HARUN YİĞİT / VADANDAS OSMAN'IN YERINE HOS GELDiNiZ
  Keskin’li Âşık HAYDARİ
 

 

  

BAĞREK DAĞI’NDAN AKDENİZ'E

Keskin’li Âşık HAYDARİ  (Kaya ÖZLÜK)

Hayatı ve Tüm Eserleri

KAPAK ÇİZİMİ: Harun YİĞİT

Hazırlayan
Harun YİĞİT

 

 

TEŞEKKÜRLER


Âşık Haydari’ye omuz veren başta Kayseri’de Sabit İNCE hoca olmak üzere Şiirleri yeniden yazma konusunda bana yardımlarını esirgemeyen sevgili öykü yazarı Ali İrşi (İrşadi) ve Rukiye Orhan’a teşekkür ederim.

 

İletişim: yigit_harun@yahoo.de

 

KİTABIN İÇİNDEKİ KONULAR

 

1)ULUSAL ŞİİRLER

2)TOPLU ŞİİRLER

3)YÖRE VE BÖLGESEL ŞİİRLER

4)TAŞLAMALAR VE ELEŞTİREL ŞİİRLER

5)ÖĞÜT VE ÖNERİ ŞİİRLERİ

6)DEYİŞLER VE TASAVVUV ŞİİRLERİ

 

 

 

 

 

 

 

    VASİYETİM

 

 

Bir meşe dibine mezarım kazın

Oturun yanıma bir bade süzün

Başımda taş varsa bir dörtlük yazın

İçinde çocuklar, köylerim olsun.

 

30 Yıllık uğraşımın tek amacı

Memleketimin güzelliği

İnsanlarımın mutluluğu

Politik hiçbir kaygım yoktur

Güzelliği över

Çirkini de yererim.

 

Memleketim Dünya inancım sevgi

Dilimde bulunmaz kötü söz sövgü

Silahımda bilim, mermisi aşktır

“Dünyaya bir gözle bakar dururum.”

 

 

 

 

SON ŞİİRİ

 

 

Palan Gerek

 

Vurdum duymaz olduk iy’ce

Yalan gerek bize yalan

Yük çekmeden eşimiz yok

Palan gerek bize palan

 

Anamıza  her sövene

İnanır olduk dövene

Laf ile kendin övene

Yalan gerek bize yalan

 

Bol keseden atıyorlar

Ayrımcılık yapıyorlar

Memleketi satıyorlar

Talan gerek bize talan

 

Vatan millet ve Sakarya

Guya ezan bayrak var ya

Dost Haydari böyle der ya

Falan gerek bize falan

 

30 Ağustos 2014

 

 

 

 

 

ÖZGEÇMİŞİM

 

Asıl adım Kaya Özlük olup 1963 te bir Abdal Musa lokması ceminde tanıştığım Âşık Veysel’in bana köyümün adını mahlasım olarak vermesinden sonra Keskinli Haydarî mahlasını kullanmaya başladım.

10.Kasım 1938’de Keskin’e bağlı Haydardede köyünde dünyaya gelmişim. 1949 yılında Hasandede köyüne hizmetkâr olarak gittim. Hayat serüvenim de böylece başlamış oldu. Oradan ayrılıp 1949 yılında Keskin’e Avni Efendinin çiftliğine başladım. Burada Keskinli ustam Hacı Taşan’ı bol bol dinledim. O arada saz sevdam başlamıştı. Ellili yıllarda köye döndüm. Köyümüzde cemlerde usta âşıkların eserlerini çalıp söylemeye başladım. Bu arada Cingeli âşık Bektaş Gazeloğlu’nun yanında cem zakirliğini ilerlettim.

Babam Menderes döneminde muhtar olmuştu. Beni okula göndermedi. Okursam kâfir olacağımı, milletin başına dert olacağımı söylüyordu. Oysa olayın aslı benim çobanlık yapıp para kazanmamı istiyordu.

Askerlik dönüşü Ankara’da bir yetiştirme yurdunda bulaşıkçı olarak işe başladım. Burada tanıdığım şair Öğretmen Arif sayesinde Ankara Sanat tiyatrosunda bir akşam işi buldum. Burada Hasan Hüseyin ve onun gibi edebiyatçıustalarla tanıştım. 1974 te Çırakman başkanlığında Halk Ozanları Derneğini kurduk. Yine aynı yıl Pir Sultan Abdal oyununda küçük roller ve sazcı olarak bir yıl çalıştım. Eskişehir, Ankara, Diyarbakır cezaevi dinlenme tesislerinde zaman zaman dinlendim.

TRT Antalya Radyosunda Saffet Uysal onbeşe yakın öykülü türkü çalışmamı “Bu Toprağın Sesi” programında yayınladı. Dilek Doğan’da bitirme tezi olarak Keskinli Haydarî adlı çalışmasını Pamukkale Üniversitesinde kitap olarak yayınladı. Üç kızım bir oğlum var. İnsanları, doğayı, güzel olan her şeyi ve herkesi çok seviyorum.

Şu anda Halk OzanlarıVakfı üyeliğini ve kimliğini onurla taşıyorum.

 

Ben o dağların çocuğuyum. 1940 lı yıllardı. Çocuktum, çiğdemini kazdığım Bağrek Dağının tepesinde ören yıkıkları vardı. 20-25 hane kadar. Hele biri vardı ki oldukça büyük ve genişti. Bir gün merak ettim köyümüzün en yaşlı dedesi olan Yusuf Özlük dedeye sordum. “Dede, ören yerleri, mezarlık ve bir de büyükçe ören yerimiz var. Nedir bunlar?” dediğimde “Şimdi oldu oğul. Arkadaşlarını da topla gel anlatayım. Mevsim kıştı. Arkadaşları topladım yanına gittik. Ocakta tezek yanıyordu. Bizim dağların ürünü olan meşe palamudunu közleyip bize ikram ederken anlatmaya başladı.

Bakın Oğul, yıl 1517 de tahta geçen Selim önce babasını, sonra da iki kardeşini ve kardeşinin çocuklarını boğdurarak öldüren bir padişahtır. Safevi Devleti Hükümdarına şöyle bir mektup yazar. “Ey Şah İsmail, Seni pis Türk. Seni korkak Türkmen, Kızılbaş. Kelleni almaya geliyorum.”der ve (400000) Türkmen Alevi’sini katleder.

1200 lü yıllarda Orta Anadolu’yu Türkleştiren Ahmet Yesevi oğlu Kubbettin Haydar Sultan’ın türbesi Bağrek Dağının eteklerinde idi. Haydar Sultan’ın evlatları 1517 ye kadar 20-25 hane olmuşlardı. Onlar da –o zamanki gür ormanların içi olan– Bağrek Dağının tepesine göçmek zorunda kalmışlar.

Çocuklar işte o ören yerleri bizim atalarımızın mekânları. O mezarlık da atalarımızın mezarları. Büyük ören yeri de Cem Evidir. Aynı inançtaki komşu köylerden de oraya ibadete gelinirmiş. Özellikle Köprü köyünden… Onun için ben bu dağların çocuğuyum. Hayranım ormanına, kuşuna. Taşına, toprağına; Ambarlı Kışlasına, Tokalı köyüne, Esme Çeşmesine, Bağreğin tepesinden Köprü ovasının ve Kızılırmak’ın kıvrılarak akışına… Velhasıl Bağrek Dağına aitim. Onun için ben bu dağların çocuğuyum.

SOYUM-ŞECEREM

Küçüklüğümde etrafı yeşil meşe ormanlarıyla kaplı, güzellikler diyarı Bağrek Dağı eteklerinde Kayser Rum diyarında Bedahşan eli Keskin diyarına /kılcı/ Karapınar/ Bıyığın mezarı gibi Bizans yerleşim birimlerine Anadolu’yu Türkleştirmek için gelen Kubbettin Haydar’dandır neslim…

ATALARIMIN ANLATTIKLARI

Kubbettin Haydar Ahmet Yesevi’nin oğlu. Ondan gelen bie evlat, ondan doğan üç evlat Şeyh Musa, Şeyh İbrahim, Şeyh Yusuf. Bu üç insandan gelenler önce Kılcı’ya, sonra Bağrek Dağının başına, daha sonra da tekrar türbenin yanına sonra da şimdiki yerine yerleşirler.

Şeyh İbrahim’den Hasan Ali milleti lakabıyla anılan Deli Hasan, Yakup Kâhya ve Kolağası gibi isimlerden üremiştir. Cumhuriyet dönemi Özlük soyadını almışlar. Dokuz kardeşten biri olarak Asım’dan “Müdür Milleti” lakabıyla anılan Suna’dan doğmuşum.

 

 

Kaya ÖZLÜK (Âşık HAYDÂRİ)

 

 

BEN KİM MİYİM?

 

Neden, niçin, hangi sebeple olduğunu bilmiyorum ve halen öğrenmiş değilim ama

10 Kasım 1938 de Hacı Taşan’ın memleketi olan ben Âşık Haydâri’yi ve daha birçok Türkmen Ozanını yetiştiren eskiden Ankara, şimdi ise Kırıkkale’ye bağlı şirin mi şirin bir ilçe olan Keskin ilçesinin Haydar Dede (Bakanacak) köyünde anam Suna ve babam Asım Çavuş’un bir yanlışları sonucu doğmuşum.

 

Daha küçük yaşta 1946 da Hasan Dede köyüne bir Cıbır Ağa bozmasına hizmetkâr olarak kiralanmışım. O gün başlayan hayat serüvenimle bir dikilmişim ki ayağa o gün, bu gün halen bir sürüngen gibi ayaktayım.

 

 

SANATSAL YAŞAMIM

 

Hacı Taşan’dan etkilendim, saz öğrendim. Köyümüz bir Alevi-Bektaşi ve bir tekke köyüdür. Köyümüze gelen ozanları dinlemek ve –biri de Âşık Veysel olmak üzere- onlardan etkilenmenin sonucu saz ustası ve Âşık Veysel’in –köyümün adından dolayı- verdiği mahlasla Âşık Haydâri oldum,

 

Cem Zâkirliği, Âşık Bektaş Gazeloğlu’nun öğrettiği ve askerlikten sonra köyden kente kopuş, bir yetiştirme yurdunda iş, burada şair ve öğretmen Arif Aslan’la ve böylece edebiyat ve edebiyatçılarla ve de tiyatro ile daha sonra da Hasan Hüseyin ve Mumcu’lar gibi bir yığın güzel dost insanlarla velhasıl hayatın gerçek yüzü ile tanıştım.

 

Çırakman başkanlığında birkaç arkadaş Ozanlar Derneği’ni kurduk. Ankara Sanat ve Pir Sultan oyunlarında zaman zaman roller aldım. Diyarbakır sur içi, Ankara Ulucanlar ve Eskişehir gibi güzel illerin Ceza ve Dinlenme tesislerinde zaman zaman dinlenme olanağı bulabildim. Şimdi buradayım.  Kendini insan gibi gören ve insanca düşünen herkese merhaba!

                                          Kaya ÖZLÜK (Âşık Haydâri)

 

YAYINLANMIŞ ESERLERİM

 

1)Pamukkale Üniversitesi Fen ve Edebiyat Bölümünden Dilek Doğan 1998 Bitirme Tezi,

2)Cumhuriyet Türküsü isimli bir şiir kitabı (Yaşar Koç destekleyici) Kutlu Avcı matbaacılık,

3)Ozanlar Vakfı yayınlarından olan “Ozanlardan Bir Demet Antolojisinde (35) sayfa,

4)Cem Vakfı yayınlarından olan “Günümüz Alevi Ozanları” isimli eserde (40) sayfa.

“Son arzun nedir?” diye sorsalar;

 

“Paslanmış, kirlenmiş, çıkar hırsı ile dolmuş yüreklere sevgi, saygı dolsun, Bağrek Dağı ormansız kalmasın derim.

 

 

70 YILLIK SANAT HAYAT SERÜVENİMİ KAPATIRKEN

 

Geçmişime biraz fazla takıldığıma sakın kızmayın. Amacım eskiyi irdeleyip de kavga ve nefret yaratmak değil; aksine o günlerden ders çıkartılmasıdır.

 

 

 

HORASAN HOYUNDAN

 

Aslım geldi Horasan’ın Hoyundan,

Neslimi sorarsan Haydar soyundan.

Sülâlem sulandı Bağrek suyundan

Ata yurdum olmuş Bağrek dağları.

 

Yürüdük de geldik ordan diz dize,

Yörük, Cerit, Türkmen dediler bize.

Yüzyılların ötesinde ötesinde bu gize

Ata yurdum olmuş Bağrek dağları.

 

Örenimiz Bağrek Dağının başında;

Hırçın dumanında, yalçın taşında…

Semah tuttuk boranında kışında

Ata yurdum olmuş Bağrek dağları.

 

Derken bu dizelerin bu coğrafyayı ne zorluklarla yurt edinildiğinin anlatımı olsa gerektir.

 

 

 

ÖZÜR BEYANIMDIR

 

Ben Kaya Özlük olarak yazmaya çalıştığım şiirlerimde zaman zaman hayali isimler kullandım. Bu da kendi köyümdeki bazı insanların isimleri ile örtüşür. Bunun için benden incinmiş olanlardan özür dilerim.

Aslında ben başkalarını hicvederken asıl kendimi hicvettiğime inanıyorum ama yanlış yaparak yaşayanlara söylediklerimin arkasındayım.

 

Şiir benim sevdam oldu. Dünyaya tekrar gelsem yine bu sevdaya kapılırdım. Çünkü bunun -kahve kültürü gibi- tembellikten daha iyi olduğuna inanıyorum.

 

 

 

SUNUŞ

 

Merhaba, binlerce merhaba sevgili dostlar. Ozanın dediği gibi “Ben nasılsa giderim ditmesine de adım kalır mı bilinmez.”

 

Yaşamış olduğum bunca yıl içerisinde ben de her duyarlı ve onurlu yurttaş gibi sorumlu olduğum çağıma ve insanlığa miras kalması gereken yani iyi ve güzel olanları övmeye ve katkı sunmaya çalıştım ama aklımın erdiğinden günümüze kadar da çirkinliklerin ve kötülüklerin –asla taviz vermeden- karşısında olmaya çalıştım.

 

“Neden?” derseniz, her namuslu yurttaş gibi ben de çocuklarıma ve torunlarıma tertemiz ve yaşanası bir dünya bırakabilmek için…

 

İzin verirseniz o düşüncelerime ilaveten bazı duyarlıklarımı da bu sunuşu okuyacak olan geleceğin umudu olan gençlere iletmek isterim.

 

Örneğin yaşadığı beldedeki tarihi kalıntıları, doğayı ve doğal güzellikleri yok edenleri, bu yüzden toprak anayı erozyona verenleri, o canım dağların öz yeri olan canlıları yok edenleri ve buna benzer binlerce yanlış yapanları hatta Bağrek Dağının göğsündeki atalarının mezar taşlarını bile saygısızca söküp gelenleri asla ve asla affetmiyorum.

 

Diyeceksiniz ki “Bu karşı çıkmanın bir bedeli oldu mu?” Elbette ki her doğruyu savunanların başına gelenler benim de başıma geldi. Örneğin köyümden kovulmalar ve zaman zaman muhtelif ceza evlerinde dinlenmeler gibi bedeller ödedim. Fakat bunca zaman içinde yanlış bir şey yapmadığıma inanarak geçmişimden ne benim ne de yakınlarımın utanacağı bir şey yapmadığım inancı ile asla pişman olmadım. Şimdi bile aynı şeyleri gözümü kırpmadan yaparım. Çünkü ben bir halk ozanıyım.

 

Bu sıfatı bana kendim vermedim. Bir şairin dediği gibi

“Ve ben bir ozanım. Ben yürek ve ben namus emekçisiyim. Önce sevmeye sonra da sevilmeye alışmaya çalıştım.”

 

Bu nedenle 10 Kasım 1938 – 10 Kasım 2011 Bu arada ödediğim bedeller hariç hiç kimseye verilecek bir hesabımın da olduğunu zannetmiyorum.

 

400e yakın şiir, 20nin üzerinde öykü ve öykülü türkü. (Bu arada TRT Antalya Radyosu araştırmacı emekçilerinden “Bu Toprağın Sesi” programcısı merhum Saffet Uysal’ı rahmetle anmayı bir görev biliyorum.) Pamukkale Üniversitesi Fen ve Edebiyat Öğretmenliğinden Sevgili Dilek Doğan’ın 1998 yılında –bir ciltlik- Bitirme Tezi… Cumhuriyet Türküsü isimli bir kitap… Şimdi de şu anda elinizde olan Bağrek Dağı Türküsü.

 

“Bağrek Dağı neresidir”? derseniz;

 

Toros’ların bir yavrusu olan bu dağlarımız Kırıkkale-Keskin ilçesinde, yani Orta Anadolu’nun tam ortasında Dinek Dağı, Çiçek Dağı ile kardeş bir vaziyette Haydar Dede köyü ve Orta Anadolu’yu Türkleştiren Haydar Sultan’ın 1200 yıllarında mekân tuttuğu yeşil, meşe ormanları ile bezenmiş etrafında 15 pare köyü barındıran bir yerleşim birimidir. Asırlardır yürekli insanı da, korkak insanı da bağrında saklar.

 

 

TÜRKÜLERİMİZ BİZİM SEVDAMIZDIR

 

Mustafa Kemal ve arkadaşları önderliğinde Kurtuluş Savaşı verip Ulus bir Devlet yaratan bir toplum olmamıza rağmen türkülerimize zaman zaman yenik düşeriz.

 

Nedendir bilinmez hep ağıt yakarız, türkü yakarız. Bunlara acılarımızı, tasamızı, sevincimizi, aşkımızı, sevgimizi, hatta gözyaşlarımızı bile yükleriz. Sonra da sıra gelir bunları kâh asker ocağına, kâh sılaya göndermeye…  Gönderme araçlarımız öyle çoktur ki Irmaklar, başını taştan taşa vurarak çağlayan sular, ormanlar, bülbüller, turnalar, esen seher yelleri, dağlar oluverir bunlar…

 

Kimi zaman olur ki küseriz, sitem ederiz, kem zaman dağları delik delik deler kalburla toprağını eleriz, zaman olur yalçın taşlarına, hırçın dumanına sevgi duyarız. Kiminde yâre gitmek için dağlardan yol isteriz. Böyle uzar gider dağların türküsü… Eğer bunları tam anlatayım derseniz kitaplar doldurur. Dağların türküleri öyle güzel mekânlardır ki bu yerle yiğit ve yürekli insanlara da, korkak ve pısırık insanlara da onun o tertemiz olan, yüreğinde yemyeşil ormanlarının içinde yer vardır. –aynen bütün canlılara analık ettiği gibi- İşte Bağrek Dağı da bu dağlardan birisidir. Orta Anadolu’nun tam ortasında, Keskin-Haydar Dedi köyünü ve civardaki 15 köyü beslemektedir.

 

 

 

HÜSEYİN’İMİ BENDEN ALALI BAĞREK

 

Düşündükçe kan ağlıyor bu gözüm,

Hüsey’nimi benden alalı Bağrek.

Ben de bir anayım yanıyor özüm,

Öksüzüm bağrında kalalı Bağrek.

 

Gurbetin çilesi çekilmez güçtü,

Girip içmeliden suyunu içti.

On altı yaşında dünyadan göçtü

Sen sende çok yaşa çileli Bağrek.

 

Bağrek dağı seni nasıl kınayım,

Yanayım da ben bu derde yanayım.

Hiç insafın yok mu ben bir anayım,

Özlük bu sevdaya yeleli Bağrek.

 

 

NEDEN BAĞREK DAĞI TÜRKÜSÜ?

 

Buram buram Anadolu, buram buram Vatan koktuğu için… Buyamlı tepesi ile Esme çeşmesi ile Tokalı Çöğ ve İnenim Çöğü ile meşe ormanları ve yeşillik yaylaları ile Ambarlı kışlası, Büyük ve Küçük Domuzlusu ile Mercimek Pınarı ve erağlanı ile her yanından gürül gürül akan suları ile İnin önü ve Ağlayan Kayası ile saymakla bitmeyen güzellikleri ve de ata toprağım olan dağı, ovası, Sayacası, Sarı Deresi ile yazıyla, kışıyla, toprağıyla, taşıyla, ormanıyla, akar suyu, canlısıyla kekliğiyle, kuşlarıyla, canım Anadolu’mun bir yurt parçası olduğu için olsa gerektir.

 

Burçulu su, Keklik Asarı, Asar Kalesi, Kara Pınarı, Taşlı Tarlasıyla, Kurt ini ile tarihi kalıntıları ile Bıyığın Mezarı ile daha saymakla bitmeyecek kadar ve sayfalar dolusu eser meydana getirecek kadar güzellikte olan atalarımın ve benim de toprağım olduğu içindir.

 

Çeşitli uygarlıklara beşiklik ettiği içindir. Dahası Ahmet Yesevi oğlu Kubbettin Haydar Sultan’ın bizlere miras bıraktığı bir şirin mi şirin yurt köşesi olduğu içindir.bin altı yüzlü yıllarda yükseğinde atalarımıza ev sahipliği yaptığı içindir. Çaldıran savaşı sonrasında Yavuz Selim’in zulmünden kaçıp saklandığımız içindir.

 

Ne yazık ki içim acıyarak bir gerçeği de buraya aktarmak durumundayım. Bu günün genç ve duyarlı gençlerine diyorum ki: Bizden evvelkiler ve bizler yukarıda saydığım o canım güzellikleri tahrip ettik. Yaktık, yıktık, söktük, tarak dişi gibi olan ormanları, doğayı yok ettik. Sularını bağrından söküp söküp aldık. Kekliğini ve canlılarını yok ettik ama buna rağmen Haydar Sultan Anma Etkinliklerini bile 11 Ağustos 2002 tarihinde başlatan, bunca zorluğa rağmen ellerini taşın altına koyarak hayata geçiren, birbirini seven ve bir araya gelebilen bir nesil görevi bizden devralmışlardır. Bu nedenle yukarıdaki karamsarlığı bırakmak istiyorum. Umut dolu bir sevda ile tümünün gözlerinden öperek başarılar dilerim.

 

Dedim ya Bağrek Dağı Torosların kardeşi olup çevresindeki Çelebi Dağı, Dinet Dağı, Çiçek dağlarına da komşuluk, Köprü Köyü, Kara Keçili, Tilkili, Kepirli, İğdebeli, Müsellim, Konur, Cerit Kale, Danacı Obası gibi 15-20 kadar köye de analık yapar. Bir zaman Yakup Kahya, Avni Çavuş gibi yürekli insanlara da, bazı korkaklara da bağrında yer vermiştir. Her ne kadar biz insanlar tahrip ve yok etmeye çalışsak da dilerim yakın zamanda eski güzelliğine kavuştururlar onu bağrında yaşayanlar.

Yetmişli yıllarda görülen bir düşü, bir hayali iki bin iki yılında hayata geçirip bir sevdaya dönüştüren siz güzel köyümün yürekli gençleri önce sizlere omuz veren, destek olan bütün canlara binlerce teşekkürler ve binlerce de ozan yüreğimin yettiğince de MERHABA!

Haydar Dedeliler Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği adına bir kültür hizmeti olarak yine içinizden birisi olan, aynı havayı soluyan, Bağrek Dağının suları ve ekmeği ile büyüyen birisi olarak sizlerin gerçekleştirdiği ve böylece geleneksel hale gelen bu kültür etkinliklerinizin benim yüreğimdeki yarattığı sevgi fırtınasını ve çocuklar gibi sevincimi siz canlarımla paylaşmak için bu “Bağrek Dağı Türküsü” isimli eserimi sizlere ithaf etmek istiyorum. Sevgi ve saygılarımla..

 

 

 

 

BİZİ ANLAMADI BİZİM KÖYLÜLER

 

Yetmişli yıllarda bir dernek kurduk,

Turizm, tanıtma adını verdik.

Toplanıp bir heyet biz köye vardık

Bizi anlamadı bizim köylüler.

 

Bizim gayemizse insan sevmekti,

Haydar Sultan kültürünü yaymaktı.

Turizmde ön plana koymaktı,

Bizi anlamadı bizim köylüler.

 

Gelin ey erenler dertleşek dedik,

Önlerine bir de prıje koyduk.

Çıkarcılar için köyden kovulduk

Bizi anlamadı bizim köylüler.

 

Elbet yürüyemez böyle bir kervan,

Gençler yetişiyor değişir zaman.

Bizim yaylada da gürleşir orman

Bizi anlamadı bizim köylüler.

 

İki bin ikide düş gerçek oldu,

On bir Ağustosta düğün kuruldu.

Bağrek dağın göğsü sevgiyle doldu

Bizi anlamadı bizim köylüler.

 

Âşık Haydâri’yim köyden kovulmuş,

İnat edip tekrar köyüne gelmiş.

Köyün muhtarları sanki kör olmuş

Bizi anlamadı bizim köylüler.

 

Dileri ki Bağrek Dağının ormanı, suyu ve yüreği göğsü gür ve özgürce sevgisiz kalmaz.

 

 

 

ÖZDEYİŞ

 

Hararet kordadır sacda değildir,

Keramet baştadır taçta değildir.

Ne ararsan kendi özünde ara

Kudüs’te, Mekke’de hacda değildir.

 

Sakin ol kimsenin gönlünü yıkma,

Gerçek erenlerin izinden çıkma.

Eğer insan isen ölmezsin korkma

Âşığı kurt yemez uçta değildir.

 

Gayret eyle nasibini almaya,

Gerçek ilmin deryasına dalmaya.

Boşa uzak gitme Hakkı bulmaya

Duvara ettiğin secde değildir.

 

Hacı Bektaş Veli

 

 

 

 

KARINCA DAYI

 

Bu destan Karınca Dayının şahsında bir sevdadır. Bir Anadolu gerçeğidir. Anadolu’nun sevinci, üzüntüsü, ağıtı ve türküsüdür. Güzel köyümün insanlarının ve Anadolu insanına armağandır.

O bir alaylı, o bir kırsalın, dağ köyünün mizah ustası olsa gerektir. Çünkü anamın kardeşi ve benim de dayım olması nedeniyle çocukluğumun bir bölümü onun yanında geçti.

Örneğin Bağrek dağının tepesinde Erağlan semtindeki o şirin mi şirin meşe ormanlarının içerisindeki Çaldıran savaşı dönemindeki atalarımızın yurt edindiği yerlerden kalma örenleri tarla yapıp aile fertleriyle birlikte kavun, karpuz yetiştirdiği günlerden bilirim.

 

 

 

 

NEDEN Mİ MİZAH USTASI

 

Karınca dayı bulunduğu her sohbette, düğünde, bayramda, bulunduğu her alanda söz sırası ona geldiğinde pek de müstehcen olmayan yarı şaka-yarı ciddi küfürle söze başlar fakat bunu da daha çok kendisi ile alay eder şekilde kullanırdı. Hem de büyük bir ustalıkla.

Onun yapmış olduğu şakalara insanlar gülerdi. Hatta küfürlerine de gülerlerdi ama söyledikleri çok düşündürücüydü.

O kendisi ile barışık bir insandı. O nedenle herkesle hoş olmayı severdi. Aslında onun kendisi ile alay etmesinin altında yatan nedense içinde yaşadığı toplumun duyarsızlığına, vurdumduymazlığına, üzerlerine ölü toprağı serpilmiş gibi doğal güzelliklerin yok edilmesine, dahası ise basit çıkar ilişkilerinden dolayı insanların yapmacık dostluğuna ve ikiyüzlülüğüne karşı mizahi yolla bir uyarısı idi.

 

 

 

KARINCA DAYI KİMDİR?

 

Kırıkkale, Keskin ilçesi, Haydar Dede köyü nüfusundan “Müdürlü Milleti” namı ile anılan, oldukça kalabalık bir nüfusa sahip olan namı-diğer “Özkan” soyadını taşıyan, kendi köy halkı ile birlikte çevre köylere de barış ve dostluk içerisinde kişi ve insan haklarına saygılı –benim de dayılarım olan– güzel bir insan topluluğudur. Çoğunluğu Kırıkkale’de olmakla beraber bu insanlarda ekmek davasına yurdun çeşitli yerlerine dağılmıştır. Karınca Dayı ise asıl adı Mehmet Özkan, namı-diğer Bektaş Çavuşun Mehmet. Ona halkın verdiği lakap ise (At karıncasını bilirsiniz işte ona benzetmekten dolayı) yaşlı kadınların verdiği şekilde Karınca. Kendisi yaşlanınca da

 

 

 

KARINCA DAYININ AİLE YAPISI

 

1-Mehmet dede ve eşi Altın

2-Bektaş Özkan ve eşi Gül Hatun

 

Çocukları ise: 1-Bayram, 2-Hüseyin, 3-Suna, 4-Kamer, 5-Mehmet, 6-Cabbar, 7-Meryem, 8-Altın

Bu güzel mi güzel sekiz insanı yetiştiren Bektaş Dedemin ben son zamanlarını bilirim. Köyümüzde cami falan yoktu. Cuma günleri damın başına çıkar (Tanrı Uludur) diye öz Türkçe ezan okurdu. Köyün cenaze işlerini de o yürütürdü. Dedemin Türkçe ezan okuması beni öyle etkilemiş olacak ki bu gün bile “Türkçe Ezan” sevdalısıyım. Dedem Cem evlerinde bile asla Arapça dua etmezdi. O tam bir cumhuriyet aydını idi.

İşte Karınca Dayı böylesine kendisi ile barışık bir ailenin Haydar Dede köyüne armağanıdır. Minyon tipli, teni azıcık sarıya çalardı. O minyon bedenin içinde ise öylesine bir yürek vardı ki sevgi dolu, dostluk, barış ve kardeşlik aşkı ile çarpan bir yürek…

Hatta bir ara avcılık yapmıştı. Onun avcılık yaptığı dönemleri köyümüzün nüktedanlarından Meşhur Kamber Emmi vardı. Kamber Emmi onu şöyle anlatırdı. Karınca Dayı avlayacağı hayvana tüfeği doğrultup ateş edeceği zaman eli tetiğe varırken “Değmesin Allah!” diye seslenirmiş. Bundan da anlıyoruz ki o pırıl pırıl bir yüreğe sahip.

Karınca Dayıyı anlatmak öyle sanıldığı kadar kolay değil. Böyle birkaç sayfaya sığması olası değil. Hele bir de (yaralayıp getirdiği) baykuş öyküsü var ki…

 

 

YARALI BAYKUŞ

 

Karınca Dayı bir gün tarladan eve dönerken karşısına çıkan iri yapılı bir baykuş çıkar. Karınca dayı yarı istekli, yarı isteksiz omzundan tüfeği çıkarıp ateş eder ve hayvanı kanadından vurur. Yere düşen hayvan uçamaz. Karınca dayı yanına vardığında görür ki baykuş yakalayıp yuvasına götüreceği bir serçeyi sımsıkı kavramış ve bırakmamakta ve karınca dayıya “Beni niye vurdun, yavrularım yiyecek bekliyor.” Dercesine bakmaktadır. Karınca dayı üzülür ve bir daha avcılık yapmayacağına yemin eder.

Yaralı baykuşu kucakladığı gibi doğru evine getirir ve onun kanadını köyümüzün kırık-çıkık ustası olan Yusuf Özlük dedeye tedavisini yaptırır. Baykuşu bir seneye yakın etle besler ve kulun kanadı iyi olur. Fakat hayvan bu arada evcilleşmiştir. Karınca dayı onu defalarca gidip doğaya bıraktığı halde hayvan her seferinde köye döner. Ben bilirim, biz çocuktuk, baykuş köyün içinde gezer dururdu, adeta köyün maskotu haline gelmişti.

 

Adın tarihe kaydetmek için anlattığım Karınca Dayı Destanı ile onun güzel anılarını bir parça da olsa ölümsüzleştirebilmişsem kendimi mutlu sayarım.

 

 

 

KARINCA DAYI DESTANI

 

Uzat ki elini öpeyim hele,

Sen bize hoş geldin Karınca Dayı.

Sakın ha sözümde arama hile,

Köyden biraz haber sorunca dayı…

 

Çalı içini ektiniz mi de hele,

Bağ-bostan iyi mi geldi ne hale?

Yeter Ana daha bakar mı fala,

Tekkenin ardına varınca dayı…

 

Ahmet Yesevi’den bir Türkmen boyu,

Feruz Emmi erken terk etti köyü.

Büyüyen çocuklar okusun deyi

Kırıkkale’ye dükkân kurunca dayı…

 

Irahmetlik Kamber Emmi var idi,

Karısı Zöhre’ye Motor der idi.

Çok hoş bir insandı, dosttu, yâr idi

Sığırı Kumlağa sürünce dayı.

 

Kör Bayram’ la Ummahan ’dan ne habar,

Sultan Bacı Nuh Emmiyle ne yapar?

Üssüğü’nen Arif yüksekten atar

Elleri beş-on kuruş görünce dayı.

 

Cıbırın Sülemen Allı’nın Kazım,

Durmadan çalışır kışın ve yazın.

Şeytan’ la Dadaş ’ın neyine lazım

Ağıla canafar girince dayı…

 

Unutmak mümkün mü Nuri Böle’yi,

Kadir’in Ali’yle Sabur Halayı…

Kulu Dayı yıktı mı Asar kaleyi

Balyozla mağraya varınca dayı…

 

Çok tatlıydı bizde komşuluk işi,

Çirli Musa ile Talip ombaşı.

Dayı’nın Ali’de bulunca beşi

Koşar mı zarları görünce dayı…

 

Melek Ahmet yaşıyor mu öldü mü?

Ayağının birine çorap buldu mu?

Bir Donkişot vardı ıslah oldu mu?

Fır fır Osman onu vurunca dayı…

 

Kâhya Tortlu “Şarap al için,” dedi.

Mete davulcudan yalel istedi.

Davulcu “Yaleli şu çalsın,” dedi

Çomağı davula vurunca dayı…

 

Ali edem şu Keskin’e vardı mı?

Parası var mıydı, ilaç aldı mı?

Hastaydı, derdine çare buldu mu?

Sıhhiye iğneyi vurunca dayı…

 

Can Güzel dedemiz Yusuf Ağadan,

Anlat hele dayım hastadan, sağdan…

Keklik asarından, inenin çöğden

Topal Veli taşı kırınca dayı…

 

Af dilerim dayı, ettimse hata;

Kart oğlan konaktan düştü alt kata.

Ava gider Seyit, Selim birlikte Mete

Kınalı tavşanı vurunca dayı…

 

Dayım selâm götür köyün gencine,

Dönüp de baksınlar hele bir düne…

Çok ağaç diksinler dağın göğsüne

Oturun gölgesinde serince dayı.

 

Eski hızlılardan çok azı kalmış,

Kimisi yaşıyor, kimisi ölmüş.

Kimi Arabistan’da ser hacı olmuş

Muhammet’e yüzün sürünce dayı…

 

Çocukluk aşkımken sevdiğim kıza,

El ele tutmadan olduk biz bize…

O da çekip gitti köprüden yüze

Komşular düğünü kurunca dayı…

 

Dost Haydâri köylüm kardeşim benim,

Bana kızanlardan özür dilerim.

Küsmesinler bana ismin yazmadıklarım

Gerçekler bu sırra erince dayı,

Barış, dostluk yerin bulunca dayı…

 

İşte güzel köyümün güzel destanıdır bu. Sevinci, üzüntüsü ve bütün güzellikleri ile Can Köyüme ithaf olunur.

 

 

 

 

ŞİİR NEDİR ÇOCUKLAR?

 

Şiir bütün yaşanmış sevdadır, bir orman ve ormanlar silsilesidir.

Şiir yaşadığımız dünyanın ve doğanın sırtından hiç çıkmamasına giydiği gelinlik gibidir.

Şiir silah üretenlerin yetim ve sakat bıraktığı çocukların gözyaşının dindiğinde insana verdiği mutluluktur.

Şiir dünyayı kan gölüne çeviren uluslar arası kirli istihbarat ve mafya örgütlerinin yüzüne tükürecek kadar açık sözlü, onurluca ve de haysiyetlice bir duruştur.

Şiir yalakalık yapmadan iyinin ve güzelin yanında; çirkinin ve kötünün karşısında dimdik ayakta durabilme sevdasıdır.

 

Bu kitaba omuz veren;  hazırlanmasında, dizgisinde ve baskısında emeği geçen her cana çok teşekkür ederim

Bu benim elli yıllık kahve kültürü yerine boş zamanımı değerlendirdiğim çocuklarım gibi ve bütün çocuklar gibi değerli olan şiirlerimdir.

 

Silahım sevgimdir benim,

Mermisi övgümdür benim.

Cananıma teslim canım,

İşte geldim gidiyorum.

 

 

 

 

CUMHURİYET TÜRKÜSÜ

 

Atamızın emaneti,

Cumhuriyet türküsüdür.

Hoş görmeyiz ihaneti,

Cumhuriyet türküsüyüz.

 

Türk Gençliği ellerinde,

Yükselecek dillerinde.

Her dem taze güllerinde

Cumhuriyet türküsüyüz.

 

Kara Fatma, Zeynep ana;

Hizmet etti bu vatana.

Söyleyelim kana kana

Cumhuriyet türküsüyüz.

 

Kanımızla çamur kardık,

Yıkılmayan duvar ördük.

Onun için canlar verdik

Cumhuriyet türküsüyüz.

 

Mermi taşır kadınlardan,

Şehitlerden yetimlerden…

İlham aldık biz onlardan

Cumhuriyet türküsüyüz.

 

Anadolu ozan dolu,

Bükülür mü çelik kolu.

Haydarî’nin giden yolu,

Cumhuriyet türküsüyüz.

 

 

 

 

19 MAYIS DESTANI

 

19 Mayısta Samsun’a vardık,

Ankara burcuna diktik bayrağı.

Amasya, Erzurum, Sivas’ta durduk;

Ankara burcuna diktik bayrağı.

 

Kadınlar öküzü kağnıya koştu,

Çocuğu sırtında toprağa düştü.

Nice koç yiğitler canından geçti,

Ankara burcuna diktik bayrağı.

 

Bu yapının temelini biz ördük,

Bir karışı için zor günler gördük.

Dünyaya özgürlük mesajı verdik,

Ankara burcuna diktik bayrağı.

 

Meclise döndürdük köhne sarayı,

Burada güldürdük bahtı karayı.

Başkent ilan ettik bu Ankara’yı,

Ankara burcuna diktik bayrağı.

 

Özgürlük Ata’nın karakteriydi,

Bağımsız düşünür milletin ferdi.

Atam seğmenlere meşale verdi,

Ankara burcuna diktik bayrağı.

 

Yurdumun gençleri buraya kadar,

Geçmişten alacak nice dersler var,

Sen Anadolu’sun Keskinli Haydar,

Ankara burcuna diktik bayrağı.

 

 

 

 

 

 

 

YUMRUĞUMU

 

Yurdumun üstünde kara bulutlar,

Onun için sıktım ben yumruğumu.

Sanmasınlar bitti bütün umutlar,

Onun için sıktım ben yumruğumu.

 

On dokuz Mayısta Samsun’a vardık,

Ulusça birleşip el ele verdik.

Çarpışanı övdük kaçanı yerdik,

Onun için sıktım ben yumruğumu.

 

İşgale uğrar mı hiç Anadolu,

Buna izin vermez evlisi, dulu.

Savaşmaktan geçer barışın yolu,

Onun için sıktım ben yumruğumu.

 

Bu yapının temelini kurmaya,

Yeni nesli öğretmene vermeye,

Daha uygar bir Türkiye görmeye

Onun için sıktım ben yumruğumu.

 

Memleket emanet genç nesillere,

Mustafa Kemal’den kaldı bu töre.

Haykırırım dilim döndüğü sıra

Onun için sıktım ben yumruğumu.

 

Bu güne zor geldik hey bre ahmak,

Dönüp Anıtkabre yaşayana bak.

Keskinli Haydar2ım olamaz tutsak,

Onun için sıktım ben yumruğumu.

 

 

 

 

 

 

 

SOR DA ÖYLE GEL

 

Tanımak istersen bizi kardeşim,

İnsan yüreğine sor da öyle gel.

Yurtta ve dünyada sulhu düşlersen,

Mustafa Kemal’e sor da öyle gel.

 

Ana yurdun temelini biz ördük,

Kadınlı, erkekli harcını kardık.

Ekmeğe buğdayın rengini verdik,

Yetmişlik ebene sor da öyle gel.

 

Yaşlımız, gencimiz verdik el ele;

Kağnılarla vardık gidilmez yola.

Sorma be kardeşim bizleri ele,

Birazcık kafanı yor da öyle gel.

 

Laiklikten asla ödün vermeyin,

Onu korumaktan geri durmayız.

Felsefemiz dostluk, onur kırmayız;

Doksanlık dedene sor da öyle gel.

 

Ünlenir sözleri bütün bütün her dilde;

Güzelliği vardır bülbülde, gülde…

Yaşar Ankara’da o anıt belde,

Bunu Türk halkına sor da öyle gel.

 

Dikilmiştir uygarlığın fidanı;

Duymayan, görmeyen anladı bunu.

Susar mı hiç Cumhuriyet ozanı,

Keskinli Haydar’a sor da öyle gel.

 

 

 

 

 

 GEREK GÖRÜRÜM

 

Özgürlük Ata’nın karakteriydi,

O yüzden övgüye gerek görürüm.

Özgürlükle bilim teh rehberiydi,

O yüzden övgüye gerek görürüm.

 

Otuz Ağustosta yürüdü önden,

Yarını kurarken ders aldı dünden.

Tüm dünyaya örnek oldu bu yönden,

O yüzden övgüye gerek görürüm.

 

Başkent Ankara’da Meclisi kurdu,

Egemenlik ulusundur buyurdu.

Kadınlar köleyken hakkını verdi.

O yüzden övgüye gerek görürüm.

 

Büyük nutku yazdı genç nesillere,

Emanet bıraktı emin ellere.

Laiklik türküsü oldu dillere

O yüzden övgüye gerek görürüm.

 

Bir çabası yoktu barıştan başka,

Dünya hayran kaldı ondaki aşka.

Yüzyılın dehası, görseydim keşke;

O yüzden övgüye gerek görürüm.

 

Keskinli Haydar’ın yürür izinde;

Vatanımın dağlarında, düzünde.

Aydınlık var Atatürk’ün gizinde,

O yüzden övgüye gerek görürüm.

 

 

 

 

          OZANLAR 

 

 

Zafer sonrasında bizim yaylada,

Devrimlerin bekçisidir ozanlar.

Genci, ihtiyarı hepsi birlikte

Devrimlerin bekçisidir ozanlar.

 

“Yurdun efendisi köylüdür.” dedi.

Anayurdun temelini o ördü.

Sanatkâra yüreğinde yer verdi,

Devrimlerin bekçisidir ozanlar.

 

Tarımla sanayi giyimde devrim,

Ulusal kalkınma böyledir görün.

Yiğidin hakkını yiğide verin,

Devrimlerin bekçisidir ozanlar.

 

Yakıldı yurdumda kültür ateşi,

Buna destek verdi bizde her kişi.

Bulutları kovduk, aldık güneşi

Devrimlerin bekçisidir ozanlar.

 

Merhaba sizlere tüm Kemalistler,

Bizden örnek aldı mazlum uluslar.

Şaşırıp kaldılar emperyalistler,

Devrimlerin bekçisidir ozanlar.

 

Dikilince uygarlığın fidanı,

Bağımsızlık için verdik bin canı.

Susar mı hiç Cumhuriyet ozanı,

Devrimlerin bekçisidir ozanlar.

 

Keskinli Haydar’ım aydınlık yarın,

Barışla dostluğa güzeldir derim.

Karşısında durur tüm yobazların

Devrimlerin bekçisidir ozanlar.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

TÜRKÇE DİLİMİZ

 

Tüm dünyaya anlatayım Türklüğü;

Laiklik ilkemiz, Türkçe dilimiz.

Ne Turancı ne de kafatasçıyız

Laiklik ilkemiz, Türkçe dilimiz.

 

Arapça değildir bizim dilimiz,

Hakiki mürşitte ilme verdik hız.

Tanrı bizimledir, bizdedir o giz;

Laiklik ilkemiz, Türkçe dilimiz.

 

Taassubu yıktık ta yirmi üçte,

Şehit dullarıyla, yetimler işte.

Doğuda Ağrı’da, batıda Kaş’ta;

Laiklik ilkemiz, Türkçe dilimiz.

 

Kubilaylar şehit verdik bu yolda;

Yağan yağmurlarda, kükreyen selde...

Yurdun her yanında ilçede, ilde

Laiklik ilkemiz, Türkçe dilimiz.

 

Biz ozanız avaz avaz bağırırız,

Çalar sazı coşar türkü çağırırız.

Güneş gibi şafaklarda ağarırız,

Laiklik ilkemiz, Türkçe dilimiz.

 

Keskinli Haydar’ım unutma dünü,

Bu memleket nice emek ürünü.

Ne kadar anlatsam az gelir bunu,

Laiklik ilkemiz, Türkçe dilimiz.

 

 

 

 

 

CUMHURİYET KURMAK İÇİN

 

İstanbul’dan yola çıktık,

Cumhuriyet kurmak için.

Bağnaz düşünceyi yıktık,

Cumhuriyet kurmak için.

 

Kağnılar yola dizildi,

Afyon’a doğru süzüldü.

Tarih bunu böyle yazdı,

Cumhuriyet kurmak için.

 

Tünektepe’ye varıldı,

Kocatepe’de duruldu.

Yıkılmaz duvar örüldü,

Cumhuriyet kurmak için.

 

Ankara’nın seğmenleri,

Aydın, Muğla efeleri.

Sağlam çattık temelleri,

Cumhuriyet kurmak için.

 

Keskinli Haydar der: Yârim,

Bağımsızlık karakterim.

Diyenleri pek severim

Cumhuriyet kurmak için.

 

 

 

 

 

 

23 NİSAN

 

Dünya Çocuk Bayramıdır,

Atatürk’ün emri ile.

Herkes onun hayranıdır,

Atatürk’ün emri ile.

 

Bu gün çocuklarız ama

Bizi büyümezler sanma.

Göl oluruz damla, damla;

Atatürk’ün emri ile.

 

Gönlümüzde kin bilmeyiz,

Biz bize düşman olmayız.

Yerimizde hiç durmayız,

Atatürk’ün emri ile.

 

Bırakın da oynaşalım,

Birbirimiz kaynaşalım.

Dünya ile barışalım,

Atatürk’ün emri ile.

 

Savaşlardan ders alalım,

Büyüsek de dost kalalım.

İlimde birlik olalım

Atatürk’ün emri ile.

 

Herkesin kutsaldır canı,

Dökülmesin insan kanı.

Bırakalım silahları,

Atatürk’ün emri ile.

 

Bakmayınız rengimize,

Hep benzeriz bizler bize.

Haydari kurbandır size,

Atatürk’ün emri ile.

 

 

 

 

 

 

 

 

ANKARA

 

Dikmen sırtlarından girdi,

Coşkulu bir ulus gördü.

İşte o gün karar verdi,

Başkentimiz Ankara’dır.

Atam girdi Ankara’ya / Güneş doğdu her tarafa.

 

Ankara’da hazırlık var,

Gölbaşı’nda doğdu bahar.

Seğmenlerle saldı haber,

Başkentimiz Ankara’dır.

Atam girdi Ankara’ya / Güneş doğdu her tarafa.

 

Ankara’ya meclis kurdu,

Mebusanı orda derdi.

Ulusal bir karar verdi,

Başkentimiz Ankara’dır.

Atam girdi Ankara’ya / Güneş doğdu her tarafa.

 

Ankara’da kale, hisar;

Burçlarına bayrak asar.

Bıraktı bir ölmez eseri

Başkentimiz Ankara’dır.

Atam girdi Ankara’ya / Güneş doğdu her tarafa.

 

Keskinli Haydar umutlu,

Türk ulusu olsun mutlu.

Bayramımız olsun kutlu;

Başkentimiz Ankara’dır.

Atam girdi Ankara’ya / Güneş doğdu her tarafa.

 

 

      MARŞAL YARDIMI

 

 Yıl dokuz yüz elli ters rüzgâr esti

Hayretle bakıştık geldik göz göze.

Ne vardı Kore’de ne için gittik?

Aklı eren varsa versinler bize…

 

Düğün değil, bayram değil enişte;

Neden baldızını öper dönüşte?

Herhalde bir oyun vardı bu işte

Marşal yardımları verildi bize.

 

Barış gönüllüsü gezdi diyarda,

Ülkemin kuzusu emanet kurda…

Bozuk süt tozunu dağıldı yurda,

Yedirdik, içirdik oğlana kıza

 

Kaşıkla verip de kepçeyle aldı,

Hizmetine girdik ağamız oldu.

Küçük Amerika hayalde kaldı,

Karnımız doymadı bir kuru söze.

 

Ele verdik iki yüz ton altını,

Üsküdar’dan geçti alıp atını.

Üretiriz buğday ile tütünü,

Servet avcıları gülerler yüze.

 

İskarpin almaya borç para bulduk,

Çarığı çıkartıp lastiği aldık.

Yine de borçlarla baş başa kaldık

Enflasyon ile biz kaldık yüz yüze.

 

Keskinli Haydar’ım unutma dünü,

Üzülerek anlat geçmiş o günü.

Boynuna takılan bu kör düğümü

Yürekli halkımın gençleri çöze.

     

 

 

GÖLÜMÜZ BİZİM

 

Dünya iyi tanır görmek dilerse,

Mustafa Kemal’dir ulumuz bizim.

Yurtta ve dünyada sulhu yeğlerse,

Barışa açıktır yolumuz bizim.

 

Anadolu’m medeniyet beşiği,

Kültür mozaiği, verir ışığı.

Gören olur bu ülkenin âşığı,

Kolay anlaşılır dilimiz bizim.

 

Tarih boyu Antalya’da okunur,

Korur onu gözü gibi sakınır.

Tezgâhlarda halı kilim dokunur

Göz nuru, emeği halımız bizim.

 

Saymakla biter mi yurt güzelliği,

Her yörenin vardır bir özelliği.

Bir de bırakırsak senlik benliği

Yeşile dönüşür çölümüz bizim.

 

Hacı Bektaş Veli, Yunus, Mevlana;

Hoca Nasrettin’den Veli Bayram’a.

Abdal Musa Koca Haydar Sultan’a

Ahmet Yesevi’den kolumuz bizim.

 

Nazım Hikmet Ran’ın tatlı dilinden,

Karacaoğlan’ın sazın telinden.

Dadaloğlu, Köroğlu’nun yolundan

Ahi Evren’dendir elimiz bizim.

 

Havası, güneşi, yaylası, köyü;

Cennettir her yanı doğası suyu.

Keskinli Haydar’ım anlat doğruyu

Şirin Antalya’dır ilimiz bizim.

 

 

PİRDİR BEKTAŞ

 

Ahmet Yesevi’den sulbu pederden,

Onun iki gözü nurudur Bektaş.

Özün Hakta, Hakkı özünde bulan

Urum erlerinin piridir Bektaş.

 

Ahmet Yesevi’nin oğlu Haydar’ı,

Bedenşan eline saldı askeri.

Kudbettin Haydar’ım dönmedi geri

Horasan’dan kalkıp yürüdü Bektaş.

 

Hoy’dandır aslımız yola koyuldu,

Keskin’de Haydar’ı zindanda buldu.

Bizans’ın üstüne ejderha oldu

Bir barış sembolü er idi Bektaş.

 

Kayser’rumaBedehşan’a ulaştı,

Bağrek yaylasına mekânın aştı.

Ejderhayla gizemini paylaştı

Bütün canlılara yar idi Bektaş.

 

Suluca höyükten Maden’e vardı,

Kiliseden Kel Haydar’ı kurtardı.

Keskin ilçesinin ismini verdi

Öz Türkçe diliyle bir idi Bektaş.

 

Tekfur askeriyle hayli uğraştı,

Kilisenin kapısına ulaştı.

Beş yüz papaz bile bu işe şaştı

Cehalet önünde sur idi Bektaş.

 

Nevşehir, Kırşehir, Keskin İlçesi;

Keskinli Haydar’ın gönül ilkesi…

Ahi Evren Veli dost felsefesi

Kadınlar okusun der idi Bektaş.

 

 

YESEVİ

 

Kudbeddin’sin dedi oğlu Haydar’a,

Urum diyarına saldı Yesevi.

Horasan erleri en önde gelen

Türklüğün öncüsü oldu Yesevi.

 

Türkçe yazdı, hep öz Türkçe konuştu,

Bütün Anadolu’ya ışığın saçtı.

Karanlığa karşı bir savaş açtı

Gönüller Sultanı güldü Yesevi.

 

Hazırcı değildi, kaşık yapardı;

Öküzüyle çarşı-Pazar satardı.

Parasın vermezsen dönüp bakardı

Haksızlığa katşı oldu Yesevi.

 

Gönderdiği ilk er oğlu Haydar’dı,

Bedehşan elinde bir görev verdi.

Haydar yedi sene zindanda durdu,

Bektaş’ı Keskin’e saldı Yesevi.

 

Dağıttı başından erenlerini,

Dünyaya ışığın verenlerini.

Gerçeğin izini sürenlerini,

Gönülden gönüle yoldu Yesevi.

 

Bektaş’ı Veli’yi Keskin’e saldı,

Hünkârım Haydar’ı zindandan aldı.

Oğluyla buluştu sevgiyle doldu,

Şadı Hürrem olup güldü Yesevi.

 

Keskinli Haydari bunu bilmiştir,

Horasan şehrinden, Hoy’dan gelmiştir.

Bağrek yaylasında mekan tutmuştur,

Hakkı vicdanında buldu Yesevi

 

 

 

 

 

OKURSA KADIN

 

Hacı Bektaş Veli söylevinde var,

Dünya çağdaşlaşır kadın okursa.

Bundan örnek aldı başka uluslar,

Dünya çağdaşlaşır kadın okursa.

 

Altı yüzyıl evvel bu günü gördü,

Cehalet zincirin o zaman kırdı.

Mustafa Kemal’e bir mesaj verdi,

Dünya çağdaşlaşır kadın okursa.

 

Özünü Hak, Hakkı özünde sayar,

Karanlığa karşı bilimi yayar.

Kılıcın yerine kalemi koyar,

Dünya çağdaşlaşır kadın okursa.

 

Keskinli Haydar’ım Bektaş Veli dost,

Kökü derinlerde çınar dalı dost…

Öz Türkçeyle bilim yayar dili dost,

Dünya çağdaşlaşır kadın okursa.

 

 

 

 

 

TÖRESİ VARDIR

 

Aydınlığı sunmuş Anadolu’ya,

Hacı Bektaş Veli töresi vardır.

Felsefesi eştir güneşe, aya;

Nevşehir’de bayram kurası vardır.

 

O büyük ulunun dost felsefesi,

Akıldır, bilimdir işlek ilkesi.

Ne güzel aymazı ayın demesi,

Gerçeği ortaya seresi vardır.

 

Her türlü zıt fikri koluna alan,

Barışın, dostluğun önderi olan.

Özünü Hak, Hakkı özünde bulan

Halktan halka hesap veresi vardır.

 

Örnek olmuş o günlerden bu güne,

O yüzden kavuşmuş evrensel üne.

Kendini yansıtmış kişi gönlüne,

Dünyalar durdukça durası vardır.

 

Keskinli Haydar’ım bunlar görür,

Pir’in meydanında semaha durur.

Halkın ozanları dergâha varır

Ellerinde sazı, curası vardır.

 

 

 

 

 

AMAN HA

 

Güvercinle kurda sualimiz var,

Eskisine benzemeyin aman ha!

Oy dediniz verdik hayalimiz

Bundan sonra zaman kıymetlidir zaman ha!

 

Onurlu yaşamak milletin hakkı,

Tunceli İzmir’e benzesin tıpkı.

Öfkeler tetikte olmadan tepki

Bozulur tuzaklar tutmaz dümen ha!

 

Dönüp Anıtkabre iyice bakın,

İnsan ayrımını kökten bırakın.

Çocuklara diye bir ışık yakın

Vurguncuyu ön plana koman ha!

 

Seçimlerden evvel bize geldiniz,

Tavuk yiyip yüzümüze güldünüz.

Dostuz diye oyumuzu aldınız,

Vatandaşa aptal filan demen ha!

 

Keskinli Haydar’ım çiğsin pişesin,

Cumhuriyet devrimleri yaşasın.

Şu Türk lirasının değeri düşmesin,

Mark ile Doların gücü yaman ha!

 

 

 

 

KIRIKKALE DESTANI

 

Yeşil vadi projesi tutmalı,

O gün güzelleşir Kırıkkale’miz.

Fabrikanın bacaları tütmeli,

O gün güzelleşir Kırıkkale’miz.

 

Üretim yaparken rafinerisi;

Durmadan gelirse bunun sürüsü…

Yaylalar, ormanlık koyun sürüsü.

O gün güzelleşir Kırıkkale’miz.

 

Kızılırmak hayat verir her yana,

Hasandede üzümüne, bostana…

Bir de selam versek Hacı Taşan’a,

O gün güzelleşir Kırıkkale’miz.

 

Boşa gitmez ise baraj suları,

Bilimsel işlerse bunu köyleri…

Turizme açılır ırmak boyları,

O gün güzelleşir Kırıkkale’miz.

 

Bu uğurda uğraş veren her cana,

Saygımız var öyle güzel insana.

Hele bir de gz yummazsa talana,

O gün güzelleşir Kırıkkale’miz.

 

Bizle Atatürk’ün çocuklarıyız,

Gösterdiği yolda alır isek hız.

Bir de barışırsa küskünlerimiz

O gün güzelleşir Kırıkkale’miz.

 

Keskinli Haydar’ım Keskin hayranı,

İçimi soğutur Bağrek ayranı.

Birlikte kutlarsak bunca bayramı,

O gün güzelleşir Kırıkkale’miz.

 

 

 

 

 

 

 

BAĞIMSIZ YARGIÇ

 

Önce şu talanı yok eder idim,

Bağımsız bir yargıç olsaydım eğer.

Doğru karar verir doğru söylerdim.

Bağımsız bir yargıç olsaydım eğer.

 

Tüm dünyaya barış sunar dururdum,

Suçlunun suçunu yüze vururdum.

Yeraltında ne var ne yok görürdüm,

Bağımsız bir yargıç olsaydım eğer.

 

Gençlere güvenip hakkın verirdim,

Kadınlarla birlik önde yürürdüm.

Cumhuriyet devrimleri korurdum,

Bağımsız bir yargıç olsaydım eğer.

 

Yoksulluğun sebebini arardım,

Yirmi dört kez hac yapana sorardım.

Meçhul ölümlere kafa yorardım,

Bağımsız bir yargıç olsaydım eğer.

 

Doğuyla batıyı barıştırır,

Bilim ve kültürle yarıştırırdım.

Çeteyi, mafyayı soruştururdum,

Bağımsız bir yargıç olsaydım eğer.

 

Göz yummazdım vurgun ile talana,

İnşaattan demir beton çalana.

Tutup kulağından atardım dama

Bağımsız bir yargıç olsaydım eğer.

 

Yedi yüz ceylanı vurdurmaz idim,

Hakimlere kalem kırdırmaz idim.

Ölüm cezaları verdirmez idim.

Bağımsız bir yargıç olsaydım eğer.

 

Silah yapımına karşı dururdum,

Dünya kardeş olsun önem verirdim.

Depremde, savaşta yara sarardım,

Bağımsız bir yargıç olsaydım eğer.

 

Kamyon ile Mercedes’in destanı,

Kolay kazanmadık biz bu vatanı.

Af etmezdim kazan, kepçe tutanı,

Bağımsız bir yargıç olsaydım eğer.

 

Daha söyleyecekçok sözlerim var,

Alınmayın bundan dürüst savcılar.

Sorardım “Nerede katil silahlar?”

Bağımsız bir yargıç olsaydım eğer.

 

Keskinli Haydar’ım hak var sözümde,

Özgürlük ateşi yanar özümde.

Adaleti görürdünüz tezimde,

Bağımsız bir yargıç olsaydım eğer.

 

 

 DOSTA GÖNÜL

 

Arz eyleyip bize gelmiş,

“Merhaba!” de dosta gönül.

Arayıp da bizi bulmuş,

“Merhaba!” de dosta gönül.

     “Hoş geldin!” de dosta gönül.     

 

Ta Yunus’tan söz söylemiş,

Ne de güzel şeyler demiş.

Kamil meclisine dalmış,

“Merhaba!” de dosta gönül.

     “Hoş geldin!” de dosta gönül.

 

Oturalım can postuna,

Güller açar gül üstüne.

Gerçek erenler dostuna,

“Merhaba!” de dosta gönül.

     “Hoş geldin!” de dosta gönül.

 

Bir kararda durulur mu?

Tatlı cana kıyılır mı?

Dosttan uzak olunur mu?

“Merhaba!” de dosta gönül.

     “Hoş geldin!” de dosta gönül.

 

Kılavuzun şahtan ola,

Doğrulalım gerçek yola.

Yunus Emre geldi dile,

“Merhaba!” de dosta gönül.

     “Hoş geldin!” de dosta gönül.

 

Keskinli Haydar’ım kurban,

Senin yaran benim yaram.

Söylemezsem hayat haram;

“Merhaba!” de dosta gönül.

     “Hoş geldin!” de dosta gönül.

 

 

 

 

 

 

KOCA VEYSEL’E

 

Bir Türkmen kocası, ulu bir çınar,

O ulu çınarın dallarıyız biz.

Yakılsa yeşili bu toprakların

Ekmeği üreten çölleriyiz biz.

 

Yunuslardan gelir Veysel’in soyu,

Ne güzel anlatır şehirle köyü.

Eli öpülesi Anadolu’yu

Toz duman kaplamış yollarıyız biz.

 

Görmese de gözü önde giderdi,

Gözü görenlere çok şeyler verdi.

Türkü türkü destan etti bu yurdu,

Sazın tezenesi, telleriyiz biz.

 

Toprağı gösterdi en sadık yâri,

Eyüp’ün derdiydi ozanın sırrı.

Sazı petek idi kendisi arı,

O dolu kovanın ballarıyız biz.

 

Öz Türkçeden ayırmadı dilini,

Bu günkü bizlere verdi elini.

Bırakmadı Atatürk’ün yolunu,

O büyük Ata’nın dölleriyiz biz.

 

Keskinli Haydar’ım Veysel’i gördü,

Altmış üç yılında yanına vardı.

Köyümün adını mahlasım verdi,

O büyük bahçenin gülleriyiz biz.

 

 

 

 

BABA VEYSEL’E

 

Altmış üç yılında tuzlu çayırda,

Tanıştım erenler Baba Veysel’le.

Eskiden gezerdim dağda bayırda,

Oluştum erenler Baba Veysel’le.

 

Ben kendimi olgun bir âşık sandım,

Onu gördüğümde kaba davrandım.

“Daha çiğsin.” Dedi hayli utandım,

Haşlandım erenler Baba Veysel’le.

 

İnsanı kamili o cemde buldum,

Ustayı tanıdım sevgiyle doldum.

Kendisinden öyle çok örnek aldım,

Dem içtim erenler Baba Veysel’le.

 

“Bu can kimdir?” diye dedeye sordu,

Eliyle yoklayıp cemalim gördü.

Keskinli Haydar’ın mahlasın verdi,

Konuştuk erenler Baba Veysel’le.

 

 

 

 

DANACI OBASI

 

Bin dokuzyüz seksen bir yangın oldu

Acıya gark oldu Danac’obası.

Doksan yedi insan boş yere öldü,

Acıya gark oldu Danac’obası.

 

Gazi’nin kızına düğün kuruldu,

Eşe, dosta birden davet verildi.

Yakıldı ateşler kazan kuruldu,

Acıya gark oldu Danac’obası.

 

Çevre köyden davetliler geldiler,

Bilinçsizce bir odaya doldular.

Doksan  yedi kişi birden öldüler,

Acıya gark oldu Danac’obası.

 

Birikmiş komşular düğün etmeye,

Bizdeki töreler böyledir diye,

Taziye dilerim şoför gazi’ye,

Acıya gark oldu Danac’obası.

 

Keskin’in insanı bu işe şaştı,

Haydar Dede Konur yardıma koştu.

Gelinlik nice kız yanarak pişti,

Acıya gark oldu Danac’obası.

 

Keskinli Haydar da sizlerden biri,

Duyunca yıkıldım acı haberi.

Dilerim Cennettir hepsinin yeri.

Acıya gark oldu Danac’obası.

 

Bu şiir Keskin ilçesinin Danacı obası köyünde 1.2.1980 de bilinçsizce çıkan bir yangın sonucu 97 yurttaşımızın düğün gecesi hayatlarını kaybetmesinin öyküsüdür.

 

 

 

HAYDO’NUN AĞITI

 

Soyka BağrekBuyam’ın var karın var,

Dağlar koyağında kaldı kardaşım.

Neden bana sitemin var, zarın var?

Dağlar koyağında kaldı kardaşım.

 

Karlı bir dağ idim yandım ataşa,

Yana yana bir köz oldum kardaşa.

Haydo’ğum yaslanmış topak bir taşa,

Dağlar koyağında kaldı kardaşım.

 

Serin olur Buyamlı’nın havası,

Ambarlıkışla’nın sulak yaylası.

Soykalar kalaydı böğür tarlası,

Dağlar koyağında kaldı kardaşım.

 

Felek bana vurmuş acı bir hışım,

Maden’e yolladım gözümün yaşın.

Birisi kardaşım, birisi eşim

Dağlar koyağında kaldı kardaşım.

 

Güneşler doğmasın Buyamlı sana,

Dağlar nasıl kıydın böyle bir cana.

Bu acıyı diyemiyom ben sana,

Dağlar koyağında kaldı kardaşım.

 

Benim kaderimde senin tecellim,

Erarla belinde yetti ecelim.

Haydo kardaş evimize gidelim,

Dağlar koyağında kaldı kardaşım.

 

Keskinli Haydar’ım nasıl yanayım,

Değmeyin komşular bahtım sınayım.

Üç kardaşın bir bacısı kardaşım,

Dağlar koyağında kaldı kardaşım.

 

1950 Yılında Keskin-Haydar Dede köyü Böğür Tarla mevkiinde öldürülen Haydo’nun ağıtıdır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KARDAŞIM KEMAL

 

Yazıyorum sana kardaşım Kemal,

Gittin ama lale, sümbül soldu gel.

Sürülmez tarlalar hepten bor oldu,

Araziler hep gübresiz kaldı gel.

 

Tekke’nin arkası görülmek ister,

Köyün altı tarla sürülmek ister.

Bağdaki dikenler kırılmak ister,

Yukarı bahçeye karga doldu gel.

 

Babam satmış ovadaki tarlayı,

Ele vermiş içindeki arpayı.

Yemiş içmiş koyunlardan körpeyi,

Külekler de sütsüz kalmış hele gel.

 

Camimize bir de imam tutulmuş,

Evi, barkı saray gibi yapılmış.

İlkokulun bir tarafı yıkılmış,

Sınıfları viran oldu hele gel.

 

Keskinli Haydar’ım sever doğayı,

Ankara’da duman almış havayı.

Sürdürmek ayıptır eski davayı,

Küskün gönül barış dolmuş hele gel.

 

 

 

 

 

 

KÖPEKLERİZ

 

Edepsizlikte tekleriz,

Ne utanmaz köpekleriz…

Kimi görsek etekleriz,

Ne utanmaz köpekleriz…

 

Geldik vatan kavgasına,

Düştük rütbe yağmasına.

Daldık dünya sefasına,

Ne utanmaz köpekleriz…

 

İnsan mı neyiz seçilmez,

Bir zehirdir ki içilmez.

Tavrımızdan da geçilmez,

Ne utanmaz köpekleriz…

 

Biz bakmadan sağa, sola;

Düşman girdi İstanbul’a.

Vatanı sattık bir pula,

Ne utanmaz köpekleriz…

 

Dalkavuklukla irtikap,

İşte etti bizi harap.

Sen söyle ey şevketmahap

Ne utanmaz köpekleriz…

 

Vatanın girdik kanına,

Leke getirdik şanına.

Cümlemizin yuh canına,

Ne utanmaz köpekleriz…

 

 

 

 

YAŞAYACAĞIM

 

Veda yok ölsem de yaşayacağım,

Mezarım başına gelin yeter ki.

Dualarım olsun bir şiir okun,

Karınca Dayıyı bulun yeter ki.

 

Nuri’nin Kel Döndü kalkıp gelecek,

Avni’nin Döne’yi gelin alacak.

Köyün ozanları birlik olacak,

Söylesin gerçeği dilim yeter ki.

 

Bağrek’in göğsünde aşıklar yatar,

Cıblak Ali Sultan Konur’dan bakar.

Sorgu melekleri sorguya tutar,

Kul hakkı yemedik bilin yeter ki.

 

Bir meşe dibine mezarım kazın,

Başımdaki taşa bir dörtlük yazın.

Talip’in Hasan’a emanet sazım,

Susmasın sazımda telim yeter ki.

 

Üç kez tutuklandım gene yılmadım,

Hak bildiğim yoldan geri kalmadım.

Bedenen ölsem de fikren ölmedim,

Görün şu halimi gülün yeter ki.

 

Sevdiği uğruna sevda verenler,

İşte geldim gidiyorum erenler.

Hoşça kalın eşim, dostum, yarenler;

Size malum olsun halim yeter ki.

 

Keskinli Haydar’ım nedendir gülmem,

Kudbettin Haydar’ı yazmadan ölmem.

Yüreğim geniştir kusura kalmam,

Canlar bunu böyle bilin yeter ki.

 

 

 

 

 

 

 

BİZİM KÖYLÜ KADINLAR

 

Bağrek yaylasının Döne’siyim ben,

Sevdamda açılır gül Haydar Haydar.

Üzümün, buğdayın tanesiyim ben,

Beni araştırıp bul Haydar Haydar.

 

Teyzeyim, halayım, ben bir nineyim;

Şafakta uyanan güzel sunayım.

Mayıs kokan elde kandan kınayım,

Otur sol yanıma gel Haydar Haydar.

 

Kumsal toprakları elimle yardım,

Oğul verdim, suyun verdim, can verdim.

Bir yürek üstüne sevdalar kurdum,

Sonunda kalmışım dul Haydar Haydar.

 

Döndü, Zeynep, Fadime’yle Sultan’a;

Nice oğulları verdik vatana.

Göz yumuldu memleketi satana,

Bunu söyleyiver bir Haydar Haydar.

 

Kahpe savaşların yiğit duluyum;

Erkeğimin kanadıyım, koluyum.

Eli öpülesi Anadolu’yum,

Akar gözüm yaşı sel Haydar Haydar.

 

Genç kızlık saçımı ak ile ördüm,

Seçimden seçime çok sofra serdim.

Siyaset cambazı çok deyyus gördüm,

Hepsinin bağları kel Haydar Haydar.

 

Kek Döndü-Avni’nin Döne-Elif’in Sultan

 

 

 

 

 

 

 

 

KARAPINAR

 

Ceritkale, Haydar dede,

Bir hazine var burada.

Yol bulunur gide gide,

Bir hazine var burada.

 

Demirciye, nalcıya da,

Yoldan geçen yolcuya da.

Çalı içi kılcıya da

Bir hazine var burada.

 

Yaraları saran canlar,

Kör olmayıp gören canlar.

Bağrek dağda duran canlar

Bir hazine var burada.

 

Sarı dere kurt ini var,

Sevilmemiş sanki bir yar.

Özellikle Karapınar,

Bir hazine var burada.

 

Keklikasar, Asar kale;

Seyrederiz bile bile.

Yıkacaktı kulu böle,

Bir hazine var burada.

 

Karapınar taşlı tarla,

Biraz düşünceni zorla.

Bizans altınları orda,

Bir hazine var burada.

 

Türkmen boyu oluk yeri,

Bir de bıyığın mezarı.

Araştırın bu eseri,

Bir hazine var burada.

 

Ceritkalemağrasını,

Kızlar bağı kalesini.

Saran yoktur yarasını

Bir hazine var burada.

 

Haydar Sultan neye gelmiş,

Gelen yabancıyı kovmuş.

Bu günlere neler demiş,

Bir hazine var burada.

 

Keskinli Haydar’ım ünü,

Köy ozanı yazdı bunu.

Çözün gençler bu düğünü,

Bir hazine var burada.

 

 

 

 

 

YANARIM

 

Doğduğum köyümün öz geçmişini,

Bulamazsam ölene dek yanarım.

Eski muhtarlardan hep şikâyetçi

Olamazsam ölene dek yanarım.

 

Filik Haydar, Höllüseyin, Mahmut ağ;

Bayram Kahya, Yakup Çavuş, asker ağ.

Sırtı sarı başımızdan aldı yağ,

Barışmazsam ölene dek yanarım.

 

Ali molla, Kınıt Haydar bilmemiş,

Ali Özlük arayıp da bulmamış.

Eskilerden bize yazıt kalmamış,

Yazamazsam ölene dek yanarım.

 

Mezarın Çöğ’deki gizli sırları,

Yedi kardeş yüreğimin surları.

Ambarlıkışla’da ören yerleri,

Göremezsem ölene dek yanarım.

 

Dağdaki suların köye gelmesi,

Susuz kalan canlıların ölmesi.

Ramazan’ın köye muhtar alması,

Diyemezsem ölene dek yanarım

 

Keskinli Haydar’ım dedim sözümü,

Kudbettin’e bağlamışım özümü.

Esme çeşmesinden elim, yüzümü;

Yuyamazsam ölene dek yanarım.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

HASRETİM BEN KÖYÜME

 

Anlatayım size doğduğum köyü,

Özlemim var, hasretim ben köyüme.

Dünyada söylenir köyümün ünü,

Özlemim var, hasretim ben köyüme.

 

Bahar gelir Bağrek giyer fistanı,

Yığın olur, çalı’çininbostanı.

Cerit kalesiyle kılcı destanı,

Özlemim var, hasretim ben köyüme.

 

Ağlayan kayadan dökülen yaşa,

Ambarlı kışla da öten baykuşa.

Mezarın Çöğdeki yedi kardaşa,

Özlemim var, hasretim ben köyüme.

 

Bağrek’in tepesi dereli düzlü,

Ören yerlerinde ne sırlar gizli.

Harmanlar sürerdik gelinli kızlı

Özlemim var, hasretim ben köyüme.

 

Erağlan, kaba pelit, Sarıdere’ye,

Mantarı bol olur sayaca diye.

Yürüğün sudaki çadır hediye,

Özlemim var, hasretim ben köyüme.

 

Tatlı olur Kurt ininin üzümü,

Oluk yeri, Karapınar özünü.

Orda buldum sevdiğimin izini

Özlemim var, hasretim ben köyüme.

 

Nazlı idi bizim köyün kızları,

Bağ bellerdik beraberce yazları.

Her birinin erkekçeydi sözleri

Özlemim var, hasretim ben köyüme.

 

Konur’dan geçerdi eskiden yolu,

Kırıkkale oldu köyümün ili.

Öz Türkçe konuşur köyümün dili,

Özlemim var, hasretim ben köyüme.

 

Topal burunlara kağnı koştuğum,

Ekini biçerken yere düştüğüm.

Esme çeşmesinin suyun içtiğim,

Özlemim var, hasretim ben köyüme.

 

Keklik Asarından Burculuhan’ı,

Köprünün koruya sürerdik malı.

Har su kaynağına dikerdik dalı

Özlemim var, hasretim ben köyüme.

 

Tokalı Çöğdeki kartal yuvası,

Orda öldü Murtaza’nın Ziya’sı.

Buyamlı tepesi sulak yaylası,

Özlemim var, hasretim ben köyüme.

 

Kızılırmak dolanarak akıyor,

Sayaca’nın menekşesi kokuyor.

Eski günler gözlerimde tütüyor,

Özlemim var, hasretim ben köyüme.

 

Keskinli Haydar’ın çalardı sazın,

Gençlere dileğin kendine nazın.

Bir meşe dibine mezarım kazın,

Özlemim var, hasretim ben köyüme.

 

 

 

 

 

 

 

 

DUYMADAN GİTTİ

 

Kore’ye gitmişti Kulu’nun Haydar,

Gazilik vermişler duymadan gitti.

Bakancak köyünde sığır güderdi

Bir kerecik karnı doymadan gitti.

 

Gezi’nin muradı topal katırdı,

Otunu biçerdi saman yetirdi.

Kel Ganime gurka tavuk yatırdı,

Çıkan cücükleri saymadan gitti.

 

Asiye halanın öz kızı Dudu

Bir göz ev yapmaktı niyeti derdi.

Anası Köprü’ye kocaya verdi,

Turfanda ayranı yaymadan gitti.

 

Köprü köyündeki kocasız melek,

Ermedi murada vermedi Felek.

Bağrek dağlarına sürdü bir inek,

Kısır ineğini sağmadan gitti.

 

Kaleli Ese’nin başı yastaydı,

Konurlu Deli Hakkı biraz yastaydı.

Bayram’la Kel Hüseyin yaman ustaydı,

Taşı taş üstüne koymadan gitti.

 

Danacı obasından Güççüğün Döndü,

Doksan yedi kişi boş yere yandı.

Bindokuzyüzseksen kara bir gündü,

Baharda güneşi doğmadan gitti.

 

Tatlıdır Türkmen’in darmuz ekmeği,

Hacı Ali Obasının karnı aç beyi.

Aşireti kovdu çalgıcı deyi,

Haça Taşan kaşın eğmeden gitti.

 

Tilkilikepirli iğde belini,

Müsellim’den yolcu ettik gelini.

Aştı gitti Sarılar’ın yolunu,

Akan gözyaşını silmeden gitti.

 

Konur Köyündeki Ümmet’in Durdu,

Seçimden seçime çok sofra serdi.

Çeteli, mafyalı vekiller gördü,

Birisine bile sövmeden gitti.

 

Mihnet ile gezdik bütün köyleri,

Bunca sözler duyduk ileri geri.

Kardeşim Keskinli Aşık Haydari

Verdiği ikrardan caymadan gitti.

 

(Mihneti ile bizim yöre gezintisinde)

 

 

 

 KALMA GERİYE

 

Kırmayın kimseyi, incitme canı;

İmar et köyünü kalma geriye.

Edirne’den Kars’a memleket bizim,

İmar et köyünü kalma geriye.

 

Tarih şahidindir Atatürk’e bak,

Dünya aydınlansın bir meşale yak.

Geleceğe temiz yarınlar bırak

İmar et köyünü kalma geriye.

 

Komşu köyler ile yardımlaşarak,

Kooperatifler kurup açarak.

Birlik olup dağ başını aşarak,

İmar et köyünü kalma geriye.

 

Bu arada ilme, fenne vararak,

Cehaletin zincirini kırarak.

Cahilin fikrine karşı durarak

İmar et köyünü kalma geriye.

 

Haberleşin ilçe ile il ile,

Mektup ile telgrafla tel ile.

Hoş sohbetle candan tatlı dil ile,

İmar et köyünü kalma geriye.

 

Kimseyi küstürüp insanı kırman,

Ulusal kalkınma o zaman görün.

Mutluluk getirir bu gün ve yarın,

İmar et köyünü kalma geriye.

 

Keskinli Haydar’ım ünle ünleri,

Birlikte görelim güzel günleri.

Yardıma bekleriz bütün canları,

İmar et köyünü kalma geriye.

 

 

 

 

 

BAYRAM EDER

 

Ateşi yaksak da çiği pişirsek,

Ateş bayram eder kül bayram eder.

Dostluk deryasını boydan aşırsak,

Irmak bayram eder sel bayram eder.

 

Tamam olsa tüm küskünler barışsa,

Dostluk kurup birbiriyle sarışsa.

Tüm insanlık bir bayrağı dönüşse,

Ülke bayram eder il bayram eder.

 

Temelleri sağlam binalar yapsak,

Kara düşünceyi içinden atsak.

İşsizlere iş bularak çalışsak,

Cüzdan bayram eder el bayram eder.

 

Çeteye mafyaya karşı durursak,

Yeke yek düşmana birlik varırsak.

Paramızın değerini korursak,

Pazar bayram eder mal bayram eder.

 

Bağımsızlık için uğraş verirsek,

Haklıyı haksızı iyi görürsek,

Tabiatı ormanları korursak,

Dağlar bayram eder çöl bayram eder.

 

İnsanca yaşarsa ozanın halkı,

Keskinli Haydar’ım gülerim belki.

İnsanlık adına sazını çal ki,

Pena bayram eder tel bayram eder.

 

 

 

 

 

 

ÂŞIK EMİNİ’YE

 

Bir sualim vardır Âşık Emini,

Yavruyu yuvadan yozabildin mi?

Duydum Isparta’ya doğru gitmişsin,

Bari rahat rahat gezebildin mi?

 

Amacın neydi ki ne için gittin,

Hayra mı karıştın ne işler tuttun?

Veli Baba ile erkân mı ettin,

Zehri bal eyleyip süzebildin mi?

 

Söyle hele hal ehliyle hal mısın,

İpek misin, kumaş mısın şal mısın?

Dört kapıda, kırk makamda var mısın?

Demirden leblebi ezebildin mi?

 

İçini yumadan dışını yudun mu?

İnsanı kamile yoldaş oldun mu?

Erenler ceminde dara durdun mu?

Varsılı, yoksulu sezebildin mi?

 

Sene altmış dokuz sana çağdaşım,

İnsanca yaşamak hayalim düşüm.

Keskinli Haydar’ım sana kardaşım,

Sineme dertlerin dizebildin mi?

 

 

 

 

 

 

DURMA

 

Şu aleme bir bak Emini Düştü,

Görmüyor mu gözün şaşınıp durma.

Sade kendini halk ozanı sanıp,

Fuzuli yollarda aşınıp durma.

 

Yakışır mı halka küfürler etmek,

Has bahçe içinde bülbülüm demek…

Sana da kısmettir kaybolup gitmek,

Karga gibi çöpte deşinip durma.

 

Bir bilge kişi ol tez suna suna,

Bilim aynasını getir usuna.

Yaz gününde yatma kış uykusuna,

Can gözünü aç da düşünüp durma.

 

Telli sacın tezeneyle çalarsın,

Sözde karanlığı aydın dilersin.

Küfür deryasında imanım dersin

Daha olmamışsın pişinip durma.

 

Ot kökün üstünde biter demişler,

Tam da taşı gediğine koymuşlar.

Beş yüz fili bir ağıla koymuşlar,

Açık açık söyle kaşınıp durma.

 

Tiryakilik etme gerçeği bilsen,

Kendi gizemini anlayabilsen.

Güzeli çirkini bir sevebilsen

Bir zenne misali puşunup durma.

 

Keskinli Haydar’ım bulmadım aşkı,

Yıkıldı gönlümün sarayı köşkü.

Gücenme kardaşım Emini Düştü,

Gel de dertleşelim koşunup durma.

 

 

 

 

 

 

 

 

ABDAL MUSA’M

 

Akdeniz üstünde Toros yaylası,

Mor menekşe açmış gül Abdal Musa’m.

Destan destan yaşar yürekte sevdam

Türkü türkü olmuş dal Abdal Musa’m.

 

Akç’eniş köyüne yolum uğradı,

Bir ok değdi ciğerimi doğradı.

Çile çekmek Tekkeliye yaradı,

Hoş değil hatırla hal Abdal Musa’m.

 

Yüreği soğutur yürük ayranı,

Tahtacı güzeller sardı yaramı.

Birlikte kutladık bunca bayramı,

Ta evvelden böyle yol Abdal Musa’m.

 

Bozkırların Uçarsu’ya yaslanır,

Sevdalı bağrında ceylan beslenir.

Başı darda kalan sana seslenir,

Aşiret zordadır gel Abdal Musa’m.

 

Tahtacı obası, yürük yaylası;

Keskinli Haydar’ın gönül sevdası.

Arının gayreti birlik davası,

Bu yüzden tatlıdır bal Abdal Musa’m.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

GÜZEL OLSUN

 

Herkes kapısının önün süpürsün,

Asfalt güzel olsun, yol güzel olsun.

Umut ile bakmalıyız yarına,

Hatır güzel olsun, hal güzel olsun.

 

Alanya, Manavgat, Kemer, Bel dibi;

Yok etme doğayı sakın el gibi.

Yakıp yıkma etrafını sel gibi,

Bahçe güzel olsun, gül güzel olsun.

 

Sahip ol ormana canlı barınsın,

Al-yeşil memleket sevda bürünsün.

Toprakların erozyondan korunsun,

Dağlar güzel olsun, çöl güzel olsun.

 

Mustafa Kemal’in aydın izinden,

Doğa aşkı ibarettir özümden.

Dilerim alınır ozan sözümden

Türkü güzel olsun tel güzel olsun.

 

Keskinli Haydar’ım ben müdahilim,

Sizlerden biriyim elden değilim.

Dünya vatanımdır Antalya ilim

Kullar güzel olsun dil güzel olsun

 

 

 

 

ANADOLU’M

 

Tasavvufta Yunus’uz biz,

Ozan dolu Anadolu’m.

Hatayi’yiz, Pir Sultan’ız,

Ozan dolu Anadolu’m.

 

Taassubu yenebilen,

Türkü türküKarac’oğlan.

Köroğlu’nun sazın çalan,

Ozan dolu Anadolu’m.

 

Torosların sert yelinden,

Dadaloğlu’nun telinden.

Nazım ustanın dilinden,

Ozan dolu Anadolu’m.

 

Savaşlarda, barışlarda;

İnsan için yarışlarlda.

Mahsuni’yiz biz Maraş’ta,

Ozan dolu Anadolu’m.

 

Nesimi’yim, Akarsu’yum;

Hasretim var ben Veysel’im.

Yakıldıkça artar soyum,

Ozan dolu Anadolu’m.

 

Yüzseler de akmaz kanım,

Hak bendedir ben insanım.

Daimi’yim, Çırakman’ım;

Ozan dolu Anadolu’m.

 

Ustalarım böyle dedi

Taşı gediğine kodu.

Âşık Haydari okudu,

Ozan dolu Anadolu’m.

KESKİN

 

Çıktım Dernek Dağına seyreyledim,

Şafaktan doğarken günü Keskin’in.

Kartalın beline uğradı yolum,

Tatlı tatlı eser yeli Keskin’in.

 

Kışları soğuktur, yazı başkadır;

Allı turnasıyla sözü başkadır.

Hacı Taşan’ıyla sazı başkadır.

Bal kaşığı söyler Keskin’in.

 

İçene can verir Cemcem’in suyu,

Yetmiş iki pare ozanın köyü.

Yiğittir insanı tatlıdır huyu,

Dünyaya açılır yolu Keskin’in.

 

Evliyalar yurdu Bağrek’le Denek;

Kırığın Kaleden Keskin’e inek.

Yürekli insanı değildir dönek,

Uzanı her yana kolu Keskin’in.

 

Doğan Kandemir’le Pehlivanlı’yı,

Kul Rabia yetimi Karakuş Nebi.

Yuntaş’ın damadı şoför kel Ali,

Ozanları oldu dili Keskin’in.

 

Hasandede’de Sultan bekçilik yapar,

Üzümü, bostanı pazarda satar.

Keskinli yiğitler halaylar tutar,

Yeşile karışır alı Keskin’in.

 

Keskinli Haydar’sın Koca Haydari,

Özlüyorum neden kaldık biz geri.

Bundan sonra birlik ileri geri,

Dostluğa açılsın gülü Keskin’in.

 

 

 

 

 

 

 

SAZIMA

 

Saz benim sevgilim, saz benim yârim,

Onun için çok severim sazımı.

Gün be gün artıyor efkarım derdim,

Onun için çok severim sazımı.

 

Sazım eşim oldu çalıp söyledim,

Coşan deryam oldu onu boyladım.

Sazım tüfek gibi avım avladım,

Onun için çok severim sazımı.

 

Sazımla ağladım sazımla güldüm,

Sevgiyi dostluğu onunla buldum.

Ekmek alamazken ben onu aldım,

Onun için çok severim sazımı.

 

Sazım silahımdır mermisi bilim,

Onunla açılır aydınlık yolum.

İnsanlık gülmezse ne olur halim,

Onun için çok severim sazımı.

 

Türkü söyler mızrabıma vururum,

Sazım ile kültürümü korurum.

Silah yapımına karşı dururum,

Onun için çok severim sazımı.

 

Kopuz, divan sazı, cura, bağlama;

Gılgamış Destanı almış sağlama.

Keskinli Haydar’ım ozandır ama

Onun için çok severim sazımı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SORAMIYORSUN

 

Sen nasıl âşıksın Âşık Haydari,

Gözlerin kör mü ne göremiyorsun.

Zaman mı yalancı sen mi yalancı,

Verdiğin ikrarda duramıyorsun.

 

Sene doksan sekiz yaş elli sekiz,

Görmedim baharı çabuk geldi güz.

Yüreğim daraltır içimdeki giz,

Bir gerçeğe yüzün süremiyorsun.

 

İncindin de incitmedin canları,

Kendince sanırsın sen insanları.

İkiyüzlü dostlar dil cambazları,

Neden buna kafa yoramıyorsun.

 

Vatan millet ve Sakarya deseydin,

Çalıp çırpıp bir tarafa kosaydın.

Çeteyle mafyayla birlik yeseydin,

Evin kirasını veremiyorsun.

 

Böyle dümen insanlığa uyar mı,

Bulutsuz havada yağmur yağar mı?

Sahtekarlık yüreğine sığar mı,

Deyyusun boynuzun kıramıyorsun.

 

Keskinli Haydar’ım sever vatanı,

Senin sevdiceğin sevmedi seni.

Evin yok barkın yok sermayen hani

Bunun hesabını soramıyorsun.

 

 

 

 

 

 

 

GİTSİN

 

Gönül aşk atına binip de gitme,

Bırak dizginleri salıver gitsin.

Vefasız yar ile pazarlık etme,

Kamil dükkânına dalıver gitsin.

 

İncinirsin sohbet kurma cahille,

Başına getirir bin türlü bela.

İnsanı kamilde olur mu hile,

Mürşidi talibi biliver gitsin.

 

İnsanlık bilmezin koynunu gütme,

Ürkek ceylan gibi dağı terk etme.

Bir dilim ekmeğe çekip de gitme,

Bu yıllık burada kalıver gitsin.

 

Deli gönül sakın unutma dünü,

Uzaktan duyulur yârimin ünü.

Hacı Bektaş Veli Şeyh Bedrettin’i,

Onların yolunda ölüver gitsin.

 

Ahmet Yesevi’nin Türkçe dilini,

Kudbettin Haydar’ın tuttum elini.

Yobaz biri gelir kırar gülünü,

O yere bahçıvan oluver gitsin.

 

Kavgaya tutuştum deli gönlümle,

Barışmak isterim kendi kendimle.

Keskinli Haydar’ım otur denginle,

Sen Hakkı kendinde biliver gitsin.

 

 

 

 

 

 

ANADOLU’M

 

Denek’te kırklar var Bağrek’te Haydar,

Erenler yatağı can Anadolu’m.

Konur’da Çıplak Ali Musa Dede’yle

Erenler yatağı can Anadolu’m.

 

Aşağı şıh, yukarı şıh türbesi,

Keskin türküleri mest eder beni.

Erenlere bakın incitmen canı,

Erenler yatağı can Anadolu’m.

 

Temiz olur Bağrek Dağın havası,

Yükseğinde vardır şahin yuvası.

Denize dönüştü Köprü ovası,

Erenler yatağı can Anadolu’m.

 

Birbirine benzer Keskin köyleri,

Aynı karakterde aynı huyları.

Yürük ceritavşar Türkmen boyları,

Erenler yatağı can Anadolu’m.

 

Kepirli Müsellim Danacı obası,

Darmız ekmeğinin güçtür çabası.

Tınaz savururdu kırık yabası.

Erenler yatağı can Anadolu’m.

 

Keskinli Haydar’ım köy köy dolaştım,

Yetmiş iki pare köye ulaştım.

Aşk atına binip dağları aştım,

Erenler yatağı can Anadolu’m.

 

 

 

 

 

 

KARDAŞ

 

Bizler bizi anlamadan kınadık,

Boşa yere buna küsüldü kardaş.

İhtiyat değiliz erken bunadık,

Dostça bir merhaba kesildi kardaş.

 

Keskin dağlarının serin yaylası,

Yiğidin kendidir kendi aynası.

Susup oturmanın var mı faydası,

Ondan ensemize basıldı kardaş.

 

Yurdu sardı mafyasıyla çetesi,

Susurluk’ta bir kamyonun vitesi.

Takke düştü kel göründü tepesi,

Neden göz yumuldu susuldu kardaş.

 

Kimi vatan millet Sakarya dedi,

Ezanı, bayrağı önüne koydu.

Koca bir deveyi yüküyle yedi,

Ondan mı hızları kesildi kardaş.

 

Keskinli Haydar’ım berbat zamanlar,

Mecliste yapılan yalan yeminler.

Adalet isteyen dürüst insanlar

İplere takılıp asıldı kardaş.

 

 

 

 

BENİ TANIMAM

 

Aklım var fikrim var mantığım caba

Ben benden gelirim beni tanımam

Ömrümü geçirdim boşuna çaba

Ayrı olmadığım seni tanımam

            Sene doksan yedi batağa daldık

            Çırpına çırpına borç para bulduk

            Altı yüz ceylanı boş yere vurduk

            Onları avlayan canı tanımam

Vatandaş zor bulur kiraya para

Sandalye olur mu sekiz milyara

Keskin'li Haydar'ım bulunur çare

……………..

 

 

 

 

 

 

 

VATAN GİBİDİR

 

Orman bir sevdadır vatan gibidir

Korumazsan onu el olur gider

Doğa bir nazlıdır bir yar gibi

Sevemezsen onu el alır gider

 

Dağlar bir türküdür ağaç bir sazdır

Vadi bir edadır yayla bir nazdır

Başı karlı dağlar gelinlik kızdır

Hoş tutmazsan onu el olur gider

 

Keskinli Haydar'ım ileri bakar

Kendini bilmezler ormanı yakar

Ülke toprakları denize akar

Canım Anadolu'm çöl olur gider

 

 

 

 

KÜSÜLDÜ KARDAŞ

 

Birbirimiz anlamadan kınadık

Boştan yere buna küsüldü kardaş

İhtiyar değiliz ya neden bunadık

Dostça merhabalar kesildi kardaş

 

                      Keskin dağlarının serin yaylası

                      Yiğidin kendidir kendi aynası

                     Susup oturmanın var mı faydası

                    Ondan ensemize basıldı kardaş

 

Yurdu sardı mafyası çetesi

Susurluk’ta   kamyonun vitesi

Takke düştü kel göründü tepesi

Neden göz yumuldu susuldu kardaş

 

                        Kimi vatan milleti Sakarya dedi

                        Ezan bayrak dedi önüne koydu

                        Koskoca deveyi de yükleriyle yedi

                       Ondan mı hızları kesildi kardaş

 

Keskinli Haydar’ım berbat zamanlar

Mecliste yapılan bunca yeminler

Adalet isteyen dürüst insanlar

Takıldı iplere asıldı kardaş

 

 

 

 

 

 

 

Dost Derviş Kemal’e Merhaba

 

Birde şu üzüm bağlarının

Kurumasını ve ona bakmasını

Beceremeyenlere çok dargınım

Tıpkı ormanları Harap

                 Edenler gibi

 

 

 

 

 

CAN BACIM

 

Aylar oldu selamını almadım

Küskün müsün yoksa bana can bacım

Kusurum  mu oldu suçum bilmedim

Küskün müsün yoksa bana can bacım

 

             Bir kaza oldu da dünyaya geldim

             Sizinle ağladım sizinle güldüm

            Yaşama sevincin sizinle buldum

            Küskün müsün yoksa bana  can bacım

 

Öle bu kardaşın yoluna öle

Arada birde olsa selamın gele

Yüreğimin her yanı sevginle dola

Küskün müsün yoksa bana can bacım

 

                Bağdat gibi şar bulunmaz

                Kardaş gibi yar olur mu sırdaşım

                Tutmadı düzenim bozuldu işim

                Küskün müsün yoksa bana can bacım

 

Nazlı çiçektiniz sizi büyüttüm

Zaman zaman dizlerimde uyuttum

Keskinli Haydar’ım dünü unuttum

Küskün müsün yoksa bana can bacımA

 

 

 

 

 

NE BİZİ SORARLAR

 

Bir babamız vardı iki anamız

Ne bizi sorarlar ne biz onları

Karlı dağlar aştık yandı canımız

Ne bizi sorarlar ne biz onları

 

            Nabi’yle Nezake’i yanıma aldım’

            Kemal’le Makbule’yi canımda buldum

           Ergani’ye kardaş dedim takıldım

           Ne bizi sorarlar ne biz onları

 

Ozanlar yüzsüzdür ar mı bulunur

Gurbet gibi hain yer mi bulunur

Kardaş kardaş yakın yar mı olunur

Ne bizi sorarlar ne biz onları

 

 

 

 

 

 

 

 

ADİL AĞA’NIN SOYTARISI

 

Memlekete muhtar olmuş

Adil Ağa’nın soytarısı

Sorun hele nerden gelmiş

Adil Ağa’nın soytarısı

                      Köyü birbirine katar

                      Cennet alır cennet satar

                       Arada yaş yere yatar

                       Adil Ağa’nın soytarısı

Zordur sana alışmamız

Düzenbzla yarışmamız

Aydınlıktır şiarımız

Adil Ağa’nın soytarısı

                    Keskinli Haydar’ın ünü

                     Unutmayız asla dünü

                      Zor kazandık biz vatanı

                       Adil Ağa’nın soytarısı

 

 

 

 

 

 

 

SOYULANDANIM

 

Kiminlesin diye bana sorsalar

Soyanlardan değil soyulanlandanım

Çete mafya dört yanımı sarsa da

Soyanlardan değil soyulandanım

 

                       Babam bile olsa doğruyu derim

                       Halkım bilsin taşı gediğine korum

                       Bizi yönetene bir de aferin        

                        Çalandan değil soyulandanım

 

Altıyüz ceylanın hesabın sorsam

Beyin koltuğuna derisin gersem

Adalet kurulsa bir hesap versem

Çalandan değilim soyulandanım

 

 

 

 

 

 

 

ASLAN YATAĞI BOŞ KALMAZ

 

Aslan yatağı boş kalmaz derler

Hasan Hüseyinler Aliler vardır

Anadolu’m ozanlar otağı

Karanlığa ışık veliler vardır

                Dede Korkut Yunus koca Pir Sultan

                 Dersimiz almışız koca Veysel ustadan

                 Cehaleti yıkıp en önde giden

                  Dadaloğlu Kroğlu gibi ulular var

Kırşehir’de Ertaş Keskin’de Taşan

Türkü türkü doğup türküye koşan

Keskinli Haydar’ım kaynayıp coşan

Benim gibi bunca de liler vardır

 

 

 

 

 

 

 

 

BİZİM KÖYDE

 

Bizim köyden Hasan ile Hüseyin

Yarına umutla bakıp giderler

Konur’da Ali Mızrak üçü bir güne

Kardeşlik ateşin yakıp giderler

 

Bağrek yaylasının menekşe gülü

Örnek almışlardır Koca Veysel’i

Yüreğinde türkü sazlarda teli

Cehaleti kökten yıkıp giderler

 

Mustafa Kemal’in vasfın ederler

Bunlar gören bizlerden önde giderler

Eksinli Haydar’a dostça gülerler   

Kızılırmak gibi coşmuş geliyor

 

 

 

 

 

AVLA SEN BENİ

 

Bahçenin içinde kiraz olayım

Gözünün yaşıyla sula sula sen beni

Üzerinden uçan turna olayım

Yeter ki yürekten avla sen beni

 

              Yapının içinde harcın olayım

               Kalenin içinde burcun olayım

               Keskin dağlarında kırcın olayım

              Üstüne yağayım sakla sen beni

 

Petekten süzülmüş balın olayım

Göğsünde açılan gülün olayım

Yoluna serilmiş halın olayım

Ayağın altında çiğne sen beni

 

            Çocukluk aşkımsın seversen buyum

            Keskin’li Haydar’ım bir damla suyum

           Gözlerinden doğan tatlı uykuyum

           İstersen yürekten düşle sen beni

 

           

 

 

 

 

 

 

DURMADAN AĞLAR

 

Karalar giyinmiş bir güzel gördüm

Düşmemiş dengine durmadan ağlar

Merhaba dedim de halini sordum

Siyah gözlerinin suları çağlar

 

            Alacığına girdim uykuya dalmış

            Fesleğen çiçeğin bağrına sarmış

            Dalıp rüyasında yavrusun görmüş

            Düşmemiş eşine göz yaşı çağlar

 

Bağrek yaylasını duman bürümüş

Çok ağlamış göz pınarı kurumuş

Bellikine bir sevdiği varımış

Düşmemiş eşine durmadan ağlar

 

                    Bir ceylan misali karşımda durdu

                    Keskinli Haydar’a bir bostan verdi

                    Dayandı çapaya bir hayal kurdu

                    Düşmemiş dengine göz yaşı çağlar

                   Bekler sevdiğini durmadan ağlar

 

 

 

 

 

AĞLASIN DİYE

 

Kızılırmak suyu ile çağlamış

Siyah saça çiçekleri bağlamış

Kendi kaderine küsmüş ağlamış

Gelip benim gibi ağlasın diye

 

Uzak durur bana sanki el gibi

Bozuk bağ içinde gonca gül gibi

Coşkun akan ırmak gibi sel gibi

 Gelip  benim gibi çağlasın diye

 

Bağ budarken köprü köyü düzünde

Hüzün vardı yaş doluyu gözünde

Yürek dolu sevgi vardı sözünde

Bekledi doğruyu söylesin diye

 

Bağ budarken gördüm nazlı gelini

Yaklaştım yanına tuttum elini

Baraja göndermiş gözün selini

Keskin’li Haydar’ım boylasın diye

 

 

 

CAN CANA

 

Bura Topalburun yan yana

Ot biçerdik onun ile can cana

Çok umut vermişti o zalim bana

Geçti Erağlan’dan gitti Nazlıhan

 

                       Ezelide deli gönül ezeli

                       Bir ben değil herkes sever güzeli

                       Beni bir divane etti Nazlıhan

 

Köprünün köyün taşlı yolu toz olur

Kıyamam güzelim belki söz olur

Yedi köyü versem sana az olur

Kendini ucuza sattı  Nazlıhan

 

                        Keskinli Haydar’ım bir gün ölürüm

                        Gittiğin yaylaya çoban olurum

                         Sağ olursam seni alır gelirim

                        Bir kötü koynuna yattı nazlı han

 

 

 

 

GÜN İÇİNDE

 

Bilinmez bir alemdeyim

Yaşadığım gün içinde

Hesabını verdim geldim c

Canan ile can içinde

 

Kızılırmak’la çağladım

Bedenimi yıkıp ağladım

Yaralarım tuz bağladım

Sevdam yüklü dün içinde

 

Toprak idim testi oldum

Sevda şarabıyla doldum

Harabatta tutsak kaldım

Bir demi devran içinde

 

Buğday oldum ezildim

İncecik telden süzüldüm

İnci mercanla dizildim

Bir gerdana yen içinde

 

Benim yarim bana suna

Zehir sardım ben yarama

Ahret eğlencesi neme

İlmi buldum fen içinde

 

Ben Keskin’li bir Haydar’ım

Hak bildiğim korkmaz derim

Yaşıyorum çünkü varım

Kainatta han içinde

 

 

 

 

 

YA  HAYDAR

 

Divane genlümüz geçmez güzelden

Sevgin yer eyledi candan ya Haydar

Enel hakkı özümsedik ezelden

Sevgin yer eyledi candan ya Haydar

 

Horasan’dan Hoc Ahmed’in oğlu

Düşkünlerin kanadısın kolusun

Kudbettin’sin Hacı Bektaş Veli’sin

Sevgin yer eyledi candan ya Haydar

 

Ağlayankaya’nın üstünde durdun

Perişan kayaya adını verdin

Bağrek yaylasına mekanın kurdun

Sevgin yer eyledi candan ya Haydar

 

 

 

ATA YURDUM BAĞREK

 

Yedi kardaş mekan tutmuş başını

Yirmi seki saydım mezar taşını

Unutamam ormanının kuşunu

Ata yurdum Bağrek hoşça kalasın

 

                Asar’dan Çöğ’de bir hayal kurdum

                Şirin görünürdü ırmak boyları

                Vurulmuş kekliği küskün toyları

                Ata yurdum Bağrek hoşça kalasın

 

İnenin Çöğ’de bir hayal kurdum

Sevdiğim kızı da orada gördüm

Eski özgeçmişim sen anayurdum

Atayurdum Bağrek hoşça kalasın

 

                   Sırtımı yasladım yamaçlarına

                   Selam ahbaplara yoldaşlarıma

                   Keskinli Haydar’ım girdin düşüme

                   Ata yurdum Bağrek hoşçakal gayrı

 

 

 

 

 

 

ELİM İLE  BÜYÜTTÜĞÜM GÜLLERİ

 

Bilmeden gönlünü kırdığım dostlar

Aman beni essah sanman ne olur

Elim ilye büyüttüğüm güllerim

Kırıp fidanına kıyman ne olur

 

Bin yıl oldu  gider gelirim

Kendi kusurumu kendim bilirim

Vakit azdır belki burda ölürüm

Gurbet illerinde koyman ne olur

 

Keskin'li Haydar'ım sizden biriyim

Bedenen ölsem de fikren diriyim

Ben benden  ileri sizden geriyim

Cahilin sözüne uyman ne olur

 

 

 

 

 

PERİŞAN

 

Özlemim büyüdü yare gidemem

Engellerle dolu yollar perişan

Sevdiğimi cananıma diyemem

Yalancı elinden diller perişan

 

                        Dost sitemin garip cana değmiyor

                        Güneş doğup karanlığı boğmuyor

                       Toprak öfkelenmiş yağmur yağmıyor

                       Susamış topraklar çöller perişan

 

Gün be gün azan yaramız işler

Bilemez belayı belasız bağlar

Silah satmak için çıkan savaşlar

İnsanlar ölüyor dullar perişan

 

                         Keskin'li Haydar'ım ne güne kaldı

                          Köyün muhtarları sanki kör oldu

                           Aslanın yurduna tilkiler doldu

                           Ormanlar yakılmış küller perişan   

 

 

BANA

 

Keskin'li Haydar'ın yanına vardım

Duvarda asılı sazını gördür

Olgunluk çağında merhaba verdim

Ozanla tanışmak haz verir bana

 

            Umut radyosu'nda birlik saz çaldık

            Göz göze gelince biz hakkı bulduk

            Bir şey veremedik çok bilgi aldık

            Kaya Özlük Dede naz verir ona

 

Çağdaş görünüşlü konuşkan dili

Elinden içmişim bir fincan dolu

Pire teslim olmuş ölmeden ölü

Enel hak yolunda giz verir bana

 

            Baharım der ozanlığı bilelim

            Keskin'li Hadar'ı örnek alalım

            Bir akşam da misafiri olalım

            Baharın sonunda yaz verir bana

 

 

 

 

 

 

 

KORKARIM

 

Yelalan köyünde bir aşık buldum

O da beni bulmaz diye korkarım

Kurban Bayramıydı bir haber saldım

Merhabamı almaz diye korkarım

 

            İnce bir elekten unum elesem

            Aşık Uysal'a bunu söylesem

            Aşık Süleyman'ı davet eylesem

            Dost mihmanım olmaz diye korkarım

 

Fedik yokuşuna bir selam salsam

Yelalan köyünün konuğu olsam

Sevgili Saffet'i yanıma alsam

Kara bahtım gülmez diye korkarım

 

            Keskinli Haydar'ım gel yavaş yavaş

            Dinar'dan Keskin'e yol yavaş yavaş

            Haydardede köyü Yelalan kardaş

            Düşlediğim olmaz diye korkarım

 

 

 

 

 

Nergis Çiçeği

 

Bozkırda açılmış nergis çiçeği

Soyu âşık kendi ozan bir güzel

Adını sordum baharda yazda

Soyu âşık kendi ozan bir güzel

 

Toros yaylasının serin yeliyle

Uçarsu koyunun çağlar seliyle

Bizim köylü Kel Döndü’nün diliyle

Soyu âşık kendi ozan bir güzel

 

Nedendir de bulamamış dengini

Dertlilere eş eşlemiş kendini

Çiğdem sarısından almış rengini

Soyu âşık kendi ozan bir güzel

 

Keskinli Haydar’ım vay benim canım

Toprakalr başına düşsün figanım

Aslanca erkeği doğuran hanım

Soyu âşık kendi ozan bir güzel

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir Gelin

 

Ben kendi halimce sazım çalarken

Kapıdan sessizce girdim bir gelin

Ürkek ceylan yavrusunu andırır

Merhabama gülüp durdu bir gelin

 

Bir ayrı yaratmış yaratan onu

Dileğimdir görsün en güzel günü

İlk görüşte ne eyledi gör beni

Kendisini bana sordu bir gelin

 

Bazen çok neşeli bazen de kırgın

Sevdim diyenlerden hep yemiş vurgun

Gözleri gülüyor kendisi yorgun

Kolların boynuma sardı bir gelin

 

Esmerin güzeli turuncu narmış

Yanağında bir çift gülü kızarmış

Koklamak istedim bekçisi varmış

Keskinli Haydar’ı yordu bir gelin

Ben Ondayım Yunus Bende

 

Ayrı olmadığım ondan

Ben ondayım Yunus bende

Yaşadığım bütün günden

Ben ondayım Yunus bende

 

Taptuk Emre’nin elinden

Yanmış pişmiş pir yolundan

Düşüncemden, hayalimden

Ben ondayım Yunus bende

 

Emin adımlarla yürür

Dost olana dostça varır

Hakkı vicdanında görür

Ben ondayım Yunus bende

 

Yunus ile gönül coşar

Yunus ile çiğler pişer

Seven sevdasına düşer

Ben ondayım Yunus bende

 

Gerçek söyledi sözünü

Erik dalında üzümü

Hakta gördüm dost yüzünü

Ben ondayım Yunus bende

 

Aynayı tuttu yüzüne

Cemal göründü gözüne

Akıl ermezdi gizine

Ben ondayım Yunus bende

 

Keskinli Haydar’ım yasta

Bu gönlümüz neden yasta

Kalk gidelim gayrı dosta

Ben ondayım Yunus bende

 

 

 

 

 

Kendimi

 

Bir damla sıvıdan kana karıştım

Dönülmez bir yola saldım kendimi

Anam ile atam oldu bahane

Gök bir ekin iken yoldum kendimi

 

Dertlerim şahlanır gene bu ara

Tabipler tabibi düşmüşse dara

Rest çektim feleğe etmem mudara

Altmış yılda ancak buldum kendimi

 

Suçlarım toplayıp dertlerim bir bir

Bir mahkeme kurdum katipler hazır

İmanım savcıdır kendim mübaşir

En sonunda suçlu buldum kendimi

 

Keskinli Haydar’ım dar’ağcı kurdum

Üç ayak sehbanın ipini gerdim

En büyük cezayı nefsime verdim

Gönül defterinden sildim kendimi

 

 

 

 

 

Beni Sana Ben

,

Bu divane gönlüm vazgeçmez senden

Nasıl anlatayım beni sana ben?

Gam yükü tamamdır çekilmez oldu

Hasret kaldım senin gibi cana ben

 

Gelir diye benliğimi  kandırdım

Bağrek yaylasına şahin kondurdum

Öz canımı ataşlara yandırdım

Daha ne diyeyim gayri buna ben

 

Keskinli Haydar’ım bir gün gülmedi

Bekliyorum ağlar ağ’sı gelmedi

Tabipler tabibi derman olmadı

Tez gelmezse küsülüyüm yare ben

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Nesimi’yle Selimi

 

Keskinli Haydari

Can atar dururdum göreyim diye

Çıkıp geldi Nesimi’yle Selimi

Hal ve hatırların sorayım diye

Gözüm doldu Nesimi’yle Selimi

 

Bin dokuz yüz doksan üçte Elmalı

Abdal Musa huzurunda olmalı

Ozan, ozan ile sohbet kurmalı

Öyle oldu Nesimi’yle Selimi

 

Davet ettik Antalya’ya onları

Çok evvelden sezmişlerdi dünleri

Buldu mu ki ozan güzel canları?

Her hal buldu Nesimi’yle Selimi

 

Birlik yaptık Ehlibeyt’in methini

Bu ocağın közü ise tütünü

Yolup attık ikiliğin otunu

Özün sildi Nesimi’yle Selimi

 

Konuğumdur Nesimi’yle Selimi

Gönül dergâhının sevda kilimi

Ozan yüreğimde kudret ilimi

Aşkı buldu Nesimi’yle Selimi

 

Keskinli Haydar’ım dünya durağım

Nesimi’yle Selimi’ye çırağım

Ele yakınımda bana ırağım

Anadolu’m Nesimi’yle Selimi

 

Cevap: Nesimi, Selimi

Görülecek neyimiz var efendim?

Gözleri kirletir bakmayın bize

Biz birer insanız bilinmez efendim

Sizleri darlatır bakmayın efendim

 

Cevap: Nesimi, Selimi

Davete icap ettik de geldik

Tarihten söyleştik geçmişi bulduk

Bir şey vermedik ya biraz ders aldık

Özleri korlatır bakmayın bize

 

Cevap: Nesimi, Selimi

Ehlibeyt aşkı taşıması zor

Bu uğurda ne söylesin cahil tor

Fikrin mutfağını yakıp yıkan kor

Bizleri terletir bakmayın efendim

 

Cevap: Nesimi, Selimi

Ozanların düşü düzenlik dernek

Bu Cennet vatanda olmalı örnek

Gönüldaşlık için çarparsa yürek

Emeği varlatır bakmayın bize

 

 

 

 

 

 

 

 

Avukatın Var mı Senin?

 

Ya Rab, sen seni seversen

Anan baban var mı senin?

Ben görürüm bende seni

İşin gücün sır mı senin?

 

Meleklere emretmişsin

Çamurdan Adem yapmışsın

Havva’yı da yar etmişsin

Yektarın dür mü senin?

 

Bu sözüme kızma sakın

İstediğin tavrı takın

Sen ki bana benden yakın

Yüreğimde yerin senin?

 

Enel hak diyen ölüyor

Seni kendinde biliyor

Görmez misin ne oluyor?

Her bir yanın sur mu senin?

 

Keskinli Haydar demişsin

Gelip içime girmişsin

Bir de mahkeme kurmuşsun

Avukatın var mı senin?

 

 

 

 

 

 

 

Dön Geri

 

Bağrek dağı buyamlıdır aşılmaz

Gidemezsin Yusuf Dede’m dön geri

Kızılırmak belki küskün yol vermez

Gidemezsin Yusuf Dede’m dön geri

 

Köyümün büyüğü insandı kendi

Aşık Boran idi Dede’m efendi

Hal bildiği yolda ederdi cengi

Gidemezsin Yusuf Dede’m dön geri

 

Yaz günü kış olmuş bizim ellerin

Gülüne har değmiş dost bülbüllerin

Ağası göç etmiş söyler dillerin

Gidemezsin Yusuf Dede’m dön geri

 

On dokuz on iki dokuzyüz doksan

Keskinli Haydar’a düştü bir figan

Yerin yüreğimde efendim ağam

Bekliyoruz Yusuf Dede’m dön geri

 

 

 

 

 

 

 

Gül Ağlar

 

Seher vakti bir mekâna uğradım

Varan ağlar, giden ağlar, gel ağlar

Dertli sinem aşk oduna doğradım

Yolcu ağlar, kervan ağlar, yol ağlar

 

Alem ahu zarda hüsnü zatına

Benim pirim hükmederdi batına

Deli Boran ana Fatma adına

Yanağında açan gonca gül ağlar

 

Yusuf’u Kenan’ın gülleri açmış

Dokuz yüz doksanda dünyadan göçmüş

Keskinli Haydar’a bir figan düşmüş

Sazım ağla,r mızrap ağlar, tel ağlar

 

 

 

 

 

Ya Haydar

 

Candan cananımsın gonca gülümsün

Kaldık bir sahrada yetiş ya Haydar

Can kurban koymuşum yoluna serim

Bizden bu mihneti atmalı ya Haydar

 

Okunan Kuran’da Elham’da sensin

Müminin kalbine ilham da sensin

Azgın yaralara merhem de sensin

Bu yareye bir el atmalı Haydar

 

Hüda birsin birliğine şahadet

Ya nedendir külhüvallahüahad

 Enelhak bağında Sultan velayet

Düşkünlerden bir el tutmalı Haydar

 

Horasan’da  Hoc’ahmet’in oğlusun

Bağrek yaylasının gonca gülüsün

Akıllandırın cümle alemin delisin

Çektiğimiz çileler bitmeli Haydar

 

Aktı gözyaşlarım didem sildirsem

Yeter gayrı ağlattığın, güldürsen

İhsan edip efendime gel desen

Can dostların sana yetmeli Haydar

 

 

 

 

 

Bir Nazar Eyle

 

Yusuf dedim Hacı Taşan görünce

Gez gönül Keskin’i bir nazar eyle

 Koca felek dükkânını açınca

Varıp çarşısına gir Pazar eyle

 

Yusuf Özlük dedem Haydar oğlusun

Düşkünlerin kanadısın kolusun

Dost Deli Boran’ın gonca gülüsün

Keskinli Haydar’ı sen irşat eyle

 

 

 

 

Antalya

 

Yüreğini açmış bütün dünyaya

Her yana varmakta yolun Antalya

Yörüğünle çıkabilsem yaylana

Toroslardan gelir selin Antalya

 

Her bir yanın bin bir güzellik dolu

Yaylaya karışmış sahilde yolu

Bağrında toplamış yeşili alı

Güzeller dokumuş kilim Antalya

 

Ne güzeldir Kale içi nakışı

Biraz hoştur yat limanı yokuşu

Turistlerin pencereden bakışı

Bir dünya şehridir ilin Antalya

 

Geçmişi nasıldır Üçkapılar’ın?

Kültür mirasıdır bu yapıların

Yazarı, çizeri, ozan, şairin

Kulağı gözü dilin Antalya

 

Alanya, Manavgat, Kemer, Beldibi

Ne olur bakmayın ona el gibi

Ağaçsız, yeşilsiz kuru çöl gibi

Susuz kalır kurur gölün Antalya

 

Kadifeye benzer Antalya’m yüzün

Limon, portakalın, yemişin, muzun

Yılın on iki ayı kışın ve yazın

Satılır ürünün malın Antalya

 

Bunca şahidinle gazilerin var

Evvel beton değil idi yapılar

Temiz tutsak şehrimizi insanlar

Ün salar dünyaya gülün Antalya

 

Düden ile Kurşunlu’yu gezmeli

Onların aşkına şiir dizmeli

Sarışın güzeller başı yazmalı

Kızları etmeli gelin Antalya

 

Keskinli Haydar’ım sözcükler yetmez

Ne kadar anlatsam övmekle bitmez

İstemem Cennet’i bana gerekmez

Yüreğim seninle bilin Antalya

Yeşile bürünsün çölün Antalya

 

 

 

Gökbük’e

 

Beydağın göğsünde nazlı bir yayla

Yolumuz uğradı şirin Gökbük’e

Türkü türkü güzellerin havası

Yelimiz uğradı şirin Gökbük’e

 

Sevda ile gezdim bu güzel köyü

Nesli Abdal Musa, Ali’nin soyu

Cana hayat verir balıklı çayı

Selimiz uğradı şirin Gökbük’e

 

Yeşildir doğası, olmazı gazeli?

Mert imiş gençleri ezel ezeli

Narenciye işler köyün güzeli

Gülümüz uğradı şirin Gökbük’e

 

Bir güzel ozana badeyi sundu

Kurbanlar kesildi lokmalar yendi

Bacı, gardaş birlik semaha durdu

Kolumuz uğradı şirin Gökbük’e

 

Yok eylemiş bet huyları tapuyu

Hakikate açık tutmuş kapıyı

Arı birlik ile yapmış yapıyı

Balımız uğradı şirin Gökbük’e

 

Bir dilber ünledi beni yanına

Sanki kanı kaynamıştı kanıma

Bide lokma verdi öz mihmanıma

Gizimiz uğradı şirin Gökbük’e

 

Keskinli Haydar’ım sever sizleri

Silinir mi güzelliğin izleri?

Dostça kalın uğurlayın bizleri

Kalımız uğradı şirin Gökbük’e

 

 

 

 

Destan Destan

 

Kör olmak zamanı değil kardeşim

Artık bir arada olma zamanı

Destan destan türkü türkü bu yurdu

Bir baştan bir başa örmek zamanı

 

Laiklik türküsü çalarken sazım

Bununla büyüsün oğlumla kızım

Bilimin düşmanı cahil yobazın

Kalbinden karayı silmek zamanı

 

Hüsrana gidiyor bu işin sonu

Birlik olun emekçisi patronu

Beraber tutalım toy bir düğünü

Bir bayram davulu çalmak zamanı

 

Keskinli Haydar’ım budur niyetim

Eşitçe kazanım eşit tüketim

Düşüm Ankara’da şeffaf yönetim

Bu güzel türküyü çalmak zamanı

 

 

 

 

 

Kır Atım

 

Yoluna ölürüm senin kır atım

Doğru dürüst yolda ilerleyelim

Şafağı aydınlık yüce dağların

Doğru dürüst yolda ilerleyelim

 

Köroğlu’nun kır atısın bilirim

Menziline ulaşasın bilirim

Sen kıratsın tutulur mu yuların?

Doğru dürüst yolda ilerleyelim

 

Sohbetimiz yiğit ile mert ile

Yüreğimiz dolu dolu dert ile

Küheylan at yarışır mı kurt ile

Doğru dürüst yolda ilerleyelim

 

Keskinli Haydar’ım düşünce talan

Üsküdar’ı geçti kır artım çalan

Beygiri eş tutmaz küheylan olan

Doğru dürüst yolda ilerleyelim

 

 

 

 

 

Bağrek Dağı

 

Acılar ekmeğim umut katığım

Gidiyorum hoşça kal Bağrek dağı

Gizemli başından boran eksilmez

Suyunu ovaya sal Bağrek dağı

 

Düz ovadan lale sümbül açılsın

Güzellikler Çal içine saçılsın

Buyamlı başından duman çekilsin

Necdet’le Hasan’ı bul Bağrek dağı

 

Hoyrat eli değimiş kırmış dalını

Kesip aşılasam kara çalını

Sana arz edeyim garip halimi

Dilersen sırdaşım ol Bağrek dağı

 

Başın bölük bölük tepeli düzlü

Ekinler biçerdik gelinli kızlı

Ören yerlerinde ne sırlar gizli

Göğsünde açılır gül Bağrek dağı

 

Bağrında hoş olur baharlar yazlar

Çeşmeden su alır sevdalı kızlar

Ormanda yaşardı turnalar kazlar

Avcıdan davacı ol Bağrek dağı

 

Altmışlı yıllarda ayrıldım sende

Bir türlü sevdan gitmiyor candan

Sen de vazgeçmez misin ozan Haydar’dan

Öleyim koynuna al Bağrek dağı

 

 

 

 

Gör Sayın Bakan

 

Şikayetnamemi aldım kaleme

Gel halkın halini gör sayın bakan

Halkın aşığıyım bunları gördüm

İnsanlar görülür hor sayın bakan

 

Seçimden seçime desteksiz atmak

Hakça bakan olup sözünü tutmak

Vekile yakışmaz kendini satmak

Galiba gözlerin kör sayın bakan

 

Şöyle bir hastane Kırıkkale’de

Karıncalar, yolak yapmış her yere

Umudumuz vardır çıkmayan canda

Başhekimden haber al sayın bakan

 

Yatalak hastalar anamla bacım

İmkansız efendim dinmiyor acım

Biraz alçı, kireç varsa ilacın

Sen barı elinle sar sayın bakan

 

Burası Kırıkkale içisi çoktur

Fakirin halinden anlayan yoktur

Bakan bey hastane başı boşluktur

Gel kendi gözünle gör sayın bakan

 

Yemekleri çok lezizdir yenmiyor

Temizliği berbat, yer silinmiyor

İğnemiz yapılmaz sızım dinmiyor

Bunlar sanki sence sır sayın bakan

 

Oy isterken bolca nutuklar atan

Varıp Ankara’ya olursun bakan

Verdiği sözlerin üstüne yatan

Yerin de kulağı var sayın bakan

 

Keskinli Haydar’ım bunları yazdım

Bu atom çağında canımdan bezdim

Ben sizlere değil kendime kızdım

Önümüzde seçimler var sayın bakan

 

13 Mayıs 1975 Kırıkkale

 

 

 

 

 

 

 

Eski Bir Yara

 

Geldiğin duyunca gözlerim doldu

İçimde sızladı eski bir yara

Dokuzyüz kırkyedi yer Hasan Dede

İçimde sızladı eski bir yara

 

Ne güzeldir Kızılırmak boyları

Turnaya karışmış gelir toyları

Kulu dede Hasan dede soyları

İçimde sızladı eski bir yara

 

 Elli iki sene gözledim seni

Tanıtmadım bende sana kendimi

Gün bu gündür tanışmanın tam günü

İçimde sızladı eski bir yara

 

Ayrılmadı güzel çocuk yanımdan

Sanırdım ki canı benim canımdan

Memnun kaldım hala Zeynep hanımdan

İçimde sızladı eski bir yara

 

Boğazıma dayamıştı bir kama

Bunu anlatmıştım dostum Ayhan’a

Bir dilekçe yazdım Haydar Sultan’a

İçimde sızladı eski bir yara

 

Bu güzel sırları vermedim yada

Ana hasta idi babam beyhude

Sekiz yaşında idim geldim bu yâda

İçimde sızladı eski bir yara

 

Teşekkürüm Sakine’nin Ali’ye

Dedi oğul, söz denilmez deliye

Bir kuş tünemişti cıbır çalıya

İçimde sızladı eski bir yara

 

 Köyüm Haydar dede ismimse Kaya

Hizmetkâr olmuştum Cıbır ağaya

Keskinli Haydar’ım bu çaban niye

İçimde sızladı eski bir yara

 

1947 Hasandede Köyünde hizmetkârlık anısı

 

 

 

Zordayım Dost Zordayım

 

Eskişehir ve Ankara

Duman kaplamış kapkara

Sevdalarım dolu yara

Zordayım dostlar zordayım

   Diyarbakır’da surdayım

   Acep niçin buradayım

 

Eskişehir verdi ara
Diyarbakır ve Ankara

Hasret kaldım çocuklara

Zordayım dostlar zordayım

   Bura sekizinci koğuş

   Arkadaşım Hasan Siviş

 

Arada bir Diyarbakır

Taş duvarlar etrafı sur

Bilen demez, göreni kör

Zordayım dostlar zordayım

   Ölümün kara günüydü

   On sekiz mayıs dünüydü

 

Ranzalar ot diziliydi

Kaypakkaya yazılıydı

Sevdalarım sızılıydı

Zordayım dostlar zordayım

   Kara günler geldi geçti

   Yüreğimi deldi geçti

 

Keskinli Haydar’ım açtık

Poyraz ektik rüzgar biçtik

Bağımsızlık andı içtik

Zordayım dostlar zordayım

   Tam bağımsız bir Türkiye

    Saz çalarız diye diye

 

 

 

 

 

 

 

Gardiyan

 

Söyledim doğruyu attılar dama

Anama küfür bastı gardiyan

Vatan haini dediler bana

Büyük bir öfkeyle baktı gardiyan

 

Yaklaştı gardiyan suçumu sordu

Dedim saz çalmaktır dikildi durdu

Cebinden çıkartıp cigara verdi

Dönüp cigaramı yaktı gardiyan

 

Memleketim sordu, dedim Ankara

Dedi Çukurlu’yum benim de ora

Sordu, niye geldin Eskişehir’e

Elimden zinciri söktü gardiyan

 

Sağına soluna iyice bakındı

Babacanca bir de tavır takındı

Düzen bozulmuştu biraz yakındı

Benden daha aydın çıktı gardiyan

 

Her hal kanı ısınmıştı kanıma

Ağır adımlarla geldi yanıma

Yürekten bağlıydım ben vatanıma

Cebime beş lira soktu gardiyan

 

Keskinli Haydar’ım canına canan

Bir tek sen değilsin bu yolda yanan

Dedi rüşvet değil vallahi inan

Mahpus duvarlarını yıktı gardiyan

 

 

 

 

Eller Kaldı

 

Çıktım Bağrek yaylasına

Umudumu yeller aldı

Çiçek kokan dağlarımı

Dal yerine seller aldı

 

Ne güzeldi eski çağlar

Verimliydi bahçe bağlar

Derdim söylediğim dağlar

Yüreğimde sızın kaldı

 

Ormanı kesip yakmışlar

Muhtarlar hep hor bakmışlar

Buyamlı ismin takmışlar

Al yeşilin çöller aldı

 

Keskinli Haydar olayım

Seni bana dost bileyim

Koynunda özgür öleyim

Ellerim koynumda kaldı

 

 

 

 

 

 

Amanın Dağlar

 

Başında bölük bölük karın var senin

Kaldı koyağında gümanım dağlar

Hiç bir aslan sökemezdi meşeni

Az kaldı dermanım amanım dağlar

 

Engininden yükseğine bakarım

Alır azığımı sana çıkarım

Esme çeşmesinde elim yıkarım

Ambarlı kışladır imanım dağlar

 

Yaz ayları sende yayla çağıdır

Eser rüzgar bulutları dağıtır

Özeme ayranı yürek soğutur

Bağrında gezecek zamanım dağlar

 

 

 

 

 

 

İnsansın İnsan

 

Güzel köyümün yiğit insanı

Sen koyun değilsin, insansın insan

Birlikte kurkmuşuz biz bu memleketi

Sen koyun değilsin, insansın insan

 

Sen Anadolu’sun bu topraklarda

Atı alan geçti, bak Üsküdar’da

Pis kokular sarmış köyü her yerde

Sen koyun değilsin, insansın insan

 

Kendi iradenle benliğin kullan

Kendini kayırır her muhtar olan

Hatır için değmez yalanla plan

Sen koyun değilsin, insansın insan

 

Köye muhtar talip olan olana

Daha dolmadın mı bin bir yalana?

Milletin hakkını çalan çalana

Sen koyun değilsin, insansın insan

 

Keskinli Haydar’ım özgürsün özgür

Tanrı cemalindir hak böyle bilir

Durma be kardeşim kucaklaş bir bir

Sen koyun değilsin, insansın insan

 

 

 

 

 

 

 

 

Gelin Canlar

 

İnsan olmak onurunu

Bile bile gelin canlar

Paylaş dostluk kurunu

Güle güle gelin canlar

 

Görün feleğin işini

Bu alemin gidişini

Bağrek dağın göz yaşını

Sile sile gelin canlar

 

Mandırası ahırını

Çiçek kokan baharını

Düzenleme kararını

Ala ala gelin canlar

 

 

 

 

 

Marmara Depremi

 

Ulusça birleştik verdik el ele

Yıkıntılar içi güllerimiz var

Muhammet’e oku diye buyurmuş

Akıl vermiş, fikir vermiş, dil vermiş

 

Muhammet Arap’ı bilimi Çin’de

O ilimin şehriydi canan içinde

Sinan’ımız vardı mimar içinde

Akıl vermiş, fikir vermiş, dil vermiş

 

Bırakın da sarı öküz yayılsın

Rüyasında mütahitler ayılsın

Uyansın da mimar Sinanlar olsun

Akıl vermiş, fikir vermiş, dil vermiş

 

 

 

 

 

 

 

Bilinmez

 

On yedi Ağustos yıl doksan dokuz

Fay hattı mı pay hattı mı bilinmez

Çağ atlayan bir memleket dilerken

Büyük deprem yüreğimden silinmez

 

Yıkıldı Marmara bir deprem oldu

Küçücük çocuklar enkazda kaldı

İsevi, Musevi yardıma geldi

Bu kafayla böyle menzil alınmaz

 

Rastgele mütahit olan olana

Demir, çimentoyu çalan çalana

Uyan yoktur projeye plana

Soran yoktur ne acayip bilinmez

 

Enkazlar arası çiçekler gördük

Çocuklu büyüklü kurbanlar verdik

Komşu yardımını geri çevirdik

Savunmamız neye gebe bilinmez

 

Yıkıntılar içinde çiçekler açtı

Komşu memleketler yardıma koştu

İlgili bakanın kafası boştu

Keskinli Haydar’ım böyle ölünmez

 

 

Kadın

 

Kardeşine bacı, eşine yoldaş

Bu yüzden baş tacı olmalı kadın

Anamız, bacımız bizimle haldaş

Ağlamayıp her an gülelim kadın

 

Tarlada, savaşta eşin yanında

Kadın var yaşamın her alanında

Acıların sakla özge canında

Artık gözyaşların silmeli kadın

 

Ak pak eder zülüflerin dağıtır

Sinesinde yavrusunu büyütür

Nazlı yarin kollarında uyutur

Hak ettiği yeri bulmalı kadın

 

 

Kadın mal değildir satılmamalı

Kullanıp bir yere atılmamalı

Boş baskı altında tutulmamalı

Özgür düşünceyi bilmeli kadın

 

Çocuğunun anası eşine huri

Gizemli bal yapar sanırsın arı

Keskinli Haydar’ın budur şiarı

Eşini arkadaş kılmalı kadın

 

Savaşta barışta tarlada evde

Anadolu kadını şehirde köyde

Keskinli Haydar’ın doğduğu yerde

Seçilip meclise dolmalı kadın

 

Bunu böyle yazdı halkın ozanı

Dişi aslan doğurdu erkek aslanı

Bunları demenin geldi zamanı

Her zaman sevgiyle dolmalı kadın

 

 

 

 

Kırdılar Beni

 

Bir gül idim kopardılar dalımdan

Cahilin eliyle kırdılar beni

Bir yar severdim kendi halimce

Sevdim diyenlerim yordular beni

 

Bülbüller öterdi yeşil bağımda

Ben de sorumluydum kendi çağımda

Aslanlar kükredi gönül dağımda

Bir tilki misali vurdular beni

 

Rençber Adem ile ekin ekildim

Meryem ana ile dara dikildim,

Koca İsa ile göğe çekildim

Üstelik çarmıha gerdiler beni

 

Yüreğimin gizi hayalim düşler

Bir de boşa gitti gördüğüm düşler

İncirlik’e konmuş yabancı üstler

Deli deyip gırgıra sardılar beni

 

Düşünüp durursun Keskinli Haydar

Beklediğim gelmez, işim oldu zar

Hele iki yüzlü riyakâr dostlar

Zemberek misali kurdular beni

 

 

 

 

 

Dik Bıyık

 

Arada bir bıyığını sıvazlar

Merhabama güler durur Dikbıyık

Kıvırır çengeller onu boyalar

Emin adımlarla yürür Dikbıyık

 

Cennetin bağını bahçe eyledi

Su getirdi dört biryanı suladı

Yoldan geçenlere meyve sunardı

Duydum şimdi hasta imiş Dikbıyık

 

 

 

 

Nerde?

 

Hakim beyim bunca insan vuruldu

Vuranlar belli de vurduran nerede?

Çetesi mafyası yurda doldular

Dolanlar belli de dolduran nerede?

 

Bahane ettiler dini, hocayı

Türk halkı bilmedi bu bilmeceyi

Yağma ettik Edirne’yi, Lice’yi

Edenler belli de ettiren nerede?

 

Bağımsız yargıçlar çözer düğümü

Türk milleti bekler böyle bir günü

İrticayla terör kimin ürünü

Yapanlar belli de yaptıran nerede?

 

Düğün değil, bayram değil enişte

Öper durur baldızını dönüşte

Böl, parçala, yönet vardır sonuçta

Öpenler belli de öptüren nerde?

 

Artık geldi uyanmanın zamanı

Ulus sancılıydı yandı harmanı

Camilerde ölüm için fermanı

Verenler belli de verdiren nerde?

 

Tam bağımsız yurt istedi vurdular

Üç ayak sehpanın ipin gerdiler

Keskinli Haydar’ın gülün kırdılar

Kıranlar belli de kırdıran nerde?

 

 

 

 

Dadal’ım Sen Sakla Senden İsterim

 

Bir yavru gönderdim sizin illere

Dadal’ım sen sakla senden isterim

Emanet eyledim emin ellere

Dadal’ım sen sakla senden isterim

 

Gönül arz ediyor cemal görmeyi

Dost ile dertlenip sohbet kurmayı

Hasan Hüseyin’den haber sormayı

Dadal’ım sen sakla senden isterim

 

Bu feleğin kanadını kırmayı

Bilirdim kuzuya çoban olmayı

Gittiği yollara kurban olmayı

Dadal’ım sen sakla senden isterim

 

Sene seksen altı geçer yıllarım

Ey Cabban’ım bekliyorum yolların

Dadaloğlu sana malum hallerim

Dadal’ım sen sakla senden isterim

 

Keskinli Haydar’ım senin gardaşın

Her an gamlı olur bu dertli başım

Her halde kemale eriyor yaşım

Dadal’ım sen sakla senden isterim

 

 

 

 

 

Hayrettin

 

Bir demet gül soldu gönül bağımda

Kuzum Cabban ile eşti Hayrettin

Aktaş Atilla’nın can otağında

Genç yaşta dünyada göçtü Hayrettin

 

Turan Emine’ler yanıp tutuştu

Hayrettin’le Tekin yuvadan uçtu

Acılara girdim kendimden geçtim

Tekin Cabban Veli eşti Hayrettin

 

 

 

 

 

Kovanlık Köyü Kızları

 

Şirin Antalya’nın Kovanlı köyü

Yüreğinde sevda yaslanıp gider

Kınalı parmaklar dokur halıyı

Kilimi, çadırı süslenip gider

 

Bacılar kirkitle sevdayı işler

Bilemez sevdayı sevdasız başlar

Sürmeli gözleri yay gibi kaşlar

Sevgi gözyaşıyla ıslanıp gider

 

Çıkarcıyı içlerine komazlar

Evdeki kavgayı ele demezler

Yörük ve tahtacı ayrım bilmezler

Sırtları Toros’a yaslanıp gider

 

Biraz nazlı Kovanlık’ın kızları

Narenciye topluyorlar yazları

Hepsi güzel bilinmiyor gizleri

Narları koynunda beslenip gider

 

Fazlasıyla memnun ettiler bizi

Severek çekeriz biz böyle nazı

Keskinli Haydar’ım çalmazsan sazı

O nazik telleri paslanıp gider

 

06 Mayıs 1998 Kovanlık, ANTALYA

 

 

 

 

 

İzin Var Mı?

 

Şaştım güzelin haline

Düştüm ellerin diline

Yiğit kollarım beline

Sarsam, bana izin var mı?

 

Tutabilirsem yar elini

Sorabilirsem her halini

Göğsünün ince tülünü

Gersem, bana izin var mı?

 

Unutamam dillerini

Yumak yumak ellerini

Dost bağının güllerini
Dersem, bana izin var mı?

 

Kurban Keskinli Haydar’ım

Kanım, canım, damarlarım

Sana doğru bugün yarın

Varsam, bana izin var mı?

 

 

 

 

Diller Ne Güzel

 

Şahin gözlerini sevdiğim dilber

Salınıp gezdiğim yollar ne güzel

Bir ayrı yaratmış seni yaradan

Canı kucaklayan kollar ne güzel

 

Bekletme cananım gel ha gel aman

Birazcık göğsünde var ise iman

Soyunup koynuna girdiğim zaman

Yanağın okşayan eller ne güzel

 

Fatıma misali melek soyunda

Arzumanım kaldı selvi boyunda

Keskinli Haydar’ın kendi köyünde

Seni met eyleyen diller ne güzel

 

 

 

 

 

Dil Vermiş

 

Tanrı insanoğlunu öne çıkarmış

Akıl vermiş, fikir vermiş, dil vermiş

Hacı Bektaş okumayı ön görmüş

Bu seslere kulak ver vatandaşım

 

Bırakın da sarı öküz yayılsın

Pay hattından rezillikler duyulsun

Aymaz kafalarda artık ayılsın

Sırtından yaparlar kâr vatandaşım

 

Sar’öküze verin yesin samanı

Talihe, kadere vermen amanı

Gün bu gündür bilim teknik zamanı

Yıkıldı memleketim gör vatandaşım

 

Atina, Marmara yerle bir oldu

İsevi, Musevi yardıma geldi

Fay hattından rantçı payını aldı

Haksızların karşısında dur vatandaşım

 

Camide imamlar kaderi yeğler

Kader ile bilim çok ayrı şeyler

Gerçek din adamı doğruyu söyler

İnsanın doğrusunu sor vatandaşım

 

Keskinli Haydar’ım Atatürk’e bak

En hakiki mürşit ilimdir mutlak

Karanlık kadere bir meşale yak

Haklının hakkını ver vatandaşım

 

 

 

 

 

 

 

Öğretmen Destanı (Senin Eserin)

 

Dört mevsim adını çağırı dilim

Öğretmen bağım, öğretmen gülüm

Manada felsefe hoşgörü bilim

Sevgi, dostluk, barış senin eserin

 

Anam, babam oldun yüzüme güldün

Aydınlandı dünyam bilginle doldum

Sen hem Anadolu hem vatan oldun

 Sevgi, dostluk, barış senin eserin

 

Ayırmadın, kucakladın dünyayı

Sevmedin insanı küçümsemeyi

İncinsen de incitmeden kimseyi

Sevgi, dostluk, barış senin eserin

 

Aydınlığın karanlığı silkeler

Öğretmenle yaşar temel ilkeler

Bilimle kalkınır bütün ülkeler

Sevgi, dostluk, barış senin eserin

 

Her an hatırlarsın bugünü dünü

Sınırlar tanımaz ünlenir ünü

Eli öpülesi can öğretmeni

Sevgi, dostluk, barış senin eserin

 

Sevgin dolu erkeğinde kızında

Hep öğrettin kitabında yazında

Sevgi, barış, güven dolu sözünde

Sevgi, dostluk, barış senin eserin

 

Orman diktin, köyde bağ yetiştirdin

Duvarlar örerek binalar kurdun

Ulusal kalkınma bilinci verdin

Sevgi, dostluk, barış senin eserin

 

Karanlığa ışığını tutarken

Aydınlığın temelini atarken

Yoksul düşüp, çorap, limon satarken

Sevgi, dostluk, barış senin eserin

 

Doktor olup yaraları bağlayan

Hiç korkmadan doğruları söyleyen

Keskinli Haydar’ı âşık eyleyen

Sevgi, dostluk, barış senin eserin

 

 

 

 

 

Yollarımız Var

 

On yedi Ağustos bir deprem oldu

Sallandı Marmara çok canlar öldü

Komşu devletler de yardıma geldi

Dünyaya açılan yollarımız var

 

Fay hattında pay hakkını bulanlar

Rant uğruna söylenmişti yalanlar

Milleti kandırıp hakkın çalanlar

Aymaz kafalılar, kellerimiz var

 

Çürüktü binalar evler yıkıldı

Yine gözler siyasete takıldı

Verildi vaatler nutuk atıldı

Politik şov yapan kullarımız var

 

Kimi dost elleri kabul etmedi

O kafanın dedikleri tutmadı

Türk ulusu bu dümeni yutmadı

Enkazlar içinde güllerimiz var

 

Yunan halkı özveriyle geldiler

Enkazlardan yaralılar aldılar

Dostluklar kuruldu ahbap oldular

Ege gibi ortak göllerimiz var

 

Türk ulusu kara günde bir olur

Çınarcıklar bunu çok iyi bilir

Bu halk verdiğini geri de alır

Bilimi çağıran dillerimiz var

 

Atina, Ankara hal ile kardeş

İnsanoğlu zaten evvelden kardeş

Yok olsun silahlar tükensin savaş

Sazımız, türkümüz tellerimiz var

 

İki halkı vurdu deprem zararı

Politik kavganın yoktur yararı

Keskinli Haydar’ım arar ararı

Sınırları yıkan sellerimiz var

 

 

 

 

Birlik Olunca

 

Sevgi ile dolar bütün yürekler

Senlik benlik kalkar birlik olunca

Bizlere vız gelir çarkı felekler

Senlik benlik kalkar birlik olunca

Memlekette düzen, dirlik olunca

 

Bir çağrım var insan seven canlara

Özü, sözü güzel tüm insanlara

Birlikte dertlere buluruz çare

Senlik benlik kalkar birlik olunca

Memlekette düzen, dirlik olunca

 

Gençlere güvenip hakkı verilir

Kadınlarla birlik önde yürünür

Atatürk’ün devrimleri korunur

Senlik benlik kalkar birlik olunca

Memlekette düzen, dirlik olunca

 

Olur mu efendim bağcıyı dövmek

Bizim amacımız üzümü yemek

Gelecek nesile oluruz örnek

Senlik benlik kalkar birlik olunca

Memlekette düzen, dirlik olunca

 

Kesilse dilbazların dilleri

Düzelirse seçilmişin halleri

Birlikte aşarız tüm engelleri

Senlik benlik kalkar birlik olunca

Memlekette düzen, dirlik olunca

 

Keskinli Haydar’ım sazımın teli

Ne olur dinleyin bu Türkçe dili

Arılar çiçekten üretir balı

Senlik benlik kalkar birlik olunca

Memlekette düzen, dirlik olunca

 

 

 

 

 

Balsın Hocam

 

Çiçeklerin özün alan

Hem arısın balsın hocam

Gönül bağımızda açan

Mor menekşe gülsün hocam

 

Baykuş viraneye tüner

Avı ayağına döner

Şahit olmaktadır hüner

Halk ağzında dilsin hocam

 

Halımızla oldunuz hal

Yolumuzla oldunuz yol

Can kardeşim Saffet Uysal

Herkes böyle bilsin hocam

 

Mert yüreğin can özünde

Dostluk, güven var sözünde

Kaya Özlük’ün sazında

Türkü, destan telsin hocam

 

“Bizim dağarcığımızda

Karıncaya da filemizde yer bulunur”

                                    Saffet UYSAL

 

 

 

 

 

 

 

Marmara Depreminin Ardından

 

On yedi Ağustos bir deprem oldu

Türkiye’yi yasa koydu Marmara

Çürüktü binalar çok canlar öldü

Memleketi yasa boğdu Marmara

 

Kara haber memlekete yayıldı

Acı çığlık tüm dünyaya duyuldu

Asker polis kurtarmaya koyuldu

Memleketi yasa boğdu Marmara

 

Yalova’da erken bozuldu başlar

Yavrusun yitirmiş analar ağlar

İnsanım diyenin gözyaşı çağlar

Memleketi yasa boğdu Marmara

 

Yıktı, yaktı fay hattının boşluğu

Çok can aldı pay hakkının puştluğu

Unutulmaz Yunan halkın dostluğu

Memleketi yasa boğdu Marmara

 

Komşu uluslar da yardıma geldi

Yıkıklar içinde çiçekler aldı (Çocuklar)

Küskünlükler kalktı dostluk kuruldu

Memleketi yasa boğdu Marmara

 

Kendi kendimize bir soru sorsak

Bundan böyle sağlam temeller kursak

Akıla, bilime öncelik versek

Memleketi yasa boğdu Marmara

 

Bundan böyle kıymetlidir her zaman

İlim ve tekniğin günüdür tamam

Mantığın yerine kaderi koymam

Memleketi yasa boğdu Marmara

 

Kaderin böylesi baştan defolsun

Bütün sorumlular bundan ders alsın

Güzel insanların başı sağ olsun

Memleketi yasa boğdu Marmara

 

Marmara, Akdeniz, Kara Deniz’i

Acıya boğsa da bu hepimizi

İmara hazırız tüm ülkemizi

Memleketi yasa boğdu Marmara

 

Aşığın sözüne verek onayı

Ağlatmayak bacıları anayı

Bundan sonra usta yapsın binayı

Memleketi yasa boğdu Marmara

 

Tanrı akıl vermiş bak insanlara

Kendi kadar yakın hak insanlara

Başsağlığı olsun sağ kalanlara

Memleketi yasa boğdu Marmara

 

Birlikten bakaca yoktur çaresi

Düzensiz yapılar yüzler karası

Bu yaralar hepimizin yarası

Memleketi yasa boğdu Marmara

 

Keskinli Haydar’ım yazdım destanı

Dar günde tanıdık dostu düşmanı

Marmara erken bozdu bostanı

Memleketi yasa boğdu Marmara

Yüreklere tasa koydu Marmara

 

 

 

 

 

 

Haydar Sultan

 

Mekânın şen ola canım efendim

Eşiğine yüzüm sürmeye geldim

Aşıklar serdarı ozanlar piri

Kurban ile dara durmaya geldim

 

Yığın yığın yüreğimin sorunu

Ektim, biçtim göremedim kârını

Göster cemalini dost didarını

Ağyarıma ikrar vermeye geldim

 

Dolandım gurbeti tekraren geldim

Derdimin dermanı sendedir bildim

Güneşli dünyada zindanda kaldım

Kolumdan zinciri kırmaya geldim

 

Veysel bana verdi senin adını

Bulamadım bu alemin tadını

Keskinli Haydar’ın duy feryadını

Gayrı muradıma ermeye geldim

 

 

 

 

 

 

Geçelim Dostlar

 

Yardımcı olalım gelen canlara

Senlikten benlikten geçelim dostlar

İnsanca varalım biz in sanlara

Kin ile kibirden kaçalım dostlar

 

Kaçın ha dostlarım fitneden kaçın

Dünyada insanın birliği için

Şikayet olmasın yanlıştan geçin

Sevgi, barış, dostluk saçalım dostlar

 

 

 

 

Mehmet Kâhya

 

Yeşil Keskin ilçesinde

Tatlıcak’lı Mehmet Kâhya

Dinel dağı yaylasında

Tatlıcak’lı Mehmet Kâhya

 

Orta Anadolu’m köyü

Tatlı akar hoştur suyu

Soyun insanların soyu

Tatlıcak’lı Mehmet Kâhya

 

Mecbur muydun yoksa neydin?

Üç beş cana niye kıydın?

Zorbalığa karşı koydun

Tatlıcak’lı Mehmet Kâhya

 

Omuzlamış mavzerini

Yıkmış ağalık düzenini

Dağa kurmuş mekânını

Tatlıcak’lı Mehmet Kâhya

 

Dağlardan indi ovaya

Bir haber salar ağaya

Güven verir fukaraya

Tatlıcak’lı Mehmet Kâhya

 

Değirmene bekçi olur

Bir gün döner köye gelir

Eline bir dürüm alır

Tatlıcak’lı Mehmet Kâhya

 

Yaşanmıştır bu öyküler

Ne güzeldir bizim köyler

Keskinli Haydar’ım söyler

Tatlıcak’lı Mehmet Kâhya

 

 

 

 

 

Güldü Gitti Molla Veli

(Öykülü)

 

Eşeğe binip gezerdi

Zulasından dem süzerdi

Bazen de muska yazardı

Kalktı gitti molla Veli

 

Bir gün Kırşehir’e vardı

Camide bir vaaz verdi

Yerde birkaç halı gördü

Güldü gitti molla Veli

 

Bir iyice plan kurdu

Demirci yanına vardı

Sivri bir zeka yapardı

Sordu gitti molla Veli

 

Allah’ın evine vardı

Cami kapısını kırdı

Durup bir de selam verdi

Daldı gitti molla Veli

 

İki rekat namaz kıldı

Sağa sola selam verdi

Öndüç birkaç halı aldı 

Aldı gitti molla Veli

 

Allah ile vedalaştı

Halılarla yola düştü

Vakit gece hayli geçti

Buldu gitti molla Veli

 

Ankara’ya vardı gitti

Saman pazarında sattı

Evler aldı mekan tuttu

Zengin oldu molla Veli

 

Muska yazardı itine

Tamah ederdi etine

Şimdi para zilletine

Daldı gitti molla Veli

 

Yeni köyden toprak aldı

Çiftlik kurdu orda kaldı

Dört bir yana namın saldı

Ağa oldu molla Veli

 

Aradan geçti on sene

Tekrar vardı Kırşehir’e

Baktılar ki sikkesine

Yakalandı molla Veli

 

İki sene hapis oldu

Zaman ile günü doldu

Beş on tane halı aldı

Döndü geldi molla Veli

 

Eşeğinin kırık nalı

Ödünç almadığın yolu

Beş yerine on beş halı

Serdi gitti molla Veli

 

Bu hikaye hayli uzun

Anlayana benim sözüm

Davul zurna kime lazım

Çaldı gitti molla Veli

 

Halk yarattı bu öyküyü

Bu da bizden olsun diye

Şen eyledi bizim köyü

Bildi gitti molla Veli

 

Bu İran halı öyküsü

Molla Veli’nin türküsü

O da bizden birisi

Öldü gitti molla Veli

Emeklim

 

Yıllar boyu hizmet ettin vatana

Neden zengin olamadın emeklim

Saygı duydun memleketi satana

Yetim hakkı çalamadın emeklim

 

Yüreğinden bağlı iken işine

Et bulunmaz, yağ zordadır aşına

Mahcup oldun çocuğuna eşine

İnsan gibi gülemedin emeklim

 

Seçimde verilen vaatler nerde?

Gene sen geride yalan ilerde

Yüzde onbeş zamlar çare mi derde

Kıyak bile olamadın emeklim

 

Hepten sen çekersin ipin ucunu

Üstlenirsin vurguncunun suçunu

Bilmez misin emeğinin gücünü?

Benliğini bulamadın emeklim

 

Kalan kağnıları sen çekiyorsun

Çok azını alıp hep veriyorsun

Şükür ile Allah büyük diyorsun

Aklın öne koyamadın emeklim

 

Diktiğin bağlara filler giriyor

Taze fidanlara basıp kırıyor

Torunların sana soru soruyor

Cevabını bulamadın emeklim

 

Ne güzel olurdu eski bayramlar

Birlikte kutlardık Keskinli Haydar

Emekli de olsan insan gücü var

Hak ettiğin alamadın emeklim

 

Torunlarına bayram harçlığı veremeyen emeklinin hali.

Urban Bayramı 2000 yılı

 

 

 

 

 

 

Al Sevdiğim

 

Bu can tene yeter iken

Sönmez bacam tüter iken

Elim kolum tutar iken

Emanetin al yaradan

     Emanetin al sevdiğim

 

Seksen yıldır yaşıyorum

Hakikate koşuyorum

Neden verdin şaşıyorum

Emanetin al yaradan

     Emanetin al sevdiğim

 

Atam, anam bir bahane

Kapıp salmışlar cihana

Ben varamam sen gel bana

Emanetin al yaradan

     Emanetin al sevdiğim

 

Dostlarıma yük etmeden

Benliğimi yok etmeden

Bıktım artık dedirtmeden

Emanetin al yaradan

     Emanetin al sevdiğim

 

Keskinli Haydar yanmadan (İsmail dede yandı)

Güzelliğine aldanmadan

Oğlum kızım usanmadan

Emanetin al yaradan

     Emanetin al sevdiğim

 

27 Aralık 1999

İsmail Dede’ye

 

NOT: Bu eser 1999’da karşılaştığımızda bir yerde yorgun bitkin bir haldeydi. Şöyle söyledi: “Yahu Haydar dede şu ağana söyle artık vakit tamam şu emanetini alsın” diye espri yapmıştı. Çünkü bana hayli fazla takılırdı. Dolu, dolu bir insandı, adam gibi adamdı. Kendisini saygı ile anıyorum. M.K. Engin Kasede okudu.

 

 

 

 

Üç Güzellik Birbirini Tamamlar

 

Uluslar arası anma günü var

Gizem dolu felsefesi ünü var

Üç Güzellik Birbirini Tamamlar

Hacı Bektaş, Cumhuriyet, Atatürk

 

Evrenseldir Hacı Bektaş ilkesi

Örnektir aymazı ayin demesi

Yaşam boyu düşüncemin hepisi

Hacı Bektaş, Cumhuriyet, Atatürk

 

Sevgisi var gönüllerden silinmez

İsmi aydınlanmak, geri kalınmaz

Bir bütündür parçalanıp bölünmez

Hacı Bektaş, Cumhuriyet, Atatürk

 

Anadolum sana değer biçilmez

“Hakkın hazinesi” yere saçılmaz

Güzelliğin hiçbirinden geçilmez

Hacı Bektaş, Cumhuriyet, Atatürk

 

Keskinli Haydari doğduğum zaman

Burcumda parladı on iki imam

Hiçbir şeyi onun yerine komam

Hacı Bektaş, Cumhuriyet, Atatürk

 

Ozan Hasan Akın’a Merhaba.

  37. Şiir yarışması Hacı Bektaş 2000

 

 

 

 

Yolumuz var Hacı Bektaş Yoludur

 

Bin ikiyüzlerden ikibinlere

Yolumuz var Hacı Bektaş yoludur

Hacı Bektaş Veli ünler ünlere

Yolumuz var Hacı Bektaş yoludur

 

Eline, diline, beline demiş

İnatça aydınlık bir yol izlemiş

Dinde bağnazlığa ödün vermemiş

Yolumuz var Hacı Bektaş yoludur

 

Karanlık çağlarda aymazı aymış

İnsan varlığını en kutsal saymış

Farsça dil yerine Türkçeyi koymuş

Yolumuz var Hacı Bektaş yoludur

 

O gün sezmiş erkinliği erliği

Erenlerle kurmuş gönül birliği

Aydınlatmış halkı yıkmış körlüğü

Yolumuz var Hacı Bektaş yoludur

 

Cehaleti görüp acı demesi

Emeğe başının tacı demesi

Anlamlı kadına bacı demesi

Yolumuz var Hacı Bektaş yoludur

 

Bilim ile bağnazlığı gidermiş

Dünyada doğanın gizine ermiş

Özellikle kadın okusun demiş

Yolumuz var Hacı Bektaş yoludur

 

İki ayrı fikri koluna alan

İnkarın gönlünü gümana salan

İnsanın kabesin insanda bilen

Yolumuz var Hacı Bektaş yoludur

 

Ozanlar yollayan Anadolu’ya

Zifir karanlığı aydınlat diye

Uzanıp gidiyor şehre, köye

Yolumuz var Hacı Bektaş yoludur

 

Hakkın vicdanında mihman bulması

Anlamlı insana kâsem demesi

Keskinli Haydari işlek ilkesi

Yolumuz var Hacı Bektaş yoludur

 

 

 

 

Yazamadım Bir Türlü

 

Anlat diyorsunuz Hacı Bektaş’ı

Kolay değil yazamadım bir türlü

Bilim denizinin ser çeşme başı

O deryada yüzemedim bir türlü

 

Er olup emrine girmek isterdim

Karşısında dara durmak isterdim

Pirin gizemine ermek isterdim

Be o sırrı çözemedim bir türlü

 

Felsefe insanı, gönül ereni

İncinse de incitmemiş bir canı

Dost bilmiş canana Ahi Evran’ı

Büyüklüğün sezemedim bir türlü

 

Beş taşı inkâra şehit eylemiş

O günden kadını okutun demiş

Kılıcın yerine kalemi komuş

Cehaleti yazamadım bir türlü

 

Suluca höyüğe bayram kurulur

Otuz yedi anma ismi verilir

İnsan seven canlar burada derilir

Ben de varıp gezemedim bir türlü

 

Ozanlar serdarı Bektaş’ı Veli

Kaç kez geldim gittim bundan evveli

Keskinli Haydari sanmayın deli

Benliğime kızamadım bir türlü

 

37. Hacı Bektaş Anma törenleri Yarışma şiiri Ağustos 2000

 

 

Töresi Vardır

 

Türkülerle coşar Toros yaylası

Şah Abdal Musa’nın töresi vardır

Yürekten yüreğe sevgiler büyür

Elmalı bayram kurası vardır

 

Dostluklar ulaşır canlardan cana

Özge dilden haber gider her cana

Hoşgörü sunulur gelen canlara

Küskünler birbirini sarası vardır

 

Kartal yuvasına şahince dalan

Kaygıyla geyiği dergaha alan

Özün hakta hakkı özünde bulan

Gerçeğin bu sırra eresi vardır

 

Pir Bektaş Veli’nin dost felsefesi

Akıldır, bilimdir onun ilkesi

Değirmen taşının sola dönmesi

Kadılara mesaj veresi vardır

 

Gencelide örnek olmuş insana

Yurtta ve dünyada dostluktan yana

İnsan haklarında bütün cihana

Yıkılmaz bir duvar öresi vardır

 

Şahin yuvasına karga tünerken

Baş tutmuş yaramız durmaz kanarken

Semah dönen canlarımız yanarken

Dertli yüreğinde yarası vardır

 

Keskinli Hadari’m bugüne erdi

Kendi aynasında kendini gördü

Halkın ozanları dergaha vardı

Ellerinde söz çuhası vardır

Sizleri her zaman göresi vardır

 

 

 

 

Vermeye Geldik

 

Erenlerden bize bir selam geldi

Ozanlar merhaba vermeye geldik

Gönül bahçesinin dostluk gülünü

Hali hal eyleyip dermeye geldik

 

Keskinden buraya geldik koşarak

Ala karlı dağ başını aşarak

Kızılırmak gibi taşıp coşarak

Birliğe köprüler kurmaya geldik

 

Ana yurdun temelini biz ördük

Köylerden kentlere bunca göç verdik

….

 

Mustafa Kemal’in aydın yolunda

Ozanın deyişi türkü dilinde

Çağdaşlık seslenir sazın telinde

İkiliği buradan sürmeye geldik

 

Bir harf öğretene köle olmuşuz

Kadın okutmayı öne almışız

Hakiki mürşidi ilim bilmişiz

Cehalet zincirin kırmaya geldik

 

Senelerdir hoşlanmayız biz kandan

Hak kuluna yakın şah damarından

Koca kainatın dört bir yerinden

Enel Hak cemalin görmeye geldik

 

Önderimiz bilim, dinimiz sevgi

Yüreğimizde yoktur kin ile sövgü

Yaradan adına canlıya saygı

Kardeşlik mesajı vermeye geldik

 

Keskinli Haydari sözümüz tamam

İnsan kirletmezse güzeldir zaman

Burcumuzda parlar on iki imam

Erenler cemine girmeye geldik

 

12 Mart 2000

Cem Vakfı inanç önderleri toplantısından

 

 

 

 

Dermeden Gitme

 

Haber aldım Antalya’ya gelmişsin

Dostluk köprülerin kurmadan gitme

Yazıcıoğlu’na mihman olmuşsun

Burda ozanları görmeden gitme

 

Ozanın yüreği ünler ünleri

Görmekliği vardır güzel günleri

Darma dağın yaşar Halk Ozanları

Bunları bir yere dermeden gitme

 

Kültürsüz bir kültür, müdürümüz var

Kendi kendisine veremez karar

Antalya kültürü muhatap arar

Keskinli Haydar’a sormadan gitme

 

 

 

 

 

Duvara Uymadık Taş Olur mu Hiç?

 

Hoş geldin Ayhan can, incinme sakın

Serin ol gönlünde kalmasın güman

Usta külüngünden geçtiği zamana

Duvara uymadık taş olur mu hiç?

 

Kendi aynasına bakmazsa ozan

Haneler dağıtıp yuvalar bozan

Avrupa, Asya’yı gezse de bazen

İnsanı kamile eş olur mu hiç?

 

Keskinli Haydari bilim şiarım

Güzellikler aşkım, sevgidir yârim

Boşa kurumadı göz pınarlarım

Ağlamayan özde yaş olur mu hiç?

 

 

 

 

Tanrım

 

Bu yüce kâinat senin eserin

Bunu kirleteni görmen mi Tanrım?

Bir ozanım artar derdim kederim

Derdime bir çare vermen mi Tanrım?

 

Seçimlerde meydan dolduranları

Yabancıyı bize güldürenleri

Hak deyip de insan öldürenleri

Dünyada hesabını sorman mı Tanrım?

 

Banka hortumlayıp halkı soyanı

Bunca yoksulların hakkın yiyeni

Hayali ihracat emmi yeğeni

Davut’u Yahya’dan sorman mı Tanrım?

 

Düzenbazlar yönetiyor dünyayı

Çetenin mafyanın gör aslan payı

Her gün gelişiyor silah sanayi

Bu gidişe karşı durman mı Tanrım?

 

Buğday, üzüm, arpa, nohut, mercimek

Hayvansal pazarda süt verse inek

Geliştirip tarımı ürünü eksek

Bize bolca yağmur vermen mi Tanrım?

 

Bana kızarsan kız insanı güldür

Gâvuru, müslümü tümü de kuldur

Kavgayı, sınırı aradan kaldır

Bu ricama destek vermen mi Tanrım?

 

Gönder n’olur gayrı barış meleğin

İşsiz, aşsız kul kalmasın dileğim

Keskinli Haydari kurban olayım

Yoksulluk zincirin kırman mı Tanrım?

 

O var eden, bense var olan. Sadece muhabbet eyledim.

 

 

 

 

Çanakkale Destanı

“Kutsal Torağımız”

 

Bir destan yarattık Çanakkale’de

Cepheden cepheye koşanlar vardı

Kutsal toprağımız Cönk bayırında

Vurulup toprağa düşenler vardı

 

Eli ele verdik yare sarıldı

Dünya barışına temel kuruldu

Emperyalistlere mesaj verildi

Bu ne ildir deyip şaşanlar vardı

 

Çanakkale geçilemez biz vardık

Ana yurdun temelini biz ördük

Gazile yaşattık şehitler verdik

Mehmetler, Aliler, Hasanlar vardı

 

Kutsal toprağımızdır yurdun her yanı

Bu uğurda geda ettik bin canı

Kolay kazanmadık biz bu vatanı

Aymaz kafalılar suskunlar vardı

 

Bağımsızlık andı böyledir dedik

Biz Anadolu’yu gençlere verdik

Kilimler dokuduk, tezgahlar kurduk

Dokunan halıda destanlar vardı

 

Mustafa Kemal’ce önderimiz var

Ondan örnek aldı mazlum uluslar

Bu türküyü yazdı Keskinli Haydar

Ellerinde sazı ozanlar vardı.

 

 

 

 

Uçaşın  Bülbül

 

Keskin diyarına uğrarsa yolun

Biraz nazlı nazlı uçasın bülbül

Dostluk bağlarında açılan gülün

Gül ile dikeni seçesin bülbül

 

Antalya’dan Kırıkkale’ye varın

Hasan Dede ile denekte durun

Hacı Taşan’ı da mutlaka görün

Yirik’in demini içesin bülbül

 

Kartalın belinde dostlara varın

Orda ustalar var semaha durun

Cem Cem’in çeşmeye de bir sofra kurun

Dostça serden baştan geçesin bülbül

 

Kırşehir’de baba Ertaş oturur

Türkü söyler türkü dile getirir

Çekiç Ali güllerini bitirir

Yastıman’dan güller biçesin bülbül

 

Ekrem Çelebi var bulup konuşun

Oğul Ertaş ile tanışın

Ozanların Piri Hacı Bektaş’ın

Pirin dergahında pişesin bülbül

 

Keskinli Haydar’ım dünya durağım

Güzel ustalara ben bir çırağım

Sana yakınımda bana ırağım

Avcılardan uzak kaçasın bülbül

 

Buradaki Kırıkkaleli hemşerilerimin memlekete selamlarıdır.

01 Ocak 2000 Antalya

 

 

 

 

Türkü Yaşarız

 

Türkü sevenleri ben de severim

Sazda coşar türkülerle yaşarız

Biz Anadolu’nun özgür sesiyiz

Düzde coşar türkülerle yaşarız

 

Türkü bir sevdadır özümüz gibi

Delikanlı oğul, kızımız gibi

Yiğitçe söylenen sözümüz gibi

Özde coşar türkülerle yaşarız

 

Analar yavruya ninni yaparlar

Askerde oğla mektup atarlar

Düğünde bayramda türkü tutarlar

Bizde coşar türkülerle yaşarız

 

Türküler ırgata azık götürür

Gurbetten gelene selam getirir

Güneş olur harmanları bitirir

Güzde coşar türkülerle yaşarız

 

Zaman olur yüreğimize gömeriz

Sevincimiz türkülerle anarız

Acımızı ağıt yakar yeneriz

Közde coşar türkülerle yaşarız,

 

Bu bizim türkümüz anlayan anlar

Halaylar tutuşmuş el ele canlar

Türkülerle dolu geçerse günler

Sözde coşar türkülerle yaşarız

 

Keskinli Haydari demi devranı

Keskinli ustalar türkü hayranı

Türkülerle coşan Türk’ün bayramı

Hazda coşar türkülerle yaşarız

 

 

 

 

 

Boz Toprakların Sesi

Keskinli Ustalara İthaf Olunur

 

Yeşil Keskin’e de uğrarsa yolun

Orda ozanlar var göresin turnam

Konak yeri eylen kartalın beli

Ustalara selam veresin turnam

 

Tatlı bir yokuştur katalın beli

Ne yapar ustalar nasıldır hali?

Sazı, kemanesi, mızrabı teli

Cem cemde muhabbet kurasın turnam

 

Deneğin başında bir akşam yatın

Keman ustalarıyla kasevet yatın

Haydarı sultanda bir semah atın

Nazlı hana selam veresin turnam

 

Keskinli Haydari yürüyün dosta

Metin üçler köksal  ne yaman usta

Türkü ustaları hepsi gül deste

O bahçeden güller deresin turnam

 

Not: Bu eser şirin Keskin ilçemizin yetiştirdiği boz toprakların ozanından kartalın belde yaşayan boz tepenin ustalarına ve Türkiye’nin türkücülerine armağandır. Tümüne sevgilerimle. Bu  güzel kültürü bu günlere yani bizlere miras bırakmak üzere taşıyan eski ustalarımızı da saygı ile anmak kaydı ile.

Örneğin, Selman usta, Aşur usta, Hacı usta, Duran usta, Tahir usta, Cuma usta, Kamil usta, Haydar usta, Hüseyin usta ve de isimlerini unuttuklarımın  tümü, dünyadan göçenleri saygı ile yaşayanları da sevgiyle selamlıyorum. :ünkü biz bu güzel insanların çalgı sesleri ile büyüdük. Bu yazımı ve bu eserimi sevgilerimle kendilerine ithaf ediyorum.

 

 

 

 

 

O Bir Hacı Taşan

 

Hacı Taşan Keskindi

Keskin de Hacı taşan

     Ankara’da taze meyve idi

     Turna idi mahkumdu avcı değildi

 

Arzu ile Kamberdi o

Necip ile Elifti sanki

     Seher vakti acı bir türkü

     Tuttururdu Keskin düzünden

 

Bazen elinde bal kaşığı

Dilinde Allı Turna semah oluverirdi

      Menekşe koyardı gülün adını

      Yüklenmişti köyün tüm feryadını

 

Kartal’ın beldi, Cem Cem’in çeşmesi

Meyhaneci Yirik Yaşar’ın derdin deşmesi

     Dinek dağı, Böğrek dağı, Çiçek dağı

     Cerit Avşar Yörük Türkmen otağı

 

Bir türkü yükselir Böğrek dağı

Eteğinde Kaman yolu üstünde

     Dört yolda İbrahim’in lokantada

     Söğütten akan buz gibi su idi iğde belinde

 

Böyle bir sevdalı yürek geldi ve geçti

O orta Anadolu idi halktı yoksulun dili

     Aşiretin sazı ve teli idin

     Aşık Haydari’nin izlediği yol idi.

 

15 Mart 1983

 

 

 

 

 

Hacı Taşan Mihman Olduğu Zaman

 

Atılır döşekler serilir oda

Hacı Taşan köye geldiği zaman

Hakkın gizli sırrı verilmez ya da

Gönlümüze mihman olduğu zaman

 

Yetimler avunur öksüzler güler

Yas tutan analar gözyaşın siler

Hasret çeken gönlüm kavuşmak diler

Dostça etrafına güldüğü zaman

 

Umut filizlenir muhabbet kurar

Varsılın yoksulun hatırın sorar

Allı Turnalarda semaha durur

Sazını eline aldığı zaman

 

Düğünü bayramı gör bizim elde

Gelinlik kızlara duvaktır tülde

Keskinli Haydarı Kartıl’ın belde

Yüreğimde sevda dolduğu zaman

 

Büyük usta Hacı Taşan’ın ŞAHSINDA Keskin’li ustalara ithaf olunur

13 Mart 2000 Hacı Taşan’ı anarken.

 

 

 

 

 

 

Bir Allı Turnam Uçtu Keskin’den

 

Dinek dağı Böğrek dağa yaslanmış

Bir Allı turnam uçtu Keskin’den

Sarı turnam kara giymiş havada

Zöhre yıldızıydı aştı Keskin’den

 

Sevdalı yürek onurlu  yaşam

Arzuydu, Kamberdi dilde dolaşan

Sevgi pınarıydı kaynayıp coşan

Bir kültür ırmağıydı taştı Keskin’den

 

Yiriğe söylerdi hep feryadını

Menekşe koyardı gülün adını

Bal kaşığı diyen bilir adını

Ustam Hacı Taşan geçti Keskin’den

 

Cem, cem çeşmesinden suları içti

Havada turnaya perdesin açtı

Onbir Mart seksen üç, dünyadan uçtu

Sevda türküleri coştu  Keskin’den

 

Keskin’li Haydari Keskin’de buldum

Bir zaman eğlendim yanında kaldım

Bir şey vermedim ya hayli ders aldım

Ustalar ustası göçtü Keskin’den

 

Not: Bu eser 16 Mart 1983 günü Keskin’de Şemsi Yastıman usta ile beraberce Yirik Yaşam Meyhanesinde Hacı Taşan’ın anısına yazılıp ithaf edilmiştir.

 

 

 

 

 

Uç Allı Turnam

 

Toroslardan göç zamanı gelince

Ankara üstünden uç allı turnam

Hasretle kavuşup murat alınca

Yağmurdan borandan kaç allı turnam

 

Hüseyin gaziye uğra ha aman

Elmadağ’a inme avcısı yaman

Kırıkkale’ye mihman olduğun zaman

Çullunun suyunu iç allı turnam

 

Ne güzeldir Kızılırmak boyları

Çok avcı kov etmiş  küskün toyları

Misafir severdi bütün köyleri

Eğlenip Keskin’den geç allı turnam

 

Yığın olur Hasan Dede bostanı

Üzümü, şarabı mest eder canı

Bizim ozanlardan dostluk destanı

Kırmızı şarabın iç allı turnam

 

Varınca Keskin’e bir akşam yatın

Orda ustalar var muhabbet tutun

Hacı Taşan ile kasavet atın

Haydar’dan Kaman’a geç allı turnam

 

Çıplak Ali Haydar Dede er kişi

Aşık Sayıt işlemiştir nakışı

Kırşehir’de bulun baba Ertaş’ı

Yastıman’a verin taç allı turnam

 

Pir Hacı Bektaş’ın darına durun

Ahi Evran ile de bir sohbet kurun

Aşık Haydari’nin selamın verin

Belki de bendedir suç allı turnam

 

01 Ocak 2000 Antalya

Not: Bu eser Antalya’da yaşayan Kırıkkalliler memleketlerine selamıdır. 02 Şubat 2000 günü Krıkkale il gazetesinde yayınlandı.

 

 

 

 

 

 

 

Balıklara Bakamadın Haydari

Uç Allı Turnam

 

Sen bir divanesin yaralı gönlüm

Bir ocağı yakamadın Haydari

Ne kadar şaşkınsın Allah’ın kulu

Dört balığa bakamadın Haydari

 

Bakamadın balıkları öldürdün

Torunları sen kendin güldürdün

Üzülerek cenazesin kıldırdın

Bunalımdan çıkamadın Haydari

 

İmdada yetişti Levent’le Suna

Nasıl anlatırım oğlum Cabbana

Her hal zaman tamam yaşlandım ama

Benliğini bulamadın Haydari

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Birlik İle

 

Sevgi harmanı savrulur

Yel oluruz birlik ile

Çöl aşılır dağ devrilir

Yol oluruz birlik ile

 

Gerçekleri söyleyerek

Halkı hakkı dinleyerek

Arı gibi inleyerek

Bal oluruz birlik ile

 

Kızılırmak baraj olmuş

Keşniyir köprüsü olmuş

Yeşil yayla suyla dolmuş

Sal oluruz birlik ile

 

Dost Haydari böyle derim

Yaşıyorum ben de varım

Dikenlerim aşılarım

Gül oluruz birlik ile

 

 

 

 

Gül Diyorsun

 

Yüreğin sancılı dert kucak kucak

Yoksulun başında Temmuz’da sıcak

Gidiş belli değil sonu n’olacak

Aşık Haydari’ye gül diyorsunuz

 

Baş tutmuş yaramız durmaz kanarken

Karlı dağlar için için yanarken

Aslan payımıza kedi sunarken

Aşık Haydari’ye gül diyorsunuz

 

Ne güzeldi Ankara’nın havası

Bu günler bozulmuş eski dovası “doğası”

Akbabaya kalmış şahin yuvası

Aşık Haydari’ye gül diyorsunuz

 

Kimi lobilerde fıstık ezerken

Soyguncu sofrada kaymak süzerken

Çocuklarım işsiz güçsüz gezerken

Aşık Haydari’ye gül diyorsunuz

 

Merdan’ın mekanı kimlere kaldı?

Vampir yarasalar içime doldu

Dolar ile Mark’a lira tuş oldu

Aşık Haydari’ye gül diyorsunuz

 

 

 

 

 

Merdin Elinden

 

Elli yıldır iy’olmadı yaramız

Çaresi bilinen derdin elinden

Namerdin merhemin sürmen yarama

Ölürüm olası merdin elinden

 

On altı Haziran dokuz yüz elli

Öz Türkçeyi bizim ezan eveli

Tahrip oldu Cumhuriyet temeli

Oy acısı sahte ferdin elinden

 

Sene iki binde bilim dünyası

Ele verdik kuş gölünü Manyası

Politik şovmenin hayal dünyası

Gidişat bozuldu hırtın elinden

 

Aşık Haydari’nin harmanı yandı

Erkan bebek burun sıktı tanındı

Ulusal paramız kör pula döndü

Arı ile kurdun kuşun elinden

 

 

 

 

Çağdaş Değil mi?

 

Aşk ile çiçeğe konmuş ezelden

Merkeze insanı koymuş tez elden

Peteğine balı dolmuş güzelden

Benim şiirlerim çağdaş değil mi?

 

Sevgiyle özümü harman etmişim

Acıya sözümü derman etmişim

Geceye gündüzü devran etmişim

Benim şiirlerim çağdaş değil mi?

 

Çirkini yermişim güz el sevmişim

Sevdayı ben can evimde görmüşüm

Biçimini doğan güne vermişim

Benim şiirlerim çağdaş değil mi?

 

Savaşa karşı da barış doluyum

Aydın hür dünyanın ortak diliyim

Göz ile kalplerin ince yoluyum

Benim şiirlerim çağdaş değil mi?

 

Ormanları yakıp halkı soyanı

Haklıyı haksızı ayrı sayanı

Sevmiyorsam yoksul hakkı yiyeni

Benim şiirlerim çağdaş değil mi?

 

İçeriği çağdaş saz ile sözün

Ayinesi sırdaş yaz ile güzün

Çözer kördüğümü gören ki gözüm

Benim şiirlerim çağdaş değil mi?

 

Haydari’yim sazım inletiyorum

Türkü türkü sitem dinletiyorum

Soyguncu sistemi anlatıyorum

Benim şiirlerim çağdaş değil mi?

 

Sevgili Hasan AKIN’a gönderme

Antalya Sanatçılar Derneği Modern Şair dostlara sevgilerimle.

 

 

 

 

Yağlı Omacıyla Özeme Ayranı Güzel

 

Böğrek dağlarında öküz güderdik

Meşesi, Pelidi ormanı güzel

Harman sonu sayacıya giderdik

Yağlı Omacıyla ozeme ayranı güzel

 

Çayırda camızlar vuruşur durur

Dağlarda böğürtlen bol yemiş verir

Yağlı omaçlı azık ne tatlı olur

Yanında özeme ayranı güzel

 

Hele köy türküleri yanık sözleri

Nazlı olur bizim köyün kızları

Ekin biçer arpa yolar yazları

Elimize bayan dikeni güzel

 

Herk ederken dağda yatı yatardık

Hayvanları birbirine katardık

Arada bazen de üzüm çalardık

Keleği karpuzu bostanı güzel

 

Ambarlı kışlanın kekliği öter

Domuzlu çeşmesi ne tatlı akar

Çayırda gençlerde bir güreş tutar

Tokalı çöğde öten baykuşu güzel

 

Yün doku zenginin ekmek torbası

Pekmezli omüzel açtır fakir çorbası

Öküzlerin boynu bükük durması

Analı kuzunun bayramı güzel

 

Karanlıklar korkutamaz insanı

Bin güzellik dolu köyün her yanı

Yılanlar sarsa da koca sultanı

Kuyudaki suyu dumanı güzel

 

Canım feda olsun cennet vatana

Bize miras koyan Haydar sultana

Bayramlar kutladık dostça yan yana

Gönülden gönüle kurbanı güzel

 

Aşık Haydari’yim küskünüm sana

Çok da basırlısın ne dersin buna

Haydar adın sığmaz koca cihana

Ozan yüreğimde irfanı güzel

 

“Köyümde gençliğimden bir gezinti”

 

 

 

 

 

 

 

Köyün Altındaki Güzel Budama

 

Dilerim göklere erişir başın

Recebin Hasanın güzel budama

Yok etmiş insanlar yoldaşın eşin

Recebin Hasanın güzel budama

 

Seni kesip dallarını kırmışlar

Etrafını tarla yapıp sürmüşler

Toprakları suya güzel budama

 

Gölgenler yazları dert ilacıydın

Yeşilinde başımızın tacıydın

Köydeki gençlerin dilek ağacıydın

Recebin Hasanın güzel budama

 

Yeşillikler içinde olan eski Bağrek dağları ve onlardan arta kalan bir baba meşe ağacı ile söyleşi.

 

 

 

Kubbettin’i Haydar Sultan Türbesi

          Ve Bağrek Dağı

 

Cana bir hal olmuş insan dağılmış

Uyan koca Haydar duy neler olmuş

Seni anlamaya gerçek az kalmış

Uyan koca Haydar duy neler olmuş

     Korular kesilmiş kara yurt olmuş

 

Bize miras koydun Türkmen yurdunu

Özlüyorum hasretini derdini

Kızılırmak boyu dağın ardını

Uyan koca Haydar duy neler olmuş

     Yandı koruların kara yurt olmuş

 

Keskinli Haydari yanar halime

Kurban olam Keskin’e iline

Tahta kılıcını alsın eline

Uyan koca Haydar duy neler olmuş

     Yüce mekânına gör kimler doldu

 

 “Orta Anadolu’yu bize miras bırakan  Kubbettin’i Haydar’a tatlı bir sitem

gerisi onun bileceği gayrı.”

 

 

 

 

 

 

Cana’nım

 

Yüreğimde sevdan cana kadersin

Nazlı hanım bu yerlerden gidersin

Yokluğunla beni mahzun edersin

Bari merhabasız geçme cana’nım

 

Bu nasıl adettir, bu nasıl töre

Beni de götür nolur gittiğin yere

Dile kurban eyle, dilersen köle

Baş tutmuş yaramı açma cana’nım

 

Keskin’li Haydari çalmıyor sazım

İşlemez kalemim, şiirim, yazım

Sen olmazsan dünya neyime lazım

Kal bizim ellerde göçme cana’nım

 

 

 

 

 

 

 

Bugün Gönlüm Şen Oldu

 

Güzel dost bize geldi

Selamı teze geldi

Hatırlar sefa buldu

Deli gönlüm şen oldu

 

Uzamıştı aramız

Baş tutmuştu yaramız

Ne güzeldi töremiz

Deli g önlüm şen oldu

 

Hasan Hüseyin ile

Korkmaz geldi vesiyle

Otyam ile güle güle

Deli g önlüm şen oldu

 

“6 Mayıs 1977 Ozan Mihneti,  Hasan Hüseyin Korkmazgil ve Fikret Otyam’ın beni ziyaretleri sırasında yazdım.”

 

 

 

 

Bizim Köylü Kadınlar

 

Bağrek yaylasının Dönesiyim ben

Sevdamda açılır gül Haydar Haydar

Üzümün buğdayın denesiyim ben

Beni araştırıp bul Haydar Haydar

 

Kumsal toprakları elimle yardım

Oğul verdim, suyun verdim can verdim

Bir yürek üstüne sevdalar kurdum

Olmasa da başımız kel Haydar Haydar

 

Kahpe savaşların yiğit duluyum

Erkeğimin kanadıyım koluyum

Eli öpülesi Anadolu’yum

Akar gözüm yaşı sel  Haydar Haydar

 

Teyzeyim, halayım ben bir nineyim

Şafakta uyanan güzel Suna’yım

Mayıs kokan elde kanda kınayım

Otur sol yanıma gel Haydar Haydar

 

Döndü, Zeynep, Fadime’ye, Sultan’a

Oğul verdik sevda verdik vatana

Göz yumuldu memleketi satana

Bunu da böylece bil Haydar Haydar

 

Genç kızlık saçımı ak ile ördüm

Seçimden seçime sofralar serdim

Politik cambazlar çok deyyus gördüm

Kepsinin başları kel Haydar Haydar

 

Not: Bir bahar günü Hıdır İlyas Bayramı,anmasında yerleşikler içerisinde o buram buram Anadolu kokan kırlarda Bizim Köylü (Haydar Dedeli) Ozan kadınların köyün genç aşığına dedikleri 06 Mayıs 1965 Haydar Dede Köyü Döne Özlük Döndü Üstün (Kel Döndü) Elifin Sultan.

 

 

 

 

 

 

Çok Özlüyorum O Günleri

 

Ben Kaya Özlük, iki de lakabım vardı

Halkın verdiği biri suğ yılan, biri cör cör

Bir tabak pekmezli yoğurt için ne günlere

Aman olsun gene de özlüyorum o günleri

 

Sevgiyi bulamadığım, tadını alamadığım

Pencere telleri  ile de pantolonumu yamadığım

Yağlı omacı pekmezli omacı özeme ayranını da

Aman olsun gene de özlüyorum o günleri

 

Arkadaşlarım nen kırıcı,cıdılı şafağıda

Davulcu Cuma Emmiye yaleli çaldıran Mete’yi

Kel Mehmet’i, kel Kasımı Ziyayı Celal’ıda

Varsın olsun gene de özlüyorum o günleri

 

Bağ belleyip arpa yolduğumuz bacıları

Zülüfleri top top olmuş kınalı kızları da

Entarisi yamalı yürekleri sevdalıları da

Gene de olsun gene de özlüyorum o günleri

 

Bir de hikaye anlatılırdı köy odalarında

Yakup kahya yiğitlik öyküsüydü bu bir an

Avni çavuşun kaval çalması yanık yanık

Gene de olsun gene de özlüyorum o günleri

 

Bu belki de son yazdığım anı olacak gibi

Dağlardan ovalara göçen atalarıma merhaba

Bugünkü yürekli gençlere de bin merhaba

Kimbilir son sözleri yazdım çiğnenmiş çirler gibi

Bir koca ömür bu kitapçığın içine sıkışıp kaldı

 

 

 

 

 

BAĞREK DAĞIM

 

Acılar ekmeğim, umut katığım;

Gidiyorum hoşça kal Bağrek Dağım.

Sevdalı başından boran eksilmez,

Suyunu ovaya sal Bağrek Dağım.

 

Başın bölük bölük tepeli düzlü,

Ekinler biçerdik gelinli kızlı.

Ören yerlerinde ne sırlar gizli

Göğsünde açılsın gül Bağrek Dağım.

 

Bağrında hoş olurdu baharlar, yazlar;

Cem olurdu sende çalardı sazlar…

Çeşmenden su alırdı sevdalı kızlar

Yanlıştan davacı ol Bağrek Dağım.

 

Yaban eller değmiş kırmış dalını,

Kalbimin sızısı nazlı gelini…

Sana arz edeyim garip halimi

İstersen sırdaşım ol Bağrek Dağım.

 

Atalarım yurt kurmuştu başında,

Dost izi var toprağında taşında.

Sevgin bitmez damağımda dişimde

İnan bun böyle bil Bağrek Dağım.

 

Altmışlı yıllarda ayrıldım senden,

Bir türlü o sevdan gitmiyor benden.

Sen de vazgeçmezsin Âşık Haydar’dan

Öleyim koynuna al Bağrek Dağım.

 

06 Mayıs 1976

Hıdrellez günü

Haydar Dede Köyü

 

 

 

 

AÇIK KİMLİĞİM

 

Ey erenler budur açık kimliğim,

Keskin diyarından Haydar Sultan’lı.

Ahmet Yesevi’den geliyor soyum

Bağrek yaylasından Haydar Sultan’lı.

 

On Kasım otuz sekiz geldim muteber,

Bir kâmil mürşitten almışım haber.

Hakkı bende buldum oldum beraber

Bağrek yaylasından Haydar Sultan’lı.

 

Horasan Hoyundan gelmiş aslımız,

İnsandır, insana varır neslimiz.

Dinimizdir bizim cana sevgimiz

Bağrek yaylasından Haydar Sultan’lı.

 

Dokuz yüz altmış üç Veysel’i buldum,

Köyümün adını mahlasım aldım.

Kaya Özlük idim Haydâri oldum

Bağrek yaylasından Haydar Sultan’lı.

 

 

 

 

 

 

 

ACI BİR TÜRKÜ(Kardeşim Nabi Çavuşun ardından)

 

Bir turna ayrıldı bizim katardan,

Erken ayrılmak da varmış kaderden.

Bir koç yiğit geldi geçti bu yerden,

Gitme kardaş gitme ben de gelirim,

Konduğun yaylaya kurban olurum.

 

Erken düştü Bağrek dağın kırcısı,

Dört kuda açtın yürek acısı.

Elleri koynunda iki bacısı

Gitme Nebi kardaş ben de geleyim,

Bağrek yaylasına kurban olayım.

 

Bre Felek daha zaman erkendi,

Bir katar içinde Nebi bir candı.

Diktiği fidanlar meyveye döndü;

Gitme kardaş gitme ben de gelirim,

Gittiğin yollara kurban olurum.

 

Kurban olam kardaş gittiğin yere,

Dönüp de geçmişe baktım bir kere…

Seni ısmarladık Koca Haydar’a

Elbet bir gün ora ben de gelirim,

Bağrek dağlarına kurban olurum.

 

 

 

 

 

 

 

YUSUF DEDE

 

Boranlıdır Bağrek Dağı aşılmaz,

Gidemezsin Yusuf Dedem dön geri.

Kızılırmak coşa gelmiş yol vermez

Gidemezsin Yusuf Dedem dön geri.

Garip kaldık güzel pirim dön geri.

 

Aslın geldi Yesevi’nin soyundan,

Sülalen sulandı Bağrek suyundan.

Deli Boran göçtü Haydar köyünden

Gidemezsin Yusuf Dedem dön geri.

Garip kaldık benim ağam dön geri.

 

Hastalara ilaç gibi gelirdin,

Kanadı kırılmış kuşu bilirdin.

Öksüzler derdine derman olurken

Gidemezsin Yusuf Dedem dön geri.

Yol gösteren rehberimiz dön geri.

 

Yanağından al gülünü bölüşem,

Nasıl edip yokluğuna alışam…

Haydâri’yim, küskün isen barışam

Yusuf Özlük, Deli Boran dön geri.

Sensiz olmaz güzel pirim dön geri.

 

1991 Türbesinin başı.

 

 

 

 

 

YOLCU AĞLAR YOL AĞLAR.

 

Seher vakti dost bağına uğradım,

Bülbül ağlar, bağban ağlar, gül ağlar.

Dertli sinem aşk oduna doğradım,

Yolcu ağlar, kervan ağlar, yol ağlar.

 

Yetiş ey erenler sen bizi güldür,

Bastı gam leşkeri saki mey doldur.

Elinde Zülfikar, altında düldül,

Arş yüzünde cevlan eden Al’ağlar.

 

Arzuhalim vardır şahlar şahına,

Âlem ahu-zardır hüsnü zatına.

Ali’m Kanber Şah Zülfikar Fatıma,

Kuduretten mey dolduran el ağlar.

 

Babında şad olur edna gedalar;

Ölüm ölür, bize gelmez cidalar.

Bunca hanlar, bunca melik-zadeler

Dergâhında boyun büker er ağlar.

 

Deli Boran Yusuf Dede atası,

Ölene-dek pir yolunda yanası…

Bunca âşıkların seri putası

Çark elinden Hacı Bektaş Pir ağlar.

 

 

(Bu eser 1890lı yıllarda Haydar Dede köyünde cem zâkirliği yapan Âşık Deli Boran’a Yusuf Dedenin hitabıdır. Ben de cemlerde zâkirlik yaparken pirimiz Yusuf Dededen bu şekilde dinlerdim ve beraberce söylerdik. Yusuf Dedenin yanağında bir de gül vardı ki insan ona bakmaya doyamazdı. Ben de bir âşık olarak anıları önünde saygı ile eğilirim.)

 

 

 

 

 

 

YOLDAŞIM

 

Hayat tozpembeydi beraber olduk,

Aşk ile sevdayı yürekte bulduk.

Birlikte ağladık, birlikte güldük,

Dün gibi hayranım sana yoldaşım.

 

Tarlalarda ekin biçtik yan yana,

Bir ömrü paylaşırken can cana…

Birlikte direndik kahpe zamana,

Dün gibi hayranım sana yoldaşım.

 

Köyden göç eyleyip bir şehre vardık,

Yüreği yüreğe, el ele verdik.

Aktaş bayırına bir yuva kurduk,

Dün gibi hayranım sana yoldaşım.

 

Dört yavru uçurduk o şen yuvadan,

Mahrum etme yüreğinde davadan.

Onlar murat alsın koca dünyadan

Dün gibi hayranım sana yoldaşım.

 

Elli sen kolay değil güzelim,

Ömrümüzün bağı döktü gazelin.

Ayrı gitme beraberce gezelim,

Dün gibi hayranım sana yoldaşım.

 

Umutla bakarken çöktük hasıra,

İnsanca yaşama gelmişti sıra…

Felek yol vermedi kalma kusura

Dün gibi hayranım sana yoldaşım.

 

Ters bir rüzgâr esti, kırı dalımız;

Sonunda gurbete düştü yolumuz.

Sen olmazsan nice olur halimiz

Dün gibi hayranım sana yoldaşım.

 

Sen Anadolu’sun sever, bilirim;

Bazı bazı kırdım özür dilerim.

Gözyaşını kirpiğimle silerim

Dün gibi hayranım sana yoldaşım.

 

Kaya Özlük idim düşürdün dile,

Zeynep’im yaşamda çok çekti çile.

Ne yapsan, ne etsen artık nafile

Dün gibi hayranım sana yoldaşım.

 

 

 

 

 

 

SÜRÜ DE GÖTÜR.

 

Üstümde gök kubbe yorganım oldu,

Başıma bulutlar bürü de götür.

Ellerim Tanrıya urganım oldu,

Cismimi kul edip sürü de götür.

 

Can şifaya koşar senin bağrında,

Emreyle hazırım sevda çağrında.

Lütuf eyle bana yanam uğrunda,

Önünde kül edip kürü de götür.

 

Zevki pek tatmamış bek şu düşküne,

Karalar çökmemiş gönül köşküne.

Ardına bırakma Allah aşkına

Nazende çöl edip yürü de götür.

 

Kaynayan volkanım gönül dağında,

Yetmiş yaşa vardım gençlik çağında.

Âşık Haydari’nin dostluk bağında…

Ayvayı, turuncu, narı da götür.

 

 

 

 

 

OĞUL

 

Canım Kırıkkale’m, şen Anadolu’m,

Uzanıp göğsüne girmeli oğul.

Destanları diyar diyar söylenir

Karşısında selam durmalı oğul.

 

Yirmi yedi belde tüm köylerinde,

Yürekten vurgunum törelerine.

Kızılırmak boyu park yerlerine

Nice bin yıllara ermeli oğul.

 

Sevdalarım büyür yörelerinde,

Gelenek, görenek, törelerinde…

Mustafa Kemal’in ülkülerinde

Gençlerimiz halay kurmalı oğul.

 

Sanayi şehrisin dünya kentisin,

Seni anlamayan seni ne bilsin…

Verelim el ele yüzümüz gülsün,

Daha ileriyi görmeli oğul.

 

Türkünle coşuyor davulun, sazın;

Edirne’den Kars’a memleket bizim.

Şahit olsun buna oğlunla kızın

Vatan için canın vermeli oğul.

 

Sevgini ruhumdan silemez yıllar,

Benden sana doğru uzanır yollar.

Irmak boylarına gelince bahar

Yaylaya sürüler sürmeli oğul.

 

Çağdaş bir şehirsin ey Kırıkkale,

Mert insanlarında bulunmaz hile.

Bağrında yetişen ozanlar ile

Mızrabı tellere vurmalı oğul.

 

Çullunun suyundan yapsak ayranı,

Zaten tanıyanlar onun hayranı.

Birlikte kutladık bunca bayramı

Dostluğa köprüler kurmalı oğul.

 

Ne kadar anlatsam az gelir seni,

İnan özlüyorum her bir beldeni.

Daima kalkındır sen sende seni.

Daha çok fabrika kurmalı oğul.

 

Bir de Keskin’in var kökü derinde,

Ozanla sanatçı yaşar bağrında.

Ünü vardır yurdun her bir yanında

Cehalet zincirin kırmalı oğul.

 

Âşık Haydâri’yim geldim oradan,

Dostlara kavuştum sende Yaradan.

Senlik, benlik nedir kalksın aradan

Küsler birbirini sarmalı oğul.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ŞİRİN KESKİN

 

Canım arzuladı şirin Keskin’i,

Sevdasına selam durasım gelir.

Cerit kalesini, Köprü köyünü

Halil Dedeye yüz süresim gelir.

 

Karakeçiliden aldım toprağı,

Bağrek yaylasından Çelebi dağı…

Yiğidi mert olur, Yemişli bağı

Yaylada güzelin sarasım gelir.

 

Kınalı parmaklar toplar üzümü,

Yürüğün suyun yudum yüzümü…

Maşat ovasına saldım özümü

Orda Nazlıhan’ı göresim gelir.

 

Girip İçmeli’nin suyu buz gibi,

Serindir Tokalı kayanın dibi.

Söğütlü çeşmede İğde beliydi

Çiftlikte bir sofra seresim gelir.

 

Kızılırmak boyu salkım söğütler,

Âşık Haydâri’yim aldım öğütler…

Halaya tutuşmuş bizim yiğitler

Onlarla el ele veresim gelir,

Dinek’te semaha durasım gelir.

 

 

 

 

 

NE GÜZEL

 

Atadan yadigâr fabrikaların,

Karşısında selam durmak ne güzel…

Sürsün üretimi bu gün ve yarın,

Tüten bacaları görmek ne güzel…

 

Sayam dedim Kızılırmak beldesin,

Kalemdesin, gönüldesin, dildesin…

Bağrek dağda, Dinek dağda, çöldesin;

Yaylalara çadır kurmak ne güzel…

 

Fabrikalar volkan gibi tütsünler,

Ürünleri pazarlarda satsınlar…

İşçi, patron endişesiz yatsınlar

Yarınlara mesaj vermek ne güzel…

 

Semahın, halayın sazda, törede;

Adını söyletir dört bir yörede.

Büyürüz diyerek kısa sürede

Nifakı aradan sürmek ne güzel…

 

Anlatır bozlaklar şirin Keskin’i,

Yiğit insanları unutmaz dünü…

Bırakıp da artık kavgayı kini

Cehalet zincirin kırmak ne güzel…

 

Âşık Haydâri’yim Kırıkkaleli,

On beş sene Antalya’ya geleli…

Beden burada ama yürek oralı

Kırıkkale’m sana varmak ne güzel…

 

 

 

 

 

 

 

TURNALAR

 

Katarını çekmiş Bağrek Dağına,

Kırıkkale deyip uçun turnalar.

Uğrayın Haydar’a “Merhaba” deyin,

Kuyudan suyunu için turnalar.

 

Gizemlidir Bağrek Dağın koyları,

Avcının elinden küskün toyları…

Misafir severdir bütün köyleri

Keskin’e de konup göçün turnalar.

 

Dinek Dağın başı kırklar mekânı,

Çıplak Ali, Halil Dede erkanı…

Bir de güzel ustam Hacı Taşan’ı

Uğrayıp perdesin açın turnalar.

 

Bir ozan var yakışmıştır mekânı,

İsmi Hasan Dede canların canı…

Tatlı olur üzümüyle bostanı

Kırmızı şarabın için turnalar.

 

Haydâri der: Hiç unutmam bunları,

Mesken oldu Diyarbakır hanları…

Zor geçiyor hapishane günleri

Doğruyu yanlıştan seçin turnalar.

 

1976 Diyarbakır (Sur içi)

 

 

 

 

BUNDAN MI DAĞLAR

 

Üveyikler susmuş, bülbüller ötmez;

Başında firkatin bundan mı dağlar…

Esme Çeşmesinin suyu akmıyor,

Yeşile hasretin ondan mı dağlar…

 

Bir zamanlar sende yayla yaylardık;

Ekerdik, biçerdik, harman eylerdik.

El ele tutuşur türkü söylerdik

Suç bizden mi yoksa senden mi dağlar…

 

Garip İçmeliğin suyu az kalmış,

Bizim bağın bekçileri kör olmuş.

Bu Haydâri senin kurbanın olmuş

Orman düşmanına kinden mi dağlar…

 

 

 

 

 

BACIM

 

Bu kahpe dünyaya geldim geleli,

Gördüm ki sonrası boş imiş bacım…

Yavrumu bağrıma sarayım derken

Uçurdum yuvadan kuş imiş bacım…

 

Mercimek Pınarda buldum izini,

Kar altında soluk gördüm yüzünü…

Bilemedim can yavrumun gizini

Gördüğüm hayalle düş imiş bacım…

 

Yalancı dünyanın çilesi çokmuş,

Bunu böyle yapan niyeyse hakmış.

Dediler yavrunun yarası yokmuş

Yarası bir değil beş imiş bacım…

 

Erken gazel düştü gönül bağıma,

Güneş tutamadım kendi çağıma…

Yaylaya giderken Bağrek Dağına

Bağrek’in yolları kış imiş bacım…

 

 

 

 

 

BAĞREK’İN

 

Mantar olur Sayaca’nın çimeni,

Gül açar da gülmez yüzü Bağrek’in…

Hiç eksilmez Buyamlı’nın dumanı,

Geç gelir baharı, yazı Bağrek’in…

 

Burçulu’da kara çalı gül olur,

Kargası, kartalı bir bülbül olur.

Yazın karı erir yaban sel olur

Ne zaman çözülür buzu Bağrek’in…

 

Haydâri der: Türküm yanık tellerde,

Ben beni ararım ıssız çöllerde.

Parçalandı sofram yaban ellerde

Beni görür belki gözü Bağrek’in…

 

 

 

 

URUŞAN OLDU GÖNLÜM

 

Affeyle Sultanım, gafletten geldim;

Uruşan oldu gönlüm deminden Haydar…

Aradım dermanı ben sende buldum

Uruşan oldu gönlüm deminden Haydar…

 

Kudbettin Haydar’sın, Bektaş Veli’sin;

Horasan’dan Yesevi’nin oğlusun…

Cümlemize akıl veren delisin

Uruşan oldu gönlüm deminden Haydar…

 

Ejderha misali pünhana yattın,

Tekfur askerini nasıl dağıttın…

Yedi kere el-amanı çağırttın

Uruşan oldu gönlüm deminden Haydar…

 

Horasan Şehrinden eyledin zuhur,

Sultanım kuyuda çok çektin kahır…

Bağrek’in başında mekânın zahir

Uruşan oldu gönlüm deminden Haydar…

 

Haydâri’nin aklın alıp del’ettin,

Yedi iklim, dört köşeye el ettin.

Bedahşan’dan insanlığa el ettin

Uruşan oldu gönlüm deminden Haydar…

 

 

 

 

 

 

OLUR MU HİÇ (Ayhan Aydın’a ithaf)

 

Merhaba Ayhan Can, incitme aman;

Serin ol, gönlünde kalmasın güman…

Üstat külüngünden geçtiği zaman

Duvara uymadık taş olur mu hiç…

 

Kendi aynasına bakmalı insan,

İkiyüzlü olmaz deyişler yazan…

Avrupa, Asya’yı gezse de insan

İnsanı kâmile eş olur mu hiç…

 

Âşık Haydâri der: Bilim şiarım;

Güzellikler aşkım, sevgidir yârim…

Boşa kurumadı şu göz pınarım,

Ağlamayan gözde yaş olur mu hiç…

 

 

 

DERMEDEN GİTME (Ayhan Aydın’a ithaf)

 

Haber aldım Antalya’ya gelmişsin,

Dostluk köprüleri kurmadan gitme.

Yazıcıoğlu’na mihman olmuşsun,

Diğer ozanları görmeden gitme.

 

Halkın ozanları ünler ünleri,

Görmekliği vardır güzel günleri.

Darmadağın yaşar görsen onları

Hepsini bir yere dermeden gitme.

 

Kültürsüz bir kültür müdürümüz var,

Kendi kendisine veremez karar.

Her şeye seyirci tek buna yarar,

Keskinli Haydar’a sormadan gitme.

 

 

 

 

 

HAKKIN YÜZÜ GİBİDİR (Ayhan Aydın’a ithaf)

 

Cemaline baktım kendimi buldum,

Senin yüzün Hakkın yüzü gibidir.

Bir şey veremedim, çok şeyler aldım,

Senin özün Hakkın özü gibidir.

 

Arzum vardır dost cemalin görmeye,

İnsanı Hak sayıp kitap dermeye…

Telli Kur’an ile dara durmaya

Öten sazım Hakkın gizi gibidir.

 

Keskinli Haydar’ım tavrını takın,

Cehalete taviz verme ha sakın…

Hakka yürümenin zamanı yakın,

Dostun sözü Hakkın sözü gibidir.

 

 

 

 

MUHARREM YAZICIOĞLU’NA

 

Arzuhalim vardır gül yüzlü dosta,

Bir ustaya çırak olamaz mıyım?

Gözettim yolları gelirsin diye

Seni hoşlamaya gelemez miyim?

 

Merhaba, Can Şimşek ile Hasgül’e,

Yazıcıoğlu bunu getirse dile…

Ayhan bahçesinde bir gonca güle

İyi bir bahçıvan olamaz mıyım?

 

Keskinli Haydar’ım Akını bulsam,

Ozan Seyfili’yi yanıma alsam…

Bir harf öğretenin kölesi olsam

Çağdaşlık yolunda ölemez miyim?

 

 

 

 

OZANIN DİLİ

 

Haydâri’den ozanlara merhaba!

Sevgi ile açar gülü ozanın.

Kâinatın aynasıdır bu canlar;

Dünyaya uzanır yolu ozanın,

Sevgidir imanı dini ozanın…

 

 

Duymayan kulağız, görmeyen gözüz;

Dillerde türküyüz, yürekte sözüz…

“Küllenmiş mangalda yanan bir közüz”;

Buz dağını yakar külü ozanın,

Sevgidir imanı dini ozanın…

 

Omuzlar sazını coşturur telin,

Ozan ustasıdır öz Türkçe dilin.

Bir de şu yoksulluk bükmezse belin

İnan ki bükülmez kolu ozanın

Sevgidir imanı dini ozanın…

Sevgidir imanı dini ozanın…

 

Keskinli Haydar’ım kendin bilmişse,

Hakkı vicdanında hazır bulmuşsa;

Mustafa Kemal’den hızın almışsa

Kılıçtan keskindir dili ozanın

Sevgidir imanı dini ozanın…

 

 

 

 

 

 

BARIŞ VAR HACI BEKTAŞ’TA

 

İki zıt fikiri kucağa alan,

Özünde barış var Hacı Bektaş’ın.

Yüzyıllardan beri bu güne kalan

Sözünde barış var Hacı Bektaş’ın.

 

Özünü yansıtmış kişi gönlüne,

Güzel örnek olmuş dünden bu güne.

O yüzden kavuşmuş evrensel üne

Tezinde barış var Hacı Bektaş’ın.

 

Tanrının cemali kuldadır diyen,

Bütün kâinata hep ayan-beyan…

İnsanı “Ayettir diye okuyan

Gizinde barış var Hacı Bektaş’ın.

 

Ele, dile, bele özdeyişleri,

O çağdaş sözleri olur mu geri…

Erenler serdarı, ozanlar piri

Sazında barış var Hacı Bektaş’ın.

 

O günden bu güne aydınlık bakan,

Özün Hakta, Hakkı özünde tutan…

İnsanın gönlünde meşale yakan

Közünde barış var Hacı Bektaş’ın.

 

Keskin’li Haydar’ım Türkçe sözümüz,

Telli Kur’an derler çalar sazımız…

Kolay anlaşılır bizim gizimiz

Hazında barış var Hacı Bektaş’ın.     

 

16 Ağustos 2002 Hacı Bektaş etkinliklerinde 1. Mansiyon

 

 

 

 

OZAN TAKİ KOÇAK’A

 

İstediğin emaneti yolladım,

Geliyor postadan al Taki Koçak.

Yüreğimden böyle geldi erenler

Okuduğun zaman gül Taki Koçak.

 

Sevgilerim söyle bütün dostlara,

Nasipse gelirim belki bahara.

Vekil pazarına dönmüş Ankara

Hepsinin kafası kel Taki Koçak.

 

Anladım ki dosta dostça varırsın;

Aydınlık bakarsın, şeffaf görürsün.

Hak bildiğin yolda hizmet verirsin

Hizmetinde kadim ol Taki Koçak.

 

Keskin’li Haydar’ım Haydar oğluyum,

Bazen akıllıyım, bazen deliyim.

Kendin bilmezlere acep ne deyim,

Yılmadan sazını çal Taki Koçak.

 

 

 

OZAN UTANSIN (Taki Koçak’tan)

 

Taki’yim kurulup meydana geldim,

Ezilene karşı ezenden olan;

İkiliğe karşı sazını çalan

Namussuzla olan ozan utansın.

 

2002-Eylül

 

 

 

 

 

 

HAYDARİ BABA (Taki Koçak’tan)

 

Postacı getirmiş bir pullu nağme,

Aldım emaneti Haydari Baba.

Halkın ilhamları aktı sineme

Bildim gevherini Haydari Baba.

 

Selamları aldık şirin dilinden,

Gönülün gıdası bengi balından.

Âşığın badesi Kevser gölünden

Doldum daldırıp da Haydari Baba.

 

Bilmem ki neylersin dost gurbet elde,

Bülbülün pervası üç kızıl gülde.

Şükür ki kalmadı gözlerim yolda

Silindi gümanım Haydari Baba.

 

Güzel merhabanı dedim dostlara,

Şimdilik Ankara biraz kapkara…

Senden ilham aldım erdim sağ yara,

Güldüm selamına Haydari Baba.

 

Mürşidin darına niyaza durdum,

Taki’m dost kalbine mihmana girdim.

Yazdığın beyitte ben beni gördüm

Buldum aradığımı Haydari Baba.

 

 

 

 

 

 

MAHSUNİ’NİN ARDINDAN

 

Bir şahin uçurduk bizim yayladan,

Mahsunice konup göçtü Mahsuni…

Yüreğinde sevda, elinde sazı

İnsan insan diye coştu Mahsuni…

 

On yedi Mayısta gördüm düşünü,

Ağzımdan aldılar azı dişimi.

Hakka yolcu ettik can kardaşımı

Yüreğimde yara açtı Mahsuni…

 

Tavizsiz sözüyle geri kalmadı;

Saraycı değildi, rüşvet almadı.

İnsanların arasını bölmedi

Güzeli çirkinden seçti Mahsuni…

 

Afşin Berçenek’ten Nurhak, Maraş’a,

Anadolu oldu bacı kardaşa…

Onurlu yaşamda kavgan bir başka

Dünyada yanmadan pişti Mahsuni…

 

Keskin’li Haydar’ım sana çağdaşım,

Gam ile karıştı dosta gözyaşım.

Göğsüne girince Hacı Bektaş’ın

Ne güzel bir mekân seçti Mahsuni…

 

 

 

 

 

ÂŞIK GÜRKÂNİ’YE

 

Yerde, gökte Hak arama efendim,

Ben sendeyim, Hak bendedir Gürkâni.

Ben de bir insanım bilinmez fendim,

Ben sendeyim, Hak bendedir Gürkâni.

 

Bilim ile ışık olsun sohbetin;

Hakkı sende gördüm, yazdım bir metin.

İnsanı kâmile olmuşum yakın

Ben sendeyim, Hak bendedir Gürkâni.

 

Düşünen bir beyin olur mu cahil,

Yüce Tanrı sana bahşetmiş akıl.

İnancım sevgidir, düşüncem tekil,

Ben sendeyim, Hak bendedir Gürkâni.

 

Ben insanda gördüm Hakkın varlığın,

Bulmak istiyorsan yoktur zorluğun.

Hakkı görmek için bırak körlüğün

Ben sendeyim, Hak bendedir Gürkâni.

 

Keskin’li Haydar’ım berbat zamanlar,

“Bizi ancak bizden olanlar anlar.”

Yalaka değildir gerçek ozanlar

Ben sendeyim, Hak bendedir Gürkâni.

 

 

 

 

 

ERENLER

 

Hurafeye inanmayız erenler,

Aydınlığa yürür yolumuz bizim.

Bilim için canı, başı verenler

Kültür denizidir gölümüz bizim.

 

Yıllar boyu nefret ederiz kandan,

Tanrıya inancım gönülden candan.

O yüzden korkmayız öbür cihandan,

Ayettir sazımız, telimiz bizim.

 

İbadet yaparken şova bakmayız,

Boş kuru kafayla yatıp kalkmayız.

“İkiliği taşlar birden sapmayız”

Mertçesine söyler dilimiz bizim.

 

Keskin’li Haydar’ım beni dövdüler,

Ağaç dikin dedim bir de sövdüler.

Arapça dua ile ölü soydular

Öz Türkçe konuşur dilimiz bizim.

 

 

 

 

           YOL VER BAĞREK DAĞI

 

Çelebi dağında vurdular beni,

Yol ver Bağrek Dağı Alim geliyor.

Dört kardeş bir olup aldılar canı,

Yol ver Bağrek Dağı Alim geliyor.

 

Sene seksen altı, mevsim sonbahar;

Bizim köye geldi bir kara haber.

İki kuzum, yarim bilmem ne yapar

Yol ver Bağrek Dağı Alim geliyor.

 

Keskin bankasından aldık parayı,

Başımdan, göğsümden aldım yarayı.

Anama söyleyin giysin karayı

Yol ver Bağrek Dağı Alim geliyor.

 

Yürekler dayanmaz böyle ölüme,

Kalleşçe vurdular aslan Alime.

Kuzular emanet anam Halime

Yol ver Bağrek Dağı Alim geliyor.

 

Toplanıp da yükseklere varalım,

Buyamlı’dan Çelebi’yi görelim.

Ali ile Hüseyin’i soralım,

Yol ver Bağrek Dağı Alim geliyor.

 

Kaya bu öyküyü böyle bağlıyor,

İnsanlığı seven insan ağlıyor.

Böyle cehaletten nefret eyliyor,

Yol ver Bağrek Dağı Alim geliyor.

 

Hisse alın tüm Keskin’in köyleri,

Bu cehalet ürpertiyor tüyleri.

Dostluk için çalış Âşık Haydari,

Yol ver Bağrek Dağı Alim geliyor.

 

Bu olay bir lokma ekmek için gittiği gurbette kalleşçe öldürülen Ali için yazılmıştır.

(3 Kasım 2002 Genel seçiminin ardından)

 

 

 

 

 

BEYLER

 

Hoş geldiniz beyler bizim yaylaya,

Dumanınız eğri tütmesin beyler.

Çiftlik güzel, bahçe güzel, bağ güzel;

Gül dalında karga ötmesin beyler.

 

Bize oy dediniz, buyurun verdik;

Sizin altınıza iktidar serdik.

Şimdi halk olarak denetim kurduk

Oylarımız boşa gitmesin beyler.

 

Gelişiniz yurda hayırlı olsun,

Paramız yeniden değerin bulsun.

Vurguncu siyaset kökten yok olsun,

Tilki gene tavuk gütmesin beyler.

 

Sözümüz yok adam gibi olana,

Artık millet inanmıyor yalana.

Benzemeyin sizden evvel gelene

Vekiller kendini satmasın beyler.

 

Din tacirlerine olup da yakın,

Dini siyasete sokmayın sakın.

Hakkın kullarına bir gözle bakın,

Kimse kimseye kin gütmesin beyler.

 

İyi kulak verin iş bu tarife,

Tarife gerek yok dense arife…

Yobaz doldurmayın şu maarife,

Kafalar örümcek tutmasın beyler.

 

Onun devriminden duyup da kaygı,

Atatürk yolundan olmasın caygı.

Hukukun üstünlüğü, inanca saygı;

Bu yurda sevginiz bitmesin beyler.

 

İnsana hizmetten yaparsan sapkı,

İşsiz insanlardan görürsün tepki.

Şırnak İstanbul’a benzesin tıpkı

Aç gezen doyana çatmasın beyler.

 

Şahin yuvasına karga dolmasın,

Bu güzel vatanı kimse bölmesin.

Yok olsun silahlar insan ölmesin,

Duyan kulak-üstü yatmasın beyler.

 

İşsiz insan yakışmıyor bu yurda,

Aklın ön planda olduğu yerde…

Edirne’de, Ankara’da, Mardin’de

İnsan kendisini satmasın beyler.

 

Keskin’li Haydar’ı duyun ne olur,

Dilerim ülkemde hoş şeyler olur.

Millet verdiğini geri de alır

Sakın aklınızdan çıkmasın beyler.

 

 

 

 

MUSTAFA KEMALCE MİMARIMIZ VAR

 

Dokuz yüz on dokuz Aralık ayı,

Dikmen sırtlarında bayramımız var.

Türküyle coşturduk biz hüdaydayı,

Misket sevdalısı seğmenimiz var.

 

Çalındı davullar halaya durduk,

Ana yurdun temelini biz ördük.

Ankara’ya “Başkent” adını verdik,

Mustafa Kemalce mimarımız var.

 

Yürekten haykırdık biz Ankara’yı,

Meclise döndürdük köhne sarayı.

Burada güldürdük bahtı karayı,

Bu yolda binlerce kurbanımız var.

 

Çankaya, Kızılay, Ulus’ta durduk;

Uygarca adalet yönetim kurduk.

Gaziler yaşattık, şehitler verdik;

Özgürlük yolunda seyranımız var.

 

Diktik al bayrağı kale hisara,

Buna destek verdi güzel Ankara…

Kültür merkezleri kurduk her yere,

Arkası gelecek devranımız var.

 

Opera, sinema, müzeler açtık;

Karanlığa karşı ışığı seçtik.

Tam bağımsız toplum andını içtik,

Kuvayi milliye destanımız var.

 

Gazi çiftlik kurdu, traktör koştu;

Tarımsal alanda halkla buluştu.

Yurdun her yanına mektepler açtı,

Kör cehalet ile cevlanımız var.

 

Ülkede köylüyü efendi saydık,

Modern ziraatı kırsala yaydık.

Keçiler otlattık, keçiler sağdık;

Karadeniz çayı, ayranımız var.

 

Yeşil yaylalarda bal yapar arı,

Bazı beldelerse buğday ambarı…

Ayaş’ la Haymana kaplıcaları

Şifalı suyumuz, kaynağımız var.

 

İsmin bin yaşasın Ankara’m senin,

Güzellikler dolu bütün her yanın…

Meclisin, parkların, nice meydanın

Kızımız, oğlumuz, ne sevdamız var.

 

Keskinli Haydar’ım yoktur ürkümüz,

Bu da bizim Cumhuriyet türkümüz.

Yurtta ve dünyada barış ülkümüz,

Anıt tepede bir cananımız var.

 

 

 

 

BEN ANKARAYIM

 

Nice kültürlere beşiklik ettim,

Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…

Başkentin burcuna bayrağı diktim,

Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…

 

Ankara koşması türkülerimle,

Birlikte sarılan yaralarımla;

Turistik beldeler yörelerimle

Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…

 

Çalındı davullar türkü çağrıldı,

Dikmen sırtlarında düğün kuruldu.

Mustafa Kemalce karar verildi,

Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…

 

Çankaya, Kızılay, Bakanlıklarım;

Yönetim yerimiz dün, bu gün, yarın…

Opera, müzeler, kültür parklarım

Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…

 

Kol kola tutuştu bizim seğmenler,

Gökkuşağı oldu hep birer birer…

Yüreğim kumandan, bedenimse er

Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…

 

Ulus Meydanına Meclis kuruldu,

Bağımsızlık için karar verildi.

Egemenlik hakkı halka verildi;

Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…

 

Yirmi beş ilçemle güzel köylerim,

Şifalı sularım, kaplıcalarım;

Görülmeye değer ören yerlerim

Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…

 

Yiğit Ankaralım, korursan eğer;

Gazi Çiftliğimiz görmeye değer…

Binlerce canlıya mekânım yer yer

Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…

 

Hacı Bayram gibi can erenlerim,

Bu güne ışıktır geçmiş günlerim.

Anıt tepedeki Ulu Önderim

Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…

 

Ala karlı, boz meşeli dağlarım,

Tiftiğim, armudum, Seyran Bağlarım…

Şehidim, yetimim, dulum, sağlarım;

Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…

 

Misketle hüdayda bizim türkümüz;

Seğmeniyle coşar, yoktur korkumuz…

Çağdaş düşünürüz budur farkımız

Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…

 

Sen bir Ankaralı Keskinli Haydar,

Yüreği sevdalı oğlum, kızım var.

Atasından Türk halkına yadigâr,

Ben Anadolu’yum, ben Ankara’yım…

 

 

 

VATANDAŞIM

 

Yaratan insanı öne çıkarmış;

Akıl vermiş, fikir vermiş, dil vermiş…

Önderimiz okumayı ön gürmüş,

Cehalet zincirin kır vatandaşım.

 

Merkez üstü Gölcük bir deprem oldu,

Komşu milletler de yardıma geldi.

Çürüktü yapılar çok canlar aldı,

Haksızlığa karşı dur vatandaşım.

 

Sorumlular doğru yapsa işini,

Sağlam koysa temelini, taşını…

Sarı öküz sallayamaz başını,

Gayrı bunlar değil sır vatandaşım.

 

Bırakalım sarı öküz yayılsın,

Koca tarak kel kafada duyulsun.

Set çekme gözlere herkes ayılsın,

Sanmasınlar bizi kör vatandaşım.

 

Camide mollalar kaderi yeğler,

Kader ile bilim apayrı şeyler…

Gerçek din adamı doğruyu söyler,

Bunların cevabı var vatandaşım.

 

Kolay sağlanmadı ülkede dirlik,

Acıyla, tatlıyla yaşadık birlik…

Açılan gözlerde olur mu körlük,

Ne olup bitiyor gör vatandaşım.

 

Ulusça birleştik sarıldı yara,

Sıra geldi namusluca imara…

Ders olmuştur usta ile mimara,

Yanlışın hesabın sor vatandaşım.

 

Keskinli Haydarım ne günler gördük,

Ana yurdun temelini biz ördük…

Kan, ter, gözyaşıyla harcını kardık,

Yıkılmaz binalar kur vatandaşım.

 

 

 

NELERİMİZ VAR

 

Merkez üstü Gölcük deprem kuşağı,

Düşünecek bunca hallerimiz var.

Çağdaş olup ileriye gitmeye,

Dünyaya açılan yollarımız var.

 

Çürüktü binalar her yer yıkıldı,

Yine gözler siyasete takıldı.

Vaatler verildi, nutuk atıldı;

İkili şov yapan kullarımız var.

 

Demirden, betondan epey çaldılar,

Nice yüklenici zengin oldular.

Dileriz depremden ibret aldılar,

Aymaz kafalılar, kellerimiz var.

 

Komşu halkı özveriyle geldiler;

Yıkıklar içinden canlar aldılar.

Dostluklar kuruldu ahbap oldular,

Ege gibi ortak göllerimiz var.

 

Ankara, Atina hal ile haldaş,

Zaten dünya halkı evvelden kardaş.

Yok olsun silahlar, tükensin savaş,

Ortak kültürümüz dillerimiz var.

 

Bu depremde hayli çekildi çile,

Halk ile ordusu verdi el ele…

Yardıma koşturdu yoksullar bile,

Yemişi bol olan dallarımız var.

 

Sözünden alınır Keskinli Haydar,

Bu işten sorumlu olan insanlar…

Akıl ile ilmi öne koyanlar

Mustafa Kemalce önderimiz var…

 

 

 

 

GÜLER YÜZLÜ YALANLAR

 

Dokuz yüz elliden iki bin beşe

Görün hele neler oldu erenler.

Kırk yıllık babamız vermedi fire,

Anam yeni gelin oldu erenler.

 

Peynir gemisini kırk yıl yüzdürdük;

Denizler bulandı, çayı azdırdık.

Görün beyler ne destanlar yazdırdık,

Bush beyimiz buna güldü erenler.

 

Küçük Amerika yaptık vatanı,

Hacı olduk yakıştırdık fistanı…

Taşlayarak doğurturuz şeytanı,

Ecinniler çölde kaldı erenler.

 

Hava limanında girdik ihrama,

Ekranlarda boy boy, ne hoştuk ama…

Bakan olduk, kafa tuttuk zamana,

IMF’den para geldi erenler.

 

Cirit attık tosbağayla yarıştık,

Biber olup turşulara karıştık.

Yedi düvel komşularla barıştık,

Gören bize davul çaldı erenler.

 

Bostan ektik pirelere yoldurduk,

Çikita muzuna keman çaldırdık.

Nerde yiğit varsa vurup öldürdük,

Dalkavuklar bize kaldı erenler.

 

Vişne ağacında armutlar bitti,

Gelip iyisini ayılar yuttu.

Tilki çoban oldu tavuğu güttü,

Tüm kümesler civciv doldu erenler.

 

Vatan, Millet, Sakarya’yla övündük,

Ezanla bayrağı önüne koyduk.

Kaskinli Haydarım borca gark olduk.

Bu büyük millete n’oldu erenler?

 

 

 

 

 

KİBAR RAMO

 

Ankara’ya muhtar olmuş,

Bizim Ramo, kibar Ramo.

Köyden mi, dağdan mı gelmiş,

Bizim Ramo, kibar Ramo.

 

Selam sana Ramo kardeş,

Seni bize eyledik baş.

Ormanlarla bitsin savaş

Bizim Ramo, kibar Ramo.

 

Eski muhtarlardan olma,

Aman saçın, başın yolma.

Dağdaki suları çalma

Bizim Ramo, kibar Ramo.

 

Tema Vakfı köyden kovma,

Dağları ormansız koyma.

Toprağı sellere savma

Bizim Ramo, kibar Ramo.

 

Seni hayli sevmiş idik,

Yanımızda bilmiş idik.

Halktan biri demiş idik

Bizim Ramo, kibar Ramo.

 

Yol vermemişsin gençlere,

Susuz kalmış dağla dere.

Ağaç dik kardaş her yere

Bizim Ramo, kibar Ramo.

 

Köydeki tarihi yerler,

Yıkılmışlar birer birer.

Taşı çalınan mezarlar

Bizim Ramo, kibar Ramo.

 

Bunca muhtarlar biliriz,

Oyları geri alırız.

Sen gidersin biz kalırız

Bizim Ramo, kibar Ramo.

 

Keşke akıllı olsaydın,

Geldiğin yeri bilseydin.

Yumuşak koltukta kalsaydın

Bizim Ramo, kibar Ramo.

 

Haydari’den sert bir kaya,

Eller atlı bizler yaya.

Yakışsaydın bizim köye

Bizim Ramo, kibar Ramo.

 

 

AKDENİZ EKİ

 

Bir haber yazmış ki kahraman olmuş,

Basında Hürriyet Akdeniz Eki.

Irak’ı, Kıbrıs’ı Rum’u kurtarmış,

Basında Hürriyet Akdeniz Eki.

 

Adını sorduk ki Tosun Teslime;

Güya gazeteci, şaştık pozuna.

Fakirin ekmeği onun nesine

Basında Hürriyet Akdeniz Eki.

 

Gönlüm razı değil ona teslime,

Ne hakaret etmiş benim neslime…

Kapında riyakâr mahluk besleme

Basında Hürriyet Akdeniz Eki.

 

İki garibana kancayı takmış,

Bir tas çorbasına soğuk su katmış.

Hırsıza sırt dönmüş flaş patlatmış

Basında Hürriyet Akdeniz Eki.

 

Bilmem ki kimlere olmuşsun köle,

Açları, yoksulu almışsın dile.

Devlet memuruna bulaşma hele

Basında Hürriyet Akdeniz Eki.

 

Hani oto-sansür gidiş nereye,

Kırdığın gönüller gelmez geriye…

Kurt ile karıştın aynı sürüye

Basında Hürriyet Akdeniz Eki.

 

Keskinli Haydarım böyle der idi,

Adam gibi gazeteci var idi…

Doğru yazar, doğru karar verirdi

Basında Hürriyet Akdeniz Eki.

 

 

 

SATILIK

 

Ey güzel Ankara’m canım başkentim,

Hastane, hemşire, hekim satılık.

Transfer başladı, meydan açıldı;

İnsan pazarında vekil satılık.

 

Yıl havaya gitti, mekân Türkiye;

Halkı düşünenler nerde haniya…

Ezan, bayrak, millet, Sakarya diye

Namus sözü veren ödün satılık.

 

Kürsüden edilen yeminler hani?

Oturduk koltuğa gün ettik günü.

Alın teri olan emek ürünü

Üzüm, buğday, pancar, ekin satılık.

 

Küçük Amerika olduk dediler,

Bush ağabeyden borç alıp yediler.

Vade geldi eyvah yandık dediler

Ayaklarda pabuç, potin satılık.

 

Bu ülkeye pek uymuyor yalanlar,

Bir günlük beyliği beylik sananlar…

Milleti kandırıp hakkın alanlar

Verilen tavizler ödün satılık.

 

Satılık olmayan bu özge vatan,

Ona sahip olur bağrında yatan.

Ulusal onurun özünde tutan,

Diye haykırdığım günler satılık.

 

Elli yıldır yazdın Keskinli Haydar,

Pek karamsar olma o gençliğin var.

Satılık olmayan almıştır karar

Yurduma uymayan plan satılık…

 

 

 

 

NİÇİN YAKTI SİVASLILAR

 

İki Temmuz kara gündü,

Kimi yaktı Sivaslılar.

Bunu anlaması güçtü,

Kimi yaktı Sivaslılar.

 

Pir sultan Abdal’ı bile,

İpe taktı Sivaslılar.

Tüm Sivas’ın günahı ne

Kimi yaktı Sivaslılar.

 

Hak emrini hiçe sayıp,

Otuz üç can oldu kayıp.

Hu, Allahuekber deyip

Kimi yaktı Sivaslılar.

 

Cumhuriyet ile şanlı,

Neden kinli, neden kanlı;

Gözümüzde halen zanlı

Kimi yaktı Sivaslılar.

 

Tam otuz üç aydın yandı,

Oysa onlar birer candı…

Âşık Veysel’de utandı

Kimi yaktı Sivaslılar.

 

Keskinli Haydar yol bekler,

Arşa ulaştı feryatlar…

Peygamber sizi lânetler

Kimi yaktı Sivaslılar.

 

 

TÜRBANLI BACIM

 

Aynı varın varlarıyız ne deyim,

Gel kınama beni türbanlı bacım.

Kişinin özünü yansıtmaz giyim,

Sev seni seveni türbanlı bacım.

 

Kolay kazanmadık biz bu dirliği,

İnançta da bozmayalım birliği.

Örtünmek saplamaz din severliği,

Kınatma ülkeni türbanlı bacım.

 

Bilgin belgelensin tez suna suna,

Ders vermek için git Kur’an kursuna…

Yaz gününde yatma kış uykusuna,

Aydınlat yöreni türbanlı bacım.

 

Din gereği diyenlere inanma,

O kara çarşafı töredir sanma.

Bağnazlara bakıp bakıp aldanma,

Bu yurt hepimizin türbanlı bacım…

 

Belki benden daha uygar birisin,

Buna karşı giyiminle gerisin.

Aç yüzünü gericilik erisin

Körletme töreni türbanlı bacım.

 

Türk ulusu bir bütündür bölünmez,

Devrim yapıp aynı yere gelinmez.

Senin savın neye gebe bilinmez

Hele bir yol düşün türbanlı bacım.

 

İyi düşün aklını kat varına,

Uygarlık otursun yerli yerine.

Ters düşme Atatürk ilkelerine,

Uyarırım seni türbanlı bacım.

 

 

 

 

 

 

 

MUSTAFA CEYLAN’A

 

Ankara Elmadağ’dan Toroslara,

Anadolu’m gibi kokuyor Ceylan.

Otuz sekizinci sanat yılında

Kültür ateşini yakıyor Ceylan.

 

Bazen coşturuyor paşa gönlünü,

İrdeliyor geleceğin dününü.

Ölüm kusan silahların tümünü,

Toplayıp denize döküyor Ceylan.

 

O şiir okurken susuyor canlar,

Selâm durur yayladaki ceylanlar.

Aydınlık yüzüyle aydın insanlar

Cehaleti kökten yıkıyor Ceylan.

 

Bülbülü hoş öter yeşil bağının,

Avcısına küstük Elmadağ’ının.

Füze yarışının, Atom Çağının

Yarınına ışık tutuyor Ceylan.

 

Mustafa Ceylan’ım sohbetin hoştur,

Keskinli Haydari sana kardeştir.

Üretken insanın aynası iştir,

Dünyaya bir gözle bakıyor Ceylan.

 

 

 

 

 

DELİ DÜNYA

 

İkiyüzlü deli dünya,

Bu çekilmez nazın nedir?

İşte geldim gidiyorum,

Bu çekilmez pozun nedir?

 

Yetmiş sene oyaladın,

Kâh süsleyip boyaladın.

Ağustosta buz yaladın

Beni yakan közün nedir?

 

Daha diyecek çok şey var,

Dememeye aldım karar.

Değil iken kendine yar

Yüzündeki hüzün nedir?

 

Haydâri der: Bu nasıl hal,

Dursun dilin olasın lal…

Ben giderim sen böyle kal

Bu bilinmez gizin nedir?

 

 

 

GÜL YÜZLÜ YÂRE

 

Benden selam deyin gül yüzlü yâre,

Birazcık karşımda dursun da gitsin.

Parça parça sinemdeki yaralar,

Kendi gözü ile görsün de gitsin.

 

Koyun güttüm yaylalarda baz ile,

Güzel sevdim sazım ile, söz ile…

Yaralarım merhem tutmaz tuz ile,

Eliyle yaramı sarsın da gitsin.

 

Haydâri der: Koyma beni sıradan,

Bir selam gelmedi kaşı karadan.

Eğer ölür isem ben bu yaradan

Kefensiz toprağa versin de gitsin.

 

 

 

 

OLMALI KADIN

 

Sevgi, saygı, hürmet gerek anaya,

Her yerde baş tacı olmalı kadın.

Sevgi örer, sabır işler vatana,

Asla ağlamayıp gülmeli kadın.

 

Kadın on iki ay hep var olmalı,

Yaşadığı yerde özgür kalmalı.

Ulusal mecliste yerin almalı,

Yönetme hakkını bilmeli kadın.

 

Bizim yaylaların sunası idi,

Bunca güzelliğin anası idi…

Üzümün, buğdayın tanesi idi

Artık gözyaşını silmeli kadın.

 

Kadın şeytan demiş Şeytanın dölü,

Yırtık şapkasından görünür keli.

Dünyayı yaratır kadının eli

O yüzden baş tacı olmalı kadın.

 

Cennet vaat etmişler adresi nerde?

Aydınlık yüzlere çekmeyin perde…

Huri, melek derler hepsi de burda,

Yârini bağrına sarmalı kadın.

 

Dişi aslan doğurur tüm aslanları,

Gizemli bal yapar sanırsın arı…

Böylece inandı Âşık Haydari

Eşinin yoldaşı olmalı kadın…

 

 

 

 

ORMANA BİR BAK

 

Gelin güzel can çocuklar

Şu ormana bir bak hele.

Yarın sizin be yoldaşlar

Şu ormana bir bak hele.

 

Sevgi ile ona varak,

Yok olmaya değmez yürek.

Nuh’un gemisinde direk

Şu ormana bir bak hele.

 

Bebek iken bize beşik,

Oturduğun eve eşik…

Soframızda tahta kaşık

Şu ormana bir bak hele.

 

Tarlamızda saban olur,

Kağnı olur tapan olur.

Sel ağzını tutan olur

Şu ormana bir bak hele.

 

Anadutla dirgeniniz;

Tırmığımız, harmanımız…

Dizimizde dermanımız

Şu ormana bir bak hele.

 

Salıncağı dallarına,

Gölge olur öz varına.

Umut olur her yarına

Şu ormana bir bak hele.

 

Haydâri’nin can yoldaşı,

Toplar yağmuru güneşi.

Güzellikte yoktur eşi

Şu ormana bir bak hele.

 

 

 

 

 

ÂŞIKLAR BAYRAMI

 

Çağından sorumlu bir yurttaşım ben,

Dünyaya duyarsız bakamıyorum.

Halkımın yarısı aç yaşar iken

Mevlâna’da tempo tutamıyorum.

 

Kim yemiş, kim içmiş, borçlanmış vatan;

Kan değmiş dişine her silah satan.

İnsanlık adına terör yaratan

Utancı özümden atamıyorum.

 

Eşitçe kazanıp bölüşmek hakça;

Düşüncem aydınlık, görüşüm akça…

Sofu inat eder gitmeye hacca,

Nedendir bunlara çatamıyorum.

 

Dilerim insanca yaşasın her can,

Gönül arzu eder dökülmesin kan.

Çöplüklerden ekmek toplarken insan

Âşıklar bayramı yapamıyorum.

 

El-etek öpüp de program almak,

Leb-değmez, atışma zevkine dalmak…

Köhne bir otelde misafir olmak

Bitli yorganlarda yatamıyorum.

 

Gerçek âşık alınmasın sözümden,

Halk Ozanı halkla olur özünden…

Dost Haydâri gizem vardır özümden

Çift yüzler ardından yetemiyorum.

 

 

 

ADİL DÜZEN

 

Ozanlar bu işe şaştı,

Efendiler, Adil Düzen.

Takke düştü kel göründü

Efendiler, Adil Düzen.

 

Biri hacı, biri bacı;

Bulundu derdin ilacı…

Reçetesi hayli acı

Efendiler, Adil Düzen.

 

Kadayıfın altı üstü,

Nalı düştü kırat pustu.

Kaddafi’nin aziz dostu

Efendiler, Adil Düzen.

 

Vatan, millet, Sakarya’yı;

Ezan. Bayrak, deyi deyi…

Soydurdunuz bu ülkeyi

Efendiler, Adil Düzen.

 

Deyin, efendiler deyin;

Muhtar yaptı sizi köyün.

Yiyin bre beyler yiyin.

Efendiler, Adil Düzen.

 

Bekleyin, gününüz gelir;

Yurttaş yaptığını bilir.

Verdiğini geri alır.

Efendiler, Adil Düzen.

 

Haydari der: Ben insanım;

Ben Türkiye, ben vatanım…

Kurumadı şehit kanım

Efendiler, Adil Düzen.

 

 

 

 

NE OLUR

 

Gönlünü kırdığım ey kadim dostlar,

Sakın beni essah sayman ne olur…

Yüreği tertemiz, gönlü has dostlar,

Dervişan yerine koyman ne olur.

 

Bensizleri taç eyledim başıma;

Sevginiz var damağımda, dişimde.

İnsan vardır hayalimde düşümde

Mor koyunlar gibi yayman ne olur…

 

Bir bozuk sistemde naçar kamışım,

Doğa sevgisine tutsak olmuşum.

Zaten şu dünyaya çıplak gelmişim,

Yüksüz kervanları soyman ne olur.

 

İnsan, insan diye çırpındım durdum;

En büyük darbeyi kendime vurdum.

Aradığım Hakkı insanda gördüm,

Kem söz edenleri duyman ne olur.

 

Haydari fitneden kaçtığı için,

Felsefe kapısın açtığı için;

Mihnet ile yaşım geçtiği için

Yar sevmedi diye kıyman ne olur.

 

 

 

 

HERKES KENDİNE EDER

 

Ulan koca dünya sana ne deyim;

Her kim ki ne eder, kendine eder.

Koyma akıl ile işlerse beyin

Her kim ki ne eder, kendine eder.

 

Dostluğa niyette ışık olmuyor,

Ben âlimim, diyor kendin bilmiyor.

Çağırdım Mervan’ı beri gelmiyor

Her kim ki ne eder, kendine eder.

 

Hakkı vicdanında bulamamışsa,

Ölmezden evvel ölememişse…

Haydari cana can olamamışsa

Her kim ki ne eder, kendine eder.

 

 

 

 

NİYE GELDİK

 

Kim demiş işkence, dayak yok diye;

Tek, tek listesini vermeye geldik.

Milletin sırtı pek, karnı tok diye

Yalan defterini dürmeye geldik.

 

Kendi mecramızda candık kardeşim,

Diriydik Sivas’ta yandık kardeşim.

Utanç ülkesine döndük kardeşim,

Doğru mu, yanlış mı sormaya geldik.

 

Mumcu’yu, Aksu’yu vuranlar nerde,

Şeref, namus sözü verenler nerde…

Kırılmayacaksa karanlık perde

Dostluk meydanında kırmaya geldik.

 

Haydari sussa da dilsiz değiliz,

Öfkeler tetikte elsiz değiliz.

Bizler Türk halkıyız yolsuz değiliz

Lâikçe bir düzen kurmaya geldik.

 

 

 

 

HAYDAR

 

Ahmet Yesevi sulbü pederden,

Âlemi irşâda gezendi Haydar.

Başımı kurtarıp gamdan kederden

Bağrek’e otağın kurandı Haydar.

 

Aslı veliyullah, ser-çeşme başı;

Akıttın gözünden kan ile yaşı…

Horasan’dan binip geldiğin taşı

Bağrek dağlarına serendi Haydar.

 

Horasan’dan Hacı Ahmet oğlusun;

Akıllısın, görünürde delisin…

Şüphem yoktur Hacı Bektaş Veli’sin

Orhan’a omzunu verendi Haydar.

 

 Ejderha misali zindanda durdun,

Bağrek’te tekfurun gönlüne girdin.

Nice isteyene muradın verdin,

Bu işin sırrına erendi Haydar.

 

Bu Rum diyarına gelip de yettin,

Kayser-Rum’u yalnız sen irşat ettin.

Yedi kere el-amanı çağırttın,

Bizans’a bir düzen verendi Haydar.

 

Haydari der: Ben de bir günahkârım;

Bağrek yaylasında efkârım, zarım…

Ekmedim, biçmedim sendedir kârım,

Azgın yaraları sarandı Haydar.

 

 

 

 

 

GÖNLÜMÜN KARALARINI

 

Geçti dost elinden ihsan olunca,

Silmedi gönlümün karalarını.

Ağyar diye ben başından çevrildim

Bulmadın başımın çarelerini…

 

Muhabbet nehrinde çağlar gezerim,

Ben neye gülmedim ağlar gezerim.

Derde düştüm adil beyler gezerim,

Tığ deldi başımın harelerini.

 

Bu gün derdim eskisinden beş beter,

Günbegün firkatim, efkârım artar.

Arifler meydanda birbirin tartar

Er olan fehmeyler buralarını.

 

İnsan Hakta, Hak insanda bilmektir;

Asıl mertlik dost yolunda ölmektir.

Arzum dost ceminde sazım çalmaktır,

Can arzular ciğer parelerini.

 

Dost elinden bade içtim az geldi,

Dosttan bize şifa ile naz geldi.

Kumaş diye beklediğim bez geldi

İyice bir düşün buralarını.

 

Dost yüzünden şu vücudum ezgindir;

Can cesetten, ceset candan bezgindir.

Haydari’yle deli boran bozgundur

Kim gelip bulacak aralarını…

 

 

 

 

 

BİR SÜLÜMAN VARDI

 

Bir Sülüman vardı Hasan Dedede,

Ha deyince yedi dağı aşardı.

Aklı kendisiyle fazlaca yardı,

Ha deyince yedi dağı aşardı.

 

Sene bin dokuz yüz kırk dokuz idi,

Körpeydi Muharrem top yağız idi.

Adı dede idi, kendi boz idi

Ha deyince yedi dağı aşardı.

 

Yelpazeydi, çırpınırdı köşede;

Zıkkım içsin, şurup koymaz şişede.

Er değildi haklı sözle baş ede

Ha deyince yedi dağı aşardı.

 

Anama, babama bire söverdi,

Çoluk-çocuk her geleni döverdi.

Bizim köylülere beni överdi

Ha deyince yedi dağı aşardı.

 

Sonra duydum şoför olmuş kalede,

Başı sıkıntıda, dertte belada…

Tam onun dengiydi Hatun Halada

Ha deyince yedi dağı aşardı.

 

Gel-geç akıllıydı, kaçığın biri;

Beni kesiyordu hem diri diri…

Ona övgü düzdü Âşık Haydari

Ha deyince yedi dağı aşardı.

 

 

 

BÖĞÜRÜYOR SÜLÜMAN

 

Arabaya kır atını koşuyor,

Bağırıyor Muharrem’in Sülüman.

Şart eyleyip avradını boşuyor;

Bağırıyor, çağırıyor Sülüman,

Dana gibi böğürüyor Sülüman.

 

Çok telaşlı tantanası boşuna,

Rüyasında şeytan girmiş düşüne.

Bıçağı sapladı körpe döşüme

Bağırıyor, çağırıyor Sülüman,

Dana gibi böğürüyor Sülüman.

 

Dedeler kâmildir, tanıyamadım;

Nasıl bir zihniyet anlayamadım.

Kendinden insanca söz duyamadım;

Bağırıyor, çağırıyor Sülüman,

Dana gibi böğürüyor Sülüman.

 

Tatlılık bilmezdi dikenli dili;

Kendi sahtekârdı, çapkındı eli.

Bana hırsız dedi hırsızın dölü;

Bağırıyor, çağırıyor Sülüman,

Dana gibi böğürüyor Sülüman.

 

Yavru Muharrem’in suçu ne idi,

Onun kabahati beni sevmeydi,,,

Allah o cezayı sana verseydi;

Bağırıyor, çağırıyor Sülüman,

Dana gibi böğürüyor Sülüman.

 

Hanımefendiydi kardeşi Zeynep,

Dede Hamdullah’tan çok çekti zahmet.

Yardıma gelmişti komşumuz Cennet;

Bağırıyor, çağırıyor Sülüman,

Dana gibi böğürüyor Sülüman.

 

Kaya Özlük iken çıktım gurbete,

Asıl babamdaydı en büyük hata.

Bana yapılanlar yapılmaz ite;

Bağırıyor, çağırıyor Sülüman,

Dana gibi böğürüyor Sülüman.

 

 

 

DARDAYIM BENİM EFENDİM.

 

Ne kadar cevretsen vallahi küsmem,

Bu gün çok dardayım benim efendim.

Ne yapsan ne etsen umudu kesmem

Bu gün çok dardayım benim efendim.

İnan ki zordayım güzel sultanım.

 

Sırrımı açmaya kimseye gitmem,

Senden başkasına dert beyan etmem.

Hatam çok büyüktür kapından gitmem

Bu gün çok dardayım benim efendim.

İnan ki zordayım güzel sultanım.

 

Deprem yok, tufan yok, yıktın evimi;

Dağıttılar aşireti, köyümü.

Kaldırdın sofrayı döktün meyimi

Bu gün çok dardayım benim efendim.

İnan ki zordayım güzel sultanım.

 

Döndürmeden Kerbela’nın çölüne,

Bir merhem sür şu yaralı gönlüme.

Kargalar kondurma narin gülüme

Bu gün çok dardayım benim efendim.

İnan ki zordayım güzel sultanım.

 

Sen büyüksün, ben kapında köleyim;

Sen kıblesin eşiğinde öleyim.

İzin ver yolunda kurban olayım;

Bu gün çok dardayım benim efendim.

İnan ki zordayım güzel sultanım.

 

 Keskinli Haydar’ım erem köşküne,

Yardım et Sultanım sen bu düşküne.

Şah Hüseyin, Hacı Bektaş aşkına(!)

Bu gün çok dardayım benim efendim.

İnan ki zordayım güzel sultanım.

 

 

 

 

OĞUL (Oğlum Cabban’a!)

 

Bu son öğüdümdür tutarsan kuzum,

Karlı dağlar sana yol olur oğul.

Bir bahçe eyle ki ömrü çok uzun,

Bil ki lale, sümbül, gül olur oğul.

 

Saygı duy her cana, her uzun ömre;

Sevgi ver, sevgi al, böyledir töre.

Yok etme her şeyi göz göre göre.

Beyhudeye karın dul olur oğul.

 

Bin bilsen de bir de ehline danış,

Dünyanın da sonu değil bu gidiş…

Emsalinle otur, denginle konuş;

Yoksa altın adın pul olur oğul.

 

Kırk yıllık ömrünü bir gözden geçir,

Yanlışı, doğruyu incele bir bir…

Kendi vicdanınla bir kavgaya gir,

Cabban’dan Cabban’a gel olur oğul.

 

Savaş aç yanlışa dik dur ayakta,

Neler gelir geçer gör ki hayatta.

Kendin ile barış güvenme yada

Kuru ekmek cana bal olur oğul.

 

Depremsiz, tufansız yıkılan evler;

Yapılır yenisi hep birer, birer…

Puşt’un soframızdan çaldığı meyler

Tekrar dolar küpler sel olur oğul.

 

Kulak ver ki oğlum bu son sözüme,

Kurban olam o körpecik kuzuna.

Derman bulam yüreğimde gizime,

Sevdalarım sazda tel olur oğul.

 

Ağlatma ananı, olma serseri;

Sana kurban olsun Baban Haydari.

Şayet üzer isen tüm sevenleri

Bu işe sevinen el olur oğul.

 

 

 

 

 

UYMADIN OĞLUM.

 

Birazcık kafanı yor da bir düşün,

Bir türlü sözüme uymadın oğlum.

Bak, akşam oluyor zaman daraldı;

Aklı ön plana koymadın oğlum.

 

Coşkun akıp gittin yıktın bendini,

Seçemedin ahbabını, dengini.

Boş boşuna attın nara kendini

Neden yanlışlardan caymadın oğlum.

 

Çok yalvardık düzeltmedin huyunu,

Elinle buladın duru suyunu.

Dağıttın sofranı, döktün meyini

Yine de kafanı aymadın oğlum.

 

Anan pek yalvardı az geldi sana,

Babanın sözleri vız geldi sana.

Davul-zurna çaldık saz geldi sana

Bizleri büyükten saymadın oğlum.

 

Herkes Haydari’ye saygı duyuyor,

Ondan ibret alıp ona uyuyor.

Senin fidanların sensiz büyüyor

Yiyip meyvesini doymadın oğlum.

 

 

 

CAN ANADOLUM

 

Bağrek’teki Haydar, Denekte Kırklar;

Erenler yatağı can Anadolu’m.

Konur’da Çıplak Ali, Musa Dedeyle;

Keskin diyerında ün Anadolu’m.

 

Aşağı Şıh, Yukarı Şıh Türkmen’i

Keskin’in kültürü mest eder beni.

Erenlere bakın incitmen canı,

Gene böyle idin dün Anadolu’m.

 

Temiz olur Bağrek dağın havası,

“Yükseğinde vardı şahin yuvası.”

Denize dönüşmüş Köprü Ovası,

Su verir ovaya can Anadolu’m.

 

Bir birine benzer Keskin köyleri;

Aynı karakterde, aynı huyları.

Yörük, Cerit, Avşar, Türkmen boyları

İşte bunun için şen Anadolu’m.

 

Kepirli, Müsellim, Danac’obası;

Darmız ekmeğinin güçtür çabası.

Tınazlar savuran kırık yabası

Şimdi ilerledi fen Anadolu’m.

 

Kara keçilisi, Kevenli, Maşat;

Denek’ten Ovaya, Beliklere bak.

Gelecek günlere bir meşale yak

Atatürk yurdusun sen Anadolu’m.

 

Keskinli Haydar’ım köy köy dolaştım,

Yetmiş iki pare köye ulaştım.

Bir kısrağa binip dağları aştım,

Şafaktan doğacak gün Anadolu’m.

 

 

 

 

 

HAYDAR-I SULTAN

 

İki postun birin ataşa vuran,

Bağrek’teki yatan Haydar-ı Sultan.

Kurutup nefsini kaniye çeken

Bağrek’teki yatan Haydar-ı Sultan.

 

Dertleri olanlar dermana gelir;

Âleme hükmeder, gaipten bilir.

Tatar’ın kızını zorunan alır

Bağrek’teki yatan Haydar-ı Sultan.

 

Dertli olanlara vardır teyreği,(derman)

Nur gibi balkıyor yanay çerağı.

Görmeye mi geldin mermer direği

Bağrek’teki yatan Haydar-ı Sultan.

 

Haydar’ın kuyusu haktır, seslenir;

Gelen deli akıllanır, uslanır…

Tahta kılıç kılıfında paslanır

Bağrek’teki yatan Haydar-ı Sultan.

 

Seyit der: İtikat bu bir inayet,

İn ayn kuyusuna müşkülün hallet.

Sana nazar etmiş bir (meşe) ulu ağaç

Bağrek’teki yatan Haydar-ı Sultan.

 

Not: Bu eser babası Ahmet Yesevi tarafından Anadolu’yu Türkleştirmek için gönderilen ilk uç erenolan ve Bağrek dağının göğsünde yatan Kudbettin Haydar Sultan’a ait olduğu söylenir.

 

 

 

 

MUHTAR HAYDAR

 

Filik Haydar’dan bu güne,

Umut sende Muhtar Haydar.

Lütfen dönüp bir bak düne

Umut sende Muhtar Haydar.

 

Aman kızma iki gözüm,

Umudumuz sensin bizim.

Alanadır benim sözüm

Umut sende Muhtar Haydar.

 

Bunca muhtar gelip gitti,

Bilinmiyor ne iş etti.

Hangisi bir fidan dikti?

Umut sende Muhtar Haydar.

 

Benzeme dost eskilere,

Geldin hak ettiğin yere.

Ağaçlansın dağ ve dere

Umut sende Muhtar Haydar.

 

Verimli topraklar bitmesin,

Seller alıp da gitmesin.

Torunların küfretmesin

Umut sende Muhtar Haydar.

 

Dağda ormanı yok ettik,

Suları köye akıttık.

Mezarlıktan taşlar söktük

Umut sende Muhtar Haydar.

 

Hep öldü dağda canlılar,

Susuz kalıp da yandılar.

Nerde üzüm yüklü bağlar

Umut sende Muhtar Haydar.

 

Çal içine ekin ekin,

Sayaca’ya ağaç dikin.

Gücenme sözüme sakın

Umut sende Muhtar Haydar.

 

Çocuklara temiz yarın

Bırakalım n’olur derim.

Mimarı ol bu yaylanın

Umut sende Muhtar Haydar.

 

 

 

 

 

KİM KIRDI BAĞREK

 

Dallarında öter yaslı bülbüller,

Kim kırdı dalını, kolunu Bağrek?

Bağrında kalmadı dikenler, güller

Kim kırdı dalını, kolunu Bağrek?

 

Avcıdan saklardın yavru ceylanı,

Bağrından fışkıran suların hani?

Yalçın kayaları o boz dumanı

Kim kırdı dalını, kolunu Bağrek?

 

Cana ilaç çiğdeminle kekiğin,

Susuzluktan ötmez olmuş kekliğin.

Nerde kaldı senin eski mertliğin

Kim kırdı dalını, kolunu Bağrek?

 

Keskinli Haydar’ım kurbanın olsam,

Sana sevdalıyım bir bilebilsen…

Göğsüne bir fidan dikip de ölsem

Kim kırdı dalını, kolunu Bağrek?

 

 

 

 

 

 

YOL VERMEDİ KIZILIRMAK

 

Bir güzel sevmiştim Köprü düzünde,

Yol vermedi Kızılırmak ne deyim…

Sevda türküleri yüklü özümde

Yol vermedi Kızılırmak ne deyim…

 

Binmiş idim al atımın üstüne;

Martini, keçeyi aldım destime…

El salladım ahbabıma, dostuma;

Yol vermedi Kızılırmak ne deyim…

 

Kara keçiliden beni sordular,

Kartal kayasına pusu kurdular.

Keşniyir köprüde beni vurdular

Yol vermedi Kızılırmak ne deyim…

 

Vurulmuş yiğidim bir gelin ağlar,

Çelebi dağları karalar bağlar.

Gelmiyor Mehmet’im şen olsun dağlar

Yol vermedi Kızılırmak ne deyim…

 

 

 

 

GÜL KOKULU ANAMA

 

Çakır gözlü garip anam,

Sana gonca bir gül sunam.

Çırpınıp dalına konam

Gül kokulu güzel anam.

 

Bunca yıldır gam yükünü,

Çeke çeke ömrün söndü.

İki oğul bir de gülün

Öz canında saklar anam.

 

Saçlarına düşünce kar

Özüm sana doğru akar.

Sağ yanım kurşun yarası

Gül yaralı ozanı sar.

 

1993 Yılında güneydoğuda gazi olan Hüseyin Özlük

 

 

 

 

 

GAZİ OZAN ‘ a nazire

 

Ozanların dünyasına

Memleketin sevdasına;

Hoş geldin can aramıza

Gül yaralı Gazi Ozan.

 

Selam durayım sevdana,

Kurban olayım yarana.

Sana ilhamı verene

Gül yaralı Gazi Ozan.

 

Aslan yatağı boş kalmaz,

Türküsü, sevdasız olmaz.

Namert dölü merdi bilmez

Gül yaralı Gazi Ozan.

 

Anaya sunduğun gülün

Açılsın yiğidim yolun…

Özgür pençen sazın telin

Gül yaralı Gazi Ozan.

 

Gül kokulu ana yardır,

Şahit, gazi, dullar vardır.

Vatan size minnettardır.

Gül yaralı Gazi Ozan.

 

 

 

 

 

CAN BACIM

 

Aylar oldu selamını almadım,

Küskün müsün yoksa bana can bacım.

Yiğidimin gizemini bilmedim

Küskün müsün yoksa bana can bacım.

 

Kim oynadı bize böyle oyunu,

ABD yapısı kahpe mayını…

Avrupalı dostlar yapar şovunu

Küskün müsün yoksa bana can bacım.

 

Yezit mayın yaralamış kuzunu,

Alıp gitmiş yiğidimin gözünü.

Güneydoğularda bulduk izini

Küskün müsün yoksa bana can bacım.

 

Haydari kardaşın yoluna öle,

Varıp yiğidimin gadasın ala.

Fadime anadan sabırlar dile

Küskün müsün yoksa bana can bacım.

Bilirim yürekte derindir acın.

 

 

 

HANİ İNSAN HAKLARI

 

Bütün insanlığın gerek duyduğu

Nerede haniya insan hakları?

İnsan yaşamını öne koyduğu

Nerede haniya insan hakları?

 

Avrupa’dan demokrasi yayarak,

Bomba atıp bunca cana kıyarak…

Yaşama hakkını hiçe sayarak

Nerede haniya insan hakları?

 

İkiyüzlü politika yaparken,

Devletleri bir birine takarken;

Füze yapıp her tarafı yıkarken

Nerede haniya insan hakları?

 

Kanlı paralarla silah üreten,

Taliban’la Saddam’ları yaratan;

Uluslar arası terör var eden

Nerede haniya insan hakları?

 

Terör illetinden yok olan canlar,

İnsanlık adına dökülen kanlar…

İstihbaratçılar, vurucu timler

Nerede haniya insan hakları?

 

İşsizler dünyada bir iş bulmadan,

Ulusal gelirden payın almadan;

Doğu ile batı eşit gülmeden

Nerede haniya insan hakları?

 

Keskinli Haydar’ım bellidir neden,

Puşt oğlu puşttur puştun ardından giden.

Çifte standarda yeter demeden

Nerede haniya insan hakları?

 

 

 

KULA BENZER

 

Gördüm güzeller şahını,

Dost bağında güle benzer.

Duydum sitemin ahını

Sazda sırma tele benzer.

 

Yüreğim yağın eritti,

Canı canana yar etti.

O doğurdu, o var etti

Sitem görmüş dula benzer.

 

Nazlı görüm bu gün gene,

Dost beni sar can sinene.

Haydari hayrandır sana

Gör kapında kula benzer.

 

 

 

 

BİZİM TÜRKÜMÜZ

 

Ahmet Yesevi’den dersi alan,

Öz Türkçe konuşup öz Türkçe bilen;

Karanlık dünyaya aydınlık olan

Tarihin türküsü bizim türkümüz.

 

Haber iletildi canlardan cana,

Akıl ile bilim dedik insana.

Sevgi dini aştık dostluktan yana

Tarihin türküsü bizim türkümüz.

 

Sevgidir dinimiz biz kin bilmeyiz,

Yalan düşmanımız şeytan bilmeyiz.

Azrail ölür de bizler ölmeyiz

Tarihin türküsü bizim türkümüz.

 

Hacı Bektaş derler adı bu gizin,

Bağnazlığa karşı getirdi tezin.

Telli Kur’an idi ceminde sazın

Tarihin türküsü bizim türkümüz.

 

Okuyup okutmayı öne koyar,

Dünyanın rayına yapar bir ayar.

Yetmiş üç milleti bir nazar sayar

Karanlık dünyaya aydınlık olan

 

Niyazım var Hacı Bektaş Veli’ye,

Alp erenler su oldular çeliğe.

Özde Alevilik böyledir diye

Tarihin türküsü bizim türkümüz.

 

İlim Çin’de olsa bulup geliriz,

Bir harf için kırk yıl köle oluruz.

Cehalete karşı dimdik dururuz

Tarihin türküsü bizim türkümüz.

 

Bu özdeyişleri bir bir derleyen,

“En hakiki mürşit ilimdir” diyen;

Bağımsızlık destanını söyleyen

Tarihin türküsü bizim türkümüz.

 

Keskinli Haydar’ım böyle bir canım,

Alevi olmadan önce insanım.

İnancım sevgidir bilimse dinim

Tarihin türküsü bizim türkümüz.

 

 

 

HACI BEKTAŞ VELİ

 

Horasan’dan Anadolu’ya gelen,

Bu güzel beldeyi öz Kâbe bilen;

İki zıt canlıyı koluna alan

Ser çeşmenin başı Pir Hacı Bektaş.

 

Gönül erleriyle birlikte oldu,

Hakkın kemalini özünde buldu.

İnsana kıbleyi insanda bildi

Ser çeşmenin başı Pir Hacı Bektaş.

 

Emeksiz bir yememeyi duyurdu,

Kazanlar kaynatıp açlar doyurdu.

Kadınları okut diye buyurdu

Ser çeşmenin başı Pir Hacı Bektaş.

 

Dört kapıyı, kırk makamı gösterdi;

Bilimsiz gidilmez diye ses verdi.

Karanlığa aydınlığı önerdi

Ser çeşmenin başı Pir Hacı Bektaş.

 

Telli Kur’an ile dara duruldu,

Canların talkını orda verildi.

Hal insanda, insan Hakta görüldü

Ser çeşmenin başı Pir Hacı Bektaş.

 

Ele, dile, bele sahip ol diyen;

İşe, eşe, aşa, sadık kal diyen…

Bilimsel adını altıgen koyan

Ser çeşmenin başı Pir Hacı Bektaş.

 

Hakkı vicdanında bulmuştu hünkâr,

Yoluna uyanlar etmedi zarar.

Allah, eyvallah der Keskinli haydar

Ser çeşmenin başı Pir Hacı Bektaş.

 

 

 

 

HAKİKATİN KAPISINDA

 

Önce insan der durulur,

Hakikatin kapısında.

İnsan bir Kâbe görülür

Hakikatin kapısında.

 

Yüce dergaha varınca,

Telli Kur’an la girince;

Dönülmez, ikrar verince

Hakikatin kapısında.

 

Gönül yapılır kırılmaz,

İnkâra ödün verilmez.

Sevgisiz dara durulmaz

Hakikatin kapısında.

 

Hak için ceme girilir,

Varsıl, yoksul hep derilir.

Halk mahkemesi kurulur

Hakikatin kapısında.

 

Pir darına er dikilir,

Batıl inançlar yıkılır.

Öfkeler, kinler yok olur

Hakikatin kapısında.

 

Ahret, Sırat hep orada;

Sır perdesi yok arada.

Kadın erkek bir arada

Hakikatin kapısında.

 

Hakkı bilen kırmaz canı,

Kör olanlar görmez bunu.

İnancımız sevgi dini

Hakikatin kapısında.

 

Keskinli Âşık Haydar’ım,

İnsanı okur ezberim.

Akıl, bilim rehberim

Hakikatin kapısında.

 

 

 

BENİM KÂBE’M İNSANDIR

 

Tanrı ile kâinatı yarattık.

Gök kubbeye şekil verip var ettik.

Ona göre kâmil insan ürettik,

“Onun içim benim Kâbe’m insandır.”

 

Öğretmene köle olunuz dedik,

İlim Çin’de olsa bulunuz dedik.

Hep aydınlık olsun yolunuz dedik

“Onun içim benim Kâbe’m insandır.”

 

“Mürşidim ilimdir.” tezini sorduk,

Cahille savaşta hep önde durduk.

Telli Kur’an ile muhabbet kurduk

“Onun içim benim Kâbe’m insandır.”

 

Yalancıdan başka şeytan bilmeyiz,

İkrarsıza varıp bende olmayız.

İnsan olmayana secde kılmayız

“Onun içim benim Kâbe’m insandır.”

 

Tanrı aynasıdır insanda cemal,

Buna inanmışım ben behemehal.

Sevgi dolu gönül Kâbe muhtemel

“Onun içim benim Kâbe’m insandır.”

 

Bizim pirimiz Hacı Bektaş Veli,

Kadınlar okusun dedi evveli.

Mustafa Kemal’se bir kızıl deli

“Onun içim benim Kâbe’m insandır.”

 

Dünyaya gelirken senedimiz var;

Bilerek üretmek, emekse karar…

İnsan oğlu insan Keskinli Haydar

“Onun içim benim Kâbe’m insandır.”

 

 

 

 

BENİM

 

Atamdan anama geldim,

Bin yaşında çocuk oldum.

Hakkı vicdanımda buldum;

Okunacak kitap benim,

Gönüllere hitap benim.

 

Var eden yapmış, yaratmış;

Bir insan resmine sokmuş.

Akıl vermiş, beyin vermiş;

Okunacak kitap benim,

Gönüllere hitap benim.

 

Kalemimle yazım ile,

Aşka dair sözüm ile;

Telli Kur’an sazım ile

Okunacak kitap benim,

Gönüllere hitap benim.

 

Ben Hakkı insanda gördüm,

Kemalete onda erdim.

Cehalet zincirin kırdım

Okunacak kitap benim,

Gönüllere hitap benim.

 

Üretirim elim ile,

Mantığımla bilim ile…

Türkçe söyler dilim ile

Okunacak kitap benim,

Gönüllere hitap benim.

 

İncil, Tevrat, Kur’an bende,

Her mekânda her an bende.

Hür irade irfan bende;

Okunacak kitap benim,

Gönüllere hitap benim.

 

Pir Bektaş’ı örnek aldım,

İmanı sevgide buldum.

Âşık Haydari oldum;

Okunacak kitap benim,

Gönüllere hitap benim.

 

 

 

 

 

 

 

ANTALYA’M

 

Yüreğini açmış bütün dünyaya,

Her yana açılan yolun bir başka.

Kepezden seyrettim seni güzelim,

Tertemiz denizin gölün bir başka…

 

Seni tanıyınca ben düştüm aşka,

Sana daha evvel gelseydim keşke…

Ulusal gelire katkın bir başka

Altına dönüşen pulun bir başka…

 

Her yanında bin bir güzellik dolu,

Yaylaya ulaşır sahilin yolu.

Türkmen’i, Yörük’ü, Tahtacı kolu

Öz Türkçe konuşan dilin bir başka…

 

Ne güzeldir Kale İçi nakışı,

Biraz hoştur yat limanı yokuşu.

Turistlerin pencereden bakışı

Bir dünya şehridir ilin bir başka.

 

Geçmişi nasıldır üç kapıların?

Tarih mirasıdır bu yapıların.

Şairlerin, ressamların, yazarın;

Kulağı, gözüdür, dili bir başka.

 

Destan gibi Kurşunlu’dan, Düden’den;

Lâra plajında o güzel kumdan;

Yurda turist çeker hem de her dinden,

Kazancın, getirin, karın bir başka…

 

Kaş’tan Alanya’ya bir bir gezmeli;

Her belde aşkına destan yazmalı.

Abdal Musa Uçar Su’yu gezmeli

Halınla kilimin, çulun bir başka…

 

Kadifeye benzer gelinlik yüzün;

Limon, portakalın, yemişin muzun…

Yılın on iki ayı kışın va yazın

Satılan ürünün, malın bir başka…

 

Her yanın bir başka övmekle bitmez,

Seni anlatmaya sözcükler yetmez.

Dünyada başka bir cennet gerekmez

Ozanın sazında telin bir başka…

 

Keskinli Haydari ben müdahilim,

Tarihler boyu öz Türkçe dilim.

Düşüncem dünyalı Antalya ilim

Aşkları ilacı gülün bir başka…

 

 

 

 

ANTALYAM SENİN

 

Yeşil gözlüm, kadife yüzlüm;

Dünya güzelidir güllerin senin.

Her yanın bir cennet bilinsin derim,

Turizme açıktır yolların senin.

 

Sen Anadolu’sun, dünya kentisin;

Seni kirletenler seni ne bilsin…

Paris, Londra, Havai’nin dengisin;

Öz Türkçe konuşur dillerin senin.

 

Yaylaların hayat verir her cana,

Denizle kum, yeşilliğin bir yana…

Bin destan yazılsa az gelir sana

Tarih hazinesi çöllerin senin…

 

Yabancılar âşık Alanya, Kaş’a;

Sana hor bakılmaz bin tövbe haşa…

Yemişlerle dolu dalların senin…

 

Alt yapısı hazır tesisler tamam,

Hizmette kusur yok verilmez aman.

Misafirler memnun kaldığı zaman

Altına dönüşür pulların senin.

 

Daha sayamadım güzelliğini,

Gören herkes bilir özelliğini…

İnsanlar barışık tutmuş düğünü,

Halaya tutuşur kolların senin…

 

Türk’ün yurdu, uygarlıklar beşiği;

Kültür yapıları tutar ışığı.

Yabancılar bu ülkenin aşığı

Sana sahip olur kulların senin.

 

Bu destan armağan Antalya’m sana,

Bilirim üzgünsün betondan yana.

İlham kaynağıdır her bir ozana

Sazlarda türküdür tellerin senin.

 

Âşık Haydari der: Keskin’den geldim,

Dokuz yüz seksende seninle oldum.

Yaşarken kendimi cennette buldum

Meltemin ne tatlı yellerin senin,

Ormana dönüşsün çöllerin senin.

 

 

 

 

VALİ BEY

 

Bu görüntü Antalya’ya uymuyor,

Krom bizi zehirliyor Vali Bey.

Kime varsak sesimizi duymuyor,

Krom bizi zehirliyor Vali Bey.

 

Kepez hasret kaldı temiz havaya,

Her gün zehir yayılıyor doğaya.

Gel, bir de buradan bak Antalya’ya

Krom bizi zehirliyor Vali Bey.

 

Çare yok mu, nedir bunun yasası,

Biz ölürken kimin dolar kasası?

Gayrı bitsin Kepezlinin tasası

Krom bizi zehirliyor Vali Bey.

 

Özgür Beton, Ferro Krom yan yana,

Lâyık mıdır bu eziyet insana…

Âşık Haydari’den arz-ı hal sana

Krom bizi zehirliyor Vali Bey.

 

 

 

 

GÜZEL BACIM

 

Bin dokuz yüz elli iki bin yedi,

Gelen tehlikeyi gör güzel bacım.

Küçük Amerika olacaktık ya

Bir yol düşün kafa yor güzel bacım,

Sandıkta hesabın sor güzel bacım.

 

Üretensin, öpülesi elin var,

Oğlun var, kızın var, tatlı dilin var.

Anadolu gibi uzar yolun var

Sanmasınlar bizi kör güzel bacım,

Sandıkta hesabın sor güzel bacım.

 

Hep deliler çaldı damda kemanı;

Yiğit bacım, geldi seçim zamanı.

Rüşvet kömür, gıda verme zamanı;

Et şu dünyaları dar güzel bacım,

Sandıkta hesabın sor güzel bacım.

 

Şehir meydanları çiçek açarlar,

Neyi varsa orta yere saçarlar.

Atı alır Üsküdar’ı geçerler;

Yollarına tuzak kur güzel bacım,

Sandıkta hesabın sor güzel bacım.

 

Vatan, millet nutukları atarlar,

Develeri hamuduyla yutarlar.

Ezan, bayrak deyip yan-gel yatarlar

Bunlar ikiyüzlü bil güzel bacım,

Sandıkta hesabın sor güzel bacım.

 

Altmış yıldır seyreyledik oyunu,

Halktan uzak devrilesi boyunu.

Bitsin artık Amerikan oyunu;

Tükür suratına gel güzel bacım,

Sandıkta hesabın sor güzel bacım.

 

Mustafa Kemalce bir lider gördün,

Ana yurdun temelini sen ördün.

Keskinli Haydarca ozan doğurdun

İrfanı, vicdanı hür güzel bacım,

Seçil de meclise gir güzel bacım.

 

 

 

SARSA BENİ

 

Ersem güzeller şahına,

Girsem gönül dergâhına.

Yüzüm sürsem tezgâhına

Öz canına sarsa beni.

 

Fatıma’nın tapusunda,

Asalet var yapısında.

Köle olsam kapısında

Toprağında yorsa beni.

 

Meleklerin ötesinde,

Bülbül avazı sesinde.

Güller açsam bahçesinde

Elleriyle kırsa beni.

 

Önünde bir bağdaş kursam,

İki rekat namaz kılsam…

Haydari der: Orda ölsem,

Topraklara verse beni.

 

 

 

ŞU BENDEKİ SEN

 

Siyahlar giymişsin beyaz bedene,

Al beni çağırır şu bendeki sen.

Beni benden aldı yazdığın öykü

Al beni çağırır şu bendeki sen.

 

Kahrolası yaşım geçti gidiyor,

Aşk zamanı bitti şansın yok diyor.

Ne gariptir sensiz sevdam bitmiyor.

Al beni çağırır şu bendeki sen.

 

Benim için güzellerin şahısın,

Kalbimin Kâbe’si kıblegâhımsın.

Keskinli Haydar’ın padişahısın

Al beni çağırır şu bendeki sen.

 

 

 

 

 

YIKILSA İDİ

 

Ne kimse incinir ne incitirdi,

Aleme bir gözle bakılsa idi.

Akıl ile bilim önde olurdu

Cehalet duvarı yıkılsa idi.

 

İnsanlar olurdu okunan kitap,

Sağlam yapılırdı her türlü hesap.

Diller hep sevgiyle ederdi hitap

Yüreklere barış takılsa idi.

 

İnsanlık bağında güller solmazdı,

Zalimler mazlumun hakkın almazdı.

Hiç kimse kimseye düşman olmazdı

Vicdana hoşgörü sokulsa idi.

 

Sofrada haram aş yenilir miydi?

Sen şusun, sen busun denilir miydi.

Körpe çocuklara kıyılır mıydı

Şu silah sanayi yok olsa idi.

 

Berrak sular toz bulanıp akmazdı,

Akıl pazarına fitne sokmazdı.

İnternet çağında barut kokmazdı.

Fabrikaya güller ekilse idi.

 

Keskinli Haydar’ı anlattım ekte,

Yetmiş yıl kendimi dövdüm dibekte.

Ormanı görürdük bir çekirdekte

Gözümüzden perde çekilse idi.

 

 

 

 

İNCİNSEN DE İNCİTME

 

Dinle nasihatim oğul,

“İncinsen de sen incitme.”

Yine de sen uyanık ol

“İncinsen de sen incitme.”

 

İncittiğin cana bir bak,

Onda mevcut yaratan hak.

On dört bin yıl yanan ocak

“İncinsen de sen incitme.”

 

Önce öğren sonra öğret,

Tezgâhında değer üret.

Kılıç değil kalem yarat

“İncinsen de sen incitme.”

 

Toprak gibi engin düşün,

Ateş gibi olma haşin.

Berrak sular can yoldaşın

“İncinsen de sen incitme.”

 

Tanrının verdiği aklı,

Gör gizinde neler saklı…

Düşünsek de farklı, farklı

“İncinsen de sen incitme.”

 

Keskinli Haydar’ın dili,

Koca Pirden almış eli.

Erenlerin ince yolu

“İncinsen de sen incitme.”

 

 

 

 

 

AŞIK HAYDARİ HAKKINDA YAZILANLAR

 

 

 

 

 

 

 

 

Füruze Emmi

 

“FERUZ EMMİ”

 

Bağrek dağı yaylaları Ve Avrupa okulları

“Bir Türkmen beyinin BÜYÜK DÜŞÜ gerçek oldu.”

Öyküdeki yerel sözcükler :

Bağrek Dağı : Keskin yöresinde –kültürel katkısından dolayı önemli olan– bir dağın adıdır.

(Sayaca, Sarı Dere, Feruzun Dölek, Ferizin Tarla,

Ferizin Ağılları, Yürüğün suyu) : Yerel isimlerdir.

 

FERUZ EMMİ (Bir inceleme)

Feruz emmiyi analiz ederken –şunu itiraf etmeliyim ki- onu şanına yakışır biçimde anlatmak öyle kolay değil. Fakat ben aileden biriyim. Sizlere 1940lı yıllardan beri aile büyüklerimden ve kendisinden dinlediklerimi anlatacağım desem –tarihe meraklı kişiler olarak- aşağıda ayrıntılarını okuyacağınız için heyecanlandığınızı hisseder gibiyim. Bu anlatıda ayrıca köyümüzün tarihinde çok önemli bir yeri olan Bağrek dağı ve o dağın başındaki atalarımızın eski evlerinin hallerini, çevresindeki tarihi ören yerlerini, eski mezarlığı, yayla yerlerinin bu günkü durumlarını anlatmaya çalışacağım. Bir de orada yaşayanların geçirdikler o acı günleri, çektikleri çileleri anlatırken sanki şimdi ben yaşıyormuşum gibi heyecanımı sizlere de yansıtacağımı umuyorum. Her ne kadar kültür düzeyimin bu anlatıya zaman zaman yetmeyeceği endişesini taşıyorsam da o coğrafyada doğup büyüyen birisi, atalarına karşı vefa borcu olduğunu hisseden her yurttaş, çağından sorumlu her Halk Ozanı gibi bizden önce yaşamış ozanlardan aldığım feyiz ileFeruz emmiyi anlatınca ben de gelecek kuşaklara bir ışık tutacağımı umuyorum.

Anlatacağımın Feruz Emminin yaşantısının küçük bir bölümünün olduğu bilinci ile paylaşımınız için teşekkürler.

FERUZ EMMİ’DE GÖRDÜKLERİMİZ

Köyümüz adını 1250li yıllarda yaşamış olan -Haydar Sultan’dan dolayı- (Haydari) köyü olarak almış olup; Haydar Sultan’ın nesliyle çoğalan bir Alevi-Bektaşi köyüdür. Köy önce Bağrek dağının eteklerindeki düzlük arazilere kurulup hayvancılık ve tarımla uğraşmış ve çoğalmış iken hane adedi 25-30u geçmektedir.

1515li yıllara gelindiğinde Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail arasında geçen Çaldıran savaşının Osmanlının lehine sonuçlanmasından sonra diğer Alevi-Bektaşi köylerinde olduğu gibi köyde bir sıkıntı başlar.

(Hırvat asıllı) KUYUCU MURAT PAŞA

1600lü yıllara doğru Kuyucu Murat Paşa dönemi ve o dönemle birlikte kıyımlar da başlar. O sıkıntılı günlerin zulmüne dayanamayan köy o yemyeşil ormanlık olan Bağrek dağının tepesine göç etmek zorunda kalırlar.

1800lü yılların ortalarında tekrar dağdan ovaya inerler. Yaşantılarını tamamen yürük ve Türkmen göçer geleneğine uygun olarak o günlerden Feruz Emminin son dönemine kadar sürdürürler.

Zaten Sarı deredeki Feruzun Ağılları ve çadır yerleri, Yürüğün Suyu, Feruzun Dölek, Ferizin Tarla gibi isimler Feruz Emminin oraya damgasını vurduğunu gösterir.

FERUZ EMMİ

Deli Hasan’ın Feruz, Feruz Onbaşı, Feruz Ağa… Bu güzel isimler yaşantısı boyunca halkın ona taktığı isimlerdir. İşte bu yüzden “Bağrek Dağı Türküsü” isimli eser (yani kitapçık) doğmuştur.

Feruz emmi kimdir?

Kökeni Ahmet Yesevi’den gelen Kutbettin Haydar Sultan’a varan, Şıh İbrahim kolundan gelen Hasan Çavuş(Deli Hasan) Yakup kâhya. Kolağası Tevfik Bey olan üç kardeşten birisi olan Hasan çavuşun altısı oğlan, üçü kız dokuz çocuğunun iki numaralı olanıdır.

Kardeşlerinin isim listesi aşağıdadır.

1-İbrahim Özlük (Patır İrbehem)

2-Feruz Özlük (Feriz onbaşı-İş adamı)

3-Yeter Özlük (Yeter ana)

4-Halit Özlük (Halit çavuş)

5-Döne Özlük (Hasan dedede)

6-Ali Özlük (Tahsildar-Nüfus Müdürü)

7-Kadın Özlük

8-Asım Özlük (Asım çavuş-Muhtar)

9-Selim Özlük (Selim onbaşı)

 

Hayata yanında gözlerini açan ve onun yanında büyüyen biri olarak beni Feruz emminin kişiliği, düşünceleri ve -ileriyi görerek- yaptıkları çok etkilemiş olduğu için onun yaptıklarını yeterince anlatamamanın sıkıntısı ile daha geniş bir kitap yazmalarını yeni gençlere vasiyet ediyorum. Çünkü o, bir doğa, bir toprak ve üretme sevdalısıydı. Hele hele dahası da vardı ki okuma ve okutma sevdalısı oluşu onu “Adam gibi adam” denilen kişiler arasında gösterilmesi için yeterliydi.

Feruz Onbaşı bir orman sevdalısıydı. O bu dağların cömertliğini iyi bilen birisi olarak hayvancılıkta hem kendi köyüne hem de çevre köylere önderlik yapmıştı.

Bunun canlı tanığıyım. Altı kardeş -babaları öldüğü zaman- köyden ayrılıp kendi evlerini kurarken o babam Asım Çavuşla birlikte olup beraber kendi köyleri Haydar Dedeye ev kurmuşlardı.

Hemen akabinde o güne kadar işlenmemiş yerleri işlemeye geçti. Biliyor ve herkese söylüyordu ki “Toprak ve Doğa işlendiği zaman cömert ve verimlidir. Hatta –o güne kadar işlenmeyen ve ne verirse o kadarından yararlanılan- yayla bile şimdikinden kat be kat daha fazla verir.” Diyordu. Onun bu sözleri o günün şartlarında yepyeni bir çığır açacak sözlerdi.

O zaman Bağrek dağının göğsünde şimdi Feruzun Dölek diye ünlü bir yeri, Sarı Derede Yürüğün suyunun yanı başındaki Feruzun Ağıllarını, o sayaca ile birlikte –şu anda virane olmuş bile olsa- araştırılmayı bekliyor.

Feruz Emminin anlatılacak yanı çok. Onun için bir ucundan başlamak gerek. Onun köydeki çalışma şekillerinden bir bölümünde ben de yanındaydım. Ona disiplinli, çalışma koşularından ödün vermeyen birisi olarak saygı duymamak mümkün değildi. Hatta kendisi de çok çalışkandı, bu yüzden de dudakları çatlaktı. Hiç unutmam, ben küçücüktüm. Öküzleri güderken -her nedense yere bakarmışım- bir odunun ucunu sivrilterek çenemin altına koyup beni iki saat kadar bekletti ve bana “Tarlada, hayvan güderken, harmanda, her ne yaparsam hep karşıya bakacaksın.”dedi. Kendisini ana diye çağırdığım eşi Fadime Ana halimi görüp kurtarmaya çalıştıysa da ona izin vermedi.

Bunları 70li yıllarda kendisine anlattığım zaman bana “Eğer ben o günlerde sizleri öyle yetiştirmeseydim bu kadar başarılı olamazdınız.”dedi.

Yıl 1945li yılardı. Babam ve Feruz Emmim iki sürü koyun, iki sürü erkeç ve keçi olmak üzere dört küçükbaş sürüsü ve yirmi beş-otuza yakın büyükbaş olmak üzere bir hayli tarla ve toprak sahibi olarak “Feruz Ağa” diye çağrılır olmuştu. Köyün nüfusu da hayli kalabalıklaşmıştı.

Cumhuriyetin kurulduğu başkentin burnunun dibindeki bu köyde eksik olan bir şeyler vardı ama ne? O yıllarda köyümüzde –hepsini rahmetle andığım- Feruz Emmim gibi Muslunun Mehmet Emmi, Mehmet Ali Özlük, Tahsildar Ali Özlük, Bayram Kâhya (Bayram Özlük) gibi o güzel insanlar bir araya geldiler ve köyde okur-yazar kişi yok diyerek yıkık bir evi tamir edip Muslunun Mehmet emmi okutmanlığında bir okuma-yazma kursu başlattılar.

İşte o gün Feruz Ağa Haydar Dede köyünde ve diğer köylerdeki eksik olan şeyi anlamıştı. Toprağımız kırsaldı, suyu yoktu. Aşırı emek vermezsen karın doyurmayacaktı ve bu kalabalık nüfusa yetmeyecekti. Bunca deneyimleri sonucu “Ne yapmalıyım?” diye düşündü taşındı ve kararını verdi. Gerekçesi hazırdı. “Bu toplumun çocukları okumalıydı…” Önünde bir örneği vardı. Kardeşi Tahsildar Ali Özlük… “Okumuş insanın hali başkaydı.” Üstelik bu durum Mustafa Kemal Türkiye’sine hiç yakışmıyordu.

Önce Keskin’e taşınmayı düşündü. Araştırdı orayı yeterli görmedi. “Boğulacaksam büyük suda boğulayım.”diyerek o günlerde bile güzel bir sanayi şehri olan Kırıkkale’yi düşündü ve öyle de yaptı.

OKUMAK ve de OKUTMAK SEVDASI.

Artık yüreğini o güne kadar ömrünü geçirdiği adına destanlar yazılacak, şirin, cömert ve verimli toprakların sevdasının yerine okuması gereken çocukların sevdası basmıştı. Kızılırmak boyundaki Sayaca, Sarı Dere ve yaylalara veda etmenin zamanı gelmişti. Son günlerini dolu dolu yaşadı. Bir akşam evde ailesini topladı. Sofralar kuruldu, yenildi içildi. İlk defa –alışılanın aksine– o disiplinli görüntüsü yerine sevecen ve güleç bir tavrı vardı. Beraber yaşadıkları aile bireylerine ve kardeşi Asım Çavuşa “Beni iyi dinleyin.”diye söze başladı.

Asım kardeşim, anam Suna’ya ve eşine teşekkür ederim. Birlikte olduğumuzdan bu yana benim kahrımı çektiniz. Artık bunun sonucunu almak zamanıdır. Asım kardeşim, ben artık şehre göçmek istiyorum. Bu nedenle şimdiye kadar birlikte ne üretmişsek tamamını bölüşmek zamanıdır. O gün ilk defa aile üyelerinin fikrini aldığını gördüm.

Babam ile neleri varsa ikiye böldüler. Her birine ikişer davar sürüsü ve onar adet de büyükbaş hayvan düştü.

Emmim kendi hissesine düşen ne varsa hepsini sattı. O günün şartlarında elinde epeyce bir parası oldu. Yanına tek oğlu olan Hasan’ı da alarak Kırıkkale’ye taşındı. Orada bir dükkân tutarak küçük çapta esnaflığa başladı. Bir süre o şekilde alış-veriş yaptıktan birkaç sene sonra –aynı disiplinli çalışmasıyla- Kırıkkale’nin içinden dükkânlar ve ev satın aldı. Sonunda da saygın bir iş adamı oldu.

ŞİMDİ SIRADA ASIL DÜŞÜNDÜKLERİ VARDI

Bunlardan ilki köydeki yakınlarını şehre göçmelerini teşvik etmekti öyle de yaptı. Dağdaki, bağdaki, tarladaki en yakınlarını yanına alarak onları küçük birer işletme işiyle başlattı. (Onların bazıları şu anda büyük iş adamı ve altın tüccarı oldular.) Bu durumu gören köyün bir kısmı da Kırıkkale’ye göçtü. Taşınanların bir kısmını MKE de işe soktu. Böylece azımsanmayacak kadar kişiyi kırsaldan kurtarıp şehirli yaptı. Böylece yapacağı önderliğin birini daha yerine getirmişti.

Lâkin içi bir türlü rahat değildi. Neden derseniz; Ali amcam Nüfus Müdürü olduğu, Selim amcam MKE de işe başladığı halde –babam- Asım’ın köyden ayrılmaya niyeti yoktu.

Feruz Emmim köye geldi ve babama ısrarla elinde kalan taşınır, taşınmaz ne varsa satıp Kırıkkale’ye gelmesini ısrarla istedi. Onun bunca ısrarına rağmen -babam- Asım Çavuş bunu kabul etmedi. Gerekçesi ise “Efendim, ben köyümü çok seviyorum.” Diyordu. Oysa biz de biliyorduk ki gerçek hiç de öyle değildi. (Keşke kabul etseydi…)

Bunun üzerine babama şöyle dedi. “Asım, sen gelmeyeceksin bunu anladım bari çocukları benim yanıma gönder onlar kurtulsun.” Babam buna da “Hayır.”dedi. Feruz Emmimin dediği olmadı ama bu niyetinden dolayı ona minnet borçluyum. (Oysa amcamın sermayesi kadar babamın da ederi vardı. Hepsinin altından girip üstünden çıktı.) KAFASINDAKİ EN ÖNEMLİ PROJE FERUZ Emminin kafasındaki dört adet projelerden en önemlisine gelmiştir sıra… “Okumak ve Okutmak…” Öyle de oldu. Yakınlarından kimler varsa onları okumaları için hep teşvik etti. (Onun teşviki ile şu anda köyümüz çevre köylere göre okuma-yazma oranı en yüksek köydür. Feruz Emminin nüfusu hayli kalabalık olmuş, yüksek tahsil göreni herkesten fazla olup yurdun her yanına dağılmışlardır.) Feruz Emmiyi bu kadar anlatmaya çalıştım. Onun bu liderliğine rağmen okutulmayan tek ben kaldım. Feruz Emmiye ne kadar minnet borçlu isem okula göndermeyene de o kadar küskünüm. Bu nedenle anlatımım konusunda –okul görmediğimin- hataları vardır. Kusurlarımın bağışlanması dileklerimi sunuyorum.

Kendisini anlatmanın pek de kolay olmadığı bilinci ile onu ve Bağrek Dağını anlatan şiir kitabımı 2004 yılında Hakka yürüyen amcam Feruz Özlük anısına –ekonomik durumumun el verdiği- en kısa zamanda yayınlayıp onu sevenleri ile ve insanlıkla paylaşmak arzusundayım.

KAMBER EMMİ ve KARINCA DAYI İLE ANILARI.

Kırıkkale’de işlerini yoluna koyduktan sonra yaz günleri yanına çok sevdiği eşi Fadime anayı alarak köye gelirlerdi. Köyden bir bez torbaya yoğurt koydururlar ve doğru Bağrek dağının yükseklerine çıkarlar, Domuzlu Çeşmesinin başına otururlar ve yeşillikler içinde keklik ve kuş sesleri ile birlikte dağın arka yüzünden köprü ovasını, Kızılırmak’ın kıvrılarak akışını seyrederlerdi. Kendisine sigara götürdüğü yaşıtı olan sığır çobanı meşhur Kanber emmiyi bulur, birlikte suyun başında yağlı yoğurdu özerler ve yufka ekmeği ile yerlerken bir yandan da onu konuştururdu.

Kanber Emmi saf, hiç art düşüncesi olmayan, yemiz yürekli birisiydi. Feruz Ağanın da çocukluk arkadaşıdır. Kanber Emminin bir alışkanlığı vardır. Kendisinin bile hiç farkında olmadığı bu huyu her söze küfrederek başlar. Bu sohbet sırasında şakalaşırlar ve eskileri anarlardı. Köyde en çok görüştüğü yine çocukluk arkadaşı Karınca dayı ile sohbetlerinin tadına doyum olmazdı.

Şimdi hepsi de Hakka yürümüş olan o insanları rahmetle anıyorum.

 

GÜLE GÜLE FERUZ EMMİ

 

Sene iki bin dörtteyiz

Güle güle Feruz Emmi.

Gösterdiğin hedefteyiz,

Güle güle Feruz Emmi.

 

Şahin uçmuş yaylamızdan;

Dağımızdan, ovamızdan.

İlimizden, obamızdan

Güle güle Feruz Emmi.

 

Sen hak ettin bu öyküyü,

Anlatımı, her övgüyü…

Adına yaktım türküyü

Güle güle Feruz Emmi.

 

Bağrek dağının türküsü,

Feruz emminin öyküsü.

Haydari’nin övüntüsü

Güle güle Feruz Emmi.

 

 

  GİTTİN FERUZ ONBAŞI

 

Yaşantında eksik bir şeyler gördün,

Bile bile gittin Feruz Onbaşı.

Kurtuluştur diye bir karar verdin,

Hele hele gittin Feruz Onbaşı.

 

Köylü pazarını kurup satmaya,

Bazı insanlara ışık tutmaya,

Cehaleti ta kökünden yıkmaya

Sile sile gittin Feruz Onbaşı.

 

Okumak, okutmak en büyük düşü,

Onda da örnektin sen çektin başı.

Tam da gediğine koyunca taşı

Güle güle gittin Feruz Onbaşı.

 

         Kaya ÖZLÜK (Âşık HAYDÂRİ.)

 

 

Döne Özlük’ten Şiirler

 

HÜSEYİN’İMİ BENDEN ALALI BAĞREK

 

Düşündükçe kan ağlıyor bu gözüm,

Hüsey’nimi benden alalı Bağrek.

Ben de bir anayım yanıyor özüm,

Öksüzüm bağrında kalalı Bağrek.

 

Gurbetin çilesi çekilmez güçtü,

Girip içmeliden suyunu içti.

On altı yaşında dünyadan göçtü

Sen sende çok yaşa çileli Bağrek.

 

Bağrek dağı seni nasıl kınayım,

Yanayım da ben bu derde yanayım.

Hiç insafın yok mu ben bir anayım,

Özlük bu sevdaya yeleli Bağrek.

 

HAYDO’YU BAĞRINA SAR BAĞREK DAĞI

 

 Zalim Bağrek buyamın var, karın var;

Koyağın var, öfke dolu yarın var.

Soka kalsın erağlanda yerin var

Haydom göğsünde yatıyor Bağrek.

 

Karlı bir dağ idim yandım ataşa,

Yana yana bir köz oldum kardaşa.

Kardaşım yaslanmış bir topak taşa

Yağlı saçma bağrım yakıyor Bağrek.

 

Yanayım da ben bu derde yanayım,

Değmeyin komşular bahtım sınayım.

Üç kardaşın bir bacısı Döne’yim

Kara bıyık kana batıyor Bağrek.

 

Bence Sanat (Güzel Sanatlar) yer altı sularıdır. Sanatçılar ise yer altından durmadan kaynayan, devinen bu suların yeryüzüne çıktığı; yer kabuğunun EN İNCE, EN HASSAS, EN YUFKA yerleridir.

Anadolu bozkırında “sıtma sarısı” kavruk yazılarda çok nadir olarak küçücük gövertilere yeşilliklere rastlarız. Yaklaştığınızda orada bıngıl bıngıl kaynayan minnacık “bir kaynak” görürsünüz. Eğilip burnunuzu batırarak bu serin suyu için. Dere sularına, göl sularına, musluk sularına hiç benzemez bu su…

Kekik, yavşan, narpız kokmaktadır. İşte sanat budur. Şiirdir, resimdir, türküdür, mimaridir, romandır. Sanatçı ise o kaynaktır. Mikel Ange, Mimar Sinan, Motzart, Karaca oğlan, Nazım. Veysel, Neşet’tir.

Halk Ozanı Haydâri’de Bağrek Dağı eteklerindeki böylesi kaynaklardan biridir. Yani “Dere suyu” karışmamış olanlarından… Bu sudan ben de içitim, hem de zevkle…

Şiirlerinde 50-60 yıl öncelerinin tipisini-ayazını, baharını-yazını yaşadım, dalları gümrah mazı-pelit yüklü meşeleri, çimeni-çiçeği ve yanındaki çakırdikenlerini, çoban çökertenlerini yalınayaklarımda duyumsadım. Bağrek Dağlarının adını unutmaya başladığım koyaklarında özlemlerle dolaştım. –bir süre-

Âşığım, eline-diline-yüreğine sağlık…

 

Mümtaz Musa ÖZLÜK

 

 

KOCA HAYDAR (Mustafa Sayılır’dan-1984)

 

Arzulayıp sana geldim,

Koca Haydar, Koca Haydar…

Dileklerim kabul eyle

Koca Haydar, Koca Haydar…

 

 

Abdest aldım, namaz kıldım;

O Sultan’a yüzüm sürdüm…

Kurban ile dara durdum

Koca Haydar, Koca Haydar…

 

Haydar Sultan senin adın,

İsteyene ver muradın…

Dilek taşına sarıldım

Koca Haydar, Koca Haydar…

 

Sarı Kızlıdır vatanım,

Bağışla beni Sultan’ım…

Kâh alırım, kâh satarım

Koca Haydar, Koca Haydar…

 

Yusuf’un kuyusu sensin,

Ozanların Sultanısın…

Mustafa’nın degâhıdır

Koca Haydar, Koca Haydar…

 

Mustafa Sayılır’dan

 

 

 

 

 

Çağrı

 

Bir gün Ozan İrşadi (Ali İrşi) ile Keskin'li Aşık HAYDARİ (Kaya ÖZLÜK) Antalya Sanatçılar Derneği ANSAN çay bahçesinde otururlarken Akşam Ezan okunur. Cami ile aralarında dar bir sokak vardır. Ezan okununca İrşadi Haydari'ye der ki; -"Beni çağırıyor" dedi Haydari İrşadi'nin ne dediğini bildiği halde muziplik olsun diye sordu; -"Nereye gidiyorsun?" İrşadi onun ne dediğini anlamamış gibi tekrarlar -"Beni çağırıyorlar." Haydari muzipliğe devam eder: -"Nereye gideceksin?" İrşadi de aynı muzipliğe devam ederek: -"Beni çağırıyorlar" Bunun üzerine Haydari sorar: -"Allah'ın evine mi gideceksin?" İrşadi: -"Evet!" Bunu üzerine Haydari sağ işaret parmağıyla kalbini göstererek der ki; -" O, şuradaki dosta benden selam söyle. Bak bakalım dört duvar arasında mı?" İrşadi masadan kalkar camiye gider, akşam namazını kılıp geri döner Haydari gitmiş. Oturup oracıkta aşağıdaki dörtlükleri yazar ve garsonlara tarif ederek haydari'ye vermesini tembih eder.

 

KENDİN GELSENE

 

Selâmın ulaştı Âşık Haydâri,

Ne selâm gönderdin? Kendin gelsene !

İnsan özlemez mi “Ben” gibi Yâr’i ?

Ne selâm gönderdin? Kendin gelsene !

 

Yüzüne yansımış Habib’in nuru,

Günah defterini yaptım dupduru.

Buraya gelsen de bulsan huzuru

Ne selâm gönderdin? Kendin gelsene !

 

Gönlünde açıktır hakikat perden,

İstesem yolumda geçersin serden.

Kapıda durup da üç adım yerden

Ne selâm gönderdin? Kendin gelsene !

 

Akşam kalmaz isen tamahkâr ile,

Gözlerin açılır sabah kâr ile.

İrşâdi denilen günahkâr ile

Ne selâm gönderdin? Kendin gelsene !

 

     Ali İRŞİ ( İRŞÂDÎ )

 

Daha sonra Âşık Haydari, aldığı bu sözlere şöyle yanıt verir.

 

KENDİN GEL !”  DEMİŞ

 

Kâinatı var edip de Hakk’lanmış,

Almamış selâmım, “Kendin gel !” demiş.

Her zerrede farklı farklı saklanmış;

Almamış selâmım, “Kendin gel !” demiş.

 

Şah damarımdan da yakınsın bana,

Bütün güzelliğin sığmaz cihana.

Kendi cemalimde âşığım sana…

Almamış selâmım, “Kendin gel !” demiş.

 

Sen’inle aramda bulunmaz perde;

Aşikârsın her cisimde, her yerde.

“Ol !” deyişin derman iken her derde,

Almamış selâmım, “Kendin gel !” demiş.

 

Âşık Haydâri’yim menzilde durdum,

Ben “Bendeki Sana” ikrarım verdim.

Sana niyaz ettim semaha durdum;

Almamış selâmım, “Kendin gel !” demiş.

 

2001-Ekim       (Keskin’li) Âşık HAYDÂRİ

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir portre: Keskinli Kaya Özlük

İLK SÖZ YERİNE

ERENLER DEMİNE HÛ

 Saffet UYSAL

 

Keskinli Âşık Haydari ilginç bir kişilik… Onu birkaç yönden ele alıp değerlendirmek gerekmektedir. Okul yüzü görmediği halde kendi kendine okuma-yazma öğrenerek halk şiiri ve kültürü içinde kulaç atması ve bu deryada dolaşması başlı başına olaydır.

 

Adını arayan bir ozandır Haydarî… Hem Kaya Özlük hem de Keskinli Haydar ya da Haydarî adını kullanmak ister. “Ad bir gök boncuk, bunları teke indir” önerilerine pek aldırmaz.

 

Haydarî adını alması köylerindeki Haydar Sultan’a dayanır. Veysel o köylü olduğunu öğrenince Haydarî adını verir.

 

Haydarî, iyi öğrenim görmüş aydınların duyumsamasıyla yaklaşır hayata. Dünyayı, olup bitenleri irdeleyip değerlendirirken pek yanlışa düşmez. Cumhuriyet insanı olmanın bilincindedir. Alevi-Bektaşi kültürü içindedir. Bu kültürü demokrasi ve insan hakları açısından ele alır. Bağnazlığa düşmez. Keskin, Kırıkkale, Kırşehir ve Ankara dolaylarının kültürünü, türküleri, bozlakları, yöre aşık ve halk sanatçılarıyla bu çevrimde oluşturulan öyküleri şaşılacak derecede sağlıklı ele alıp yazıya döker. Bunları yazıya geçirmeyi özel bir görev sayar. Hatta zaman zaman yeni, yepyeni öyküler de yaratır.

Hacı Taşan’a ve Hacı Taşan çevresindeki kişi, yer, olay ve yatırımlara özel bir ilgi duyar. Hacı Taşan’la birlikte Yirik Yaşar, Cemrenin Çeşmesi, Bağrek Dağı, İğde Beli özel yer tutar anlatımlarında. O çevredeki oba köylerinin öykülerini anlatır.

Bazen

“Bizim ilden kalktım’ola obalar,

Üzerine giymiş türlü libaslar.

Bir daha yar seversen olsun tövbeler,

Dünya zindan oldu, bir gaflet geldi

Ayrılık ateşi sinemi deldi

Yürü fani dünya sende nem kaldı

Dost ela gözlü yar güdenden sonra.

 

Dost, ela gözlü yar gidenden beri “bozlağı ve öyküsüyle girer dünyamıza. “Turna ben mahkûmum avcı değilim” diye anlatır Keskin hapishanesindeki köylülerini.

Haydarî Hacı Taşan’ı anlatırken Ankara’yla Keskin’in arasına “boz dumanlar” durdurur. Kaman yolu üstünde, İğdebeli’nde masalar kurdurur. Elif ile Necip’le özdeşleşip perdesiz çaldırır bağlamayı Hacı Taşan’a…

Deli Boran’ı Kerbelâ’ya yollar, geri getirir. Molla Veli’yi Kırşehir’de Tanrı’yla konuşturur. Karınca Dayı’yla Antalya’dan konuşur ve gün gün öyküleri çoğaltır.

Âşık Haydarî bir masa adamı, aynı zamanda. Yemesini, içmesini, sözü sohbeti bilen biri… insan onunla çoğalır. Kısa konuşmayı sever. Kısa konuştuğu gibi yazmaz şiirini. Uzatır biraz. Kusur olarak görülebilir uzun yazması.

 

Dilek Doğan Keskinli Haydarî’yi Pamukkale Üniversitesinde bitirme tezi olarak ele alıp inceledi. Bir cilt oldu incelemesi…

Kendisiyle sayısız radyo programı yaptım. Görmesem rahatsız olurum arar bulurum.

Torbalarımıza hem karıncayı hem de fili koyarız. Haydarî acaba öğrenim görseydi meler yazardı diye hep merak ederim. O zaman ya kaybolur giderdi ya da –bozulurdu demeye dilim varmıyor ama– özgürlüğünü kaybederdi.

 

“Kitap gibi” toplayıp olanakları ölçüsünde yaprakları birleştiriyor.

 

Aşk olsun

Erenler demine hû…

 

    Saffet UYSAL

     TRT Antalya Şube Müdürlüğü

      Program Prodüktörü

 

 

 

 

 

HAYDAR DEDE

 

O’nu Hacı Bektaş Veli Kültür ve Tanıtma Derneğinde tanıdım. İnsanlara yaklaşımı, sevecen tavrı, gülen gözleri beni çok etkiledi.

Geçmişi yazmanın, o güzel birikimini bu güne taşımasının, bir ışık vermenin umudu ile dolu, dopdolu bir ozandır Haydar Dede… bu güzel insanı, bu halk adamını günün her saatinde bir şeyler üretirken ve öğretirken görürsünüz. İlerleyen yaşına rağmen insanlara bir şeyler vermenin mutluluğu ile dolu bir halk adamı, halk ozanıdır.

Bu güzel insanın bütün arzusu hayatı boyunca yazdığı, bestelediği o güzel halk şiirlerini, Atatürk ve Cumhuriyet şiirlerini bir kitapta toplamak, gelecek nesle bir değer bırakmak olan bu güzel insanın, duygu ve özlem dolu ozanın bu isteğine bir parça vesile olmanın mutluluğu ile dopdoluyum.

Haydar Dede,

Seni tanımak herkese kısmet olmaz. Seni tanımanın mutluluğu içindeyim. Daha nice güzel dörtlükler, şiirler üretmen dileklerimle ellerinden öpüyorum.

 

Yaşar KOÇ

Muhasebeci

 

 

OZANIM, HAYDARİ BABA

 

Refika Doğan

 

Öncelikle geçmişin, geleneğin, kültürün canlı tarihi ozanına saygı ve vefayla dolu, her türlü yapaylıktan, beklentiden uzak ve geleceğe bir iz düşümü yalın ve dostane yürek sesine teşekkürlerimle, saygımla…

 

Ne mutlu bana ki; gerek saygıdeğer ozanımız Keskinli Haydari Baba’yı gerekse (yaşadığı çağdan, gelecek olan nesle karşı sorumlulukla iz düşüren) O’ nu özümsediği kültürün, geleneğin, tarihin bir parçası olarak yazı konusu yapan değerli hocam Mustafa Ceylan’ nı –aynı kentin havasını suyunu yan yana, dostça soluyarak- tanıma onuruna sahibim. Bu benim için çok anlamlı bir ayrıntı elbette.

Keskinli Haydari Baba’ yı yeniden tarif etmeyeceğim! Benden öncesi olan ve çokça derinden tanıyan değerli hocam Mustafa Ceylan yeterince tanıtmış, anlatmış yazısında. Ben, kısa alıntılarla yorum içine aldığım vurgulu, anlamlı ve düşündürücü paragraflara değinerek, yazının ve yazıya konu olanın bendeki yansımasını aktarmaya, paylaşmaya çalışacağım olabildiğince.

Ne diyor paragraf başlıklarında değerli hocamız Mustafa Ceylan:

 

1- ““Kaya Özlük, kaderinin çizdiği çizgiyi kendi güç ve kuvvetiyle kırmaya çalışmış ama her seferinde de ona yenilmiş bir Anadolu köy çocuğudur.”

 

Evet. Ozanımız, döneminde birçok taşra çocuğunun yaşadıklarını yaşamış… Okumakta olduğumuz bu yazıda kendi çabasıyla kendi kaderine yön vermiş olanları sembolik anlamda temsil eden biri Haydar Baba. Pek azı o kaderi kader olmaktan çıkarmış, özündeki o mağrur diklenişiyle. Tıpkı anam-babam gibi… Onlar da kader demedi, elleriyle ittiler kader diye sunulanı; daha hakkaniyetli, daha insancıl ve yaşanılır bir dünya için...

Var olan ve yolunda gitmeyen düzene başkaldırma, direnme, etrafını kuşatan köhne zinciri kırmak o kadar kolay değil ve o zincirin dayandığı geleneksel yaşam anlayışını, düşünce sistemini bir anda koparmak…

Her dönemde olduğu gibi o dönemde de bazı insanlar şanslı olabiliyordu tabii ki.

 

Yine diyor ki hocamız:

 

2-“ Elbette ki, o yıllarda “dedeler” müessesesi daha bir sağlam ve gelenekler daha sıkıcaydı.”

 

Evet… Alevi-Bektaşi geleneğinin vazgeçilmez müessesesi “Dede” lik makamı; insanı temel alan, inancın odağına sevgiyi koyan, Tanrı’ yı bu bakış açısıyla anlamlandırıp yücelten… Evreni Tanrı’ nın bir süreti, yansıyışı gören temel düşünceyi nefsi terbiye ve aydınlık dolu ussal bir bakışın derin irdeleyişiyle algılayarak yol gösterir; insanı, insani olanı sömürmeden, istismar etmeden, örselemeden; akıl muhakeme, ussal irade ve yürek gücüyle. Burada disiplin oldukça önemli bir yer tutar. Geleneğe bağlılıkla insan onuru, insani beklentiler ve daha yaşanılır bir dünya için omuz omuza bir anlayışın düşüncede ve yürekteki paylaşımı bu yoldaki engelleri aşmada en büyük güçtü. İnancı sömüren ve insan onuruna ters düşen konumlara indirgeyen bir duruşun adresi olmadı asla. Muhakkak ki her şey gibi bu müessese de zamanla koşullar ve sistem karşısında kan kaybetti.

 

Yazı içinde can alıcı pragraf başlıklarına devamla, alıntıların özündeki derinliği irdelemeğe devam edelim:

 

3- “Normal bir kab içine sığmayan sudur o. İçine girdiği kaba şekil verir. Yerinde sayan göl değil, kıyılarda çalkanan okyanustur o. Aydınlanmacı ve çağdaştır hep.”

 

Demiş hocamız...

 

İnsan nedir? Bu soruyu bir anda tanımlamak kimileri için kolay olabildiği gibi kimileri için de zordur. Zira insan, salt görünümüyle, biyolojik yapısıyla insan ise; evet, hepimiz insanız! Oysa insan, bu görünür tanımından çok daha derin, çok daha öte bir anlama sahip sureti bir varlıktır. O’ na o şekli veren, ruhu da vererek çeşitlendirmiş, farklılaştırmış, anlamlandırmış; algısıyla, akıl muhakeme ve ifade gücüyle, insani bütün değerlerin tanımı olan vicdan denilen yürek gücüyle… O, devingendir, statik değil! Algılarıyla düşünür, sorgular, irdeler ve neden sonuç diyalektiğiyle insan olmanın gereğini yapar; onurlu, erdemli dik duruşu ve engellere karşı koyabilen inançlı direnişiyle. Bu yüzden o, bir sel gibi akar dosdoğru, önüne geleni silip süpürerek, sarsarak, sürükleyerek… Zira insan düşünen bir varlıksa, sarsmalı düşünürken, sarsılmalı ve sürüklemeli ileriye yürürken! İşte bu temel düşünce ozanlığın odağında yer alır.

 

4- ““Arap tesirindeki” Alevilik ve dedeliği reddedip, “Anadolu Aleviliği” ni öne çıkaran bir anlayışa sahiptir.”

 

Alevilik ve onun dayandığı inanç sistemine hayatiyet kazandıran “Dede” lik müessesi, Arap kültüründen uzak, aslında ANADOLU geleneğinin arı duru ifadesidir. Çünkü kör bir inanç yani teokratik bir anlayıştan ziyade, güçlü felsefi bir dayanağı vardır. Anadolu Alevi – Bektaşisi, Emevi’ lerin Arap ırkçılığını ve İslam şovenizmini esas alan anlayışı reddeder. Zira bu anlayış Arap toplumu dışındaki bir Müslüman toplumunu dışlar, gerçek Müslüman’ nın kendisi olduğu inancıyla üstünlük taslar. Kısacası, diğer toplumları ikinci sınıf topluluk yani “ mevali Müslüman” olarak görür. Burada şunu açıkça söyleyebiliriz ki; Anadolu Alevi-Bektaşi anlayışı, Arap toplumunun bu gibi şovenist yaklaşımlarını ve Hz. Ali’ ye yapılan haksızlığı gerekçe sayarak bir tepki geliştirmiş. Bedevi toplumunun yaşam şekline göre oluşturulmuş kuralları olduğu gibi kabul etmek yerine, kendi coğrafyasında kendi gerçeğiyle, geçmişindeki köklü kültürüyle yeni bir sentez yapmayı daha doğru bulmuştur. Bu önemli ayrıntının yanında göçlerde etkili olmuştur.Doğu’ dan gelen Türkmenler, kendi inanç ve kültür miraslarını da beraberinde getirmiş; İslam’ da Allah’ tan başka bir varlığa tapınma olmamasına rağmen kendi inanç sistemleri içinde yer alan ve kutsal sayılan bir takım inançların harmanlanmasıyla Anadolu Alevi-Bektaşi oluşumuna kültürel bir ahenk, bir renk, farklılık katmışlardır.

Diğer bir etkense, üzerinde yaşanılan toprakların on bin yıllık Anadolu medeniyetleri tarihi; eski Anadolu din, inanç ve kültür mirasıdır.

 

Alevilik sadece dinsel bir bölünme değildir. O bir yanıyla toplumsal siyasal bir akım olurken, diğer yanıyla güçlü bir dinsel yapıya sahiptir.

İslamiyet içinde hilafet dolayısıyla haksızlığa ilk karşı koyan Hz. Ali yanlısı Araplardır. Bu başkaldırı İslam’ la birlikte yayılmış, bu yayılış içinde farklı isimlerle bir takım akımlar oluşmuştur.Bu akımlar içinde önemli yer kaplayan Şia akımının Hz. Ali ve Ehlibeytine olan sevgisi dışında Anadolu Aleviliği ile ortak bir bağı yoktur.

 

Bir yaşam biçimi, kendine özgü bir kültür olayı olan Anadolu Aleviliği, temelini ırka, dine dayamayan özgün bir kimliktir.

 

Hz. Ali ve Ehlibeyt sevgisini, insan sevgisini, kardeşliği, hakça bölüşümü, özgürlüğü, her türlü haksızlığa karşı koymayı kendine erdem bilmiş bir toplumsal akım, bir dünya görüşü, hayata felsefi bir bakış olan Anadolu Aleviliği;

 

Tarihsel ve toplumsal süreç sonucunda elde ettiği; çağdaş demokratik doktrinlerin tanımı içinde erdem kabul edilen düşünce sistemini yedi yüz yıl öncesinden geliştirmiş,

 

Her türlü baskı, bağnazlık ve asimilasyona rağmen direnme gücünü yitirmeyerek mücadelesini sürdürmüş,

 

Türkçe ağırlıklı ifade ve inanç anlayışıyla yerelden evrensele uzanan geniş yelpazeli rengârenk bir mozaiktir; içinde farklılıkları taşıyan, farklılıkları zenginlik olarak gören…

 

Yazı içerisinde bir paragraf vardı ki, paylaşmadan edemezdim. Ne demiş değerli ozanımızın ağzıyla hocamız, üstad Mustafa Ceylan:

 

5- “Hazırdan ve millet sırtından, bağışlarla ve hediyelerle geçinen; toplumdan geri olan ve önder-lider olamayan “dedelik” kurumunu kabul etmeyen bir koca yürek erendir o.”

 

Bu söyleme bütün içtenliğimle katılıyor, saygıdeğer ozanımızı da içtenlikle kutluyorum bu derinlikli yaklaşımıyla. Evet, o günkü şartlarda temel ve vazgeçilmez bir müessese olan "Dede" lik makamı, elbette etkin bir yapı ve önemli bir işleve sahipti. Bir kere lider-önderlik vasfına sahip kişi öncelikle cesaretiyle, ilkeli, kararlı, tutarlı, ileriye dönük aydınlık usu, vicdanî ve fikrî hür yaklaşımıyla, düşündürücü, sorgulayıcı, denetleyici, dönüştürücü devinimleriyle kitleleri peşinden sürükleyen, kendi içindeki ve dışındaki toplumu da etki alanına alarak hayata, insana katkılarını esirgemeyen yapıcı ve güçlü kişidir, itenektir. Bugün birçok şey gibi “Dede” lik müessesi de gelişen çağdaş koşullar çerçevesinde kendi içinde ve dışında tartışılır bir konuma gelmiş, böyle bir müessesenin gereksizliği ileri sürülmüştür. Bugünkü çağdaş teknolojiye koşut bir gelişmişlikle kolayca erişebildiğimiz bilgi, artık bu gibi müesseseleri gereksiz kılmıştır. Değer ve anlam kattığı kültürü temsilen sembolik yapısıyla kalması ve saygınlığını korumasının yeterli olduğu inancıyla, ozanımızın bu bağlamdaki düşüncesine katılıyor; bu yaklaşımıyla değerli ozanımızın, yaşadığı çağla barışıklığının, dürüst, hakkaniyetli, emeğe saygılı ve onurlu bir benliğe sahip olduğunun altını bir kez daha çiziyorum.

 

6- “Sözlerini eğip bükmeden, çekinmeden, ucu nereye giderse gitsin, mutlaka gerçekleri haykıran bir ozandır. Emperyalizmin ve sömürünün her türlüsüne karşı olan ozanımız, Anadolu köylerinin ve insanlarının köklerinden koparılmasını ve geriye götürülmesini asla istemez. Ömrü, bu acımasız asimilasyonla ve zalim emperyalizmle mücadeleyle geçmiştir.”

 

Demiş ozanımız, yine değerli hocamızın kalemiyle.

 

Anadolu Aleviliğinin özünde haksızlığa karşı gelme, mevcut düzenin yanlışlarına başkaldırı vardır. Ezenin karşısında, ezilenin yanında olmayı erdem bilmiştir. İnsanı, halkı, düşünceyi, inancı ayrıştırarak toplumu bölme ya da belli bir kalıbın içinde baskılayarak kendine ve yaşadığı topluma yabancılaştırma amacını güden her kişi ve düşüncenin karşısında olmayı – YARATAN’ a sevgi, Yaratılan’ a saygı -ve var olma gerçeğinin bir gereği olarak görmüştür.

 

7- “Atatürk ve Cumhuriyet derken, “Cumhuriyet Türküsü” nü söylerken, Türk’ün özgürlüğünü, hoş görüsünü ve insanlığını öne çıkarmaktadır. Asla ayırdımcı olmayan ozanımız, insanı insan olarak değerlendirmekte, uyanık, hakikatleri gören, genç nesli gelecek yüzyıllara hazırlayan bir toplumsal doku hasretiyle bir ömür çalıp söylemiştir.”

 

Büyük bir aşk, tutku olan cumhuriyet ve onu var eden değerlere söz sırası geldiğinde, kalp bir başka atıyor, us bambaşka algılıyor beynin kıvrım kıvrım derinliklerini! Böyle bir söyleme verilebilecek naçizâne yürek sesi ne/ nasıl olabilir?

 

Bir kere şunu unutmamalıyız: Anadolu Aleviliğinin temelinde yer alan toplumsal anlayışın odağını elbette aidiyetlik duygusuyla ulusal değerler, ortak ve vazgeçilmez paydalarla SEVGİ almaktadır. Özgürlüğü asla başıboşluk, anarşizm, haksızlık, kargaşa ortamı ve bağnazlığın yeşerdiği karanlık bir düşünce olarak değil; ülkesiyle, yaşadığı toplumuyla, bayrağı ve diliyle, kültürel değerleri ve bölünmez bütünlüğüyle bir düşünmekte. Cumhuriyete ve cumhuriyet değerlerine bağlılığıyla, Anadolu Alevileri ; dün olduğu gibi bugün de cumhuriyetin, rejimin vaz geçilmez unsuru, bel kemiğidir. İşte, Keskinli Haydar Baba da, bu anlayışa göre toplumun önünde aydınlatıcı, sorgulayıcı, başkaldırıcı ve yol gösterici sorumluluklarıyla ozanlığın gereğini yapmaktadır.

 

8- “Kaçıyordu insanlardan. İnsanların ve düzenin yalanlarından, oyunlardan ve iki yüzlülükten...”

 

Demiş ozanımız...Elbette bu kaçış bilinen anlamıyla olagelen bir kaçış değildir. Bu kaçışın altında yatan kanatıcı düşünce; örselenen, anlamından uzaklaşan/uzaklaştırılan değer anlayışı, toplumsal ve insani değerlerin kan kaybedişiyle bütün bu olagelenlerin göz ardı edilerek kör bir umarsızlığın kucağına itilmesi, sorumsuz, derinliğini yitirmiş bir anlayışın toplum üzerine ölü toprağı gibi serpiştirilmesi gerçeği...

Toplumun büyük kısmının suları tersine akıtırcasına “ kör parmağım gözüne, bana ne, adam sendecilik” tavırları karşısında; insanlık onuruna yediremediği, ülkesine ve değerlerine duyduğu sevgi, sadakat gereği bir kırılma, kırılırken de kendi içine akma, bununla birlikte; içinin derinliklerinde oluşturduğu kabukla bir direnç yaratma, biriktirdiği öfkelerini yine kendine kusma süreci yaşamakta ozanımız, sessizce. Dürüst ve gerçekçi kimliği eğilip bükülmesine ne kadar karşı ise, eğilip bükülenlere de o derece karşı.

 

Son olarak şu iki vurucu alıntıya dikkat çekmek ve naçizâne dizelerimle; aslında ozanlığın mesuliyet yüklü meşakkatli bir işleve sahip olduğunu ve Keskinli Haydar Babanın bu bağlamda anlaşılırlığını kendi çapımda ifade etmeye çalışarak, yorumumu noktalayacağım.

 

9- “Görünenle görünenin ardında saklı duran gerçeği bir arada çözümleyen, duvarı delen bakışları olan, hakikat aynasından olaylara ve çevreye bakan, okuyan, araştıran ve bunca yıl uğrunda çalıp söylediği halkını düşünen bir ozanın susması, kendini zincirin halkasından dışarıya atması şaşırtıcıydı.

Öylesine haklıydı ki; önderi olmaya ve uyandırmaya çalıştığı kitleler, maalesef o’ nun söylediklerinin aksine çıkmışlar, seçimlerde ve öteki alanlarda, O’ nun işaret ettiği noktayı görmemişlerdi.”

 

10- “Halk Ozanı, halkın ozanıdır. Çağının ozanıdır. Gelecek çağa halkını hazırlayandır diyordu. Lâkin, ömrünü tükettiği halk, kentsel dünyanın arabesk ve tüketici formatının dişlileri arasında, küresel ve beynelmilel sermayenin kuklası olmuş, ozanlarını dinlemiyordu. Kahretti Keskinli Aşık Haydari. Küstü. Çekildi kabuğuna. Kendi iç evine kilitledi kendini.”

 

Halk Ozanı ve ozanlık geleneği zaten yaşadığı toplumun bir adım önünde düşünen, eyleme geçen, toplumu ve olayları sorgulayan sarsıcı, irdeleyici özelliği ve sürekli kendisini geliştiren, çağcılken; halkının sözü, gözü, kulağı, vicdanı olduğu bilinciyle aydınlanma yolunda halkını gelecek çağa hazırlayan farkındalıklı, inkılâpçı bir anlayışa dayanır.

Böylece ozanımız, tanımına uygun bir anlayışı yaşam biçimine dönüştürerek; kendisiyle barışık, düstur edindiği ilkelere ters düşmeyen duruşuyla değer katıyor insan olma bilincine erdemli katkılarıyla.

 

Ozanım

 

özgür iradenin sesi ozanlarımıza ithafımdır...

 

Asırlar ötesinden günümüze gelen ses

Sazını halktan alır; ben halkım! Der, ozanım.

Onun anladığını anlaya/bilmez herkes

Sözünü halktan alır; ben halkım! Der, ozanım.

 

...Sözdür onun taşları

....Sazda ki nem yaşları

.....Çatıldıkça kaşları

......Nazıma seslenirim:

.......Sen halkımsın, ozanım!

 

Güzel Anadolumun yedi iklim köşesi

Cana canları katar ozanların nefesi.

Bin bir çiçekle dolu soylu gönül bahçesi

Özünü halktan alır; ben halkım! Der, ozanım.

 

...Otağı Anadolu

....Sevgiden geçer yolu

.....Her çiçekten balıyla

......Özüme seslenirim:

.......Sen halkımsın ozanım!

 

Aşk oduyla yanarken gönlünün mâbedinde

Bir avuç kara hasret kızıl lavlar derinde

Gönlüne kanat takıp sıla/gurbet elinde

Közünü halktan alır; ben halkım! Der, ozanım.

 

...Hak için halkı için

....Küllerinden doğan o

.....Arş-ı âlâyı gezip

......Yağmur olup yağan o

.......Bazıma seslenirim:

........Sen halkımsın ozanım!

 

Yağlı ilmek boynunda yürür mahşer yerine

Yiğitçe duruşuyla benzer gönül erine

Ozanlık bir çınardır, kök salar en derine

Düzünü halktan alır; ben halkım! Der, ozanım.

 

...Yaradan’ dan ötürü yaradılan’ a meyli

....Dik durana sözü yok, demez ki boynun eğri

.....Türlü türlü renklerin nakışındaki doğru

......Bezime seslenirim:

.......Sen halkımsın ozanım!

 

Aşk adına içerken al kadehten bâdeyi

Meşakkatli bu yolda, kim uzatmış vadeyi?

Refika' m der, ozanlar tercih eder sadeyi

Dozunu halktan alır; ben halkım! Der, ozanım.

 

...İçtin doluyu aşkın

....Yürüdün yolu, taştın

.....Bir hırka yalın ayak, coştun

......Ozanım coştun; karıştın

.......Yıldızlara

 

Güçlü kaleme ve her iki değerimize de saygımla…

 

Refika Doğan

yararlanılan kaynak: ( http://www.hubyar.net)

 

 

 

 

 

 

KESKİN’Lİ AŞIK HAYDARİ BABA

 

Mustafa CEYLAN

 

Kız Kardeşim Gülser’e, 1960 ihtilâli zamanında doğduğu için Cemal Gürsel’den ilhamla Gülser adı verilmişti. Doğalı nerdeyse 3-4 yıl olmuştu, bir türlü ayağa kalkıp yürüyememişti. Bizim oralarda “küt satmak” diye bir bâtıl inanç-gelenek vardır. Böyle, yürüyemeyen çocuklar bir kalbura konur, oturtulur; konu-komşu geziye çıkarılır. Sokakta ev ev dolaştırılırdı. Önüne varılan her evden kalbura, yemiş, para, vs atılır ve çocuğun yürümesi için dua ve dileklerde bulunulurdu. Kardeşim Gülser’in “küt satılışı” nı unutmadım.

Ayrıca, evleneli aradan seneler geçmesine rağmen Gülser ve İsmet çiftinin beklenen çocukları olmamıştı. Günlerden birgün, galiba Cuma’ydı veya Pazar. Babam, annem, ben, Gülser ve damadımız İsmet bir arabaya doluştuk. Arabanın arka bağajına da bir koyun attık. Doğruca Keskin’e bağlı Haydar Sultan Köyü’ne gittik. Orada, mavi – çiğit boyalı bir türbe vardı. Türbede dualar ettikten sonra, kuyu gibi bir çukurdan gaz kokusuna benzer bir koku geliyordu. Kardeşim Gülser o kuyunun ağzına uzanarak birkaç kez kuyudan gelen kokuyu kokladı. Sonra, kurbanı kestik. Dualar edildi. Ve oradan ayrıldık.

Aradan 2 sene geçmişti galiba. Kardeşimin bir kızı Dünyaya geldi, adına da Sultan denildi. Hani var ya, benim cadı yeğenim Sultan, hah o işte...

*

Bilemezdim, aradan nice zaman geçtikten sonra, bozlağın en muhteşemini en güzel şekilde çalıp söyleyen bir Haydar Sultan Köylü ile tanışacağımı. Bilemezdim ki, o tanıştığım bizim oraların çiçeği ve otunun kokusunu, dağ yelini üstünde taşıyan bu saz ustasının aynı zamanda bir ozan olduğunu.

Keskinli Aşık Haydari...

Evet...

Antalya’da “Anasam” isimli edebiyat-şiire dair kurduğumuz meslek birliği’nde Aşık Muharrem Yazıcıoğlu, Aşık Gürkani, Aşık Selahattin Kazanoğlu, Aşık Firgani, Aşık Burhani gibi aşıklar arasında ak saçlı-pos bıyıklı-ben ona geleneksel alevi bıyıklı diyorum- şahane yürekli bir ozan olan Keskinli Aşık Haydari’de vardı. Başkanlığını benim yürüttüğüm bu kuruluşun her hafta “gönül sohbetleri” oluyordu ve şairler, ozanlar çalıp söylüyordu.

Ben ona “Haydari Baba” dedim.

Bir anda içim ısındı.

Bir anda sarıp sarmaladı yüreğim.

Doğduğum yörenin tozunu, toprağını, gülünü, dalını, çiçeğini, dağ rüzgârını, şahin kanatlarını, asmalarda üzümünü, Kızılırmak suyunu, çeşmelerin kurnasını, kağnıyı, yabaldıyı, dirgeni, heği, yükü, halayı, misketi, şeker oğlanı, hüdaydayı, davulu, zurnayı hatırlatıyordu. Bana benden de yakındı Haydari Baba. “Huu dostlar!” derken, herkese aynı samimi candan sesleniş ve davranışı gösterirken, sanki beni görünce, içinin bir başka sıcak iklimle donandığını hissediyordum. Bakışlarının rengini, yüzünün denizinden anlıyordum. “Elmadağ’ın yaman olur avcıları” derken, Keskin’den çıkıp Kırıkklae yolundan Başkente giderken uğradığı ve buz gibi suyunu içtiği Elmadağ’ı düşünüyor, beni bir bakıma “hemşehrisi” sayıyor gibiydi. Halen de öyledir. Yahut da ben kendim onu kendime daha yakın görmek istediğimden bana öyle gelmektedir.

“Milletin başına bela olur” diye okutulmak istenmeyen bir köy çocuğu Keskinli Haydari. Asıl adı ise Kaya Özlük.. Atatürk’ümüzün Hakk’a yürüdüğü bir günde dünyaya gelmiş(10 Kasım 1938).

Bizim oraların bebeleri böyledir işte, yürüyende tarla tarla, bağa, çifte çubuğa gidende, eşek sırtında, kağnı ardında, döğen üstündedir. Evin her şeyidir bebe. Soğukkuyu lastiği giyende, bayram sabahlarının serinliğini görür yipelek otlarıyla süslü “yazı”larda ve kına taşlarının türküsünü dinler kayalık yokuşlarda ve dağ zirvelerinde. Akan çaylarla beraber koşar, uzanır çimenlerin üstüne, “navruz kazmaya” gider mevsimi gelende, “öksüz çiğdem”e öyle saygılıdır ki, öksüzlere benzetir, aklığını gördükçe çiğdemin; altın sarısı çiğdemi söker de, öksüz çiğdeme dokunmaz bizim oranın bebeleri. Yaz tatillerinde harman ve yayla gecelerinin en parlak yıldızlarıyla sırdaştırlar. Anasının yamayıp giydirdiği giysiler, kirmenle eğirip sonra da ördüğü yün çoraplarla akranlarıyla çiftte, çubuktadırlar.

Kaya Özlük, kaderinin çizdiği çizgiyi kendi güç ve kuvvetiyle kırmaya çalışmış ama her seferinde de ona yenilmiş bir Anadolu köy çocuğudur. Yoksulluğu çalışarak, el kapılarında “hizmetkarlık yaparak” yeneceğini sanan bir köysü bakıştaydı aile büyükleri. Kaya’da nitekim “1938-1948-1947 yılında bir çıktım el kapısına, Hasan Dede Köyü’ne. 1958’li 1959’lu yıllara kadar el kapılarında kaldım.” Demektedir.

Alevi-Bektaşi geleneğine bağlı bir köydü Haydar dede Köyü.

Elbette ki, o yıllarda “dedeler” müessesesi daha bir sağlam ve gelenekler daha sıkıcaydı. Köyde yapılan bütün cem toplantılarına katılan Kaya, bu cemlere katılan ve çevreden gelen ozanları-aşıkları teker teker tanımıştır.

Bu arada, elbette ki Keskinli Hacı Taşan ve Muharrem Usta(Ertaş)...

Abdal geleneği...

Çalıp söyleme ve gurbet...

Alevi-Bektaşi mayalanması, Pir Sultan, Yunus Emre, Hacı Bektaş, Balım Sultan ve Abdal Musa... Sonra, bir geyiğin koltuk altında gümüş saplı oku, Alanya Beyinin anlı-şanlı oğlunun, geyik peşinde, okunun peşinde dağlar, dereler aşa aşa Elmalı Tekke Köyünde bir dergâhta kayboluşunda ortaya çıkan Kaygusuz...

Gür ve içten gürültülü-uğultulu ormanların en diplerinde yaşayan “tahtacı”ların ürettiği kap-kacak ile bağdaş kurulan sofralarda canlara sunulan “can lokmaları” nı paylaşım...

 

Diyor ki:

“Acılar ekmeğim umut katığım

Yaban ellerinde el kapularında

Sevgi denen şeye hasret kalmışım

Yaban ellerinde el kapularında

 

Feleğin çarkına böyle takıldım

Küçük yaşta ağalara satıldım

Kaya Özlük idim Haydari oldum

Yaban ellerinde el kapularında”

 

Ve sesleniyor Yesi’den çıkıp yol yol Anadolu’ya Hazreti Türkistan’ın “dostluk-barış-kardeşlik” mührünü basmaya gelen ışık kervanının mensuplarınca, turnalara sesleniyor. Diyor ki:

 

“Katarını çekmiş Güneydoğu’dan

Kırıkkale üstünden geçin turnalar

Bağreğin göğsünde Haydar Sultan’a

Kuyudan suyunu içen turnalar

 

Ne güzeldir Kızılırmak boyları

Avcının yüzünden kırgın toyları

Misafirseverdir bütün köyleri

Keskin’den de konup göçen turnalar

 

Deneğin başında Kırklar mekânı

Cılbak Ali ile Haydar Sultanı

Bir de güzel Üstat Hacı Taşan’ı

Uğrayıp perdesin açın turnalar

 

Bir er vardır Çelebi’de mekânı

İsmi Halil Dede Bostanı

Büyük olur Hasan Dede canı

Kırmızı şarabın için turnalar

 

Keskinli Haydar’ım bugünler geçer

Elbet bir gün benim gülüm de açar

Irgatlar birleşir mahsulü biçer

Pirinci mercimekten seçin turnalar.”

 

Evet işte böyle... Keskinli Aşık Haydari Baba’mız bu... Normal bir kab içine sığmayan sudur o. İçine girdiği kaba şekil verir. Yerinde sayan göl değil, kıyılarda çalkanan okyanustur o. Aydınlanmacı ve çağdaştır hep.

 

Alevi-Bektaşi geleneğinden gelmesine rağmen, “Arap tesirindeki” Alevilik ve dedeliği reddedip, “Anadolu Aleviliği” ni öne çıkaran bir anlayışa sahiptir. Hazırdan ve millet sırtından, bağışlarla ve hediyelerle geçinen; toplumdan geri olan ve önder-lider olamayan “dedelik” kurumunu kabul etmeyen bir koca yürek erendir o.

 

Sözlerini eğip bükmeden, çekinmeden, ucu nereye giderse gitsin, mutlaka gerçekleri haykıran bir ozandır. Emperyalizmin ve sömürünün her türlüsüne karşı olan ozanımız, Anadolu köylerinin ve insanlarının köklerinden koparılmasını ve geriye götürülmesini asla istemez. Ömrü, bu acımasız asimilasyonla ve zalim emperyalizmle mücadeleyle geçmiştir.

 

Atatürk ve Cumhuriyet derken, “Cumhuriyet Türküsü” nü söylerken, Türk’ün özgürlüğünü, hoş görüsünü ve insanlığını öne çıkarmaktadır. Asla ayırdımcı olmayan ozanımız, insanı insan olarak değerlendirmekte, uyanık, hakikatleri gören, genç nesli gelecek yüzyıllara hazırlayan bir toplumsal doku hasretiyle bir ömür çalıp söylemiştir.

Dostlarının dertleriyle dertlenen Keskinli Aşık Haydari Baba’ mızın bazen toplumdan, kalabalık yerlerden kaçtığını gözlemledim. En son, Antalya Cumhuriyet Meydanı’na bağdaş kurup, sazını susturduğu, deyişlerine ara verdiği andan sonra, O’ nun garipleştiğini müşahade ettim. Kaçıyordu insanlardan. İnsanların ve düzenin yalanlarından, oyunlardan ve iki yüzlülükten... Görünenle görünenin ardında saklı duran gerçeği bir arada çözümleyen, duvarı delen bakışları olan, hakikat aynasından olaylara ve çevreye bakan, okuyan, araştıran ve bunca yıl uğrunda çalıp söylediği halkını düşünen bir ozanın susması, kendini zincirin halkasından dışarıya atması şaşırtıcıydı. Fakat, haklıydı o. Öylesine haklıydı ki; önderi olmaya ve uyandırmaya çalıştığı kitleler, maalesef o’ nun söylediklerinin aksine çıkmışlar, seçimlerde ve öteki alanlarda, O’ nun işaret ettiği noktayı görmemişlerdi.

 

Halk Ozanı, halkın ozanıdır. Çağının ozanıdır. Gelecek çağa halkını hazırlayandır diyordu. Lâkin, ömrünü tükettiği halk, kentsel dünyanın arabesk ve tüketici formatının dişlileri arasında, küresel ve beynelmilel sermayenin kuklası olmuş, ozanlarını dinlemiyordu. Kahretti Keskinli Aşık Haydari. Küstü. Çekildi kabuğuna. Kendi iç evine kilitledi kendini.

 

Şimdilerde, arada bir “dayanamayıp” konuşsa da eski Haydari Baba’ mızın neş’esini pek görmüyor ve üzülüyorum. İlerlemiş yaşına rağmen, bizim gibi genç şairleri gördüğünde, yeniden ruhu çiçeklenmekte, yeniden içi çalkanmakta ve ışık kaynağı misali parlamaktadır.

 

“Aydoooosssssttttt” diyen diline kurban olduğum Haydari Baba...

Sazı evlâdı gibi bağrına basan, sonra da onu “öpen” harika insan...

Ben şimdi, bu kalleş ve kancık dünyada, bu “satılmış düzende” hıçkıran bir çocuğum. Yalnızım. Yapayalnızım. Işığım yok. Ustam yok. Kendini beğenmişler ordusu şairlerin içinde mısra israfçısıyım. Dilim kelepçede, yüreğim işkencede. Ellerim korkumun titremesinde. Uzat elini Baba uzat da öpeyim. Tut ellerimden, tut n’olursun. Götür beni, bu “küt satma kalburu” içine koyan toplumun arasından, çek, çıkar ve götür. Yunuslara, Hacı Bayramlara, Pir Sultanlara götür.

 

Biliyorum, kendinden bahsedilmesini pek istemezsin. Kaç kez Tv programı yapmak istedim senle ilgili, hep bir engel çıktı veya çıkardın. Kaç kez, kardeşim Harun Yiğit’le beraber senle ilgili bir “program” yapmak istediysek, hep kaçtın, hep kaçtın. Övünmek ve gösteriş manzaralı duruşlardan hiç hoşlanmadığını biliyorum. Sakin, sessiz ve yalnız yürüyüşünün ardında aslında ne gök gürlemeleri olduğunu hissetmekteyim.

 

Haydari Baba;

Seni çok seviyorum!...

Ömrün uzun olsun...

Işığımız olmaya devam et olur mu?

 

 

 

 

KAYA ÖZLÜK - KESKİNLİ AŞIK HAYDARİ

 

 Ayhan AYDIN

 

Her şeyden önce bu 10 bin yıllık uygarlıklar beşiği Anadolu’da, Türk yurdunda, halkın, toplumun sorunlarını dile getiren, kişisel duygu ve düşüncelerini şiirlere, eserlere, türkülere, sazlara döken halk ozanlığı geleneği içerisinde kendine bir yer etmiş çok değerli Keskinli Aşık Haydarî yani Kaya Özlük’e merhaba diyorum.

AYHAN AYDIN

Bundan sonra aynı şevkle, aynı aşkla hizmetinizi yürüteceğinize olan inancımdan dolayı diğer halk ozanlarıyla beraber aynı yolu sürecek, sevgili ozanımıza hü derken, değerli okuyucularımıza da bu insanlara sahip çıkmaları gerektiğini, eserlerini okumaları gerektiğini bir kez daha hatırlatarak söyleşiye girelim diyorum.

Her şeyden önce sizinle ilgili bir lisans tezi hazırlamış olan Dilek Doğan kardeşimizin hazırladığı eserden şiirlerinizi okudum, gerçekten de çok güzel şiirleriniz, eserleriniz var.

Ben eserlerinize geçmeden önce yaşamınızla ilgili kesitleri okurlarla paylaşmak isterim. Çünkü bu gerekli, bir devrimci ozan, bir halk ozanı, bir zakir, hümanist düşünceli bir insan, Kaya Özlük nerede, ne zaman doğmuştur? Doğduğu yöre hakkında, ailesi hakkında, çevresi hakkında bize ne bilgi verir?

Teşekkür ederim, Sevgili Ayhan Aydın. Önce istersen bir dörtlükle ozan geleneğini karınca kararınca söyleyelim. Güzel dostumuza bir hoş geldin diyelim.

 

Arzu eyleyip bize gelmiş

Merhaba de dosta gönül

Arayıp da bizi bulmuş

Hoş geldin de dosta gönül

 

Ta Yunus’tan söz eylemiş

Ne de güzel şeyler demiş

Beni kendisinde görmüş

Merhaba de dosta gönül

 

Keskinli Haydar söyledi

Dert üstüne dert eyledi

Dostluk deryasını boyladı

Merhaba de dosta gönül

Hoş geldin de dosta gönül

 

Hoş geldin Ayhan Bey, siz de hoş geldiniz.

Hoş bulduk merhaba.

Bu güzel felsefe, bu güzel mesele için, bu yorgunluğu yılmadan göze aldığınız için ben de size teşekkür ederim. Şimdi gerçekten halk ozanlarının sahibi yok, halk ozanlarının tek sahibi kendileri galiba. Şunun için sahibi yok diyorum, şiirleri okunur, dinlenir, sevilir; türkü olur, destan olur ama böyle güzel dostlar çıkıp da arayana kadar kimse bizleri arayıp sormaz, bize değer verilmez, bizler yalnız kalmış insanlarızdır onun için size teşekkür ediyorum.

İnşallah işte bu duyarlılık sahibi olan insanlar bir değil on Ayhan olur, Metin Turan’lar gibi bu konuyla ilgilenenler artar da bu güzel kültürümüz ölümsüzlüğe doğru gider. Çünkü artık ilgi gösterilmeye gösterilmeye, üzerinde durulmaya durulmaya, köreltilmeye çalışılıyor, köreliyor maalesef bunları da görüyoruz.

Şimdi efendim, hayat hikayemi anlatmadan kısa bir şey anlatmak istiyorum. Dedem Korkut’tan günümüze kadar bu toplum binlerce halk ozanı üretmiş, değerini üretmiş tabii. Bu toplumunda güzel bir var bu işte. Ve biz varız diyeceğiz. Ancak şunu yaparız eski dil ustalarını ve kalem ustalarını aşmamız mümkün de değil onu hemen belirteyim. Bir ozanım o günler de; “çıktım erik dalına orada yedim üzümü” demiş o günkü sistemi çok güzel yere vurmuş, yermiş yani. Şimdi bunu herkes anlayamaz, erik dalında üzüm olur mu? O zaman demek ki Yunus da çağından sorumlu bir ozanmış. Kimse Yunus’a devrimci değil, diyemez. İşte söz burada, şimdi oradan beri geldiğimizde manda yuva yapmış söğüt dalına demiş, halktan birisi. İşte bugünkü bugüne kadar dilerim 18 Nisan’dan sonraki gelen insanlar dilerim duyarlı olurlar, bu ülkeyi çok tatlıca, çok güzelce yönetirler. İsterseniz oraya gelmeden şuradan bir iki dörtlük okuyabilir miyim?

 

Sorumluyum ben çağımdan

Düz ovamdan dik dağımdan

Sömürüyü toprağımdan

Kovana dek yazacağım

 

diyor İhsani. Koca İhsani’nin, şimdi Dedem Korkut da bunu daha güzelini söylemiş, Yunus daha güzelini söylemiş. Belki biz şunu yaptık Ayhan Bey, işte 18 Nisan 1999 seçimlerinde gönderme dedik, belki o ustaların kadar güzel değil ama galiba bu rahatsızlıktır bizde, bunu anlatmasak olmuyor, uyku uyuyamıyoruz. Örneğin ben böyleyim. Seçimden sonra düşündüm hep ne söyleyeceğiz biz bu insanlara. 49 yıldır bugüne kadar, İşte dolar, mark. Doların, markın değerinin nereye gittiğini siz de biliyorsunuz. Dev gibi 1 liranın karşısında 1 doların 82 kuruş olduğu günü biliyorum. Bugün bakın ben 60 milyon lira ev kirası veriyorum. Ulusal paramızın değeri kalmamış, onun için Dedem Korkut ve ondan sonra gelen ozanlar eleştirmişler yanlışlıkları. Yunus Emre bizden daha çok sorumluydu, çıktım erik dalına derken bugünü anlatıyordu sanırım. İşte manda yuva yapmış söğüt dalına, yapar mı? Manda söğüt dalına çıkabilir ama işte çıktı ne yazık ki Susurluklar çıktı, çeteler çıktı, mafyalar çıktı ben de karınca kararınca şöyle bir şey dedim size bu 1999 seçimlerinde,

Tamam buyrun.

Güvercinle kurda sualimiz var

Kolay gelsin diyoruz

Eskisine benzemeyin aman ha

Oy dediniz petek petek bal verdik

Bundan sonra kıymetlidir zaman ha

 

Dönüp Anıtkabir’e bir iyice bakın

Oy sandığı için kıvırtman sakın

Çocuklarınıza temiz yarın bırakın

Kaya Özlük bunamış mı demen ha

 

Keskinli Haydar’ım çiğsin pişesin

Cumhuriyet devrimleri yaşasın

Liranın onuru aman düşmesin

Dolar ile markın değeri yaman ha

 

Aman bu sevdalar tükenmesin, bu sevdalardır bu Türk toplumunu, Türk yurdunu, Anadolu’yu, yani bu toprakları var eden unsurlar. Bu sevdalar biterse bu topraklar biter.

Şimdi orada da bir sorunu var Kaya Özlük, Keskinli Haydar kimdir? Üniversite tezinde sizin bütün sorularınıza cevap var ama gene kısaca.

O başka şimdi sizinle bir söyleşi yapıyorum.

Ben ondan da biraz bahsedeyim.

Biraz değil biraz daha fazla istiyorum, ayrıntılarıyla yani. Doğduğunuz yöre bile çok önemli. Çünkü oranın tabiatı bile şiirlerinize yansımış. Yani Keskin, oradaki aileniz, soyunuz, şecereniz, komşuluklarınız, anılarınız bunlar önemli.

Şimdi efendim Keskin deyince Hacı Taşan demeden olmuyor biliyorsun. Bu Türkiye’de hatta uluslararasında bir çağrışımı vardır, Neşet Ertaş’ın ustası.

Neşet Ertaş’ın ustası?

Ustası, Hacı Taşan kendisi de Neşet Ertaş’ın babasının çırağı, Muharrem Ertaş’ın çırağıdır. Ben o günleri yaşadım, gördüm yani. Benim de çok etkilendiğim kişi Hacı Taşan’dır.

Hacı Taşan’dan çok etkilendiniz?

Etkilendim. Üç dört sene benim evimde, tedavi olurken yattı, kalktı Ankara’da, felç geçirdiği dönemler. Ben ondan çok etkilendim. Şimdi Keskin ve kendimi anlatırken Hacı Taşan’a değinmeden olmuyor. O büyük bir ustaydı, Aptaloğlu derlerdi, hep hor görülmüştü, elinde sazı olduğu için o dönemlerde. Ama yılmadan Keskin’de o işi götürdü.

Ankara’dan çıktığım sabah namazı

Bize yol vermiyor aşmaya dağlar

Pirim Seyyid Battal, Hüseyin Gazi

Bize yol vermiyor aşmaya dağlar

 

Onun ağzından söyleyeyim ben onun söylediği gibi, halk dili kullanırdı çünkü.

 

Kayıptasın, kandildesin sırdasın

Münkire görükmez göze perdesin

Hasan Dedem ulu dedem neredesin

Bize yol vermiyor aşmaya dağlar

 

derdi. Ben ondan etkilendim.

10 Kasım 1938 günü Keskin’in Haydar Dede Köyü’nde (mahlasım olan Aşık Veysel’in bana vermiş olduğu mahlasım olan köyümün adı, olan köyde) çiftçi bir aileden dünyaya gelmişim. Artık iyi mi ettim, kötü mü ettim, ben de bilmiyorum.

İyi ettiniz, iyi ettiniz.

1938-1948-1947 yılında bir çıktım el kapısına, Hasan Dede Köyü’ne. 1958’li 1959’lu yıllara kadar el kapılarında kaldım. Bu arada köyde ve Hasan Dede’de cemler yapılırdı. Bu cemlere gelen, katılan yerli ve yabancı aşıkları dinledim.

Haydar Baba, Hasan Dede birbirleri aynı coğrafyadan mı?

Aynı yöre, biz yakın akrabayız, Hasan Dedelilerle de akrabalığımız var. Ve 1958-1959’lu yıllarda köye gelip gidiyordum hep. 1950’li yıllarda babam köye muhtar oldu. Babamın mali durumu da çok iyiydi aslında, beni evde koymadı, şunun için koymadı, babam annemin üzerine bir kadın, daha evlendi. Kadınla biz geçinemedik, herhalde ki annemi paylaşmak istemedik galiba. Babam beni evden uzaklaştırmak zorunda kaldı, okula göndermedi. Bu arada okul yeni açıldı bizim köyümüze. Okumayı çok istedim, köyümüzün öğretmeni olan Abbas Öğretmen’den rica ettim dedim ki, hocam, o zaman baba değil de ağa derdik, ağam beni mektebe göndersin filan. Abbas Öğretmen gelip babamdan bunu istediği zaman babamın sözü şöyle oldu; “Bırak hoca yav! bu adam okursa milletin başına bela olur! Bu kafir olur!” filan biraz da o günlerde saza yatkındım, saz çalıyordum çat pat, Hacı’dan etkilendiğim için.

Tabii Hacı Taşan’dan etkilendiğim için babam yoldan çıkarsın, diye beni dışladı.

Babam köye muhtar olmuştu. Amerikan doları dediğimiz paranın bizdeki sürüvenini ben çok iyi biliyorum. Hiç unutmuyorum, 1952-1953 yıllarıydı, bir Amerikan barış gönüllüleri filan yardımlarının olduğu dönem vardı. Şimdi barış gönüllüleri gezip dolaşıp, iki ayda bir bizim köyde toplantı yaparlardı. Neden sizin köy, diye bana sık sık soruluyordu. Şimdi bizim köy Alevi-Bektaşi köyü, şarap var, elde yapma rakı var, muhtar olan babamın iki üç davar sürüsü vardı, kapısında, gerçektir bunlar. Gelen jandarmaya kuzu keser, hakime koyun keser... e... şimdi bürokrat kademe akıllı kardeşim! Keskin’in 72 tane köyü var, bizim dışımızda birinde kuzu filan kesmezler.

Keskin’in 72 tane köyü var.

Bir bizim köy Alevî / Bektaşi köyü olduğu için, hoşgörülü bir köy olduğu, bir de üzüm çok olduğu için uğrak yeriydi.

Kaç haneydi?

60 haneydi. Halen 60 hane. İşte 100-150 hane Kırıkkale’de varız, Ankara’da var, Antalya’da var bizimkiler. Ve işin güzel tarafı şu belki beni halk ozanı yapan babamın o yaptığı yanlışlar oldu. 1960’lı yıllardan sonra tiyatroya gittim, edebiyat çevresiyle tanıştım.

Nasıl oldu o tanışma?

İşte onu anlatacağım yeri geldiğinde. Bizim odamızda Amerikan doları maaşlar dağıtılırdı; yenilip, içilirdi. Amerikan doları 82 kuruştu, Türk Lirasının karşısında o gün. Babam Menderes muhtarıydı, babam ölürken de Menderes hastası olarak öldü. Tabii kendi sorunu o bizi ilgilendirmiyor. Ve ekmeğe muhtaç oldu ölürken. 10 yıl muhtarlık yaptı ekmeğe de muhtaç oldu. Bize de hayrı olmadı, kendine de hayrı olmadı, öyle gitti. Ve ben askere gittim, askerlik dönüşü işte bir evlilik olayım oldu, gurbetten döndükten sonra el kapılarından. Şimdiki eşim Zeynep Hanım o beni kaçırdı işin doğrusu, eşim beni kaçırdı. İşte saz çaldığım için. Tabii kış günleri de cemlere katılıp zakirlik yapma olanağım oldu orada benim bir avantajım oldu. Kış günleri cemlerde köyümüzde aşığımız yoktu. İşte yarı becerir yarı becermez, 5-6 yıl da cemlerde zakirlik yaptım. Askerlik olayım oldu, askerlik dönüşü babamın bir şeyi yok, arazisi yok. Ankara’ya gitmek gerekti, ekmek ağır basamaya başladı, evlilik var, sorumluluk var. Ankara’ya geldiğimde, 60’lı yıllarda, 61 yılında bir yetiştirme yurdunda işe girdim. Edebiyatla tanışmamın başlangıcı da bu senedir. Atlas Yetiştirme Yurdu’nda işim bitti mutfağın arka tarafında saz çalıyordum. Saz çalarken tepeme doğruldum baktım bir ağlamaya başlamışım, Allah rahmet etsin Arif Aslan diye bir müdür muavinimiz vardı, toparlandım bırakma bırakma, filan dedi. İşin bitince benim odama gel dedi, sazı bıraktım odasına çıktım.

“Nerelisin?” diye sordu, tanıştık. Ben Arif Aslan dedi, sen saz çalıyorsun, şiir var mı filan dedi, yok hocam dedim. Kulakları çınlasın Mahzuni’nin ilk plağına okuduğu eseri var;

 

Öküzüyle bir arada yatıyor

O milletin efendisi o mudur bu mu

Bir miras döşekte dördü bir yatan

Bu milletin efendisi o mudur bu mu

 

Sen dedi, bu şiiri tanıyon mu, kimin filan dedi, o arada plak da yeni çıkmıştı zaten. Hocam dedim bu Mahzuni’nin, sonra onu okudu;

 

Ne kadar etsem de edemem tarif

Gönülde seslerde dillerde zarif

Assalar da korkma öğretmen Arif

Bu milletin efendisi o mudur bu mu

 

Hocam bu sizsiniz dedim, sizin adınız Arif evet benim dedi, Müfettiş Arif Aslan. Ve böylelikle bana yardımcı oldu.

63 yılında bir Abdal Musa ceminde Tuzluçayır’da Abdal Musa lokması varmış. Aşık Veysel ile tanışmamız Arif Hoca sayesinde oldu. Aşık Veysel’e karşı bir edepsizce davranışım oldu. Ne biliyim köyden gelmişsin Aşık Veysel, kimdir, kim değildir, iletişim aracı yok. O burada geçer zaten, şiirimde, onun öyküsü de var. İşte Arif Hoca Ankara Sanat Tiyatrosunda akşamları bana bir iş ayarladı, oradan kostüm taşıma işi. Tabii tiyatroya başlayınca daha evvel şiir vardı da köy şiirleri işte oyun, türküler vs. pek kalıcı olmayan şeylerdi. İşte o arada Hasan Hüseyin Korkmazgiller, Çırakmanlar falan Aşık Veysel’e ilk yazdığım bir şiir vardı, özür dileme şiiri;

Sordu dede, Sivaslı Murteza Dede’nin evindeydik, Veysel Baba bizim Aşık, genç Aşık nasıl, diye, ben tabii terledim o arada çünkü Veysel Baba’ya güzelleme söylenilmesi gerekirken işte köy çocukluğu biraz daha kabaca, taşlama söyledim, iyidir, iyidir dedi.

 

Kuzu kurban olmaz yaşlanmayınca

Adem Adem olmaz taşlanmayınca

 

Ben terledim hemen gittim, elini öptüm filan, ama hatayı ettim. Ona özür için işte bu şiiri yazmıştım şiire de benzemiyordu yeni başlamıştım daha. Çırakman kulakları çınlasın ona götürdüm, Hüseyin Abi dedim, şuna bir bak Veysel Baba’ya bir hata ettim, dedim. Şiiri düzeltti güzel şiiri eliyle getirdi.

Neydi?

 

63 yılında Tuzluçayır’da tanıştık

Erenler Baba Veysel’le

Gezerdim önceden dağda bayırda

Konuştuk erenler Baba Veysel’le

 

diye üç tane dörtlük. Onu 3-4 yıl sonra ölmeden evvel götürdüm verdim, elini öptüm özür diledim filan, Keskinli Haydarî olayını da o getirmişti.

Cemlerde bulundum, zakirlik yaptım, dediniz. Biraz daha anlatın bunlardan bana. Çünkü çok mühim bir noktadır, özellikle bu konulara ben çok önem veriyorum. Kimler vardı dedelerden, nasıl bir ortamdı ortamınız, cemleriniz nasıldı, dedeleriniz, pirleriniz nerelerden gelirdi, o ortamı biraz anlatınız lütfen?

Ben 1953-59’a kadar askere gidene kadar, her kış günü cemlerde kaldım. Köyümüzün bir aşığı vardı, bir sene onunla kaldım, onun yanında da cemi öğrendim.

Aşık mı dediniz?

Aşık vardı.

Aşık mı cemi yürütüyordu.

Hayır. Dede köyün dedesi var oraya geleceğim. Kırıkkale’nin Çinğeyli Köyü’nden. Çinğeyli Aşık Bektaş Gazeloğlu.

Yörenizdeki cemlerden bahsediyordum o dönemde sizin köyünüzün dedesi varmış ama bir aşık varmış. O aşıktan da yararlandınız sanırım.

Çinğeyli Köyü diye bir köy, oradan Aşık Bektaş Gazeloğlu. Halen de sağ galiba kulakları çınlasın. Yaşlandı. Ondan da yararlandım.

Kendi köyünün aşığı, yörenin de cem aşığıydı. Onunla bir sene cemde kaldım, bir daha gelmedi. Bununla da yetiştim ben on iki hizmete çok meraklıydım. Dedemiz güzel bir insandı. Tüm insanlar güzel ama o daha güzel bir insandı. Şunun için güzeldi, şimdi Ayhancığım ben Alevî-Bektaşi ozanı olmasam da cemleri çok seviyorum neden seviyorum? Bizim dedemiz şöyle uygulardı, bizim yörenin cemini anlatayım.

Cem başlamadan ilk çıkarılırdı haberci, bütün köye haber verirdi, hatta benim köyüm karışıktır. Alevî / Sünni, Sünniler’e de haber verilirdi. Dedemiz bu kadar hoşgörülü bir insandı.

Sünniler de ceme gelsin diye, haberci gönderiyordu?

Gelmezlerdi ama yaşlılarından bir ikisi zaman zaman katılırdı. Çünkü ortadaki o yanlış anlamayı karşın dedemiz çok hoşgörülüydü. İşin o yönü başka, bir araya gelirken tercüman getirilirdi. Tercüman yani herkes evinden bir şeyler getirirdi. Hatta derdi ki, oğul evde hiçbir şeyin yoksa kömbe kömbe, ekmek, bulgur, buğday, elma ne bulursan, hiçbir şeyin yoksa avcunun içine bir avuç tuz al ama boş gelme. Çünkü o tuzda herkesin hakkı var.

Ve cem başlar, ceme ilk başlarken vatandaş toplandıktan sonra bugünkü deyimiyle dede gözcü destur derdi millet dara gelir dede böylelikle; hey canlar, aranızda kırgın, düşkün, birbirine konuşmayan varsa dile gelsin, dile gelsin söylesin daha bu cem başlar başlamaz hizmet başlamadan. Orada küsülü kimse varsa onları barıştırırdı, çünkü canlar Hakk katında küsülü insan kabul etmez. Burası da bir Hakk katı olduğuna göre küsülülük olmaz, barıştırırdı. Hizmet başlatılırdı.

Neydi dedenizin ismi?

Yine bizim ailemizden Haydarî Sultan evlatlarından benim köyüm Tekke Köyü. Haydar Dede Köyü. Onun ayrı bir anlatım konusu zaten o. O bir evliya bir yatırı var orada onun.

Şimdi oraya geleceğiz ama ismi neydi dedenizin, hatırlıyor musunuz?

Yusuf Özlük Dede.

Sağ mıdır?

1990 yılında kaybettik. Dolu dolu bir insandı.

Siz, sizin kendi köyünüzün dedesi, Haydari Dede ocağına bağlı, 1990’da vefat eden Yusuf Özlük Dede’nin ceminde yetiştiniz.

Yetiştim. Burada cem başlar, hizmet başlar Şimdi Ayhan Bey ben bugün işte toplumsal hayata döndükten sonra cemlerin daha çok hayranı olmaya başladım. Neden? Orada bir şey gördüm ben, toplumsal barışı gördüm. Bu bizim cemlerimizde gördüğümü anlatıyorum ben diğer cemlere de benzer ama.

Zaten kendi ceminizi anlatsanız, herkes kendi cemini anlatsa o anlatıla anlatıla büyük bir hazine olur.

Orada ben ilk toplantıya giren insanların, küsülülerin barıştırılmasını, toplumsal barışı gördüm, tercüman getirirken herkesin evlerinden gelirken bir şeyler getirmesi, buğday, bulgur, ekmek, su ne bulmuşsa toplumsal paylaşımı orada gördüm, dede bunu yapardı. O evlerden gelen bütün malzemenin eşit şekilde dağılımını gördüm ben, dedemiz bunu yapardı. Eşit şekilde 93 kişiye dağıtırdı ve dağılım bittikten sonra daha lokmaya sorulmadan lokmayı dağıtan kişi kalkar şöyle bir şey söylerdi, ey canlar elim batman gözüm terazi, oldunuz mu hakkınızdan razı. Hakkından razı olmayan varsa haklı hakkını istesin, derdi. Böylece hakkından razı olan insanlar, Allah eyvallah, olmayan varsa kalkar davacı olurdu. Burada toplumsal bir paylaşımı gördüm ben.

Cemlerde musahiplik vardı?

Oraya da geleceğim efendim zaman olursa bu arada bu hizmet de görüldükten sonra artık o bir Abdal Musa lokması mıdır, görgü, musahip kurbanı mıdır biliyorsun üç türlü cem vardır. Lokma cemi, ikrar cemi, musahip cemi. Artık o cemin yürüyüşüne göre. Musahip cemiyse musahiplik hizmetleri bakar. Bunun artık akademik olarak da bugün vardır. Bunu sizler yazdınız, çizdiniz ve yazıldı, çizildi, var. O detaya girmeye gerek var mı, bilmiyorum ki, görgülerin usulleri aşağı yukarı.

Şimdi 4-5 yıl bu cemlerin içinde kaldınız; o aşıklar, dedelerden başka aklınızda neler kaldı şimdi neler hatırlıyorsunuz?

Ayhan Bey sevgili dostum orada beni çok etkileyen ne oldu biliyor musun? Çok çok etkilendim etkilendiğim, o üç olay var bir toplumsal barış, toplumsal paylaşım ve orada mahkeme jüri tarafından kurulan bir gördüm. Onun canlı örneğini anlatayım eğer izin verirsen?

Tabii iyi olur.

Gözümüz gibi baktığımız orman var, bizim köyümüzde, az alanda bir yerde. Bizim köyümüzde Abdurrahman diye bir adam var. İşte daha evvel katil olmuş. Deli dolu bir adam, kimse ona bir şey diyemiyor, korkuyordu herkes filan. Abdurrahman gece ormandan dört tane ağaç kesip gelirken, biz gençler gördük onu. Kimse bir şey diyemiyor, Abdurrahman’a. Sen ağaç kestin geldin, diyemiyor. Ama biz bir sene Abdal Musa lokmasında, biliyorsun ki, Sünniler de gelebilir Abdal Musa lokmasına, Abdal Musa lokmasında halk toplandı bayağı da kalabalıktı köyümüzün büyük cem evi vardı. İsimlerini hiç unutmuyorum arkadaşların; Kel Mehmet, Kasım, Haydar bir de ben dört arkadaş baktık, Abdurrahman Emmi de geldi oturuyor orada, böyle kaba kaba oturuyor, filan. Kalktık biz, ben önder oldum, niyaz bende oldum, esas bura çok önemli cemlerde, dededen müsaade isteyerek, dededen Abdurrahman Emmi’den davacıyım, dedim. Burada mı Abdurrahman Çavuş dedi, dede. Lakap olarak çavuş derlerdi. O böyle kaba kaba kalktı buradayım, dede, dedi. Dede Abdurrahman Çavuş yola gel dedi, özünü dara ver. Bu genç çocuklar, davacı dedi, o gene kaba tavrıyla kalktı geldi. İşte yarı becerir, yarı becermez şimdi hapiste kalmış bir adam, niyaz bende oldu. Ne yapmışım dedi, dedim ki ben, dede şahitleri de var Abdurrahman emmi’yi bizim köyün korusundan, koru diyorduk o zaman, halk dilinde, korudan dedik, gece meşe ağaçlarını kesip gelirken biz gördük. Bura çok etkiledi beni, yaptın mı Abdurrahman özünü dara ver dedi, dede, yaptım, kestim, dedi. Çok güzel bir taraf oldu Ayhan Bey, bugün de olsun isterdim onu. Dede oradaki canlara ey canlar! Abdurrahman Özlük o da benim sülalemden birisi, ormanımızdan ağaç kesmiş gelmiş bunun cezası ne olsun, ne olmalı? Orada halk kendi aralarında toplantı, sohbet etti, konuştular dede ceza vermiyor, dede halka soruyor. Bir sözcü seçtiler 90 yaşında Tutuyan Ebe diye bir kadını kaldırdı ayağa.

Tutuyan Ebe?

Ebe Tutuyan isminde bir kadıncağız kalktı geldi, niyaz bende oldu, oğul oğul dedi bunun cezası ne olsun biliyor musunuz? dedi, işte koyun kes, kurban kes falan, filan, derler o tür muhabbetlerde. Orada halkın aldığı bir karar var, Abdurrahman Çavuş’un dedi cezası dağın göğsünde boş bir alan var, inşallah gidip görürüz orayı, o alana meşe palamudu dikecek, diksin dedi. On çuval meşe palamudu dikecek. Cezaya bak, güzelliğe bak. Şu anda o cezadan dolayı benim köyümde orman var Ayhan Bey.

O cezayı Tutuyan Nene verdirdi, ormana kavuştunuz?

İnanır mısın şimdi bakın Alevî ibadetindeki güzelliğe bakın beyefendi. Alevî ibadeti çevreci, toplumcu.

Bu kaç yılında oluyor?

1959 yılında. 1959 yılında Abdurrahman Çavuş’a niyaz bende ol dediler, niyaz bende oldu, kabul mu? Eyvallah dede dedi, o koca kaba adam büküldü, eyvallah dedi. Çünkü o bir koç kes, bir koyun kes falan filan denecek, onu bekliyordu. Tabii bu arada kış Mart ayı gelirken vatandaş toplandı, bizim köylerde meşe, meşin palamudu toplarlar, kuyularlar yere, davarlara filan verirler, yedirirler. 10-15 çuval pelit toplandı ki, halkı da birlik oldu, Abdurrahman da önderlik etti, önünde o dağın göğsüne 10 çuval pelit meşe peliti. Şimdi o cezadan bizim ormanımız var sevgili Ayhancığım.

Çok çarpıcı bir örnek, tarihi bir örnek.

Burada geçen sene cemimizde aynı şeyi uygulattım ben. Temsili bir ceza verme olayını bizim aşıklardan birinden davacı oldum falan ki şimdi bana sorarlar işte ya sen biraz cemleri çok severek anlatıyorsun, geniş alanda biraz sevecen anlatırım galiba. Biraz özetini, olması gerekeni, barışçılığını, paylaşımcılığını, toplumsallığını ve beni bunlar çok etkiledi, Alevî ibadetleri bir de şu vardı, bizim dedemiz oğul cennet için yapma, halk için yapın, diye bir dua ederdi. O yaşta, o çağda, o insan onu söylerdi. Bizim cemlerimiz böyle... Bunun içinden çıktım geldim, ben.

Haydar Dede, Haydarî Sultan kimdir, türbesi var, şimdi Keskin Tekke Köyü’nde Haydarî Sultan’ın türbesi var, bununla ilgili bilgiler, nelerdir onu kısaca bize anlatır mısınız?

Sevgili Ayhan can orada bir şeye söz verirsen onu anlatacağım sana. Çünkü o bir araştırma konusu. Dokümanın yarısını tamamladım beceremedim. Onu inşallah kısmet olacak o araştırmadan bir kitap çıkarmayı düşündüm. Orada, müthiş bir acı, bir yara var benim köyümde. Yara şu; Fuat Köprülü’de, Nezihe Araz’da da gördüğümüz gibi Kutbeddin Haydar, Ahmet Yesevi oğullarından Haydar Hacı Bektaşi Veli’nin gelmesinden az önce, bir müddet önce Kayseri Rum diyarı, Keskin yöresinden o tekfur Bizans’ın yerleşim birimi benim köyümün yeri. Oradan giden haberler Ahmet Yesevi’ye Horasan’a biz burada halk olarak perişanız, Türkler olarak bize yardım gönderin. Ahmet Yesevi bütün öğrencileri daha mezun olmamış, gönderecek er bulamadı bu tarafa efsane bu, tarih kaydı bu. 12 yaşındaki oğlu Kutbeddin Haydar’ı beline kuşak, başına tuğ giydirerek beş bin askerle Anadolu’ya gönderir. O Kapadokya Bölgesi’ne, Kayseri Rum Diyarına gelindiğinde Kutbeddin Haydar o da Fuat Köprülü’nün bir yorumu var, her nedense Kutbeddin Haydar Allah demediği için, o biraz orayı metafiziğe götürmüş olacak ki, beş bin asker kılıçtan geçirilerek Kutbeddin Haydar da bugünkü türbenin olduğu yerde beş yüz adet papazın eğitim gördüğü bir kilise, kilisenin kalıntıları halen var orada türbenin olduğu yerde. Kilisenin zindanına tutsak edilmiş, yedi sene orada tutsak yatmış. Bir gün Hacı Bektaş Veli Ahmet Yesevi buluşmasında Ahmet Yesevi Hazretleri öğrencilerini mezun edecek fakat içinden bir ah çeker. Hocam niye hüzünlendin, diye soru sorulur o akşam son yemekte o da der ki, sizin gibi bir genç oğlum vardı, keşke bu son yemekte aranızda olsaydı der, öğrenciler hocam nerede derler, şu anda Kayseri Rum Diyarı’nda bir kilisenin zindanında tutsaktır. O zaman öğrenciler derler ki, hocam ruhsat ver, izin ver ki gidip alıp gelelim, mümkün değil gitmesi güç, der, ona ancak mucize gerek der, efsane de Hacı Bektaşi Veli kalkar, rica eder der ki, hocam izin verirsen ben alıp geleceğim. İşte tabii efsaneler vardır. Hacı Bektaşi Veli niye duvara bindi, güvercin donunda geldi efsaneleri vardır bize anlatılanlar böyle. Bir güvercin donunda kalkar şimdi ilginç bir şey var, dağın başında bir kaya var, Ağlayan Kaya, diye bir kaya var. Oraya konduğu yer belli, tırnak izleri belli tepenin, dağın başında. Uzatmayalım Kubbeddin Haydar’ı güvercin donunda kilisenin olduğu yere iner Haydar’ı kurtarır. Haydar’ın başı kel olmuş, vücut ala getirmiş benim sülalemde vücut alaları vardır, vücutlarında ala vardır.

Al yani beyazlık.

Kutbeddin Haydar’ı Hacı Bektaşi Veli alır gider oraya. Horasan’a götürür. Öğrenciler dağıldıktan sonra Ahmet Yesevi der ki; Ya Haydar ben yalnız kaldım, bu yaşlı halimde beni yalnız bırakma. O da, baba ben orada eziyet, çile çektim, orada halk beni bekler, der. Anadolu’yu ilk Türkleştirenlerden biridir, Kutbeddin Haydar.

Şimdi böyle bir araştırma var benim elimde. Ona ekonomik gücüm de yetmedi 84 yılından bugüne Kültür Bakanlığı’na koşturdum halen de koşturuyorum, dökümanların bir kısmını da topladım, Nejat Hoca’yla bir gidelim filan dedi Nejat Hoca. O Hasan Dede kitabını yazdı böyle küçücük bir şey. Böyle bir sıkıntı var.

Yani belli bir yere kadar siz kendi çabalarınızla getirdiniz, bir profesyonel el buna el atmalı. Kitaplaştıramadınız, eksikleri gideremediniz, fakat Haydar Dede hakkında bazı dökümanlar var diyorsunuz. Kutbeddin Haydar, Hoca Ahmet Yesevi’nin kendi oğludur, Hacı Bektaş’tan önce Anadolu’ya gelmiştir, Keskin’dedir yeri, yurdu, bir ocaklık vardır, türbesi de oradadır, diyorsunuz.

Hatta bizim köyde bu niye önemli diye, bana soru da soruldu. Senin ecdadın, sülalen olduğu için mi önemli dendi. O da önemli, ama bugün benim köyümde sevgili Ayhan can bir rant olayı var. Müthiş bir rant var, bir sömürü var, bunu kendi köylülerim duysa bana belki darılacaklar ama üç defa Haydar Sultan Turizm ve Tanıtma Derneği’ni kurmaya çalıştım, köylülerimiz buna müsaade etmedi. Devletin eline geçecekmiş gibi, o rantı kaybetmemek için çok çabaladılar bu çok acı.

Peki bu rantlar köye geri dönüyor mu? Bu rantla bir şeyler yapılıyor mu köye?

1986’lı yıllardaki seçimlerde, artık demokrat olduğunu sandığımız bir muhtar gönderdik. Ankara’da ve Kırıkkale’de yaşayanlar bir proje hazırladık, gençler olarak, meseleleri bilen kişi olarak dedik ki, hiç olmazsa bu rant buradan elde edilen gelir topluma yararlı bir şey için geri dönsün. Giden muhtar, orayı hiç olmazsa belli kişilerin elinden ihaleden kurtarıp, yılda on kişiye vererek, sevgili Ayhan can 15-20 milyar gibi bir geliri geri köye dönüştürsün. Koyunlar kesiliyor, paralar giriyor ve benim köyüm halen daha elektriğe, suya yeni kavuştu o rantın gelmesiyle. Burada göreceksiniz Karınca Dayı diye şiirler vardır. O şiirin anlamı odur. Gelip geçen muhtarlar ilgilenmemişler, çok önemlidir bu yazılarımızı yazarken orada köyü anlatan, eski yönetimleri eleştiren şiirler vardır. Türbe’yle ilgili.

Evet şimdi kimdir o Karınca Dayı?

Ben oradan bir tek dörtlük örnek vereyim size isterseniz.

 

Uzat ki elini öpeyim hele

Sen bize hoş geldin Karınca Dayı

Sakın sözüme gücenme nola

Köyden biraz haber sorunca dayı

 

Cıbırın Süleyman alnının Kazım (Cıbırın Süleyman muhtar)

Durmadan çalışır kışın ve yazın

Şeytanla Dadaş’ın neyine lazım

Al bana porsuklar girince dayı

(Şeytan ve Dadaş eski muhtar)

 

Ankara’ya gidiyor musunuz hiç?

Ankara’ya giderim. Çünkü bu kitabın hazırlanması lazım sevgili Ayhan can.

Buna bir el atılması lazım bu değerler yok olacak. Şimdi şunu söyleyeyim Haydar Dede’den kalma belgeler falan var mı sizde? Kendi orijinal belgeleri, fermanlar, şecereler, beratlar?

Orijinal belgeler olarak şu var, beratları bulamıyoruz. 1984 yılında ben Kültür Bakanlığı’na baş vurduğumda dilekçeme gelen adres şuydu, Keskin Kaymakamlığı. Köy muhtarlığı Keskin Kaymakamlığıydı, köy muhtarlığının onayını aldım, Şeytan Dadaş diyorum, bir şiirim de. Dadaşın Muhtarlığında ulan yine komünistlik yapacan, filan falan dedi, ama gönlünü ettim. Dilekçenin altını imzalattım, Keskin Kaymakamlığının onayını aldım. Keskin Kaymakamlığının gösterdiği yer de Etnografya Müzesi. Müze’de bu adamın kazanı var, koca koca kazanları var, tahta kılıç var.

Müzede Ankara Etnoğrafya Müzesi’nde Haydar Dede’nin eşyaları var?

Eşyaları orada. Fakat ne gariptir ki köy halkı, türbede yatan yatır Haydar Sultan değil, bayağı bir vatandaş yatıyor diye, mahkeme ettiler vakıflar el attı böyle çok ilginç ve acı bir durum var. Bu da bu işi bilen biri olarak beni kahrediyor. Neşet Hoca’yla onu konuşmuştuk, biz. Buraya geldiğimde, geçen sene. Böyle anlattım kısaca özetledim. Aşık çok ilginç dedi, ya bir gidelim filan dede. O Hasan Dede’ye filan gitmiş gelmiş, hatta orada bir su var, kuyu suyu var. Sudan içiyorsun buhardan çektiğin zaman.

Kuyuya baktığın zaman gider, bayılırsın böyle bir yer işte o köy benim köyüm.

Haydarı Sultan’ı ziyaret etmiştik, kurbanlar kestik, Hacıbektaş’a giderken.

Oldu mu?

Şimdi babanız demiş ki, sen okursan başımıza, topluma zararlı olursun, okumadınız ama bu toplumcu cemlerden çok etkilendiniz. Ankara Sanatta rol aldınız, orada kimlerle karşılaştınız, nasıl etkilendiniz ve devrimciliği nasıl seçtiniz?

Rana Cabbar, Tuncer Necmioğulu... Ondan sonra bugünkü sinemada olan eski tiyatrocuların isimlerini pek anımsayamıyorum ama bütün oyunlarını izledim, onları dinledim. Bu arada Hasan Hüseyin Korkmazgil gelip burayı mekan etti, onunla orada arkadaş oldum ve arkadaşlığımız ölünceye kadar devam etti. Ozan Mihneti’yle arkadaşlığımız oldu. Diğer halk ozanlarıyla mesela, rahmetlikle Nesimi Çimen’le arkadaşlığım oldu, Ankara’da Çırakman, Feyzullah Çınar’la gerçi dargın öldü Feyzullah Çınar ama o bazı yanlışlar yaptı rahmetlik, gene de rahmet olsun arkadaşımızdı. O güçlü ses, o güçlü saz.... Keşke kişiliği de o kadar güçlü olsaydı, bu insanlarla beraber oldum.

Şimdi ozanlarla ilgili anılarınız var tabii tatlı, eğri bunlar yaşamın renklilikleri hep.

İyi oldu.

Şimdi toplumculuğa geleceğiz.

Bu arada ben şiir yazmaya da başladım. 68 kuşağıyla beraber 70’li yıllarda 70 yılında bir dernek kuruldu, Halk Ozanları Derneği yine Çırakman, Müslüm Dalkılıç diye bir arkadaşımız vardı. Neşet Ertaş’ın küçük bir dükkanı vardı, Ankara’da. Rahmetli Dursun Cevlani filan vardı. 1974’e gelindiğinde bayağı da çoğaldık Ankara’da. Hüseyin Çırakman gene rica edildi filan toplanıldı bir 15-20 kişilik arkadaşımla Türkiye Halk Ozanları Kültür Derneği’ni kurduk. İşte kurucu üyelerinden birisiyim, haddim olmayarak şu anda halen devam ediyor, Ankara’da. Bir ara 100 küsür üyemiz oldu. Bütün halk ozanlarına çağrı yapıldı işte bir Marksist ozanlar, devrimci ozanlar, normal ozanlar sözlü tartışması oldu. Yani o günden bugüne devam etti. 1974 yılında yine Halk Ozanları Kültür Derneği’yle beraber Pir Sultan Abdal Tiyatrosu’na çağrıldım. Yine Tuncer Necmioğlu, Selçuk Uluergüven yönetimde bir oyun provası başlamış, oraya çağırıldım. Ali Cemal var bizim biliyorsun, ben vardım, Aşık Emini arkadaşımız vardı. Bir sene orayı sürdürdük, 74-75 sezonu. Ondan sonra ferdi yürütüldü, Gençlik Park’ında filan... O arada bir iki ceza serüveni oldu, İşte Diyarbakır’da. Bir Diyarbakır Cezaevi serüvenimiz oldu. 1976 yılı Kurban Bayram’ında İsmail İpek, Mahzuni Şerif, Şivan Perver bir konsere çağrıldık, Urfa Suruç’a ve gittik. Mahzuni kulakları çınlasın, gelmedi. İsmail İpek, Şivan Perver ben vardım, cezalar aldık.

Ne kadar hüküm verdiler?

Sahneyi bıraktık, biz kaçırıldık filan. Suruç Savcılığı o zaman ki DGM Diyarbakır mahkemelerine işte hüküm almadık. Çünkü suç unsuru bulunamadı, şiirler bölücülük kategorisine oturtuldu. Bana soruldu, sen Kürtçe biliyor musun, yok, Keskin nere bura dedim, şuyum gerçekten de dedik, 3000 lira karşılığı geldim, beni buraya çağırdılar, ben halk ozanıyım, çağırdım, geldim. İşte üç defa tutuklayıp götürdüler en sonunda 1984 yılına kadar da sürdü bu, 12 Eylül sonuna kadar. 12 Eylül ile beraber Urfa takipsizlik verdi. Başka da Eskişehir Cezaevi var, Ankara var tekrar böyle ufak tefek serüvenlerim var.

Türkiye’de sol içinde yer aldınız? Ne buldunuz solda, sol düşücede ve felsefede?

 

Şimdi kiminlesin diye bana sorsalar

Ezenden olmam ki ezilendenim

Eşkıyalar dört yanımı sarsalar

Ezenden olmam ki ezilendenim

 

Söylerim doğruyu babam da olsa

Dünya parasıyla ceplerim dolsa

Pir Sultan misali boynum vurulsa

Ezenden olmam ki ezilendenim

 

Adalet kurulsa bir sınav versem

Halkın hakkı için ölsem dirilsem

Nesimi misali dara gerilsem

Ezenden olmam ki ezilendenim

 

Şiirinizle yanıt verdiniz. Sonra dediniz ki birisi bana dedi ki, Atatürk’ü tanı, Atatürk’ü tanı, bu kayıtlarımızda yok, tekrar soruyorum söyleşinin başında konuştuk. Atatürk’ü tanıdınız mı, nasıl tanıdınız, kimdir Atatürk?

Atatürk’ü ne kadar vasfetsem edemem, tarif demiş öğretmen Arif. Onun vasfı dillere sığmaz. İzin verirsen ben size bir üniversite tezinden Atatürk’le ilgili hatta ilk başı en başı açarsan bir Cumhuriyet Türküsü, şiiri vardır, onu okuyun.

 

Atatürk’ü tanıdım

Cumhuriyet bir sevdadır

Türkü türkü destan destan

Bir volkandır yanardağlar

Cumhuriyet Türküleri demişsiniz

 

Şimdi Atatürk’ü tanı diyen kimdi, benim bir amca oğlum vardı, mürekkep yalamış bizim köyümüzün ilk okumuşlarından birisiydi ha bir şey söyleyeyim, bizim köyümüzün serüveni içinde bir şey var. Şu anda Keskin Köyleri içinde en yüksek okuma oranı da benim köyüm. Babamın beni göndermediği okuldan mezun olanların hemen hepsi şu anda ilerlemiş durumda, okuma oranımız köyümüzde yüksek. Ben o yönden sevinçliyim.

 

İstanbul Samsun Sivas Ankara

Bağımsız bir vatan kurdu Atatürk

Halkının gücünü öz benliğinde

Kurtuluş Savaşı verdi Atatürk

Tüm dünyaya anlatayım

Türklüğü laiklik ilkemiz

 

Atatürk’ü bilmiyorum benim anlatmama gerek var mı, dünya tanır. Yani artık o sığmıyor bir yere.

Emeklisiniz.

Emekliyim.

Bizimle paylaşacağınız anılarınız vardır mutlaka?

Sevgili Ayhan Can, 1993 yılında Nesimi Çimen, Sefil Selimi ve ben Abdal Musa’dan geliyorduk, bir pazar günü akşama doğru anmalar bitti, bir arkadaşımızın arabasında gelirken, Korkuteli’nden bu tarafa geçtiğimizde Yörük çadırları gördük. Nesimi rahmetli hayli muzipti. Üç tane çadır... Büyük çadırlar kurulmuş, fakat çadırın birinin önünde yaşlı bir nine oturuyor onun yanına yanaştık yaşını sorduk, 90 küsür yaşındaymış. Selam dedik, aleykümselam oğul dedi, bir buyur attı, minder attırdı, oturttu bizi ilginç bir sohbet oldu orada. Oğul dedi hep sazı siz size çalıyorsunuz, bize niye çalmıyorsunuz. Dedik, nine ayran içmeye geldik dedik, dedi saz çalmazsanız ayran yok size. Orada ilginç bir şey çıktı, Sevgili Ayhan can. Öyküsünü yazmaya kalkıştığımız şey oydu. Nine bize ayran vermedi iyi mi? Bizi sıraya çekti özellikle de bana soruyor. Şimdi kadıncağız ayran vermeyeceğim dedi, size, neden dedik, oturun dedi bir hesap verin bakalım. Bana sordu özellikle nedendir çenem herhalde çok ki, dedi ki oğul sana bir sorum var, buyur nene, dedim. Sen nerelisin dedi, Ankaralıyım, Kırıkkale Keskin dedim, şimdi Kırıkkale oldu. İlk soruyu sordu, anan ekmeği nasıl yapardı? Kadın bir şey yakalamış, kültür ortaklığı var ya, kültür benzerliği. Ben kısaca ekini tarlaya ektin, biçtin, yetişti, sürdüm, savurdum, unu öğüttüm getirdim çuvala, büyük çuval, harar filan... Dur dedi, orada harar bizde de var dedi, unu aldım harardan kışın ekmek yapacağız yufka ocak dedim tezeği sacayak o bizde de var. Unun altına serilen, yakılan ateş kültür ortaklığı, dedi ki, oğul bizde de bunlar var, siz dedi, ay tutulduğu zaman ne yaparsınız, dedim ki teneke çalarız, silah atarız filan biz de de var... İşte ocak, külliye, ayak yoluna gitmek, cin çarpar filan şeyi anlattı kadın. Şaman geleneğinden gelen dedi bunlar bizde de var. O zaman dedi, niye bize saz çalmıyorsunuz ayrı gidiyorsunuz, biz ta oralardan yürüyerek geldik, bunun için bize Yörük derler oğul, biz de aynı canız, biz de aynı kanız ne farkımız var bizim? Nesimi’ye dedi ki, sen de bir saz çal bakalım, rahmetli curayı aldı güzel bir deyiş okudu. Gelinler getirin ayranı gayri, dedi. Ayranlar geldi, işte sana bir anı.

Her şeyin bir öyküsü var aslında hayatta. Sizin bazı şiirlerinizin de öyküsü var.

Zaten çoğunun var. Şimdi orada kadın Anadolu rengini ortaya koydu. Biz dedi, akrabayız oğul akraba. Bakın şimdi onun için ben Alevî, Sünni vs. denildiğinde Arap kültürünü yaymak isteyen Alevîlere karşı oldum hep, şiirlerimde de gördünüz belki. Anadolu Alevîliği ben de ağır bastı, çünkü ben köyümde onu doya doya yaşadım.

Doya doya yaşadınız çevrenizdeki Alevî/Bektaşi köyleri hangileri?

Bir Hasan Dede var bize yakın. Onun dışında Haydari Sultan’a bağlı olan Keskin’in 72 pare köyü var, bizim köyle 73 pare köy, Keskin’i araştırdığımda 73 pare köyün iki tanesi Bizans’tan kalma. İkisi de benim köyüme yakın, birisi Cebat Ovası bir de Konur Köyü diye, onun dışında 72 pare köy, 70 pare köy, Hacı Taşan’ın da anlattığı gibi Bozlaklarında Cerit, Yörük, Avşar birliklerinden oluşan köyler. Hep Arap olmayan köyler. Şimdi ne yazık ki gelin görün hepsi asimile olmuş, tamamen Emevi inancını benimsemiş. Hatta Haydari Sultan’a bağlı 14 tane köy var aslında. Yusuf Dede anlatırdı, oğlum derdi, Köprü Köyü’nden tabii biz dağda otururken bizim köyümüzün yeri dağın başında.

Hangi köylerdi bunlar?

Köprü Köyü, Danacı Ovası, Cerit Kalesi, Karakeçili, o dağın dibinde belli köyler var. Gelin görün ki bugün tamamen asimile olmuş.

Başka hangi köyler var?

12-13 tane köy var.

Hangileri, hatırladığınız isimler?

Hayli kalabalık köyler mesela Esat Numunlusu, Gerit Numunlusu, böyle köyler var ki isimleri de belli. Dede Köyleri var, Baba Köyleri var hepsi bitmiş. Keskin’in yetiştirdiği şair ve ozanlar da var.

Kimler mesela?

Şu anda anımsayamıyorum ama, sonlarından Kul Rabia’ya var, Nebi, Kul Rabia’nın köyü Alevî / Bektaşi köyü ama gel gör ki...

Neresi dediniz.

Cin Ali Uşağı Köyü. Ankara’da yedik taze meyveyi diye bir türkü vardır. Meşhur türkü o türkünün sahibi olan kişinin de kız kardeşidir.

Ozanlık nedir, geçmişten günümüze ne yapmıştır ozanlar, şimdi ne haldedirler, gelecekte ne olacak halk ozanlarının hali?

Halk ozanları, bence çok şey yapmıştır, neden? Başa döndüğümüzde Dede Korkut’u ele aldığımızda ozan ekonomik çıkar gözetmeden, o sevdayı ona kim vermişse Tanrı mı vermiştir, içinde yaşadığı toplum mu vermiştir, o sevdadan yılmadan şuraya gelmiştir. Bazen idam olmuş, bazen yanmıştır, bazen tutsak olmuştur, ama bu güzel felsefeyi bugüne taşımıştır. Bunu bence dedelik kurumunu bazı dostlarımız zaman zaman eleştirirler ama ben karşı çıkmadım. Dedelik kurumu ve ozanlık kurumu ikisi çok önemli yandaş olarak hizmet yürütmeli.

Ben onu soracağım, dedeler, ozanlar, zakirler birileri mi bölmüş bunları, bunlar aynı kök değil mi? Ya da yakın olması lazım değil mi, birbiriyle, bu insanların tanışmaları, kaynaşmaları, ortak üretmeleri gerekmez mi?

Şimdi güzel can, tabii eski misyonunu dedelik de yitirdi zaten. Örneğin bana Hacı Bektaş Derneği’nde görev yaptığım sürece hep dede diye geldiler. Ben bunu dışlamaya çalıştım niye, dedeliği beğenmediğim için mi? Belki o misyonunu yitirdiği için. Bilimsel bir kişi olmalıydı dedeler, eskiler bilimsel olmasa da örneğin benim kendi dedemi anlattığımda 1945’li yıllardan 90 yılına kadar benim köyümdeki o çevre köylerdeki diyaloğu iyi kurabildik, barışçı bir diyalog kurduk, bugüne taşıdı, getirdi. Yanında yetişen aşıklarıyla beraber. Ben de dede çocuğuyum ama orada değilim, yani. Hatta Hacı Bektaş Derneği yeni kurulduğunda bizim Kırıkkale’nin köylerinden bir kadın bakıyor ki, Haydar Sultan evlatlarından birisi var. Kapmış çocuğunu bana getirdi ben canlı şahidiyim bunun. Orada da görevliyim, buyur bacı dedim, dede dedi, buna bir oku. Bakın şimdi ilginçtir bu, cebine de iki tane kağıt para koymuş, iki tane 50 binlik koymuş dedim ki, otur bakayım şuraya, birkaç tane de ziyaretçi var. Yüksek sesle dedim ki, bacım niye getirdin bu çocuğu, dede bu çocuk hasta, sizin köye gitmemiz gerekiyor, Haydar Sultan’a, Türbe’ye ama gidemedik dedi, sen buradaydın sana getirdik. Oturttum bacıyı oraya, bakın, dedim, ben dede filan değilim, o köylüyüm ama sonra, dede de olsam benim yapacağım dua bu çocuğa bir şey vermez bak kardeşim paranı cebine sok bu çocuğu da al doktora veyahut hastaneye götür. Sanırım dedelik kurumunun eleştirilen yönü buydu. Ha biz buna belki zamanla karşı çıktık neden? Şimdi Ayhan Can, güzel can bilgisayar mühendisi olan bir Alevî genci, o Alevî dedesinin üç tane olayının dışında anlattığını kabullenmekte zorlanır. Ama neyi kabulleniyor genç, toplumsal barışı, toplumsal paylaşımı, toplumsal mahkemeyi, yargılamayı benimsiyor. O da var zaten Alevî ibadetlerinde, Alevî cemlerinde. Bizim dedelerimiz şunu yaptı zamanında belki gittiler üç beş kuruş toplayıp gelip dedelik kurumuna zarar da verdiler. Ama bunu yapmayan güzel insanlar da vardı, örneğin benim köyümde Yusuf Dede benim ailemde iki tane dede vardı, görgülemeye giderdi, görgü yapmaya giderdi. Hanımın amcası vardı, Hasan Dede vardı o gidip toplardı, bayağı da para biriktirdi, Kırıkkale’den arsa vs. aldı. Hepsi gitti, çocuğu da yoktu. Benim hanımıma kalacaktı mal kalsaydı iyiki kalmadı. Ama Yusuf Dede’yi gelip götürürlerdi, onun başka bir şeyi vardı, beni etkileyen yönü şuydu, akrabalığın ötesinde ben iki defa da onunla Sungurlu’nun köylerine gittim. Orada biriken hakkullah deniliyor, onu çağırır köyün yaşlı kişisini ya da muhtarını onun huyu öyleydi der ki, oğul bu köyde muhtaç olan kimler varsa lütfen bunu dağıtın. O da öyle bir dedeydi, ben o kuruma saygı duydum hep. Dedelik kurumu öyle olmalıydı, ozanlık da bu olmalıydı.

Peki nasıl koptu ve ozanlar nasıl, niye eski işlerini yerine getiremedi? Toplum değişti tamam ama ozanlar da değişti herhalde biraz.

Vallahi bana bu şiirleri neden direkt söylüyorsun, yazıyorsun diye, bir soru soruldu. Galiba sorunun cevabı herhalde burada ortaya çıkacak siz sormadınız ama ozanlar neden, ne yapıyor, ne yaptılar, ne yapmalı diye? Ben bir şey söylemeye çalıştım hatta dediler ki ben eleştirildim, bilim, sanat ve dil ustaları tarafından senin şiirlerinde ustalık, sanat biraz az söyleyeceklerini direkt söylüyorsun neden, dediler. Bunu beceremediğin için mi, böyle yazdığın için mi, direk söylüyorsun, bilerek mi direkt söylüyorsun, dediler? Sizin sorunuza sanırım cevap orada çıkacak ortaya. Ben de dedim ki bakın, o halkla da bağlantılıyım. Dede Korkut’tan günümüze kadar, Dedem Korkut, Pir Sultan, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal hatta Nasreddin Hoca besletmiş bu topluma, bu toplumun galiba algılaması biraz daha var ama hicvi pek anlamıyor herhalde hicvi seviyor, edebiyat olarak seviyor ama uyanması, algılaması geç. Onun için ben örneğin Susurluk Destanı’nı yazarken direkt söyledim, bağımsız bir yargıç olsaydın, diye başladım, Susurluğun içerisine bir sürü şey sokmaya çalıştım. Belki sanat estetiği az ama anlatılması gereken bazı olaylar vardı.

Onun için halk ozanları artık çağdaş şiirde olduğu gibi gül, bülbül gibi vs. filan değil, bugün bir şey varsa, şurada da gördüğümüz gibi kurt ile kuşa bir sualimiz var şiirlerinde olduğu gibi artık bunun direkt söylemenin zamanı gelmedi mi güzel can. Kardeşim 59 yıldır memleketi batırdınız ya. Bundan sonra akıllı olun size soruyoruz yani bu halkın adamca yaşaması gerekir. Bence halk ozanları bugün artık söylemeli bunu, halk da bunu anlamalı.

Yani süslemeden, yalın bir şekilde yazmak. Şunu kabul etmek lazım günümüzde çağdaş şairler olsun, halk ozanları olsun toplumsal sorunları da dile getirdikleri şiirleriyle öne çıkıyorlar. Kişisel, sevgi, doğa, aşk, gökyüzü, ülke. Değişik sevgi temalarını da işleyen şiirler var. Siz her ikisinde de bu yalınlığı savunuyorsunuz.

Belki orada kurtulamadığım bir şey var benim. Bir doğayı anlatırken, toplumdan kurtulamıyorum kendim, toplum bende ağır basıyor.

Toplumsal temaların yoğunlaştığı şiirleriniz fazla?

Şimdi bir Gökbük’ü anlatırken Gökbük’ün de sorunları var yani. Gökbük hep göründüğü gibi öyle yeşillik, içinden çay akan, balıkları olan falan bir doğa güzelliği olan bir Gökbük değildir sadece.

Yani dünyaya ve yaşama sorunlarını ön plana çıkararak bakıyorsunuz, öyle diyebiliriz.

Bence öyle olması gerekiyor ya da. Ben ondan kurtaramadım kendimi.

Kurtaramadım değil, herkesin özgünlüğü orada, herkesin bir yapısı vardır.

Sevgilimi anlatırken ben toplumsal konu ağır basıyor. Çünkü sevgilim ya da ben, toplumdan ayrı da değiliz.

Peki sizi yorduk.

Estağfurullah.

Çok sağolun, ağzınıza sağlık sizi tanıdık, sizi sevdik, çok güzel, çok mutluyum bugün peki sazlar nasıl konuşur, konuşur mu sazlar?

Sazlar konuşur, şöyle eğer bülbül az olan bir bahçeye girerse öter, ötmesini bilir. Ancak ben son şiir olarak bir şey söyleyeyim.

Evet.

 

Birbirimiz anlamadan kınadık

Boştan yere buna küsüldü dostlar

İhtiyar değiliz ya neden bunadık

Dostça merhabalar kesildi dostlar

 (Sizin bu son sorunuza galiba cevap bu olacak herhalde. )

 

Toros Dağları’nın sulak yaylası

İnsanın kendidir kendi aynası

Birlikten öteye yoktur çaresi

Neden ensemize basıldı dostlar

 

Keskinli Haydar’ın bozuk zamanlar

Bizi ancak bizden olanlar anlar

 

(Derviş Kemal’a bir gönderme var. Bizi ancak bizden olanlar anlar o sözcükte onun bir şeyi var. )

Birlik olun diyen güzel insanlar

Hallacı Mansurca ya da Pir Sultanca asıldı dostlar. Ozanın asıl görevi birleştirmektir. Söylenecekleri artık direkt söylemek zamanı geliyor. Çünkü bunu Dedem Korkut söylemiş, Yunus söylemiş, Nasreddin Hoca, daha niceleri bahsetmiş bunlardan.

Bu gerçek sözlere kızmışsan eğer gelme diyor, Derviş Kemal.

Buradan ona da bir selam olsun, sevgilerim olsun, özledim.

9 Mayıs’ta Uzunköprü’deydik, biz biraz geziyoruz, Hakk yardım ederse daha da gezeceğiz.

Bir daha giderseniz kucakla benim için.

Gezeceğiz, Trakya’ya da gideceğiz, gücümüz, ömrümüz yettiğince araştırcağız, gezeceğiz, güzellikleri derleyeceğiz. Ağzınıza, dilinize, sazınıza sağlık.

Ayrıca da böyle güzel uğraşan, bu güzel zahmete katlanan, buraya kadar gelen sen güzel dosta da sevgiler sunuyorum.

Söyleşi; 02.06.1999, Antalya

 

ESERLERİ

Toplu şiirleri ilk kez bir lisans tezinde yayımlandı:

T.C. Pamukkale Ü. Fen Edebiyat Fak. , T.D.E.B. , Lisans Tezi, Dilek Doğan, Keskinli Aşık Haydari (Kaya Özlük), 1998, Denizli

 

KAYA ÖZLÜK (II.)

 

  (AŞIK HAYDARİ)

 

Sizce “Halk Ozanlığı” neyi ifade ediyor? Adını kullandığı kitlenin söylemek isteyip de söyleyemediği bütün meseleleri objektif olarak birinci elden seslendirir.

 

Halk Ozanlığı sizce ne zaman ve nasıl başlamıştır? Ozanlık Dede Korkut’tan da öte bazı inanışlarda bile görürüz.

 

Çocukluk döneminizdeki ailesel ve çevresel şartlarınız nasıldı? Perişanlık içinde geçti ve rahatsızdım.

 

Köyde mi, kentte mi doğup-büyüdünüz? Köyde doğdum. 8 yaşında el kapısına çıktım, okul görmedim, ben beni yetiştirdim.

 

Bir Alevi ocağına bağlı mısınız? Haydar Sultan Ocağına bağlıyım.

 

Küçüklüğünüzde ve gençliğinizde cemlerde bulundunuz mu? 1948’den 1960’a kadar küçük yaşta ceme alındım.

 

Dedeler, zakirler, mürşitlerle bir arada yaşadınız mı? Sizce dedeler kimlerdir? Saz çalmamdan ötürü zakirliği idare etmeye çalıştım. Kış günleri dedelerle bir arada kentleşme başlayana kadar pir ve mürşitlerle beraber haldaş oldum. Dedeler toplumun hakimi, savcısı, dedesi, babası hatta çok şeyi olan kişilerdir.

 

İlk şiir tecrübeleriniz nasıldı? Ne zaman şiir yazmaya başladınız? Abdal Musa ceminde başladı.

 

Şiir yazarken özendiğiniz, örnek aldığınız, ozanlar kimlerdi? Eski aşıkların, ozanların kurmuş olduğu sağlam temeller üzerine güncel malzeme kullanıyoruz.

 

Dünyaya bakışınız, insan, tabiat hakkındaki fikirleriniz nelerdir? İnsan ve bütün canlılar özellikle de temiz iyi korunan bir doğa elbette, her bilimsel ozanın ilham kaynağı ve aşkıdır.

 

Şimdiye kadar katıldığınız yarışmalar hangileridir? Birkaç tane yarışmaya katıldım.

 

Aldığınız herhangi bir ödül var mı? Bazı ödüller aldım.

 

Yayımlanmış kitabınız var mı? Cumhuriyet Türküsü adlı bir kitap ve çeşitli antolojilerde şiirlerim.

 

Sizce Hz. Ali nasıl bir insandı, en önemli özellikleri nelerdir? Hz. Ali örnek bir kişilik, özdeyişleriyle, yaşamıyla örnek bir devlet adamı, Kerbela ise hiçbir canlıya yakışmayan melanettir. Matem şiiri yazılabilir bir olay.

 

Alevi -Sünni farklılaşması ve Alevilerle Sünniler arasındaki kaynaşma hakkında neler düşünüyorsunuz? İki toplumun birbirini ve kültürlerini çok iyi tanımasını öneririm. Yunus, Pir Sultan, Nesimi, Hatayi onlar dünya insanlığının ortak malıdır.

 

Atatürk ismi size neyi ifade ediyor? Atatürk’ün Türk insanına getirdikleri nelerdir?

Türkiye’nin geri kalmışlığını nelere bağlıyorsunuz? Türkiye’nin geri kalmışlıktan kurtulmasının tek şartı kültürel yönden kendini geliştirmesine bağlıdır. Ayrıca da demokrat olmanın yolu da oradan geçer.

 

Sizce Halk Ozanları toplumsal olarak ne gibi işlevleri yerine getirmişlerdir? Halk ozanları, halkın türkülerini, ağıtlarını, acılarını daha sayılamayacak örneklerle dile getirmişlerdir.

 

Ozanlara ekonomik destek sağlanması için neler yapılabilir? Ozanların eserlerinin korunması, kasetlerinin, kitaplarının basılabilmesi için neler yapılabilir? Ozanın desteği demokrat kitle kurumlarıyla dayanışma içinde çözülür, ancak karşılıklı ve iyi niyetli olunursa eserler korunur. Kitabı da kaseti de yapılabilir.

 

Dedeler, babalarla ozanlar arasındaki ilişkilerin daha yoğun olabilmesi için neler yapılabilir? Dedenin ozanı olmasa ayağının biri topal gibi olur, ozan cemlerde aynı durumdadır. İlişkilerinin daha yakın olabilmesi için Cem Vakfı gibi benzeri kurumların elini taşın altına sokarak tabii ki buna o sevgili halkımızın da desteği ile burada görüp de sevinç gözyaşları döktüğü cemevi gibi yerlerin daha da çabalarla dedelik ve ozanlık yani zakirlik kurumu yasalar içerisinde hayata geçirilmesi önerimdir. Ancak o zaman dede ve zakir yakınlaşması daha iyiye gider.

 

Köyünüzü çevreleyen Alevi/Bektaşi köyleri var mıdır? 70 köyün 69 tanesi cerit, Afşar, Yörük ve Türkmen kökenli olmasına rağmen tamamen asimile olmuşlar. Sadece benim köyüm tekke köyü olduğu için yarı buçuk bizlerin de varıp gelmesiyle Alevi kimliğini koruyabildi. Danacı obası, Hacı obası, Cabat obası, Aşağı şıh, Halil dede, Barak obası gibi.

 

Piriniz hangi ocaktan gelir? Haydar Sultan.

Rehberiniz hangi ocaktan gelir? Hacı Bektaş.

 

Varsa köyünüzdeki dergahın ve türbenin adı           ? Ahmet Yesevi oğlu Kubbettin Haydar’ın türbesi vardır. Bazı hastalıklara iyi geldiği gözlenmiştir. Yılda binlerce kişi ziyaret eder. Beş yüze yakın kurban kesilir.

 

Türbedeki zatın soyağacı, özellikleri? Ahmet Yesevi oğlu olduğu yazılıdır bazı belgelerde.

 

Köyünüzdeki ziyaret yerleri ve yatırların adresleri? Haydar Sultan, Ağlayan Kaya, Ziyaret Tepesi.

 

Çevre köylerdeki ziyaret yerleri ve yatırların adresleri? Konur köyünde Cılbak Ali Sultan, Kızılırmak kenarı Halil Dede köyünde Musa Dede, Kulu dede türbeleri

 

Yörenizde bir kültür veya dini inançsal anma etkinliği yapılıyor mu? Yapılıyorsa, tarihi nedir? Hasan Dede Karpuz Festivali, Kara Keçili’de bir başka anma yapılır.

 

Eşiniz Alevi mi, Sünni mi? Eşiniz Alevi ise dede kızı mı, talip kızı mı? Alevi, dede kızı.

 

Oğlunuz evliyse, eşi Alevi mi, Sünni mi? Aleviyse dede kızı mı, talip kızı mı? Alevi, dede kızı.

 

Kaç yaşındasınız? 61.

 

Mesleğiniz ya da işiniz nedir? Emekliyim.

Varsa, çocuklarınızın isimleri nelerdir? Vildan, Figen, Suna, Caban.

 

Sizce Türkiye’de ne kadar Alevi/Bektaşi vardır? 22 milyon. 

Hangi çalgıları kullanıyorsunuz? Saz, bağlama, keman gibi.

 

Hangi Alevi Bektaşi anma etkinliğine katılırsınız? Abdal Musa, Hacı Bektaş Veli, Veli Baba anma törenlerine 10 yıldır katılırım.

 

Muharrem orucunu ne zaman ve ne kadar tutarsınız? Kurban bayramından 20 gün sonra 15 gün tutarım.

 

Hızır orucunu ne zaman ve ne kadar tutarsınız? 3 gün.

 

Hz. Ali’nin doğum günü olarak hangi günü kabul ediyorsunuz? 21 Mart Nevruz.

 

Bağlı olduğu ocak                             : Haydar Sultan

Nüfusa kayıtlı olduğu il                    : Kırıkkale

İlçe                                                      : Keskin

Köy                                                     : Haydar köyü

Köyün hane sayısı                            : 75

Köyün nüfusu                                    : 300

Köyde yaşayanların sayısı               : 300

Şehre göç edenlerin sayısı              : 800

Köyde konaklama yeri var mı? Varsa kaç kişiliktir? Cemevi var.

 

Görüşme tarihi: 13 Mayıs 2000

 

Kısaca yaşam öyküm

 

10 Kasım 1938, Keskin Haydar Dede köyü doğumluyum. 7-14 yaş arası el ve ağa kapılarında hizmetkarlık, 14-18 köye dönüş ve yine çobanlık ama bu arada köyde cem zakirliği yapmaya çalıştım, Aşık Bektaş Gazeloğlu’nun yaninda.

1959’da asker oldum.  1961 askerlik dönüşü Ankara serüvenim başladı. Aktaş yetiştirme yurdunda bir iş buldum. Bulaşık yıkamaya başladım ve dört senede iyi bir tabldot aşçisi oldum. Bu arada şair ve müfettiş Öğretmen Arif ile taniştim. O sayede Mahsuni ve isim ustam Aşık Veysel’le tanıştım. (1963)

1968 de Enerji Bakanlığında baş aşçi olarak petrol ofisi kadrosunda göreve başladim. 12 eylül döneminde emekli olmak zorunda kaldim.

1974 yilinda Ankara Sanat’ta Pir Sultan oyununda birkaç arkadaşımla rol aldım.

 

Yayınlanmış eserlerim:

(1) Pamuk Kale Üniversitesi Fen Edebiyat Bölümünden dilek doğan bitirme tezi.

(2) Cumhuriyet Türküsü isimli bir şiir kitabi (Kutlu Avci Matbaacilik Yaşar Koç Sponsorluğu ile)

(3) Ozanlar Vakfi Yayinlarinda (35) Sayfa (Ozanlardan Bir Demet Antoloji)

(4) Günümüz Alevi Ozanları (600) sayfada (40) sayfa

 

Son arzun nedir  diye sorsalar?  Paslanmış, kirlenmiş, çıkar hırsi ile dolmuş yüreklere sevgi, saygı ve yine sevgi dolsun, derim.      

68 yıllık hayat   serüvenini kapatırken;

Geçmişime biraz fazla takıldığıma sakin kızmayın, eskileri irdeleyip kavga ve nefret yaratmak değildir asla amacım, aksine o günlerdeki yanlışlardan derslerin çıkarılmasıdır gayem.

 

Horosan Hoyundan

 

Aslım geldi horasandan boyundan

Neslimi sorarsan haydar soyundan

Sülalem sulandı bağrek suyundan

Ata yurdum olmuş bağrek dağlari

 

Yürüdükte  geldikte ordan diz dize

Yörük, cerit, türkmen dediler bize

Aşk ile bakştık bizler göz göze

Ata yurdum olmuş bağrek dağları

 

Örenimiz bağrek dağın başında

Hırçın dumanında yalçın taşında

Semah tuttuk boranında kışında

Ata yurdum olmuş bağrek dağları.

 

Derken bu dizelerin bu coğrafyayi nedenli zorluklarla yurt edinildiğinin anlatımı olsa gerektir.

 

Türkülerimiz bizim sevdamızdır

 

Mustafa Kemal ve arkadaşları önderliğinde kurtuluş savaşı verip ulus bir devlet yaratan bir toplum olmamiza rağmen türkülerimize zaman zaman yenik düşeriz. Nedendir bilinmez hep ağit yakariz,türkü yakariz bunlara acilarimizi, tasamizi, sevincimizi, aşkimizi, sevgimizi, hatta göz yaşlarimizi bile yükleriz. Sira gelir  bir sevdamizi tasamizi sitemimizi sevdiklerimize, hasret kaldiklarimiza silaya, asker ocağina, savaş alanlarina göndermeye.

Işte gönderme araçlarimizdan bazilari. Bülbüller, turnalar, esen seher yelleri hele hele çağlayarak başini taşlara vuran sular. Çoğu zamanda dağlar oluverir bu sevgi ve sitem gönderme aracimiz. Kimiz zaman olur ki küseriz sitem ederiz kalburla toprağini eleriz.  Kimi zaman dağlarini delik delik deleriz.  Zaman olur yalçin taşlarina, kimi zaman hirçin dumanina sevgi  duyariz. Kimiz zaman yare gitmek için dağlardan yol isteriz. Böyle uzar gider dağlarin türküsü eğer bunlari tam anlatayim derseniz kitaplari doldurur.

Dağlarin türküleri öyle güzel mekanlardir ki bu yerlere yiğit ve yürekli insanlara da korkak ve pisirik insanlara da onun o tertemiz olan yüreğinde yem yeşil ormanlarin içinde yer vardir. Aynen tüm canlilara analik ettiği gibi dostlarim işte bağrek daği da bu dağlardan birisidir.

Orta anadolu’nun tam ortasindan keskinli haydar dede’nin can yoldaşi bağrek daği.

 

Neden bağrek daği türküsü?

 

Buram buram anadolu; buram buram vatan koktuğu için payamli tepesi ile esme çeşmesi ile tokali çöğ ve inenin cöğü ile gürem gürem meşe ormanlari ve yeşil yaylalari ile ambarli kişlasi, büyük ve küçük domuzlusu ile mercimek pinari ve erağlani ile her yandan gürül gürül akan sulari ile kurt ini,  inin önü ve ağlayan kayasi ile burçulusu, keklik asari, asar kalesi, kara pinar, taşli tarla,biyiğin mezari, sayaca si, sari deresi ve daha saymakla bitmeyen güzellikleri ile ata toprağim olan yaziyla, kişiyla, taşiyla, toprağiyla canim anadolu’mun bir parçasi olduğu için. (!)

Çeşitli medeniyetlere beşiklik ettiği için; dahasi ahmet yesevi oğlu kudbettin haydar’i sultan’in bizleri miras biraktiği için. (!)

Bağrek dağlari neresidir?

Orta anadolu’da kirikkale’nin keskin ilçesinin dinek daği, çiçek daği, bağrek daği olarak da anilan toros dağlarinin yavrularindan bizans yerleşim eksi birimlerinden olan kapadokya’yi ve keskin düzlükleri gibi bazi güzel yurt köşeleri olan bu güzel coğrafyayi bizlere miras birakan ilk üç eren olan ahmet yesevi oğlu olan kudbettin haydar sultan’in  ilk gelip yerleştiği yeşillikler ve meşe ormanlari ile bezenmiş etrafinda 15-20 pare köye sahiplik eden binbeşyüz-ikibin metre yüksekliğinde bir yerdir bağrek dağlari. 

 

 

Söyleşi; AYHAN AYDIN

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Âşık HAYDARİ  (Kaya ÖZLÜK)

Harun YİĞİT

 

Aşık Haydari’yi 2006 yılının bir ilkbahar ayında tanıdım.

Mustafa Ceylan hocam bana; “Seni , tam senin kafa dengi bir ustayla tanıştıracağım. Onunla tanıştırdığım için bana dua edeceksin” demişti.

İlk tanışmamızda oldukça duygusal anlar yaşamıştık. Çünkü Haydari babanın uzun yıllar kokusunu özlediği dostlarının yanından gelmiştim Haydari Baba’ya uzaklarda gelen rüzgar misali o dostlarının kokularını taşımıştı karınca hafifliğinde kuş kanadında. İlk gördüğümde iyice süzmüştüm. Saffet Uysal’ın sözleri aklıma geldi hemen; şöyle demişti Saffet abi: “Sigara dumanından ak bıyıkları sararmıştı” sözleri doğruydu.

O günden sonra ülkeme her gelişimde Aşık Haydari’yi mutlaka ziyaret edip görüştüm. Daha sonra Antalya’ya yerleştim. Fırsat buldukça görüştüm ve görüşmekteyim.

Son birkaç yıldır Haydari’nin şiir yazmadığını öğrenince çok üzüldüm. Kendisiyle bu konuyu defalarca konuşup tartıştık.  Sadece ben değil Aşık ve Ozan dostları da konuştu ama ikna edemedi onu yazmaya. Yazmak istiyordu ama yazmıyordu. 2010 yılında bir rahatsızlık geçirdi ve Aşık Kazanoğlu ile hastaneye gittiğimizde  bile yazması gerektiğini söyledik. Haydari baba bize: “Yazdıklarımdan, çığırdıklarımdan ötürü defalarca mahpus oldum, defalarca işkence gördüm. Ben bu halk için çok acıları sırtladım ama halk nereye çevirmiş yönünü?  Uyanmayı istemeyen vurdumduymaz insanlara bundan sonra ne desem nafile” dedi.

Aslında söylediklerinde hiç de haksız değildi.

Eve geldikten sonra Haydari babayı kamçılayacak bişiler yazmalıydım ve yazdım da.

 

HAYDARİ

 

Uçurumdan atlayacak sürü çok,

Atlayanlar sağ kalır mı Haydâri?

Özgürlüğe düşkün olan kurda bak

Hiç dumansız dağ olur mu Haydâri?

 

Topladılar meydanlara yağcıyı,

Gözden çıkartmışlar solcu sağcıyı.

Yürüdüler dövmek için yağcıyı

Hiç bağbansız bağ olur mu Haydâri?

 

Sahip çıkmaz isen kendi iline,

Acı biber sürecekler diline.

Bakamazsın ay yıldızlı alına

El çaputu tuğ olur mu Haydâri?

 

İçten kırılsan da yüreğin tunçtan,

Kopmadığın, biliyorum amaçtan.

Gürültüyle düşmek için yamaçtan

Kar yağmazsa çığ olur mu Haydâri?

 

Bir azınlık Yiğit’leri ezerken,

Zamansızca söylenecek söz erken.

Kimileri vatan için ölürken

Hiç döneksiz çağ olur mu Haydâri?

 

Harun Yiğit

Ben bu dizeleri yazdıktan birkaç ay sonra  beni aradı ve bulunduğum mekana gelerek elime bir kağıt uzatarak “Şuna bakar mısın” dedi. Şiiri okuyunca gözlerim yaşardı; “İşte buydu Aşık Haydari” dedim..

 

 

Bu arada gerek görüşmelerimizde gerekse birkaç defa telefonla arayarak bana; “Özellikle senin Mahmut Erdal’a nazireni lütfen ekle” dedi. Bende bunun üzerine üstadı kıramadım ve o nazireyi aşağıya ekledim.

 

 

Eşek

(Mahmut Erdal'a Nazire)

 

Davul çalsak duymuyorsun

Uyanayım deme eşek

İnadından caymıyorsun

Uyanayım deme eşek

 

Yakalayan semer vurdu

Şu sırtında koca yurdu

Dolaşarak seni yordu

Uyanayım deme eşek

 

Biri indi biri bindi

Sırtındaki bile dindi

Ne şeytandı ne de cindi

Uyanayım deme eşek

 

Akılları tartındadır

Muskacılar sırtındadır

Gözleri pıl, pırtındadır

Uyanayım deme eşek

 

Taşımaya alışmışsın

Sap samana yılışmışsın

Batma görüp ilişmişsin

Uyanayım deme eşek

 

Biri gelip yemin çalsa

Sana bomboş torba kalsa

Aç kalıp da sıpan ölse

Uyanayım deme eşek

 

Sırtının her yanı yanır

Seni gören Yiğit sanır

Bir tutam ot için anır

Uyanayım deme eşek.

 

Harun Yiğit

 

Yüzündeki çizgiler ezilmişliğin, horlanmanın, yorgun düşmenin ve ülkemin haritasını andırıyor.

Sevgili hocam Sabit İnce, Haydari’nin kitabını bastırmak için bir kaynak bulduğunu ve onun bütün şiirlerini temize geçip kendisine yollamamızı istemesi beni çok heyecanlandırdı. Masal ve öykü yazarı arkadaşım Ali İrşadi’yi aradım ve Haydari babanın şiirlerini temize geçmede büyük emek sarf etti; kendisine katkılarından  burada çok teşekkür ederim. Bir an önce Âşık Haydari’nin bütün eserlerini ve onun hakkında yazılanları toparlayıp Sabit İnce’ye yollamak için heyecanla gece gündüz çalışma yaptım. Umarım üstada az da olsa katkıda bulundumsa ne mutlu bana.

Bu yazıyı hazırlarken ayrıca son şiirini de ilk okuyan ben oldum. Bu da benim için ayrı bir onur.

Haydari babaya uzun ömürler dilerken o güzel yüreğinden öpüyorum.

 

Harun YİĞİT

30 Ağustos 2014

 
   
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden