HARUN YİĞİT / VADANDAS OSMAN'IN YERINE HOS GELDiNiZ
  İÇİMİZDEN BİRİ-R. Doğan
 

İÇİMİZDEN BİRİ; Harun YİĞİT

 

Merhaba...

Bugün ANSAN gibi önemli bir yapının şemsiyesi altında içimizden biri olan değerli şair-yazar ve ressam Harun YİĞİT' i sizlerle konuşuyor olmaktan mutluyum!  Bana bu onuru bahşeden değerli arkadaşımız Harun YİĞİT'e,  değerli hocam Mustafa CEYLAN' a, değerli ANSAN Yönetimi ile siz değerli dostlara teşekkür ediyor;

Saygı ve dostlukla selamlayarak hoşgeldiniz diyorum!

Değerli konuklar, sevgili dostlar; bugün burada sizlerle yürek yüreğe, gönül gönüle buluşmamıza dayanak olan değerli şair-yazar ve ressam Harun YİĞİT' i iki ayrı özelliğiyle ve mümkün olduğunca kısai fadelerle anlatmaya,  Refika Doğan' ın gözünden gördüklerimi, anladıklarımı aktarmaya çalışacağım.

Öncelikle benim gözümde iki Harun YİĞİT var. Birisi iyi bir aile babası olan, sevgi dolu, her koşulda saygıyı elden bırakmayan, değerlerine ve yaşadığı evrene sıkı bağlarla kenetlenmiş dostum, arkadaşım, kardeşim dediğim mert yürekli, dürüst, ketum, yalın, derin, içli özüyle dostum-arkadaşım-kardeşim olmayı hak etmiş bir Harun YİĞİT var.

Diğer yanda şair-yazar-ressam sıfatlarıyla sanatçı kimliğine sahip bir Harun YİĞİT var.

Harun YİĞİT' i 2003 yılı sönlarında ilk kez adım attığım internet ortamında, "Antoloji Şiir ve Edebiyat Portalı bünyesinde var olan ve kurucusu Mustafa CEYLAN olan "Antalya Güllük Grubu"  ile  "Antalya Güllük Radyosu" adlı oluşumlar içerisinde tanıdım. Hem grup yöneticisi hem de radyo programsıcı idi. Radyodaki programlarında türkülerimizi kaynağından dinletmiş, yalın, doğal, samimi sunumuyla şiire ve dostluğa yüreğini kararak takdir ve sevgimi kazanmıştı ilk anda.  Bu süreçte gerçek adından çok "Vatandaş Osman" mahlasıyla tanınmakta, doğaçlama hiciv-taşlama ve atışmalarıyla gerek yayın hayatını gerekse dostlarını sıcak, samimi ve yapıcı bir birlikteliğin paylaşımcı ortamına sürüklemekteydi adeta.

Harun YİĞİT' in sanat yaşamını,  şair-şiir bağlamındaki gelişimci yanını da iki aşamada ifade etmek;  

onun bugünkü noktaya hangi handikapları aşarak, hangi kısır döngüleri yenerek ve kendisiyle barışık dingin ruhunun da yardımıyla hangi eksileri artılara dönüştürerek geldiğini;

özünü muhafaza ederken,  yaptığı işe, sanatına saygı ve sevgisiyle çıtayı nasıl yükselttiğini paylaşmak istiyorum sizlerle.

Tabii, bir de Gülce gerçeği var. Sevgili Harun YİĞİT' i  "Gülce Edebî Akım " çalışmalarından önce ve sonra olmak üzere değerlendirirsek sanırım çok daha açık, net ve anlamlı olur aradaki farkın gözlemlenmesi ve süreç içinde kat edilen yolun mânâsı.

Tam da bu noktada Gülce' den bahsetmek, siz değerli konuklarımızın belleğinde GÜLCE hakkındaki soru işaretlerini mümkün olduğunca yok etmek ve Harun YİĞİT ile Gülce arasındaki sıkı bağın önemini vurgulamak istiyorum.

Canlılar içerisinde -akıl muhakeme yürüterek düşünen ve düşündüğünü anlaşılır söz dizeleriyle ifade edebilen en donanımlı varlıktır insan. Bu gerçekle diyebiliriz ki insan; aklıyla olduğu kadar duygularıyla ve bu duyguları türlü biçimlerde dışa vurumuyla vardır. Duygu ve düşünce gücüyle insan, çok şeyi değiştirebilir, inşa eder ya da yıkarak yerine yeniden / yeni şeyler koyabilir.

Duyguların dışa vurumu elbette yere, zamana, mekâna, koşullara, yetenek ve becerilerle sosyal, toplumsal, kültürel ve ekonomik durumlara göre farklılıklar gösterir.
Yaşamın “ iyi kötü” durumları karşısında duygularını besleyerek yine yaşama akan insan; kendi içselliğinde doğurgan bir sürece yol alarak -vakti geldiğinde bu duyguları- çeşitli şekillerde dışa vurur. Dışa vurulan her söylemin içeriği ve ritmi farklıdır. Ağırlıklı yanıdır Lirik duygular.

İnsanlığın gelişimiyle birlikte -bu gelişmeye bağlı olarak- duygu ve düşüncelerin dışa vurumu da gelişerek bugünkü seviyeye ulaşmıştır. Günümüze gelinceye değin geçen süreçte insanlar, karşılaştıkları olaylar karşısında duygularını daha çok irticalen dile getirmişlerdir. Bugün, oldukça gelişmiş iletişim araçlarıyla farklı görsel ve yazınsal materyaller, duygu ve düşüncelerin dışa vurumunda - zaman ve olanak açısından- önemli aşamalar kaydetmiştir. İnsanın olduğu yerde paylaşım vardır, paylaşımın olduğu yerde paylaşılan... İşte tam da burada “şiir” diyeceğiz. Duyguların ifadesinde birçok yol yöntemle birlikte şiir daha etkili olmuştur. Şüphesiz bu durum şiirin en kısa yol ve anlamlı ifade şekli olmasından kaynaklanmaktadır. Bu vesileyle şairi çok ancak nitelikli şiiri az bir toplumuz ya!

Peki, Niçin GÜLCE?

İçimizde biriktirdiğimiz veya tahayyül ettiğimiz duygu ya da düşünceleri bazen bir dörtlükle bazen mısraların serbest akışıyla, çok az da ağdalı bir dilin kıyısındaki Aruz kalıplarıyla yazarak günü geçiştirdik. Ama bilinen bu materyallerin yetersiz kaldığını görüp anladık. Değişen ve gelişen yaşam koşullarına koşut büyüyen sorunlar ve kültürel yapı, alışılmış kalıpların üstüne yazmayı zorlaştırıyor, yenilik zamanının geldiğini haber veriyordu sanki!
İşte, bu noktada akla gelen isimdir GÜLCE ve GÜLCE’ ye gönül veren yürekler...

Aşağı yukarı 7– 8 senelik Gülce yolculuğumuzun başlangıç noktasında şu düşünce ağırlıklıydı: Yeni bir anlayış ve bunun oluşumunun kotarılması gerekiyordu. İlk olarak 2004’ lü yıllarda değerli hocamız Mustafa CEYLAN ile fikre düşen Gülce,  akabinde Harun YİĞİT’ in müdahil olmasıyla alanı genişletmiş,  biraz daha hız kazanmıştı adı konulmamış bu arayış. Tabii, bu arada ben de yorumlarımla destek vermekteydim. Derken;  iki minik Gülce başlıklı şiirle bu heyecan verici sürece fiilen ben de katılmış oldum.

Gülce' ye dair nazım türleri ilk etapta Japon Haiku şiiri ile bizim mânimizin buluşturulup formüle edildiği  "Gülce" başlıklı nazım türü ile başladı. Ardından Hece vezni ile Serbest veznin aynı şiirde buluşturulması olan  "Buluşma"  türü teorilenip örnekleriyle Antoloji Sitesindeki kişisel sayfalarında eleştirilmek üzere paylaşıma sunuldu. Fakat kesin olan bir şey vardı ki o da Gülce nazım türlerinin bir edebî topluluk tarafından ele alınıp sistematize edilmesi gereğiydi. “ Ben” demeyen “ Biz ” diyen bir edebî topluluk doğmalıydı! Ancak, bu açılımın bekleneni verebilmesi için, birbirinin benzeri, durağan ve sıradanlaşmış anlayışların öncelikle sarsılarak silkelenmesi gerekiyordu. Başta değerli hocamız Sayın, Mustafa CEYLAN ve arkadaşlarının edebî anlamdaki bu içtenlikli, sorumlu, emek ve özveriyle dolu çabalarının şiir ve nesirde yeni arayışlara yeni başlangıçlarla dayanak oluşturacağına, yeni kapılar aralayacağına inanıldı ve bu alanda ki boşluk da görülerek, samimi bir heyecan ve şevkle yeni bir grup kurma gereği duyuldu.

 Böylece 2008 de kendi adıyla kurduğu grup çalışmasıyla resmiyete kavuşan bir edebî oluşum olma amacına kilitlendi GÜLCE.

Kuruluş aşamasında şu isimlerle yola çıkılmıştı:
Mustafa CEYLAN, Harun YİĞİT, Refika DOĞAN, Osman ÖCAL, Yusuf BOZAN ve Cinasî mahlasıyla Ekrem YALBUZ öğretmen...
Ve akabinde; kimi davetimizle, kimi kendi iradesiyle Gülce’ ye katılan değerli ustalarımız, dostlarımızla Gülce, hedeflediği amaca ağır ama emin adımlarla yürümeyi ilke edindi.

Şiire beyni ve yüreğiyle gönül vermiş, kişisel beklentilerden çok edebî anlamda tarihe yeni ve kalıcı bir şeyler bırakmayı görev bilmiş;
Bu amaçla gecesini gündüzüne katarak onlarca kaynakçayla araştırmalar, karşılıklı bilgi alışverişiyle sağlıklı analizler yapmış ve nihayet bugünkü seviyeye gelmiş şahsiyetlerin oluşturduğu “Gülce Edebi Topluluğu” nun Amacı: Şiiri durağanlıktan çıkararak yeni bir heyecan, yeni teknik ve katkılarla yeni sentezler oluşturmak ve eski ile yeni arasında sağlıklı köprüler kurmak,

Eski ile yeniyi, Hece ile Serbest' i buluşturma, beraberinde aruzu –güzel Türkçemizle- daha anlaşılır, yazımı daha kolay ve daha yalın bir ifadeye kavuşturma istek ve iradesidir GÜLCE. Yani  (daha bilinçli, daha yapıcı ve yaratıcı yol ve yöntemlerle)  bizim olanı yine bize kazandırmak yeniden. Ve açılımlarında ki ahenk, ölçü ve farklı tekniğiyle yeni bir çığır açmak şiirimize.


“Niçin Gülce? “ sorusuna daha net ve anlaşılır bir yanıt verebilmek için öncelikle Gülce’ nin ne olup ne olmadığını, Gülce’ yi gülce yapan gerekçeleri, ilkeleri, amaç ve yöntemleri irdeleyelim kısaca. İlk olarak adından başlayalım.
Gülce!
Kırmızı, sarı, beyaz, pembe… Farklı renkleriyle gül yapraklarının -kat kat - azdan çoğa doğru büyüyerek gelişmesi, katları arasında kendi giz’ ini barındırması ve gerek adı gerek görselliğiyle pozitif duygu ve düşünceye zemin hazırlamasıyla,

Kökleriyle şiir tarihimizin derinlerine, gövdesiyle bugünlere, dal, yaprak ve çiçekleriyle Türk şiirinin geleceğine uzanan yepyeni atılımıyla,

"Ben" demeyen, "BİZ" diyen şair ve yazarlardan oluşan edebî topluluğuyla,

Gereksiz ve anlamsız vezin kavgalarına son vermek isteyişiyle,

Çağa "önce insan ve ülkem" anlayışıyla bakan şairlerin birlikteliğiyle,

Yaşayan Türkçe ve Ayyıldız’ lı bayrağa sadakat duygularıyla bağlı şair ve yazarların buluştuğu bir edebiyat, sanat ve kültür portalını yaşama geçirme iradesiyle,

Geleneksel Türk Hece Şiirinden hız ve ilham almakla birlikte, hece şiirine yeni nefes alanları yaratacak önerileriyle,

Hece şiirimizi sadece "koşma" tarzı şiir olarak görmeyip; o' nu, bir okyanus kadar engin, derin ve muhteşem mâzisinden alıp günümüze getirme istek ve arzusuyla,

Kafiye, kalıp, redif, üslup, tarz, şekil, yapı vb. şiire dair her unsurun bütün amacının " has şiiri " yakalamak ve şiirin kanatlanıp yükselişini sağlamak amacına yönelik birer "araç" olduğunun idrakiyle, bu araçlara saygı gösterip; bozmadan yeni nefes alanlarıyla yenileştirici ve atılımcı ruha sahip köklü bir edebî hareket olma amacıyla,

“ Araçlar amaç olmamalı. Ne zaman ki araçlar amacın önüne geçer, işte o zaman yazılana şiir değil sadece "manzume" denir. Bu durumda o, ruhsuz, plastik bir heykele benzer! “ diyen anlayışıyla, " kalıcı şiiri " hedef seçen bir edebiyat aksiyonu oluşuyla,

Anadolu kokan sözcüklerin efsunkâr ikliminden evrensele akan şiir çağlayanıyla,

Aruzu "yasak ve korkulan" bir otantik malzeme, kütüphanelerin tozlu raflarında unutulmaya terk edilmiş eski bir "uğraş" olmaktan çıkarıp; üzerindeki zaman tozlarını silerek pırıl pırıl, yepyeni yüzüyle Ana Dilimiz güzel Türkçe’ mizle Türk Şiirine kazandırma ve onunla yeni zirvelere yolculuklar yapma isteğiyle,

Serbest şiirin "kurallı serbest şiir " olması ve bir nesir parçasının makasla rastgele kesilip (imgelerle boğularak ) üst üste yığılan bir şiirsel yapı olmadığına / olmaması gerektiğine inancıyla,

“ Edebî sanatlardan yoksun bir şiir anlayışı yapay bir kabuğa benzer! “ düşüncesinin yanında;

“ Şiiri edebî sanat yapacağım” diyerek, anlamsız ve abartılı çalışmalara da göz yumulamayacağını vurgulayan; arı-duru-lirik-aydınlık ve ışıklı bir sanat anlayışının sunumuna çalışmasıyla,

Başta Azerbaycan olmak üzere Türk Cumhuriyetleri' nde yaşayan şairler ile dostluklar oluşturup, dünyaya açık, dünya şiiriyle kucaklaşan bir “ Türk Şiiri yapılanması” oluşuyla,

İnternette oluşan sanal dostlukları gerçeğe taşıyarak; kardeşlik-dostluk-hoşgörüye açık, parti-siyaset-bölücülük ve ayrımcılığa kapalı şairlerin şiir ocağı olma ereğiyle, GÜLCE;

Yeniçağın yeni edebiyat akımıdır. Birbirini duyan, anlayan ve anlaşılır olmayı önemseyen, bunun da ancak güçlü bir ekip anlayışıyla mümkün olacağına inanan bir edebî topluluk...

Çizilen bu genel çerçevenin ardından diyebiliriz ki, GÜLCE;
Eskiyi taklit eden; eskinin başarılı örneklerinden hareketle daha ileri giderken gelecek yüzyılları düşünmeyen,

Türk şiir tarihine (özellikle de HECE, ARUZ ve SERBEST’ e) karşı olan, mâziyi inkâr eden,

Kopyalayan, bozan, yıkan, mevcudu onarıp yenilemek yerine devirmeye çalışan, edebî sanatlara ve güzel dilimiz Türkçe’ ye karşı olan,
Köksüz bir akım ve enaniyet duygularıyla bencil insanların meydana getirdiği edepten yoksun, taklitçi, şekle, kalıba ve fizikî yapıya körü körüne bağlı bir edebî hareket DEĞİLDİR!

Bilâkis GÜLCE;

Arı duru Türkçe ile yazıp çizmeyi, sözcük dağarcığını alabildiğince çoğaltmayı öncelikleri arasında gören,

Tahlili, gelişimi, yeniliği önemseyen hamleci yanıyla; katı ve sabit fikrin karşısında durmayı ilke edinen,

“Hece veznini bilmeyen asla şiir yazamaz!” Diyerek, Heceyi temel kabul eden, ancak;
Hece şiirinin sadece "koşma" tarzına kilitlenmemesini, koşma ile birlikte öteki tarzların da işlenmesi gereğine inanan edebî bir topluluktur.

Gülce;

Hece veznimizi; edebî sanatlardan yoksun, çağı kucaklamayan, soğuk, dili ve duygusu yabancı manzume tiplemesine ışınlayan anlayışa karşıdır.

Şiire yakışan ve yeten bir sanat  isteyen Gülce, onu boğmayan ve gereksiz süflî eklenti, sanatsal öğe ve imgelerle dokunmayan şiir halısını gökkuşağı renkleriyle dokumak isteyen;

Heceleri meydana getiren her harfin belirli bir ağırlığı olduğuna inanan, bunun yanında;
Türk Dilinin dünyanın en zengin, en saygın dili olduğuna inancıyla; bu dille üretilecek şiirlerin de dünyanın en güzel şiirleri olması gerektiğini söyleyen bir düşünceye sahiptir. Bu sebeple GÜLCE, Hece' den asla vaz geçemez! Onunla başka vezinleri buluşturur, harmanlar, ama asla bozulmasını istemez!

Gülce, Dünyadaki çoğu ülke edebiyatlarında " heceye dayalı " şiir türleri olduğunu ve hecenin "model" bir vezin olarak ilgi gördüğünü ortaya koymuş; bu sebeple de, bizim hecemizle diğer ülkelerin hecelerini mukayese ederek, onlardan yeni şekiller ve ölçülerle yeni eserler üretmesini bilmiş bir edebiyat akımıdır.

GÜLCE; Triyolemsi ve Sone’m önerileriyle " Batı Edebiyatı" şekillerine, bize ait değişiklikler önererek Hecemizin batı ile harmanlanmasını,


Edebiyat akımına kendi ismini veren "Gülce" türü ile  "Çoğunlukla 5-7-5 ölçülü üçlü kelime öbeklerinden oluşan Japon Haiku' sunu bizim hecemiz olan Mani ile buluşturan ve 5 -7-5-7 ölçüsüyle formüle edilen ve dörtlü veya altılı mısralar şeklinde yazılan bir anlayıştır.

 Ayrıca, “Yediveren ve Dönence" şiir türleriyle cinas sanatının mahirane bir şekilde kullanılmasını sağlamış,

Pek tabii ki hece de bizim, serbest de, aruz da; bunları kavga ettiremeyiz!  Diyerek;

Vatandaş Osman Harun YİĞİT' in  "İstanbul" şiiri ile Faruk Nafiz ÇAMLIBEL' in " "Han Duvarları"  ndan formüle edilen "Buluşma" şiir türü ile hece' mizi serbest vezinle,  "Gülistan" ile de hecemizi aruz'la buluşturmuştur.

Bilindiği gibi Aruz,  “Çadırın ortasına dikilen direk” anlamında Arapça bir kelime olup; bir edebiyat terimi olarak “hecelerin uzunluk ve kısalıkları temeline dayanan nazım ölçüsü” demektir.

"Bu vezin Arap’lardan İran’lılara, onlardan da bize geçmiştir.


Aruz vezni, 5-11 inci yüzyıllarda Hakaniye Türkçesi’ne, 7-13 üncü yüzyıllarda Anadolu Türkçesi’ne, 8-14 üncü yüzyıllarda Çağatay ve Azeri Türkçesi’ne girmiş ve zamanımıza kadar bir çok şiirler yazılmıştır.


11-17 inci yüzyıllar arası ve sonrası bu vezinde edebiyatımızın (Anadolu Türkçesi dönemi) bazı aruz şairleri ile bazı halk şairleri birbirlerinden karşılıklı olarak etkilendiler. Bir kısım divan şairleri hece vezniyle, bir kısım saz şairleri de aruz vezniyle şiirler söylediler.

Milli Edebiyat döneminde ve zamanımızda ise şairler aruz veznini bırakarak hece veznine ve serbest tarza yöneldiler.

Aruzda heceler uzun ve kısa (açık ve kapalı) olarak ikiye ayrılır.

Uzun ve kısa heceler çeşitli biçimlerde yan yana gelerek kalıpları oluşturur.

Aruz ölçüsüyle şiir yazmak için sözcükleri bu kalıplara uydurmak gerekir. Aruzda sözcükleri ses özelliklerini bozmadan kullanmak her zaman olanaklı değildir. Bu yüzden heceleri kimi zaman uzun, kimi zaman da kısa okumak gerekir.

Aruz ölçüsünde hece ölçüsündeki duraklar yoktur. Dizelerdeki hece sayıları eşit olmayabilir. Dize sonlarındaki heceler kısa da olsa uzun kabul edilir. Aruzda bir sözcük sessiz biter, ondan sonra gelen sözcük sesli harfle başlarsa, bu sesli harf birinci sözcüğün sonundaki sessiz harfi kendisine çeker. Böylece birinci sözcüğün sonundaki sesiz harfle biten uzun hece kısa hece durumuna gelir. Bu duruma da vasl (ulama) denir.

Türkçe kelimelerle aruzdaki başarı Muallim Naci ile başlamış Türk aruzu Tevfik Fikret, Yahya Kemal Beyatlı ve Mehmet Âkif Ersoy tarafından gerçekleştirilmiştir. Hatta Mehmet Âkif o kadar başarılı olmuştur ki bir çok kişi İstiklâl Marşı’nın hece ölçüsüyle yazıldığını sanar. Halbuki bu marş aruzun “Fe i lâ tün / Fe i lâ tün /Fe i lâ tün /Fe i lün” kalıbıyla yazılmıştır."

Aruz' un ağdalı yapısı doğal olarak onun daha anlaşılır ve kolay tatbikini engellemiş,  bugün için yaygınlaşmasını neredeyse olanaksız kılmıştır.

Gülce Edebî Akım çalışmalarımızda Aruz' un da diğer nazım türleri gibi kolay ve anlaşılır bir yapıya kavuşturulması ve diğer iki vezin kadar vazgeçilmez bir konuma gelmesi sağlandı diyebiliriz.  Bu noktada merhum İbrahim Alâettin Gövsa' nın ,  “sevmek” fiilinin çekimleriyle öğretmeyi düşündüğü ve adını da “sevmek sevilmek ölçüsü” koyduğu bir yöntem başlıca dayanağımız, kılavuzumuz olmuştur. Böylece Gövsa' nın metoduyla Aruz, artık korkulan değil, severek uygulanan bir vezin olarak güzel dilimiz Türkçe ile, Gülce' mizde yerini almıştır.

Gülce, "Yunusça" ve "Tokmak" önerileriyle hece şiirimizin kıta oluşumunda, yeni, değişik ama kalıp -kafiye-ritm kurallarını bozmayan bir gelişmeyi ortaya koymuştur. "Yiğitçe" ile Varsağımıza renk kazandıran Gülce; "Üçgül" ile üçer mısralık kupleler, "Özge" ile onar mısralık bentler teklif etmiş, en çok tepki toplayan "Üçgen" le de mısra sırası ile hece sayısını eşitlemeye çalışmıştır.

Tek sayıların o sonsuzdan sonsuz TEK’e - Yaradan' a koşuşunun türküsünü şiirimize nefes alanı yapan değerli şair Harun YİĞİT' in "Tekil' i...

Bütün bunlar ve diğer Gülce çalışmaları, öneri, proje ve çabalarıyla göstermektedir ki; Gülce ve Gülceciler, hece tutkunudurlar ve hece ‘de muhteşem ve kalıcı bir atılım yapmak istemektedirler.

Gülce, geleneksel Halk Edebiyatımızın "Zincirbent" ini serbest şiirde kullanarak "Serbest Zincir’i önermiş,

Yine halk şiirimizdeki mısra başı kafiyeleri ile mısra sonu kafiyelerinden ve kafiyenin tarihsel süreç içindeki serüveninden esinlenerek "Çaprazlama’ yı şairlerimize sunmuş ve başarılı örnekler üretmiştir.

Gülce, halktan kopuk aydınların edebiyat akımı olmadığından; hecenin ve edebiyat tarihinin (internetin de getirdiği imkânlar ve kolaylıklarla) bir "çöplüğe dönüştürülmesini istememektedir. Bu sebeple her yıl yeni ve köklü konuları kapsayan projeler önermekte, bu projelerle gelecek zamanları kucaklamak istemektedir. Projelerde millî, dinî ve evrensel konularla birlik ve beraberlik anlayışımız ile milli veznimiz hece, esas noktamızı teşkil etmektedir.

GÜLCE; Âşıklık Geleneği' nin yaşatılması gerektiğine inanan ve halk ozanlarımızın sosyal güvenceye kavuşturulmasını savunan,

Âşık Edebiyatı ve ozanlık geleneğiyle; Türk Halk Şiirine saygıyı - nesilden nesile- sürdürmeğe, diri tutmaya ant içmiş,
Halktan kopuk aydın olunamayacağının idrakine varmış bir edebî topluluktur.

GÜLCE; dini inancı afyon gibi kullanan, millî değerleri fanatizm olarak gören,; özellikle, Batı ve Arap dil emperyalizminin etkisinde kalan bir anlayışın ürünü hiç değildir!

GÜLCE; hece şiirini parmak hesabı kafiyelerle doldurup, başta Karacaoğlan olmak üzere, muhteşem edebiyat mazimizdeki uyak ve ayakları aşırarak sadece "Koşma" yazan ve Türk Halk şiirinin diğer türlerini göz ardı eden hececilerin buluştuğu bir hareket ve,

Aruz şiiri yazacağım diyerek ağdalı- anlaşılmayan Arap ve fars sözcüklerini şiir halısına nakış diye aktaran, dokuyan bir sanat anlayışı da değildir!

Ayrıca GÜLCE; serbest şiir anlayışını (ne söylersen söyle, ne yazarsan yaz) serbestliğiyle;
uyduruk, argo, gayr-i ahlâkî ve ülke-ulus birliğine karşı fevri söylemlere dayanak yapan bir sorumsuzluğun savunucusu da değildir!

Umarım şiirimiz, GÜLCE Edebi Topluluğu ile yaratıcı, kalıcı yeni ve güçlü kalemlerle yeni ivmeler kazanır ve dünya ölçeğinde nitelikli eserlerle hak ettiği yere gelir!

On dokuz nazım türüyle, nazımda söylenecek yeni ve anlamlı sözü olanlar içindir GÜLCE ve ona hayatiyet kazandıran GÜLCE EDEBÎ TOPLULUĞU.

*

Böylece sözü yeniden değerli şairimiz, arkadaşımız Harun YİĞİT' e getirerek o'nun Gülce öncesi ve sonrası şiir yolculuğuna kısa bir göz atacağız.

Gülce’ den önce genellikle 6-5=11' lik hece ölçülerinde Koşma yazan Harun YİĞİT' in şiirlerindeki genel tema tabii ki gurbet,   aşk, özlem, sosyal ve toplumsal hayata dair sorunlar.

Şairin kaleminin aşama aşama yol kateddiğini gözlemliyoruz tarih sırasıyla okuduğumuz şiirlerinde. Mesela 2001-2002 ve 2003 tarihli şiirlerinde mânâ olarak oldukça dolu, birikimli olduğunu fakat teknik olarak güçlü bir yapıdan söz edilemeyeceğini söyleyebilirz. Şairin bu tarihlerde kaleme aldığı şiirlerin birer deneme olduğunu, ilerlemek istediği bu yolculukta alışılan kalıplar içinde çokça özenilmeden ama samimiyetle yazıldığını görmekteyiz. 2003 basımı "Duy Yunus Emre" adlı kitabında şu anlamlı dizelerle düşüncelerini, sitemlerini dile getirmekte, Yunus' a haykırmakta şair.

Duy Yunus Emre

Uyan da gör çağın tamahkarını
Düşünene çattı duy Yunus Emre
Yirminci yüzyılın emektarını
Teknik köle etti duy Yunus Emre

Zalimin emrine girdi alimi
Zindanlar çürütür oldu kamili
Yıldızları aşan insan bilimi
İnsanlığı yuttu duy Yunus Emre

Birkaç litre petrol için ölenler
Ömür boyu çeker sakat kalanlar
Celladı kınayıp ödül alanlar
Ak güvercin sattı duy Yunus Emre

Söyle ne etmeli yürek yakanı
Yıkılıp gidiyor gönül mekanı
Sevginin temeli edep erkanı
Ahlaksızlık uttu duy Yunus Emre

Yiğit'im bozuldu dünya düzeni
Sözde çoğalıyor okur yazanı
Fakir donu gibi yırtık ozonu
Gülüm barut tüttü duy Yunus Emre...

Harun Yiğit

Yine aynı kitaptan şu dizeler gerçeğin utanç aynası gibi kızartmakta yüzümüzü:

Bizdedir

 

Din adına otuz yedi aydını

Yakanlara ödül veren bizdedir

Adaletin Kazan' ında haksızca

Bakanlara ödül veren bizdedir.

 

Atatürk' e küfür edip açılan

Başımıza vekil olup seçilen

Leş kargası gibi beleş geçinen

Kokanlara ödül veren bizdedir.

 

Mercimek, pirinç, bulgur pilavı

Sahtekârlar buldu yiyecek avı

Gecekondu diye villadan evi

Dikenlere ödül veren bizdedir

 

Bozulmuş renkleri ak mı kara mı?

Fakir fukara' yım deşmen yaramı

Hak deyip de löpür löpür haramı

Tıkanlara ödül veren bizdedir...

Harun YİĞİT

 

Efendim

Dünyanın ötesi berisi yoktur
Yaşayıp gördüğün kardır efendim
Cennet, Cehennemi dünyada gördüm
Yaşarsan ikisi vardır efendim

Eyvallah etmezken Ali, Veli'ye
Takılan çoğaldı yolda deliye
Bin yıldır mezarda yatan ölüye
El açıp yalvaran kördür efendim

Elinde tespih başında fesi
Kendine üfürür tutsa nefesi
Hakikat insanda ilmin ötesi
Zifiri karanlık dardır efendim

Kendi düşünmeden ellere kanan
Kim acep sıratta kurbana binen
Bildiği her şeyi etinde sanan
Beynindeki namus ardır efendim

Alın teri ekip emeğin biçip
Yiğit gibi sevda zehiri içip
Şu dünyaya birçok pencere açıp
Düşünmesin bilen hürdür efendim...

Harun Yigit

Suç Bizim

Felek diye bilinmeze
Yıllar yılı çatmadık mı
El açıp da görünmeze
Yalvararak yatmadık mı

Mezarlığın ölüsünü
Sözde cennet hurisini
Elif, Lam, Mim suresine
Anlamadan ötmedik mi

Zemzem suyu hurmaları
Ensemize vurmaları
Düşü hayra yormaları
İlaç gibi yutmadık mı

İçimizin aynasını
Yıktık güzel dünyasını
Uyduruksu meyvesini
Pazarlarda satmadık mı

Elden duyma bir söz ile
Sürülerde çok yoz ile
Elde çomak kör göz ile
Kendimizi gütmedik mi

İyi kötü nam salana
Kapı açtık çok talana
Söylenilen her yalana
Birkaç daha katmadık mı

Yiğit'im has hamurunda
Ütülerek kumarında
Karanlığın çamurunda
Günden güne batmadık mı... Harun Yiğit

Harun Yiğit

İnsanoğlu

İnsanoğlu birleşmeyi ararken
Bir yanımız parsel, parsel bölündü
Bir azınlık zevk-ü sefa sürerken
Bir yanımız kuru ekmek dilendi

Bilen bilir savaş denen o anı
Gören yok mu fakirleri soyanı
Kimimizin sermayesi bir canı
Bir yanımız kurşunlarla delindi

Bu Dünya'nın yayı çıktı yerinden
Sarsılıyor şu insanlık derinden
Ilgıt, ılgıt kan sızarken irinden
Bir yanımız kuru, kuru ilendi

Uyuyanlar uyanmadı düşünden
Gelen çaldı ekmeğinden aşından
Harun Yiğit özgürlüğün peşinden
Bir yanımız al kanlara bulandı...

Harun Yigit

Harun YİĞİT' in bu güzel şiirlerinden de anlaşılacağı gibi; sağlam bir şiir kumaşı var ve bu kumaşa işlenecek muhteşem nakışlarla motiflerle nice örnekler...

Harun YİĞİT' in özünde vardır Hiciv-Taşlama yetisi. Şairin yazdığı hiciv dörtlükleri aynı zamanda sitem, isyan, öğüt ve sorgulamalarla gerçek bir taşa dönüşmekte.

2008 de "Gündüz Kitapevinden çıkan " Vatandaş Osman" adlı Hiciv-Taşlama türü şiirlerin ağırlıklı olduğu kitabında gerek kalem gücü gerek fikir gerekse şiirin tekniğinde oldukça önemli bir mesafenin alındığını görüyoruz.

Tartışmasız mânâ derinliğiyle seçilen sözcüklerin, kurgulanan yapı ve şiir dilinin nasıl bir emek ve birikimle harmanlanarak dörtlüklere mısra mısra yansıtıldığını anlamakta hatta hissetmekteyiz. Söz konusu kitapta toplanan şiirlerin hemen hemen tamamı Taşlama-Hiciv türünde yazılmış olup;  hantal, kırık dökük toplumsal-sosyal yapının ortaya çıkardığı çarpık sistemin insan öğüten kirli, bulanık dünyasına kafa tutmakta, diklenmekte, ses olmakta-ses vermekte mısra mısra, dize dize...

Ben idim Görünen

Işığında Hûda ile buluşup
Ben idim alemde ulu görünen
Gökyüzünde bulut bulut dolaşıp
Ben idim yağmurla dolu görünen

Türlü nebât ile toprağa serip
Hayvanın postunda şekile girip
Kendi suretini balçığa verip
Ben idim aslanda Ali görünen

Kan kalesi denen şehiri kurup
Kâmilin yanında kemâle erip
Eyüp'ün derdine sabrını verip
Ben idim nebîde veli görünen

Ne olduğun görüp kendin bilmişe
Özüne bürünüp dersin almışa
Gecenin sonunda darda kalmışa
Ben idim hızırın eli görünen

Yetmişiki millet insan dininde
Hem zalimin hem mazlumun yanında
Hacı Bektaş, Abdal Musa donunda
Ben idim o Kızıl Deli görünen

Yiğit'e virane gönül köşküyle
Neyzen'in elinde tas tas işkiyle
Bir ateş düşürüp Leyla aşkıyla
Ben idim Mecnun'a çölü görünen...

Harun Yigit,

 

Yasakçı Zihniyete

Şu yasakçı zihniyetin başına
Elimde kalemle vurmak isterim
Esareten zincirini takandan
Elbet hesabını sormak isterim

İster dişi olsun ister erkeğin
Doğru sözden eşek gibi ürkeğin
Namertlere sığınan tüm korkağın
Varıp karşısına durmak isterim

Har tarafa çekip duran nazlının
Kendi kurdu ile çürük özlünün
İçi dışı başka iki yüzlünün
Maskesini yere sermek isterim İ

çi boş gezen şu kuru başının
Farkı yoktur dolusuyla boşunun
Kadir kıymet bilmeyen her kişinin
Dostluk defterini dürmek isterimn

Kim neylesin bundan sonra otları
Unutulur çürümeden etleri
Gizli gizli yediği tüm haltları
Karnını yarıpda görmek isterim

Sahip olamazken daha diline
Çıkar durur Yiğit'lerin yoluna
Birkaç sözle fukaranın eline
İnsanlık dersini vermek isterim...

Harun Yiğit 02.06.2005

Bu arada kişiye yazılan  kimi sitem kimi isyan kimi  özlem yüklü Nazire,  hiciv , Beddua ve  güzellemeleri de bulunmakta şairin..

 Âşık Reyhani' ye beşli kupleler şeklinde yazılmış olan bir Güzelleme şiiri:

Aşık Reyhani ye

Türküler olmuştun lâl olan dile
Tohum saçtın çorak toprağa bile
Doğadaki binbir çiçekler ile
Gönül bahçemizde açtın Reyhani
Aşkın badesini içtin Reyhani

Varıp bir ağaçta sende dallandın
Yel estikçe ince, ince sallandın
Çiçek olup arı ile ballandın
Kovandan kovana uçtun Reyhani
Aşkın badesini içtin Reyhani

Dersler verdin birçok sağcı, solcuya
Kafa tutun peşindeki kolcuya
Karanlıkta kalmış nice yolcuya
Güneş olup ışık saçtın Reyhani
Aşkın badesini içtin Reyhani

Yiğit ce geçerdin çağlayan çayı
Yetmişdört seneye sığdırdın payı
İkibin altının Aralık ayı
Bu dünyadan gelip geçtin Reyhani
Aşkın badesini içtin Reyhani ...

Harun Yigit Aralik 2006

 

Ve sevgiliye beddua...

 

Beddua (ELİF)

Gençliğimi aldın yine de sustum
Benden daha beter olasın Elif!
Eledim ömrümü eleği astım
Her geçen gün biraz solasın Elif!

O güzel bağında kargalar öter
Düştüğüm ateşler yanmama yeter
Mecnun oldum sen de Leyla’dan beter
Boynu bükük yalnız kalasın Elif!

Derdimle ağladı topraklar taşlar
Gözümden dinmedi akıyor yaşlar
Zehir oldu soframda yediğim aşlar
Bir derdine bin dert alasın Elif!

Dökülsün saçların telin yolmadan
Eriyip gidesin vaktin dolmadan
Tutunacak bir tek dalın olmadan
Acı deryasına dalasın Elif!

Yüz çevirdin bana neden el olup
Talan edip yıktın coşkun sel olup
Yeryüzünde bütün dertler yel olup
Esip güzelliğin yalasın Elif!

Kuzusun yitirmiş meler koyunda
Yiğit’im çok zalim var mı soyunda
Saramadım bir kez fidan boyunda
Belini yılanlar dolasın Elif! …

Harun Yiğit 04.01.2006

Boyun Devrilsin (BEDDUA.2)

Sevdiğim diyerek sana bağlandım
Halime baktıkça boyun devrilsin
Gündüzümü gecelere çevirdin
Her ışık yaktıkça boyun devrilsin

Kuşaktan kuşağa bozulsun genin
Güneşli bir günün olmasın senin
Kurtulmasın yağmur, çamurdan yenin
Şimşekler çaktıkça boyun devrilsin

Dilerim seni de başkası üze
Ömründe baharın çıkmasın güze
Bulanık su olup çaylardan düze
Çağlayıp aktıkça boyun devrilsin

Ras gitmesin hiç birisi işinin
Kötülükler dostu olsun düşünün
Yar diyerek sarıldığın kişinin
Belini sardıkça boyun devrilsin

Ömür boyu soluduğun nefeste
Sevda ateşiyle kalasın yasta
Özgürlüğün olsun altın kafeste
Yiğit'i yaktıkça boyun devrilsin...

Harun Yiğit 13.10.2006

 

Hiciv

Neyinize kafa yormak
Size düşmez hesap sormak
Eğer yoksa birlik olmak
Bu zam size az geliyor
Az geliyor, az geliyor
Üşümeyin yaz geliyor

Düşünmeden oy attınız
Yan gelerek hep yattınız
Derdinize dert kattınız
Bu zam size az geliyor
Az geliyor, az geliyor
Üşümeyin yaz geliyor

Başa bakan iyi vallah
Düzeldi her şey maşallah
Bastır bakan, zamı yallah
Bu zam size az geliyor
Az geliyor, az geliyor
Üşümeyin yaz geliyor

Kalkınmalı plan falan
Çekemeyen desin talan
İnanma sen hepsi yalan
Bu zam size az geliyor
Az geliyor, az geliyor
Üşümeyin yaz geliyor

Kemerlerde delik boldur
Tükenirse git de deldir
Bulamazsan etek kaldır
Bu zam size az geliyor
Az geliyor, az geliyor
Üşümeyin yaz geliyor

Problem mi şu yakacak
Varsın sönsün yanan ocak
Aç kalana kim bakacak
Bu zam size az geliyor
Az geliyor, az geliyor
Üşümeyin yaz geliyor

Yarın Allah kerim dersin
Her şey varsa ne istersin
Yoksa neden şükredersin
Bu zam size az geliyor
Az geliyor, az geliyor
Üşümeyin yaz geliyor


YİĞİT’imi kızdırmayın
Daha çokça yazdırmayın
Bu hicivi bozdurmayın
Bu zam size az geliyor
Az geliyor, az geliyor
Üşümeyin yaz geliyor…

Harun Yiğit

 

Değerli şair Harun YİĞİT, günümüzde birilerine sırtını dayayarak veya parayı verip düdüğü öttüren naylon şairlere de atar taşını:

Verince Parayı şair Oldum Beh

Yıllarca okuyup yazmam boşaymış
Verince parayı şair oldum beh!
Okuyup yazmakla olmazmış meğer
Verince parayı şair oldum beh!

Yorumcular bela oldu başına
Bütün hünerimi serdim boşuna
Para siper ettim körün taşına
Verince parayı şair oldum beh!

Param olmayınca kimse almadı
Antolojilerde hiç yer kalmadı
Methiyeler yazdım yine olmadı
Verince parayı şair oldum beh!

Uyak, ayak arayıp mı durayım
Boş ver kafiyeyi, kime sorayım
Kafamı boşuna niye yorayım
Verince parayı şair oldum beh!

Hayal aleminde uyur gezerim
Kazmasız küreksiz kuyu kazarım
Kitap okumadım ama yazarım
Verince parayı şair oldum beh!

Ordan burdan yürütürken basıldım
Kelimeler uzadıkça asıldım
Birkaç mısra yazdım diye kasıldım
Verince parayı şair oldum beh!

Kavak yeli eser oldu başımda
Şiir yazar oldum artık düşümde
Siir yaya kaldı benim peşimde
Verince parayı şair oldum beh!

Bir köşede yayın evini gördüm
Kitap bassın diye parayı verdim
Kitabım çıkınca murada erdim
Verince parayı şair oldum beh!

Yiğit derki bu düzeni kuranın
Yar diyerek kucaklayıp saranın
Ne diyeyim kudretine paranın
Verince parayı şair oldum beh! ..

Harun Yiğit

İşte kendinden başkasını düşünmeyen, dünyayı takmayan ama kıolay yaşamanın yolunu da  bulmuş ANGUT' lara seslenmekte şairimiz:

ANGUT'lar


Kimse umurunda değil angudun
Doğruyu diyene bozulur oldu
Dört yanımız angutlarla çevrili
Her gün çarşaf, çarşaf yazılır oldu

Döne, döne uçmak olur işleri
Fikirsiz bir beyin taşır başları
Rüzgâra kapılan sümsük kuşları
Akıntıya doğru süzülür oldu

Saf değiştirmekten tabanı kurur
Dalkavuktur adı hızlı savurur
Her yeme kuyruğu sallayıp durur
Çıkar karşısında büzülür oldu

Amerikan balabanı çatmaya
Üşenir ömründe bir kez ötmeye
Alışmıştır yan gelip de yatmaya
Güdülemeyince üzülür oldu

Umurunda değil çalınsa çulu
Kesseler de yine konuşmaz dili
Koyun gibi gezer Arap bülbülü
Birbiri ardına dizilir oldu

Verince havayı şişiyor hırtlak
Övüne, övüne patlamış gırtlak
Şakşakçı, maskara bizim bağırtlak
Her gün biraz daha yüzülür oldu

Kolaycılık işi, kestirme yolu
Her taraf Avrupa ötleği dolu
Kendini sanıyor ipekten halı
Zor görünce hemen çözülür oldu

Yaralar çoğaldı yürek kanıyor
Dört yanımız alev, alev yanıyor
Mukallitler ekseninde dönüyor
Ülkenin temeli kazılır oldu

Onuru, şerefi arama kinde
Nedense Yiğit'ler gidiyor önde
Doğmasaydın keşke kukumav sende
Toprakta yatanlar ezilir oldu...

Harun Yiğit

Affedilir Vatandaş

Gece kondu yapmak için bir arsa
Alın kaçın, affedilir vatandaş
Piyasada rakı şarap ne varsa
Bulup için, affedilir vatandaş

Memlekette oynanılan oyun var
Sürülere katılacak koyun var
Nasıl olsa satılacak oy’un var
Beleş geçin, affedilir vatandaş

Şu dünyada kaç ağacın dikili
Düşünecek tarlan var mı ekili
Cebi para dolu olan vekili
Hemen seçin, affedilir vatandaş

Gerek yoktur bu aylarda korkuya
Varsın batsın yaşadığın Türkiye
Katliamlar yapın arka arkaya
Biçin, biçin, affedilir vatandaş

Harun Yiğit

 

Vatandaş Osman’a Nasihat


Hele bir tarihe bakalım şöyle
Kimler geldi geçti vatandaş Osman?
Okudun, öğrendin, doğruyu söyle
Cellât, kaç baş biçti vatandaş Osman?

Nesimi'nin derisini yüzdüler
Hallaç-ı Mansur’u dara yazdılar
Baba İshak ordusunu bozdular
İnsan, kanlar içti vatandaş Osman?

Sırasıyla Şeyh Bedrettin diyelim
Börklüceli, Torlak Kemal sayalım
İsimsiz binlerce başı koyalım
Zalim, ölüm saçtı vatandaş Osman?

Kim uçurdu Söklün Musa canını
Kimler içti Kalender'in kanını
Duymadın mı Pir Sultan'ın sonunu?
Yağlı urgan seçti, vatandaş Osman?

Birden bire kara kara estiler
İçlerinden kinlerini kustular
Menemen'de Kubilay’ı kestiler
Kurtulanlar kaçtı vatandaş Osman?

Maraş, Çorum derken birde Sivas'ta
Diri, diri yakıp çıktılar üste
Otuz beş aydına insanım yasta
Yakan çoktan uçtu vatandaş Osman?

Çok cefalar vardır yolun ucunda
Yanacağız elbet kızgın sacında
Daha çok yakında darağacında
Fidanımız üçtü vatandaş Osman?

Yazdıklarım sanılmasın bir anı
Bu uğurda feda Yiğit'in canı
Kaldı mı ki sabredecek bir yanı?
Yobaz, bayrak açtı vatandaş Osman?

Harun Yiğit


Vatandaş Osman’ın Üretmedikleri


Bereketti memleketin toprağı
Sen çevirdin çöle vatandaş Osman
Ormanları yakıp dağları yıktın
Sundun bozgun sele vatandaş Osman

Parayı basana düdüğü çaldın
Aynaya bakmadan haline güldün
En sonunda artık belayı buldun
Muhtaç oldun ele vatandaş Osman

Düşünmeden atar isen oyunu
Elin oğlu gelir ölçer boyunu
İçirirler İngiliz’in çayını
Su mu döktün küle vatandaş Osman

ABD’den buğdayını getirdin
Pancarını yavaş yavaş bitirdin
Kanındaki şekerini yitirdin
Avucunu yala vatandaş Osman

İsviçre’den saatin var kösteksiz
İthal bezden don diktirdin lastiksiz
Üç-beş tane çocuk yaptın isteksiz
Kuvvet gelsin bele vatandaş Osman

Arjantin’den ithal ettin darıyı
İsrail’den getirirsin arıyı
Daha kime yüzdürecen deriyi
Saç mı ektin kele vatandaş Osman

Brezilya’dan portakalsız kalma
Yunanistan pamuğu, Şili’den elma
IMF buyurdu sıkıysa alma
Kul olmuşsun kula vatandaş Osman

Çin’den gelir hem sarımsak hem ceviz
Almanya’dan vişne, Panama’dan muz
İthal edeceğiz oğlan ile kız
Tek sermayen hile vatandaş Osman

Ukrayna’dan ısmarladın arpayı
Meksika’dan nohut için kâr payı
Ne kadar alırsın? Yok mu ar payı
Bitti çala çala vatandaş Osman

Hollanda’dan inek bekler kasapta
Milli yemek fasulye var hesapta
O da İran’dan dır kara bir kapta
Bulur isen sula vatandaş Osman

İtalya’dan bakla satın alırsın
Bu gidişle yarı yolda kalırsın
Çok yakında artık uşak olursun
Sıra geldi dile vatandaş Osman

Yatmaktan iyidir biraz sürünsen
Çılgın Türk’ün ruhuna bir bürünsen
İnsan gibi biraz olsun dirensen
Yüreğini bile vatandaş Osman

Yiğit’in bağrına saplanan oktur
Saymakla biter mi dahası çoktur
Artık şarj etmezsin faydası yoktur
Taksam seni pile vatandaş Osman…

Harun Yigit

"Vatandaş Osman" şiirleriyle toplumsal gerçeklere  -birazda ironi katarak vurgu yapan ve aslında kanayan yarasına Vatandaş Osman' ın sesiyle merhem arayan bir Harun Yiğit vardır.

