HARUN YİĞİT / VADANDAS OSMAN'IN YERINE HOS GELDiNiZ
  Bazı YAZILAR
 
NİSAN BİR

Harun YİĞİT

Nisan, (Süryanice bir sözcük) Yılın dördüncü ayı. Nisan ayına özgü birçok benzetmeler vardır ama bunlardan sadece birini burada sizlerle paylaşacağız.
Nisan Bir; nedir ne zaman ve nasıl ortaya çıktı? Buna geçmeden kısaca Nisan ayından diğer 'Nisan' ile özdeşleşmiş diğer konulara da kısaca göz atalım.
Nisan Yağmurları: Nisan aylarında sık aralık, kısa süreli sağanak yağmurdur.
Nisan Yağmuru Ed.: Divan Edebiyatında bolluğu, bereketi, devlet büyüklerinin ellerinin açıklığını, iyilikseverliğini simgeler.
Nisan Suyu: Nisan ayında yağan ilk yağmurun suyu.
Nisan Folk.: Nisan Yağmuru, Anadolu Halk Bilimin'nde bereketi sımgeler.
Bu günkü asıl konumuz ''Nisan Balığı'' nedir ve ne zaman kimler tarafından ortaya çıktı.?
Nisan Balığı: Nisanın ilk günü geleneksel olarak yapılan hoş şakalar, aldatmacalar. Nisan ayında güneş balık burcundan çıktığı için de bu şakalara ''Nisan Balığı' adı verilmiştir.
Nisan balığı şakası ya da bir diğer adıyla Bir nisan şakasının asıl kaynağına bakalım şimdi de.
Kökeninin Fransa'ya dayandığı iddia edilir. Daha önce Romalılardan Hintlilere kadar birçok topluluk yılbaşını 1 Nisan'da kutluyorlarmış. Bir varsayıma göre 1564 yılında Fransa Kralı IX Charles, Bir başka varsayıma göre 1586 tarihlerinde papa Gregory'nin yeni yıl başlangıcını 1 Ocak'a almasıyla 'Gregoryan' takvimine geçilmiş. Yıl başlangıcını ocak ayının birinci gününe aldı. Daha önce avrupa da yaygın olan yıl başlangıcı Mart 25 idi. O zamanki iletişim şartlarında IX Charles'in bu kararı fazla yayılamadı. Duyanlar ise protesto amacıyla eski adetlerine devam ettiler. 1 Nisan'da partiler düzenlediler. Diğerleri ise onları nisan aptalları olarak nitelendirdiler. 1 Nisan'a bütün aptalların günü adını verdiler. Bu günde diğerlerine sürpriz hediyeler verdiler, yapılmayacak partilere davet ettiler, gerçek olmayan haberler ürettiler. Yıllar sonra ocak ayının yılın ilk ayı olmasına alışılınca, Fransızlar 1 Nisan gününü kendi kültürlerinin parçası görerek devam ettirdiler. Oradan da bütün dünyaya yayıldı.
Yukarıda okuduklarınız Nisan balığı bir diğer adıyla Bir Nisan şakası aslında yalan değil. Tarih ve isim yanlışlıkları ve bir de kral mı papa mı karıştırılmış. Yukarıdaki olaylardan yola çıkarak yaptığım bir araştırmada ulaştığım sonuç...
1572 ile 1585 Yılları arasında papalık yapan Gregorius XIII, Takvim reformunu ise 1582 yılında gerçekleştirdi.
Bugünkü Gregorius takvimi 365.242.5 günlük dönencel yılın yaklaşık değeri üstüne kurulmuştur. İlke olarak yıllar 365 gündür. Bununla birlikte, 4 yılda bir yıla bir gün eklenir (29 Şubat). Bu dönence yılın 365.25 günlük değerine denk düşer ve Bin yılda yedi buçuk günlük bir fark doğurur. Gerçeğe daha çok yaklaşmak için 400 yılda bir üç artık yıl atılır. Buna göre yalnız 400'ün katları olan 1600, 2000 ve 2400 yılları artık yıl olarak kabul edilir.
Roma da 4 ekim 1582 perşembe gününü doğrudan 15 ekim cuma gününe bağlama kararı alındı. Hafta ve günlerin sırası değişmedi.
Gregorius takvimi Fransa da 1582 yılında kabul edilerek 9 Aralık 1582 den hemen 20 aralığa geçildi. 1752 de Büyük Britanya, 1918 Rusya, 1923 Yunanistan ve 1926 da Türkiye Gregorius takvimi ne geçti.
Nisan bir şakasının ise yukarıda isim ve tarihler yanlış olsa da Fransa da başladığı ağırlık kazanmaktadır.

Harun Yiğit
------------
1 Nisan şakası için 20 ay hapis yatacak
25/07/2006 (537 kişi okudu)
RADİKAL - ANKARA/İSTANBUL - Bomba şakası, gerçek bomba atmaktan pahalıya patladı. İstanbul'da 'Üzerimde bomba var' diyerek 1 Nisan şakası yapan kişiye 20 ay hapis cezası verildi. Şemdinli sanığı iki astsubaya ise 'bomba atma' suçundan ceza verilmemişti.
Kadıköy-Beşiktaş seferini yapan vapurda, "Üzerimde bomba var" diyerek 1 Nisan şakası yapan Murat Alas, bir yıl sekiz ay hapse çarptırıldı. 2 Nisan 2006 tarihinde tutuklanan 23 yaşındaki Alas, savunmasında "Aklıma nereden geldi bilmiyorum. Keşke yapmasaydım. Yolculara 'üzerimde bomba var, pimi çeker patlatırım' dedim. Elimde, bir şey yoktu. Daha sonra da 'Bu da size 1 Nisan şakası olsun' dedim. Gülenler oldu. Sadece bir bayan ağladı'' demişti. Seyyar satıcılık ve müzisyenlikle geçinen Alas'ı önce iki yıl hapse çarptıran 8. Asliye Ceza Mahkemesi, sanığın suçunu ikrar etmesi nedeniyle cezasını bir yıl sekiz aya indirdi.
Radikal Gazetesi 25 Temmuz 2006
 
.............

ANTALYA İZLENİMLERİ

Harun YİĞİT



Antalya 2. şairler Buluşması 9- 10- 11 Eylül'de gercekleşti.
2.akdeniz şiir şöleni için elbette yazılacak çok şeyler var.

Söz konusu Antal'ya olunca akıllara ilk gelen ''Hem ziyaret, hem ticaret mi?'' sorusu gelebilir.
Turizmiyle tanınan dünya şehri Antalya, bu kez ne ziyaret, ne de ticaret amaçlıydı. Antalya bu kez sanatla buluştu. Film festivallerinin dışında Türk edebiyatının gözdesi şiir ve şiire emek veren gönül emekçileriyle, sanat emekçileriyle buluştu. Buluşmaya sadece Türkiye'den değil, dünyanın dört bir yanından gelen yaklaşık 200 ün üzerinde şairler, şiire gönül verenler katıldı.

Sayın Mustafa Ceylan olmak üzere Bolat Ünsal, Gülseren Onay ve emeği geçen tüm dostlara sonsuz saygı ve şükranlarımı sunuyorum.

Bir güzellik daha bu yıl son buldu; arkasında birtakım döküntüler bırakarak! Şiir dalında belirlenen jüri seçiminden, grup çalışmasına kadar elbette eleştirilecek yanları olan bir organizasyondu. 2. Antalya Şairler Buluşması hakkında herkes kendi eklentileri doğrultusunda memnuniyetlerini veya memnuniyetsizliklerini dile getirdiler. Bu tür söylenceler hemen her toplantılarda olmuştur. 200 den fazla katılımı olan bir toplantıda herkezi memnun etmek, bir veya birkaç kişinin boyunu aşan bir yükümlülüktür.
Başta sayın Mustafa Ceylan olmak üzre ayrıca ANŞOYAD yöneticilerine ayrı, ayrı teşekkür etmek gerek. Şiire gönül vermiş birkaç sanat emekçisinin elinden gelen ancak bu olsa gerek diye düşünüyorum. Bu güzeklikleri yaşatanlara teşekkür edenler hakkında ''Yağlama, yıkama'' vb. terimler kullananların birtakım çıkarları olduğunu düşünerek ben bu söylemlerin dışında kalmayı tercih ediyorum.
Öncelikle Antalya Büyük şehir Belediye'si ve Antalya Vali'lği nin yeterince ilgilenmemesi Türk edebiyatı adına yadırganacak bir durumdu. Büyükşehir Belediyesinden ses gelmezken Muratpaşa Belediyesi'nin (ki burada kendilerine şükranlarımı sunuyorum) bize tahsis etmiş olduğu vasıtalarla Antalya'yı boydan boya gezdik. Bu konuyu burada uzun uzadıya dallandırıp budaklandırmanın bir anlamı yok.

Şimdi tekrar başa dönelim ve ilk günden başlayalım kısa kısa kesitlerle... 9 Eylül Cuma günü sabah saatlerinde katılımcıların vaktinde olmasa da istenilen yerde buluşması gerçekleşti. Daha sonra programın akışı aksaklıklar olsa da devam etti. Buluşma şehri Antalya olunca daha önceden konuşulup anlaşılan toplantı yerlerinin sahipleri veya işletmecileri, bu turist şehrinde anlaşma gereğine uymayarak şairleri yolunacak kaz gözüyle bakmasıyla devam etti.

Etkenlikleri tek tek sıralamadan ikinci gün olanlara bir göz atmadan önce üçüncü gün çıkan olayları da buradan es geçiyorum. Zira sayfalar dolusu yazsam bu üç günü anlatmam yetmez!
Burada çıkartılacak bana göre birkaç önemli olay var.
a) 2. Antalya şairler buluşması, şiire emek veren insanların bir arada olmasını sağladı.
b) Yeni dostluklara kapı açtı.
c) Birçok kimsenin harika bir reklamını yaptı.
d) En önemlisi de Türk Edebiyatı yeni kazanımların kapısını araladı..
Kim ne derse desin umurumda değil. Bana göre bu bir kaç unsur bile, yapılan tüm eksikliklerin üzerini örtmeye yetti de arttı bile.

Bundan sonraki yıllarda yapılacak Antalya şiir festivali-festivalleri, inanıyorum ki Türk Edebiyatı'na zenginlik sağlıyacaktır. 2. Antalya şiir festivalinde ödül alan herkezi yürekten kutlar, başarılarının devamını dilerim. Emeği geçen herkeze ayrı aryrı teşekkür eder saygılarımı sunarım...

AKDENİZ ŞİİR ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU...
1-YILIN GENÇ ŞAİRLERİ DALINDA(28 yaş ve altında)
BİRİNCİ: Barış ALUK
İKİNCİ: Necip GÜLEÇER
ÜÇÜNCÜLER:Fatih ÖZKONYALI / Özlem Torkul TEKAN

MANSİYONLAR.:
1-Umut ÜLBEĞİ
2-Bülent KORKUT
3-Sevcan KOYUNCU

YILIN RADYOSU DALINDA
a-İNTERNET ÜZERİNDEN YAYIN YAPAN RADYOLAR DALINDA
BİRİNCİ:Radyo MEDCEZİR(Türkiye'nin İlk Şiir Radyosu)
İKİNCİ:Radyo TÜRK(Almanya)

b-FREKANS TAHSİSLİ NORMAL RADYOLAR DALINDA
BİRİNCİ:Radyo BARIŞ (Nisan Serap MURATOĞLU' nun Programı)
İKİNCİ:Radyo SONİX(Antalya)

YILIN YAYINEVİ DALINDA
BİRİNCİ:GÜNDÜZ YAYINLARI
İKİNCİ:ANASAN YAYINLARI
ÜÇÜNCÜ:HAYAL DERGİSİ YAYINLARI

4-YILIN İNTERNET SİTESİ DALINDA
BİRİNCİ: www.antoloji.com
İKİNCİ: www.siiristan.com
ÜÇÜNCÜ:' www.siir roots.gen.tr

5-YILIN ŞİİR KİTABI DALINDA
BİRİNCİ: İbrahim Ethem BİNGÜL-Haziran Küllerimi Savurdu
İKİNCİ:Mehmet IŞIKOĞLU-Gönül Şelalesi
ÜÇÜNCÜ:Ali ALTINLI-Kor Kızılı Yalnızlığım

JÜRİ ÖZEL ÖDÜLLERİ
1-Şemsettin KÜZECİ-Fuzuli Şiir Yarışması ve Türk Dünyası Şiir Ödülü Kitabı
2-Ulviye SAVTUR-Mürekkep
3-Fatma UÇARLAR-Sevdim Yetmez mi
4-Ekber KOŞALI-Türk'ün Sesi(Dünya Genç Türk Yazarları Birliği Başkanı-Azerbaycan)

6-YILIN ŞİİR DERGİSİ DALINDA
BİRİNCİ:Aykırı Sanat Dergisi
İKİNCi.Şair Çıkmazı Dergisi
ÜÇÜNCÜ:Dikili Ekin Dergisi

Organizasyon Komitemizce DESTEK ÖDÜLLERİ:
Yarışma sonrasında yayın hayatına giren ve kültür, sanat ve özellikle şiir alanında yayın yapan SIĞINAK DERGİSİ-ANADOLU SEVDASI DERGİSİ ve YAŞAYAN YARIN DERGİSİ

7-Antoloji com' da BULUNAN ŞİİR GRUPLARI DALINDA
BİRİNCİ:Hayal Şairleri Grubu
İKİNCİ:Şiir Perisi Grubu
ÜÇÜNCÜ.Gönlümüzden Taşanlar Grubu

MANSİYONLAR:
1-İzmirli Şairler ve Sanat Dostları Grubu
2-Ankaralı Şairler ve Sanat Dostları Grubu
3-Hasbihal Grubu
4-Samanyolu Grubu
5-Şiirleri Ayarlama Enstitüsü grubu

ŞİİR YARIŞMASI HECE DALINDA
BİRİNCİ: Asım YAPICI
iKİNCİ: Nedim SAATÇİOĞLU
ÜÇÜNCÜ:İlyas ÖZMEN

SERBEST ŞİİRDE
BİRİNCİ:Nurten ALTINOK
İKİNCİ:Orhan DEMİRBAŞ
ÜÇÜNCÜ:Galip SİNECİKLİ

9-AKDENİZ ŞİİR ÖDÜLLERİ 'BÜYÜK ÖDÜLÜ' de
Şair Arif EREN'e,
Dr. İsa KAYACAN' a,
Rasim KÖROĞLU' na verilmiştir.
Ayrıca, yarışmamıza ZİNNUR ABLA Başlıklı şiiriyle katılan ve daha sonra vefat ederek aramızdan ayrılan şair Muhsine İPEK adına ve anısına, rahmetlinin şiirlerini toplayan, bir kitap halinde yayınlayacak olan, manevi evlâdı şair Bolat ÜNSAL' ın da bir VEFA ÖDÜLÜ verilmiştir.

Nice güzelliklerde birlikte olma dileğiyle
Saygılarımla
Harun YİĞİT
20 Eylül 2005

............

APTAL TARTIŞMASI

Harun YİĞİT

Bu ilk yazımda böyle bir başlık atarak, böyle bir konuda yazı yazmayı istemezdim. Geçtigimiz günlerde Berlin Hür Üniversitesi Rektörü Prof. Dieter Lanzen'in ''Türk çocuklarının IQ'su Almanlar!dan düşük'' yorumuna Türkler kızgın olurken Ankara suskunluğunu koruyor hala. Prof. Lanzen, yanına yandaş da buluyor bu aptal çıkışıyla.
Leipzig Genetik Araştırma Enstiüsü Direktörü Volkmar Weiss de bu teranede yerini alıyor. Nereden çıktı bu ''Aptal'' tartışması çok kısaca ona değineyim. PISA nın testlerinde Almanlar geri kalınca bir şamaroğlu gerekti. O da bulundu. Sözde bilim adamı ''Türk çocuklarının zekası Alman'lardan yüzde 15 daha düşünk'' yorumunu yapacak kadar ileri gitmistir.
İleri gitmekle kalmayıp Nazi liderlerinin IQ larını bile açıklama aptallığını gösterdi. En yüksek IQ nun 140 olduğunu açıklayan Prof. Weiss, Nazi liderlerinden Hermann Göring'in IQ su 138, Rudolf Hessen'in IQ su 120, Hjalmar Schlacht'in IQ su 143 olduğunu bile söyledi.

  Burada ilk akla gelen bir soru var, sözde bilim adamına sorulması gerekir bu soru! Varsayalım test yapıldı, Hangi diktatöre IQ ölçümü yapıp da ''Sizin IQ nuz düsük, siz aptalsınız'' deme cesaretini ölçüm yapan hangi bilim adamı cesaret edebilir. Yapılsa bile İnsanların diri diri toplu soykırımı katliamının yapıldığı bir ülkede, soykırımı yapan bir diktatöre olsa olsa yağ çekmek amacıyla ya da kendini kurtarmak amacıyla olur.

   Bu aptalca APTAL tartışmasına en güzel cevabı 7 yaşındaki Türk kızı Zeynep Öztürk verdi. Zeynep derslerindeki başarısı ve daha çabuk kavramasıyla sınıf ögretmeninin tavsiyesi ile iki sınıf birden atlatıldı. Yeni öğreniö döneminde 3. sınıfa devam edecek. Ve Türk kızına zeka testi yapılıyor.
Sözde bilim adamının söylediği en yüksek IQ 140 idi. 7 yaşındaki Zeynep'in IQ'su ise 145 çıkıyor. Bir Alman okulunun 70 yıllık tarihinde ilk kez sınıf atlayan çocuk bir Türk cocuğu
   Almanya'da birçok Türk sivil kuruluşlarından ve Türk halkından tepkiler gelirken ne yazık ki Ankara bizi yine yalnız bıraktı.
   Seçimlerin yaklaştığı şu günlerde Almanya da bilimsel kamuflajlı IRKÇILIK yapılıyor. Nazilerin de başlangıçta yaptıkları böyleydi.
   Tarihte yaptığı soykırımdan utanacağı yerde adeta soykırıma çanak tutan bu beyanlar Almanya'da yaşayan biz Türkleri tedirgin etmeye başladı.
Bu ülkede yaşayan herkez üzerine düşeni yapmalı ve tepkılerini dile getirmeli.

Sözü asağıdaki hicivle noktalamak istiyorum.

APTAL DERLER EFENDİM

Nazilerin zekâsını kim ölçmüş
Yazanlara aptal derler efendim
Her sunulan sap, samanı yiyip de
Azanlara aptal derler efendim

Konuştukça belli oldu emeli
Gerçekleri biri çıkıp demeli
Günümüzde kafa tasçı temeli
Kazanlara aptal derler efendim

Maratonda omuz omuz koşarken
Beraberce insan gibi yaşarken
Çok kültürlü renkler ile coşarken
Bozanlara aptal derler efendim

Kimler neyi kazanıyor oyunda?
Sahibiyle otlar elbet koyun da
Havuz varken bataklığın suyunda
Yüzenlere aptal derler efendim

İti salıp elimizden taşları
Aldılarda yenmez oldu aşları
İlim irfan varken kuru düşleri
Düzenlere aptal derler efendim

Mahsur kaldı nice Yiğit tipiden
Ses geliyor kulak varken küpeden
Kendisini dev görüpte tepeden
Süzenlere aptal derler efendim...

Harun Yiğit

...........

AVRUPA KABUK DEĞİŞTİRİYOR

Harun YİĞİT

Fazla değil bundan elli yıl önce Avrupa’da yaşananların acısı ve utancı insanların kalbinde hala yer etmişken; o günlerde yaşanan tüm ayrımcılıklara karşı sıkı önlem alan Avrupa şimdi nereye gidiyor ?
Bana göre Avrupa eskiye dönüyor! Çünkü, ayrımcılık sadece karikatür kriziyle başlamadı. Politikacılar, kendi çıkarları için Avrupa da yaşayan yabancıları her zaman hedef olarak aldılar. Kimi zaman dil bahanesi, kimi zaman din bahanesi adı altında sözde uyum yasaları çıkardılar. Hollanda da başlayan ‘’Sokakta Hollanda’ca dışında dil konuşamaz’’ yasağı gündeme gelirken Almanya da Okullarda ‘’Yabancı dil yasağı’ ile süren yasakçı zihniyetin bitip tükenmek bilmez yasakları devam etti ve hala devam etmektedir. Ardından Almanya da vatandaşlık müracaatı edenlere sorulan kimi zaman aşağılayıcı sorulara Almanların bile doğru yanıt veremedikleri, birçok Alman vatandaşının bile tepkiyle karşıladı ortaya çıktı.
Bu tür dayatmalar şu günlerde Avrupa’nın birçok ülkesine yayılırken insanın ister istemez aklına şu geliyor: ‘’Avrupa kabuk mu değiştiriyor’’
Ayrımcılığın ne kadar tehlikeli olduğunu yaşayarak gören Avrupa elli yıl sonra yeniden her türlü ayrımcılığı yapmaya başlaması insanı ürkütmeye yetiyor. Bütün bu olanlar Avrupa ülkelerinde Irkçı akımın her geçen gün geliştiğinin en büyük göstergesidir. Bununla yetinmeyen bu ırkçı akım karşısına aldıkları ülkelerdeki aşırı ırkçılığı körükleyerek acaba ne yapmak istiyorlar? İşte en can alıcı soru bu olsa gerek. Keşke siyaset bilimcileri bu soruya yanıt verebilseler.
Kısaca burada Karikatür konusuna değinmeden edemeyeceğim. Belçika da iki serserinin çizdiği bir düzüne gayri ahlaki, kışkırtıcı olduğu kadar da seviyesiz karikatürlerin ısmarlama olduğunu çizenler itiraf etti. İyi de ısmarlayanın adresi yoktu. Bu adresi bulmak da hiç zor olmasa gerek. Bütün bu olanlardan en hoşnut ABD den başkası değil. Çünkü İran gündeminde Müslümanların tepkisini görmek, saldırı planlarını ona göre yapmak.
Yukarıda kısa, kısa değindiğim başlıkları şimdi düşünmek gerektiğine inanıyorum ve kendime şu soruyu soruyorum: ‘’Kendi içinde bu derece katı ayırımcı olan Avrupa, Neden AB konusunda Türkiye ye dayatmalar yaparak olmayacak şeyler istiyor’’? Türkiye yi dini ve etnik kökenlere bölme girişim sizce hangi yollardan geçer bu soruyu da siz kendinize sorup az düşünün derim. AB aşkıyla yanıp tutuşanların elbette siyasi ve maddi çıkarları var! Ama Türk halkının ne çıkarı var? Peş peşe sıralanacak o kadar çok soru var ki ben en iyisi birkaç kıta hicivle yazımı bağlayayım.

Yasakçı Zihniyete Şu yasakçı zihniyetin başına Elimde kalemle vurmak isterim Esaretin zincirini takandan Elbet hesabını sormak isterim İster dişi olsun ister erkeğin Doğru sözden eşek gibi ürkeğin Namertlere sığınan tüm korkağın Varıp karşısına durmak isterim Har tarafa çekip duran nazlının Kendi kurdu ile çürük özlünün İçi dışı başka iki yüzlünün Maskesini yere sermek isterim İçi boş gezen şu kuru başının Farkı yoktur dolusuyla boşunun Kadir kıymet bilmeyen her kişinin Dostluk defterini dürmek isterim Kim neylesin bundan sonra otları Unutulur çürümeden etleri Gizli, gizli yediği tüm haltları Karnını yarıp da görmek isterim Sahip olamazken daha diline Çıkar durur Yiğit'lerin yoluna Birkaç sözle fukaranın eline İnsanlık dersini vermek isterim..

Harun YİĞİT 12 Şubat 2006

..................

KİMİN ELİ KİMİN CEBİNDE

Harun YİĞİT

Almanya'da erken seçim çanları çalmaya başlayınca ortalık toz duman oluverdi!
Hangisi sağ parti, handisi sol parti? Kim, kimin söylemini kullanır belirsiz oldu!
Sosyal Demekrat Partisi SPD'nin eski başkalarında Oskar Lafontaine, sözde bir Sol Parti (LP) yi kurarak Naziler'in kullandığı söylemleri bugün günümüze taşıyıp gündem oluşturmaya devam ederken; PKK ya ''Terör örgütü'' diyemiyen PDS ise ayrı telden çalıyor.
Tutarlı bir çizgi bile belirleyemeyen bu partilerden aday olan Türkiye kökenli milletvekili adayları ise şimdiden seçim havasına girmişler. Burada yaşayan yabancıların sorunlarına bugüne kadar salt çözüm üretemeyen, akıllarına bile gelmeyen bu vekil adayları, şimdiden yabancıları dillerine doladılar bile! Birden akıllarına yabancılar geliverdi! Bugüne kadar yapılan haksızlıklara karşı hiç bir faaliyetleri olmayan, olsa da göstermelik çıkışları cılız olan bu vekil adayları, şimdi karşımıza çıkıp utanmadan oy istiyorlar. İçlerinde gerçekten azimle çalışanlar yok mu? Elbette var.

Bunlar da zaten çalışmalarından ötürü seçmenden mükafatını alacaklardır elbette. SPD ile CDU karakucak bir güreşte. Ortalık toz duman olduğundan kim nasıl güreşiyor açık gözle görünmüyor. Seçimlerin start almasıyla birlikte AB ye Türkiye'nin alınmasına kimileri bilerek kimileri de bilmeyerek karşı çıkarken, sağ ve soldaki uç partiler bu çıkışlardan istifa edip, söylemleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı ihmal etmiyorlar! Türkiye'yi AB ye isteyenler ve istemeyenler hep birlikte Türkiye'yi AB'nin oyuncağı haline getirdiler. Bütün bu olanları düşünüp kime oy vereceğiz?

İktidara hangi parti gelirse gelsin, mutlaka sermayenin çıkarlarını korumak zorundadır. Aksini düşünmek saflık olur!
Sağlıklı düşünüp, kötünün iyisini aramaktan başka çaremiz yok!
Biz en iyisi sözü Hicive bırakalım...

KİMİN ELİ ACEP KİMİN CEBİNDE?

Sömürenin sağı solu olur mu?
Kimin eli acep kimin cebinde?
Dert olanlar bize derman bulur mu?
Kimin eli acep kimin cebinde?

Selam bile vermeyenler görünür
Kosdak kosdak meydanlara yürünür
Koltuk için renkten renge bürünür
Kimin eli acep kimin cebinde?

Peş peşine sıralanır sözleri
Oy isterken fıldır fıldır gözleri
Yalanlara kızarmıyor yüzleri
Kimin eli acep kimin cebinde?

Kimlik alıp Alman bile olsak da
Yabancıyız yine burda kalsak da
Seçmek için hakkımızı alsak da
Kimin eli acep kimin cebinde?

Kaç paradır acep bizim oyumuz?
Duygusalız, değişmiyor huyumuz
Günden güne kesiliyor suyumuz
Kimin eli acep kimin cebinde?

Başımızda kene ile bitinin
Oyuncağı olduk artık batının
İyisini arayalım kötünün
Kimin eli acep kimin cebinde?

Ey Yiğit'im karışma ha beylere
Beyler insin şehir, bucak, köylere
Çıkarcılar köle oldu oylara
Kimin eli acep kimin cebinde?..

Harun Yiğit

..................

İKİ AYRI YER, İKİ AYRI GÖRÜNTÜ

Harun YİĞİT

İkinci Antalya şairler buluşması'na katılmak için geçtiğimiz günlerde Türkiye'de idim. Avrupanın bırçok ülkesinde bu mevsimlerde hava hiç de güzel olmaz. Genelde ya bulutlu, ya da sağanak yağışlı geçer günlerün büyük bir bölümü. Antalya havalimanı na indiğimde üzerimde bulunan ceketi farketmemiş olacağım ki beni bir ter bastı; neden sonra üzerimde ceket olduğunu ancak anlayabildi.

Yaban elde özlemlerimizin birçoğunu gideremiyoruz. ; ne yazıkki içinde yaşadıklarından yurdum insanı bu güzelliklerin farkında bile değiller. İnsan ülkesine gelince ilk yaptığı şey; ''Kimi zaman farkında olmadan özlemin getirdiği istek olsa gerek'' derin bir nefes çekiyor içine. Gürültülü uçakların kirlettiği havaya rağmen hafiften esen rüzgar uzaklardan toprak kokusunu getiriyor.
''İnsan toprağın kokusunu bile özler mi?'' demeyin sakın... O güzel toprak kokusu belki de benim ülkem Türkiye'ye has bir koku. Gezip dolaştığım hiç bir avrupa ülkesinde bu kokuyu hissetmedim. Ülkem ve ülkem insanları Ak denizin suyu kadar ılık ve sıcak kanlılar. Öfkeleri, torosları aşamayan kuşlar gibidir. Bir de kendilerine saygıları olabilse! İnsan önce kendisine saygılı olmalı ki baskasına da saygı gösterebilsin. Yellenmeyi ayıp sayarlar ama, sokakta yürürken bir başkasının önüne tükürürler.
Kapalı alanlarda sohbet ederlerken ses tonlarının başkalarını rahatsız ettiğinden haberdar bile olmazlar.

Şehir içlerinde özellikle trafik kurallarını pek hiçe saymazlar. Sadece sürücüler değil. Bilhassa yayalar. Kırmızı ışıkta geçen arabalar, yine kırmızı ışık yanarken koşturan yayalar. Ne yayaların, ne de sürücülerin kendilerine saygısı kalmamış.
Kocaman caddenin orta yerinde bir çocuğu kucağında bir çocuğu elinde koşturan baba ve anneler; bir diğer tarafta koşarken ayakkabısı ayağından fırlayınca kalabalık trafiğin arasında geriye koşup ayağından fırlayan ayakkabısını almak için dönen adam. Daha onlarca görmüş olduğum izlenimlerimi sıralayabilirim.

Almanya ya döndüm. Hannover hava limanından indiğimde daha hava limanı içinde yeni çıktık. Park yerinde duran arkadaşımın arabasına yöneldik. Bu sırada çocuk arabası ile yanında küçük, sevimli ve kıllı mı kıllı ama bakımlı köpeğiyle kırmızı ışıkta bekleyen bayan gördüm. Köpek, sahibinin yanıda ama boğazında sahibinin tutacağı herhangi bir tasması yoktu. Başı boş denecek şekilde, sahibinin yanından ayrılmıyordu.

Köpek, sahibi ile birlikte kırmızı ışığın kendileri için yeşil yanmasını bekliyordu. Ülkemde, trafiğin kalabalık aktığı caddeler içinde koşuşturan, ya da yayayolundan yaya geçerken kalksiyon çalan sürücüleri gördükten sonra, kırmızı ışıkta yeşilin yanmasını bekleyen köpeği görünce insan ''Ülkem insanlarının kendilerine bile saygısı yok'' demeden edemiyor.

İki farklı yer ve iki farklı görüntü. Öyle çok özgürlük var ki sormayın
Ülkem insanına yarasın derim
Değerlerin bir gün gelir kaybedip
Çırayla bugünü arasın derim

Harun YİĞİT
01 Ekim 2005

..............



NEYİ KAYBEDECEĞİZ

Harun YİĞİT
21 Şubat 2011, 22:01

İnsanları anlamak mümkün değil! Son günlerde Türkiye'de bütün yolların Cumhurbaşkanlığına kilitlendiğini, Başbakanın yetmiş milyon Türk halkının eline çelik çomak verip dalga geçerek oynattığına tanık olurken bu arada ben de çevremde bazı kimselerle kendimce konuşup fikirler yürütmeye çalıştım.
 
Türkiye de dev medya holdinglerinin köşe yazarları var iken benim gibi birisinin fikir yürütmesi ne derece doğru ise!
Bazı kimseler öylesine koşullanmış ki AKP ye, medyada çıkan Abdullah Gül'ün ABD dış işleri bakanı ile yapmış olduğu dokuz maddelik 'Sevr antlaşması niteliğindeki' gizli antlaşmaya bile kulak asan yok! Bazılarının söylediği söz aynen şu:'Ne olmuş yani, imzaladıysa imzaladı. Vatan elden mi gitti imzalamakla' vb. bir sürü sözler duydum, işittim!
Otuz yıldır yurtdışında yaşıyorum ve ülkemde olup bitenleri sürekli takip etmekteyim. Bazı kesimin bu tür düşüncelerini duydukça kanımın donduğunu hissetim.
Borsa düşecekmiş, varsın düşsün. İMK dediğimiz dışa bağımlı bu borsanın yüzde 70 den fazlası yabancı sermeyenin değil mi?
Türkiye Cumhuriyeti;ni İMK mı kurtaracak.? Bankamız yok! Fabrikamız yok! Haberleşme ağımız Telekom yabancıların elinde.
Neyi kaybedeceğiz? Hani nerede iyiye giden ekonomi? Her geçen gün petrole zam üstüne zam geliyor. Ekonomist değilim burada bunların bir bir analizini yapacak. Sıradan bir insanın bile görebileceği şeyler bunlar.
Düşünün hele. Ülkenin yeraltı ve yerüstü bütün kaynakları yabancılara peşkeş çekilmiş; işçisi, çiftcisi kan ağlıyor. Akaryakıta sürekli zam. Memuru sökük çorap, yırtık ayakkabıyla dolaşıyor! Yabancı sermaye %70 leri aşmış yellensen borsa sallanıyor. Borsayı kim sallıyor hiç düşündünüz mü? Devlet dairelerinde ATATÜRK'ün adını ağzına alan işinden oluyor! Okullarda minicik çocukların kafasına kendilerinin bile anlamadığı Arap dil emperyalizmi empoze ediliyor. Hangi birini sayayım, say say bitmez!
En vahimi de Türkiye Cumhuriyetinin üniter devlet yapısının eyalet diye başlayıp,  özerkliğe doru yol aldığını artık görün!
Türk toprağı ve Türk Halkının kurtuluş yolundaki mücadelede nerede ölüme gidenler?
Benim sözüm ' NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE'  sözünü hala kavrayamayıp ne anlama geldiğini bilmeyenleredir.
Ben daha fazla uzatmayayım da birkaç kıtalık bir hicivle noktalayayım en iyisi.
 Harun YİĞİT,  03. Mayıs 2007 

DİYE DİYE

Şu başıma gelenleri kendime
Dilimde tüy bitti yaz diye diye
Bunca keder, bunca gamı başıma
Kimler sardı bilmem az diye diye

Ömrün, güzel anlarının bittiği
Dostlukları, yalanların üttüğü
Yâr dediğim yarenimin ettiği
Çekilmiyor artık naz diye diye

Bakmadılar gözden akan yaşıma
Bir de zehir kattı zalim aşıma
Düzenbazı kimler sardı başıma
Yapılan işleri boz diye diye

Uyuyanlar usanmadı uymaktan
Hırsızlar bıkmadı fakir soymaktan
Yıldık her köşede popu duymaktan
Sazı kırdık artık caz diye diye

Girdiler Allah'la kul arasına
Göz koydu fakirin pul, parasına
Kanayıp duran gönül yarasına
Bastılar biberi tuz diye diye

Uçan uçtu nesi kaldı çatının
Oyuncağı olduk uygar batının
İçine bindik de Truv-atının
Bizim elimizde koz diye diye

Kulak veren yoktur artık öğüte
Balığı çıkardık çoktan söğüte
Nice yalanlarla Harun Yiğit'e
Gösterdiler kışı yaz diye diye...
 
Harun Yiğit

.............


TÜRKÇE KONUŞMAYA ALMAN DAYAĞI

Harun Yiğit
21 Şubat 2011, 22:02
 

Önceki yazımda ‘’Avrupa Kabuk Değiştiriyor’’ başlığıyla yazmıştım. Korktuğum oldu! Avrupa devletleri, üst düzey yöneticileri tarafından hem din hem dil hem de ırk ayrımcılığını körüklemesi sonucu sokaklara indirmeyi başardılar.
Okullarda Türkçe konuşma yasağına bir de özel spor salonunda Türkçe konuştukları için salondan kovulan Türklere sonunda sokakta dayak yiyen bir
Türk kadını eklendi.
Haberi okuyunca yabancı ülkede yaşayan biri olarak beni sadece düşündürmedi aynı zamanda da çok ciddi tedirgin oldum. Haberden bir bölüm özeti sizlerle paylamak istedim.
’’ Geçtiğimiz günlerde Almanya’nın Bielefeld kentinde bir spor salonunda Türkçe konuştukları için iki Türk’ün sözleşmeleri iptal edilip salondan kovulmuşlardı. Hessen Eyaleti’ne bağlı Korbach’ta kimliği belirlenemeyen (Aslında kimliği belirli Polis savunmasında biri)
Alman kadın, yolda Türkçe konuşan Gülcan Tatlı’ya: ‘Burası Almanya, burada Türkçe değil Almanca konuşacaksın’’ diyerek saldırdı. Gülcan Tatlı’nın şikayetçi olduğu Alman kadın gözaltına alındı. Saldırganın alkollü olduğunu açıklayan polis sözcüsü: ‘İnsan alkol alınca yürümekte bile zorluk çekebilir’’ açıklaması yaptı’’ Haberin bir bölümünü size aktardım birlikte paylaştık. Türkiye’de aynı gerekçeyle bir Almanı dövseydi bir Türk ve polis de aynı gerekçeyi gösterip salıverseydi, Almanya ne derdi ya da tepkisi nasıl olurdu? Türkiye üst düzeyyöneticileri tarafından özür dileyip yargılamaya yeniden başlayacağından adım gibi eminim. Ama Alman polisinin gerekçesi hazır ve sadece Türk basınında yer aldı.
Şimdi dönüp bakmak gerekmez mi? Irkçılık yüzünden geçmişin acısını halâ unutamayanlara, yapılanlardan halâ utanç duyanlara şimdi ne oldu da birden Karikatür krizi, utanç verici İslam testi ve anadil yasağı peş peşe patlak verdi. Aslında bütün bunların basit bir oy avcılığı olmadığı kesin! Anadolu’da bir atasözü var: ‘’Katranı ne kadar kaynatırsan olur mu şeker? Cinsine tükürdüğüm cinsine çeker’’ belki ağır oldu söz ama sanırım taşı gediğe koymak için başka söz uygun değildi! Sokak ortasında Türkçe konuştu diye insan dövülüyor, döven sarhoş bahanesiyle serbest bırakılıyor! Az başa gidersek tarihi anımsayamayacağım şu an sarhoş bir Türk’ü ‘’Hareketlerinden şüphelendik’’ diyerek ihtar bile etmeden öldürmüşlerdi!
Biz sözü uzatmadan her zaman olduğu gibi yine hicve bırakayım.
 Ne oluyor bu millete Bir birine söver oldu Anadili konuşanı Sokaklarda döver oldu Din, dil derken bir de deri Irkçılık sardı her yeri Eli kanlı katilleri Yönetenler över oldu Vatandaşlık gitti ekten Türlü haltlar yiyerekten Yabancısın diyerekten Kapılardan kovar oldu Yırtınarak uyum desen Sosyal hakkı her gün kesen Hem yabancı işsiz isen Patron hemen savar oldu Kardeşlik mi var dinlerde Yiğit yalnız en önlerde Almanya da son günlerde Tüm kapılar duvar oldu…

Harun YİĞİT
08.03.2006

.............




VATANDAŞ OSMAN’A YAPILAN AYIPLAR
 Harun YİĞİT  21 Şubat 2011, 22:04

2005 Yılında Antalya ikinci şairler buluşmasından yaklaşık bir ay önce Antalya’da Değerli hocam Mustafa Ceylan Eskişehir’den hiciv üstadı Rasim Köroğlu ve Kayseri den   Araştırmacı yazar ve şair olan sayın Sabit İnce’yi Antalya’ya davet etti.
Sabit İnce, beraberinde getirdiği ve kendisinin büyük özveriyle çıkarttığı  ‘Anadolu Sevdası’ isimli bir dergiden  bana da bir adet verdi. Sabit İnce dergiyi elime verirken özellikle  içini açıp bir yazı göstererek bana: ‘’Bu yazıyı hicivleştirmeni istiyorum Haruncuğum’’ dedi.  Dergi, Mayıs 2005 tarihinde basılmış. Yazının başlığı ‘Vatandaş Türk Osman’ın Bir Günü’’ Yazının altındaki imza ise Muhsin DURUCAN’a aitti.
Türkiye’de kaldığım sürede bu düzyazıdan yola çıkarak ‘’Vatandaş Osman’’ isimli bir hiciv oluşturmaya çalıştım. Yaklaşık bir ay sonra Antalya ikinci Şairler Buluşması’nda nereye gitsem bu hicivi okutturdular bana. Hatta adımı hatırlayamayanlar bana sokakta ‘Vatandaş Osman’ diye hitap etmeye bile başladılar.
Son birkaç gündür karşıma  Muhsin Durucan’ın ‘’Vatandaş Türk Osman’’ ın yazısı  internet ortamında  yüzlerce sayfada gördüm. Aslında bu sevindirici diyecek yerde öylesine üzücü yanı vardı ki bu yazıların dağıtıldığı sayfalarda.  Onlarca belki de daha fazlasında  kimliği belirsiz, anonim bir yazıymış gibi dolaşmasıydı. En üzücü yanı da koca koca holding medya yazarları, e-postalarına yazı kimden geldiyse onun adını vermişler.
İnternet ortamında şiirlerimizin çalındığına bir ya da birkaç sitelerde birkaç kişilerce çalındığına tanık olum ama bir yazının onlarca isim ile yazıldığına-çalındığına ilk kez tanık oluyorum!
Yazıda güya dürüstlük çağrısı var; ama yazıyı asan önce kendisi dürüst olmaz iken bu yazıyı asarken utanma duygusu da yok!
Yazının yayınlandığı sadece birkaç gazete ve dergilerin sadece birkaçının adresini adlim aşağıya.
Melih Aşık. Milliyet. Sayın Melih Aşık ise (Ali Özdemir.Bolu) diye not düşmüş
http://www.milliyet.com/2005/02/06/yazar/asik.html
……………………………………………………..
   25 Aralık 2005 Pazar - H.O. Tercüman  Ergun Göze
……………………………………………………..
Akşam Gazetsi’nden Şakir Suter;  11.06.2006
……………………………………………………….
www.yazilar.net sitesinde Hakan Kapucu imzalı
……………………………………………………….
 www.alanyagazete.com/ Necla ŞENER imzalı. (Hem de: Araştırmacı Yazar)
……………………………………………………..
http://www.bursahaber.com.tr/yazi.php?yazi=373  Sibel BAĞCI UZUN  ‚’(posta kutuma) düşen bir hikayeden örnek’’ demiş.
………………………..
Yazıyı bir kez de ben ekleyip altına da bu yazıdan yola çıkarak yazdığım hiciv i iliştireyim.
 
Vatandash Türk Osman
Osman Bey, sabah saat 7.00’de Casio marka masa saatinin alarmıyla gözlerini açtı.
Puffy yorganını kaldırdı.
Hugo Boss pijamalarını çıkarıp Adidas terliklerini giydi.
WC’ye uğradıktan sonra banyoya geçti.
Clear shampuan ve Protex sabunuyla duşunu aldı.
Colgate ile dişlerini fırçaladı.
Rowenta ile saçlarını kuruttu.
Bill’s gömleğini ve Pierre Cardin takımını giydi...
Lipton çayını içti.
Sony televizyonda medya özetlerini ve flaş haberleri izledi.
Citizen kol saatine baktı.
Aile fertlerine chav deyip Hyundai otomobiline bindi.
Blaupunkt radyosunu açarak, rock müziği buldu.
Ağzına bir Polo şeker attı.
Şehrin göbeğindeki Mega Center’daki ofisine varınca, Casper bilgisayarını çalıştırdı.
Microsoft Excel´e girdi.
Ofisboy´dan Nescafe´sini istedi.
Saat 10.00´a doğru açlığını yatıştırmak için Grissini yedi.
Öğlen Wimpy´s Fast Food kafeteryaya gitti.
Ayaküstü Coca Cola ve hamburgeri mideye indirdi.
Akşamüzeri iş çıkışı Image köşedeki Shopping Center´a uğradı.
Eşinin sipariş ettiği Persil Supra deterjan, Ace çamaşır suyu, Palmolive şampuan, Gala tuvalet kağıdı , Sprite gazoz ve Johnson kolonyayı alarak kasaya yanaştı .
 Bonus kartıyla faturayı ödedi.
Hafta sonu eşi Münevver´le Galleria´ya giden Osman Bey, Showroom´ları
dolaşıp Kinetix ayakkabı, Lee Cooper blue jean satın aldı.
Akşam evde bir gazetenin verdigi TV Guide´a göz atan Osman Bey, kanallar
arasında zapping yaparak, First Class, Top Secret, Paparazzi gibi
programları izledi. Aynı anda Outdoor dergisini karıştırdı.
Saat 22.00´ye doğru Show´da TÜRK DİLİ ÜZERİNE panel başladı.
Uykusu gelen Osman Bey, televizyonu kapatıp yatak odasına geçerken, kendini mutlu hissetti.
"Ne mutlu Türk´üm diyene!"
diye gerindi ve uyudu

Muhsin DURUCAN
…………………………..

Vatandaş Osman

Casio markalı saat sesiyle
Gözlerini açtı vatandaş Osman
Puffy yorganını fırlattı yana
Gülücükler saçtı vatandaş Osman

Adidas terlikle gitti çişine
Colgate macununu sürdü dişine
Clear şampuanı döktü başına
Banyosuna  geçti vatandaş Osman

Protex sabunu ile yıkandı
Hugo Boss'la kurulanıp bakındı
Bill's gömleğe joop kravat  takındı
Lipton çayı içti vadandaş Osman

Citizen  kol saatini takındı
Gitmek için vakit artık yakındı
Ailesine 'Çav' deyip yekindi
Hyundai'yle kaçtı vatandaş Osman

Mega Center'deki ofise geldi
Ağzına bir Polo şekeri aldı
Blaupunkt radyoda rok müzik buldu
Dans ederek coştu vatandaş Osman

Casper Pc'sini eğilip açtı
Microsoft Excel'e hızlıca geçti
Ismarladığı Nes Cafe'yi içti
Tadına hep şaştı vatandaş Osman

Ordan ''Wimpy's Fast Food'' kafeye gitti
Coco Cola içip Hamburger yuttu
West cigarasını Zippo'yla yaktı
Duman duman uçtu vatandaş Osman

Karısının siparişin almaya
Spreit gazoz ile johnson kolanya
Çıktı Persil ile Ace bulmaya
Market market koştu vatandaş Osman

Palmolıve sampuanı bulunca
Gala WC kağıdını alınca
Alışveriş arabası dolunca
Bonnus kartla şişti vatandaş Osman

Akşamdan Image Bar'a takıldı
Votka Cola içip yere yıkıldı
Yakın dostu tarafından ekildi
Yalnız yollar aştı vatandaş Osman

Haftasonu Schowroom'ları dolaştı
Üç alana birisi de beleşti
Markacılık hepimize bulaştı
Borçla dolup taştı vatandaş Osman

Evde Sony TV sini  açarak
Paparazi, First Class, dan geçerek
Türk dilinden zaplayıp da uçarak
Kanalları deşti vatandaş Osman

''Ne Mutlu Türküm''ü övgüyle dedi
Ecnebice marka giyinip yedi
Oğlunun adını arapça kodu
Marka ile pişti vatandaş Osman

Yerli malı kullanmaya erindi
Yorgunluktan kollarıyla gerindi
Yiğit'imin uykusu çok derindi
Artık yorgun düştü vatandaş Osman...

03.06.2005
Harun Yiğit

...........

“ÖKÜZ” DESEM ÖKÜZLER DARILIR!..

Harun YİĞİT

Yaklaşık iki yıl oldu Antalya’ya geleli.
Memlekete olan hasretliği bir nebze olsa da gidermeye çalışıyorum; ama olmuyor bazen! Üst üste olumsuzluklar yaşanıyor “ Geçer” diyorsun bir başka olumsuzluğa kafayı takıyorsun! Olumsuzluk dediğim de nedir biliyor musunuz? Belki sizlere göre bu olumsuzluk bile değil, ama geldiğim yere göre hayatın içindeki en önemli olmazsa olmazlarının en başında olanlar. İnsana saygı buradan başlar. İnsan hayatının önemi de insanın kendisine verdiği değer de buradan geçer. Memlekete geldiğimde Demokrasi pazarının tam ortasına düştüğümü gördüm.
“Demokrasi Pazarı” dedim çünkü Demokrasiyi bilmeyen bir topluma Demokrat derseniz o da Bit Pazarı yerine Demokrasi Pazarı kuruverir. Kurduğu pazarda neyi pazarlayacağını bilemeden bulgurcunun kör beygir gibi ekseni etrafında dön babam dön!
“Dünya kenti” diyorlar Antalya’ya. Aslında içindekileri çıkartırsan doğa harikası olarak hak ediyor dünya kenti olmayı. Ama içinde yaşayanlar bunu asla hak etmiyor. Dünya kendi olabilmek için içinde yaşayan insanların önce kendilerine saygı duymaları gerekir. Kendilerine saygı duymayanlar başkalarına asla saygı duymazlar.
Kaldırımlarında yayalar arasında trafik, terör estiriyor. Öyle ki “Trafik araçları giremez” yazısının altında trafik Polisi motosikletle zikzak çiziyor. Şehir merkezinde belli başlı birkaç caddenin dışında; “O caddeler de Belediye Başkanları ve arada gelen siyasilere göstermek için olsa gerek” kaldırımlar işgal altında, yürümek için trafiğe karışmak zorundasın!
Trafik mi? İşte asıl sorun burada. Kırmızı ışıkta sebepsiz geçen Polis araçları, kaldırımlarda ters istikametlerde seyreden motosiklet ve bisikletler; özellikle de beyaz çizgili yaya yollarının ne anlama geldiğini bilmeyen sözde sürücüler! Bisiklet dedim de aklıma geldi. Burada bisikletliyi trafik aracı sayan yokmuş. Öyle söylüyorlar; zaten sürücülerin bisikletlilere yaptıklarını görürseniz başka söze gerek olmadığını görürsünüz.
Yaya yolunda uzun uzun bekletilen yayalar. Sıradan bir yaya yolunda değil sürekli yanıp sönen ve DİKKAT anlamına gelen sarı lambalı yaya yolları tam bir kara mizah örneği! Bu konuda sadece bir anımı sizlerle paylaşayım. Sarı lambası sürekli yanıp sönen bir yaya geçidinin önüne geldim. Akşam olduğundan trafik oldukça kalabalık. Yavaş ilerleyen trafikten de faydalanarak yaya geçidine atladım hemen. O sıkışık trafiğe aldırmadan ve yolda yüzde yüz hakkı olduğunu sanıp inatla sözde hakkını uygulayarak arabasını üzerime süren bir sürücü camını açıp bana: “Kırmızı ışığı bekle öküz” diye seslendi. Aslında sadece sarı ışığı olan bir lambaydı! Bende: “Aynaya bak öküzü görürüsün” deyip topukları yağlayarak kaçtım! Düşünebiliyor musunuz? Kırmızı ışığı olmayan ama “Dikkat yaya çıkabilir” anlamına gelen sadece sarı ışığı olan bu geçitlerde bu ışığın ne anlama geldiğini bilmeyen bu şahıslara ehliyet veren kurumlar ve Yaya yollarının ne anlama geldiğini bilemeyecek kadar cahil olan trafik mensupları! Bunlar bir ülke için UTANÇ verici olaylardır. Kendisine yanıp sönen sarı lambalı ve kırmızı ışığı olmayan bir geçitte bana: “Kırmızıyı bekle öküz” diyorsa, bu öküzü “Öküzlerden özür dilerim” yola süren sistemin işleticilerine ne demeli?
Yöneticilikleriyle övünenlerin kulağından tutup bu olumsuzlukları göstersek mi acaba? Bugüne kadar hala göremedilerse benim göstermem neyi değiştirecek ki? Ellerinde kapı gibi yüksek okul diploması var. İki yıldır Antalya’da şunu gördüm; boynuzları sivri bir sürü öküzü sokaklara salmışlar, hem de başları boş! Doğa sizleri bu öküzlerin hışmından korusun!

Harun YİĞİT

...........

ÇIKAR PAZARININ YOSMALARI

Harun YİĞİ

Antalya’da yerel yönetim el değiştirince her şey farklılaştı...
Tıpkı yağmurlu havada güneş gözlüğü takmak gibi.
İlk saldırı SANAT'a oldu. Elbette saldıracakları kurumlar sanat üreten yerler olacaktı.
Aksini düşünmek zaten Haziran ortasında öğle üzeri sıcak rakı içmeye benzer. Bir de sanat’çı geçinip te sanata saldırılan yerleri ağızları salyalı ve büyük bir iştahla izleyenler yok mu? Ortalarda dolaşırken görenler de, onları ya sanatçı sanır, ya da sanatsever sanırlar!
Antalya’da yerel yönetim el değiştirdikten sonra geçtiğimiz aylarda saldırıya geçerek Antalya Sanatçılar Derneği ANSAN’ın hedef seçilmesi, sanırım, tesadüf olmasa gerek!
23 yıldır sanata hizmet veren sanat kurumu olan ANSAN’ı bir çırpıda yok etmeyi ve yerinden yurdundan ederek sanat çeşmesinin musluğuna beton dökeceklerini sandılar! Ama yanıldılar.
Bütün bunlar bir yana, beni şahsen yaralayan "sözde sanatçı bazı üyelerimizin kendi yaptıkları hatalarını bile şikayet ederek" kuruma ceza verilmesini sağlamaları, hızlarını alamayınca daha başka yerlere de şikayetler etmeleri, onların sanata olan bakışlarını gözden geçirmeme yardımcı oldu!

Düne kadar kurumdan ekmek yiyip asalaklık yapanlar bugün kurumdan nemalanamayınca saldıranlar oldular.!
Kimi kendisini gazeteci sanıp salyalar akıttı, kimisi de kendisini sanat eleştirmeni sanıp ANSAN’ı ağır eleştiri bombardımanına tuttu. Bir de kendisini büyük yazar şair sananlar var ki değmeyin onların gamsız, yassız gönüllerine…
ANSAN birilerinin hizmetine sunulursa bu yalaka takımı kendilerine oradan pay çıkartacağını sandı, ama avuçlarını yaladılar, yalayacaklar da!
Artık ANSAN, boğazı tasmalı, ağızları salyalı işbirlikçi yalakalara inat 14 yıl 2 ay daha Kalekapısı’nda Antalya Sanatçılar Derneği olarak gerçek emektarlarının yeri olacak ve olmaya devam edecektir... Orada sanatın her türlüsü icra edilecektir.

Sözü uzatmadan bu haftaki yazımı birkaç dörtlük hicivle sonlandırayım.
Saygılarımla.

A’bre Dürzü !

Beleşçilerin boynunda
Eksik olmazmış tasması
Yılan, çıyan var koynunda...
Bir hoş oluyor kusması

Her tarafa boncuk yollar
Kuru vaat, allar pullar
Et görünce kuyruk sallar
Keş pazarının yosması

Her sanattan anlar oldu
Meydanlara biraz daldı
Bir anlasa limit doldu
Çok güldürüyor pusması

Yeter Yiğit’im yeter
Yem kuşu yeme öter
Benim Efe'den de beter
Bir acayiptir küsmesi

Harun YİĞİT
.**

Refika Doğan  YORUMU
Site Yönetimi
*****
Mesajlar: 2,608
Katılım: Feb 2008   
Mesaj: #2Shy YORUM: Çıkar Pazarının YOSMALARI

Evet, bazı şeyler var ki saygınlık ve tutarlılık adına her yerde ve her şekilde açık saçık yazılamıyor. Ancak bilinen bir şey var ki o da, bu camia içinde bunların neler ve kimler olduğu gerçeği...
Yerel seçimlerle beraber bir çok şey de değişti, yer değiştirdi, renk değiştirdi...
En azından maskeler düştü! İnanın bu tür ayak oyunları, entrikalarla sanat ve sanatçı ne yok edilir ne de sanatın dışına çekilir! Bu nedenle ANSAN ve onun değerli mensupları müsterih olsunlar. Dünyada, ülkemizde ve Antalya' mızda zaman geçer, takvimler geçer, mevsimler geçer...
Zaman değişir, mevsimler değişir, insan değişir ama değişmeyen: "Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner" Atasözündeki gerçeklik!
ANSAN' ın yürekli yöneticileri olarak, sizleri bu cesur ve dik duruşunuzdan dolayı kutluyorum...
Umarım ve dilerim, sanata ve sanatçı kavramına gölge düşüren bu nahoş olaylar bir daha yaşanmasın! Anlamlı yazınız dolayısıyla selam ve saygı dost kaleminize Harun can...
 
 
 
   
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden