı odur. Gelip geçen muhtarlar ilgilenmemişler, çok önemlidir bu yazılarımızı yazarken orada köyü anlatan, eski yönetimleri eleştiren şiirler vardır. Türbe’yle ilgili.
Evet şimdi kimdir o Karınca Dayı?
Ben oradan bir tek dörtlük örnek vereyim size isterseniz.
Uzat ki elini öpeyim hele
Sen bize hoş geldin Karınca Dayı
Sakın sözüme gücenme nola
Köyden biraz haber sorunca dayı
Cıbırın Süleyman alnının Kazım (Cıbırın Süleyman muhtar)
Durmadan çalışır kışın ve yazın
Şeytanla Dadaş’ın neyine lazım
Al bana porsuklar girince dayı
(Şeytan ve Dadaş eski muhtar)
Ankara’ya gidiyor musunuz hiç?
Ankara’ya giderim. Çünkü bu kitabın hazırlanması lazım sevgili Ayhan can.
Buna bir el atılması lazım bu değerler yok olacak. Şimdi şunu söyleyeyim Haydar Dede’den kalma belgeler falan var mı sizde? Kendi orijinal belgeleri, fermanlar, şecereler, beratlar?
Orijinal belgeler olarak şu var, beratları bulamıyoruz. 1984 yılında ben Kültür Bakanlığı’na baş vurduğumda dilekçeme gelen adres şuydu, Keskin Kaymakamlığı. Köy muhtarlığı Keskin Kaymakamlığıydı, köy muhtarlığının onayını aldım, Şeytan Dadaş diyorum, bir şiirim de. Dadaşın Muhtarlığında ulan yine komünistlik yapacan, filan falan dedi, ama gönlünü ettim. Dilekçenin altını imzalattım, Keskin Kaymakamlığının onayını aldım. Keskin Kaymakamlığının gösterdiği yer de Etnografya Müzesi. Müze’de bu adamın kazanı var, koca koca kazanları var, tahta kılıç var.
Müzede Ankara Etnoğrafya Müzesi’nde Haydar Dede’nin eşyaları var?
Eşyaları orada. Fakat ne gariptir ki köy halkı, türbede yatan yatır Haydar Sultan değil, bayağı bir vatandaş yatıyor diye, mahkeme ettiler vakıflar el attı böyle çok ilginç ve acı bir durum var. Bu da bu işi bilen biri olarak beni kahrediyor. Neşet Hoca’yla onu konuşmuştuk, biz. Buraya geldiğimde, geçen sene. Böyle anlattım kısaca özetledim. Aşık çok ilginç dedi, ya bir gidelim filan dede. O Hasan Dede’ye filan gitmiş gelmiş, hatta orada bir su var, kuyu suyu var. Sudan içiyorsun buhardan çektiğin zaman.
Kuyuya baktığın zaman gider, bayılırsın böyle bir yer işte o köy benim köyüm.
Haydarı Sultan’ı ziyaret etmiştik, kurbanlar kestik, Hacıbektaş’a giderken.
Oldu mu?
Şimdi babanız demiş ki, sen okursan başımıza, topluma zararlı olursun, okumadınız ama bu toplumcu cemlerden çok etkilendiniz. Ankara Sanatta rol aldınız, orada kimlerle karşılaştınız, nasıl etkilendiniz ve devrimciliği nasıl seçtiniz?
Rana Cabbar, Tuncer Necmioğulu... Ondan sonra bugünkü sinemada olan eski tiyatrocuların isimlerini pek anımsayamıyorum ama bütün oyunlarını izledim, onları dinledim. Bu arada Hasan Hüseyin Korkmazgil gelip burayı mekan etti, onunla orada arkadaş oldum ve arkadaşlığımız ölünceye kadar devam etti. Ozan Mihneti’yle arkadaşlığımız oldu. Diğer halk ozanlarıyla mesela, rahmetlikle Nesimi Çimen’le arkadaşlığım oldu, Ankara’da Çırakman, Feyzullah Çınar’la gerçi dargın öldü Feyzullah Çınar ama o bazı yanlışlar yaptı rahmetlik, gene de rahmet olsun arkadaşımızdı. O güçlü ses, o güçlü saz.... Keşke kişiliği de o kadar güçlü olsaydı, bu insanlarla beraber oldum.
Şimdi ozanlarla ilgili anılarınız var tabii tatlı, eğri bunlar yaşamın renklilikleri hep.
İyi oldu.
Şimdi toplumculuğa geleceğiz.
Bu arada ben şiir yazmaya da başladım. 68 kuşağıyla beraber 70’li yıllarda 70 yılında bir dernek kuruldu, Halk Ozanları Derneği yine Çırakman, Müslüm Dalkılıç diye bir arkadaşımız vardı. Neşet Ertaş’ın küçük bir dükkanı vardı, Ankara’da. Rahmetli Dursun Cevlani filan vardı. 1974’e gelindiğinde bayağı da çoğaldık Ankara’da. Hüseyin Çırakman gene rica edildi filan toplanıldı bir 15-20 kişilik arkadaşımla Türkiye Halk Ozanları Kültür Derneği’ni kurduk. İşte kurucu üyelerinden birisiyim, haddim olmayarak şu anda halen devam ediyor, Ankara’da. Bir ara 100 küsür üyemiz oldu. Bütün halk ozanlarına çağrı yapıldı işte bir Marksist ozanlar, devrimci ozanlar, normal ozanlar sözlü tartışması oldu. Yani o günden bugüne devam etti. 1974 yılında yine Halk Ozanları Kültür Derneği’yle beraber Pir Sultan Abdal Tiyatrosu’na çağrıldım. Yine Tuncer Necmioğlu, Selçuk Uluergüven yönetimde bir oyun provası başlamış, oraya çağırıldım. Ali Cemal var bizim biliyorsun, ben vardım, Aşık Emini arkadaşımız vardı. Bir sene orayı sürdürdük, 74-75 sezonu. Ondan sonra ferdi yürütüldü, Gençlik Park’ında filan... O arada bir iki ceza serüveni oldu, İşte Diyarbakır’da. Bir Diyarbakır Cezaevi serüvenimiz oldu. 1976 yılı Kurban Bayram’ında İsmail İpek, Mahzuni Şerif, Şivan Perver bir konsere çağrıldık, Urfa Suruç’a ve gittik. Mahzuni kulakları çınlasın, gelmedi. İsmail İpek, Şivan Perver ben vardım, cezalar aldık.
Ne kadar hüküm verdiler?
Sahneyi bıraktık, biz kaçırıldık filan. Suruç Savcılığı o zaman ki DGM Diyarbakır mahkemelerine işte hüküm almadık. Çünkü suç unsuru bulunamadı, şiirler bölücülük kategorisine oturtuldu. Bana soruldu, sen Kürtçe biliyor musun, yok, Keskin nere bura dedim, şuyum gerçekten de dedik, 3000 lira karşılığı geldim, beni buraya çağırdılar, ben halk ozanıyım, çağırdım, geldim. İşte üç defa tutuklayıp götürdüler en sonunda 1984 yılına kadar da sürdü bu, 12 Eylül sonuna kadar. 12 Eylül ile beraber Urfa takipsizlik verdi. Başka da Eskişehir Cezaevi var, Ankara var tekrar böyle ufak tefek serüvenlerim var.
Türkiye’de sol içinde yer aldınız? Ne buldunuz solda, sol düşücede ve felsefede?
Şimdi kiminlesin diye bana sorsalar
Ezenden olmam ki ezilendenim
Eşkıyalar dört yanımı sarsalar
Ezenden olmam ki ezilendenim
Söylerim doğruyu babam da olsa
Dünya parasıyla ceplerim dolsa
Pir Sultan misali boynum vurulsa
Ezenden olmam ki ezilendenim
Adalet kurulsa bir sınav versem
Halkın hakkı için ölsem dirilsem
Nesimi misali dara gerilsem
Ezenden olmam ki ezilendenim
Şiirinizle yanıt verdiniz. Sonra dediniz ki birisi bana dedi ki, Atatürk’ü tanı, Atatürk’ü tanı, bu kayıtlarımızda yok, tekrar soruyorum söyleşinin başında konuştuk. Atatürk’ü tanıdınız mı, nasıl tanıdınız, kimdir Atatürk?
Atatürk’ü ne kadar vasfetsem edemem, tarif demiş öğretmen Arif. Onun vasfı dillere sığmaz. İzin verirsen ben size bir üniversite tezinden Atatürk’le ilgili hatta ilk başı en başı açarsan bir Cumhuriyet Türküsü, şiiri vardır, onu okuyun.
Atatürk’ü tanıdım
Cumhuriyet bir sevdadır
Türkü türkü destan destan
Bir volkandır yanardağlar
Cumhuriyet Türküleri demişsiniz
Şimdi Atatürk’ü tanı diyen kimdi, benim bir amca oğlum vardı, mürekkep yalamış bizim köyümüzün ilk okumuşlarından birisiydi ha bir şey söyleyeyim, bizim köyümüzün serüveni içinde bir şey var. Şu anda Keskin Köyleri içinde en yüksek okuma oranı da benim köyüm. Babamın beni göndermediği okuldan mezun olanların hemen hepsi şu anda ilerlemiş durumda, okuma oranımız köyümüzde yüksek. Ben o yönden sevinçliyim.
İstanbul Samsun Sivas Ankara
Bağımsız bir vatan kurdu Atatürk
Halkının gücünü öz benliğinde
Kurtuluş Savaşı verdi Atatürk
Tüm dünyaya anlatayım
Türklüğü laiklik ilkemiz
Atatürk’ü bilmiyorum benim anlatmama gerek var mı, dünya tanır. Yani artık o sığmıyor bir yere.
Emeklisiniz.
Emekliyim.
Bizimle paylaşacağınız anılarınız vardır mutlaka?
Sevgili Ayhan Can, 1993 yılında Nesimi Çimen, Sefil Selimi ve ben Abdal Musa’dan geliyorduk, bir pazar günü akşama doğru anmalar bitti, bir arkadaşımızın arabasında gelirken, Korkuteli’nden bu tarafa geçtiğimizde Yörük çadırları gördük. Nesimi rahmetli hayli muzipti. Üç tane çadır... Büyük çadırlar kurulmuş, fakat çadırın birinin önünde yaşlı bir nine oturuyor onun yanına yanaştık yaşını sorduk, 90 küsür yaşındaymış. Selam dedik, aleykümselam oğul dedi, bir buyur attı, minder attırdı, oturttu bizi ilginç bir sohbet oldu orada. Oğul dedi hep sazı siz size çalıyorsunuz, bize niye çalmıyorsunuz. Dedik, nine ayran içmeye geldik dedik, dedi saz çalmazsanız ayran yok size. Orada ilginç bir şey çıktı, Sevgili Ayhan can. Öyküsünü yazmaya kalkıştığımız şey oydu. Nine bize ayran vermedi iyi mi? Bizi sıraya çekti özellikle de bana soruyor. Şimdi kadıncağız ayran vermeyeceğim dedi, size, neden dedik, oturun dedi bir hesap verin bakalım. Bana sordu özellikle nedendir çenem herhalde çok ki, dedi ki oğul sana bir sorum var, buyur nene, dedim. Sen nerelisin dedi, Ankaralıyım, Kırıkkale Keskin dedim, şimdi Kırıkkale oldu. İlk soruyu sordu, anan ekmeği nasıl yapardı? Kadın bir şey yakalamış, kültür ortaklığı var ya, kültür benzerliği. Ben kısaca ekini tarlaya ektin, biçtin, yetişti, sürdüm, savurdum, unu öğüttüm getirdim çuvala, büyük çuval, harar filan... Dur dedi, orada harar bizde de var dedi, unu aldım harardan kışın ekmek yapacağız yufka ocak dedim tezeği sacayak o bizde de var. Unun altına serilen, yakılan ateş kültür ortaklığı, dedi ki, oğul bizde de bunlar var, siz dedi, ay tutulduğu zaman ne yaparsınız, dedim ki teneke çalarız, silah atarız filan biz de de var... İşte ocak, külliye, ayak yoluna gitmek, cin çarpar filan şeyi anlattı kadın. Şaman geleneğinden gelen dedi bunlar bizde de var. O zaman dedi, niye bize saz çalmıyorsunuz ayrı gidiyorsunuz, biz ta oralardan yürüyerek geldik, bunun için bize Yörük derler oğul, biz de aynı canız, biz de aynı kanız ne farkımız var bizim? Nesimi’ye dedi ki, sen de bir saz çal bakalım, rahmetli curayı aldı güzel bir deyiş okudu. Gelinler getirin ayranı gayri, dedi. Ayranlar geldi, işte sana bir anı.
Her şeyin bir öyküsü var aslında hayatta. Sizin bazı şiirlerinizin de öyküsü var.
Zaten çoğunun var. Şimdi orada kadın Anadolu rengini ortaya koydu. Biz dedi, akrabayız oğul akraba. Bakın şimdi onun için ben Alevî, Sünni vs. denildiğinde Arap kültürünü yaymak isteyen Alevîlere karşı oldum hep, şiirlerimde de gördünüz belki. Anadolu Alevîliği ben de ağır bastı, çünkü ben köyümde onu doya doya yaşadım.
Doya doya yaşadınız çevrenizdeki Alevî/Bektaşi köyleri hangileri?
Bir Hasan Dede var bize yakın. Onun dışında Haydari Sultan’a bağlı olan Keskin’in 72 pare köyü var, bizim köyle 73 pare köy, Keskin’i araştırdığımda 73 pare köyün iki tanesi Bizans’tan kalma. İkisi de benim köyüme yakın, birisi Cebat Ovası bir de Konur Köyü diye, onun dışında 72 pare köy, 70 pare köy, Hacı Taşan’ın da anlattığı gibi Bozlaklarında Cerit, Yörük, Avşar birliklerinden oluşan köyler. Hep Arap olmayan köyler. Şimdi ne yazık ki gelin görün hepsi asimile olmuş, tamamen Emevi inancını benimsemiş. Hatta Haydari Sultan’a bağlı 14 tane köy var aslında. Yusuf Dede anlatırdı, oğlum derdi, Köprü Köyü’nden tabii biz dağda otururken bizim köyümüzün yeri dağın başında.
Hangi köylerdi bunlar?
Köprü Köyü, Danacı Ovası, Cerit Kalesi, Karakeçili, o dağın dibinde belli köyler var. Gelin görün ki bugün tamamen asimile olmuş.
Başka hangi köyler var?
12-13 tane köy var.
Hangileri, hatırladığınız isimler?
Hayli kalabalık köyler mesela Esat Numunlusu, Gerit Numunlusu, böyle köyler var ki isimleri de belli. Dede Köyleri var, Baba Köyleri var hepsi bitmiş. Keskin’in yetiştirdiği şair ve ozanlar da var.
Kimler mesela?
Şu anda anımsayamıyorum ama, sonlarından Kul Rabia’ya var, Nebi, Kul Rabia’nın köyü Alevî / Bektaşi köyü ama gel gör ki...
Neresi dediniz.
Cin Ali Uşağı Köyü. Ankara’da yedik taze meyveyi diye bir türkü vardır. Meşhur türkü o türkünün sahibi olan kişinin de kız kardeşidir.
Ozanlık nedir, geçmişten günümüze ne yapmıştır ozanlar, şimdi ne haldedirler, gelecekte ne olacak halk ozanlarının hali?
Halk ozanları, bence çok şey yapmıştır, neden? Başa döndüğümüzde Dede Korkut’u ele aldığımızda ozan ekonomik çıkar gözetmeden, o sevdayı ona kim vermişse Tanrı mı vermiştir, içinde yaşadığı toplum mu vermiştir, o sevdadan yılmadan şuraya gelmiştir. Bazen idam olmuş, bazen yanmıştır, bazen tutsak olmuştur, ama bu güzel felsefeyi bugüne taşımıştır. Bunu bence dedelik kurumunu bazı dostlarımız zaman zaman eleştirirler ama ben karşı çıkmadım. Dedelik kurumu ve ozanlık kurumu ikisi çok önemli yandaş olarak hizmet yürütmeli.
Ben onu soracağım, dedeler, ozanlar, zakirler birileri mi bölmüş bunları, bunlar aynı kök değil mi? Ya da yakın olması lazım değil mi, birbiriyle, bu insanların tanışmaları, kaynaşmaları, ortak üretmeleri gerekmez mi?
Şimdi güzel can, tabii eski misyonunu dedelik de yitirdi zaten. Örneğin bana Hacı Bektaş Derneği’nde görev yaptığım sürece hep dede diye geldiler. Ben bunu dışlamaya çalıştım niye, dedeliği beğenmediğim için mi? Belki o misyonunu yitirdiği için. Bilimsel bir kişi olmalıydı dedeler, eskiler bilimsel olmasa da örneğin benim kendi dedemi anlattığımda 1945’li yıllardan 90 yılına kadar benim köyümdeki o çevre köylerdeki diyaloğu iyi kurabildik, barışçı bir diyalog kurduk, bugüne taşıdı, getirdi. Yanında yetişen aşıklarıyla beraber. Ben de dede çocuğuyum ama orada değilim, yani. Hatta Hacı Bektaş Derneği yeni kurulduğunda bizim Kırıkkale’nin köylerinden bir kadın bakıyor ki, Haydar Sultan evlatlarından birisi var. Kapmış çocuğunu bana getirdi ben canlı şahidiyim bunun. Orada da görevliyim, buyur bacı dedim, dede dedi, buna bir oku. Bakın şimdi ilginçtir bu, cebine de iki tane kağıt para koymuş, iki tane 50 binlik koymuş dedim ki, otur bakayım şuraya, birkaç tane de ziyaretçi var. Yüksek sesle dedim ki, bacım niye getirdin bu çocuğu, dede bu çocuk hasta, sizin köye gitmemiz gerekiyor, Haydar Sultan’a, Türbe’ye ama gidemedik dedi, sen buradaydın sana getirdik. Oturttum bacıyı oraya, bakın, dedim, ben dede filan değilim, o köylüyüm ama sonra, dede de olsam benim yapacağım dua bu çocuğa bir şey vermez bak kardeşim paranı cebine sok bu çocuğu da al doktora veyahut hastaneye götür. Sanırım dedelik kurumunun eleştirilen yönü buydu. Ha biz buna belki zamanla karşı çıktık neden? Şimdi Ayhan Can, güzel can bilgisayar mühendisi olan bir Alevî genci, o Alevî dedesinin üç tane olayının dışında anlattığını kabullenmekte zorlanır. Ama neyi kabulleniyor genç, toplumsal barışı, toplumsal paylaşımı, toplumsal mahkemeyi, yargılamayı benimsiyor. O da var zaten Alevî ibadetlerinde, Alevî cemlerinde. Bizim dedelerimiz şunu yaptı zamanında belki gittiler üç beş kuruş toplayıp gelip dedelik kurumuna zarar da verdiler. Ama bunu yapmayan güzel insanlar da vardı, örneğin benim köyümde Yusuf Dede benim ailemde iki tane dede vardı, görgülemeye giderdi, görgü yapmaya giderdi. Hanımın amcası vardı, Hasan Dede vardı o gidip toplardı, bayağı da para biriktirdi, Kırıkkale’den arsa vs. aldı. Hepsi gitti, çocuğu da yoktu. Benim hanımıma kalacaktı mal kalsaydı iyiki kalmadı. Ama Yusuf Dede’yi gelip götürürlerdi, onun başka bir şeyi vardı, beni etkileyen yönü şuydu, akrabalığın ötesinde ben iki defa da onunla Sungurlu’nun köylerine gittim. Orada biriken hakkullah deniliyor, onu çağırır köyün yaşlı kişisini ya da muhtarını onun huyu öyleydi der ki, oğul bu köyde muhtaç olan kimler varsa lütfen bunu dağıtın. O da öyle bir dedeydi, ben o kuruma saygı duydum hep. Dedelik kurumu öyle olmalıydı, ozanlık da bu olmalıydı.
Peki nasıl koptu ve ozanlar nasıl, niye eski işlerini yerine getiremedi? Toplum değişti tamam ama ozanlar da değişti herhalde biraz.
Vallahi bana bu şiirleri neden direkt söylüyorsun, yazıyorsun diye, bir soru soruldu. Galiba sorunun cevabı herhalde burada ortaya çıkacak siz sormadınız ama ozanlar neden, ne yapıyor, ne yaptılar, ne yapmalı diye? Ben bir şey söylemeye çalıştım hatta dediler ki ben eleştirildim, bilim, sanat ve dil ustaları tarafından senin şiirlerinde ustalık, sanat biraz az söyleyeceklerini direkt söylüyorsun neden, dediler. Bunu beceremediğin için mi, böyle yazdığın için mi, direk söylüyorsun, bilerek mi direkt söylüyorsun, dediler? Sizin sorunuza sanırım cevap orada çıkacak ortaya. Ben de dedim ki bakın, o halkla da bağlantılıyım. Dede Korkut’tan günümüze kadar, Dedem Korkut, Pir Sultan, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal hatta Nasreddin Hoca besletmiş bu topluma, bu toplumun galiba algılaması biraz daha var ama hicvi pek anlamıyor herhalde hicvi seviyor, edebiyat olarak seviyor ama uyanması, algılaması geç. Onun için ben örneğin Susurluk Destanı’nı yazarken direkt söyledim, bağımsız bir yargıç olsaydın, diye başladım, Susurluğun içerisine bir sürü şey sokmaya çalıştım. Belki sanat estetiği az ama anlatılması gereken bazı olaylar vardı.
Onun için halk ozanları artık çağdaş şiirde olduğu gibi gül, bülbül gibi vs. filan değil, bugün bir şey varsa, şurada da gördüğümüz gibi kurt ile kuşa bir sualimiz var şiirlerinde olduğu gibi artık bunun direkt söylemenin zamanı gelmedi mi güzel can. Kardeşim 59 yıldır memleketi batırdınız ya. Bundan sonra akıllı olun size soruyoruz yani bu halkın adamca yaşaması gerekir. Bence halk ozanları bugün artık söylemeli bunu, halk da bunu anlamalı.
Yani süslemeden, yalın bir şekilde yazmak. Şunu kabul etmek lazım günümüzde çağdaş şairler olsun, halk ozanları olsun toplumsal sorunları da dile getirdikleri şiirleriyle öne çıkıyorlar. Kişisel, sevgi, doğa, aşk, gökyüzü, ülke. Değişik sevgi temalarını da işleyen şiirler var. Siz her ikisinde de bu yalınlığı savunuyorsunuz.
Belki orada kurtulamadığım bir şey var benim. Bir doğayı anlatırken, toplumdan kurtulamıyorum kendim, toplum bende ağır basıyor.
Toplumsal temaların yoğunlaştığı şiirleriniz fazla?
Şimdi bir Gökbük’ü anlatırken Gökbük’ün de sorunları var yani. Gökbük hep göründüğü gibi öyle yeşillik, içinden çay akan, balıkları olan falan bir doğa güzelliği olan bir Gökbük değildir sadece.
Yani dünyaya ve yaşama sorunlarını ön plana çıkararak bakıyorsunuz, öyle diyebiliriz.
Bence öyle olması gerekiyor ya da. Ben ondan kurtaramadım kendimi.
Kurtaramadım değil, herkesin özgünlüğü orada, herkesin bir yapısı vardır.
Sevgilimi anlatırken ben toplumsal konu ağır basıyor. Çünkü sevgilim ya da ben, toplumdan ayrı da değiliz.
Peki sizi yorduk.
Estağfurullah.
Çok sağolun, ağzınıza sağlık sizi tanıdık, sizi sevdik, çok güzel, çok mutluyum bugün peki sazlar nasıl konuşur, konuşur mu sazlar?
Sazlar konuşur, şöyle eğer bülbül az olan bir bahçeye girerse öter, ötmesini bilir. Ancak ben son şiir olarak bir şey söyleyeyim.
Evet.
Birbirimiz anlamadan kınadık
Boştan yere buna küsüldü dostlar
İhtiyar değiliz ya neden bunadık
Dostça merhabalar kesildi dostlar
(Sizin bu son sorunuza galiba cevap bu olacak herhalde. )
Toros Dağları’nın sulak yaylası
İnsanın kendidir kendi aynası
Birlikten öteye yoktur çaresi
Neden ensemize basıldı dostlar
Keskinli Haydar’ın bozuk zamanlar
Bizi ancak bizden olanlar anlar
(Derviş Kemal’a bir gönderme var. Bizi ancak bizden olanlar anlar o sözcükte onun bir şeyi var. )
Birlik olun diyen güzel insanlar
Hallacı Mansurca ya da Pir Sultanca asıldı dostlar. Ozanın asıl görevi birleştirmektir. Söylenecekleri artık direkt söylemek zamanı geliyor. Çünkü bunu Dedem Korkut söylemiş, Yunus söylemiş, Nasreddin Hoca, daha niceleri bahsetmiş bunlardan.
Bu gerçek sözlere kızmışsan eğer gelme diyor, Derviş Kemal.
Buradan ona da bir selam olsun, sevgilerim olsun, özledim.
9 Mayıs’ta Uzunköprü’deydik, biz biraz geziyoruz, Hakk yardım ederse daha da gezeceğiz.
Bir daha giderseniz kucakla benim için.
Gezeceğiz, Trakya’ya da gideceğiz, gücümüz, ömrümüz yettiğince araştırcağız, gezeceğiz, güzellikleri derleyeceğiz. Ağzınıza, dilinize, sazınıza sağlık.
Ayrıca da böyle güzel uğraşan, bu güzel zahmete katlanan, buraya kadar gelen sen güzel dosta da sevgiler sunuyorum.
Söyleşi; 02.06.1999, Antalya
ESERLERİ
Toplu şiirleri ilk kez bir lisans tezinde yayımlandı:
T.C. Pamukkale Ü. Fen Edebiyat Fak. , T.D.E.B. , Lisans Tezi, Dilek Doğan, Keskinli Aşık Haydari (Kaya Özlük), 1998, Denizli
KAYA ÖZLÜK (II.)
(AŞIK HAYDARİ)
Sizce “Halk Ozanlığı” neyi ifade ediyor? Adını kullandığı kitlenin söylemek isteyip de söyleyemediği bütün meseleleri objektif olarak birinci elden seslendirir.
Halk Ozanlığı sizce ne zaman ve nasıl başlamıştır? Ozanlık Dede Korkut’tan da öte bazı inanışlarda bile görürüz.
Çocukluk döneminizdeki ailesel ve çevresel şartlarınız nasıldı? Perişanlık içinde geçti ve rahatsızdım.
Köyde mi, kentte mi doğup-büyüdünüz? Köyde doğdum. 8 yaşında el kapısına çıktım, okul görmedim, ben beni yetiştirdim.
Bir Alevi ocağına bağlı mısınız? Haydar Sultan Ocağına bağlıyım.
Küçüklüğünüzde ve gençliğinizde cemlerde bulundunuz mu? 1948’den 1960’a kadar küçük yaşta ceme alındım.
Dedeler, zakirler, mürşitlerle bir arada yaşadınız mı? Sizce dedeler kimlerdir? Saz çalmamdan ötürü zakirliği idare etmeye çalıştım. Kış günleri dedelerle bir arada kentleşme başlayana kadar pir ve mürşitlerle beraber haldaş oldum. Dedeler toplumun hakimi, savcısı, dedesi, babası hatta çok şeyi olan kişilerdir.
İlk şiir tecrübeleriniz nasıldı? Ne zaman şiir yazmaya başladınız? Abdal Musa ceminde başladı.
Şiir yazarken özendiğiniz, örnek aldığınız, ozanlar kimlerdi? Eski aşıkların, ozanların kurmuş olduğu sağlam temeller üzerine güncel malzeme kullanıyoruz.
Dünyaya bakışınız, insan, tabiat hakkındaki fikirleriniz nelerdir? İnsan ve bütün canlılar özellikle de temiz iyi korunan bir doğa elbette, her bilimsel ozanın ilham kaynağı ve aşkıdır.
Şimdiye kadar katıldığınız yarışmalar hangileridir? Birkaç tane yarışmaya katıldım.
Aldığınız herhangi bir ödül var mı? Bazı ödüller aldım.
Yayımlanmış kitabınız var mı? Cumhuriyet Türküsü adlı bir kitap ve çeşitli antolojilerde şiirlerim.
Sizce Hz. Ali nasıl bir insandı, en önemli özellikleri nelerdir? Hz. Ali örnek bir kişilik, özdeyişleriyle, yaşamıyla örnek bir devlet adamı, Kerbela ise hiçbir canlıya yakışmayan melanettir. Matem şiiri yazılabilir bir olay.
Alevi -Sünni farklılaşması ve Alevilerle Sünniler arasındaki kaynaşma hakkında neler düşünüyorsunuz? İki toplumun birbirini ve kültürlerini çok iyi tanımasını öneririm. Yunus, Pir Sultan, Nesimi, Hatayi onlar dünya insanlığının ortak malıdır.
Atatürk ismi size neyi ifade ediyor? Atatürk’ün Türk insanına getirdikleri nelerdir?
Türkiye’nin geri kalmışlığını nelere bağlıyorsunuz? Türkiye’nin geri kalmışlıktan kurtulmasının tek şartı kültürel yönden kendini geliştirmesine bağlıdır. Ayrıca da demokrat olmanın yolu da oradan geçer.
Sizce Halk Ozanları toplumsal olarak ne gibi işlevleri yerine getirmişlerdir? Halk ozanları, halkın türkülerini, ağıtlarını, acılarını daha sayılamayacak örneklerle dile getirmişlerdir.
Ozanlara ekonomik destek sağlanması için neler yapılabilir? Ozanların eserlerinin korunması, kasetlerinin, kitaplarının basılabilmesi için neler yapılabilir? Ozanın desteği demokrat kitle kurumlarıyla dayanışma içinde çözülür, ancak karşılıklı ve iyi niyetli olunursa eserler korunur. Kitabı da kaseti de yapılabilir.
Dedeler, babalarla ozanlar arasındaki ilişkilerin daha yoğun olabilmesi için neler yapılabilir? Dedenin ozanı olmasa ayağının biri topal gibi olur, ozan cemlerde aynı durumdadır. İlişkilerinin daha yakın olabilmesi için Cem Vakfı gibi benzeri kurumların elini taşın altına sokarak tabii ki buna o sevgili halkımızın da desteği ile burada görüp de sevinç gözyaşları döktüğü cemevi gibi yerlerin daha da çabalarla dedelik ve ozanlık yani zakirlik kurumu yasalar içerisinde hayata geçirilmesi önerimdir. Ancak o zaman dede ve zakir yakınlaşması daha iyiye gider.
Köyünüzü çevreleyen Alevi/Bektaşi köyleri var mıdır? 70 köyün 69 tanesi cerit, Afşar, Yörük ve Türkmen kökenli olmasına rağmen tamamen asimile olmuşlar. Sadece benim köyüm tekke köyü olduğu için yarı buçuk bizlerin de varıp gelmesiyle Alevi kimliğini koruyabildi. Danacı obası, Hacı obası, Cabat obası, Aşağı şıh, Halil dede, Barak obası gibi.
Piriniz hangi ocaktan gelir? Haydar Sultan.
Rehberiniz hangi ocaktan gelir? Hacı Bektaş.
Varsa köyünüzdeki dergahın ve türbenin adı ? Ahmet Yesevi oğlu Kubbettin Haydar’ın türbesi vardır. Bazı hastalıklara iyi geldiği gözlenmiştir. Yılda binlerce kişi ziyaret eder. Beş yüze yakın kurban kesilir.
Türbedeki zatın soyağacı, özellikleri? Ahmet Yesevi oğlu olduğu yazılıdır bazı belgelerde.
Köyünüzdeki ziyaret yerleri ve yatırların adresleri? Haydar Sultan, Ağlayan Kaya, Ziyaret Tepesi.
Çevre köylerdeki ziyaret yerleri ve yatırların adresleri? Konur köyünde Cılbak Ali Sultan, Kızılırmak kenarı Halil Dede köyünde Musa Dede, Kulu dede türbeleri
Yörenizde bir kültür veya dini inançsal anma etkinliği yapılıyor mu? Yapılıyorsa, tarihi nedir? Hasan Dede Karpuz Festivali, Kara Keçili’de bir başka anma yapılır.
Eşiniz Alevi mi, Sünni mi? Eşiniz Alevi ise dede kızı mı, talip kızı mı? Alevi, dede kızı.
Oğlunuz evliyse, eşi Alevi mi, Sünni mi? Aleviyse dede kızı mı, talip kızı mı? Alevi, dede kızı.
Kaç yaşındasınız? 61.
Mesleğiniz ya da işiniz nedir? Emekliyim.
Varsa, çocuklarınızın isimleri nelerdir? Vildan, Figen, Suna, Caban.
Sizce Türkiye’de ne kadar Alevi/Bektaşi vardır? 22 milyon.
Hangi çalgıları kullanıyorsunuz? Saz, bağlama, keman gibi.
Hangi Alevi Bektaşi anma etkinliğine katılırsınız? Abdal Musa, Hacı Bektaş Veli, Veli Baba anma törenlerine 10 yıldır katılırım.
Muharrem orucunu ne zaman ve ne kadar tutarsınız? Kurban bayramından 20 gün sonra 15 gün tutarım.
Hızır orucunu ne zaman ve ne kadar tutarsınız? 3 gün.
Hz. Ali’nin doğum günü olarak hangi günü kabul ediyorsunuz? 21 Mart Nevruz.
Bağlı olduğu ocak : Haydar Sultan
Nüfusa kayıtlı olduğu il : Kırıkkale
İlçe : Keskin
Köy : Haydar köyü
Köyün hane sayısı : 75
Köyün nüfusu : 300
Köyde yaşayanların sayısı : 300
Şehre göç edenlerin sayısı : 800
Köyde konaklama yeri var mı? Varsa kaç kişiliktir? Cemevi var.
Görüşme tarihi: 13 Mayıs 2000
Kısaca yaşam öyküm
10 Kasım 1938, Keskin Haydar Dede köyü doğumluyum. 7-14 yaş arası el ve ağa kapılarında hizmetkarlık, 14-18 köye dönüş ve yine çobanlık ama bu arada köyde cem zakirliği yapmaya çalıştım, Aşık Bektaş Gazeloğlu’nun yaninda.
1959’da asker oldum. 1961 askerlik dönüşü Ankara serüvenim başladı. Aktaş yetiştirme yurdunda bir iş buldum. Bulaşık yıkamaya başladım ve dört senede iyi bir tabldot aşçisi oldum. Bu arada şair ve müfettiş Öğretmen Arif ile taniştim. O sayede Mahsuni ve isim ustam Aşık Veysel’le tanıştım. (1963)
1968 de Enerji Bakanlığında baş aşçi olarak petrol ofisi kadrosunda göreve başladim. 12 eylül döneminde emekli olmak zorunda kaldim.
1974 yilinda Ankara Sanat’ta Pir Sultan oyununda birkaç arkadaşımla rol aldım.
Yayınlanmış eserlerim:
(1) Pamuk Kale Üniversitesi Fen Edebiyat Bölümünden dilek doğan bitirme tezi.
(2) Cumhuriyet Türküsü isimli bir şiir kitabi (Kutlu Avci Matbaacilik Yaşar Koç Sponsorluğu ile)
(3) Ozanlar Vakfi Yayinlarinda (35) Sayfa (Ozanlardan Bir Demet Antoloji)
(4) Günümüz Alevi Ozanları (600) sayfada (40) sayfa
Son arzun nedir diye sorsalar? Paslanmış, kirlenmiş, çıkar hırsi ile dolmuş yüreklere sevgi, saygı ve yine sevgi dolsun, derim.
68 yıllık hayat serüvenini kapatırken;
Geçmişime biraz fazla takıldığıma sakin kızmayın, eskileri irdeleyip kavga ve nefret yaratmak değildir asla amacım, aksine o günlerdeki yanlışlardan derslerin çıkarılmasıdır gayem.
Horosan Hoyundan
Aslım geldi horasandan boyundan
Neslimi sorarsan haydar soyundan
Sülalem sulandı bağrek suyundan
Ata yurdum olmuş bağrek dağlari
Yürüdükte geldikte ordan diz dize
Yörük, cerit, türkmen dediler bize
Aşk ile bakştık bizler göz göze
Ata yurdum olmuş bağrek dağları
Örenimiz bağrek dağın başında
Hırçın dumanında yalçın taşında
Semah tuttuk boranında kışında
Ata yurdum olmuş bağrek dağları.
Derken bu dizelerin bu coğrafyayi nedenli zorluklarla yurt edinildiğinin anlatımı olsa gerektir.
Türkülerimiz bizim sevdamızdır
Mustafa Kemal ve arkadaşları önderliğinde kurtuluş savaşı verip ulus bir devlet yaratan bir toplum olmamiza rağmen türkülerimize zaman zaman yenik düşeriz. Nedendir bilinmez hep ağit yakariz,türkü yakariz bunlara acilarimizi, tasamizi, sevincimizi, aşkimizi, sevgimizi, hatta göz yaşlarimizi bile yükleriz. Sira gelir bir sevdamizi tasamizi sitemimizi sevdiklerimize, hasret kaldiklarimiza silaya, asker ocağina, savaş alanlarina göndermeye.
Işte gönderme araçlarimizdan bazilari. Bülbüller, turnalar, esen seher yelleri hele hele çağlayarak başini taşlara vuran sular. Çoğu zamanda dağlar oluverir bu sevgi ve sitem gönderme aracimiz. Kimiz zaman olur ki küseriz sitem ederiz kalburla toprağini eleriz. Kimi zaman dağlarini delik delik deleriz. Zaman olur yalçin taşlarina, kimi zaman hirçin dumanina sevgi duyariz. Kimiz zaman yare gitmek için dağlardan yol isteriz. Böyle uzar gider dağlarin türküsü eğer bunlari tam anlatayim derseniz kitaplari doldurur.
Dağlarin türküleri öyle güzel mekanlardir ki bu yerlere yiğit ve yürekli insanlara da korkak ve pisirik insanlara da onun o tertemiz olan yüreğinde yem yeşil ormanlarin içinde yer vardir. Aynen tüm canlilara analik ettiği gibi dostlarim işte bağrek daği da bu dağlardan birisidir.
Orta anadolu’nun tam ortasindan keskinli haydar dede’nin can yoldaşi bağrek daği.
Neden bağrek daği türküsü?
Buram buram anadolu; buram buram vatan koktuğu için payamli tepesi ile esme çeşmesi ile tokali çöğ ve inenin cöğü ile gürem gürem meşe ormanlari ve yeşil yaylalari ile ambarli kişlasi, büyük ve küçük domuzlusu ile mercimek pinari ve erağlani ile her yandan gürül gürül akan sulari ile kurt ini, inin önü ve ağlayan kayasi ile burçulusu, keklik asari, asar kalesi, kara pinar, taşli tarla,biyiğin mezari, sayaca si, sari deresi ve daha saymakla bitmeyen güzellikleri ile ata toprağim olan yaziyla, kişiyla, taşiyla, toprağiyla canim anadolu’mun bir parçasi olduğu için. (!)
Çeşitli medeniyetlere beşiklik ettiği için; dahasi ahmet yesevi oğlu kudbettin haydar’i sultan’in bizleri miras biraktiği için. (!)
Bağrek dağlari neresidir?
Orta anadolu’da kirikkale’nin keskin ilçesinin dinek daği, çiçek daği, bağrek daği olarak da anilan toros dağlarinin yavrularindan bizans yerleşim eksi birimlerinden olan kapadokya’yi ve keskin düzlükleri gibi bazi güzel yurt köşeleri olan bu güzel coğrafyayi bizlere miras birakan ilk üç eren olan ahmet yesevi oğlu olan kudbettin haydar sultan’in ilk gelip yerleştiği yeşillikler ve meşe ormanlari ile bezenmiş etrafinda 15-20 pare köye sahiplik eden binbeşyüz-ikibin metre yüksekliğinde bir yerdir bağrek dağlari.
Söyleşi; AYHAN AYDIN
Âşık HAYDARİ (Kaya ÖZLÜK)
Harun YİĞİT
Aşık Haydari’yi 2006 yılının bir ilkbahar ayında tanıdım.
Mustafa Ceylan hocam bana; “Seni , tam senin kafa dengi bir ustayla tanıştıracağım. Onunla tanıştırdığım için bana dua edeceksin” demişti.
İlk tanışmamızda oldukça duygusal anlar yaşamıştık. Çünkü Haydari babanın uzun yıllar kokusunu özlediği dostlarının yanından gelmiştim Haydari Baba’ya uzaklarda gelen rüzgar misali o dostlarının kokularını taşımıştı karınca hafifliğinde kuş kanadında. İlk gördüğümde iyice süzmüştüm. Saffet Uysal’ın sözleri aklıma geldi hemen; şöyle demişti Saffet abi: “Sigara dumanından ak bıyıkları sararmıştı” sözleri doğruydu.
O günden sonra ülkeme her gelişimde Aşık Haydari’yi mutlaka ziyaret edip görüştüm. Daha sonra Antalya’ya yerleştim. Fırsat buldukça görüştüm ve görüşmekteyim.
Son birkaç yıldır Haydari’nin şiir yazmadığını öğrenince çok üzüldüm. Kendisiyle bu konuyu defalarca konuşup tartıştık. Sadece ben değil Aşık ve Ozan dostları da konuştu ama ikna edemedi onu yazmaya. Yazmak istiyordu ama yazmıyordu. 2010 yılında bir rahatsızlık geçirdi ve Aşık Kazanoğlu ile hastaneye gittiğimizde bile yazması gerektiğini söyledik. Haydari baba bize: “Yazdıklarımdan, çığırdıklarımdan ötürü defalarca mahpus oldum, defalarca işkence gördüm. Ben bu halk için çok acıları sırtladım ama halk nereye çevirmiş yönünü? Uyanmayı istemeyen vurdumduymaz insanlara bundan sonra ne desem nafile” dedi.
Aslında söylediklerinde hiç de haksız değildi.
Eve geldikten sonra Haydari babayı kamçılayacak bişiler yazmalıydım ve yazdım da.
HAYDARİ
Uçurumdan atlayacak sürü çok,
Atlayanlar sağ kalır mı Haydâri?
Özgürlüğe düşkün olan kurda bak
Hiç dumansız dağ olur mu Haydâri?
Topladılar meydanlara yağcıyı,
Gözden çıkartmışlar solcu sağcıyı.
Yürüdüler dövmek için yağcıyı
Hiç bağbansız bağ olur mu Haydâri?
Sahip çıkmaz isen kendi iline,
Acı biber sürecekler diline.
Bakamazsın ay yıldızlı alına
El çaputu tuğ olur mu Haydâri?
İçten kırılsan da yüreğin tunçtan,
Kopmadığın, biliyorum amaçtan.
Gürültüyle düşmek için yamaçtan
Kar yağmazsa çığ olur mu Haydâri?
Bir azınlık Yiğit’leri ezerken,
Zamansızca söylenecek söz erken.
Kimileri vatan için ölürken
Hiç döneksiz çağ olur mu Haydâri?
Harun Yiğit
Ben bu dizeleri yazdıktan birkaç ay sonra beni aradı ve bulunduğum mekana gelerek elime bir kağıt uzatarak “Şuna bakar mısın” dedi. Şiiri okuyunca gözlerim yaşardı; “İşte buydu Aşık Haydari” dedim..
Bu arada gerek görüşmelerimizde gerekse birkaç defa telefonla arayarak bana; “Özellikle senin Mahmut Erdal’a nazireni lütfen ekle” dedi. Bende bunun üzerine üstadı kıramadım ve o nazireyi aşağıya ekledim.
Eşek
(Mahmut Erdal'a Nazire)
Davul çalsak duymuyorsun
Uyanayım deme eşek
İnadından caymıyorsun
Uyanayım deme eşek
Yakalayan semer vurdu
Şu sırtında koca yurdu
Dolaşarak seni yordu
Uyanayım deme eşek
Biri indi biri bindi
Sırtındaki bile dindi
Ne şeytandı ne de cindi
Uyanayım deme eşek
Akılları tartındadır
Muskacılar sırtındadır
Gözleri pıl, pırtındadır
Uyanayım deme eşek
Taşımaya alışmışsın
Sap samana yılışmışsın
Batma görüp ilişmişsin
Uyanayım deme eşek
Biri gelip yemin çalsa
Sana bomboş torba kalsa
Aç kalıp da sıpan ölse
Uyanayım deme eşek
Sırtının her yanı yanır
Seni gören Yiğit sanır
Bir tutam ot için anır
Uyanayım deme eşek.
Harun Yiğit
Yüzündeki çizgiler ezilmişliğin, horlanmanın, yorgun düşmenin ve ülkemin haritasını andırıyor.
Sevgili hocam Sabit İnce, Haydari’nin kitabını bastırmak için bir kaynak bulduğunu ve onun bütün şiirlerini temize geçip kendisine yollamamızı istemesi beni çok heyecanlandırdı. Masal ve öykü yazarı arkadaşım Ali İrşadi’yi aradım ve Haydari babanın şiirlerini temize geçmede büyük emek sarf etti; kendisine katkılarından burada çok teşekkür ederim. Bir an önce Âşık Haydari’nin bütün eserlerini ve onun hakkında yazılanları toparlayıp Sabit İnce’ye yollamak için heyecanla gece gündüz çalışma yaptım. Umarım üstada az da olsa katkıda bulundumsa ne mutlu bana.
Bu yazıyı hazırlarken ayrıca son şiirini de ilk okuyan ben oldum. Bu da benim için ayrı bir onur.
Haydari babaya uzun ömürler dilerken o güzel yüreğinden öpüyorum.
Harun YİĞİT
30 Ağustos 2014