Gülce edebî çalışmalarımızda her bir Gülce mensubu şairimize çeşitli kültürel değerlerimizden örneklerle birer proje konusu verilmişti; gülce nazım başlıklarından biri ya da bir kaçı ile bu konuların her biri manzum olarak yazılacaktı. Kimi arkadaşımıza Efsaneler kimine Nutuk, kimisine mesleğinde ilk olan kadınlarımız, kimine peygamberimizin hayatı, kimine Âşıklarımız-Ozanlarımız, kimine Nasrettin Hoca ve Harun YİĞİT' e de DESTANLAR' ımız verildi. Türk tarihinde, Türk gelenek ve göreneğinde, köklü kültüründe var olan destanlar ve diğer bize bizi anlatan parçalarımız...

Bu proje konusu oldukça zor, zahmetli, sabır ve emek isteyen bir süreçti tabii. Ama Harun YİĞİT canla başla kendisini odakladı aldığı projeye. Türk Destanları' nın büyük bir bölümünü yazdı. Sırada  "93 Harbi" diye bilinen "SARIKAMIŞ Destanı"  var yazım aşamasında. Enteresan bir durum var ki o da, Sarıkamış Destanı' nı daha gerçekçi duygu ve düşüncelerle yazabilmek için Kars Sarıkamış’ a, Allahüekber Dağları’ nın eteklerine, anıt mezara gidiyor sevgili Harun YİĞİT! Karakışın ortasında yolların kapandığı, her tarafın kar buz, tipi çamur içinde olduğu bir zamanda. Salt o ruha bürünebilmek, o ruh ile GÜLCE NAZIM BAŞLIKLARINDA şiirler yazabilmek adına…

Gülce ve Gülce nazım başlıklarıyla yazdığı Destanlarla kendini aşan Harun YİĞİT, adeta bambaşka bir aşamaya geçerek gerçek anlamda kalemini güçlendirmiş, kimliğini bulmuştur. Şiir kumaşı son derece sağlam olan şairin, has şiire giden yolu Gülce ile daha da aydınlanmış, gelişmiş ve güçlenerek kendisini çoğaltmıştır.

Destanları yazarken, GÜLCE' in on dokuz nazım türünün hemen hemen hepsini de kullanmış, ayrıca geçmiş ile bugünü çağdaş bir çizgide buluşturmuş olup;

giriş-gelişme ve final dizeleriyle anlamlı ve son derece etkili söylemler geliştirmiş ve güçlü vurgularla dizeler arasında anlam bütünlüğünü korumuştur.

Sevgili Harun YİĞİT' in Gülce başlıklarıyla yazdığı destanlardan birkaçıyla birlikte Sarıkamış Destanı' ndan örnek dizeleri paylaşarak bitirmek istiyorum konuşmamı.

 
DESTANI'NDAN-:
Bölüm 1
120 KAHRAMAN ÇOCUK



Ali, Veli, Osman, Haydar, Sinan
Ayşe, Fatma, Itırbanu ve Gülfidan
Anlatacaklarım var size
Yanıma gelin şöyle:
……………Duydunuz mu hiç,
……………Vanlı yüz yirmi çocuğu?
……………Onlar da sizin gibiydi
……………Çocuktular yani…

Dağ yamaçlarından, dere kenarlarından
Suların çağıltılarından
Kardelenler açtığı zaman
Ve taş kesildiğinde memleketin yüreği
Ayazı giyindiğinde tozlu yollar canım oy !
Ağzı süt kokan karanfiller girer düşlerime
Siz girersiniz,
Küçümen dünyalarınızda kocaman ufuklar
Hele ki vatana kurban giden
Beşik alacası bedenleriniz…

Acılı, yanık türküler söylersiniz
Bizim için, muştulu gelecek için :
……Kar ile boran Erzurum dağları
……Dağları oy anam yüce dağları
……Kaplar yüreğimi kar ile duman
……Duman oy, zaman oy, anam oy
Dersiniz de, sormazsınız:
……………Neden? Niçin?
Oy öpeyim ışıklı alınlarınızdan
Oy öpeyim kar tazeliği parmaklarınızdan
Oy öpeyim hepinizi birer birer,
Ayırmadan, sıradan…


**

Anlatacaklarım var size
Biraz yakınıma gelir misiniz?

Ermeni bir hekim vardı
Adı Kirkor
Sormazdı hiç kimseye
Dinini, dilini, ırkını
Ve bir görürdü Yunusca yaradılanın cümlesini
Adam gibi adamdı anlayacağınız
Bizim Ermeni Kirkor…

Birdi, beraberdi bu topraklarda
Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Ermenisi
Girmeden kılıç artığı bir rüzigâr aramıza
Ve bozmadan dirlik düzenimizi paslı masa, bozuk kilit
Yan yana, can canaydı cümlesi insanların,
………..Oy ben yanayım, kaderime oy
………..Oy kara dağın kara dumanı başımda
………..Kararıp dolanayım çağın içinden…

Hasta Mustafa’yı muayeneden dönerken
Saldırdılar soydaşlarından oluşan çeteler
Oracıkta
Faytonun üstüne yığılıverdi, bizim Ermeni Kirkor
Bir patates çuvalı sanki,
Böğründen ağlaya ağlaya inceden inceye
Akıyordu kan…
Bizden olmasa da bizimdi
İnsana insanca bakar
Ayırmazdı gâvur - müslüman
Çünkü o
Bizim Kirkor’du.


**

Çocuklar
Çocuklar
Harp çocukları

Süngülemesine çaresiz
Sürgülemesine top kundağı
Ve ana sütünün kokusunda
Çocukların
Çocukların dudağı.
Cephane gülü müsünüz yoksa?
Bin kere üst üste öpeyim
Göz bebeklerinizden…

Dünyaya gözlerini açan savaş çocukları
Kulaklarına
Ninni sesleri muştulanmadan
Kurşun sesleriyle uyandınız
Bunu bir oyun mu sandınız?
Harbin ateşten gömleğini giyinen çocuklar

Doksan üç harbi
Balkan harbi
Derken Sarıkamış
Harp sıcak olsa da buz gibidir yüzü
Öyle değil mi?

Ya düşmanlık!
Ne bileceksiniz düşmanlığı?
Kâğıt aklığı bebek dünyasında
Bilinmez elbet düşmanlık;
Önce öğretilir
Sonra yaşatılır.

**
Bir yanda Rus’lar
Vurdukça vuruyorlar
Fırsat işte
Boş mu durur Taşnaklar?
Taşnaklar ki ermeni-çete,
Yol kesen, hain...
Taşnaklar ki
İhanet, öfke, kin...

**

Çocuğa silah verilir mi hiç?
‘’He ya, verilmez elbet’’ der gibisiniz
Haklısınız!
Hem de yerden göğe kadar
Ama velâkin
Her zaman haklı olmazmış haklı!

Cephede, siperde
Gece ıslığı, ürkek, korkulu
Bir çocuk gezinir rüyalarımda
Eli bayraklı…

Titreyen yanaklarından alırım korkuyu
Sarılırım kar yangını bedenine
O susar, ben ağlarım…

**

BÖLÜM 2
Süleyman Teğmen-

Daha ilkokul yıllarında
Koymuş aklına subay olmayı
Günlerden bir gün
Nişanlanır, çocukluk aşkıyla
Ve
Başlar düğün hazırlıkları…
Vay
Gözün
Kör olsun
Şeytan senin!
Trablus harbi
Zamanı mı şimdi?
Harp nişan dinlemiyor
Gömer İçine gömer gümanı
Boyun büküp düşer yollara
Gider evinden uzak ellere
Cepheden cepheye koşar Süleyman
Kabından sel olur taşar Süleyman
Vurur, vuruşur uzak diyarda
Döner sağ salim sılasına
Sevdiği yavuklusuna
Aşk-ı ateş olmadan
Başlar hazırlığa

Tam kuracakken
Düğün dernek
Silahlar
Patlar
Pat
Pat
Pat…
Bu defa
Bir başka diyar
Karışmıştır Balkanlar
‘’Büyük başın sancısı büyük’’
Boşuna dememiş atalarımız
Savaşmış, yememiş atalarımız
İki yıl sürer Balkan harbi
Ve döner Van’a
Yavuklusuna…

Sokak arasında dolaşıyor bir tellal
Boynunda kocaman bir davul
iki büklüm oldu olacak
elinde eğri büğrü bir tokmak
üzerine önemli bir görev verilmiş edasıyla
tokmağı sallaya sallaya havada
birbiri ardına indiriyordu deriden davula
güm bede güm,
güm bede güm,
güm bede güm güm
vurdukça vuruyor deriye
haykıran tellal değil
sanki derisi yüzülen hayvandı
döküldü sözcükler bir bir
tellalın ağzından;

‘’Duyduk duymadık demeyin :
Başladı seferberlik,
Asker olanlar silah başına!’’
Tokmağın her inişi
Davula değil
Anaların yüreğineydi.
Süleyman’ın yavuklusunun
Ciğerciği yandı ki ne yandı
Kader olmasa gerek bu…


BÖLÜM 3

Ali, Veli, Osman, Haydar, Sinan
Ayşe, Fatma, Itırbanu ve Gülfidan
Anlatacaklarım var size
Yakınıma gelir misiniz?
……………Duydunuz mu hiç,
……………Van'lı yüz yirmi çocuğu?
……………Onlar da sizin gibiydi
……………Çocuktular yani…

Diyorlar ki:
“-Uzun sürecekmiş harp”

Yanarken dört yanımız alev alev
Elde yok, avuçta yok
Üstte yok, başta yok
Yok dahi yokun içinde yok
Hasılı fidanım, ne yiyecek, ne giyecek
Ne de cephane…

Fakir, yoksul,
Gaz lâmbası bakışlı her ev, is tutmuş,
Kerpiç duvarların içi
Kağnı yalnızlığında tandır kokusu,
Unutulmuş koskoca ülke, unutulmuş;
Ve vurdukça vuruyormuş Ruslar
Yetişmezse gonca gülüm
Yetişmezse bir an evvel
Cepheye
Cephane…
N’ola halimiz?
N’ola ahalimiz?
Acep n’ola?

*

Göğsü dolu madalya
Omzunda yıldızlar
Kalpağının püskülüne yandığım Enver
Verdi bir kere emri
Dönüşü yok;
…………………………‘‘Önce Sarıkamış, sonra Kars
……………………..Alınacak Ruslardan
…………………..Uzanacak ordularımız,
………………..Gül açtıracak Kafkaslara
……………..İlk hedef Sarıkamış,
………..Tam otuz altı yıldır o Sarıkamış
……Bize susamış’’ dedi.
Dedi demesine amma
Gel gör ki :
1914 de
Sadece 187 motorlu araç vardı,
Koskoca ülkede
Ve yorgun, acılı, sızılı, sancılı
Cephe vurgunu yemiş
Köy çocukları
Sönük bakışlı
Anadolu delikanlıları

**
Ey oğul
İki yol uzanır iki yol
Trabzon, Erzurum arasında
Biri şose
Otuz gün sürer
Gidip dönmesi
Bir diğer yol
Ankara, Ulukışla demir yolu
Altı yüz kilometre cepheye istasyonu
İnsan
Hayvan
Erzak
Ve elbette ki top, tüfek, cephane
Nasıl gelecek?
Hangi gün görünecek yolda?
İki mektup attım postaya bugün
Üç ayda varır mı bilmem sılaya?

Toplandı akiller karar kılmaya
Başladılar tartışmaya
Erzak bulunsa da nasıl ulaşır
Muallim Efendi gönüllü oldu.
Toplantıda soğuk rüzgâr dolaşır
Bütün yaşlıların gözleri doldu
O menzil ki beş, altı günlük yoldu
Kimi gözler çocuklara ilişir
İç çekmeler nice göğüsler deldi
Bir süre orada sessizlik oldu
İşte savaş, çocuklar da alışır
Bunu duyan ana saçını yoldu…

Ya öldürmeyi sanat bilmiş
Çevreye ölüm saçan
Sütü bozuklar
Ya Taşnaklar?

**

Çaresizliğin çaresi bu olsa gerek a oğul
Atalar ne demişler
…………….‘’Aşağı tükürsen sakal
……………..Yukarı tükürsen bıyık’’
Var mı başka bir orta yol?

Döndüler, dolaştılar
Ağladılar, sızlaştılar
Onlarca, yüzlerce
Biz göremedik
Belki de milyonlarca kere
Kıvrandılar
Yandılar, döndüler
Hıçkıra, hıçkıra
Gözyaşları arasında
Karar kıldılar
Çocuklara.

**
Toparlandı çocuklar
Kimi on iki yaşında, kimi on yedi;
Atış talimi
Birkaç gün sürmedi
Hazırlıklar tamam…


Bir sabah
Toplandılar vali konağı önünde
Aralarına bir de Ferit katıldı
Tüccar Sermet’in oğlu
Ermeni ve Taşnak çetelere
Kaçak silah satan Sermet’in oğlu
Buyruklara
Aşağılanmalara
Solucan olmaktan kurtulup
Babası Tüccar Sermet’e kafa tutan Ferit
Söz konusu vatansa
Geri kalamazdı arkadaşlarından
Atıldı bir adım öne
Göğsünü kabarta kabarta
Ucunda ölmek olsa da
………..Dedi: “Ben de varım, ben de !”
Gözler buğulu
Yürekler kabarık
Seçilmiş tam yüz yirmi gönüllü çocuk
Yüz yirmi tazecik fidan


BÖLÜM 4

Başlarında Musa Çavuş
Namı diğer deli Musa
Yani Ferit’in amcası
Yani ölmeye gönüllü
Ve ölmeye hazır
Yüz yirmi çocuk…
Sırtlarında cephane
Sırtlarında erzak
Yani her birinde
Yirmişer, otuzar kilo yük
Başı karlı dağları,
Çamurlu yolları
Aşmak için
Çıktılar yola

Yol uzun
Yol çetin
Yol, içimizdeki hainlerle pusuda
Ağladı arkalarından siyim siyim sessiz,

Analar, babalar, amcalar, teyzeler, halalar, dayılar
Konu, komşu diz çöküp el açtılar
Yalvardılar
Yakardılar Allah’a
Sonra
Avuçlarına düşen gözyaşlarını yalayıp
Sürdüler göğüslerine
Sessizce eğdiler başlarını kıbleye
Beklediler,
Beklediler dua dua,
……………..Bardız yaylasında açan çiçeğim
…………Kardelenim
………O bebeğim benim, kuzucuğum, yavrum
…....Sanadır emanetim ey yüce Mevlâm
…Görev kutsal
O sebeple ağlayamam…

Ve
Van,
Kahramanlar diyarı Van
Kadın, çoluk, çocuk.
Cephane taşıdılar cepheye sırtlarında
Ve
Yirmi bin fanila, çorap
Birçok çamaşır armağanıydı Van'lıdan
Kolordusuna…

Bu ellerde yamandır, başkadır kar ayazı
Bu ellerde, mavzere sarılmak kara yazı

Sil ahını gönlünden hele bak vatan yara
Silahını yavuklun bil sarıl nazlı yâra

**

Dağlar dik
Yollar yokuş
Başını aşamayınca dorukların
Kuşlar bile öfkeli
Soğuk neyse de
Fırsatçı isyankâr
Kahpe döllerinin kahpelikleri var
Pusuya yatmış

Yolunu gözler bebeklerin
Uçuşur kurşunlar havada
…O an
…..Devleşti
…….Küçücük bedenler
……….Sarıldılar mavzere
…………Ana kucağına sarılır gibi
Yetişir imdada
Teğmen Süleyman ve askerler
Avladılar bir bir hainleri
Kurtardılar sabileri

Kurşun adres sormuyor a oğul
Bir hain kurşunuyla
Vuruldu
Teğmen Süleyman
Eli boynunda
Çöktü dizlerinin üstüne
Önce hafif bir güldü
Sonra yığıldı Musa çavuşun kollarına

**

Mendilini aldım gülüm
Sana selam saldım gülüm
İşte bugün geldi ölüm
Ağlayacak bir sen varsın
………..Ağlama gülüm ağlama
………..Sakın karalar bağlama

Nice yokuşlar dizledin
Yollarımı çok gözledin
Öldüğümü mü izledin
Ağlayacak bir sen varsın
…………Ağlama gülüm ağlama
…………Sakın karalar bağlama

Dumansız dağ başı olmaz
Giden artık geri gelmez
Ağlamakla torba dolmaz
Ağlayacak bir sen varsın
………….Ağlama gülüm ağlama
………….Sakın karalar bağlama


BÖLÜM 5
DÖNÜŞ YOLU

Emanet sağ salim ulaştı
‘’Her gidişin bir dönüşü var’’ derler
Doğru derler
Dönüş kolay olacak
Yük yok üstlerinde
Kuş kadar hafif ve mutluydu çocuklar

Beklediler fırtınayı ‘’dinsin’’ diyerek
Geri dönüş için uygun zaman gözlendi
Bulutlar dağdan öteye insin diyerek
Musa çavuş gökyüzünü her an izledi
…..’’Zarar gelmesin’’ diyerek kendin sözledi
………..Bir şafakta yüreğini harda közledi
…………..‘’Allah, Allah’’ nidasıyla karı dizledi
………………Karı dizledi çocuklarla birlikte
Birlikte varmak için, sağ salim eve
Eve geldiklerinde kahraman
Kahraman olacaklardı her bir
Her biri binbir hayal kurdu
……Kurdu kuşu düşünmeye vakit yoktu
………Yoktu hoyrat zaman
…………Zaman burada altın
……………Altın olmuştu bir tek nefes

Bir fırtına aldı başını gidiyor
Çevrile, çevrile dağları dolandı
Çoban olmuş kurtlar kuzu güdüyor
Yaralı kuzunun yanında yalanır
…..Yol aldılar beraberce kurtla kuzu
…..Bir zaman sonra kurt, çekemedi nazı
Aç kurtların
İnlerinde beklediği andı bu an..,

Kuzunun işi zor bu dağlarda
Aman dağlar
Canım dağlar
Yolumuzu kimler bağlar?

Sinsi sinsi yaklaştıkça avına
Her geçen an biraz daha çıldırdı
Kuzuları getirince tavına

Fırtınayı fırsat bilip saldırdı
…..Havayı koklayıp önce bir durdu
….. Önüne gelene vurdu ha vurdu

**

Vatan, Vatan, Vatan
Küçücük bedenler
Siper oldular sana
Kalk ayağa, kalk bir baksana
Bu dağlar, karlı dağlar
Bu ne iştir?
Bu ne hal?
Fırtına, dost oldu Çuh dağıyla
Çuh dağı zalim
Çuh dağı geçit vermez
ve Çuh dağı
Acımadı körpecik bedenlere

Tanrı göz yummuş
Azrail’in çılgınlığına
Ateşi buza sarıp
Değiştirmiş cehennemin rengini
Oy cehennem oyy
Sana kötü diyenin gözü çıksın
Bu dağlarda ateşine hasret nice can

Anaların, babaların
Bacı, gardaşların içine
Çoktan düşmüştü bir kıvılcım ateş
Kim demiş;
‘’Zaman su gibi akar’’ diye?
Olur mu, karlı yolların tozu?
Doru tayların izi
İnsanlık tanısın bizi
Al eline kalemi
Yaz tarih yaz bizi
Yaz bizi, bizi...

Harun YİĞİT

 

OĞUZ KAĞAN DESTANI (Gülce-BAHÇE) ; Yorumum

“ OĞUZ KAĞAN DESTANI (Gülce-BAHÇE)
İnsanoğlu, millet kavramını bilmeseydi, devlet denilen köklü ağaç yeşeremezdi.

İnsan eli değmiş her taşın bir sırrı, her sırrın da açılan bir kapısı mutlaka var olmalı. Orhun yazıtları da Türk tarihini öncesine götürebilecek güce sahiptir.
‘’Türk’’ adı da yeryüzünde ilk defa bu taşlara Türkçe olarak yazılmıştır.


(O) Altay’da doğmuş çocuk
A(Ğ) lamadan koşar oldu
Uğ(U) ltuyla kurtlar, kuşlar
Oğu(Z) deyip coşar oldu

Daha (D) oğunca kurtlar
Geldi (E) trafına mertler
Böyle a(S) lanla bu yurtlar
İlelebe (T) yaşar oldu

Bebek ama, (A) ğlamadı
Kay bebeği(N) Oğuz adı
Beşiğin kır(I) p geldi
Küçük yaşta pişer oldu

………..
………..

………….Diyen Oğuz Kağan
…………...Bugünü görmüş sanki
…………….Üç altın öğütle
……………...Bütün herkesi
……………….Sıkı, sıkı uyarmış!
‘’ELİNİZE…. (Vatana)
..DİLİNİZE… (Türkçeye)
..BELİNİZE.. (Soyunuza)
..SAHİP OLUN’’
………...Olmuştur.

Harun YİĞİT “




“ Ergenekon DESTANI (Gülce-BAHÇE)
İnsan, ayağını bastığı toprağın kendi vatan toprağı, avuçlayıp içtiği suyun kendi toprağının kaynağı olduğunu, hoyratça teneffüs ettiği havanın kendi vatanının havası olduğunu bilmelidir. Bu üç kutsallığı bilmeyen ya da inkâr eden kişinin mayasında bir terslik vardır.


(E) fsaneler, destanlar,
Ö® üle, örüle
Ta (G) ünümüze kadar
Sür(E) gelmiş.
Dili(N) de ozanların bir başka güzelleşerek
Evre g(E) çirmiş, değişip gelişmiş.
İşte Gök(K) Türk ulusunun
Destanı (O) lan Ergenekon
Bir Ulusu(N) Yıkılışı,
Kurtuluşu
Sığınak bulup üremesinin
Yeniden dirilip
Eski topraklarına kavuşmasının
Destanıdır bu…
*
………….
………….
…………
‘’ER, GENE KON’’ dediler, erdiler de KONDULAR
Yıllar geçti aradan, dar geldi ERGENEKON
Kuruldu düğün dernek, oldular damat, GELİN
‘’GELİN’’ diye çağıran Oğuzları ANDILAR

TARİHSEL bu kararda, mevsim henüz YAZDI
TARİH SEL gibi akan demiri görüp YAZDI

ULUSAL’lık bilinci binlerce ERİ YORDU
ULUS AL ateş gördü, koca dağ ERİYORDU
……………….
……………..
Gerçeğin aynasına
Bak, çekinme, durma bak!
Ergenekon yaylasında
Birlik, töre, dirlik, Hak...
....................Gel be ey yalancı tarih!
........................Duy be ey kiralık masa
...........................Ve gör yürekleri taa içinden gör
.................................Gör can hukuk, gör can yasa
Çık ey mavi gözlü sarışın kurt
Feryâd - figân içinde bu yurt
Yeniden ışık ol, aşk ol, aşık ol bize
Silkinsin ulus, gülsün ülke
Sağlansın birlik içinde dirlik
Ve kaybolsun, uçsun, gitsin
Kahrolası fakirlik...
..............................Açılsın kapılar, erisin demir dağ
.................................Sevgi girsin içeriye
....................................Barış tebessüm etsin gönüllerde
.......................................Yırtılsın karanlıklar son kez,
..........................................El ele, yürek yüreğe versin herkes...

HARUN YİĞİT “

“ BOZKURT DESTANI (Gülce-BAHÇE)


Her ağaç köklerine sarılarak yeşerir, gelişir, dallanıp budaklanarak yaprak daha sonrada meyve verir.
Ağacın yaprağından daha önemlidir kökü.
Türk ulusunun yaprağı biz isek Destanlar da Türk ulusunun köküdür.

Gerçeğe esir olmak delilikse, tutsaklığın en güzeli ve deliliğin de en onulmaz olanıdır.


(B) ir
Ç(O) cuk düşünün.
Ya(Z) gısı kara
Her(K) es kılçtan geçirilmiş
Bir b(U) çocuk
Sağ bı® akılmış
Soyunu (T) üketmişler
Çocuğun, (D) erisinden kemikleri görünürmüş
Zayıf ve ç(E) limsiz
Bin şahit i(S) ter çocuk demeğe
Kimileri; ‘’Ka(T) ledelim’’ demişler.
Kimileri de; ‘’B(A) caklarını kollarını kesip
Bırakalım ala(N) a yada sazlığa
Ölsün bu bir baş(I) na
……………….
……………….
Sübyanı dumanlı dağlarda bozkurt büyüttü
Üstüne zaman zaman oldu yorgan, uyuttu.

Mertliğin yüzde doksanı kaçmakmış
Cellat işi başlar kesip biçmekmiş
Oluk, oluk akan kanlar içmekmiş
O çağlarda bütün işler.
…..……İşler nakış, nakış öfkeyi, kini
…..…….Kini aklına düşerse
…..……..Düşerse öfkesi yüreğine
…..………Yüreğine sığmaz sevgi
…..……….Sevgi tatmadık yürek
…..……………….Işık vermez göze
…..……………….Karanlıklar diyarında
…..……………….Kör ve sağır gezer.

KURT’u sembol seçmiş, özgürlüğüne DÜŞKÜN
BIÇKIN, gözü karadır, tanımaz ESARETİ
CESARET timsal diye, korumuşuz bu YURT’u.

NE DENSE az, el yıktı Türkler yeniden KURDU
NEDENSE canlıların içinde olur KURDU

Biz içerden uğraştık, el dışarıdan VURDU
YURDU ele emanet edip yorganı ÇEKTİK
ÇIKTIK baktık ardından, “Uyan! ” diye BUYURDU.

…………………
………………..
………………..
*
Her karanlık gecede,
Ulusun ey ulusun
Rengine bakıp da aldanma sakın bulutlara
Çıkar bu sinesinden koca ulusun
Bir sarışın kurt çıkar…
Eritir demir dağları balım hey! ! !
Açar bayrağı
Kara bulutları siler, süpürür,
Samsun ufuklarına çıkar yeniden
Yeni çağa hür ve aydınlık
Zamanlara
Hepimizi götürür…

HARUN YİĞİT “

"Oğuz Kağan - Ergenekon ve Bozkurt Destanı"  gibi destanların Türk Tarihinde, Türk Kültür hayatında, bugünkü Ulus-Devlet yapısındaki önemi, etkisi elbette göz ardı edilemeyecek kadar büyük ve güçlüdür.

Dünü olmayanın bugünü ve yarını da olmaz! Bugün dünün devamı ise, yarının da umududur. Tıpkı birbirini besleyen, büyüten, taşıyan velhasıl bütünleyen “Kök-Dal ve Yaprak gibi...


Bu bağlamda mısralar arasında tarihi, edebî, sosyolojik ve psikolojik anlamda sözcük köprüleri kurulmuş;  derin, sarsıcı, sürükleyici ve düşündürücü...


Her üç destanda da, başlangıçtaki -felsefi derinliği olan- söylemler, ilk dizelerde yapılan AKROSTİK çalışması, ara örgülere serpiştirilmiş altın sözler, Gülce nazım türleri içinde çok özel bir çaba ve özen isteyen(zincirbent, dönence, çapraz gibi) nazım örnekleriyle finaller, destanı daha da olağanüstü kılmış.

Şiir dili, örgüsü, kurgusu, anlatımı, bölümler arası geçişleri, aktarmaları ve tertemiz Türkçesiyle muazzam bir çalışmanın ürünü...

Şahsen ben bu destanları eğitim hayatımda bile bu kadar istek ve heyecanla hazmederek okumamıştım.

Saygım güçlü kaleminize, derinlik ve dostlukla dolu özünüze ve Gülce için atan yüreğinize sevgili arkadaşım, kardeşim Harun YİĞİT...

Biliyor ve inanıyorum ki TARİH ve EDEBİYAT, Gülce Edebî Topluluğu' nun mimarı ve bir ferdi olarak yaptıklarınızla gelecekte sizi konuk edecek, anlatacak ve ölümsüz kılacaktır.

Konuşmamı burada noktalarken;  beni sabır ve dikkatle dinlediğiniz için teşekkür ediyor, bir kez daha saygı ve dostlukla selamlıyorum değerli dostlar...

Refika Doğan

23 Mayıs 2013- Antalya

 
   
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden