HARUN YİĞİT / VADANDAS OSMAN'IN YERINE HOS GELDiNiZ
  SARIKAMIŞ
 

Harun Yiğit

BUZLARIN TUTUŞTUĞU YER
SARIKAMIŞ
 

Gülce Edebiyat / Antalya - Kasım 2015 
Buzların Tutuştuğu Yer Harun YİĞİT
ISBN: 
Mavi Kitap - 2015
 
Bu Kitabın yayın hakkı Mavi Kitap aracılığı ile yazara aittir.
Her Hakkı Saklıdır. Bu kitapta yer alan metinlerin yazılı izni
olmadan basımı ve dağıtımı yapılamaz.
Mavi Kitap Yayıncılık
Adres: Elmalı Mah. Şht.Bn. Cengiz Toytunç Cad. No:70 
Başargan İşhanı Kat:2 no:39/40 Muratpaşa/ANTALYA
Telefon: 0242-247 98 45
www.mavikitabevi.com 
Yazar İletişim : yigit_harun@yahoo.de / 0545 2111331
 
: İpek ofset / Konya
 
 1961 yılının mayıs ayında Konya, Ilgın, Beykonak kasabası’nda 
doğdum. İlk ve orta öğrenimimi kasabasında tamamladıktan sonra 
76/77 öğretim yılında Ilgın Endüstri Meslek Lisesi ne başladım. 1977 
Mart’ında Almanya’ya ebeveynimin yanına işçi ailesi olarak gittim. 
   Küçük yaşlarda resim sanatına ilgi duyduğumdan amatör olarak kendimi 
yetiştirip uzun uğraşlar ve büyük çabalar sonunda 1982 yılında Hannover Türk 
evinde ilk resim sergisi açtım. Bunu daha sonra başka sergiler izledi. Almanya’nın 
değişik kentlerinde ‘’Yağlıboya, Suluboya, Çini mürekkep karakalem 
ve kömür çalışmalarından’’ oluşan 50’nin üzerinde resim sergisi açtım. 
   Resim sanatının aracılığı ile tanıştığım şair Can Yoksul, Osman Dağlı (Ozan 
Maksudi) daha sonra da Nihat Behram gibi şahsiyetlerden Edebiyat (Şiir) 
üzerine eğitici bilgiler edinerek şiir yazmaya başladım. 1991 yılında ölçülü 
uyaklı şiir stiliyle yazdığım ilk şiir kitabım olan Gurbet Türküleri’ni ‘’özel 
baskı’’ yayınladım. 
   1993 yılından 2000 yılına kadar Hürriyet gazetesinde serbest muhabir olarak 
çalıştım. Aynı anda Resim, şiir, yontu çalışmalarını da sürdürdüm. 2003 
Kasım ayında ikinci kitabım ‘’Duy Yunus Emre’’ Yalçın Yayınları tarafından 
yayınlandı. 2008 Haziran ayında üçüncü kitabım VATANDAŞ OSMAN 
“Hiciv” Gündüz Yayınevi tarafından yayınlandı.
“Temel Türk Destanları” ve “Yiğitlerin Destanı” kitaplarım Gelişim Sanat 
Yayınları tarafından yayınlandı. Bitmek üzere olan projem: “Ana’dolu Yiğit 
Dolu”
Üzerinde çalıştığım projem: “Yemen Destanı”
Buzların Tutuştuğu Yer Harun YİĞİT
“Dağ yamaçlarından, dere kenarlarından
Suların çağıltılarından
Kardelenler açtığı zaman
Ve taş kesildiğinde memleketin yüreği
Ayazı giyindiğinde tozlu yollar canım oy !
Ağzı süt kokan karanfiller girer düşlerime
Siz girersiniz...”
Buzların Tutuştuğu Yer Harun YİĞİT
Bu kitabın oluşumunda yardımlarını esirgemeyen ;
Gülce Edebiyat Akımı Kurucularından Araştırmacı ŞairYazar Mustafa CEYLAN’a, Ağabeyimiz, üstadımız Naim 
TUNCALI’ya
ve
Eğitimci Şairimiz Ahmet Turan KUL’a teşekkür ederim.
Buzların Tutuştuğu Yer Harun YİĞİT

 
İÇİNDEKİLER:
Giriş....................................................................................
Bölüm 1 Seferberlik..........................................................
Bölüm 2 Bölüğe Katılış.....................................................
Bölüm 3 .Üç Kıtanın Ortasında Dağım Ben.....................
Bölüm 4 Adım adım Sarıkamış Harekatı..........................
Bölüm 5 TEĞMENİN DRAMI ......................................
Bölüm 6 Halil ve Veysel’in Dramı...................................
Bölüm 7 Azap Muharebesi...............................................
Bölüm 8 ORDU BİTTEN KIRILIYOR...........................
Bölüm 9 ILGIN“lı Ali Onbaşı..........................................
Bölüm 10 120KAHRAMAN ÇOCUK..............................
Bölüm 11 Saya Gecesi Soğanlı........................................
Bölüm 12 KORKUNÇ YANLIŞLIK(Lar)........................
Buzların Tutuştuğu An........................................................
Bölüm 13 BİTİŞ- Hüzünlü SON.....................................
Bölüm 14 Onlar Bizim Şehitlerimiz................................
ŞEHİTLİKLER...................................................................
Kaynaklar............................................................................
 


GİRİŞ

 
“Sarıkamış sadece ağıt değildir;
Kırmızının ak’la
Kanın karla seviştiği yerdir.
Buzların alev alev yandığı yerdir
Sarıkamış sadece ağıt değil
Sarıkamış bir destandır “
Böyledir dünya işte... Güçlü zayıfa hükmetmek ve onu tümüyle sömürmek için Habil - Kabil’den beri kan akıtmıştır. Emperyalizm toplumların ve ulusların baş belası olmuştur. Açın tarih 
sayfalarını, orada insanın insana yaptığı zulümleri göreceksiniz. 
Tarihin 1914 diye haykırdığı zaman diliminde, Sarıkamış dağlarında ölüm kol geziyor, kar ve fırtına gencecik bedenler üzerinde yakarcasına esiyordu. Resmi kaynaklara göre doksanbin’in 
üzerinde şehidimiz vardı. Anadolu’nun her köyünden anaların 
gözyaşları ile birlikte ağıtlar yükseliyordu. Sarıkamış bu ağıtların 
yazıya dökülmüş halidir. 
Amacım, yakın tarihimizde yaşanan bu olayı gelecek kuşaklara 
aktarabilmek adına önemli bulduğum kahramanlık olaylarını 
şiirleştirerek , daha okunabilir halde yazmaktı.
Önce, kaynak edinmem gerekti. Gerek kütüphanelerde gerekse 
sahaflarda ve arkadaşlarımın da başta Mustafa Ceylan’ın 
yardımları ve çabalarıyla da ihtiyacım olan kaynakları toparladım. 
Ayrıca Prof. Bingür Sönmez’de kaynak kitaplar gönderdi.
Türk Edebiyatı’nda 20 den fazla Gülce Edebiyat Şiir türlerini 
kullanarak, eski (Geleneğe bağlı) şiir türleri ile serbest şiirin düş-
10
Buzların Tutuştuğu Yer Harun YİĞİT
manlığını yok ederek, gelenek ile yeniyi harman ederek okunabilir ve akıcı bir destan ortaya koymaya çalıştım.
Eksi 30 derece de acıların ve yiğitliğin destan olduğu Sarıkamış’ı 
artı 35 derecedeki, Antalya’da yazamayacağımı anladığımdan, 
Aralık ayında Erzurum, Oltu, Sarıkamış, Bardız ve Kars’a gidip incelemelerde bulundum. Bir gece Bardız Yaylası’nda eksi 
33 derece soğukta sabah saat 07.00’ye kadar nöbete kaldım. Eksi 
30 derece soğuk ayazı iliklerimde hissettim. Eksi 25 veya eksi 
30 dereceyi dudakla telaffuz etmek ya da ak kâğıda kalemle yazmak belki de sadece sobanın yanı başında duran tahta masanın 
arkasında döner koltuk ve bir de bilgisayarınız varsa ne kadar basitleştiğini tarif etmeğe gerek bile yok! Gitmeme neden biraz da 
Mustafa Ceylan’ın baskısı oldu. Ona da ayrıca teşekkür ederim. 
Burada bir kısa anekdotu paylaşmak istiyorum. Sigarayı bırakalı tam iki ay olmuştu. Bardız yaylasında eksi 33 dereceyi geçen 
soğukta gece saatlerinde askerler çorba getirdi. Gelenekmiş, o 
dağda nöbete duran herkese getiriyorlarmış. Plastik bardaklarla 
nöbetteki herkese çorba dağıttılar. “Buğday çorbası” adı verilen 
bu çorbanın içerisinde “dane” yoktu. Buğday kokusu var ama. 
Biraz baharat, biraz tuz. O an canım hiç çekmediği kadar sigara 
çekti. O gün sabahı edebilirsem bundan sonra asla içmeyebilirim 
düşüncesiyle zor da olsa nöbeti tamamladım.
Destanımın mısraları arasında zikrettiğim yerleri, Sarıkamış Gönüllüleri Vakfı’nın düzenlediği kafileye katılarak gezdim, gördüm ve yaşadım. Benimle bizzat ilgilenen saygıdeğer insan ünlü 
kalp cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez’e ayrıca teşekkür ederim.
Sarıkamış bizim destan... Türküler, ağıtlar, yiğitlemeler bizim. Bu acı, bu soğuk, bu dağ, bu öykü bizim. Yürek sesimizdir mısralarımızın ruh kökleri. Buyurunuz, birlikte gezelim bizim dağları, birlikte çığıralım türkümüzü, yanalım, yakılalım ve gelecek nesillere sunalım; olmaz mı?
Saygılarımla.
Harun YİĞİT
11
 
Buzların Tutuştuğu Yer Harun YİĞİT
SARIKAMIŞ DESTANI (Gülce-BAHÇE)
 
“Güllü ablamın Çakır Hasan
Öksüz Hasan yani
Seyitlerin Mıstafa’sı ve ben
Bir Selçuklu heybesi içinde celbimiz
Düşeriz yan yana
Kara vagonlara dolarız heyy!..
Ayastefanos Antlaşması, 93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus
Savaşı) sonunda imzalanan barış antlaşmasıdır.
93 Harbi olarak da bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, 
Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisiyle sonuçlandı. Rus ordusu, 
batıdan Yeşilköy’e (eski adı Ayastefanos), doğudan Erzurum’a 
kadar geldi. Osmanlı İmparatorluğu, barış istedi. Rus orduları 
başkomutanı Nikolay, barış esaslarının mütarekeyle birlikte 
görüşülmesi şartıyla bu isteği kabul etti ve 3 Mart 1878’de 
İstanbul’un Yeşilköy semtinde Osmanlı Devleti açısından ağır 
koşullar içeren bu antlaşma imzalandı. Buna göre;
 Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve 
sınırları genişletilecek.
 Büyük bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Prensliğin sınırları 
Tuna’dan Ege’ye, Trakya’dan Arnavutluk’a uzanacak.
 Bosna-Hersek’e iç işlerinde bağımsızlık verilecek.
 Kars, Ardahan, Artvin, Batum, Doğubeyazıt ve Eleşkirt 
Rusya’ya verilecek.
12
 
 
 Teselya Yunanistan’a bırakılacak. Girit ve Ermenistan’da 
ıslahat yapılacak.
 Osmanlı Devleti Rusya’ya 30 bin ruble savaş tazminatı 
ödeyecekti.
Ancak bu antlaşma ile Rusya’nın Balkanlar’da tamamen hakim 
bir konuma gelmesi Batılı devletleri telaşlandırdı. Zira Rusların, 
Bulgaristan yolu ile sıcak denizlere inmeleri, Birleşik Krallık’ın 
Hindistan sömürgelerine ulaşmasına ve Avusturya-Macaristan’ın 
Bosna-Hersek’i ilhakına set çekmiş olacaktı. Osmanlılar bu 
tepkilerden yararlanarak Kıbrıs’ın idaresini Birleşik Krallık’a 
bırakmak koşuluyla Berlin’de yeni bir antlaşma (Berlin 
Antlaşması) zemini elde etmeye başardılar. Ayastefanos’un ağır 
şartlarını hafifleten Berlin Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nin 
Balkanlar’daki varlığı bir süre daha devam etti.
Ayastefanos Antlaşması, Osmanlı devrinde Sevr Antlaşması gibi 
kâğıt üzerinde kalan bir antlaşmadır.
Bunca yıldır kan kokuyor
Sarıkamış Dağlarında
Analar ağıt yakıyor
Sarıkamış Dağlarında
Nöbet tutar beyaz ölüm
Kısım kısım, bölüm bölüm
Bir şehit çiçeği gülüm
Sarıkamış Dağlarında
Paşalar asker öğütler
Hava soğuk donmuş gök, yer
Ak kefende koç yiğitler
Sarıkamış Dağlarında
Tüfeğini kucaklamış
Tabakadan tütün sarmış
13
 
 
Ayaz kesmiş geceden kış
Sarıkamış Dağlarında
Dizim dizim dizilmişler
Şehit diye yazılmışlar
Şafaklardan süzülmüşler
Sarıkamış Dağlarında
Bir adım ki dağ
Bir dağ ki
Adım atası değil yâr
Ötesi sonsuz
Berisi imansız
Seheri yok ıssız dumansız
Senden bir destan istedim
..............Son mektubumda
Gecenin buz soluyan vaktinde
Düştün aklıma nereden bilmem
Böyle apansız
......Zamansız
Kim söyledi sana kim?
Soğukların titrek yüzünü sevmediğimi
Işığın karanlıkta eridiğini
Suyun kör kuyulara yürüdüğünü
....O diş kıran soğukları.
“Enverland” trenlerinin kara zift soluğu
İstasyonsuz
Makassız
Raysız kalasıca gelişinde
Ve Naciye Sultan tebessümünde 
14

 
Saraya damat oluşunda hırsın
.....Ne varsa cümlesini anlatırsın “Alaman’dan”
......Susmaksızın cevabı mektubunda
.......Olur mu?
Ben kefen giyinmiş
Güveysiyim bu dağların
Sen sarayda iç güveyi
Portakalsın, morca narsın?
Beslemesi, süslemesi
Emperyalist Almanların
Ecelimi giyinmişim
Yoktur gayrı bugün, yarın
Son mektubumda
.....Bir destan istemiştim senden
Unutmadın değil mi?
Taş kesildi dalda kuşlar
Sarıkamış Dağlarında
Çamur-çaylak dik yokuşlar
Sarıkamış Dağlarında
Ben üşürüm
Anam ağlar
Ben donarım
Yârim ağlar...
Göğsümde yâr mendili var
Titresem tenimi ovar
Sus ey sesim, anam duyar!
15

 
Sarıkamış Dağlarında
Dayanılmaz açlığım
Ekşidi midemdeki öd suyu
Ağzım buruş buruş
İçimizde işin aslı
Kim demiş ki asker yaslı
Konya, Ilgın ve Sivaslı
Sarıkamış Dağlarında
Kaygusu yok başımızın
Dağ doruğu sisli, puslu
Coşkusu vatan telaşımızın
Yürürüz ölümüne
Başı dik
Alnı ak ve namuslu
Gittiğimiz düğün zaten
Kalk borusu zar, zor öten
Yâr gülüşü gözde tüten
Sarıkamış Dağlarında
Bu dağlar başka dağlar
Kardelendir umut ağlar
Kar altında filizlenir
Sarıkamış Dağlarında
 
Tren yolu
Kara vagon
Sevkiyat
BÖLÜM-1
17
 
SEFERBERLİK
 
“Çamlı beller bölük bölük bölünür”
Sazım Çalınır Köroğlu’ndan beri
Gece kuşlarının zindan karası
Dem vaktinde dertli dertli
Çalar sazımız
Çınlar avazımız
Bir ayvazdır
....Kıratına binip gelende zaman
Sazın sarı tellerinde yürek sesimiz
Dağ sessizliğine düşüverir Sarıkamış’ta
Seferberlik havaları sarınca içimizi
Özlemle döner değirmenlerin mili
Celbini alıp gelende birer birer yiğitler
Yürüyüş davulu çalınca, köy meydanında
Heybesini doldurur yiğit 
Çıkar avlulardan dışarı
Gece sefası bakışlı 
Nişanlanmış, tül perdelerde sessizlik...
18
 
Bayrak bayrak, ey güzel bayrak!
Ayına
Yıldızına vurgunuz senin, biliyorsun!
“En büyük asker, bizim asker” işte
Değişmez yazgımız, öykümüz bizim
Yeni terlemiş bıyıkları dudak üstlerinde
Yoksul, yetim evlerden dualarla
Su dökülür ardımızdan
Hangi tren?
Hangi trenin hangi vagonu?
Alıp götürecek Sarıkamış’ın dağlarına bu saat...
Güllü ablamın Çakır Hasan
Öksüz Hasan yani
Seyitlerin Mıstafa’sı ve ben
Bir Selçuklu heybesi içinde celbimiz
Düşeriz yan yana
Kara vagonlara dolarız hey!..
Tren;
Karalar giyinmiş 
Kara dumanlı kara tren
Sallana sallana traverslerden takır, tukur
Alıp götürürsün bizleri sen...
Bakamam aynaya gece bu saatte
Gözlerim, ellerim, yüzüm nasıl?
Çakır Hasan ve Seyitlerin Mıstafa
Akşama uyuyacaklar
Sabaha uyanacaklar
Hangi dağ rüzgârının saçlarında kim bilir?
***
Vagon, ağzına kadar asker dolu
19
 
Ter kokusu,
Ayak kokusu canına yandığım
Tahta ve demir kokusu ruhumda şakırdayan
Ve göğsümde sakladığım
Sıcacık yâr mendili.
İneni yok bu trenin
Bineni çok
Sancılı ülkemin bakışları var
Hepsinin gözlerinde
Ve
Acısı seğmen işlengisi çorap desenlerinde
Çarık üşümesinde
Vagonun en dibinde bir saz
Karşı köyden bilirim sazı çalanı
Döküyor yüreğini asker yüreklerine
Of anam of!..
Bardız yaylasında mevsim kış
Trenler dolusu asker geliyor
Kar çiçeklerinin ruhunda alkış
Delikanlı göğsünden yükseliyor
Düşman sarmış diyorlar, vatanı, düşman
Hele ki Moskof vuruyormuş öteden geleni
Analar vatana gurban doğurdu bizi
Moskof musun nesin?
Gel de göreceğini gör ulen!..
***
 
Yıl dokuz yüz on dört borazan çaldı
Kars Sarıkamış’ı Ruslar mı aldı?
Yaban eser rüzgâr, içimiz üşür
Herkes çıkınını açar bölüşür
20
 
Hemşeriler birbiriyle görüşür
Yıl dokuz yüz on dört borazan çaldı
Haberler geliyor, haberler kara
Vatanın doğusu itilmiş dara
Sorun döne döne yağan, şu kara
Kars, Sarıkamış’ı Ruslar mı aldı?
Alamaz!
Olamaz!
Olmamalı!
Nerde görülmüş
Kurdun tilkiye yenildiği
Yenildiği nerede görülmüş?
Anamız neyse
Bize göre vatan o’dur işte
Şöyle demişti anamız:
“Oğul oğul ay oğul!
Terkimdeki tay oğul
Bir varmış!, bir yokmuş değil bu
Aklın önüne ihtirasın geçtiği
Vicdanların buz tuttuğu andır bu an.
Ayaklarda çarık
Üst, baş yarı çıplak
Hastalıktan bitkin
Soğuktan it gibi titrersin
Korkarsın,
Karın akına bakmaktan
Yürümekten yorgun düşer
Durursan üşürsün,
Üşüyüşünle yürürsün
Görürsün arkadaşının donduğunu
Ürperirsin oğul!..
Küçücük bir umut kırıntısına sarılıp
Yürürsün son bir gayretle
Üç bin metre yüksekte
21

 
Aklın ve vicdanın iflas ettiği andır
o an!
Ve eklemişti anamız, demişti ki: “Sen şehit oğlusun, haydi kalk
Adını tarihe yaz, ad bırak oğul
Düşman şu dağlarda çıngıraklı yılan
Yılanın ağzında ağulu plan
Toprağa tutunur evlâdı olan
Avucunda kalsın sürdüğüm kına
Vatan deyip sarıl toprağa
Ananın dileği can oğul sana
Sütümün hakkını bilesin…
Bayrağı, kitabı öp alnına koy
Sen sen ol erliğin gereğine uy
Sakın ha gaflet uykusuna dalma
Zorluğa göğüs ger cepheden yılma
Dilerim ki zaferlerle dönesin
Sütüm sana helal etmem bilesin,
Şol yabanın izini
Ufuklardan silesin!”
Ve demişti gül kokulu, yüzü dualı anam
“Ana yâr oğul, ana yar
Vatan anaya diyar oğul
Seccadeye değen alnımız 
Vatan oğul...
Dalı yemişli ağaç vatan der
Vatanı anasız
Anayı vatansız koyma oğul
Var git kışlana, katıl bölüğüne
Atalarının ruhuna şad et
Sevenlerini abad et
***
 
Bardız Yaylası’nda asker 

 
Diz boyu kara batar
Yemen yarası açılır, 
Yemen yarası kanar
Paşa Bardız’ı Yemen, 
Yemen’i Bardız sanır
Kalpağına yandığım Enver Paşa
Merhem diye asker sürer dağlara
Ondandır bu kara vagondaki deli soğuğa inat
Ilıman bir ışığın alnıma vuruşu ondan...
Çıktık besmeleyle yola şükür
Bekle bizi Bardız Yaylası
Dualar anamızdan
Geliyoruz tümen tümen
Tanı bizi tanı
.....Ay’ımızdan,
…..Yıldızımızdan...
Önlerine uzanmış Bardız Yaylası yatar
Diz boyu kara batar, Bardız’ı Yemen sanmış
Paşa kime özenmiş, asker sürer dağlara
Ak örtünün üstünde ayak değmez toprağa
Azrail geldi dağa, elde silah en önde
Derde düşse bir canda tarih yazar çağlara
Enver paşa savaşı
Bir gün sürecek sandı
Bakıp karlı dağlara
Geçit verecek sandı
Askerler tüm setleri
Yıkıp geçecek sandı
Düşmanlar mevzilerinden
Çıkıp kaçacak sandı
Bardız Yaylası’nda
23
 
Çığır açacak sandı
Enver Paşa başını
Göğe erecek sandı.
Kar solur Mehmet dağda, karanlıkta Kars eli
Kars olursa esir, can erir, akar kar seli
Hangi yer bura söyleyin? Evlâda ana sızlar
Han giyer, paşa giyer, anlamaz anasızlar
Ay azaldı, geceler sırt dönüp aya küstü
Ayaz alır bedeni, ölüyor ayak üstü
Döşünde bin çiçek söyleşir diye
Duymuşum adını Bardız Yaylası
Alnımda yazıyı bana hediye
Saymışım adını Bardız Yaylası
Kastı nedir şu feleğin kastı ne?
Karlı dağlar bende yaralı sine
Tahta valizime, kabza üstüne
Yazmışım adını Bardız Yaylası
Can verir geceler nazlı seherden
Onbaşılar türkü ister neferden
Kar yangınlarının düştüğü yerden
Soymuşum adını Bardız Yaylası
Sarı çiğdeminle benzersin yâr’a
Bu kış mevsiminden götür bahara
Öpüp koklayıp ta şöyle kenara
Koymuşum adını Bardız Yaylası
Ve 
Ülke
Üstüne
24
 
Kumar oynar
Alman’a verir
Halkın parasını
“Kârlı çıkacağız” der
Paşa aklını düşürmüş
Gözleri gerçeğe kapalı
İlân edilir seferberlik
Yağ çalar ekmeğine
Fırsatçı hainlerin
Ana kuzuları
Direnişe giderken
İttihat ve Terakki’ye yakın bazı kişiler
Tekâlif-i Harbiye’yi bahane edip
Köylünün elinden yok pahasına 
Alır hububatını
Satar devlete fahiş fiyata.
Halk, giderek sıkıntı ve zulüm altına girer.
Devleti savaşa sürükleyen kadro
Bihaberdir Anadolu ve Anadolu insanından
Ülke, göz göre göre 
Sürüklenir felâkete...
Cepheden cepheye
Paşalarımız top yekün Alman
İçimiz Alman
Dışımız Alman
El âlemin tokmağıyla davullar çaldık
Çıkan sesi kulağımız duymuyor gayri
Alaman’dan generaller, paşalar aldık
Anahtar paslı kilide uymuyor gayrı
…….Arka teker ön tekere uymuyor gayri
……..Yabancılar yakamızı koymuyor gayri
………Kan emici kanımıza doymuyor gayri
25
 
Kafasını kuma gömerek yatanlar
Gafletin hesabı sorulmaz mı bir gün?
Yabancıya namus emanet edenler
Namus belâsına sarılmaz mı bir gün?
……Kim sardı bu belâları başımıza?
…….Kanlı yaşlar akıttılar aşımıza
……..Göz koydular toprağımız, taşımıza...
Koyun olan salhaneden sakınmaz
İnsan olan isyânlarda görünür
Vurana nedense tavır takınmaz
Sessiz kalan yılan gibi sürünür
……Yalancının yetişilmez hızına
.…....Ne söylenir yüzsüzlerin yüzüne?
……..Kurt düşürmüş tohumuna özüne
Dağda kar çiçeği Mehmet
Fırtınası bir başka buraların
Karanlığa düşürülmüş Kars
Zaman savuşmuş gitmiş saatlerden
An kalmış viranlığa 
An ağlar, 
Ana ağlar 
Acısı, canı dağlar
Anasız yara azar, 
Babasız kabuk bağlar...
***
İşte böyle böyle
Başladı asker sevkiyatı
Samsun, Sivas, Amasya
Van, Muş Erzincan
Elâzığ, Kerkük ve Musul’dan
26
 
Yarı çıplak yola düştü savaşçılar
Yaması dökülen giysileriyle
Yırtık çarıkları
Başlarında uçuşan solgun kefiyelerle
Cepheye sürüldüler hazırlıksız.
Sivas’tan yola çıkan kafile
Sarıkamış’a yirmi beş günde ulaşabildi
Topladılar 118 bin savaşçıyı
Karlı dağların eteklerine.
Cephanesiz, erzaksız
Rus kuvvetleri 181 bin
Tam teçhiz.
Oy anam oyyy!..
Bu dağlar yaman dağlar
Yol vermez aman dağlar
Ben kurbanım vatana
Sılada yârim ağlar
Göz ağlar yaşı düşmez
Çatılı kaşı düşmez
İaşe bitmiş yine
Askerin aşı pişmez
***
 
Önce bir kaç düdük
Sonra bir “Çufff” sesi
Yorgun iniltilerle durdu tren
Açıldı kara vagonun kara kapıları
Sabahın alaca vaktiydi
Ezan okundu okunacaktı
Ve
Karşı dağlar usuldan, habersiz
….Griye çalan elbiselerini
27
 
......Işığa soyunacaktı...
Önce, Seyitlerin Mıstafa atladı vagondan
Sonra, Çakır Hasan ve Ben
Mahşerî bir kalabalık 
Düştük mü karanlığın içine şaşkın, ürkek
Ara ki bulasın
.....Celp imzalatacağın yeri
İstasyon binasının orada kuyruk...
Attık omzumuza
.....Selçuklu nakışlı heybelerimizi
Takıldık ortasına kuyruğun...
Geldi nice sonra bize de sıra
Celbimizin öte yüzüne
....Mühür vurdular, 
…..Numara verdiler “Dışarıda bekleyin
Girin sıranıza” dediler...
Bizim öksüz Hasan’ın öksürüğü
Çınlattı istasyon binasını o an
Vagonda saz çalan
...Karşı köyden delikanlı
Değdi gözleri gözlerime
Omzunda tüfek gibiydi sazı “Heralde dışarıda sıralaşacağız” dedi
Seyitlerin Mıstafa
Ve 
Çıktı istasyon binasının ölgün
Solgun ıslaklığından...
Bizi getiren tren
Ağır, aksak, yorgun tısıltılarla
Acımsı, kekrek düdükler çalarak
Uzaklaştı göz uçlarımdan,
Uzaklaştı kalabalık istasyondan...
28
 
Varırsam çoğalırım
Durursam biterim
Vardırırsam çağ açarım
Durdurursam yiterim…

 
BÖLÜM-2
 
Bölüğe Katılış
Beyaz Ölüme Buse Konduruş
Yaylalar yaylak idi
Yayıkta soğuk ayran
Dürümde tereyağı
Kışlalar kışlak idi
Buyrukta önce vatan
Bakmayın bu sözlere
Bu dağlarda hepsi hayâl
Bu dağlarda açlık
Bu dağlarda ölüm var
Yine de “umut var
Diyelim de
Kışa dönmüş kış içinde kışlalar
Cümle Anadolu delikanlıları
Ayrımsız hepsi
Gelmişler her yöreden
Düğün yeri,
Kurban bayramının seheri sanki
Dizim dizim
Sıra sıra
Önce kısa bir künye
Sonra çak selamı!..
İlk geceler
Gurbet ağıtı gelir ranzalardan
Gün doğumlarında sancı uyuması
Kınalı koçların
30
 
Masum kuzuların düş sılası askerlik
Sondan son
İlkten ilk...
Demir, sac, teneke, baraka, tümen 
Çavuşlar, onbaşılar 
Her şey acele, her şey hemen 
“Emredersin komutanım” üstelik
Mahşerin doğrulup dikildiği yer
Göklerin doruktan söküldüğü yer
Merminin mermiyle büküldüğü yer
“Emredersin komutanım” üstelik
Her asker ocağı ana kucağı
İkisi de aynı duygu sıcağı
Bil, belle, gör olmuşu, olacağı
“Emredersin komutanım” üstelik
Gece çizgileri nöbet nöbettir
Askerlik; bir sıla üç de gurbettir
Ranzada, koğuşta, tertip, sohbettir
“Emredersin komutanım” üstelik
 
***
Hele bakın şu çeşmeye
Durmaksızın
Türkü türkü akıyor
Kışla önüne serçelerin
Serçelerin Öyküsünü bırakıyor
Bu gece kim nöbetçi koğuşta?
Bir mektup yazacağım ranzada
31
 
.......Gaz lâmbasını kısıp da
Ve seni
Sana yazacağım bendeki benden
Sonra derin kuyular gibi sessiz, içten
Ağlayacağım...
Çevirme gözlerini gözlerimden
Alma bakışlarını yüreğimden
Sus ve dinle
Oku mektubumu sonuna kadar
Anlatacaklarım var, dur hele!
Sarıkamış Dağlarından,
Memleket havadisinden
Gelenden
Gidenden
Ölenden
Yitenden
İşit beni!..
İşte manzara:
Çılgın ve ihtiraslı 
Acımasız iki deli gördük!
Cehennem her zaman sıcak değilmiş!
Diğer adı; 
Beyaz ölüm!
Solumaya bile vakitleri kalmadı
D(A)ğın en doruklarında
Az(R)ail utancından ağlarken,
Ayr(I)ntıya giren heykeltıraşın
Büyü(K) hünerini sergileyerek
Bir and(A) on binlerce 
Kar ada(M)ının heykelini yapması gibi!
32
 
Bir varm(I)ş
Bir yokmu(Ş)
...............Sarıkamış derler bir beyaz ölüm
…………Öldüm hasretinle öldüm be gülüm!
……...Söylesin destanımı dilin dudağın
…....Anlatsın, susmasın yakın - uzağın
….Öyküsü olmuşum bu koca dağın
Oy ben sana ne diyeyim ey Sarıkamış?!
Vay ben sana ne diyeyim hey Sarıkamış?!
…................Sarıkamış derler kefensiz ölüm
…………Öldüm hasretinle öldüm be gülüm
……...Genç teğmenler gelmiş, asker öğütler
…....Soğuğu giyinmiş bizim yiğitler
…..Şahidim olsun oy, yıldızsız gökler!
Oy ben sana ne diyeyim ey Sarıkamış?!
Vay ben sana ne diyeyim hey Sarıkamış?!
Gözlerimden dökülen yaşlar gibi
Sıcak bir çorba düşler gibi
Ninemin anlattığı masallara başlar gibi 
Başlamasına başladık da
Bu masal değil, efsane değil
Bu roman değil, hikâye değil;
Yıl bin dokuz yüz on dört
Çılgın, ihtiraslı, hayalperest iki delinin
Düşman askerinin bile yapmadığını, yapamadığını
Kendi askerine kıyarak
Doksan bin insanın
Aç, açık, yarı çıplak
Kendi komutanları tarafından
Zalimce ölüme zorlanmasının,
33
 
Öldürülmesinin destanı bu!
***
Derdi benden işitin, söz aslına dönerken
Ellerimi koyunca şol göğsümün üstüne
Kalbim avuçlarımda, dönmüşüm kar büstüne
Alev almış dört yanım, kar altında donarken
Öksüz kalan bu yurtta binlerce can sersefil
Tez gelin benden yana savaşmadan düşenler
Siz düşerken nerdeler, düz ovada şaşanlar?
Yaşayan ölü olmuş halâ uykuda gafil
Canları cenge çıkmış cesetleri yatıyor
Nazlı yârin belinden saramadan kolları
İki cihana gider, gözlerinden yolları
Kae kesen yollarında ayaza çalan yokuş 
Açlığın kolgezdiği mevsimleri sırtlamış
Gördüğüm bu soğukta beyaz ölümler yanmış
Donmuş
Mermi taşıyan katırlar
Katırların sırtında sandıklar
Sandıkları avuçlamış
Avuçlarına sığmayan hayatı
Hayatı biz bile avuçlamamışız öyle
Öylesine kaskatı kesilmiş
Kesilmiş derman, çıkmış can
Cansız yatıyor altı masal güzeli
Güzellerin yavukluları altı Mehmed
Mehmed
Mehmed
Donmuş cesedin kalksın ayağa
Tükürsün yüzüne
Seni bu hale düşürenlerin
34
 
Mehmed
Mehmed…
***
Ve Binbaşı Mustafa Nihat ayakta
Sağ başta
O ne duruştur ki
Düşmanı yere çökertiş velvelesi halinde
Sol eli boynundaki dürbünü kavramış
Kale sancağı gibi havada
Diğer eli semada rahmet dilerken
Heybetlice donmuş kalmış
Gür, kömür karası saçları beyaza bulanmış
***
 
Bir başka mevzi 
Bir başka dram
İlk sırada diz çökmüş beş kahraman
Yaslanmış
Omuz çukurlarına mavzerleri
Nişan almışlar
Tetiğe ha bastı ha basacaklar
Basamadan solmuş 
Beş kardelen çiçeği
Beşi bir yerde 
Dönmüşler heykele 
***
Ve 
Şimdi
Bunları 
35
Umursamaz
Biz söyleyince
Bugünkü kuşaklar
Onların varlığıyla 
Ayakta durabilenler 
Ayağa kalkmalıyız artık!
Ak cehennemin kar çiçekleri
Bütün ilgisizliğimize rağmen
Ancak ve ancak onların varlığıyla
Ayakta dimdik durabiliyorsak hâlâ
Yüzümüzü dönmeliyiz karanlığa 
Güneşin aydınlık ve sıcak yüzü
Eritir, dağların buz yorganını 
Üstünüzdeki şemsiyemiz
Gün gelir kâr etmez belki
Bu ilâhi bahçede
Açan çiçeklerden
Ayağa kalkıp
Af dilesek
Önünde.
Haydi!
Bak!
Kaput yakaları civan gençlerin
Semaya açılan elleri donmuş
Hele bıyıkları ve sakalları
Türküler yakılan dilleri donmuş
Donmuş da civanım donmuş
Sarıkamış’ı Yemen sanmış
Gözlerini tipi kapatamamış
Binlerce can, ak örtüye uzanmış
Ben sana ne diyeyim ey Sarıkamış?!
Beyaz cehennemden yolları donmuş
36
 
Donmuş da civanım donmuş
Taze gelin dul kalmış
Ak örtüye damlamadan kanları
Hakk’a teslim olmuş garip canları
Mevlâ’m yaşatmasın böyle anları
Vatanın gövdesi, dalları donmuş
Donmuş da civanım donmuş
Bebelerim yetim olmuş
Rus Komutan Dük Aleksandr Pietroviç
Gördüklerine anlam veremedi
Dürbünü gözlerinden çekmeden
Kendisini tutamadı
Bağırdı birden avaz avaz: 
‘’Delirmiş bu Türkler
Türk gibi asker yoktur;
Doğru ama
Bu ne akılsızlık
Mevzilenmeye ihtiyaç duymadan
Açık hedef olmuşlar ölüme’’
Dedi.
37
 

 
BÖLÜM-3
 
“Bu dağda ceren değil
Gezse gezse ölüm gezer
Nişanlım kâkülünden kesip
koymuş
Manili mektubuna
Kokusu yâr kokusu seher
vaktinin
Dün bir asker düştü kar
çukurunaTutmak istedim
Yetişemedim”
39
 
Üç Kıtanın Ortasında Dağım Ben
(Gizlice vurdu Sivastopol’u Alman gemisi)
Üç kıtanın ortasında dağım ben
Bulutların üzerinde bu başım
Yırtıcı kuş çığlığıdır, ses bende
Şahinlerle kartallarla kardeşim
Esaretin zincirini erittim
Boz toprağı kan dökerek yeşerttim
Yüreğimle kahramanlar dirilttim
Bu vatana hizmet etmek telaşım
Topuklarım sis, kar, buzdur biline
Bir şehidim Azrail’in eline
Sıra dağlar ortasından bölüne
Yazsın tarih düşmanlarla savaşım
Derem vardır, boz bulanık su akar
Yamaçlarım kardelenle hoş kokar
Mehmetlerim; “hele sabır, dinsin kar”!
Sarıkamış dağlarıyla bir yaşım
Aman dağlar, yaman dağlar, oy dağlar
Ben derdimi yağan kara sunamam
Yad yabanın paylaşımı dünyayı
Enver Paşam, nedendir; anlatamam
40
Üç kıtanın tek kilidi Bardız ey!..
Ben bu sözden gerisini anlamam!
Hatıralar bölük pörçük tek çözüm
Saraya bak, güya her şey tastamam
Homurtulu bir mevsimde şom filler
Ateş, barut… Gökleri çınlatamaz…
Emperyalizmin pazar paylaşımı işte…
Bir kurşun değse ısıtırdı donan elini
Allahuekber yorganına sardık ne yazık
Doksan bin gönülde yatan gelini...
***
 
Ve 
Alıp 
Masaya 
Yatırdılar 
Hasta adamı.
Ellerinde neşter
Başladılar kesmeye
Rus, Fransız ve İngiliz!
Bindokuzyüz’ün başlarında
Dünyayı paylaştılar bu üçü
Sanayi devrimini geç yapanlar
Kaptırdılar bütün fırsatları
Almanlar ve İtalyanlar
Kıvranmaya başladılar.
İkiyüzlü İtalya
Üç devin yanından 
Saf tutsun diye
41
 
Osmanlı’yı
İttiler
Alman denilen
Ateşten kucağa
Kucağa düşen hasta
Hastalığına bakmadan
Bakmadan sağına soluna
Uzandı
İlâç diye sunulan zehire;
İçti,
İçti,
İçti…
Zehir bu
Tez yayıldı vücuda
Zaten masaya düşmüş 
İş işten geçmiş
Farkında değil
Borç doldurmuş kasaya
Çaresi yok!
Yalvarsa da
Yaranamaz
Ne İsa’ya
Ne Musa’ya…
Yok çaresi!
Yok!..
***
Türlü hile çevirerek Almanlar
Osmanlıyı çekmek için savaşa
Elinden geleni yaptı ha yaptı
42
 
Osmanlıyı sokmak için savaşa
Plan, plan üstüne geldi
Devlerin sofrasından
Kaptılar kanlı eti 
Attılar
Tuttular
Dostluk diyerek
Er meydanında
Dostlarını sattılar…
İngiliz’den kaçan Alman gemisi
Osmanlıya gelip bulaştı isi
Memleketi sardı savaşın yası
Bir ulusu yıkmak için savaşa
Kendi ihtirasları uğruna
Düştüler düşe,
Attılar ateşe…
Bir bayram arifesi
Yirmi dokuz Ekim bin dokuz yüz on dört
Düşmandan kaçıp 
Kucağımıza sığınan Alman gemisi
Gizlice vurdu Sivastopol’u 
Vurdu Odesa Kefe’yi
Vurdu Novorosiski’yi
Batırdı iki Rus
Bir Fransız gemisini
Bunlar olur da düşman durur mu?
Fırsat bu fırsat
Dost diye kucak açtığı
Fırsat vermişti düşmana bir kez
43
 
Osmanlı için harp
Fiilen başlamıştı.
Ruslar döndü deliye
Deliye söz mü geçer?
Geçer dümenin başına
Başına gelecekleri bilmez Osmanlı
Osmanlıyı topa tuttu
Umudunu kaybetti Osmanlı
Osmanlıyı savaşa sokan Alman gemileri
Gemileri, ne hikmetse bakıma çekti 
Çekti de seyre çıktı.
Sonunda
Başladı çıkar savaşı
Paşa bihaber vatandan
Paşa bihaber askerinden
Paşanın kendisinden bile haberi yok
Paşa masal anlatıyor hayâl dünyasından
‘’Karadeniz’de Rus donanmasını ezdik’’ diyor
Ama Trabzon bombardıman altında...
*** 
Sabaha karşı
Tarihsel emir geldi
Yirmi dokuz Ekim 1914 de
‘’Sarıkamış’a ilerleyerek
Yolu kesilecek düşmanın.
İşgal altındaki toprakları
Geri almak için
Ordu nasıl hareket edecek?!
44
 
Orada düşmanı yok etmek için,
Emrimi dikkate alacaksınız.
Hareketler, amacıma uygun olacak.
İzinsiz iş yapılmayacak
Bir tek düşman bırakılmadan
Orada yok edeceğiz.
Onuncu kolordu ilk olarak ilerleyecek.
Işığınız daim olsun’’
Diye
***
Telgraf yollamış Enver Paşa
‘’Bekleyin emirlerimi’’
Diye de eklemiş.
Eklemiş de ordu ne haldedir bilmez Enver Paşa
Paşanın karnı tok, sırtı pek.
Pek yaman Sarıkamış’ta hava.
Havada kuş bile uçmaz soğuktan
Soğuktan, açlıktan bir de mintansızlık!
Mintansızlık, vicdansızlık.
Her yokluğun son adresi
Soğuk, ayaz ve de buz, kış
Düşünceli, çıkmaz sesi
Sarıkamış, Sarıkamış
Güneşi var sırt ısıtmaz
Dumanı var dağdan kalkmaz
Teli kopmuş ağlayan saz
Sarıkamış, Sarıkamış
Bir istasyon, bir ince yol
45
 
İki hangar, üç karakol
Sen ağlama içime dol
Sarıkamış, Sarıkamış
Kayıp ettim mataramı
Saramadım şu yaramı
Sürecek gurbet akşamı
Sarıkamış, Sarıkamış
İçim türkü, dışım ağıt
Benizler var mavi kâğıt
Askerime verdim öğüt
Sarıkamış, Sarıkamış
***
Ordu birlikleri
Dağılmıştı Elâzığ, Muş, Van Erzurum 
Ve Samsun arasında.
Bölge dağlık ve yaylalık
Hava kış
Mevcut yolda ayak izleri kapalı.
Cepheye asker çekmek,
Kar, tipi
Yağmur ve çamur altında 
Askeri yaya yürütmek demek.
Oğul oğul! 
Ey oğul!
O günler ne günlerdi? 
Elâzığ’dan, Muş’tan
Kerkük ve Musul’dan
Yazlık elbiseli,
46
 
Yırtık çarıklı
Başlarında solgun kefiyeleriyle
Yayan yapıldak
Yollara düştü binlerce savaşçı.
Memleket harlı
Hava soğuk ve karlı
Kapıda açlık
Sersefil oldu gençlik
Yaşlı gözleri
Sitemlidir sözleri...
Oğlan çocuğu
Doğurmayı istemez
Gülmeyi bilmez
Anaların yüzleri
Ölümü kucaklayan katırların atların
Bizden hiç bir farkı yoktur, diri midir, ölü mü?
Anlayamazsın, her şey bir cigara içimi
İçimi ürpertiyor sonsuz beyazı karın
Kar ışır karanlıkta, herkes paşa burada
Umutlarım buz olur dağda kara karışır
Kar altında dağlarda telli, telsiz görüşür
Gör, üşür, sancı kalmaz buz kesen yarada
Sürmeli gözlerine hasret kaldım o yârin
Bu askerlik bitmiyor, oy ne kadar sürmeli?
Öldüğümü duyarsan unutma ha her yıl an!
Yılan sürünüp geldi, ne eder bakın görün!
Bu 
Dağda
47
 
Kara kış
Ortasını
Düşün ey oğul!
Aç gönül kapını
Sıcak tut içeriyi,
Bir anlığına da olsa
Misafir et üşüyen bizi,
Közün ile ısıt tenimizi…
Özün ile ışıt tüm yolumuzu
Erisin, gözde buz kesen yaşımız
Kar suyumuz, ottan aşımız
Yarı çıplak yürümüşüz
Çarıksız ve mintansız
Başımızda kansız
Lâl olmuştur dil
Tutmuyor el
Cehennemin diğer adı
Kar oldu beyaz ölüm...
***
 
Kar beyazdır Sarıkamış’ta güller
Kar beyazdır renklerin cümlesi
Çakır Hasan, Seyitlerin Mıstafa ve Ben
Bir Sarıkamış beyazıyız şimdi
Kardelen yeşilinin beyaz dudağı 
Kar çiçekleridir yağar üstümüzden…
Bu dağda ceren değil
Gezse gezse ölüm gezer 
Nişanlım kâkülünden kesip koymuş
Manili mektubuna
48
Kokusu yâr kokusu seher vaktinin
Dün bir asker düştü kar çukuruna
Tutmak istedim
Yetişemedim
“Yürü, durmak yok” dedi çavuşum
Öldü mü, sağ mı?
Dönüp bakamadım bile…
Kar beyazdır bu yaylanın gelinliği
Kudret boyasından almış rengini
Bir elim tüfeğimde
Öbür elim buz kesmiş
Yürü gündüzden geceye bu dağda
Yürü düşman üstüne yürü
Yayan…
Dayan!..
Dayan ey dizlerim dayan…
49

 
BÖLÜM-4
 
 Ardımdan yürü izime bas
Sen de iz bırak ardındakine
Önümüz ardımız belli olmasın
Resmi postalayın beşiktekine
51
Adım Adım Sarıkamış Harekâtı…
Sobada yemek pişirirken Rus birlikleri
Kar altından söktükleri gevenlerle ısınıp 
Kuru ekmeğini yemeye çalışıyordu
Türk Askeri.
Harekât; 
İkmalsiz işlenmişti kâğıt üzerinde,
Mükemmeldi
Komutanların beceriksizliği 
Değildi asıl olan
Bu yüzden kaybedilmiş savaş değildir.
Tarihte var mıdır eşi-benzeri?
Subaylarına güvenmeyen 
Püsküllü bir başkomutan
Davul çalmasıdır.
Alman tokmağıyla
Bu milletin boynuna takılmış bir kez yular
Suyun başında it var, durulmaz artık sular
Bu nasıl iştir Mehmet, Paşa sana da düşman
Annen doğurduğuna, sen doğduğuna pişman
***
 
Sarıkamış Dağlarında açan çiçeğim
Ben sana vurgunum, kime vurgunsun?
Yârin mendilini saklayan göğsüm
Buz kesen havada sıcacık yâr kucağı sanki oy!..
52
Bardız yaylasında bir seher vakti
Işım ışım ışıyan yıldız mısın ey bahtım?
Ülkemin kağnılı yollarından çıkıp gelmişim
Alaca kilimler üstüne anamın duasını
Ve yavuklumun umudunu bıraktım
Bıraktım oy!!!
Yaman olur beyaz gecelerin ortası ay balam!
Ötede bir kuş kanadı buz kesmiş, donup kalmış
Beride ağzında memleket türküsü
Geride sessizliğin korkunç gürültüsü
Kar üstünde ayak izi sanki oy!
Hem artmış, hem azalmış…
***
 
Yıl 1914
Aylardan Kasım
Köprüköy’de başlar
Savaşın sıcak yüzü.
Rus’lar inatla savunmada
Püskürtür Türk hücumunu
Birinci Köprüköy,
İkinci Köprüköy savaşları…
Mehmet de inatçı
Vurdukça vurur Rus’a.
Bu savaşta,
Sıcak iklimin çocukları
Bağdatlı Araplar,
Türklerle omuz omuza,
Takdire şâyandı fedakârlıkları.
53
 
Büyük kayıplar veren Ruslar
Terk ettiler Köprüköy’ü 
Azap mevkisine yerleşip
Başladılar kuvvet takviyesine
Sevincinden komutanlar oynadı
‘’Rus’lar çekildi’’ diyerek
Cesaret aldı askerimiz
Düşman yıkıldı diyerek
Sandılar ki Ruslar astı eleği
O anda Enver’in oldu dileği
Azılı rakibin çelik bileği
Çabuk büküldü diyerek
Mermisi tükenmiş piyadeler
Süngü takıp yürüdüler
Dişe diş,
Kana kan
Yardılar kurşunlara karşı zor cepheyi
Kimileri buna
‘’Dadaş Kahramanlığı’’ dediler
Dadaş ki ne dadaş
Ölümü bile ortak eylemiş
Vuruşmuş vurmuş
Omuz omuza,
Sırt sırta,
Ölüme meydan okuyup
Yiğitçe durmuş…
***
54
 
Üşüyorum, ört üstümü gel anne!
Takvimler mevsimden ölüm sağıyor
Kapat gökyüzünün soğuktan kapısını
Yüreğime kar yağıyor, kar yağıyor kar…
Nefesinle üfle bana donuyorum anne!
Mataramda taşıdığım su değil buzdur
Köprüköy’de bir ecel türküsü, vur Allah vur!
Ellerime kar yağıyor, kar yağıyor, kar…
Yumayım gözlerimi bak içine, ısıt anne!
Bu beyaz alev sanki beni boğuyor
Işıyan yamaçlardan ayaz kesen ıslıklar
Gözlerime kar yağıyor, kar yağıyor, kar…
Kurbanım bu vatana, sar beni, sar, sar anne!
Yürü gece boyunca, gündüz siperde bekle
 Ölüm ne ki, ölümsüzler tepesinde bizlere?
Can evime kar yağıyor, kar yağıyor, kar…
Bu dağın kurdu, kuşu bizi tanıyor anne!
Gecenin bir yerinde senle ısınır içim
Düşman kaçtı, yok oldu; gökler kıyamda şimdi
Tüfeğime, süngüme kar yağıyor, kar yağıyor, kar…
***
 
Iğdırlı Ali Çavuş

Yazlık giysiler içinde Yemen’den nakil gelmiş
Titreye titreye yazar mektubunu
Der ki :
“Bu yaz, iki alayımızla
Yemen’den buraya naklolunduk.
55
Yola koyulmamızdan dört ay sonra
Buraya ulaştık ki,
Arabistan’ın cehennemî sıcağı
Köprüköy’deki ayaz yanında
Nimet-i ilâh’î imiş.
Burada çadırın perdesi
Buza kesmiş oğlak kulağı gibi
Kırılmakta ve kopmakta.
Bölük kumandanım,
Beni sıhhiyeye nakletmiş ise de,
Tabip ve ilâç yokluğundan,
Çaresiz kalıp tekraren
Takımıma döndüm.
Akşam yaklaşınca Köprüköy’e
Civar dağlardan tipi boşanıyor.
Kumandanımız, gelecek cuma
Başkumandan Enver Pasa Hazretleri’nin
Teftiş ve hücum için
Müjdeledi geleceğini.
O gelinceye kadar da
Yün içlik, çorap ve paltoların verileceğini
Ve Yemen yazlıklarını
Atacağımızı duyurdu sevinerek
Allah, devlete ve millete zeval vermesin.
Başkumandan
Paşa Hazretleri’nin gelmesi ile,
Moskof ’un kahrolacağından
Ve kâfirin, karşımızdaki tepelerde
56
 
Geceleri seyrettiğimiz ocaklı
Ve mutfaklı karargâhlarını
Ele geçireceğimizden
Subaylarımız çok emin.
Şafak söktüğünde
2059 rakımlı Kızkulağı Tepesi’nden
Moskof obüs yağdırır ama
Şükrolsun, zafer bizim olacak!
Gece bastırdığında,
Tepelerdeki Moskof ocaklarının ateşi
Gözlerimizdeki ayazı
Tandır közüne tebdil eyler.
Başkumandan Paşa Hazretleri
Acele gelse ki,
Ateşe kavuşsak...”
***
 
Kayıp verse de Ruslar
Geri çekilişleri bile düzenli
Çekilen Rus takip edilmeyince
Namlunun ucundaki av kaçırıldı
Ordu kurmayları düştü sevince
Tarihi fırsatta tav kaçırıldı
Mevsim karakış
Havada uçmuyor kuş
Askerler aç
Askerler yorgun
Kimi hala
57
 
Bu mevsimde görüyor düş
Zafer sarhoşluğu bürüdü şarkı
Tersine çevirmek için bu çarkı
Düşmanın içine düşmüşken korku
Beceriksiz paşalar şovu kaçırdı
Çeliği ateşe sürmek
Döverken suyunu vermek
Hüner ister elbet
Düşünüp önünü görmek…
Hatalar zinciri peş peşe geldi
Durmadan yağan kar izleri sildi
Nefes alan düşman sonunda güldü
Türkler elindeki devi kaçırdı. 
Kaçan fırsat geri gelmez,
Bu dağlarda
Çakal, asla kuzu olmaz…
Bu dağlarda kaçan geri gelmez
Bu dağlar, dağı dağlar bilemezsin aslanım
Kar ayazı böyledir, iliğini dondurur
Emir bir kez gelince değişmez kara yazı
Bu yazgıyı bozalım, birlik olmaya gelin
Gelin olur şu dağlar, ak örtünün altında
Dilim varsa söylesem, ağzımda buza döndü
Acımaz ki bedenim, kesseler dilim dilim
Başka yerde arama, kurtuluşta çare siz
Çaresiz son haykırış, ölüm düşer üstüne
Ölüm, bir asude yalnızlıkmış, 
Öyle derler
58
 
Oysa hiç de öyle değil fidanım
Bir ışık şelâlesi, son lâlenin aynasında
Şehitler türbesinin tepesinde bayrağım
Dalgalanır, dalgalanır, o benim, 
O benim, sonsuz gülüm
Ölümsüzün türküsüdür “Hayda bre”
Cephelerde bu ölüm…
***
 
Trenler gelir geçer Batı’dan Doğu’ya
Kara dumanlar içinde
Bir alman düdüğü öter akşamüstü
“Enverland” a gidecekmiş yükü
Enverland da ne ki demeyin
Bizim Anadolu’muzun o devirde
Alman dilindeki adıdır…
Kim benzetir, haddine mi paşamı Napolyan’a
Kim benzetir, kim, kim?
Olur mu benzeyerek
İkinci adam olur mu paşamız?
Bre gafiller bre!
***
 
Hafız Hakkı
Telgrafın başında
Hafız Hakkı
Yarbaylıktan albaylığa
Terfi etmiş 8 gün önce
Enver Paşa’ya çekiyor telgrafı,
59
 
Diyor ki :
“Dağlar üzerindeki yolları keşfettim. Bu mevsimde bu yollardan
hareketin mümkün olduğuna inandım. Buradaki kolordu ve ordu
komutanları yeterli ölçüde inançlı ve kararlı olmadıklarından
böyle bir saldırıya samimiyetle taraftar olmuyorlar. Bu saldırı
vazifesi rütbem düzeltilerek bana verilirse ben bu işi yaparım.”
Enver Paşa, 
Hocası Hasan İzzet Paşa’yı 
Azlederek 
Görevi verdi düşünmeden 
Sekiz gün önce yarbaylıktan albaylığa 
Terfi eden 
Hafız Hakkı Paşa’ya 
Verdi ki gayri 
Hafız Hakkı Paşa 
Tümen komutanı…
Ama gözü 
Ordu komutanlığında asıl...
Niçin olmasındı? 
Orduyu politikalarına alet eden 
Bu darbecilerin başı Enver, 
18 gün içinde 
Yarbaylıktan paşalığa yükselmemiş miydi? 
Bunun yanı sıra 
Harbiye Nazırı (Savunma Bakanı) 
Olmamış mıydı? 
Ondan neyi eksikti? 
***
60
 
Erken açan bademleri vurduğunda soğuklar
Çiçekler nasıl dökülürse dal uçlarından
Doyamadan ışığa, güneşe, sıcağa
Aynen öyle işte 
Haksız ve gerekçesiz terfi
Aynen öyle…
***
 
Bir galibiyetle
Hayâl dünyasına
Daldılar ha daldılar…
Enver Paşa, Hafız Hakkı
Hakikatten uzak
Kendilerini
Bulutların üzerinde
Buldular ha buldular…
Uç babam uç!
Savaşçılar aç,
Savaşçılar yorgun,
Savaşçılar yarı çıplak;
Kardan görünmez oldu toprak
Paşalar, kapıldılar yine hâyale
‘’Rusları kısa zamanda yeneriz’’ diye
Hesap yaptılar düşman erzakıyla.
Bu hesaplar yapılırken 
Boş durur mu içimizdeki hainler?
Hamur yöresinde aşiret atlılarının 
Silahlarıyla birlikte
Düşmana sığındıkları haberi geldi
Bir taraftan 
İhtiyat süvari alaylarının dağılmaları
61
 
Bir taraftan
Birtakım aşiretlerin Ruslara sığınmaları
Bunlar yetmezmiş
Bedir hanilerden Abdürrezzak
Birde Haydaranlı Mustafa
Topladıkları silâhlı kişilerle
Ağbaba düzündeki halkı
Kışkırttılar ayaklanmaya 
Aşiretler olur da başıbozukluk olmaz mı?
Otoriteyi kendinde sananlar
Keyiflerince karar alanlar
Bölgeyi zaafa uğratır.
Elini kuvvetlendirir düşmanın
Altıyüz bin Kürt’ün
Ermenilerce katledilmesine 
Hazırlamıştır zemin
Zemin öyle kayganlaşmış ki
Havada uçuşur oldu yemin
***
 
İstanbul’dan plan yapıp yolluyordu 
………………………………..Enver Paşa
Manşet manşet birçok yalan kolluyordu 
………………………………..Enver Paşa
Uyduruksu haberlere madalyalar takılıyor
Bol keseden palavrayı sallıyordu 
………………………………..Enver Paşa
Yayın yasağını koydurmuştu 
………………………………..Enver Paşa
Asker düşmanlardan hesap sordu da
………………………………… Batum Türk evi
62
 
‘’Olsun artık’’ larla hayal soluyordu
………………………………….Enver Paşa
Trabzon’u bombalayan Rus’ları 
………………………………..Görmezden gelmiş
Hezimeti allayıp da pulluyordu 
………………………………..Enver Paşa
Deniz deniz Kara Deniz, yüreğimde yara deniz
Namertlerin yüzü güler, beni hakta ara deniz
Tarih boyu silinemez, bırakırsa yarada iz
Ne söylenirse boşuna, taşırız bu lekeyi biz
Vurun be, kan ile yazın değişen bu tarihi siz
İşit, kulaklarını aç, bir de kurşuna beni diz
Donanların şahidiyim, beni gör, yüzümü süz
Seni gidi beyaz ölüm, yine geçti eline koz
Bir yanım kan bir yanım buz, dili olsaydı dağların
Söylesin destanlaşırken, eli böğründe çağların
Lâl olan dil sustuğunda, içi yangın bu sağların
Zemheride bir yanımız, bir yanımız ateşlerde
Kar altında bu dağlarda, ölüm çare oldu derde
Her gece öldük binlerce, düşman girmesin bu yurda
Dedik
Dedik de bakıp göremedik
Gördüklerimize anlam veremedik
Bakamadık ülkenin kurtuluşuna 
Kurtuluşa kavuşacağını görseydik
Görseydik bu nazlı
Bu nazlı vatanın…
İstanbul ne?
İstanbul bir pay-i taht mı?
İstanbul ne?
63
 
Bize kapalı
Düşmana açık baht mı?
İstanbul kent mi?
İstanbul
Boynumuza geçen kement mi?
Ve 
Emir 
Yağdırdı
Enver Paşa
Telgraf çekti
Saraydan cepheye
Hasan İzzet Paşa’ya
‘’Herşeye rağmen ilerle
Düşmanı püskürtme, imha et!
Kars yönünden Rus topraklarına
Girerek hemen kesin yollarını’’
Emir emir üstüne geliyor
Devam ediyordu Enver Paşa;
‘’Araç bulamazsan
Halka sırtında taşıt malzemeyi’’
Dahası vardı emirlerin,
‘’Girin düşman topraklarına
Bulabildiklerinizle karnınızı doyurun’’
Diyerekten.
Emirlerin 
Neresinden tutacağını şaşırdı Hasan İzzet Paşa
Emirler aldığı öğrencisi olan 
Enver Paşa için söyleniyordu;
‘’Demek ki iyi öğretememişim.
64
 
Kurmaylık eğitimi görmüş bir subay
Böyle bir emri nasıl verebilir?’’
Biryandan da utanıyordu
‘’Ben böyle öğrenci mi yetiştirmişim’’ diyerek.
Esip gürlemekle düşman bozulmaz
Yanlış bilgi ile tarih yazılmaz
Karanlıkta kör dövüşü yapıldı
Komutanlar serüvene kapıldı
Nice hayâllerle yoldan sapıldı
Esip gürlemekle düşman bozulmaz
Hazırlıksız taarruza geçenler
Hoyratça canları döküp saçanlar
Daha vurulmadan donup göçenler
Yanlış bilgi ile tarih yazılmaz.
Üç bin metre yükseklikte dağlar
Uçurumlar 
Sarp kayalıklar
Issız ve dar vadiler
Yol vermez geçitler
Donmuş,
Buzlu dereler
Karmakarışık arazide
Çevirme harekâtı istiyor Paşa
Paşa Paşa
Paşa olmuş da düşmüş düşe
Düşe kalka alınır mı yol
Yollar karlı buzluyken
Hayâller, gerçeğe giden yol olsa da
65
 
Serüvendir olup biten
Hırslandıkça Enver Paşa
Göründü aklın dibi.
Bir zafer ki, sarhoş etti en başı
‘’Yürüyün’’ dedi Kars Kalesi’ne
Bunlar da yetmez
‘’Varın girin
Kafkas Azerbaycan’ının
Karabağ bölgesine.’’
Ufuklarında sınır yoktu Enver Paşa’nın
***
Haddini bilmeyen 
Hudut çizemez
Haddini bilmeyenle 
Hudut çizilmez
Hudut
Haddin sınırıdır
Hiddet
Haddin belasıdır
Haddini aşanlar
Hudutlarını koruyamazlar
Sınır çizgisi
Sinir çizgisidir
Canlı cenazeydik can alıp can verirken
Bu dağlarda kar erimiyor can erirken
66
 
Yandım, buz üstünde yalınayak yürürken
Bir yanda vatan bir yanda yatan görünür
……Sağ kalan Mehmetler göğsü açık sürünür
……İlikleri üşüdükçe karlar bürünür
……Gözlerinde buzlu gözyaşları görünür...
Ayaklara yapışan beş okka çamur
Tarlada yürütülen erler perişan
Sanırsın kırk bin elle yoğrulan hamur
Utancından kan içinde karlar perişan
……Kalk, ne yatarsın Mehmed, fişeklik kuşan?!
……Kuşan, cesedin yürüsün senindir şan!
……Şanına şayandır ölüm, bayraktır nişan!
Fikirsiz beyinler böyle şaşırdı
İhtiras tarihe leke düşürdü
Gönlümün güneyi bile üşüdü
Toprağın üstünde buzlar ağladı
……Analar, gelinler, kızlar ağladı
……Dört mevsim içinde yazlar ağladı
……Ozanın elinde sazlar ağladı.
Ağlar
Ağlar
Tarlada, çamur içinde yürüyen askere
Yer ağlar
Gök ağlar
Sonar sırtlarında
Badicivan köyünde
Rus tuzağına düşen savaşçılara
Gözü olan gözler ağlar.
***
Köprüköy’ün üst tarafı ak ölüm
67
 
Sarıkamış dağlarında ölmem mi?
Geçen bana name yazmış vay gülüm
Yüreğimden hasretini bilmem mi?
Köprüköy’de onbaşılar uykusuz
Mataramın içi dışı sanki buz
Bir edalı gelin gider oğulsuz
Peşin sıra ağıt yakıp gelmem mi?
68
 
BÖLÜM-5
 
Mezar taşın olurum kardeş
Korkusuz düş vatan denen toprağa
Dost düşman ayırmaz yakılan ateş
Halimiz ders olsun yakılan çağa
69

 
TEĞMENİN DRAMI
 
17 yaşında Harbiye öğrencisi iken Sarıkamış harekâtına katılan 
Ve başarılarından ötürü rütbe alıp subay olan genç bir “zabit
vekili-takım komutanı” vardı. 
Bir ağaca yaslanmış, dinleniyordu. Ordu komutanı onu teftiş 
sırasında gördü ve sordu.
“Niye kaçtın?”
Genç zabit şaşkın ve gayet soğukkanlı cevap verdi. 
 “-Kaçmadım, bütün takımım şehit düştü, yapayalnız kaldım “. 
 Kumandanın cevabı sert ve kesindi. 
“-Derhal kurşuna dizin...”
Ölüm bir soğuk mermi 
Kan gülü açışı kar üstünde
Yansın apoletlerim, kopsun kıyamet
Yanarım yangına, yangın içinde yanılgı ne
Sorgusuz sualsiz gidişi geçmişin geleceğin
Bu dağlarda kar fırtınası
Kurt uluması, çığ düşmesi
Uçurum ağzında kıyamet nefesi
Her şey bir adım ötede değil
Bir paşa dudağı arasında…
Sevdiğime mektup yazdım 
Biliyorsun tertibim
Son Mehmet düştüğünde şehit
Dönüşünde cepheden
Unutma mektubu, 
70

 
Nişanlıma vermeyi, tamam mı ?
Unutma!…
***
 
Ölüm bir soğuk mermi
Ölümden değil korkum
Korkum, haksız ve anlamsız emirden
Korkum, korkumun içinde kuyu
O yüzden kaybettim
Siper siper uykuyu
***
 
Zayıf yapılı
Sarı benizli
Üstünde yıpranmış ince kaput
Ayağında potini
Patlamış
……..Dağıldı dağılacak…
Dağılacakmış
Aylardan yılın son ayı
Mevsimlerden kış
Ah Sarıkamış!...
Vah Sarıkamış!...
***
 
Dağ kış, yer kış, gökler kış
Dağ yeli yılan ıslığı kulaklarımda
Anamın ağıtları mataramda su
Oğul türküleri şimdi
Alev 
71
 
Alev dudaklarımda…
İçimin dehlizinden aşağıya
Buz kılıcı bembeyaz
Sopsoğuk 
Sarıkamış!…
***
 
Paşalar Paşası
Enver’ime büyük alkış (!)
***
 
Harp okulu son sınıftan
Gönüllü gelmiş 
Cephede savaşmaya
Yaşı mı? 
Henüz on dokuz vallahi!
Rütbesi teğmen…
Boyu selvi dal
Gözleri çöl ceylanı
Gözleri memlekete susamış
***
 
Okuldan cepheye gönüllü geldim
Henüz teğmen iken dağları deldim
Aman mendilimi dürün derleyin
Sonra da yârime haber yollayın
Anama, bacıma selâm söyleyin
Okuldan cepheye gönüllü geldim
Vatan toprağında düşman nefesi
Soluyunca duydum yabanıl sesi
72
 
Hızlı, hızlı çarptı göğüs kafesi
Henüz teğmen iken dağları deldim
Albay Arif’e 
Başını kaşıyarak düşünceli düşünceli 
Anlatırken 
Duraksadı birden bire İhsan paşa
Soğuktan it gibi titreyen
Genç teğmeni gösterdi…
‘’Yerini terk ettiğini görerek yakalamış
…………….Bu çocuğu Enver paşa
……………..İdam edilmesini istedi’’ dedi.
Dehşetten gözleri iri iri oldu
...…………….Albay Arif’in
‘’Divanı harpçe yapılıncaya kadar sorgusu
………………..Kalsın burada sizinle’’ dedi
Kıyamadı belli ki 
Bu genç teğmene
Zorladı af yolunu.
***
 
Büzülmüş soğuktan
İçine çekilmiş boynu,
Buz buza yapışmış gibi
Duruyordu gövdesi üstünde
O mahzun,
O ürkek bakışları içinde
Umutsuz,
Ve çaresiz başı…
Çocuksu yüzünde,
Utancı vardı,
73
 
Korkaklıkla suçlanmanın…
‘’Ne etsem?
N’eylesem?
Kimlere neler söylesem?
İnanmayacaklar artık bana’’ dedi
Israrlı sorulara,
Zorlanarak yanıt verdi,
Soğuktan kısılmış sesiyle
Hırıldar gibi bir sesle karşılık verdi;
……….Bir hafta önce
…………Kırk kişiydi takımım.
………….Çok yitik verdik yollarda
……………On kişi kalmıştık
……………..Çerkezköy’deki saldırıda
…………….....Hep beraberce
…………………Atıldık ileri
…………………….Bu savaşta
İnatlaştık Ruslarla
Emrimdeki erlerin
Şehit düştü hepsi
Kaldım bir başıma
Ve yapayalnız.
………….Oturdum bir ağaç dibine
……………Koydum başımı iki elinim arasına
Ne ağlamaya
Ne de acınmaya yoktu zamanım
Kalmıştım bir başıma
Ve yapayalnız.
Fırsatım yoktu
Düşünmeye bile…
Derken geliverdi Enver paşa,
74
 
Sormadan tek kelime
Hüküm verdi
…………………”Anlatayım Paşam” dedim
Bana; ‘Hain sus’ dedi!’’
Enver paşa,
Ve yanında 
General Bronsart von Schellendorf
Yarbay Feldman
Ve Yarbay Guse…
***
 
Paşa çıldırmış,
Paşa hırçın,
Paşa paşalıktan çıkmış
Paşa olmuş Alamana maşa
Birden bire İhsan paşaya döndü;
---------------‘’Teğmen hakkında verdiğim emir
Getirildi mi yerine, getirildi mi?’’
İhsan Paşa; 
‘’Divanı harbe verdik
Sorgusunu yapıyoruz’’
Sinirlendi Enver Paşa 
Âniden bağırdı, öfke dolu sesiyle;
-------------------------------------‘’Ne sorgusu
Derhal idam edilecek’’ dedi ve kesti attı.
***
 
Emir emirdi işte
75
 
Kuzu postunda bir canavarı
Velhasıl
Paşa yaparlarsa aklının dibi görüneni
Kim takardı yasayı?
Kim verirdi insana değeri?
***
 
Acı bu olsa gerek!
Kurşuna dizilme emri verdiler
Verdiler emrimdeki birliğe
Oluşturuldu idam mangası oracıkta
Düzen aldılar
Enver Paşa ve Alaman subayları
76
***
 
Can acısı öl der
Öldür der vatan acısı
Öldürsem öldüremen
Öldüremezsem ölemem
77
 
Çocuksu yüzünde donuk bakışlarla
Baktı idam mangasındaki erlere
Baktı sorgusuzca emir veren Enver Paşaya
Baktı ilgisiz Alman subaylarına
Gözlerinin önünden film şeridi geçti 
Yıldırım hızıyla o an
Cepheye koşarken
Çoktan razıydı ölmeye ama
Ama onursuz ölümü hak etmemişti yiğidim…
***
 
Mangadaki askerler
Tedirginliklerini gizleyemediler
Düşmana kurşun sıkmak varken 
Suçu nedir? 
….Bilmedikleri bir Türk subayına kurşun sıkmanın
Tetik çekmenin burukluğu içinde
Kimisi içinden;
----------------------‘’Nişan almam bu taze yiğide’’
Dese de kimisi;
Alnına, kalbine ateş etmeyi düşündü,
----------------------‘’Ölsün diye acı çekmeden’’
İdam mangası komutanı 
Kara yağız genç bir çavuştu
Önünde kurbanlık koyun gibi
Ölümü bekleyen genç teğmen;
Yutkuna yutkuna
Ölmeden son kez gözlerine baktı
İdam mangasının
----------------------‘’Bitsin artık bu pis iş’’ der gibi
Burkuldukça burkuluyor kalplerin dibi.
***
 
78
 
Aldı yerini herkes, 
Hazırlıklar tamam,
Çavuş, fısıldar gibi 
Acı içinde yavaş ve titrek bir sesle;
-------------------------‘’Ateş’’ diyebildi.
Patladı on tüfek 
Patladılar bir anda
Her mermi,
Ağlaya, ağlaya
Gitti gencecik teğmenin
Gencecik vücuduna…
***
 
……………………..”Enver ödleğinin gücü
……………………….Teğmene
………………………..Yetti de
Kıydı gencecik teğmenime, kıydı
Acımadı zalim paşa teğmene
Karlar bile akan kan ile doydu’’
***
Zalim Enver Paşa’nın buyruğuydu bu ferman
Tükenmiş, vay mecalim, bende kalmadı derman
Anam bilmem, daha benden alınmadı sorgum
Neden, haksızca ölüm, ölmeden bana vurgun?
Ben ne için gelmiştim felek bana neler etti
On dokuz yaşındaydım, beni kim, neden üttü?
Ne diyeyim paşanın bu hükme varışına
Ellerimi bağlayıp, dizecekler kurşuna
79
***
 
Adresi belliydi kurşunun
Genç teğmenin bedeni
Önce sarsıldı 
Sonra öne doğru kaykıldı
Yıkıldı karlar üstüne yüzükoyun
Titredi,
Titredi,
Titredi vücudu…
Başı gövdesinden ayrılan tavuk gibi 
Silkine silkine can verdi
On mermi deliğinden sızan kanlar
Kar üstünde akıyor ılık ılık
Uğruna can vermek için geldiği 
Bu ıssız dağ başında 
Yolunu arıyordu
Kan kızıl iz bırakarak
Kar altında toprağa…
***
 
Ölümün haksızlığı çalar kapımı
Uzun düşünmeye zamanım yok
Acıları cebimde taşıdım
İhanetleri kovalarken
Yoruldu yaşamın renkleri
Bir hüzün çöktü sessizlikle birlikte
Renklerin solgunluğu üstüne
……………..Namerde el uzatmaktansa
………………..Dayamaktır onurluca sırtını ölüme.
Yağmaların kol gezdiği ülkemde
Üstümü doğanın ak sancağı kaplasın
80

 
Esmesin rüzgâr,
Yağmasın yağmur.
Çekmesin üstüne yağız toprak
Bundan gayrı o ak örtüyü
Çekmesin üstüne!
Tüm analar
Büyütürken oğullarını
…………….‘’Oğlum uyusun,
………………..Uyusun da büyüsün!
…………………..Adam olsun!
…………………….Paşa olsun!’’
Ninnisini söyler a oğul!
A oğul!
Bir ananın bebesi
Paşa oldu, zalim oldu, zulüm saldı
Saldı da
Bir başka ananın
Körpe yavrusuna
Azrail olup canını aldı
Zalim Enver
Şımardı, küstahlaştı
Lânetlenmiş beceriksizliğini
Örtmek için bilgisizliğini
Besledi binlerce yiğit kanıyla
Katil ruhunu
***
 
Ey canlar!
Diyeceğim odur ki :
81
Enver Paşanın
İşlediği cinayetleri 
Ve hainlikleri,
Daha çoktur
Neron’un işkence 
Ve zulmünden 
İnanın 
Daha çoktur.
***
 
Aç tarihe bak içine
Seyret, olmuş, olanları
Gökten yere düşen yıldız,
Kehkeşanlar çalkalanır.
Nicesi var
Hatasıyla bir ordu yok eder
Bencillik meclisinde buluşanlar çalkalanır.
Yiğitlerle sünepeler kılıç kavuk dizilmişler
Haklı, haksız saraylara doluşanlar çalkalanır.
Her çağda bir kahraman var
Ödleklerle yan yana
Topal atla gözsüz görüp
Konuşanlar çalkalanır.
İbretlik der, 
Düşmanıyla vuruşanlar çalkalanır
Sarıkamış Dağlarında 
Kar yangını bir Azrail
İrem bağı cennetlerde
Görüşenler çalkalanır.
82
 
BÖLÜM-6
 
Toprağın sırrını çözdün mü
Mehmet
Taneyi başağa dönüştüren o
Vatan savunması tek istikamet
Bizi özgürlüğe eriştiren o
83
Halil ve Veysel’in Dramı
Bu savaşı
Namusu saydı Halil İbrahim
Ne bilsin Alaman’ın
Petrol, doğalgaz 
Bir cümle yer altı kaynakları hesabını
Ne bilsin
Telli telsiz gizli hesaplaşmaları!
Babasından, anasından dinledikleriyle
Düşman kesiliyordu Halil
Amcaoğullarına
Söylemese de nedenini
Belki de miras meselesi
Büyük ihtimalle.
Ne yapsın?
Karlı yollarda
Çektiği eziyetler
Elbet artırıyor kinini
Üstüne çullanınca
Soğuk ve açlık
Halil’in
O an
Iğdır’daki bağlar, bahçeler
Cennet görünüp gözüne
84
 
Gücüne güç katıyordu
Memleketine kavuşma umudu.
Başı dumanlı
Başı puslu
Başı karlı dağlarda
Dalgın, dalgın yürürken 
Kolunda atın yuları gerildi
Birden bire korkarak irkildi
‘’Eyvah ata bişi oldu;
Zavallı beygir gidici mi ne?’’ dedi.
At durdu
Dönüp baktı Halil;
Arka ayaklarını iki yana açıp
İhtiyacını giderdiğini görünce rahatladı.
Düşlerini ısıttı Halil’in
Dondurucu soğukta
Buram buramdı dışkı
Fırından yeni çıkmış somuna benzetti Halil,
Dumanlanırken
At pisliği duman duman kıvrıldı
Midesi davullar çaldı Halil’im
Açlığı depreşip başı savruldu
Biryanı hayale saldı Halil’im
Açlığıyla, at dışkısı arasında
Hayalden hayale yürüdü
İkisi arasından bin köprü
Düşünüp düşünüp kurdu.
Atın torbasına elini soktu
Bir avuç samanı çıkartıp baktı
Üfürüp samanı ağzına attı
85
 
Atın arpasını aldı Halil’im
Aldı da avundu Halil’im 
Açlığını savundu
Savundu at huzurunda kendini
Kendini haksız buldu elbette
Elbette bir çıkış aramaktı muradı
Muradı bu değildi Halil’in
Halil’in mahcup bakışlarından utandı
Utandı rızkı çalınan at
‘’Rızkına ortak oldum, gusura bakmazsın gayrı’’ 
Dedi Halil…
Ve
Neden sonra
Kemah’lı Veysel’i gördü
Açıldı gözleri fal taşı gibi
Görünce Veysel’in halini
Boncuk boncuk terlemiş
Anlamını yitirmiş 
Boş bakışlarla inliyordu çaresiz
‘’Ah be gardaş ahh!
Bir ateş düştü yanar oldum
Ellerimden, ayaklarımda
Çekildi canım
Fena soğuklamışım’’ dedi Veysel.
İçi cız etti Halil’in
Araladı
Gömleğinin yakasını Veysel’in 
Sarmıştı boynunu
Kırmızı mercimek gibi lekeler
Tifüs dedikleri buydu
Halsizleşen hasta, bitkin vücudu
86
 
Daha fazla taşıyamadı Veysel’i
Çöktü yolun kıyısına
Kesilmişti sesi soluğu;
‘’Mahvoldum, bittim Iğdırlı
Soluklanayım az biraz
Al benim hayvanı da terkine
Var git yoluna
Nasipse yetişirim ardınızdan’’ dedi Veysel
Kemah’lı Veysel de
Tifüse yenildi
Binlerce savaşçı gibi
Hemen oracığa
Seriliverdi yol kenarına
Çokları donarak ölürken
Ateşler içinde
Yanarak öldü Veysel…
***
 
Sen ey mevsimlerin dipsiz kuyusu!
Dolmaya başlarken düşünme, çık gel!
Yenildi tifüse, geldi uykusu
Iğdırlı Halille Kemahlı Veysel…
Savaş bu, değildir basit bir oyun
Ölüm ensemizde afsız, duraksız.
Şehit düştüm ana, haberim duyun
“Kalmasın diyerek vatan bayraksız.”
87
88

 
BÖLÜM-7
 
Yurt toprağı cömerttir
Gül verir, sümbül verir
Vatanı seven merttir
Toprağa gönül verir
89
 
Azap Muharebesi
‘’Kimi Yemen kimi Harput
Üzerinde ince çaput
Avut yiğit, gönlün avut
Yâr sarmazsa Mevla’m sarar!’’
 Sarıkamış Türküsünden
Ay
Oğul 
Yazıyla 
Kolay elbet
Kalemle yazıp
Yazıyla anlatmak
O anı yaşamadan
Söyle nasıl hissedersin?
Oğul oğul, neler neler var
Altında buz, üstünde kar
Kucağında mavzerin
Yavuklu diye
Sar oğul sar
Azap
Azap olmadan
Gör ki daha neler var
Bayrağını
Toprağını
Namusunu 
Düşmana teslim edenler var
Yorgun
Hasta ve aç askerler
90
 
Dağların zirvesinde ilerlerken
Hayrete düşen Alaman subaylar:
‘’Böyle bir arazide
Hiçbir Avrupalı süvari ilerleyemez’’ dediler.
Açık kalan ağızlarıyla
Üç bin metre yüksekten yürüyodu askerler
Dağlar düşmandan yaman, geçit verir mi sandın?
Karla kaplı ıssız vadi, yamaçlar beton duvar
Mehmedimin kırıp geçtiği buzlar erir mi sandın?
Dağ erir,
Demir erir,
İnsandaki yürek erir...
Kırarak geçtiği buzlar
Erimez ay oğul erimez...
Düşünseniz, üşürdünüz sıcacık evinizde
Gövdeye isyâna hazır, derman kalmayan dizde
Haziran ayazda kaldı, dondu zemheri közde
Cehennem isyânlardayken, ayak yürür mü sandın?
Akıl yürür
Hayal yürür
Başlarında bulut yürür
Gövdeyi taşıyan ayaklar
Yürümez ay oğul yürümez
***
 
Azap dedikleri
Horasan, Zivin yolunda
Düzlükte kurulmuş bir köy
İşte bu köyde görülmüştür
91
 
Savaşın kanlı yüzü.
Rusların eline geçmiş Horom Düzü
Azap işgalinden habersiz
İlerlerken plansız
Dokuzuncu kolordu
Uğradılar saldırıya ansızın 
Uğradılar da ay oğul
Kurşun kuşa dönüşmüş
Öte öte gelir...
Kalanlar
Kararlıydı vuruşmaya
Ve onbirinci kolordu
Karşılaştı Rus-Türkistan birlikleriyle
Yanlış keşif
Yanlış tespit
Bu da yetmezmiş gibi
Sığındı Rus tarafına
Otuz kadar Ermeni
Bilgi verdiler düşmana
Bu
Bilgi
Hainlik
Borçlandırdı
Kanlı kavgalara
Türkleri götürdü
Zalimce kıyımlara
Fırsat geçmişti Ruslara
Vurdular
Vurdular 
Vurdular…
92
Mehmet!
Kurtuldun mu açlıktan?
Mintansız, 
Çarıksız geldiğin bu dağlara
Kurtuldun mu şimdi ?
Soğukta it gibi titremekten
Yerin altı sıcak mıdır söyle Mehmet!
Sen gittin
Yok mudur iki kelamın? 
Geride kalan arkadaşlarına
Can yoldaşlarına.
Bu dağlar ulu dağlar
Ağlarsa anam ağlar
Kurtlar pusuya yatmış
N’olacak kalan sağlar?
Sağlar aç, açıkta perişan
Perişan ölüm nasıldır
Nasıldır buza tutunmak
‘’Dönmek yok ölmek var’’ demiştin
Kim basıp geçti donmuş cesedine?
Mehmet, Mehmet!
Aç gözünü demeyeceğim
Zaten gözü açık gittin
Dağ utandı 
Taş utandı
Üstünde yattığın
Kar, buz utandı
Havada dolaşan
Fırsatçı leş kargaları
Utanmadan oydu gözünü
Mehmet, Mehmet
93
 
Gözden akan kanlı yaşı
Dindirecek yok mu gayrı
Mehmet’imi şu dağlardan
İndirecek yok mu gayrı?
Taşa döner öfke kından
Maşaları çıkmaz inden
Paşaları bu fikrinden
Döndürecek yok mu gayrı?
Gözlerine hasret ana
Sözlerine canan yana
Yüzlerine sıcak buse
Konduracak yok mu gayrı?
Yana yatmış heykel gibi
Sanki açık bir el gibi
Anaların ateşini
Söndürecek yok mu gayrı?
Kazanılan savaştan habersizse komutan
Boşunadır akan kan, telef olan nice can
Gaflet ölüsü bin can, elden çıkan Erivan
Alman ordusundandır General, subayımız
Fark eder mi sayımız, ölüm fakire şandır
Yabancınınki candır, Mehmetler ölür yavan
Bozguna uğratılmış Rus birlikleri
Panik halinde kaçarlarken Sarıkamış’a
Rus Çar’ı Nikola
94
 
Düşmüşken eline Türk müfrezelerinin
Bütün olanlardan habersizdi
Kazanılmış zaferi kaybettiğini sanan 
Beceriksiz komutan
Alman General Bergmann
Azap’ı Azaplaştırdı 
 ‘’Yanlış bilgi felaket kaynağıdır’’
Demiş Kazım Karabekir
Ne de güzel demiş
Demiş de bir beceriksize gücü yetmemiş
Hilafet, saltanat 
Eline geçerse beyinsizin
Nasıl gücü yetsin Karabekir Paşa’nın?
Yanlış bilgi
Yanlış düşünce
Yanlış karar
Sarıkamış faciasına giden adım
Çekildiler geriye emre uyarak
Rüzgârın tipiye döndüğü yerde
Çalı yaprağı ve karla doyarak
Tokluğun açlığı yendiği yerde
Donmuş yaprak gibi
Kırılır düşer
Kiminin parmağı
Kiminin kulağı
Soğuk, açlık, düşman, kalsan arada
Ateş yaksan yaktırmazlar burada
Kan buza dönmüş sargısız yarada
Acının acıyla dindiği yerde
Acı, gidenle biter
95
 
Kalana ölümden beter
Bu genç yaşta vadesi dolmuş
Ak örtü üstünde gül benzi solmuş
İki gözü kargalara yem olmuş
Ölümün semadan indiği yerde
‘’Ölüm
Ölüm’’ dedi Mehmet
‘’Ölüm vatan içinse eğer
Sefa geldi be gülüm’’
Dedi Mehmet
Çok kayıplar verildi
Yirmi günde 
Köprüköy ve Azap‘da
Azap Azap olalı
Böyle acı görmedi
***
 
Azap, Bardız Yaylası, Çermik, 
Divik, Tekcam, Turnagöl,
Dikenli Tabya, Laloğlu, 
Sarıkamış, Hamamlı Köyü, 
Ersinek Yayla,
Allahuekber Zirvesi
Ve bilinmeyen
Meçhul savaş meydanlarında 
Çakır Hasan
Seyitlerin Mıstafa ve Ben
Ve Anadolu’nun ücra yerlerinden
Yiğitler gelmiş
96
Adı adlarına
Boyu boylarına
Kiminin de
Huyu huylarına çok benzeyen
Kiminde lâstik ayakkabı
Bu havada 
Killi toprakta
Sabun gibi kayar burası
Paşa ökçeli ayakkabısıyla
Çoğumuz çarıklı
Bu eziyet
Bu zahmet
Bıçak keskini soğuk
Buz tutmuş kuru çam dalları
Isınmak,
Ah ısınmak istedik
O an,
Mahşerden dört atlı çıktı
Dört kurukafa
Onlar hayâl ekerken
Cehennem biçmek bize düştü
Boynunu bükmüş ne yatarsın Çakır Hasan?
Haydi, kalk ayağa!
Ben şimdi 
Ne diyecem Güll’ablam’a?
Ağlayamam senin için
Donar göz yaşlarım
Korkarım bu dağlarda yalnızlıktan
Dur, sen bari gitme 
Gardaşım Seyitlerin Mıstafa’sı
97
 
Aç gözlerini
Bak gözlerimin içine
Hani gardaştık seninle?
Pay etmiştik bir lokmayı.
Oy Mıstafa’m, gardaşım;
Gözlerinden kaldır perdeyi
Gönlünü temizle
An gelir
Dağ dayanmaz
İrade karşısında mum gibi erir
Hava, endişeli ve ürkek
Bulutlar
Göründüğü gibi değil
Saklayamadı Cehennemi
Karın masum beyazlığı bile
Çakır Hasan, Seyitlerin Mıstafa 
Karların üstünde
Al bir ata bindiler
El sallamaya bile fırsatım olmadı
Gönlüm onlarla gitti
Kendim bu dağlarda kaldım
Gün batımları turna katarı
Takıldım bir turna kanadına
Bir elimde ateş, bir elimde su
Buharlaşıp göğe çıkar giderim
Zamanı gelince yağarsam eğer
Yolumdaki bendi yıkar giderim
Ne zaman bir serap görürsem çölde
Gözlerimden yaşlar döker giderim
98
***
 
Azap deresinde kaldı mataram
Dağların türküsü dilde buz tuttu
Bir şehit çiçeği Seyit Mıstafa’m
Paşalar, paşalar bizi unuttu…
Azap deresi de buz tutmuş akmaz
Ölüm kokan dere çok civanı yuttu
Tutmuş yakamızı asla bırakmaz
Kanatsız Azrail çarptı, uyuttu
Azap deresinin basma taşına
Her taş aynasını yüzüme tuttu
Zaman, bakmıyor ki gözün yaşına
Zaman yokuşlarda sisti, buluttu
Azap deresinde kaldı mataram
Çakır hasan ile Seyit Mıstafam
Kar cenneti bir ağaca yaslanıp
Dallarında kan çiçeği kuruttu
Yankılandı halka halka türkümüz
Pusulamız tekrarlanan komutta
Vatandır gönülde büyüttüğümüz
Paşalar, paşalar bizi unuttu…
99
100
 
BÖLÜM : 8
 
Ey tabip yarama el değme sakın
Hastane önünde yatana bakın
Kaşığı kızdırın yarama basın
Düşmana değil de bite yenildik
101

 
ORDU BİTTEN KIRILIYOR.

Yirmi altı aralık
Hastaneler dolu
Azap’da azap çekenlerden çok
Grip, 
Dizanteri
Hele de tifüs
Askeri sarmıştı,
Sığındıkları köy odalarında 
Bitler sarmıştı
Düşmandan bile çoktu…
***
 
Her tümseğin altında
Donmuş bir beden
Bir sevda 
Bin hasret 
Anaya, babaya, yavukluya
Yorgun, bitkin, bezgin 
Bir beden yatıyordu.
***
 
Ve
Yürüdü
Hafız Hakkı Bey
Sarıkamış’a doğru
Yürüdü, Allahuekber‘e
‘’Enver’den önce almalıyım’’ diyerek.
102
 
Ay balam
Burası Kars
Serhat şehri
Mahşeri bir kalabalık 
Allahuekber Dağlar’ının eteklerinde
Hafız Hakkı’nın
Heyheyleri üzerinde
Küflenmiş yıldızların oğlu
Hafız Hakkı…
Erat bitkin
Erat yorgun
Erat halsiz
Acı içinde acı
Kıvrım kıvrım…
Ayaklar şerha şerha yara
Ayaklar şişmiş
Dizde takat
Yürümeye mecal
Kalmamış umut, hayâl
Hayâller dipden doruğa tarumar
Ve yorgun vücutlar
Vücutları taşımıyor ayaklar…
***
 
Ayaklar yara, çıplak
Çıplak vücuda değen kamçı
Ses verir
Şak, şak, şak
Albay Hafız Hakkı kör
103
 
Albay Hafız Hakkı sağır
Zafer muştusu yolluyor zaferden evvel
Paşası Enver paşa’ya
……………..‘’Yürüyüşe geçeceğim
………………..İlk rastladığım düşmana
…………………Şiddetle saldırıp, perişan edeceğim’’
…..………………İşte böyle 
…………………….Atıyor 
………………………Tutuyor…
Hafız Hakkı
Mangalda közü
Ağızda sözü
Kar yangınlarında askerlerini
Yetimi öksüzü unutuyor
***
 
Erzurum kar altında
Kefen aklığında hastaneler
Sedyeler
Ölümden öte bir köy için istifleniyor
Alaylı bir gülümseme dudağında Azrail’in
Yüzü gülüyor
Bağdaş kurup oturduğu
El dokuması minderinde
“Biz ölümden korkmuyoruz” diyor Mıstafa
Ölümden öte yürüyoruz
Gönül bağımızda vatan aşkımızı büyütüyoruz 
***
 
Bu zorlu askerlikmiş sevdiğim
104
Yıllar biter, saydığımız gün bitmez
Yıllar geçer
Görmezsin yavuklunun yüzünü
Yazdığın mektuplar yerine gitmez
Burada herkes korkuyor nefesinden
Canı usandırdık ölüm yasından
Dört yanı kuşatan kurşun sesinden
Yuvadaki kuşlar ötmez
Ağzım yara kuru tayın yemekten
Yoruldum el açıp ‘’Şükür’’ demekten
Lokma irileşir düşer damaktan
Soğuktan şişen tatmaz
Boynunu büktü
Döndü Başköy’e
Saç, sakala karışmış
Yine bir uzun hava sarmış askeri
Kimi yanık sesiyle söyler
Kimi yanan yüreğiyle dinler
------------’Hastane önünde incir ağacı’’
Ağaç ne ki; kollarından sarkar buz
Buzlara dokunur geçen ordumuz
Mermisiz mavzerleri omuzlarında 
Tayınsız
İlaçsız
İz açar hastalıklara
Sıralar, ranza
Karantina altında okullar
Ve de samanlıklar, ahırlar
105
 
Taşınıyor uzaklara kağnılarla 
Yaralılar, hastalar
Sağlam insanı bile donduruyor
Deveboynu geçidi
Ölmek için gûman yoktur
Paşalarda iman yoktur
Bedenimi bitler sarmış
Yunmak için zaman yoktur
Soğuklarda büzülmüşler
Boncuk boncuk dizilmişler
Sıcak gören bütün bitler
Zıplayarak çözülmüşler
Off ki ne of, 
Ve gece 
Gecenin düştü içine
Kendini ak örtülü dağlarda unuttu!
Of anam of!...
Dinlenmek için köylere döndüler
Odalara, ahırlara kondular
Sıla, ana, bacı, yâri andılar
Sıcak gören bit canlandı
Günler geçti görmediler sıcağı
Hayâl eder oldular yanan ocağı
Sızlayan dermansız iki bacağı
Kan dolaştı et canlandı
Bağdaş kurup tüfekleri çattılar
Nefeslenip gam, kederi attılar
Hayvanlarla bir ahırda yattılar
Saman gören at canlandı
106
 
Odunla ateş 
Beslendikçe kudurdu
Soğuk havada 
Uyuşup kalan bitler
Kıpırdanır oldular
Sıcağı görür görmez
Yağlı sakalları
Yanırlı yakaları
Sürü halinde
Dolaşmaya başladılar
Besiye çekilmiş gibiydiler
Kan emmekten bu bitler
Bit kırma faslı başladı bu kez
Duyuldu sesler
Rus mevzilerinden
Fasit bir dairedir tifüs
Çarkı döndürür
Ocak söndürür
Dağa yağan
Kar perişan
Buzu sağan
Er perişan
Kar altında
Yer perişan
Per perişan
Ser perişan
Isı arttıkça
Sıçradı bitler bitsizlere
107
 
Bulaştı tifüs herkese
Başladı salgın
Batıda Erzincan
Güneyde Elazığ ve Diyarbakır’a ulaştı haber
Hekim Ahmet Fikri
Buldu çareyi sonunda
Yaptı bir buğu sandığı
Kurtardı orduyu geç de olsa 
Tifüs salgınından
‘’Tek çözüm
Usturaya vurmaktır saçları “Dediler;
Saçlı başlar bile kep altında ayaza vururken
Çıplak başla savaşılır mı? 
Ya soğuk?
***
 
Her cefaya dayanıklı, kavgalarda aslan Mehmet
Kar altında taş yastığa bitli başı yaslan Mehmet
Çetin geçen dövüşmede binlerce can telef oldu
Ak örtüde her bir çukur oluk oluk kanla doldu
Aç yatıp tok kalktı yiğit yalınayak cenge daldı
Her cefaya dayanıklı, kavgalarda aslan Mehmet
Yere düşen savaşçıyı omuzlayıp yürütürsün
Hasta, yorgun bedenleri iman ile arıtırsın
Zaman yok ki yıkanmaya suyu kardan eritirsin
Kar altında taş yastığa bitli başın yaslan Mehmet
Paşa paşa Enver Paşa
108
 
Dinin yok mu senin haşa?
Nemrut musun? 
Firavun mu?
Sürdün bizi kara kışa
Sürdün bizi kara kışa
Lekeli hummadır, ordu humması
Ruslara değil de bite yenildik
Ceketler, gömlekler, donlar cabası
Düşmana değil de bite yenildik
Ey tabip yarama el değme sakın
Hastane önünde yatana bakın
Kaşığı kızdırın yarama basın
Düşmana değil de bite yenildik
Terk edilmiş evler, karanlık ve susuz
Atların önünden arpa yiyoruz
‘’Gel gör halimizi paşa’’ diyoruz
Düşmana değil de bite yenildik
Tam beş yüz hastaya bir termometre
Söyleyin, söyleyin sıhhiye nerde?
Yataklar dolmuş da inleriz yerde
Düşmana değil de bite yenildik
109
110


 
BÖLÜM: 9
 
Haklı ise savaşın
Silahın sulh yaratır
Uygarlık yıldızının
Işığını parlatır.
111
 
ILGINLI ALİ ONBAŞI
Bir mektup yazdırdım karalı aklı
Alnı yüce dağlar sığar içime
Kolçak onbaşılar eli bayraklı
Şahadet getirip ağar içime
Gönlüm kanat oldu akça zarfına
Nakışlandı ruhum her bir harfine
Varsam kar, tipiyle Köprü Köyü’ne
Yemen havaları doğar içime
Bir mektup yazdırdım garip babama
İçtimadan sonra döndüm kıtama
Sılada sevdiğim bekliyor ama
Gözyaşım sel olup yağar içime
Gece tepelerde yanar ışıklar
Her ışık dediğin üç Mehmet saklar
Bir beyaz ölümdür bizleri yoklar
Soğuk elleriyle yığar içime
Ilgınlı Ali’yim yüreğim ayaz
Sabah seherinde kılmışım namaz
Bu Moskof gâvuru sözden anlamaz
Kendi sessizliğim koyar içime
Ateşin gözyaşları dökülür
…..Dökülür ay balam
……Erkencidir seher kuşları
…….Kimi zaman örf der
……..Kimi zaman töre der
………Unutturulur candaki can
……….Kanatlı gök atları görünür semada
Tarih kuşu
Talih kuşu değildir
Tarih haritadır 
Tarih hatıradır
Sonra hatır gönül işidir ay oğul!
Nişanı alnımızda
Ayımızın, yıldızımızın
Şerefi yüreğimizde
Toprağımızda
“Göğüs kafesinde sardığım vatandır oğul”
Deyişini hatırlatır
Hasretini çoğaltır Ilgınlı Ali’nin
Ay oğul!
Bu tarih şanlı tarih
Destan destan Aliler doğdu
Bu topraklar ne destanlar yazdırdı
Bu mektup
Okudukça şan yüklü
Şeref yüklü,,,
Okuyalım,
Okuyalım hele ne yazmış?
Neler yazmış?
Ilgın’lı Ali onbaşı;
“Pederime Kudsi Huzura:
22 Muharrem 1333, Perşembe (10 Aralık l914)
Evvela farz üzre, mübarek ellerinizden üns eder, anamgile, halamlar
canibine ve emmim Hüseyin ağama ve cümleye selam ile, yadımızda
mahfuz kılındıklarını ve ellerinden ve dahi gözlerinden öperek hayır,
selamet ve avdet dualarını rahmetmelerini arziderim. Ben kıt’ama içtima ettikten ve de şayed nevzadım (çocuğum) tevellüt etmiş ise anası
ile önce Hüdâ’ya ve âhiren size emanetimdir ki, gözüm sırtıma düşmeye. Benden sual varid oldukta, haîiki meşruk ola afiyette ve kasavetten
beriyiz. Kudreti semavinin önce muzafferiyet, şehadeti ve terhisi nasip
kılınmasını tazarru ederiz.’’
Bıldır yaz, iki alayımızla, Yemen’den buraya nakîolduk. Yola revanimizden dört ay mukaddem buraya konakladık ki, Arap’ın nar-ı cehennemi, Köprüköy’deki ayaz yanında, nimet-i ilahi imiştir kim, burada
çadırın perdesi, buza kesmiş oğlak kulağı mi-sillü temas ile kırılmakta
ve kopmakta. Bölük kumandanım yüzbaşım beni sıhhiyeye nakletmiş
ise de tabip, ecza ve deva fıkdanından biçare kalıp tekraren takımına
tertip olundum.’’
Zevali saatin varması ile gece Köprüköy’e civar dağlardan tipi boşanır.
Kumandanımız müstakbel cumaya, Başkumandan Paşa Hazretlerine
teftiş ve hücum için intizar olduğunu muştuladı kim, teşriflerine kadar postal, yün, içlik, çorap ve kaputların verileceğini ve Yemen yazlıklarını atacağımızı tebşir etti. Allah, devlete millete zeval vermeye.
Başkumandan Paşa Hazretlerinin vürudu ile, Moskofun kahrolacağından ve kâfirin, karşımızdaki tepelerde geceleri seyran ettiğimiz, ocaklı
ve matbahlı karargâhlarına sahip çıkacağımızdan zabıtanımız müemmen.
Şafak atanda 2095 rakım Kızkulağı tepesinden, Moskof obüs yağdırır
ammallalike şükrola, zafer bizimdir. Leyi (gece) bastırınca tepelerdeki
Moskof ateş ocaklarının narı, gözlerimizdeki ayazı tandır közüne tebdil
eyler. Başkumandan Paşa Hazretlerimiz acele vara ki, ateşe de nail
olak.
Yarın sabah namazı edası ile aşağıdaki çukurdaki Moskof Ermeni bataryasının köprü yolu ayağını tutacağız. Ben, keşif manga kumandanı
naspedilmişimdir ki şahadet şerbetini içmek dahi zaferi tatmakla hernnuş.
Yüzbaşı efendi, dönüşte ikindi vakti çavuşluk alametimi eli ile talik edeceğini de söyledi. Dualarınızı ve terhisimize ve zaferimize taptuiarınızı
eksik etmeyesiz. Âlemi O bilir kim, kadiri mutlak O’dur.
Onbaşı Ali (Ilgın)
10 Aralık 1914 günü yazılan mektup 1915 baharında buzlar çözülünce
gün yüzüne çıkan şehitlerimiz toplanırken , adı Ilgınlı Onbaşı Ali olduğu mektuptan anlaşılan bir şehidin cebinden çıkmıştır.”
Konya’nın Ilgın ilçesinden
Alilerden bir Ali
Celbi gelmiştir
Çağrılır “Sülüsünü al” diye
Düşer yollara yollara
Varır Yemen ellerine…
Burası Yemen ki ne yaman
Çöl acımaz insana, vermez aman
Cehennemin bir başka adı
Gündüzü güneşli zulüm
Gecesi rüzgârlı ölüm
Yemen ellerinde tabakam kaldı
Yüzbaşılar yine borazan çaldı
Güneş gökyüzünde bir sarı çimen
Cehennem içinde kıvranır insan
Kumlu tepelerden kalkar toz duman
Yemen ellerinde tabakam kaldı
Nazlı yâr mektubu ele değmeden
Bahta nakil düştü bilinmez neden
Çölün ortasından güneş görmeden
Yüzbaşılar yine borazan çaldı
115
 
Haber verilir anında
Sarıkamış cephesine
Nakli düşer Ali’nin
Acır içi babanın
Atar acısını içine
Ana bu
Yürek elvermez
Döver iki dizini
Başlar yangın yerinden harman savurmaya
Yürekten ne dökülür
Gönülde ne birikir
Derleyip toplayalım
Sürelim dilimize...
116
 
Beni kendime bırak
Kendimi tanıyayım
Elim yabancı bana
Nereye tutunayım
117
 
Anadolumun yiğit analarına
’’Devlet baba, devlet baba
Gözün çıksın emi senin
Aban bize çok da kaba
Gözün çıksın emi senin
Ocağımı viran ettin
Artık canımıza yettin
Bu kaçıncı söyle bana?
Ben yetirdim sen tükettin”
Erzurum Yemen arası
Kim geçer buzlu Aras’ı
Her ananın yürek sesi
Oğul, oğul diye çıkar
Yol gözler analar
Bir umutluk cümle
Bir cümlelik umut
Bekler ay oğul ulaklardan bir muştu bekler!
Kuşlardan, börtü, böcekten bir fısıltı 
Bir işaret bekler...
Memleketin dört bir yanı kaynıyor
Vermişler alttan ateşi
Atmışlar içerisine bir Alaman kepçesi
Ne sağı belli ne de solu
Ha babam karıştır dur...
Oy Ali’m!
118
 
Onbaşım, yiğidim!
Omzunda silahı...
Kar yağıyor...
Süngünün ucundan damlayan kan değil
Kar tanelerinde hıçkırıyor vatan...
Vatan ki
İki dizi üstüne çökmüş
Çökmüş göz çukurlarında kanlı yaş
Yaş yağmur gibi akar
Akar saçak saçak buz uçlarından…
Kara bahtın ortasında
Kara zindan bir gece
Ölüm aklığında yolculuk
Kar yağıyor siperlere
Üşüyorum,
Donuyorum!...
Ülkemin her köyünde çiçek
Kar, gecelerimi kanatıyor
Gümüş bir gerdanlık dağa dolanan
Suları dondurur kar geceleri
İçine giyindiğin ayazlarda yan
Ateşsiz yandırır kar geceleri
Yorgun dizlerimde derman arama
Anamın duası ilaç yarama
Ölümden öteye bir yol var ama
Bahtını döndürür kar geceleri
Tırnağın eti kestiği gibi
Yıldız alacasına düşen
Ölümcül seherdeyim
Üşüyen yangınların
Buz tutmuş alevinde
119
 
Azrail şarkısıdır dudaklardan dökülen
Bir serçedir düşler
Gece kuşları arasında kalan
Sarıkamış mıdır senin adın ulan?
Bir başka olur
Ay ışığında
Gölgelerin gölgelere kahramanlığı.
Serçenin dallarda dönmesi buza
Bin kelepçe vurur son uykumuza
Mevlâ kuvvet versin şu ordumuza
Umutlar söndürür kar geceleri
Suyun mataramda katılaşması
Gelen haberlerin kötüleşmesi
Kuzgunun turnayı vurup deşmesi
Ölümü kandırır kar geceleri
Rengini kaybettim gecenin
Işığın bir yönü olmalı “Durduğun yerdir dünyanın merkezi” derler
Beyaz gelinliği giyinmiş doğa
Allah bile karışmıyor
...........Zalimin katliamına
Zulmün zincirleri 
...........Zamansız şakıdı yüreklerde
Işığını esirger oldu tepemizden ay
.......Vay anam vay!...
........Vay ki vay!..
Aç karınla diz çökerek yaslandık
Sırtımıza acı poyraz vuruyor
Namluya mermiyi süremez olduk
Gözümüzü karda kefen sarıyor
Umurundaydı sanki güneşin
120
 
Granite dönmüş kalbi paşanın
Kötülük bile kendinden utandı
Utancını gizleyemedi güzellik
Bu dağlar, yüce dağlar
……Anam ağlar
…….Yarim ağlar
………Bacım ağlar
……….Ağlar ki varsa soyum
……..Bu dağlarda
…..Ölümden özge yolum kalmadı
Yönünü şaşırdı esen tipi
Önünde savrulur hayatımız
Ölüm hep mazluma düşer
……..Parası olan varsıl
……….Yaşar ha yaşar
Korkudur asıl korkulan
Unuttum dediğim saatler geçer aklımdan
Özlem duyuyorum şimdilerde
Atalarımın geçtiği kutlu çağlara...
Kavi kalsın yüce Mevlâ’m sırtıma
Doğduysa Nevzat’ım emanettir sizlere
Hayır dualarını eksik etmen bizlere
Eğer şehit düşersem, bayrak olsun örtümüz
İki alayımızla nakil olduk Yemen’den
Dört ayda zor kurtulduk Arap cehenneminden
Soğuk neyse, aç kalıp çaldık atın yeminden
Haber alamaz olduk burada çok tümenden
Çölün nimeti sandık, “Köprü Köy” ayazını
Oğlak kulağı gibi kırılır donan burada
121
 
Buza kesmiş yer ile gök, zeval gelmesin yurda
Geceler “Köprü Köye” düşman olur bu elde
Tipi fırtına olup eser civan dağlardan
Umut o an tükenir açıktaki sağlardan
Sağlardan haber almak güçleşirse
Güçleşirse şaşarsın burada yaşamaya
Yaşamaya ne hacet ay oğul!
Oğul doğurmuş binlerce ana
Ana, ancak o derdine yana
…….Yana ki ne yana!
………Yana yana
……….Bir o yana
…………Bir bu yana, acısıyla
………….Dolanır 
………..Dolanır benim anam
………Can anam!
……Anam!
Oy!
Anam!
Can Anam!
Ne takâtım
Ne de dermanım
Ne mecalim kaldı
Gel de gör garip halimi
Kurtlar, kuşlar arasında
Kaldım, su akmaz deresinden
Kimsesizler diyarı, kimse bilmez bu eli?
Kim, ses izler, bağırırım, tutan yok mu bu eli?
Köprüköy’den Horasan’a
Geçit vermez dağlar
Geçit vermez düşman
Bu ne biçim iş ay oğul?!
122
 
Keçi olsan yol bulamazsın bu dağlarda
Bu dağlar yurdumun dağları
Benzemezse de Sivri’nin tepesine
Tekke’nin kirazlısına, 
Benzemezse de bizim oralara
Bu dağlar yurdumun dağları
Bu dağlar Kirazlı, kadar namusumdur
Erzurum’dan Ilgın’a yol mu gider yiğidim?
Giyinmişiz ölümü, sal mı gider yiğidim?
Yâre mektup yazmıştım sol cebimde duruyor
Kar gecesi sılaya gül mü gider yiğidim?
De hele de Al’onbaşım yiğidim!...
De hele de can gardaşım yiğidim!..
Bölük komutanım beni sıhhiye yazmış
Bıktım artık her gün ölü görmekten
Düşman da bıkmış bizi vurmaktan
Üşütücü öğle üstü 
Renkler yorgunluğunu gizleyemedi
Karşıdan ufuk seçilemez oldu
Düşmana dost oldu
Yerle gök kucaklaştı
Geçilemez oldu
Köprüköy’den iki yol geçer
Biri kör
……..Aşağı çakmak Köyü’nde biter
Diğeri
…….Erzurum, Ağrı yolu
……..Uzanır Horasan’a doğru
Kızkulağı tepesi veremli
123
 
Bronşları tutulmuş
Öksürüklü şafakların gürültüsü 
………………………..Düşmandan yana
Köprüköy yığın yığın kar
Kızkulağı tepesi öbek öbek düşman
Dört yanımız bölük bölük tepe
Çember çember siper
……..Kuş sesi değil
………Şafaklarda uykuları bölen
……….Kanadı yok
………..Adres sormaz
…………Kurşun kördür
………Göğsünü gerip
……Göz kapaklarıyla değil
..Gözyaşlarıyla karşılamak kurşunu
Sonsuzluğun içinde mırıldanmak bir şeyler
Akçakavak yaprağı gibi 
Anlamsız bakılmaz göğe
Dedemin başındaki saçlar gibi
Apaktır burada ölümün rengi…
Rus
Ateşi
Yağmur gibiydi
Yağan karla dost oldu
…Yağdı
…..Yağdı 
…….Yağdı
Yağan bir gece değil
Sanki koskoca bir çağdı
İnleyen kar rüzgârında
Soğanlı’da bir dağdı
Dağların en yüksek yeri, Kızkulağı tepesinden
Üstümüze üstümüze, mermi yağdırdı düşmanlar
124
 
Puslu gece bastırınca soğuktan titriyor canlar
Kim görünmek istemez ki nazlı yârin küpesinde
Rusların cephesinde, meşe közü olmuş ateş
Yürekleri har eylerken gözlerimizde son ayaz
Başkumandan Hazretleri bu işlerden alıyor haz
Sana sığınmışız Mevla’m, gel imdadımıza yetiş
Hava sisli, hava soğuk, dört yanımız karla kaplı
Doğu, batı, güney, kuzey karıştırdık yönümüzü
Bu dağlarda fırtınadan göremedik önümüzü
Rüzgâra karşı sesimiz kısılıyor boğuk boğuk
Sabahlar olmaz mı yani, burada gece neden uzar?
Umutları kar eritti, bak, tükendi azar azar
Azar azar tüketecek bu dağlar
Dağlar sarp, yollar çamur
Çamura saplanmış ana kuzuları
Kuzuları meler dağ başlarında
Başlarında çoban kapılmış bir rüyaya
Rüyaya kapılanın yolu mu olur?
Gece döndü kurt sesine
Çınlatıyor kulakları
Uyku ne gezer gözlerde fidanım?
Bu dağların en büyük düşmanı 
Uykudur uyku!
Hele bir çökerse üstüne 
Altından kalkana aşk olsun!
Bir heyecan sardı Ali’nin içini
Bu dağlar yaman dağlar
Hayâl etmeden yaşanmıyor
Ne soğuğu belli ne ayazı
Dostluğu düşmanınki kadar
Sabah Ali namaz kıldı, sağa sola selâm verdi
125
 
Köprübaşı ayağını tutmak için yola çıktı
Keşif manga kumandanı tayin olmuş tarafına
Hak şerbeti ağısını yutmak için yola çıktı
Ermeni Moskofla birleşmiş
Ya Kırgızlar?
Ne demeli bu Kırgız Türk boyuna?
Tarih tekerrür mü etti ne?
Türkün Türk’e katliamı
Bilinirdi geçmişte de
Ya şimdi?
Ali’ye mi benzer acep bu Kırgızlar
Nasıldırlar acep nasıldırlar?
Yoksa gâvura mı benzerler? 
Olsa da şu sabah dedikler!
Ilgın’lı Onbaşı Ali
Uzaktan da olsa bir tanıyabilseydi
Bir tanıyabilseydi öldüreceği düşmanı
Ya şahadet şerbeti içecek 
Ya zaferi tadacak
Ya da göçüp gidecek
Yemini böyleydi.
Daha çavuş olacaktın onbaşım
Madalyanı alacaktın onbaşım
Düşmana ün salacaktın onbaşım
Söyle şimdi neredesin?
Bu dağlarda çok hayâller kurmuştun
Yar diyerek mavzerini sarmıştın
İnanılmaz olayları görmüştün
Söyle şimdi neredesin?
Döndü
Döndü özüne bakmak için
Kesilmişti çığlıklar
126
 
Bir başına kalmıştı
Akşama erişti
Sabahın dondurucu ayazına yetişmek için
***
 
Karlara sığınıp
Gölgeleri siper alıp
Özümüzü ölümle terbiye ettik,
Vakit yok
El açıp yalvarmaya
Biz bir olup
Dikenden bal yaladık!
Dört yanımızı aç kurtlar sarıyor
Utancından, kurşun adres soruyor
Ölümden önce bit, uyuz vuruyor
Lâl oldu
Dağlar taşlar
Konuşmaz oldu kurtlar kuşlar
Acep nedendir bana küskünlükleri?
Ölüm dışında kimseler konuşmuyor benimle
Dilim lâl
Kulağım sağır
Paşa bir kez ferman buyurmuş
Karanlıkta kurşun öter
Açlık ayazdan da beter
Askerlerin üstü açık
Kar üstünde cansız yatar
Yatar bir adam
Adam buzdan beter
Beterin beteri bu olsa gerek
Yanı başında
Çarığı yırtık
Mintanı paralanmış bir asker.
Baktı Ilgın’lı Ali onbaşı
Baktı gökyüzüne
127
 
Baktı uzun uzun
Ve uzattı ellerini
Tepsi gibi parıldayan dolunaya
Ayın gölgesiydi alnına düşen
Bağbozumu rengi geldi aklına
Biryana yatmış kan kırmızı şarap şişesi “Hey gidi günler hey” dedi içinden
Bu ne güzel bir hayâl
Hâyâl meyal vardı evine
Evine üşüşmüş çoktan kargalar...
Bu ne beceriksiz canmış
Çıkmaz oldu bir türlü tenden
Ne tarafa gitsem 
Cehennem benimle
Yemen’de yaz
Erzurum’da kış 
Günahımı solda 
Sevabımı sağda
Melekler varmış yazan
Hangisine seslensem acep
Yaz melek, bunu da yaz”
Ayaz
Yaz
Az “Kader” dedikleri bu mu lan?
Ey Azrail
Neredesin?
Ben böyle kaderin!
Dedi Ilgın’lı Ali onbaşı
Yumdu gözlerini
Ve bir yana yıkıldı başı
Dağların kışı tükenmez
Burada ölen yıkanmaz
Toprak temiz tutar onu
128
 
Hakka giden yol tıkanmaz.
Ve toprak
Karların altından tanıdı
Ilgınlı Onbaşı Ali’yi
Yasladı bağrına
Ana kucağından
Yâr kucağından daha sıcak
Isın ısınabildiğin kadar
İnanana cennet
İnanmayana cehennem
Bu kucağın adı 
Vatan Ali’m 
VATAN…
“Ne çok ölüyoruz” dedi asker
“Diriliğimizden” dedi komutan
Kavimler kapısıdır bu topraklar
Aynı kaderi paylaşır, vuran vurulan
“Ne çok ölüyoruz” dedi asker
“Çünkü öldürüyoruz” dedi komutan
Makamsız insana hasret bu topraklar 
Mevki ve makam hırsıdır bizleri bozan
“Ne çok ölüyoruz” dedi asker
“Ölümsüzlüğümüz için” dedi komutan
Ellerimiz bizim en yabancı yerlerimiz
Savaşlarda yabancılığımızdır konuşulan
Ellerimizdir tetiği konuşturan
129


 
BÖLÜM: 10

Çocuklar
Çocuklar
Harp çocukları
Süngülemesine çaresiz
Sürgülemesine top kundağı
Ve ana sütünün kokusunda
131
 
120 KAHRAMAN ÇOCUK (1)

Ali, Veli, Osman, Haydar, Sinan
Ayşe, Fatma, Elif, Gülfidan
Anlatacaklarım var size
Yanıma gelin şöyle:
……………Duydunuz mu hiç,
……………Vanlı yüz yirmi çocuğu?
……………Onlar da sizin gibiydi
……………Çocuktular yani…
Dağ yamaçlarından, dere kenarlarından
Suların çağıltılarından
Kardelenler açtığı zaman
Ve taş kesildiğinde memleketin yüreği
Ayazı giyindiğinde tozlu yollar canım oy !
Ağzı süt kokan karanfiller girer düşlerime
Siz girersiniz,
Küçümen dünyalarınızda kocaman ufuklar
Hele ki vatana kurban giden
Beşik alacası bedenleriniz…
Acılı, yanık türküler söylersiniz
Bizim için, muştulu gelecek için :
…… “Erzurum dağları kar ile boran”
……Dağları oy anam yüce dağları
……Kaplar yüreğimi kar ile duman
132
 
……Duman oy, zaman oy, anam oy!
Dersiniz de, sormazsınız:
……………Neden? Niçin?
Oy öpeyim ışıklı alınlarınızdan
Oy öpeyim kar tazeliği parmaklarınızdan
Oy öpeyim hepinizi birer birer,
Ayırmadan, kayırmadan…
***
 
Anlatacaklarım var size
Biraz yakınıma gelir misiniz?
Ermeni bir hekim vardı 
Adı Kirkor
Sormazdı hiç kimseye
Dinini, dilini, ırkını
Ve bir görürdü Yunusça yaratılanın cümlesini
Adam gibi adamdı anlayacağınız
Bizim Ermeni Kirkor…
Birdi, beraberdi bu topraklarda
Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Ermenisi
Girmeden kılıç artığı bir rüzgâr aramıza
Ve bozmadan dirlik düzenimizi paslı masa
Bozuk kilit
Yan yana, can canaydı cümlesi insanların
………..Oy ben yanayım, kaderime oy!
………..Oy kara dağın kara dumanı başımda!
………..Kararıp geçeyim çağın içinden… 
133
 
Mustafa’yı muayene edip dönerken
Çevirdiler Kirkor’u
Ermeni çeteler
Oracıkta vurdular
Yıkıldı faytonun üstüne,
Vatan sevdalısı Kirkor
Böğründen şorul, şorul
Kıvrıla, kıvrıla
Akıyordu kan…
Kirkor bizimdi
Hepimizindi
İnsana insanca bakar
Gâvuru, Müslümanı ayırmazdı
Çünkü o 
Bizim Kirkor’du.
Severdi vatanını
***
 
Çocuklar,
Çocuklar,
Harp çocukları...
Süngülemesine çaresiz...
Sürgülemesine top kundağı
Ve ana sütünün kokusunda
Çocukların
Çocukların dudağı.
Cephane gülü müsünüz yoksa?
Bin kere üst üste öpeyim
Göz bebeklerinizden…
Dünyaya gözlerini açan savaş çocukları
Kulaklarına
134
Ninni sesleri muştulanmadan
Kurşun sesleriyle uyandınız
Bunu bir oyun mu sandınız?
Harbin ateşten gömleğini giyinen çocuklar
Doksan üç harbi
Balkan harbi
Derken Sarıkamış
Harp sıcak olsa da buz gibidir yüzü
Öyle değil mi?
Ya düşmanlık!
Ne bileceksiniz düşmanlığı?
Kâğıt aklığı bebek dünyasında
Bilinmez elbet düşmanlık;
Önce öğretilir
Sonra yaşatılır.
***
 
Bir yanda Rus’lar
Vurdukça vuruyorlar
Fırsat işte
Boş mu durur Taşnaklar?
Taşnaklar ki ermeni-çete,
Yol kesen, hain...
Taşnaklar ki 
İhanet, öfke, kin...
135
***
 
Çocuğa silah verilir mi hiç?
‘’He ya, verilmez elbet’’ der gibisiniz
………Haklısınız !
Hem de yerden göğe kadar
Amma velâkin
Haklı başka
Haklının aklı başka
Cephede, siperde
Gece ıslığı, ürkek, korkulu
Bir çocuk gezinir rüyamda
Eli bayraklı…
Titreyen yanaklarından alırım korkuyu
Sarılırım kar yangını bedenine
O susar, ben ağlarım…
Göz yaşlarımla uyanırım
136

 
120 KAHRAMAN ÇOCUK
(SÜLEYMAN TEĞMEN)

Daha ilkokul yıllarında
Koymuştu aklına subay olmayı
Günlerden bir gün
Nişanlandı, çocukluk aşkıyla
Ve 
Başladı düğün hazırlıkları… 
“Vay
Gözün
Kör olsun
Şeytan senin!
Trablus harbi
Sırası mı şimdi?”
Harp nişan dinlemiyor 
Boynunu büküp yollarda 
Gömüyor İçine gümanı
Gidiyor evinden uzak ellere
Nice dağarlı aşıyor Süleyman
Kabından bile taşıyor Süleyman
Vuruyor, vuruşuyor Süleyman
Dönüyor sağ salim evine
Sevdiği yavuklusuna
Kavuşuyor sonunda 
Düğün hazırlığı 
137
 
Tam da başlarken
Ve patlıyor
Silahlar “Pat, pat
Pat
Pat…
Bu defa
Bir başka diyar
Karışmıştır Balkanlar
‘’Büyük başın sancısı büyük’
Boşuna dememiş atalarımız
Savaşmışlar
Savaşmışlar… 
İki yıl sürdü Balkan Harbi
Ve yeniden döndü Van’a 
Yavuklusuna…
Sokak arasında dolaşıyor bir tellal
Boynunda kocaman bir davul
İki büklüm oldu olacak 
Elinde eğri büğrü bir tokmak
Üzerinde önemli bir görev varmış edasıyla
Tokmağı sallaya sallaya havada
Birbiri ardına indiriyor davula “Güm bede güm!
Güm bede güm!
Güm bede güm güm!...” 
Vurdukça vuruyor tokmağı
Haykıran tellal değil 
Sanki derisi yüzülen hayvandı
Nihayet döküldü sözcükler birer birer
Tellalın ağzından;
‘’Duyduk duymadık demeyin:
138
 
Başladı seferberlik,
Asker olanlar silah başına!’’
Tokmağın her inişi
Davula değil
Anaların yüreğineydi.
Süleyman’ın yavuklusunun
Ciğerciği yandı ki ne yandı
Kader olmasa gerek bu…
***

Diyorlar ki:
“-Uzun sürecekmiş harp”
Yanarken dört yanımız alev alev
Elde yok, avuçta yok
Üstte yok, başta yok
Yok dahi yokun içinde yok
Hasılı 
Ekmek demir leblebi
Su kan
Cephane ölümden artan
Gaz lâmbası bakışlı her ev, 
İs tutmuş kerpiç duvarların içi
Kağnı yalnızlığında tandır kokusu,
Koskoca ülke, unutulmuş; 
Ve vurdukça Ruslar
Yetişmezse gonca gülüm
Yetişmezse bir an evvel
Cepheye 
Cephane…
***
139
 
Göğsü dolu madalya
Omzunda yıldızlar
Kalpağının püskülüne yandığım Enver
Verdi bir kere emri
Dönüşü yok;
…………………………‘‘Önce Sarıkamış, sonra Kars
……………………..Alınacak Ruslardan
…………………..Uzanacak ordularımız,
………………..Gül açtıracak Kafkaslara
……………..İlk hedef Sarıkamış,
………..Tam otuz altı yıldır o Sarıkamış
……Bize susamış’’ dedi.
Başka bir söz demedi
Gel gör ki :
1914 de
Sadece 187 motorlu araç vardı,
Osman-ı Ali de
Ve yorgun, acılı, sızılı, sancılı
Cephe vurgunu yemiş 
Köy çocukları
Sönük bakışlı
Anadolu delikanlıları
***
 
Ey oğul!
İki yol uzanır iki yol
Trabzon, Erzurum arasında 
Biri şose
Otuz gün sürer
Gidip dönmesi
Bir diğer yol
140
 
Ankara, Ulukışla demir yolu
Altı yüz kilometre cepheye istasyonu
İnsan
Hayvan
Erzak
Ve elbette ki top, tüfek, cephane
Nasıl gelecek?
Hangi gün görünecek yolda?
İki mektup attım postaya bugün
Üç ayda varır mı bilmem sılaya?
Toplandı akiller karar kılmaya
Başladılar tartışmaya
Erzak bulunsa da nasıl ulaşır?
Muallim efendi gönüllü oldu.
Rüzgâr soğuk, ese ese dolaşır
Bütün yaşlıların gözleri doldu
O menzil beş, altı günlük yol idi
Kimi gözler çocuklara ilişir
İç çekmeler nice göğüsler deldi
Bir süre orada sessizlik oldu
İşte savaş, çocuklar da alışır
Bunu duyan ana saçını yoldu…
Ya öldürmeyi sanat bilmiş
Çevreye ölüm saçan
Sütü bozuklar
Ya Taşnaklar?
***
 
Çaresizliğin çaresi bu olsa gerek ay oğul
Atalar ne demişler
…………….‘’Aşağı tükürsen sakal
141
 
……………..Yukarı tükürsen bıyık’’
Var mı başka bir orta yol?
Döndüler, dolaştılar
Ağladılar, sızladılar
Onlarca, yüzlerce
Biz göremedik 
Belki de milyonlarca kere
Kıvrandılar 
Yandılar, döndüler
Hıçkıra, hıçkıra
Gözyaşları arasında
Karar kıldılar 
Çocuklara.
***
 
Toparlandı çocuklar
Kimi on iki yaşında, kimi on yedi;
Talime alındı
Birkaç gün sürmedi
Hazırlık tamamlandı…
Bir sabah
Toplandılar vali konağı önünde
Ferit de katıldı
Tüccar Sermet’in oğlu
Ermeni ve Taşnak çetelere
Kaçak silah satan Sermet’in oğlu
Buyruklara
Aşağılanmalara
Solucan olmaktan kurtulup
Babası Tüccar Sermet’e kafa tutan Ferit
142
 
Söz konusu vatansa
Geri kalamazdı arkadaşlarından
Atıldı bir adım öne 
Göğsünü kabarta kabarta
Ucunda ölmek olsa da
………..Dedi: “Ben de varım, ben de !” 
Gözler buğulu
Yürekler kabarık
Seçilmiş tam yüz yirmi gönüllü çocuk
Yüz yirmi tazecik fidan
***
 
Başlarında Musa Çavuş
Namı diğer deli Musa
Yani Ferit’in amcası
Yani ölmeye gönüllü
Ve ölmeye hazır
Yüz yirmi çocuk…
Sırtlarında cephane
Sırtlarında erzak
Yani her birinde
Yirmişer, otuzar kilo yük
Başı karlı dağları, 
Çamurlu yolları 
Aşmak için
Çıktılar yola
Yol uzun
Yol çetin
Yol, içimizdeki hainlerle pusuda
Ağladı arkalarından siyim siyim sessiz,
Analar, babalar, amcalar, teyzeler, halalar, dayılar
143
 
Konu, komşu diz çöküp el açtılar
Yalvardılar
Yakardılar Allah’a
Sonra
Avuçlarına düşen gözyaşlarını yalayıp
Sürdüler göğüslerine
Sessizce eğdiler başlarını kıbleye 
Beklediler,
Beklediler dua dua,
……………..Bardız yaylasında açan çiçeğim
…………Kardelenim
………Bebeğim benim, kuzucuğum, yavrum
…....Sanadır emanetim ey yüce Mevlâ’m
…Görev kutsal
O sebeple ağlayamam…
Ve
Van,
Kahramanlar diyarı Van
Kadın, çoluk, çocuk.
Cephane taşıdılar cepheye sırtlarında
Ve
Yirmi bin fanila, çorap
denkleştirildi Van’dan
Kolordusuna…
Bu illerde yamandır, başkadır kar ayazı
Bu illerde, mavzere sarılmak kara yazı
Sil âhını gönlünden hele bak vatan yara
Silâhını yavuklun bil sarıl nazlı yâra
144
 
 
***
Dağlar dik
Yollar yokuş
Başını aşamayınca dorukların
Kuşlar bile öfkeli
Soğuk neyse de
Fırsatçı isyankâr
Kahpe döllerinin kahpelikleri var
Pusuya yatan
Yolunu gözleyen bebeklerin
Uçuştu kurşunlar havada
…O an
…..Devleşti
…….Küçücük bedenler
……….Sarıldılar mavzerlere
…………Ana kucağına sarılır gibi
Yetişti 
Teğmen Süleyman ve askerler
Avladılar bir bir hainleri
Kurtardılar sabileri
Kurşun adres sormuyor ay oğul
Bir hain kurşunuyla
Vuruldu 
Teğmen Süleyman
Eli böğründe
Çöktü dizlerinin üstüne
Önce hafif bir güldü
Sonra yığıldı Musa çavuşun kollarına
***
 
Mendilini aldım gülüm
 
145
 
Sana selâm saldım gülüm
İşte bugün geldi ölüm
Ağlayacak bir sen varsın
………..Ağlama gülüm ağlama
………..Sakın karalar bağlama
Nice yokuşlar dizledin
Yollarımı çok gözledin
Öldüğümü mü izledin?
Ağlayacak bir sen varsın
…………Ağlama gülüm ağlama
…………Sakın karalar bağlama
Dumansız dağ başı olmaz
Giden artık geri gelmez
Acı yürekten ayrılmaz
Ağlayacak bir sen varsın
………….Ağlama gülüm ağlama
………….Sakın karalar bağlama
146
 
 
120 KAHRAMAN ÇOCUK
(DÖNÜŞ YOLU)
 
Emanet ulaştı yerine
Sevinçli başladı dönüş
‘’Her gidişin bir dönüşü var’’ derler
Doğru söylemişler
Dönüş kolay olacak
Yük yok üzerlerinde
Kuş kadar hafif ve mutlu çocuklar
Beklediler fırtınayı ‘’dinsin’’ diyerek
Geri dönüş için uygun zaman gözlendi
Bulutlar dağdan öteye insin diyerek
Musa çavuş gökyüzünü an an izledi
…..Bir şafakta yüreğini harda közledi
…..‘’Allah, Allah’’ nidasıyla karı dizledi
…...’’Zarar gelmesin’’ diye kendini sözledi
..……Karı dizledi çocuklarla birlikte
Eve geldiklerinde kahraman 
Kahraman olacaklardı her biri 
Her biri binbir hayâl kurdu
……Kurdu kuşu düşünmeye vakit yoktu
………Yoktu hoyrat zaman
…………Zaman burada altın
……………Altın olmuştu bir tek nefes
147
 
 
Bir fırtına almış başını gidiyor
Halka halka dolaşıyor dağları
Kurtlar çoban olmuş kuzu güdüyor
Yalan ile örüyor ağları
…..Yol aldılar beraberce kurtla kuzu
…..Bir zaman sonra kurt, çekemedi nazı
Aç kurtların 
İnlerinde beklediği andı bu an..,
Kuzunun işi zor bu dağlarda
Aman dağlar
Canım dağlar
Yolumuzu kimler bağlar?
Sinsi sinsi yaklaştıkça avına
Her geçen an biraz daha çıldırdı
Kuzuları getirince tavına
Fırtınayı fırsat bilip saldırdı
…..Havayı koklayıp önce bir durdu
….. Kan kokusu çoğaldıkça kudurdu
***
Vatan, Vatan, Vatan
Küçücük bedenler 
Siper oldular sana
Kalk ayağa, kalk bir bak
Bu dağlar, karlı dağlar
Bu ne iştir?
Bu ne hal?
148
 
 
Fırtına, dost oldu Çuh Dağıyla 
Çuh Dağı zalim
Çuh Dağı geçit vermez
ve Çuh Dağı
Acımadı körpecik bedenlere
Tanrı göz yummuş
Azrail’in çılgınlığına
Ateşi buza sarıp
Değiştirmiş cehennemin rengini
Oy cehennem oyy!
Sana kötü diyenin gözü çıksın
Bu dağlarda ateşine hasret nice can
Anaların, babaların
Bacıların, kardeşlerin içine
Çoktan düşmüştü bir kıvılcım ateş
Kim demiş;
‘’Zaman su gibi akar’’ diye?
Olur mu, karlı yolların tozu?
Doru tayların izi
İnsanlık tanısın bizi
Al eline kalemi
Yaz tarih yaz bizi!
Bizi yaz bizi!...
149
 
150
 
BÖLÜM 11

Ölümü senin yüzünde gördüm
Senin ölümünü, senin yüzünü
Sonra hep senin yüzünde
göründüm
Sana bağışladım özgürlüğümü
151
 
SOĞANLI DAĞI SAYA GECESİ

Buzlaşır kan damarda hiç bilemezsin
Soğanlı geçidinde saya gecesi…
Kutup ayazı mısın bilmem ki nesin?
Soğanlı geçidinde saya gecesi
 Saya gecesi, saya gecesi
 Titriyor asker çıkmıyor sesi
Soğanlı Dağı’nda Saya Gecesi ve Sarıkamış
 Şimdikiler bilmez; eskiler bilir. Kışın en soğuk gecesine “Saya 
Gecesi” derlerdi.
 Sarıkamış yöresinde, Saya gecesi, eski takvime göre zemherinin 
yirmi yedisine, yeni takvime göre ocak ayının ilk haftasına rast 
gelirmiş. 
 Kurdun, kuşun bile temkinli hareket ettiği “Saya Gecesi”nde 
verilen yanlış kararlar; cahillik ve, bencillikle birleşince vahim 
sonuçlar doğurur.
 En soğuk aya rastlayan bu savaşta evinden şehit vermemiş aile 
hemen hemen yok gibidir.
 Sarıkamış’a ulaşmak için aşmaya çalıştığımız Allahuekber 
dağlarında ve Soğanlı geçidinde binlerce askerimizi şehit verdik. 
Toprak buzla kucaklaştı
……………….ateşle sevişti
Dile geldi Soğanlı geçidi.
Ağıt oldu anaların dilinde
Dillere düştü Soğanlı geçidi
“”Sarıkamış altın bulak
152
 
 
Soğanlıyı biz ne bilek
Bizim uşak gökcek gezer
Ağca zıbın kara yelek
Yüzbaşılar yüzbaşılar
Tabur taburu karşılar
Yağmur yağıp gün değişir
Yatan şehitler ışılar”” 
Anonim
*** 

Açlık yaman
Hava soğuk 
Hava çetin
Herkesin bedeninin
.....Kendisine yük olduğu an
Kurşun sıksan yolunu şaşırır
Paşa emir buyurmuş
Emir emirdir!
Gitmemek olur mu hiç?
Yola çıktı askerimiz
Dumanlı dağların arasında
Sıra sıra
Kıvrım kıvrım yol aldı.
Bu dağlar başka dağlar
Saya gecesi
Bu dağlarda yaşanır
Kol gezer ölüm ile
Can verecek zaman olmaz
Ayakta
Atakta
Sapakta bekler ölüm
“Ölüm bile ölür “bu dağlarda...
Zemheri toplar civanı
Saya gecesi olunca
Herkes herkesin mihmanı
153
 
 
Saya gecesi olunca
Fırtınası aniden basar
Üçe, dörde katlar hasar
Herkes kaderine küser
Saya gecesi olunca
Yön karışır nevrin döner
Gözlerinin feri söner
Rahat ölüm büyük hüner
Saya gecesi olunca
Ve
O yıl
Nedense
Erken gelir
Saya gecesi
Bir kıyamet kopar
Soğanlı’nın geçidinde
Ana ağlar, baba ağlar
Bacılar, yavuklular ağlar
Dönüş yolu olmayan dağlarda 
Erzurum’dan Kars’a bir yol gider
Kurdun, kuşun 
……..Uğramadığı yer burası
Başı bulutlardan yüce
Soğanlı Dağı
Kar alazı buzlu dağlar
Aşktan yana 
.....Cemre düşmez gönlümüze
Bu dağlarda
Güneş yok ki 
Gölgemiz olsun
......Soğanlı Dağında
Biz 
İsimsiz aşk gibiyiz.
Bir de Soğanlı’dan saparmış, Sarıkamış yolları
154
 
 
Bu harbi kim çıkardı oy, iki gözü kör ola?
Yavuklusu olmadan anasının kuzusu 
Daha on altısındaydı yiğidim kurşun öksüzü
Ayaklar takipte beyinler durgun
Sürüne sürüne gittiler
Yükleri ağır, gövdeleri yorgun
Erine erine gittiler
Keramet aranmaz yeşilde, alda
Ve kuru yapraklar donuyor dalda
Umut arayanlar umutsuz yolda
Arana arana gittiler
Ölümün çukurundayız
Posta güvercinleri uğramaz buralara
Gül düşse boynu bükülür
Öfkenin bile rengi soluk
Önümde kovaladığım
.......Kara bulutları
Koca dünyayı
Sığdırdım yumruğum kadar kalbime
*** 

“Vay anam kurası” Kuranın adı
Yaktı annelerin yüreğini
1316 lılar çağrıldı
14 yaşındaki kuzucuklar
Asker oldular
Zaman
Zehirli bir böcek
Isırıyor beynimi
Islık çalıyor 
Fırtına
Yamaçlara çarpa çarpa
Ve 
155
 
Savrula savrula
Tokat gibi vuruyor yüzümüze
Biz;
“Vay anam” kurası’ndan çıkanlarız
Biz ölmeyiz
Ölüm sürünsün
Yiğit olup boğarız geceyi
Zafer dolu bir seherde
Gün gelir
Türkümüzü çığırır tarih…
Ve destanımızı yazar
Gülceci, gül yürekli bir ozan…
*** 

Yaya gittiler tam yirmi dört saat
Bunlarda din, iman, vicdan kalmamış
Dayanmadı bu zulme katır ve at
Paşalar insanlıktan ders almamış
Geçit vermez Soğanlı, Sarıkamış
Yürekleri nasır tutmuş kat be kat
Donan cesetleri çakallar yemiş
Mehmet aç ölürken kurtlar demiş “et”
Paşa Sarıkamış’ı Balkan sanmış
Karın altı, üstü bir, yat Mehmet yat
Seni ana kucağından
.....Alıp götürene
......Götürüp aç
.........Yarı çıplak bırakana
Kalk yattığın yerden 
Kalk da tükür yüzüne
Yeni umutlara düştü oy, deli gönlüm 
Bugün yine coştu vay deli gönlüm! 
Hayâlim gönlümde eğleşir 
Dokunsam tenine yanar ellerim 
Geçit vermez Sarıkamış, Soğanlı
156
 
 
Ne Yemen
Ne de Balkan burası
Yandım ana yandım
Buzlarla kucaklaştı
“Vay anam kurası”
*** 

Uçurdum fırtınalarda gönül kuşumu
Bağladım karlara sabır taşımı
Şafaklar kıskansa da beni
Beladan belaya
Saldım başımı…
Bugün yine yalnızım, suskun dilim
Sensizlikte seni arar kollarım
El sallasam Soğanlı geçidinden
Düşlerine girer miyim?
Buz tutmuş ellerimi
Ak döşüne sürer miyim?
Ey nazlı yârim
Leyla’m
Elif’im
Özlem’im
Issız sanma bu dağları
Kırk evliya
Kırk eren
Yesevi gülü deren
Yedi kat yere
Yedi kat göğe selâm gönderen
Ey yüce tarih
Yaz
Yaz
Yaz bizi bizi
Hem de öbek öbek
Dizi dizi
Pir Sultancadır isyânlarım
157
 
 
Koç Köroğlu benim
Dadaloğlu benim
Yunus da benim
Avucumda yoğurmuşum insanlığın hamurunu
Giderken 
Ne binecek at
Ne de katır bulabildik
Gittiğimiz yer
Kara toprak değil
Beyaz kar üstünde kaldı cesedimiz
Kış mı çetin?
Soğanlı geçidinin soğuğu mu bu sene?
Bu dağlarda yalnız
Bir başıma koyma beni
İhtiyacım var
Sıcak busene…
***

Soğanlı’nın acısıyla kavruldum
Soğanlı’da tipi olup
Dört bir yana savruldum 
Bir kardelen nefesini üfledi
Düşüyordum, devrilmedim
Doğruldum… 
Tüfek demir, çakar almaz, mermi girmez gözüne
Parmaklarım al ateştir yapışıyor yüzüne
Soğanlı’da bir geçit var, şom ağız, iki büklüm
Oy Mehmet’im, vay Mehmet’im!
Yüce Tanrı derman versin dizine…
“Saya Geceleri”
Şehitler nöbet tutar
Soğanlı geçidinde
158
 
 
BÖLÜM : 12
   KISIM: 1

Mehmet
Bu bizim kardeşimiz değil
Kardeşliğimiz
Anadan, babadan değil
Vatan aşkına öğrendiğimiz
159
 
 
KORKUNÇ YANLIŞLIK(LAR)

Babalar yoktu orada
Savaşmaktan
Ölmekten
Vakit ayıramamışlardı 
Ama güç vermişlerdi
Cesaretleri 
Yiğitlikleriyle bizlere
Orada,
Analar vardı daha çok
Dedeler, nineler
Bacılar, yavrular vardı
Kiminin adı Leyla
Elif, Özlem, Ayşe, Zeynep, Gülfidan
Kiminin adı
Gülsen, Gülseren, Gülnaz “Evladımı bir daha göremem” diye
Kundağına gül suyu döküp
Hep gülsün diye
Gül kokusuyla belemişti evlâdını babalar
Gözlerde,
Acı vardı
Sevgi, umut, bekleyiş vardı
Öfke, kin vardı
Özledikleri
Ve olmayan tek şey barıştı
Barış
160
 
 
*** 
Yıl bin dokuz yüz on dört
Takvimler on üç Aralığı gösteriyor
İnsan dışında bütün canlılar
Yaşama sevinci içinde
Dünya umurlarında bile değil
Derken, ufukta bir atlı belirdi
Atlı, sürdü atını 
Ardeşen (Yeniköy) Köy’ünün meydanına
Yaklaştıkça, 
Kirli sakallı
Uykusuz
Göz çanakları kanlanmış bir asker göründü
Gelişi 
Pek hayra alâmet değildi
Sürdü atını
Muhtarın evine doğru...
Ay oğul!
Burası köylüktür 
Muhtardan sorulur
Kaçan, göçen
Hükümetin kapısıdır o
Elbette oraya uğrar hükümetin adamı
Bir liste uzattı muhtara
Üç isim vardı
Biri Hasan 
Biri Halil
Biri Hüseyin
Hasan yirmi üç yaşında
O neyse de
İki isim kafa karıştırdı
161
 
 
Halil, onyedilik çocuk 
Deli Hüseyin atmış beş yaşında
Elleri titredi
Gözleri buğulandı muhtarın
Yetiştirdi haberi sahiplerine
“Beklemeye gelmez
Memleket meselesi bu” dedi.
Öyle ya
Padişahın zürriyeti
Memleketin hürriyeti
Ferman buyurunca sultan, söner nice ocaklar
Derman tükenir vücuttan, yanar nice ocaklar
…..Zeynep, Özlem, Eliflerin boynu bükük kalıyor
…..Kucakları boş kalanlar saçlarını yoluyor
Deli Hüseyin;
“Beraber gidiyoruz deli oğlan”
Dedi güldü Hasan’a
“Sen, ben
Bir de Keklikçi Murat’ın Sabisi Halil”
Hasan toy delikanlı
Yeni nişanlı garibim
Eli değmedi eline Zeynep’in
Bir fırtına çöktü 
Bir kör kuyu, kazındı beyninin içine
İki eli böğründe
Ağlamaya başladı anası 
Dul Şerife
Oyy Hasan’ım!
Vay Hasan’ım!
Nişanlıydı Hasan
23 ünde toy bir delikanlı
162
 
 
Karar vermişlerdi evlenmeye
Böyleydi kavil
Bir ulak geldi 
Ateşe uladı yarınlarını 
Yaktı
Kül eyledi hayâllerini
Ulaklar ulaştı kış ortasında
Nicesi göz açtı düş ortasında
Zeynep’in, Özlem’in boş kaldı eli
Yol göründü durmak olmaz
Canı olan canan ateş yakıyor
Çaresizce el sallayıp bakıyor
Suyu geri dönsün diye döküyor 
Yolcu yolunda eğlenmez
***

Yollara düşmeden vardı Zeynep’e
Veda busesini verdi Zeynep’e
Dönmemek var canan işin ucunda
Kollarını son kez sardı Zeynep’e
Gelip çatınca veda zamanı
Zamanı kırka böldü Hasan
Hasan bakındı etrafına
Eşine, dostuna, akrabasına
Uğurlamaya gelenler
Gelenler üç yiğidi 
Belki de son kez görecekler
Görecekler güzel günleri
Günleri iple çekecekler
Çekecekler acıları
163
 
 
Acıları bağırlarında saklı kalacak
Saklı kalacak üç yiğit yüreklerinde
Arkasında bıraktı Hasan
Gözü yaşlı üç kadını
Anasını, bacısını ve yârini
Sevgisini üçe bölüp eğdi başını
Yürüdü Halil ve Deli Hüseyin’le
Üç seçilmiş adam
Biri Yüreğinden yaralı
Biri çocuk 
Biri altmış beşlik ihtiyar 
Hem de deli!
Üç yiğit
Geri dönüp baktılar
Baktılar geride bıraktıklarına
Ağıtlara
Dualara karıştılar
Ölüm demek Rus varlığı
Şans Ruslardan
Şansızlık bizden yana
Yaşamak Ruslara 
Ölüm Mehmetlere
Derelerden, tepelerden
.....Vadilerden 
…….Ala dağlarıdan geçip
...........Demir dağları aştılar
164
 
 
Kurt yesin
Kuş yesin 
…cesedimi Mehmet
Düşman çiğnemesin
165
 
 
Güneş ışığını kırdı
Bulutlardan aşağı
......Sert rüzgârlar esti
Vardılar sonunda Yusufeli’ne
Teslim oldular bölüklerine 
Ulaştı Yüzbaşı Yusuf’a
Yüksek gözüken tepelerden
Yüksekten de yükseklerdeydi yolculuk
Tepesi beyaza bürünen bu dağlarda
Yürüdüler, üçüncü ordu karargâhına...
***

Ve
Vakit
Sinsice
Geldi işte
Kar, yüreklere
Sevdaların üstüne üstüne yağdı
Kırık dökük bütün umutları örterek
O gece
Bütün gökyüzü rengini döktü dağlara
Hava siyaha büründü
Uyandı kan emici bitler
Açlık fena
Açlık zor
Burunlarda dolaşır
…Suyu bol buğday çorbasının kokusu
Soğuk gece
Karlı hava
166
 
 
Yırtık çadır
Ve direnme gücü
Karlı dağların çakalları arasından
Getirdi bölüğünü Yüzbaşı Yusuf
Vardı Hafız Hakkı Paşa’nın huzuruna
Elde yok, avuçta yok
Kalanlar
Kararlıydı vuruşmaya
Soğanlı Dağı’nın kardelenleri
Allahüekber Dağı’nın çiçekleri
Güneşe yön çevirip açanları
Kokusunu yamaçlardan saçanları
Ve vakitli ve vakitsiz göçenleri
Soranlar
Sorulanlar
Soruların içinde yaşayanlar
Yani sorular.
Sözcüklere direnmeden
Dünyayı taşıdılar üzerlerinde
“Madem düşman derme çatma
Adam sende bugün yatma”
Deyip vurdu yumruğunu
“Alınacak” dedi paşa
Plan yaptı Almanlarla
Alan çizdi orda karla
“Gerekirse süngü ile
Dalınacak “ dedi paşa
“Bütün toplar mevzi alsın
Atını alanlar gelsin
Düşmanın cephesi bugün
Bölünecek” dedi paşa
Vatan tende
167
 
 
Ten vatanda
Vatan yürekte atanda
Al bayrağa sarılıyım
Görün beni gün atanda
Günlerce
Aç, açık
Yürüdüler
Dağlarda yolsuz yolaksız
Gözleri alıştı Halil’in
Yol kenarlarında 
Donmuş insan cesetleri görmeye
Mide ve bağırsakları
Yarı sindirilmiş yiyecekleri
Dışkıları ve sidik torbaları donmuş
Çürümeden
Kokmadan
Biçimleri bozulmadan
Kimi oturduğu yerde
Kimi sırt üstü
Kimi yüzükoyun
Kimi de yan yatmış
Görünüşleri ürkütücü
Taş kesilmişler 
Kurtlar bile diş geçiremez olmuş “Yaralananın bile vay haline” 
Dedi Halil ve devam etti;
“Kan kokusunu alan kurtlar
Üşüşürken hemen
Oracıkta parçalarlar diri diri” diye mırıldandı.
Parçalanmak 
Donmak daha korkunç geldi ona
Yürürken endişeyle
Gözleri takıldı birden leş kargalarına
Mırıldanmaya devam etti; “Leş kargaları fırsatçıdır.
168
 
 
İnsanın dirisinin de, ölüsünün de
Düşmanı çok bu dağlarda” dedi.
Birden köyünü anımsadı
Anası 
Babasının avda vurduğu tavşan 
Canlı tuttuğu keklikler geldi aklına
Ve sonra
Şeytan kayasında
Önünden fırlayan tavşanı hatırladı
Şaşkınlığı geçer geçmez
Basmıştı tetiğe babası
Tavşan, önce debelenmiş
Sonra doğrulup koşmuştu kamışlığa
Bir süre aramıştı
Kamışlıkta yaralı tavşanı
Neden sonra kargaları görünce
Koşmuştu o yöne
Şaşırmıştı gördüğüne
Kargalar, kargalar
Zavallı tavşanı paramparça yapmışlar 
Derken
Birden kendini toparladı Halil
Aklına geldikçe
Parçalanan tavşan
Halâ şaşırarak içi ürperiyordu
Korkuya kapılıyordu o an!
***

 
Yüzbaşı Yusuf içeri girdi
Süzdü Hafız Hakkı Paşa 
Süzdü Yusuf’u baştan aşağı
“Kale boğazında Ruslarla çatışmışsın” dedi
“Evet komutanım,
Sekiz eri kaybettim” dedi Yüzbaşı
169
 
 
“Sekiz anne yüreğini yaktın,
Daha dikkatli ol” dedi Paşa “Açlık, yarı çıplaklık
Ve de imkânsızlık” demeden Yüzbaşı,
Hiddetlendi Hafız Hakkı Paşa
“Hangi savaşta her şeyimiz çok iyiydi”
Diye bağırdı ve ekledi;
“Korkuyorsan defol git,
Buluruz ölmeye gönüllü” dedi
Öfkesi kabardı paşanın
Aşağıladı Yüzbaşı Yusuf’u
Sövseydi taşa
Bulurdu karşılık
Dinine yandığımın Paşası
Sekiz ölünün hesabını soruyor ama 
“Sürüyor aç açık askeri dağlara” dedi içinden
Ölüme yolluyor binleri
Sonra selam verip;
“Emredersiniz” diye haykırdı
Haykırdı ama çıkmadı sesi
Sesini kısmıştı Hafız Hakkı Paşa
Paşanın sırtı pek
Çizmeleri parlaktı
Varı bilir, yoğu bilmez bunlar 
Bunlar sevdadan ne anlar?
Anlarsa anam, yârim anlar
Anlar vardır nefes bile çevrilir altına
Altına, üstüne kim bakar
Bakarkör olmuş Alaman’ın maşaları
Söyleyin ey yere düşenler!
Söyleyin hele sürünerek yürüyenler!
Kim getirdi başımıza bu paşaları?
Emirle toplandı alayın taburları
Soğuğun başladığı yerde bir meydanda
170
 
 
Yakalanmış, firar eden üç, beş er
İbret olsun diye teker teker
Kurşuna dizildiler önümüzde
Siz de
Evet, siz de
Böyle bir merasimle 
Tam öğle vakti ölür müsünüz?
Asker aç
....Asker yorgun
......Asker perişan
“Sarıkamış alınacak” diye
Emir vermiş, sözde yüce komutan
Canana bırakıp da umudu çıktık yola
Kıvrım kıvrım dolanır başı dumanlı dağlar
Analar, bacılar, kiminin de yâri ağlar
Karda, buzda atları geçiyordu dörtnala
Bu yol öyle bir yol ki, dönüş olmaz keşkeyle
Omuz silkeleyerek tebessüm edilir mi?
Puslu dağda çobansız sürü hiç güdülür mü?
Bir gün elbet bizi de anlarlar böyle böyle
Acıyı tartar mı kantar?
Korkunun bedeli ne kadar?
Bilen var mı?
Kara kara haberleri tez getirirmiş rüzgâr
Kulaktan kulağa
Sinsi sinsi bir fısıltı
Yayıldı gecenin içinde
10. Kolordu bölüklerinin dağlara yürüyeceği.
Asker, haftalarca doyabilirmiş
Sarıkamış’taki Rus depolarından
Öyle dediler oğul
Ben ne bileyim
171

 
Bilmem
Bilemem ki
Bronsart Paşa kim?
Yarbay Guze ne yer?
Yarbay Fledman ne giyer?
Ben ne bileyim
Biz sefiller ordusuyuz civanım, fidanım
Üç generalin emrinde bir oyuncağız
Duydum;
Ondört general varmış 
Rusların cephelerinde
Varsın olsun
Vız gelir
Tırıs gider
Kağnılar gacır gucur gelir bize
Trenler trik trak Rus’a gider
Varsın gitsin
Tez gider 
Tırıs gider
Bandırma’dan Baladız’a yol gider
Raylardan sökülen odunları yakarak
Onbeş gün mü?
Yirmi gün mü bilinmez!
Elbet bir gün devran bize de döner
Kütüklüğüm dolanmış
Omzumdan belime
Bir Türkü çığırırım
Yönüm belli değil bu dağlarda.
Topladı bölüğü karlar altında
Yüzbaşı Yusuf’un işleri zordu
Askerin karnı aç, çarığı yırtık
Kurduğu hayali düşleri zordu
172
 
 
Talimatnamelere uymuyor gerçekler
Emir bu
Ya ölünecek
Ya da boyun eğip yutkunulacak
Lapa lapa dökülüyor askerin üstüne kar
Gözleri doluyor
Yüzbaşı Yusuf’un
Bıraksalar ağlayacak
Bitip tükenmiş umudu
Askere umut verse de
Merhamet dağlara kalmıştı
“Yürüdükçe yollar açılacak
Yürüdükçe dağlar aşılacak
Yeter ki güçlü olalım” dedi 1
***


Göründü, Allahuekber Dağları
Göründü beyaz ölüm
Düştüler yollara
Dizlediler karları
Çıktıkça dağların yükseğine
İnat eder oldu fırtına
Acımazca indiriyordu tokadını 
Zayiat artıyordu
Çoğalmaya başladı telef olanlar,
Oracığa
Karların içine gömülüyordu ölenler.
Sarıkamış’tan cesedim dönse de
Kaval yaptım Sarıkamış’tan
Ak örtü üstünde
Ak elbise dikenleri
Mevsimler çağırmadı daha
Kar ve adam
173

 
Bütünleşti ikisi
Kardan adam
Hava keskin bıçak gibi, buz kesiyor ayaklar
Düşüyor göz kapakları, Vakti gelen uyuklar
...Gözyaşları donar iken, ağlamaya vakit yok
...Hacet için uçkurunu, bağlamaya vakit yok
Söz bile uçmadan 
.....Buza kesiyor bu dağlarda
Gökyüzünün yıldızınca gözyaşı döksen
.......Zaman öyle kötü ki
.........Kargalar baykuş ceketi giymiş
Öz dediğin
Özenerek oluşur
Köz dediğin
Ateş ile buluşur
Közün olmadığı yer 
....Olsa olsa cehennem
Vay oğul!
“Bu dağlar yaman olur” demediler mi sana?
Tur dağında Musa
Nil boyunda İsa mı ararsın?
Tipide uyku masum olmaz
Ve 
Gece
Unutur 
Kendisini
Beyaz örtülü 
Dumanlı dağlarda
Her tümseğin altında
Donmuş bir beden
Bir sevda 
Bir hasret 
Anaya, babaya, yavukluya
Çok görülmüş bedenler yatadurur.
174
 
 
BÖLÜM : 12
KISIM: 2
Gidişinizi seyrediyorum sanmayın
Sizler de benim gelişime aldanmayın
Gelişli gidişli bu yollar
Yeter ki yolunuzu tamamlayın
175
 
 
KORKUNÇ YANLIŞLIK(LAR) 
 
Vuruşan Türk Birlikleri
Takvim yaprağında zaman
23 Aralık
Bir yanda Oltu
Bir yanda Narman
Oltu’nun güneydoğusu sessiz
Haberleşme sağlayamıyor muhabere
Keşif kolu yok
Vadi içinden akıyor ordu
Sesi yutuyor uğultu
Tipi düşürüyor göz kapaklarını
Diz boyu savuran kar
Tozup savrulan rüzgâr
Telaş içinde çavuşlar, onbaşılar…
Eğinli Hakkı Çavuş
Kesik kesik öksürdü
Karıncalandı gözleri
…Ağzını doldurdu, tükürdü
Önündeki karaltıları gördü
Farketti hareketi
Bağırdı hemen
“Rus askerleri karşıda” dedi.
Ateşlendi silahlar
Mermi kustu
Havada ölümün sesi
Vadinin ortasında
176
 
 
Yer değiştirdi mermiler
Gök kubbe
Kar değil
Yağmur değil
Kurşun yağdırıyordu yeryüzüne
Hasan, attığını düşürürken
Halil silâhsız 
Hasan ve Deli Hüseyin’i seyrediyordu
Deli Hüseyin her tetiğe basışında
“Geberin” diye bağırıyordu
Hasan nişan aldı karşıdan bir askere
Tetiğe basacakken
Kocaman bir al bayrak gördü
Kanı dondu
Eli tetiğe gitmedi, gidemedi
Tekrar baktı karşıya
Dili kilitlendi
Askerin arkasında 
Dalgalanıyordu kocaman Türk Bayrağı
“Lanet olsun” deyip bağırdı Hasan
“Ateş etmeyin, bunlar Türk”
Geriye döndü
Ellerini başına vurarak dövündü
Yüzbaşı Yusuf şaşkın
Askerler şaşkın
Silahlar mermiler şaşkın
Bayrak şaşkın
Ölen
Yaralanan
Can çekişen şaşkın
Havada kuşlar
Aç kurtlar şaşkın
177
 
 
Yer şaşkın
Gök şaşkın
10. Kolordu ile
9. kolordudan
Yani 32. Tümen ile
92. alay askerleri
Vuruşmuşlardı saatlerce
Kurşun sıkmıştı kardeş kardeşe
O an saatler durdu
Silahlar sustu
Fırtına utancını gizleyemedi
Korkusundan sesini kesti
Umutsuzluk
Çaresizlik
Bungunluk getiren öfke
Kimi zaman baş döndürür
Kör eder gözünü
Vurdurur kardeşi kardeşe
Beyinler şimşek çakar
Gök gürlese de
Bir türlü yağmaz yağmur
Gözyaşını ayırmak için kandan
Mendil verirler
Analar, yavuklular
Kar beyazı kızıla boyanmış topraklarda
Narman yolu hastaneye çıkıyor
Elimizi kardeş kanı yıkıyor
Bıyık altı gülen düşman bakıyor
Bu dağlarda yol bulunmaz
Ayağa kalkıp yaklaştılar birbirlerine
Önce korkarak
178
 
 
Ürkek tay gibi birbirlerine baktılar
Sonra gözyaşları içerisinde koştular
Koştular, az önce ölümüne kurşun sıkanlar
Sarıldılar birbirlerine
Ağladılar ölenlere
Belki de ilk defa 
Kardeş kurşunuyla ölmediklerine sevindiler
Bir yanlışlık
İkibin cana mal oldu 
Önce sesleri çıkmadı,
Dudaklarından işitemedikleri bir ses döküldü
Oy karanlıklarıma süzülen ışığım!
Oy alın yazım!
Oy ak kar üstüne kara yazım!
Söyleyin canlar söyleyin!
Hangi komutan vardır?
Çöllerde savaşan askerini
İncecik kıyafetiyle baldırı çıplak
Tabanı kalmamış yarım çarıkla
Eksi otuz beş derecede
Savaşa sürsün askerini
Hangi aklı başında komutan?
Basiretini Almanya’da unutmuş
Aklını İstanbul’da saraya düşürmüş
A-kılını
Kılıcını…
179
 

 
 
BÖLÜM: 12 
KISIM: 3
Kurt bana düşman değil
Kuş bana düşman değil
Hepsi benim can dostumdur
Onlar vatana düşman değil
181
 
KORKUNÇ YANLIŞLIK(LAR)

Sübyan Halil
Vadide
Ayak değmemiş sırtta
Yol alıyordu
Yüzbaşı Yusuf’un birliği
Açlıktan iskeleti çıkmış bedenler
Ağır ağır yürüyorlar
Oltu taşından tespih taneleri gibi 
........................dizim dizim
Hava soğuk
Havada ölüm kokusu var
Kar altında buz
Buz altında toprak
Kaya gibi sert ve acımasız
Halil çocuk
Halil ana kuzusu
Halil ağlamaklı
Halil, it gibi titremeye başladı
Hasan’dan başka gören
Deli Hüseyin ‘den başka duyan yok Halil’i
Anacığı geldi aklına
Tavukların pineklediği çalı dibi geldi
“Ne de olsa buradan sıcak” dedi içinden
Büyüklerin anlattığı gibi değildi
Şu askerlik 
182
 
 
Şu savaş
Savaş gerçek
Savaşın yüzü soğuk
Savaş kandı
Savaş can almaktı
Savaş can vermekti
Oy körpe Halil oy!
Hangi rüzgâr attı seni bu dağlara?
Yandığımın Enver’i
Ne yer, ne içer?
Keyf’âlemi nasıldır şimdi?
Bilen var mı?
Umutların tükendiği 
Doruklarda dolaşıyor
Ölümün gölgesinde körpe Halil
Çöl mü sandın iz sürersin akreple bu dağlarda
Mutlak sokar seni bir gün can verirsin bağlarda
...Yılan, çayan yoktur sanma, tedbirsizce dolaşma
...Ummadığın taş baş yarar, kurda kuşa dalaşma
Dalaşma a oğul!
Oğul oğul dalaşırlar sana
Sana kurban yiğit ana
.........ana
...........ana
.............ana
Boşuna mı demiş atalar?
“Su uyur, düşman uyumaz” diye
Bir fırsatını bulup düşman
Kaptıkları gibi Halil’i 
183
 
 
Götürdüler Rus karargâhına
Rus askerlerine
Halil esirdir artık 
Peşinden gitti Hasan
Kurtaracaktı sabiyi
Alıp sağ salim
Anacığına götürecekti
Kurtarayım derken Halil’i
Yakalandı Ruslara Hasan da 
Hasan baktı Halil’e
Baştan ayağa süzdü 
İçinden; ”Fena hırpalamışlar çocuğu” dedi 
İnsan kendi yazarmış alınyazısını
Başladı, bitti olumsuzluklar
Ve insafa gelip bıraktı Ruslar Halil’le Hasan’ı
Kapıdan çıkıp yürüdüler
Az sonra dönüp arkalarına baktılar
“Kim bilir, belki tuzaktır” diye
Ve sonra
Esaretten kurtulduklarını analyıp
Rahatladılar iki köylü
Uzaklaştılar oradan
Fenalaştı Halil
Hem öksürüyor
“Anama götür beni abi” diye yalvarıyordu
Gözleri kaydı Halil’in
Titremekten
Göz kapakları yoruldu 
Konuşmak istedi 
Kelimeler düğümlendi boğazında
184
 
 
Kar yangını başka olur 
Bu dağlar kar yangını
Kan revan içerisinde Anadolu
Bekler pusuda
Ölüm nefesini keser
Körpe kuzuya ağlar
Ağlar, iki gözü ak çeşme 
Ak örtüye hele düşme
Halil’in yolunu bağlar
Akıp giden zaman değil
Ömürden düşen saniyeler gibi
Tik tak!
Tik tak!!
Tik tak!!!
Düşersen kar üstüne
Uyuma 
Aç gözünü 
Hayat denen gerçeğe bak
Renkleri değişse de
Biri kar beyaz, gündüz
Birisi kurtların uğultusu arasında gece
Tipinin üfürüğü
Keskinleştirirken fırtınayı
Değişmeyen tek şey, an
Uyuma uyan ey can!
Ey can!
Can!
 
185
 

 
 
BÖLÜM: 12 
KISIM: 4
Taşımayı bilmez insan
Taşınır, taşıtılır
Çiledir bütün yaşamı
Huzurla aldatılır
187
 
 

KORKUNÇ YANLIŞLIK(LAR)

Buzların Tutuştuğu An
Ölümün korkusu tellalın davuluyla yayılır
Başlar görünmeye cesetler
Cesetler birbiri üstünde
Üstünde gök kubbe altında toprak
Toprak kar altında
Altında daha neler neler var
Başıboş bırakılan
Sefil insanlar
Paçaları çorap içlerine sokulu
Ayaklarında çarık
Kar suyunda ıslanan çarık
Dondukça mengene gibi sıkar ayakları
Ayaklar
Ayaklıktan çıkmış
Yollar her zaman umuda çıkmaz
Açlığın iç acısı dayanılmaz olunca
Bir avuç kar atsan da ağzına, işe yaramaz
Bu gibi durumlarda hükmü yoktur gençliğin
Vuramaz ki hedefi, insan hayâl etmese
Gidenlere kâr etmiyor bunca ağıt, ah, aman
Sona akarken tersine çevrilmiyor ki zaman
Ateşte yanan oduna geri döner mi duman?
Meğer zerre olmak varmış bir zerrenin içinde
Duman çekilmiş dağların doruklarından
Bulutlar perdesini açmıştı tipi ardından
188
 
 
Kıran girmişti bölüğe
Kırıldılar teker teker
Kalan birkaç kişi
Deli Hüseyin
Başını kaldırıp gökyüzüne baktı
Elini güneşe siper etti
“Bu dağlarda gündüz güneş varsa eğer
Ölümün habercisidir” dedi mırıldanarak
Sonra yürüdü
Yüzbaşı Yusuf’un bir avuç askeriyle
Yürüdüler geride kalanlar
Ağır ağır ve sendeleyerek
Düşüyorlardı birer birer
Düşenlere bakmıyordu bile gelip geçenler
Yürüyorlardı ölümün kucağına 
Sessizce
Bacaklar taşımaz oldu gövdeleri
Karlı dağlarda 
An, sona doğru çalışıyordu
Her şey durmuş
Bir dramın seyircisi olmuşlardı
Manzara berbat
Manzara utanç verici
Görenler
Dehşete kapılıyordu
Her biri birer heykelle örtüştü
Kimi büzülüp ölümü beklerken
Kimi ayakta dimdik
Hayâlleriyle birlikte
Her birisi
Heykeltıraşın elinden çıkmış
Kusursuz bir heykele dönüştü
Duman çökmediyse üstüne
189
 
 
Görünür bir yamaçtan
Büyük bir ovanın doğusuna yaslanmış
Üstü başı perişan
Burası Erzurum, Van
Burası Sivas, Konya, Denizli,
Burası Ankara
Burası Anadolu’nun herhangi bir kenti
Anadolu’nun herhangi bir köyü
Tanıdık geldi bize bu dağların çalısı
Kim emredip buyurmuş, hep böyle mi gidecek?
Yalısı başlarına yıkılası düzende
Güdecek çoban çoktur, bizden sürü olursa
Akıl varken şu elde, kehanet mi ararsın?
Kendinden kendini mi saklar oldun uyuma?
Siper et göğsünü de düşmana karşı dikil
Kuyuya ip sarkıtıp, dadandılar suyuma.
Soluk yüzlü
Zayıf, bitkin
Hasta, yaralı insanlar
“Felâketin tellalı” diyerek
Kin bile güdemeden 
Ama bir o kadar nefret alevi saçan 
Yuvalarına çökmüş gözleriyle
Ve her birisi işaret parmaklarını uzatıp
Gösterirler Enver Paşa’yı
Sonra dudaklarıyla mırıldanarak
...Bu dağları karayel yalar
....Her ömürden ömür çalar
.....Uyuyanlar bizden önce
......Öldüler de kurtuldular
190
 
***
 
25 Aralık sabahı
Yürüdü asker ağır ağır
Beş süvari birliğiyle
Paşa en önde
Girdiler Bardız Köyü’ne
Sarıkamış’ın kuzeybatısı
Tutulmuş Ruslar tarafından
Geceyi beklediler
Peksimet 
Kavrulmuş buğdayla
Doyurdular karınlarını
Süngü taktı 86. piyade alayı
Ve hücuma kalktı
Karla savaşı kucak kucağa
Düşmanla savaşı göğüs göğüse
“Ya soğuk, ya açlık
Ya da düşman öldürecek
Vatan için ölmek
Şerefli olur elbet”
Deyip sarıldılar süngüye
Yürüdüler düşman üstüne
Sonunda girdiler Çerkezköy’e
Çok şehit verdiler
Ama sonunda
Dövüşerek Çerkezköy’e girdiler
Soğuktan 
Ve açlıktan ölmedikleri için
Mutluydu kalanlar
Ölüm kusan makinelere karşı
Püskürtmüşlerdi
Süngüyle düşmanı
Vura vura
191
 
 
Vurula vurula 
Söküp atmışlardı
Çekilmişti Ruslar
Birçok mühimmat bırakarak
Ve cengâverliğini göstermişti
Kahraman Türk askeri
Tüfeğime süngü takıp, mermiye göğüs gerdim
Vurulup yere düştüm, toprağıma can verdim
Ölmek mi, öldürmek mi daha kolay olacak?
Yazı, tura atmıştık, ölüm kimi bulacak?
Beyaz karın üstünde kızıl gülüm solacak
Tüfeğime süngü takıp, mermiye göğüs gerdim
Zaman yoktur saymaya, kurşunların izini
Çok özledim ocakta, korlu ateş közünü
Bir daha göremeden Elif’imin yüzünü
Vurulup yere düştüm, toprağıma can verdim
Eksi 39 derecede 
Başladı büyük Sarıkamış harekatı.
Yarı resmi Türk çeteleriyle, 
Ardahan’a hareket eden
Üçüncü Ordudan bazı kıtalar
24-25 Aralık gecesi
Ulaşmayı başardı Sarıkamış’a 
Allahuekber’i aşan Türk askeri 
Sarıkamış’ın doğusundaki 
Selim İstasyonuna vardı
Çevirdi demiryolunu 
Ve sonra istasyonu aldı
Paniğe kapıldı
Sarıkamış’taki Rus kolorduları…
192
 
 
BÖLÜM: 13

Aklın ışığı karanlık
Bunu bilmeli insanlık
İnsana tuzaktır akıl
Sapkınlıktır hükümranlık
193
 
Hüzünlü SON

Küçük bir kıvılcım gören Ruslar
Hemen tetiğe basıyorlardı
Hallaç pamuğuna çeviriyorlardı
Ateşin geldiği yeri
Yorgunluktan 
Bitkinlikten 
Açlıktan
Susuzluktan ve uykusuzluktan
Canlarından usanmıştı savaşçılar
Ölümü arzuluyorlardı
Ölüm kurtuluştu
Ölümün beteri 
Donmaktı siperlerde
Gün ağartısı
Acının üstünü sarıyordu
Donuk gözlerle bakıyordu askerler birbirlerine
Gariplikler gözleniyordu
Mesela
Ayakları donmasın diye
Ağaçlara tırmanıyorlardı
Sonra
Kaskatı kesilip
Düşüyorlardı birer birer
Daldan düşen çürük elmalar gibi
Ağaçların diplerine
194
 
 
Toprak yoktu mezar olmaya
Gömülüyorlardı alelacele
Kalan arkadaşları tarafından
Onlarca, yüzlerce ceset
Onurlarıyla kucaklaşıyordu
Kalanlar 
Emrine hazır ve nazırlardı Enver Paşa’nın
Aklıyla birlikte
İyimserlik bulutlarının üstündeydi Paşa
İstasyonda dumanı gördü
“Düşman yakıp kaçıyor”
Diye haykırdı
Bir tek Rus bırakmadan
Öldürmek istiyordu
Emir verdi
Onbirinci Kolordu Komutanı Galip Paşa’ya
“Kaçan Rusları kovala” diye
Ölümü unutmuş aç savaşçılara
Hücum emri verdi Enver Paşa
Bir avuç savaşçı
Atıldılar ileri
Rusların makinelileri ölüm kusmaya başladı
Öylesine şiddetliydi ki
Gökyüzü veremli hasta gibi
Öksürüyor sandılar
Vurulup yaralananlar
Kucaklaştı ölenlerle
Ölemeyenler ise
Süklüm püklüm
Döndüler buzlu siperlerine...
195
 
***

Çalındı borular 
Hücuma kalkılsın diye
Verildi emirler
Kalanlar ölsün diye
Ağlamak unutuldu
Dondu göz pınarları
Sarıkamış yolundayım
Oltu taşından tespihim
İmamesi kaybolmuş
Parmaklarımın arasında
Aç koynunu ben geldim ben
Nazlı bir gelin gibisin Oltu
Savaşın ilk günü
Bir tipide buldum 
Oltu Kaymakamı Şerif Beyi
Kar fırtınasında Mülazım Rıfat’ı 
Hava keskin
Hava buz
Kar dediğin adam boyu
Sırt çantasında
Peksimet, sargı bezi, yedek mermi
Buzdan heykellere benziyor her asker
Dayan
Dayan
Uyan askerim uyan “Asker donup düşer mi?”
Koynunda saklı durur
Hemen şuracıkta
Kalbinin üstüne nişanlısının resmi
196
 
 
Resmin yanında üç mermi
Yollarını gözledi Özlem, Elif, Gülsen, Döndü
Ana saçını yoldu, çokça sakatlar döndü
Kandı, karın üstüne akan, soldu gül yüzü
Kandı her gülen yüze, dertleri aştı yüzü
Bu dağlarda bin olsak ne yazar
Tükeniriz azar azar
Fakir ve kimsesizim
Bu dünyada kalmaz izim
Bölük bölük, dizim dizim
“Ben bir köylü çocuğuyum”
Isınırım nefesimle
Dağı delerim sesimle
Sarıkamış, Allahuekber
Dinleyin beni
Duyun sesimi
“Ben bir köylü çocuğuyum”
Cephelerde ölen benim
Ölürken de gülen benim
Uykuları bölen benim
“Ben bir köylü çocuğuyum”
Adıma derler Mehmet
Her şeyimdir bu memleket
Çile, sabır, azim, gayret
“Ben bir köylü çocuğuyum”
Boyumu aşan karlarda
Düşe kalka
197
 
 
Kar dizleyen benim
Isı eksi otuzlarda
Sırtımdaki yük otuz beş kilo
Kan ter içinde kalan benim
Açım, bitkinim
Aklım yerinde değil
Canımdan bezmişim
Takatim kalmadı anam oy!
Nişanlım unutur bir yıl sonra
Korkum
Bu dağlarda geberip gitmektendir
Ayaklarım şişti
Dizlerim beni taşımıyor artık
Diz üstüne çöktüm oracıkta hemen
Üşüştü kurtlar
Kargalar kondu başıma
Kovalamaya mecalim yok.
Oy anam oy!
Korkunç gagalarıyla
Saldırdılar gözlerime
Kurtların saldırışını göremedim bile
Acısını hissetmez oldum
Diri diri deştiler karnımı
Burnumu yaktı kendi dışkımın kokusu
Umutsuzluk içinde ölümün umudunu aradım
Kargaların kafatasıma vuruşunu Azrail sandım
“Al canımı” diye yalvardım
“Boşa sevinme çocuk
Senin için gelmedim” dedi
Düştüm Azrail’in peşine
Gözlerimi kargalar oydu
Kurtlar her yerimi darmadağın etti
198
 
 
Bu dağlarda Azrail’e inat
Kendim ölmek için yemin ettim 
Ölüm zor olsa da
Zorla öleceğim 
Yazı böyle deme, giydiği yırtık dondu
Yazı görmedi kimi, dağda soğuktan dondu
Dondu
Yüreğimde filizlenen acı
Umut, hüzün çiçeklerim
Burada, insan sudan ucuz
Ölenlerin çoğu iskelet zaten
Adı değişmiş köleliğin
Kendi yalnızlığında suskun köleleriz
Hepimiz suskun
Ve düşüncesiziz
Mesele köleliğim değil
Söz konusu Vatan
Anlamadın mı sen hâlâ?
Velhasıl
Bacak aramda tüfeğim
Öylece oturup kaldım 
Olduğum yere
Yine de
Tek umudum Azrail
***
Elazığ, Muş, Van
Erzurum ve Samsun
Bölge baştanbaşa dağlık, yaylalık
Dağlar
199
 
 
Kucaklaşmış birbirleriyle
Geçit vermezler insana
Enver Paşa kaderci
Enver Paşa serüvenci
Hırsı ve ihtirası
Aklının çok önünde
Umut bağlar
Hesap yapar düşman yiyeceği üstünden
Karlı dağlara
Aç açık
Yarı çıplak sürdüğü ordusunu
Yedirmek ve giydirmek hayâlidir
Başını çevirdi baktı
Gördü üzerindeki gökyüzünü
Ve kendisinden başka gören yok bilip
Gökyüzünü kendisinin sandı
Düşünmedi Enver
Günlerce savaşan Rus planını
Enver Paşa Ruslardan çok akıllı ya
Planlarını hep aklına göre yaptı
Girilse bile Sarıkamış’a 
Çoktan hazırlamışlardı
Yok etmek için koca şehri
Petrol dolu bidonları
Bırakır mı Ruslar? 
Geride bir tek lokma bırakırlar mı?
Enver Paşa umursamaz
Enver Paşa duymaz, görmez oldu
Elde yok avuçta yok
Yaralı erlere bile emirler yağdırdı
200
 
 
Bağırdı çağırdı
Habersizdi esir Türk askerlerinden
Zavallıydı Enver
Henüz mektepli hırçın çocuklar gibi
Aklının tavanından 
Karanlık süzülerek geliyordu
Umurunda değildi
O
Ayağında boyalı çizmeleri
Kalın urbası ve tok karnıyla
Emir vermekten hoşlanıyordu
Aynadır
Bakınca seni sana gösteren
Aynalara düşman Enver
Nerede bir ayna görse
Tahammül sınırlarını aşar
Kırıp atar
İşte bu yüzden
Alt üst olur bütün hesaplar
Allahuekber denen bu dağ yaman çıktı
Olmadı hiç bir yenen, soğuk, ayaz yıktı
Yıktı bütün orduyu, o an kıran geldi
Cephede bizdik donan, anam ağıt yaktı
Sarıkamış’ a doğru yürüyüşe geçtik
Şiddetli soğuk
Korkunç tipi altında,
Tırmandık
Gece yarısı dağın doruklarına. 
Karanlıkta 
Kar altında
Tutuna tutuna birbirimize
201
 
 
Yol aldık bata çıka
Ölümcül tipiyi yara yara
Titredik iliklerimize kadar
Titredik
Dişlerimiz kırılana kadar
Kimimiz karnı aç 
Yırtık elbiseler içinde
Kimimiz 
Yemen’den gelmiş
Soğuk yüzü görmemiş 
Yazlık kıyafetleriyle yürüdü
Kar kalın
Yol yokuş 
Bitmek bilmiyor, 
Kara, ayaklara geçit vermiyor
***

Yol bitmeli
Kar aşılmalıydı; 
Nasılsa her gecenin bir sabahı vardı.
Yorgun ayaklar taşımadı bedenleri
İflas etti dermansız vücutlar
Dondu birbiri ardına
İntikal etti her biri
Kendince ebedî âleme
Sonra tek tek 
Kimi düşerek,
Kimi ayakta dondular
Ve bir heykel gibi dimdik kaldılar
Birçoğu böyle şehit oldular
Sıra kargalara, kurtlara gelmişti
202
 
Kargalar hunharca
Oydu gözlerini
Donarak ölen askerlerin 
Hem askeri hem paşası aç kalmıştı dağ başında
Enver Paşa ekmeğine içten bir bakıp kemirdi
Osmanlı’nın ordusunu açlık, bir de soğuk bitirdi
Halkın tükendi mecali, vermekten usandı durdu
Sağlama almıştı işi, düşman gayet rahattı
Savunmaya gerek yok ellerindeki hattı
Rus, göle maya çaldı, bütün göl maya tuttu
Kurşun bile sıkmadan, can bedenden uçuyor
Dört bir yana, zor ölüm kokusunu saçıyor
Canlar bir bir şahadet şerbetini içiyor
Enver Paşa’nın 
Aklının önüne geçen hırsı 
Allahuekber dağlarında 
Sarıkamış harekâtında 
Kurban etti
Toplam 90 bin askeri
Alman Paşa Limon von Sanders ;
“İleride, Afganistan üzerinden
Kuşatacağım Hindistan’ı diyerek 
Veda etti Enver” der.
Ve 
Sonra
Ve yabancı basında
İstenilen oldu 
Yazdı gazeteler sütun sütun
203
 
 
“Bütün bir Türk Kolordusu Sarıkamış’ta Esir Alındı”
Ve devam ediyor
“Rus gemileri Sinop’u bombalıyor”
Sansür koymuş Enver Paşa
Olanlardan haberiz
Türk Halkı uyutulurken
Ordusunu kaderiyle bırakıp
Tuttu İstanbul’un yolunu
Özlemişti 
Naciye’nin sıcak koynunu
Özlemişti aklını fikirsiz bırakan kadını
Koskoca Başkumandan vekili
Savaş meydanlarında olmaktansa
Naciye Sultan’ın ayakları ucunda olmayı
Tercih ediyordu 
Boşuna dememiş Hoca Nasrettin
“Yorgan gitti, kavga bitti” diye
Öyle çabuk bitiverdi Alaman’ın dostluğu.
Kabahat Alamanda mı?
Onları buraya getirende mi?
Getirip Komutanlar komutanı yapanda mı?
204
 
 
BÖLÜM: 14
Bunu bil Mehmet’im
Bunu bil
Yan yana olmak
Birlikte olmak değil
205
 
ONLAR BİZİM ŞEHİTLERİMİZ

İçimize kurtlar daldı, parçaladı sürüyü
Yaramıza tuzlar doldu, dön eriye eriye
Eksi otuz, kırk mı bilmem, ağızda tükrük dondu
Kapımıza ölüm geldi, can sürüye sürüye
Aranır mı eğri, doğru, karda ak renk üstünde?
Direnir mi yanık bağrı, yaramıza bastın da?
Dargınlık mı olur imiş, yitip giderken kardeş?
Görünür mü sinsi ağrı, habersizce küstün de?
Olsaydı bir yağmur damlası
Hissederdi belki 
Dudaklarından gönlüne akan sıcaklığı
Her ışıltıyı altın mı sanırsın?
Çünkü
Her ağaçtan kaşık olmaz
Yazı böyle mi deme, giydiği yırtık dondu
Yazı görmedi kimi, dağda soğuktan dondu
Yolunu gözledi kimi,
Bir sıcak çorbanın
Yolunu gözledi kimi
Bir çift potin ve urbanın
Masumların çığlıkları
Ağaçlarda geceye asılı kaldı
206
 
 
Onlar 
“Bir gecede tek kurşun atmadan
Donarak şehit olan zavallılar” değil 
Onlar
Kaynatılmış buğday suyuyla doyurup
Donmuş çarıklarından fırlayan parmaklarıyla
Buz üstünde yürüyen
Yarı çıplak
Kusan makineye karşı
Süngüsüyle dövüşen
Ve dereleri, tepeleri
Köyleri, kasabaları fetheden
Sarıkamış’a
Üç defa girip
On beş gün boyunca
Kahramanca savaşan
Yiğit Anadolu evlâtları
Kahramanlarımız
Ey oğul!
Ayağında sıcak ayakkabı
Sırtında ceketin olduğunda 
Hatırla onları...
Onlar,
Bu vatan uğruna 
Düşünmeden ölenler
Onlar bizi biz eden şahsiyetler
Onlar onurumuz
Onlar namusumuzdur
“Vatan” diye diye
Bu topraklar altında yatan
Onlar bizim şehitlerimizdir
207
 
***
“Türkülerle ölmekmiş alınyazımız bizim” 
Şimdi lâf mı bu seninki de!
Ben her gün ıstırap çekiyorum...
Bir türküde ölmek kurtuluş olsa gerek
Ben 
Her gün kurtulmanın yollarını düşünüyorum
Kim oluyorsun ki sen?
Acıları tattıktan sonra
Bulsaydım bir çıkış yolu
Ne seni 
Ne de türkünü tanırdım
Ne ceylanlar gördüm 
Abdalların kucağında
Ne çakallar gördüm gariplerin ocağında
Boşuna kıvranma 
Ben acıyı acıyla tartıp
Zulmü kerpetenle sökmüşüm!
Var git işine 
Sen kimsin ki bana acı vereceksin?
Bir elim havada
Bir elim toprakta
Yağdanlıklar sarmış yağlığımı
Benim her gün bin şiirde 
Bin türküde öldüğümü 
Nereden bileceksin?
Var git işine
Ben ölürken
Sen, ölümün kıyısından geçmemişsin!
Hayâlperestliğin çimeninde dolaşma
Aralık bitti, Ocak geliyor
208
 
Çiçek açmış senin narın
Çiçek açmış kirazın, kayısın 
Dünya tersine mi dönüyor?
Ben mi şaşırdım?
Söyleyecek sözüm çoktu ama
Sözcükleri beyaza boyadılar bu dağlarda
Artık savaşlardan yıldım
Bıktım
“Yeter” dedim 
Duy sesimi
Duy artık
Bundan sonrası barış
Barış
Barış
Var mı?
Var mı bundan güzel şahlanış?
***
 
Sivriburun havzasında
Veli Baba boğazında
Vuruşarak şehit düştük
Sarıkamış Dağlarında
Yeşil tepe Kara Dağda
Kaya Cevizi civarında
Meydan harbi yaptık burda
Sarıkamış Dağlarında
Kapanbaşı yaylasında
Su donmuş matarasında
Hasretlik vardı yasında
Sarıkamış Dağlarında
209

 
Duydum Saya Gecesi’ni
Çeken bilir acısını
Buza gömdük nicesini
Sarıkamış Dağlarında
Konhar tepe, Yassı tepe
Urus tuttu bizi topa
Kar yağıyor lapa lapa
Sarıkamış Dağlarında
Çamlı yayla, Mercimekli
Yanıktaş’ın yolu tekli
Varsak yitirmeden aklı
Sarıkamış Dağlarında
Sivriburun, Yoncalı Köy
Savaş biter kurulur toy
Arpacık’ta doğmuştu ay
Sarıkamış Dağlarında
Bazen canlar darda kaldı
Hayâlimiz karda kaldı
Yanan buzda narda kaldı
Sarıkamış Dağlarında
Bizden sonra gelecekler
Vatan için ölecekler
Bize minnet kalacaklar
Sarıkamış Dağlarında
210
 
 
ŞEHİTLİKLER
 
İnsan eşkâliyle anlatılırsa
Müşküle düşülen andır
Şahadet rütbesi karartılırsa
Faili meçhul zamandır
211
 
 
1 Azap Şehitliği

Yükseklere uzanıp çevresini yokluyor
Şu Azap Şehitliği yalnızlığı yazanmış
Kimsesiz ve bakımsız gökyüzüne uzanmış
Kendine uzanacak birkaç eli bekliyor
Bu topraklar, bu taşlar azap çekti yıllarca
Üzülme anam, boşa akmadı elbet kanı
Dolu dolu doğurgan Anadolu insanı
Ölmeye hazır, yiğit, bilenler var ellerce
Hiç bitmeyecek gibi gök kubbeyi inletir
Ölenlerin Tanrı’ya haykırdığı duayla
Kış, yaz soğuk burası, bu ne biçim bir yayla?!
Pınar başında çoban dilsiz kaval dinletir
Yanık yanık sesine kara koyun ağlasın
Analara bin selâm, karaları bağlasın...
***
 
Her karışı şehit olan bu dağlar
Gece gece hıçkırır, ağlar...
Kahramanlar geçer zamanın bir yerinden
Kahramanlar bölük bölülk oy anam!...
Azap Şehitliği göğe açık şehit eli
Duy sesini yiğitin, toprağın, dağın sesini
“Vatan, vatan..” diye çınlayan seher
Göğsünde uyur bunca yıldır kaç asker...
212
 
 
2 Bardız Yayla Şehitliği

Mezarda taşlar gördüm Bardız’ın yaylasında
Yamacından dolanı dolanı çıkar yolu
Dağların doruğunda bulutlar arasında
Burası sınır olmuş, Çankırı, Afyon, Bolu
Yusuf oğlu Sefer’im, şehidin narasında
Yanmışım ateşinde dumanım çırasında
Bardız’lım, can hemşerim sarıyor dolu dolu
Yıllardır halâ tütün kokuyor yarasında
Ülkemin her yerinden Mevlüt ve Memiş oğlu
Yavuklumun kokusu mendilin dürüsünde
Cehennemin adı kötüye çıkmış
Ey korkaklar
Cehennem de bu ateşten değil mi?





3 Çermik (Kaynak) Yayla Şehitliği

Çermik Şehitliği’nde habersizce yatarız
Şehadet şerbetiyle taşımışım göçümü
Bu terk edilmişlikler yakar durur içimi
Öldüğümüz yer için yeşil otla geliriz
Harabeye çevrilmiş, bakımsız halde yurdum
Beygir şikayetçiymiş ayağındaki naldan
Arı habersiz artık kovanındaki baldân
Başım yere düşerken binlerce hayal kurdum
Tabakamı Yemen’de, canımı bu dağlarda
Kaybettim vatan için, mezarım belli değil
Toprağa terim düştü, gel öpeyim alnından...
Söyleyin, bu topraklar için geçmiş çağlarda
Kim ölmüş, kim kalmış, bilen var mı acaba?
Vatan sağ olur belki boşa gitmez bu çaba...
213
 

 
4 ve 5 Divik (Yayıklı) Yayla Şehitliği

Divik ve Yayıklı’da iki şehitlik vardır
Biri Yayla diğeri de Kırklar şehitliği
Bu dağlar başka dağlar, her geçitte yol dardır
Moskof’la Ermeni’nin tuttu yine kelpliği
Buzları yastık yaparken yorganımız kardır
Semadaki ellerin yetmiyor şahitliği
Üstümüzü sürerek kim yaptı bu otluğu?
Kim yaptı bu mezarı babasının çiftliği
Divik Şehitlikleri hem namus hem de ardır
Burası şehitliklerin ruhlarının yurtluğu
Ey
Ruhunu satanlar!
Boşuna özgürlük aramasınlar
Çünkü özgürlük
Kendilerine çok yabancıdır
***
 
Yayla’dan kırklar’a haber gönderdim
İçinde sıla kokusu, yar kokusu, vatan kokusu
Şehidimin arzusunu nakışladım üstüne
Kayboldu korkuların korkusu
Yırtındı, titredi, çırpındı toprak
Şehit çiçekleri açtı âniden
Yayla’dan Kırklar’a yürüyene bak
Dün Mehmet’ti bugün sen, ben...
Davacıyım davacı
Aslını bilmeyen nesilden...
214
 

 
6 Tekçam Şehitliği

Hiç duydunuz mu canlar Tekçam şehitliğini?
Doksanıncı alayın tümü yatıyor burada
Kimisi tarla yapıp sürüyormuş arada
Öküz, saban ve toprak yaptı şahitliğini
Bilen var mı burası dağların neresinde?
Ahmet oğlu Mahmut’un, Hasan oğlu Cemal’in
Konya, Sivas, İzmir’den Emin oğlu Kemal’in
Mezarları Tekçam’da dağların arasında
Açıldılar şehadet ırmağında yüzmeye
Attıkları kulaçlar güneşten nura değdi
Cehennemin ateşi utanıp başın eğdi...
Doldurdular imbikten damla damla süzmeye
Her damlada bilmem kaç bin çeşit sır gizlendi
Şehitlerimiz milyon kere özlendi...
***
Doksanıncı alay burda yatıyor
Şahit olsun ” Tekçam ağacı”...
Asi Yozgat Köyü’den, ülkenin kalbinden
Kınalanmış türküler dolusu acı
ve
Koskoca alayın cümleri burda...
Kan kokulu yağmurlar yağar şimdi
Çam ağacı tek başına tepede
Yanar ağlar, anar ağlar askerime oy!...
Ben ağlarım halimize neyleyim?!
Neyleyim can?...
215
 
 
7 Turnagöl Şehitliği
Umut tükenmezmiş can çıkmayınca
Biz ölürken çoğu mülkü kapmışlar
Şehitlik demeye bin şahit ister
Kayaları kırıp yığın yapmışlar
Gecenin sessizliğini delip geçti
Can çekişirken çıkan çığlıklar
Hiç bitmeyecek gibi
Uzadıkça uzar geceler
Ulaşılmaz ciğer daima pistir
Bu topraklar yine kaç şehit ister?
Yüce dağlar bize umudu göster
Bilmem neden doğru yoldan sapmışlar?
Önce hasretlik parçalanır
Yaralar küllenip kabuk bağlar
Beklemeyi bilmelisin
Acıların sırrıdır sabır...
Kan düştüğü yerler hani vatandı?
Şehit, toprağa can verip yatandı
Terk edilmişlikten düşman utandı
Bizin kanımızdan hisse kapmışlar
İçine düşerse umutsuzluk
Yitip gider çığlıkların
Düştüğün karanlığın içinde
216
 


8 Dikenli Tabya Şehitliği

Beden bizim, yara bizim
İyileştirmek bize düşer
Millet kan içerken
Geçer mi bir lokma ekmek?
Geçer mi bir damla su?
Yıldızlı mavi gökyüzünün
....Üstünü örttüğünü sanırsın
Bulutların arasında
.....Yitip gider hayallerin
......Dikenli Tabya Şehitliği’nde
Terk edildiğinizi sanmayın
.......Ey yurdumun şanlı şehitleri
Siz kapamadan gözlerini
Son kez baktığınız uzaklardayım
Son kez gördüğünüz an 
Benim gözümdedir o günkü gibi
Terk edilmiş sanmayın kendinizi
Anadolu, dolu dolu ana doğurdu sizi...
Analar çok yiğit doğurdu sizin gibi...
Bu ülkede,
Daha nice Necati Topcuoğlu 
Vardır nice vatan sever 
217
 
 
9 Laloğlu Şehitliği

Laloğlu Köyü Allahuekber Dağı eteklerinde olup köyde bulunan 
1914-1915 Sarıkamış şehitlerine ait kardeş mezarları bu şehitliğin 
sahipliğini yapan birlik oradan çekildiği için çok perişan bir halde 
idi. 
Ayrıca bu şehitlikler hayvanların yolu üzerinde 
bulunduğu için utanç verici bir hale gelmişti. 
Cehennem ateşiyle tohumlanmış yatıyor
Allahuekber dağı eteğinde şehitlik
Şehitliğin üzeri hem yol olmuş, hem otlak
Laloğlu’nda mezarlar uykumuza batıyor
Yeraltı dünyasının insanları açarlar
Hakk’a yürüyenlerin geçtikleri kapıyı
Göremez gönlü körler kaldıkları yapıyı
Sonsuzdan sona doğru kanatsızca uçarlar
Ömür dediğin her an, tükenir azar azar
Kimi gökte uçarken, kimi denize dalar
Kanı damlayan insan, tutup toprağı yalar
Bugün olmazsa yarın, tarih gerçeği yazar
Laloğlu şehitliği iki dizi üstünde
Haykırırken geliyor, çakal koyun postunda...
218
 

 
10 Yukarı Sarıkamış Şehitliği
 
11 Sarıkamış Allahuekber Anıtı
 Sarıkamış Şehitleri Anıtı 

Bastığın her yer mezar, bastığın her yer anıt
Ağıttır türkülerde, destandır tarihimde
Söyleyin ey insanlar, savaşlarda “Suç kimde”?
Tarih tekerrür eder, o gün alırsın yanıt
Yukarı ve aşağı Sarıkamış burası
Edirne’den İzmir’e, Antalya’dan Samsun’a
Hasret hasret yanarken Keziban, Canan, Suna
Tarihe destan yazdı iki dağın arası
Yıllar geçse aradan kör gözleri ağlatır
Söyletse de dilsizi, dayanamıyor yürekler
Nereden bilecek, gönülleri çoraklar...
Al, yeşil giyenlere karaları bağlatır
Nice cana mal oldu birkaç çılgının hırsı
Çekiç her inişinde çatlatıp kırdı örsü 
Hey;
İnsanlığın hamurunu kanla yoğuranlar
Yüzünüzden
Utancın derisini mi yüzdünüz?
Konuşmadı daha 
Üzerinde tepindiğiniz toprağın ruhu...
219
 

 
12 Hamamlı Köyü Şehitliği

1915-1917 yılları arasında Ruslar tarafından esir kampı olarak 
kullanılmıştır. 
7.000 şehidimiz burada yatmaktadır. 
Elleri semada Hamamlı Köy’ü
İki gözü iki çeşme ağlıyor
Yedi bin şehidin kemikleri sızlıyor
Kan ağlayıp karaları bağlıyor
Bağlıyor yolları gidilmez
Gidilmez uzak menzile
Menzile girersen eğer
Eğer başını bir mermi
Ateş çemberine döndü kıtamız
Ya esaret, ya ölümdü ötemiz
Rus zulmüne cevap veren atamız
Bize dimdik durma gücü sağlıyor
Zulüm 
Düşmandan gelmez her zaman
Zaman öyle kötü ki
İçimizden de çıkar 
Zaman zaman...
Ölmeden cenaze namazı kılmış
Gönlünden geçeni dağlara salmış
Yüreğini iki avcuna almış
Ateşiyle yaramızı dağlıyor
Yangın
Cehennemde olmaz her zaman
Alev titrer
Kimi zaman buz içinde
220
 
 
Zevk sefa için vatan satanlar
Yalnız değil asla burda yatanlar
Şunu iyi bilsin göbekten ötenler
Şehitlerim gönüllerde çağlıyor 
Toprağın
Üstü başka, altı başka
Bu vatan uğruna
Söyleyin
Söyleyin, gelinmez mi aşka?


 
13 Ersinek Yayla Şehitliği

Sefalet kol geziyor, Ersinek Yaylasında
Utanmazlık yüzüyor Ersinek Yaylasında
Ne harabeler gördük, karanlığı ışıtan
Ne cehennemler gördük, Haziranda üşüten
Vatan değil midir bize onuru taşıtan?
Sefalet kol geziyor, Ersinek Yaylasında
Aç öldük, açık öldük, ama onurlu öldük
Kendi namazımızı imamsız, yönsüz kıldık
Nedense yıllar yılı burda ilgisiz kaldık
Utanmazlık yüzüyor Ersinek Yaylasında
221
 
 
14 Allahuekber Zirve Şehitliği

Allahuekber’de ölüm amansız
Gören var mı ocağı dumansız?
Yere batsın,
Tacı, tahtı, sarayı paşanın!
Onu ana,
Bizi manda mı doğurdu?
Bir kış gecesi
Düştük bu dağlarda
Tuz yalamışız buz üstünde
Dilsiz kavalda bir çoban türküsüyüz
Bu zirve başka zirve
Ölümü türküde çığırır olduk
Ateşi yüreğimize basıp
Işığı elimizle tuttuk
Duygular, döküm saçım
Analar, babalar
Bacılar ve yavuklular
Adım adım ölüme gidenlerin arkasından
Buğulu gözlerle son kez bakanlar
Kaybolmamak için yitip giden boşlukta
Rüzgârın önünde kırılmak varmış
Dönüp dönüp kendimizi ararken...
Çamur kahverengi
Kar beyazdır
Gözlerine ölüm perdesi düşmeden
Görürsün son rengi
Burası
Dağların bulutlara değdiği yerdir.
222
 
 
Ve ölüm
Hayatın kolunda yürüyen
En yakın düşmanıdır bilesin.
Hesabı veremeyen 
Meçhul müşteri gibi
Yürekleri paslı zincirlere dolananlar
Çığlıkları asılı kaldı gecede
Sevdanın açılmamış zarflarında
Gizemli mektuplar gibi
Güne bakanlar
Yönünü çevirdi güneşten
Kara kan damladı
Kar kanla
Soğuk sıcakla kucaklaştı
Ey yolcu!
Gecenin iki yüzü var
Birisini biliyorsun,
Diğerini aramak sana düşer...
223
 
 
Doğruyu yanlışı bilmem
Çirkini güzeli bilirim
Ab-ı hayatı bilmem
Ebedî ezelî bilirim
Dua’nı arıyorum
224





OKUDUKARIM:
Bir Hüznün Tarihi SARIKAMIŞ
Muzaffer TAŞYÜREK / 3. Baskı
Yitik Hazine Yayınları
 ...........................
Ateşe Dönen Dünya SARIKAMIŞ
Prof. Dr. Bingür SÖNMEZ, 
Reyhan YILDIZ / 8. Baskı
Sokak Kedisi OMNİA Yayınları
 ...........................
Sarıkamış’tan Çanakkale’ye
Buz Tutan Gözyaşları
Ergun GÖZE / Boğaziçi Yayınları
 ............................
Beni Kara Gömdüler Anne
Kadir AKEL / Akis Kitap
 ...........................
Sarıkamış Bir Destandır. 
“Bu Destanın Bilinmeyen Öyküsü”
Teoman Alpaslan / Kum Saati 
Yayınları
...........................
Sarıkamış Destanı:
Yad. Doç. DR. Erdoğan Altınkaynak
...........................
 Sarıkamış Harekatı: General 
Nikolski, Genelkurmay Basımevi 
1990. / 2. Baskı
...........................
Kazım Karabekir’in Kaleminden
Doğunun Kurtuluşu
Erzurum Ticaret ve Sanayi Odası
Yardım, Arş, Gel. Vakfı Yayınları 
...................
Enver Paşa 3.cilt Ş.Süreyya Aydemir 
RemziKitapevi
Miras (Roman) Nihat Behram
Everest Yayınları
............................
 Ermeni İsyanı ve Harput Ermenileri
Prof. Dr. Ramazan Demir
Palme Yayıncılık
 ...................
Üç Beyinsiz Kafa
Mustafa Müftüoğlu /Risale Yayınları
 .................
Kürtçülük 1 ve 2 cilt / Bilal Şimşir
Bilgi Yayınevi
 .......................
Beyaz Ölüm
“Türkler ve Ermeniler” 
Ferit Erden Boray / Kum Saati Y.
 ...............
Kafkas Harekatı / Maurice Larcher
Çeviren: Can Kapyal / Omnia Ya.
Yayına H. Prof. Dr. Bingür Sönmez
.....................
Sarıkamıştan Esarete (1915-1920)
Yayına Hazırlayan: Sami Önal
Remzi Kitapevi
 ...................
 Sarıkamış Faciası Aralık 1915
 Süleyman Kocabaş
 Bayrak Yayınları
……………..
Makedonya’dan Orta Asya’ya
 Enver Bey cilt 2 ve 3
 Şevket Süreyya Aydemir
 Remzi Kitapevi

 
   
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden