ÜÇ CEMRE
Deniz, Yusuf, Hüseyin
Harun YİĞİT
(GÜLCE DESTAN)
Barış ve sevginin sembolü olan turnaların gözüyle başladım.
Olayları Üç Cemre'ye (Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan) getirmek için yakın tarihimize kısaca göz atmak ve Üç Cemre’nin İdamlarıyla bağları olup olmadığı, Hallac-ı Mansur'dan Nesimi'ye, Şeyh Bedrettin'den Kubilay’a, Nazım Hikmet'ten Üç Cemre'ye uzanan hayat ve mücadele yolculuğunda öldürülen şairlerden, kanı akıtılan güvercinlere turnaların gözünde destansı bir yolculuk yapmak istedim.
Anadolu'da birçok Halk hareketleri olmuştur şüphesiz. Bunların birleştirici ve özlü nitelikte olanlarının sadece birkaçını seçip manzum bir dille anlatarak destanlaştırmaya çalıştım.
Bu konuda bana en çok yardım eden sevgili Naim Tuncalı hocam başta olmak üzere,
Almanya'dan araştırmacı Orhan Bahçıvan ve Müzisyen-şair İhsan Güvercin'e ve Berlin’deki Mustafa Demir hocama, Hollanda’dan Ali Çalışkan hocama ayrı ayrı teşekkür ederim.
1) Turna Kuşu
Uğurun,
Bereketin,
Şansın
Mutluluk ve refahın
Uzun yaşamın,
Barışın simgesi turna
Kutsallığın
Saflığın,
Temizliğin,
Dürüstlüğün,
Vefanın,
Sadakatin,
Sabrın,
Sevginin,
Onurun,
Özgürlüğün simgesidir.
Güvercin kadar kutsaldır turna
Önce dünya
Sonra turna
Ve insan
Birlikte dönerler
Bir boşlukta olmamak için
İnsanlar turnaları
Turnalar dünyayı ve evreni gözler
Gelinlerin tacından
Beşikteki çocuğun türküsüne
Gökte uçan turna
Şahittir tarihe
Şahittir
Geçmişten geleceğe
Turna semahı ise,
Turnanın uçuşunu çağrıştırır.
Turnaların gökyüzündeki dönüşüne
Döndükçe yükselen canlar
Hakla buluşurlar.
Turna semahı, bu buluşmayı anlatır
İnsanoğlu turnalara
Allı dedi
Telli dedi
Gökyüzüne çıktı semaha durdu
Yeryüzüne indi
Seyreyledi kendini
“Bir çift turna gördüm durur dallarda
Seversen Mevla'yı kalma yollarda
Sizi bekleyen var bizim ellerde
Bizim ele doğru gidin turnalar
Turnam dertli öttün derdimi deştin
El vurdun yârimin başını açtın
Eşinden m'ayrıldın yolun mu şaştın
Bizim ele doğru gidin turnalar
Fazla gitmen Deremum'a varınca
Selam söylen eşe dosta sorunca
Sağ selamet muradınız alınca
Benden yâre selam edin turnalar
Selama razıydım mektubun gelmez
Gurbette kalanın hiç yüzü gülmez
İbrahim halinden kimseler bilmez
Benden yâre selam söylen turnalar”
İbrahim Bakır
Uzun kıvrık gagası
Başında ve boynunda sarı sarı tüyler var.
Kanatları “T” harfleri gibi gerilir
“M” harfi ise sanki incecik iki bacak gibi
Aşağıya doğru uzamış bir “Telli turnam”
Bazen de turnaları sevdiği kişilerin yerine koymuş ve ona bir şey olmasından korkmuş, tedirgin olmuştur.
“Havalanma telli turnam
Uçup gitme yele karşı
Zülüflerin tel tel olmuş
Döküp gitme ele karşı”
Halkımız, bazı türkülerimizde de sevgilisinden, sılasından, haber sormuş veya giden turnalara kendisini anlatmış ve durumunu sıladaki veya gurbetteki anasına, babasına, sevgilisine anlatmasını istemiştir.
Allı turnam bizim ele varırsan
Şeker söyle kaymak söyle bal söyle
Gülüm gülüm kırıldı kolum
Tutmuyor elim turnalar ey
Ah gülüm gülüm yar gülüm
Kız gülüm gülüm turnalar ey
Eğer bizi sual eden olursa
Boynu bükük benzi soluk yar söyle
Gülüm gülüm kırıldı kolum
Tutmuyor elim turnalar ey
Ah gülüm gülüm yar gülüm
Kız gülüm gülüm turnalar ey
Allı turnam ne gezersin havada
Arabam kırıldı kaldım burada
Gülüm gülüm kırıldı kolum
Tutmuyor elim turnalar ey
Ah gülüm gülüm yar gülüm
Kız gülüm gülüm turnalar ey
Ne onmamış kul imişim dünyada
Akşam oldu allı turnam dön geri
Gülüm gülüm kırıldı kolum
Tutmuyor elim turnalar ey
Ah gülüm gülüm yar gülüm
Kız gülüm gülüm turnalar ey
Arap atın iyisine binerler
Mor çiçeğin koyusuna konarlar
Gülüm gülüm kırıldı kolum
Tutmuyor elim turnalar ey
Ah gülüm gülüm yar gülüm
Kız gülüm gülüm turnalar ey
Keskinli Hacı Taşan
TURNALAR
Kalkın turnam kalkın Van'dan sökülün
Ercis'in düzüne konun dökülün
Malazgirt beyinden biraz sakının
Onlar avcı, sizi vurur turnalar
İnin Pasinlerde edin niyazı
Bir gece mekan'ız Erzurum sazı
Çıkın Nar Dağı‘na geçirin yazı
Orda da durmayın gidin turnalar
Erzurum kalabalık girmen şivana
Yolumuz düz gider uğramaz Şam'a
Cilbec Boğazı‘ndan geç Erzincan'a
Orda da kalmayın gidin turnalar
Erzincan çukurdur kalkın havaya
Kemah dedeleri dursun duaya
Çilhoroz Dağı‘ndan Hasanova‘ya
Orda da kalmayın gidin turnalar
Hasanova derler sizin yurdunuz
İkindine ora iner ordunuz
Gidin Mevlana'ya dökün teliniz
Orda da kalmayın gidin turnalar
Urfa’da yatıyor İbrahim Halil
Gaziantep'tedir makamı celil
Huduttan geçerken sorun bir delil
Ordan doğru Şam'a gidin turnalar
Şam, Halep, Beyrut durmayın geçin
Kahire suyundan üç yudum için
O bab'ı selamı bir gece açın
Orda da kalmayın gidin turnalar
Zivin Kalesi’nin horon düzünden
Elleri martinli avcı izinden
Karaköse’nin kuzey yönünden
Bir kanat çırparak uçun turnalar
Turnam geçin Erzurum’un sağından
Viran kalan Erzincan’ın bağından
Şahne çimeninden Köse Dağı’ndan
Hanzar Sazlığı’na konun turnalar
Gitmeyin Tokat’a tez gelir yazı
Önünüze çıkar Yenihan düzü
Meleşir şimdi koyunla kuzu
Sivas’a doğru dönün turnalar
Kırmızı şalvarlı Hafik elinden
Yuva olmaz sazlığından gölünden
Aşınca görülür Seyfebeli’nden
Gölçekler Gölü’ne konun turnalar
Tez gelir Kazova’nın baharı yazı
Önünüze gelen Yenihan düzü
Çiftlikli çimenli koca Sivas’ı
Ulaşın köyüne konun turnalar
Turnam başka yolun yoktur orda kal
Vermezsen mektubu edersin vebal
Sorarlarsa kimin ya bu arzuhal
Bütün sevenlerden deyin turnalar
Soraralar Reyhani deyin ki yasta
Derlerse gelmez mi deyin heveste
Yaz şimdi mektubu ihlastır posta
Fatiha pulumdur verin turnalar
Aşık Yaşar REYHANİ
…
İnsan, semah döndü turnalarla
Haber saldı yavukluya
Haber saldı dosta
Göç eyledi turnalar
O diyardan bu diyara
Kâh mevsim getirdi
Kâh yağmur, kar
***
2)
“İnsanlar neden bu cennet dünyayı
Önce cehenneme çevirir ve sonra
Cennete gitmek için uğraşır”
Hallac-ı Mansur
Bilge turna başlarında
V uçuşuyla
Himalayalardan
Uzaklara
Çook uzaklara uçtular
Bakışları
Yüce dağların üstünden
Yağmurlara karışıp
Şimşek şimşek çaktı
Özlem duyduğu topraklara
Anadolu’ya doğru uçtular.
Turnalar,
Daha varmadan Anadolu’ya
Yolda rastladılar bir kalabalığa
Üryan püryan soymuşlar bir adamı
Kırbaçlıyorlardı ahalinin ortasında
Kamçı değdikçe çıplak tenine
Acı acı ses dağılıyor
Ses adamdan değil
Kamçının yarık yarık kestiği vücuttan
Sordu kalabalıktan biri diğerine
“Kim bu adam? Suçu ne?”
“Hallac-ı Mansur” dedi adam.
Ve ekledi
“Suçu zındıklık! Enel Hak dedi. Cezası ondandır”
Bir, iki, üç, beş, on
Elli, yüz kırbaç
Kırbacı vuran da
Sayı sayan da şaşırıp baştan saydılar.
Lime lime yarıldı
Kan kızıla boyandı vücut
Acı çekmiyordu adam
Ölmüyordu adam
Hiddetlendiler
Öfkeden kudurdu kadılar
Kestiler
Ellerini ayaklarını
“Sarardı bak” diye gülüştüler
“Kan kaybetmekten sarardım”
Diye mırıldandı Hallac-ı Mansur
Cellâtlar bile tahammül edemedi
Yaptıkları acıya
”Öl” diye bağırmaya başladılar.
Ahaliye bağırmaya başladı kadılar
“Taşlayın zındığı, taşlayın zındığı”
Zalimler acı görmeye susamış
Ahali taşlamaya başladı
Ölmüyordu Hallac-ı Mansur
Hızını alamayan kadılar
Önce dilini
Sonra da başını kestiler
Turnalar
Bütün olanları
Gökyüzünde döne döne izlediler
Yola çıkan turnalar
Elvermedi yürekleri
Oldukları yerde döndüler ha döndüler
İnsanın insana yaptığı zalimliğe
Dayanamadılar daha fazla
Ağladılar
Ağladılar
Ağladılar…
Kırbaç ile lime lime ettiler
Sözlerimi anlamadan çattılar
Başım kesip bir kenara attılar
Hallac-ı Mansur’um darda
Hak bendedir benim donda
Deyip yürüdüm Hakka
Cahil sürüsü cehaleti giyinmiş
Ateşle karıştırıp nuru
Yürüdüler seçemeden
Yürüdüler
Ellerinde taş, sopa
Ağızlarında küfür
*
Gören iki gözlerimi yumunca
Telli Turna ağlıyordu kanımca
Tüm acımı yüreğime gömünce
Dayanamayan can duramaz darda
Darda acı çeken bilir
Bilir elbet fetva veren
Veren zalim, ölen benim
Benim insan, öldüren, ölen
Ölen kurtulur hani
*
Hakkı kendisinde göremeyen cahil
Hak yolunda ölmeyi ne bilir gafil
Yükledim, yürekte acılarım gezer
Doğmadan hazırdı gireceğim mezar.
Turnalar
Gördüklerinden utandılar
Yürekleri elvermedi
Yolun en başındaki gördüğü acıya.
Başlarını çevirdiler gökyüzüne
Gözleri ufukta
Gönülleri uzaklarda
Çok uzaklarda
Hep birden
Gözleri bulut bulut olmuş
Yağdı yağacaktı
Birbirinin kulağına fısıldayarak
“Sabredelim hele
Yüreğimiz çelikten olmalı
Gidecek daha çok yolumuz var.
Görecek nice zulümler olacak
Bunlar daha başlangıç” dediler.
Uçtular
Uçtular
Uçtular
***
**
*
3)
Zaman tünelinden geçen
Gökyüzünün semazenleri
Turnalar
Bir hışımla
Geldiler Malazgirt Ovası‘na
O
Ova
Kapısı
Kavimlerin
Kapısı derler
Ne savaşlar görmüş
Nicesi yolun bulmuş
Yüzlerce yıl önce
Anadolu’ya
Bu savaştan
Çok önce
Giren
Var
Toz duman içinde bu ova
Uçtular gökyüzünde
Ziyaret tepesine doğru
Varıp tepenin başında
Döndüler
Döndüler
Türk ordularının karşısında
Öbek öbek insan deryası
Savaşa tutuştular
Malazgirt Ovası’nda
Toz bile
Duman olurken
Kızıla bürünmüş rengini
Birbirine sordu turnalar
“Savaş yeni mi başladı?”
Bilge Turna, başını salladı sağa sola
“Tam otuz üç yıl önce
Bugün en çetini
En şiddetlisi
Hem de en kanlısı”
“Ne zaman biter” dedi içlerinden biri
“Daha on beş yıl sürecek
Varmak için Efes’e” dedi Bilge Turna
Gelen geçen tarttı boşla doluyu
Kimler yurt edindi Anadolu’yu
İki ordu Malazgirt’te kışladı
Diyojen onulmaz zafer düşledi
Dinler arasında savaş başladı
Gelen geçen tarttı boşla doluyu
Ölecekler ölmeye ant içtiler
Azrail’le dövüşmeyi seçtiler
Türkmenlere kapıları açtılar
Kimler yurt edindi Anadolu’yu
Anadolu’yu Türklere
Alpaslan açtı deseler de
İnanmayın siz erenler
Malazgirt Savaşı‘ndan birkaç yüzyıl önce
Göç etmişler
Çok başka dinlere mensup Türkler
Hem de az değil sayıları
Ölenler yitip gitti
Kalanlar topladılar ölenleri
Din, dil, ırk ayırımı yapmadan
Üstünde canlı
Bağrında ölen
Kucakladı toprak bütün insanı
***
**
*
4)
“*Faydasız ilim şifasız ilaca benzer…
Bilmediklerini bilenden öğren.
Bildiklerini de bilmeyenlere öğret.”
Muhyiddin İbnül-Arabî
Turnalar
Daha başlamadan yolculuklarına
Kan görmekten
İnsanın insana zulmünden.
Sıkıldı ruhları, bunaldı bedende
“Az soluklanalım” diye
Uçtular bir dağın başına
Döne döne beklerken
Bir çığlık koptu.
Bir adam
Tepiniyordu dağın başında
Bir yandan da
“Sizin taptıklarınız benim ayağımın altındadır”
Diyordu.
Bunu duyan olur da durulur mu hiç?
Toplandılar zamanın ulemaları
“Muhyiddin Arabî’nin
(Allah benim ayağımın altındadır) dediğine hükmettiler.
Küfür saydılar
Anlayamadılar
Anlaşılması için
Ölmesi gerektiğini biliyordu Muhyiddin Arabî
(Sin sına girdiği zaman
Muhyiddin’in kabri ve muradı anlaşılır” demişti
Öyle de oldu
Tez elde sehpayı kurdu ulu ulu ulemalar
Yağlı urgan yağlara yatırılmadan
Oracıkta idam ettiler Muhyiddin Arabî’yi
Bunu gören yavru turna
Sordu bilge Turna’ya
“Hep böyle mi göreceğiz?
Zulüm, işkence ve ölüm.
Yok mu başka yolu?” der.
Bilge Turna:
“Özünü görecek ayna aranma
İnsandır insanın gerçek aynası
Ahret dedikleri hani nerede?
Budur canlıların gerçek dünyası”
Not: Aradan asırlar geçti
Muhyiddin İbnü'l-Arabî’nin mezarı ve bu sözleri söylediği yer bulunup orası kazılır. Kazdıkları yerden bir küp altın çıkar.
İşte Muhyiddin’i Arabi de buna dayanarak (Taptığınız ayağımın altında var) demek istemiş ama o zaman bunu kimse anlayamamış ve Muhyiddin’i yi haksız yere idam etmişler) buyurdu.
***
**
*
5)
“Güneş gibi ol şefkatte, merhamette
Gece gibi ol ayıpları örtmekte
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette
Ya olduğun gibi görün
Ya göründüğün gibi ol”
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî
Niceleri geldi geçti
Mevlana’da şarap içti
Şems hak kapısını açtı
Dağa taşa baktı gitti
Bilge Turna
Mevlana’nın içtiği
Hak şarabına dem vururken
Şakıyıp ötmeye başladı
Cemreler düştüğü anda
Hak bendedir benim donda
Mevlana’nın dergâhında
Döne döne hara vardım.
Harda yanmanın ne olduğunu
Bilge Turna’dan başkası bilemezdi elbette.
Turnalar, bir olaya şahit olurlar
Kötü kazanç ile inek satın alan adam
İçi elvermez ineği Hacı Bektaş’a götürür.
"İnek helal değildir" der Hacı Bektaşi
Kabul etmez.
Adam ineği Mevlana'ya götürüp bağışlar
Mevlana ineği alınca, adam sorar;
"Hacı Bektaş ineği almadı sen neden aldın?" der.
Mevlana:
"Biz bir karga isek
Hacı Bektaş-ı Veli bir şahin gibidir.
Öyle her leşe konmaz" der
Adam Hacı Bektaş-ı Veli'ye gelir
Anlatır olanları
Hacı Bektaş-ı Veli:
"Bizim gönlümüz su birikintisi ise
Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir.
Bir damlayla bizim gönlümüz kirlenir
Ama onun engin gönlü kirlenmez." der.
Uzaklara baktı bilge Turna
Yumdu gözlerini
Bütün Turnalar
Bilge Turna’yı
Sessizce beklediler
Damarımda kızıl kanda
Can buluyor beden canda
Âdem bende ben Âdem’de
İnsanım ben insanoğlu
Et kemik içinde
Biraz kan
Biraz canım
Gerçek bende yalan bende
Ne ararsan vardır gende
İşte geldim ben bu donda
İnsanım ben insanoğlu
Et kemik içinde
Biraz kan
Biraz canım
Tevrat, Zebur, İncil, Kuran
Dört kitapta hakka varan
Korkusuzca dâra duran
İnsanım ben insanoğlu
Et kemik içinde
Biraz kan
Biraz canım
Yürüyorum yüküm ağır
Cahillerin gönlü sağır
Sesin çıksın biraz bağır
İnsanım ben insanoğlu
Et kemik içinde
Biraz kan
Biraz canım
Can tartacak dara bende
Sonsuzluğu ara bende
Bir kalbim var yara bende
İnsanım ben insanoğlu…
Et kemik içinde
Biraz kan
Biraz canım
***
**
*
6)
Hararet nârda’dır, sac’da değildir,
Kerâmet sendedir, tâc’da değildir.
Her ne arar isen, kendinde ara,
Kudüs’te, Mekke’de, Hâc’da değildir..”
Hacı Bektaş-ı Velî
Turna sürüsü
Bir Konya’ya
Bir Kırşehir’e
Mekik dokur adeta
Hacı Bektaş ile Mevlana tekkelerinde
Göç yollarında
Büyülü sözler düşmez dillerinden
Görünce keramet sahibi insanları
“Huzur’u divana bir gün varırsın
Kendi cenazeni kendin yıkarsın
Kendi namazını kendin kılarsın
Musalla taşında sen Hacı Bektaş”
Naim Tuncalı
Kılıç bile çıkmaz kında
Açlar doyar bizim handa
Hacı Bektaş semahında
Pir önünde dara vardım
Vardım divana durdum
Durdum tek ayaküstünde
Üstünde dolaştım
Dolaştım ateşlerde
Aslan ile ceylanı bir kucakta taşıyan
Var sen de Hacı Bektaş Velî döşüne yaslan
O, gönüller sultanı Şahlar şahı ulu pir
Pir elinden içilir, tas dolun taşıyan
Her can giremez canım erenlerin cemine
Pirler önünde darda, içinde yok ise nar
Bu dergâhta insandır hem kıble hem Kâbe
Hırka olmaz her aba, gerek yok ki yemine
Gelen geçen uluları
Ol Muhammet Alileri
Hacı Bektaş Velileri
Duydum işte gidiyorum
Gidiyorum aka aka
Aka aka sonsuzluğa
Sonsuzluğa her gün biraz daha
Biraz daha yaklaşarak
Uçtular hep birlikte
Uçtular Suluca Karaca Höyük‘te
Yaklaştı
Seyid Muhammed bin İbrahim Ata’nın
Yani, Hacı Bektaş’ın yanına
*
Düşümde dün Pir‘i gördüm
Beni elden geri gördü
Selam verip gönlün aldım
Can çıkmış bir deri gördü
Destur alıp huzra vardım
Karşısında divan durdum
Elimi eline sürdüm
Tırnağımda kiri gördü
Dedim güldür bu derdiğim
Göğsüm açıp da gerdiğim
Hakkım için can verdiğim
Sır uğruna seri gördü
Pir‘in sözü yüce, yüce
Aşk kokuyor hece, hece
Yaşayacak nice, nice
Her sabreden Pir‘i gördü…
***
**
*
7)
“İmdi ol Sultanın sırrını sakla.
Az söz söyle. İnançlı ve bağlı ol.
Kavgalı yerden kaç, uzaklaş.
Bilmediğin kişiye yakın olma.
Düşmanlığı sabit ve ilerlemiş kişi ile dost olma.
Hiç kimsenin düştüğü kötü duruma,
uğradığı bir musibete gülme.
Kendinden ulu kimselerle mücadeleye girişme.
Doğru (müstakim) ol,
sıkıntıları ve felaketleri sabırla karşıla.
Abdal Mûsa
Hacı Bektaş ve Mevlana
Anadolu erenleri
Abdal Musa hem Kaygusuz
Anadolu erenleri
Kucaklayıp kurdu kuşu
Yoksulların hayal, düşü
Yol gösterir ulu kişi
Anadolu erenleri
Erenlerin haktır yolu
Her birisi ayrı Veli
Abdal Musa Kızıl Deli
Anadolu erenleri
Göklerin barış sultanları
Turna kuşları
Yetişemez oldu Anadolu’daki olaylara
Her zaman acı mı yaşanacak bu topraklarda?
A-oğul
Elbette kansız olaylar da olacak
Doğa sevgisi
İnsan sevgisi
Ve barış
İşte turna kuşunun ta kendisi
Barış içinde
Ne güzeldir yarış
Kardeş kardeş menzile varış
İnsanın insanca yaşaması
Yeryüzündeki bütün canlıların
Birlikte uyumlu olması
Anadolu Türkmenlerinin
Kanla olmayacak elbette
Haksızlığa başkaldırısı
Kılıç, kalkan sesinden uzak
Nefes alacak canlar nefes
Nice analar ağlamayacak
Gözyaşı dökülmeyecek
Kan akmadan
Can çıkmadan
Sevgiyle oynaşacak canlılar
Börtü, böcek
Kurt, kuş
Sevgiyle kucaklaşacaklar
Şeyhler himmet verirse, müritleri uçarmış
Destur verdi erenler, arşa çıktı kulları
Şeyhler himmet ederse, çiçek öyle açarmış
Gül kokusu serpilip, sevdalının yolları
Bundan sonra sevgi var, kırmasınlar dalları
İnsan bahar gibidir, bin bir koku saçarmış
Kimi canlar terk etmek istemez bu elleri
Dinleyenler çok olur, sevgi diyen dilleri
Sen ne dersen de canım, aşk insan seçermiş
Analardan başkası anlamıyor halleri
Abdal Musa
Kâh yoldaştır turnalara mavi göklerde
Kâh ceylandır
Geyik olur dolaşır dağlarda
Mazluma kucak açar
Zalime duvar örer
Yuyup yıkar kirlenmiş özleri
Nerde, nasıl doğmuşuz biz, ne kıymeti vardır bunun?
Yücelere ağmışız biz, marifettir temiz bir öz.
“Su” diyene yağmışız biz, değeri var bütün anın
Her zerreye değmişiz biz, üstümüze değmesin toz
Yeniliğe çağmışız biz, içimizde saklı gûman
Gönlümüzü eğmişiz biz, baş eğmedik hiçbir zaman
Nefsimizi boğmuşuz biz, dilemedik ahd-ı aman
Ha ölü ha sağmışız biz, içimizde yanıyor köz
Dost bahçede bağmışız biz, bizde olur özün kurdu
Gam tasayı yığmışız biz, aç olanın aştır derdi
Bir noktaya sığmışız biz, bizi âlemlere sordu
İlim ören tığmışız biz, her örgüden haz alırız.
Öyle inan ki
Beslediği kinden utansın
Hoşgörünün karşısında
İnandığı dinden utansın
Öyle acı çek ki
Ateşi gözlerinde
Acısını yüreğinde hissetsin
Öyle sev ki
Nefretinin duvarları bile sevgiyle örülsün.
Öylesine özlemle bekle ki
Bir gülüşünü görmek
Çektiğin acılara değsin...
Güneyden başlayıp kuzeye doğru
Ilgıt ılgıt esen yele sor bizi
Sol tarafımızda derin bir ağrı
Bağımızda bülbül, güle sor bizi
Gedavet yelidir, başa esende
Sorgusuz sualsiz darda asanda
Yanan günün suyu, Abdal Musa'da
Türküler çığıran dile sor bizi
Cehennemi baştanbaşa yürüdük
Ateşler içinde ayak sürüdük
Şekilden şekle girip eridik
Dikenler içinde yola sor bizi
Yıllar yılı hasret kalır yurduna
Koyun olup meler durur ardına
Nice türkülerin derman derdine
Mızrabın vurduğu tele sor bizi
Birçok derdi yorgan gibi örtüne
Rüzgâr ektiklerin oldu fırtına
Eğilip de bir bak ayakaltına
Çiğneyip geçtiğin çula sor bizi
Seven gönlünde yanan bir harız
Menekşe, gül, sümbül, lalede yârız
Doğadaki bütün çiçekte varız
Hem arıya hem de bala sor bizi
Bir dağın
Bir vadinin
Bir bozkırın
Bir ovanın
Bir mekânın masalı da
Türküleri de
Yediği içtiği
Barındırdıklarıyla bütünleşir.
Dört iklim yaşanır Anadolu’da
Kültürü örülen hırka gibi
Gördüklerine inanamadılar
Turnalar şaşkın
“Keşke Abdal Musa gibi erenlerle dolup taşsa bu topraklar” dedi bir Turna
Bilge Turna
“Gül elbette dikenlidir.
Her zaman diken avuçlanmaz.
Gülü koklamayı bilmek gerek” dedi.
***
**
*
8)
“Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü
Bana seni gerek seni” Yûnus Emre
“Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil” Yûnus Emre
Telli turnalar,
Mekik dokumaya devam ederler
Mevlana, Hacı Bektaş
Ulu kişiler arasında
Taptuk Emre kapısında
Kırk yıl çile dolduran
Bir garip Yunus
Bilge Turna bile
Tahmin edememiş bu kadarını
Turnalar hep beraber
Semah dönercesine
Havada döndüler
Döndüler
Bir ağızdan
Bakalım düne, bugüne, yarına
Neler demişler Yunus adına
Uyan da gör çağın tamahkârını
Düşünene çattı duy Yunus Emre
Emek veren asrın emektarını
İnsan köle etti duy Yunus Emre
Zalimin emrine girdi âlimi
Zindanlar çürütür oldu kâmili
Kendisini aşan insan ilimi
İnsanlığı yuttu duy Yunus Emre
Savaşlarda kimin için ölenler
Ömür boyu çeker sakat kalanlar
Cellâdı kınayıp ödül alanlar
Ak güvercin sattı duy Yunus Emre
Söyle ne etmeli yürek yakanı
Yıkılıp gidiyor gönül mekânı
Sevginin temeli edep erkânı
Ahlaksızlık uttu duy Yunus Emre
Artık bozulmuştur dünya düzeni
Kör göz ile bu evreni gezeni
Sözde çoğalıyor okur yazanı
Gülüm nefret tüttü duy Yunus Emre...
Yunus Emre
Halkın diliyle yazdı
Halkın diliyle söyledi
Halkın diliyle ağladı
Şehirlerden inip köye
Derelerden akıp çaya
Donatalım boydan boya
Bilim ile bilim ile
Nice özler yıkayalım
Ana dilden okuyalım
Nakış, nakış dokuyalım
Kilim ile kilim ile
Sustu Bilge Turna
Bekledi gözleri kapalı.
Aç kurt gibi havayı kokluyordu
Çağlar sonrasını görür gibiydi
Yunus Emre’den sonra olacakları
Tedirginleşti
Hayra alamet değildi bu bekleyiş
Kendini tutamayıp
Yine de sordu genç turna
“Kötü mü bundan sonra olacaklar?”
Biraz sessizlik oldu
Bilge Turna, gözlerini açıp
Baktı soran Turna‘nın gözlerine
“İstersen gidip birlikte görelim” dedi.
Yavaşça havalanıp yola koyuldular.
Uçtular
Uçtular
9)
Yılları kovaladı yıllar
Başlarında bilge Turna
Karış karış dolaştılar
Baştanbaşa Anadolu’yu
Tanık oldular nice iyi ve kötüye
Söğüt’ün Domaniç Yaylası‘nda
Varıp Ahi Şeyhi Edebali’ye ulaştılar.
Göründüler bu ulu kişiye
Koklaştılar, söyleştiler.
Şeyh, gözlerini çevirdi gökyüzüne
Uzaklara
Çok uzaklara bakıyordu.
Tez haber saldı
Oğuz Türkmenleri
Bozok boyunun, Kayı kolundan
Ertuğrul oğlu Osman’a
Osman
Yiğitler yiğidi
Gözü pek
At binip
Kılıç kuşanan
Savaş ustası
Azimli
Ufku geniş
Yiğit adam
Vardır elbette
Şeyh Edebali’nin bir bildiği
Haber üzerine
Atlar atına, dörtnala gelir dergâha
Gelir de öper Şeyh Edebali’nin ellerini
Oturtur karşısına
Edebali konuşur Osman dinler
Yer dinler gök dinler
Gökyüzünde ebemkuşağı
Kuşağı renk renk havada büken
Büken var mı yiğit bileği
Bileği güçlü, yüreği pek
Pek çok insan sıraya girip
Girip içeri dara dursa
Dursa dünya, dönse dünya
Dünya can yeri
Yeridir ey civanım
Ata bindi bir yiğit
Yiğit meydanda sınanır…
O günden sonra
Düğün dernek kuruldu
Osman, Şeyh Edebali’nin kızı
Malhun Hatun ile evlenir.
Yiğitler yiğidi Osman
Söğüt Ovası’nın
Domaniç Yaylası’nda
Bir yandan Anadolu’da
Toplarken himayesine beylikleri
Bir yandan da
Akınlar yapar üst üste
Rum diyarına
Çağ savaş çağı
Gücü olan kazanır
Can derdinde can
Can pazarı bu meydan
Meydan toz duman
Kılıçlar girmez kına…
Bir sürü varsa ihtiyaç vardır çobana
Tarihler boyu yöneten biri çıkar
Şeyh Edebali bir buyruk verdi Osman’a
Şahlandıkça akıncılar başı çekiyor
…Meydanlar sesten, kılıç kında şakıyor
…Can tenden uçar, insanın kanı akıyor
Güce güç katarak zapt edildi yurtlar
Osmanlı’ya boyun eğdi Anadolu
Başa geldi nice dert üstüne dertler
Baş kesildi, kan döküldü dolu dolu
…Usanmadan at üstünde yol aldılar
…Her geçen gün biraz daha bolaldılar
Hanlık, hem başbuğluk beğenilmedi
Başa geldi padişahlık unvanı
Savaşlar yüzünden canlar gülmedi
Bütün halklar mutlu etti bir hanı
…Diyecek yok padişahın halına
…Hak zeval vermesin sultan malına
Sığmadı Söğüt Ovası
Domaniç Yaylası‘na
Kuzeyden güneye
Doğudan batıya
Her geçen yıl
Biraz daha büyüdü
Büyüdü
Büyüdü
Kuruldu İmparatorluk
***
**
*
10)
“Ben yitirdim ben ararım
Yâr benimdir kime ne
Gah giderim öz bağıma
Gül dererim kime ne
……
Kelp rakip böyle diyormuş
Güzel sevmek pek günah
Ben severim sevdiğimi
Günah benim kime ne
Nesimî'ye sordular ki
Yârin ile hoş musun
Hoş olayım olmayayım
O yâr benim kime ne“
Nesimi
Nesimi’nin derisinde
Uluların gerisinde
Ateşlerin birisinde
Yanmak için kora vardım
Varmakla olur mu hiç
Hiç uğruna ölmez insan
Vardır elbet
Başka başka hesaplar
Sürüdeki bir turna
“Biraz nefeslenelim” dedi Bilge Turna’ya
Baktı gözlerine
Baktı gözlerinin taaa içine
Olacakları gördü Bilge Turna
Derin bir iç çekti…
*
Başına geleceklerin farkındaydı sanki Nesimi
Hallac-ı Mansur’un devamıydı bu topraklarda
“Enel Hak” diyordu çekinmeden
Düzene isyan
Düzenbaza isyan
Hemen harekete geçti
Dönemin yöneticileri
El-Müeyyed Şeyh'in emriyle
Yakalarlar bu ulu kişi
Şeyhler şeyhi Nesimi’yi
Topladılar halkı bir meydana
Yatırdılar kurbanlık koyun gibi
Başladılar yüzmeye
Diri diri derisini
Düşünmezler ileri
Ne de gerisini
Vicdana geldi toprak
Kesmekte zorlandı bir kez
Vicdana geldi bıçak
Cellât bu
Ne ah dinler
Ne de aman
Kalmamış
Din, iman
Hem de ahlak
Ölmeden öldürülmek için
Şam'da yüzdüler diri diri derisini
Bir hafta beklettiler meydanda ölüsünü
Bilge Turna
Ağlıyordu
Neden ağlamasın ki
Gördüklerinin en ağırı
Can dayanır mıydı bu zulme?
Yumdu ağlayan gözlerini
Bütün turnaların huzurunda
Seslendi herkese
Mayaya kızılmaz süt bozuk ise
Kırdıkları kırk eder mi?
Sohbeti beceriksiz, hat bozuk ise
Oturduğu yer fark eder mi?
Küçükler büyüğe baş kaldırmışsa
Sahibine bile it saldırmışsa
Suç kimdedir deme cep doldurmuşsa
Kurduğu ev, bark eder mi?
Katran dediğiniz olmuyor şeker
Boşuna kaynatma cinsine çeker
Âşık kara bağrın ne diye yakar
Yoldan bir gün çark eder mi?
Çark eder mi erenler
Erenler cemi bozuğa kapalı
Kapalı kapıyı açmak gerek
Hallac-ı Mansur’u dara yazdılar
Baba İshak ordusunu bozdular
Nesimi’nin derisini yüzdüler
İnsan kanlar içti, duyun erenler
Duyun erenler duyun sesimi
Bu yol hakkın, hak yoludur
Yürüyemez her can bu yolda
Mansur’dan Nesimi’ye
Daha nice canlar
Sırası gelen
Elbette yanacak kızgın sacda…
***
**
*
11)
“Kötü ve Çirkin işlerle uğraşan insanlar
Hak’tan uzaklaşmışlardır.
Cehennem işte budur.
Cennetle cehennemi
Başka yerde aramak saçmalıktır.”
Şeyh Bedrettin
…
„Yağmur
yağıyordu boyuna.
Sözü onlar alıp
dediler ona :
"- Daha pazar
kurulmadı
kurulacak.
Esen rüzgar
durulmadı
durulacak.
Boynu daha
vurulmadı
vurulacak!"
Karanlık ıslanırken perde perde
belirdim onların olduğu yerde
sözü ben aldım, dedim:
"- Ayaslug şehrinin kapısı nerde?
Göster geçeyim!
Kalesi var mı?
Söyle yıkayım.
Baç alırlar mı?
De ki vermeyim!"
Nazım Hikmet
Şeyh Bedrettin
Düşünen
Düşünceyi eyleme aktaran bir bilge
İsyan eder haksızlığa
İsyan eder şeriata
Sultan Mehmet Çelebi
Baktı ayağına dolanıyor
Baktı insanları uyandırıyor
Ailecek sürer İznik’e
Buraya gelir de boş mu durur sandınız
Yine çeker başını isyanların
Okudukça düşünür
Düşündükçe
İktidar ve zenginliğin
Yoksulluğun değişmezliğini
Eşitliğe aykırı görür şeriatı
Halkın çektiği acılara yaklaşmış
Eşitliğin öbür dünyada değil bu dünyada
Gökyüzünde değil
Yeryüzünde olduğuna inanır
İnanır da
Başkaldırır haksızlığa
Kendi kişiliğini
Kendisine verilen unvanları reddedip
Toprağı birlikte işlemek
Ürünü birlikte kaldırmak
Paylaşımı birlikte yapmak
Bütün zenginlikleri ortak kullanmak
Hoşgörüsüzlüğün egemen olduğu dönemde
Din ve dil fark etmeden
Bütün insanların eşit olduğunu haykırır
Hem de
Devrin en kötü dönemi
Osmanlı Devleti
Fetret Devri’nde (Bunalım Devri)
Börklüce Mustafa, Karaburun'da
Manisa’da yakalanan Torlak Kemal
Üç yerde üç isyan
Bir isyan daha
Bitip tükenmeye başladı Bilge Turna.
Turnalar endişeli gözlerle sordular
“Bu nedir yine?” diye
Bilge Turna,
Gözlerini gezdirdi kalabalık üzerinde
Suskun suskun baktı
Bir Turna bozdu bu suskunluğu yine
“Yine mi can alacaklar?
Yine mi hak diyeni asacaklar?”
Başıyla, onaylar gibi salladı
“Yine bir ulu kişiyi hakka kavuşturacaklar”
Dedi Bilge Turna.
“Ne zaman son bulacak
İnsanın insana zulmü?” dedi genç Turna
“Kötüler, hainler var oldukça
Çağlar geçse de
Olacak insanın insana zulmü”
Dedi Bilge Turna
Ve sonra
Börklüce Mustafa Karaburun'da
Torlak Kemal Manisa’da
Şeyh Bedrettin Edirne’de
Yakalandı birer birer
Astılar Bedrettin’i
Çırılçıplak
Serez çarşısında
Eğdi başını bir yana
Bilge Turna
Telli Turna dokundu sesinin tellerine
Başladı yürekler titremeye;
İnsanın donunda geldim dünyaya
Bugün gider yarın yine gelirim
Ben can taşıdıkça ölür bellemen
Bugün gider yarın yine gelirim
Nereden gelip de nere gidişim
Çok mu önemliydi mezarda taşım
Ben de bilmiyorum kaç milyar yaşım
Bugün gider yarın yine gelirim
Toprak deseler de sudandır genim
Benden önce gelen bilmem kaç benim
Vatansız bir canım sevgidir dinim
Bugün gider yarın yine gelirim...
Dedi ve sustu.
Başını öne eğdi
Yine uzaklara
Çok uzaklara daldı gitti
***
**
*
12)
“”Mürşit eteğinden tutmuşum destim
Bu idi muradım erişdi kastım
Bilmem sarhoş muyum neyim ben mestim
Erenler verdiği doluyu gördüm
Kalender Abdal’ım koymuşum seri
Şükür kurban kestim gördüm didarı
Erenler serveri gerçekler eri
Sultan Hacı Bektaş Veli’yi gördüm
(Kalender Çelebi)
Ali ile aldı aklım hubların hanı
İntizarda koydu bu garip canı
Yaktı kül eyledi aşk od’u beni
Söyündürür gözlerimin yaşı var
Kalender der daim metheder dilim
Muhammed Ali’nin yoludur yolum
Bektaşiyim benim maksudum balım
Her kişinin bir kolaya tavşı var“”
(Kalender Çelebi)
Turna sürüsü
Dağları, ovaları aşıp
Zaman tünelinden hızlıca geçtiler
Dönüp dolaşıp
Sanki başa döndüler
Bir kez daha geldiler.
Bektaş Dergâhı‘na
Hacı Bektaş‘ın soyundan
Kalender Çelebi
Yoksul halkı gözeten
Osmanlı‘ya karşı
İsyan bayrağını açar
Kalender’in İsyanı
Devamıdır Babailer isyanının
Olacaklar Bilge Turna’ya malum olmuş
Dokundu sesinin tellerine
Yumdu yine gözlerini
Ne ararsın kızıl kanda
Can taşırım ben bu donda
Hak Âdem’de Âdem bende
Yürüyorum nur içinde
Dört kapıya çoktan vardım
Dördünde de kendim gördüm
Kırklar Meclisi‘ne girdim
Duruyorum dâr içinde
Ne sınıfım ne sınırım
Yoktur benim bir kenarım
Dört maddeyle ruhta varım
Eriyorum sır içinde
Nicesini çöle saldım
Nicesini yakın kıldım
Gönüllere vuslat oldum
Yanıyorum yâr içinde
Ben insanı mabet saydım
Her lokmada ayrı paydım
Var olalı Sina'daydım
Dönüyorum tur içinde...
Birden uzak uzak diyara gitmiş gibi
Yorgun düştü telli turnalar
Bir yer bulup konmak istediler
Etrafı gözetleyip
Uygun bir yer buldular
Haziran sıcağı
Maraş’ın Nurhak dağlarında
Başsaz Yaylası
Baskına uğrar Kalender ve adamları
Yenilirler
Hem Kalender’in
Hem sağ kolu olan
Başı kesilir Veli Dündar’ın
Kesik başları
Atar atının terkisine
Sadrazam İbrahim Paşa
Gönderir İstanbul’a
“Zafer nişanesi!” diyerek…
Kalender Çelebi düşüncesini taşıyanlar
Katledilseler de
Bu düşüncelere bağlı olanlar
Daha da devam edecekler
Turnalar
Hiç kalkamadılar kondukları yerden
Devam etti söylemeye.
Kaynağı hiç eksilmeyen pınarım
Gazel döküp hem yeşeren çınarım
Gönüllerde ateş olup yanarım
Ey erenler, yine geldim merhaba.
Balık ile okyanusa dalarım
Rüzgâr ile toprakları yalarım
Deli gönlüm yücelere salarım
Ey erenler, yine geldim merhaba.
Türlü nebat oldum geçmiş çağlarda
Kurda, kuşa yoldaş oldum dağlarda
Dolaşa dolaşa viran bağlarda
Ey erenler, yine geldim merhaba.
***
**
*
13)
Çılgın ve ihtiraslı, acımasız iki deli gördük!
Cehennem her zaman sıcak değilmiş!
Diğer adı;
Beyaz ölüm!
Bilge Turna
Artık şaşırmaz oldu olanlara.
Bu toprakların her yanında
Oluk oluk kan aktı
Geldiklerinden bu yana
Beklediler olacakları
Solumaya bile vakitleri kalmadı
D(A)ğın en doruklarında
Az(R)ail utancından ağlarken,
Ayr(I)ntıya giren heykeltıraşın
Büyü(K) hünerini sergileyerek
Bir and(A) onbinlerce
Kar ada(M)ının heykelini yapması gibi!
Bir varm(I)ş
Bir yokmu(Ş)
…............Sarıkamış derler bir beyaz ölüm
…………Öldüm hasretinle öldüm be gülüm
……...Söylesin destanımı dilin dudağın
…....Anlatsın, susmasın yakın - uzağın
….Öyküsü olmuşum bu koca dağın
Oy ben sana ne diyeyim ey Sarıkamış?
Vay ben sana ne diyeyim hey Sarıkamış!
…................Sarıkamış derler kefensiz ölüm
…………Öldüm hasretinle öldüm be gülüm
……...Genç teğmenler gelmiş, asker öğütler
…....Soğuğu giyinmiş bizim yiğitler
…..Şahidim olsun oy, yıldızsız gökler
Oy ben sana ne diyeyim ey Sarıkamış?
Vay ben sana ne diyeyim hey Sarıkamış!
Gözlerimden dökülen yaşlar gibi
Sıcak bir çorba düşler gibi
Ninemin anlattığı masallarla başlar gibi
Başlamasına başladık da
Bu masal, efsane değil
Roman değil, hikâye değil;
Yıl bin dokuz yüz on dört
Çılgın, ihtiraslı, acımasız iki delinin
Düşman askerinin bile yapmadığını, yapamadığını
Kendi askerine kıyarak
Doksan bin insanın
Aç, açık, yarı çıplak
Kendi komutanları tarafından
Zalimce ölüme zorlanmasının,
Öldürülmesinin destanıdır!
Rengini kaybettim gecenin
Işığın bir yönü olmalı
"Durduğun yerdir dünyanın merkezi" derler
Beyaz gelinliği giyinmiş doğa
Allah bile karışmıyor
İnsanın insan katliamına
Zulmün zincirleri
Zamansız şakıdı yüreklerde
Işığını esirger oldu tepemizden ay
Vay anam vay
Vay ki vay
Aç karnına diz çökerek yaslandık
Üstümüzden esen ayaz vuruyor
Namluya mermiyi süremez olduk
Gözümüzü kar beyazı vuruyor
Umurundaydı sanki güneşin
Granite dönmüş kalbi paşanın
Kötülük bile kendinden utandı
Utancını gizleyemedi güzellik
Bu dağlar, yüce dağlar
Anam ağlar
Yârim ağlar
Bacım ağlar
Ağlar ki varsa soyum
Bu dağlarda
Ölümden özge yolum kalmadı
Deşmeyin kangren olmuş yarayı
Kar sorma Yemen'den gelen donsuza
Tanrı ile çoktan bozmuş arayı
Mabet tarif ettirme imansıza
Süngü batırılmaz yatan cansıza
Yere batsın tacı, tahtı, sarayı
Ateş mi gösterdin çıplak yensize
Kelam edilmezmiş meğer densize
Gözüme soktular kömür karayı
Düşmüşüm sonsuzdan daha sonsuza
Yönünü şaşırdı esen tipi
Önünde savrulur hayatımız
Ölüm hep mazluma düşer
Parası olan varsıl
Yaşar ha yaşar
Korkudur asıl korkulan
Unuttum dediğim anlarım geçer aklımdan
Özlem duyuyorum şimdilerde
Atalarımın geçtiği kutlu çağa...
...
Karlara sığınıp
Gölgeleri siper alıp
Özümüzü ölümle terbiye ettik
Vakit yok
El açıp yalvarmaya
Biz bir olup
Dikenden bal yaladık a'balam;
Dört yanımız aç kurtlar sarıyor
Utancından, kurşun adres soruyor
Azrail şehvete mi daldı acep
Ölümden öte bit, uyuz vuruyor
Lal oldu
Dağlar taşlar
Konuşmaz oldu kurtlar kuşlar
Acep nedendir bana küskünlükleri?
Ölüm dışında kimseler konuşmuyor benimle
Ben lal
Dilim lal
Paşa bir kez ferman buyurmuş
Karanlıkta kurşun öter
Açlık ayazdan da beter
Arkadaşım üstü açık
Kar üstünde cansız yatar
Yatar bir adam
Adam buzdan beter
Beterin beteri bu olsa gerek
Yanı başında
Çarığı yırtık
Mintanı paralanmış bir onbaşı
Baktı gökyüzüne
Baktı uzun uzun
Ve uzattı ellerini
Tepsi gibi parıldayan dolunaya
Ayın gölgesiydi alnına düşen
Bağbozumu rengi geldi aklına
Biryana yatmış kan kırmızı şarap şişesi
"Hey gidi günler hey" dedi içinden
Bu ne güzel bir hayal
Hayal meyal vardı evine
Evine üşüşmüş çoktan kargalar...
Bu ne beceriksiz can imiş
Çıkmaz oldu bir türlü tenden
Ne tarafa gitsem
Cehennem benimle
Erzurum'da kış
Yemen'de yaz
Günahım solda
Sevabım sağda
Yazan melekler varmış
Hangisine seslensem acep
"Yaz melek, bunu da yaz"
Ayaz
Yaz
Az
"Kader" dedikleri bu mu?
Ey Azrail
Neredesin?
Ben böyle kaderin!..
*
Bu gidişe karşı koyup
Duramazsan ağlatırlar
Çevik olup ondan önce
Vuramazsan ağlatırlar
En asil kan damarında
Yenecek güç şamarında
Sen düşmandan hesabını
Soramazsan ağlatırlar
Yollarından engelleri
İllerinden çengelleri
Kollarından zincirleri
Kıramazsan ağlatırlar
Bunca yıldır kan kokuyor
Sarıkamış Dağlarında
Analar ağıt yakıyor
Sarıkamış Dağlarında
Nöbet tutar beyaz ölüm
Kısım kısım, bölüm bölüm
Kardelen çiçeği gülüm
Sarıkamış Dağlarında
Paşalar asker öğütler
Hava soğuk donmuş gök, yer
Kar kefende koç yiğitler
Sarıkamış Dağlarında
Tüfeğini kucaklamış
Tabakadan tütün sarmış
Ayaz kesmiş geceden kış
Sarıkamış Dağlarında
Dizim dizim dizilmişler
Defterlere yazılmışlar
Şafaklardan süzülmüşler
Sarıkamış Dağlarında
Bir dağ ki adım
Atası değil yâr
Ötesi sonsuz
Berisi imansız
Seheri yok ıssız dumansız
Senden bir destan istedim
..............Son mektubumda
Gecenin buz soluyan vaktinde
Düştün aklıma nereden bilmem
Böyle apansız
......Zamansız
Kim söyledi sana kim?
Soğukların titrek yüzünü sevmediğimi
Işığın karanlıkta eridiğini
Suyun kör kuyulara yürüdüğünü
…O diş kıran soğukları söyle kim?
"Enverland" trenlerinin kara zift soluğu
İstasyonsuz
Makassız
Raysız kalasıca gelişinde Alaman’dan
Ve Naciye Sultan tebessümünde
Saraya damat oluşunda hırsın
.....Ne varsa cümlesini anlatırsın
......Susmaksızın cevabı mektubunda
.......Olur mu?
Ben kefenini giyinmiş
Güveyiyim bu dağların
Sen sarayda iç güveysi
Portakalsın, morca narsın?
Beslemesi, süslemesi
Emperyalist Almanların
Bakan sensin, nazır da sen
Esas duruş, hazır da sen
Bal kaymaklı huzur da sen
Ecelimi giyinmişim
Yoktur gayrı bugün, yarın
Son mektubumda
.....Bir destan istemiştim senden
Unutmadın değil mi?
Destan ki
Taa üstünde destanların...
Taş kesildi dalda kuşlar
Sarıkamış Dağlarında
Çamur-çaylak dik yokuşlar
Sarıkamış Dağlarında
Ben üşürüm
Anam ağlar
Ben donarım
Yârim ağlar
Göğsümde yâr mendili var
Titresem tenimi ovar
Sus ey sesim, anam duyar!
Sarıkamış Dağlarında
Dayanılmaz açlığım
Midemdeki öd suyu
Ağzım buruş buruş
Tarih köhne, kilit paslı
Konya, Ilgın ve Sivaslı
Kim demiş ki asker yaslı
Sarıkamış Dağlarında
Biz değil
Bizim yerimize bu dağlar yaslı
Ölüme gönderilmişiz
Yürütürler ölüme uslu uslu
Gittiğimiz düğün zaten
Kalk borusu zar, zor öten
Yâr gülüşü vatan: sen, ben
Sarıkamış Dağlarında
Bu dağlar başka dağlar
Kardelenler
Karı delip çıkar bazen
Sarıkamış Dağlarında
***
**
14)
Of ki ne of
Gökyüzünün sultanları
Gelinlerin tacı
Barışın elçileri turnalar
Çok ama çok yoruldular
Bu topraklarda gördüklerinden
İçlerinden biri:
“Sarıkamış’ta beyaz ölüm
Burada nasıl olacak?
İstersen artık dönelim
Ben kaldıramıyorum bunca acıyı” dedi
Bilge Turna
“Sen de şahit olasın diye
Birlikte geldik Anadolu’ya
Daha olacaklar var
Bekleyeceğiz çaresiz” dedi
Hep beraber endişeyle
Başladılar olanları seyretmeye.
Dokundular bir ağızdan
Seslerinin tellerine
Bakalım neler neler demişler
Neler gelmiş bu bilgenin diline.
Bütün dünya göründü
Çanakkale önünde
İşgalci tüm düşmanlar
Çanakkale önünde
Gözler çıktı yuvadan
Dağlar ile ovadan
Ölüm yağdı havadan
Çanakkale önünde
Kılıç girmez kınına
Susamışlar kanına
Kastı varmış canına
Çanakkale önünde
Oluk gibi aktı kan
Yarılmıştı gök o an
Uçup gitti binlerce can
Çanakkale önünde
Çanakkale geçilmez
Bu elden su içilmez
Ölmeyince göçülmez
Çanakkale önünde
Oy
Anam
Can anam
Oy ki ne oy
Hali harapmış
Benim güzel anam
Oy anam, Anadolu’m
Havada döner olmuş
Öbek, öbek leş kargaları
Kara, kapkara bağrını yarıp
Ciğerini parça parça etmeye
Kanlı kanlı, lokma lokma yutmaya
Ant içmişler benim güzel anam
Sahipsiz sanmışlar vatanı
Ne de çabuk unutmuşlar
Toprakların altında
Vatanın uğruna
Cesurca ölüp
Kefensizce
Yatanı
Anam
Oy
*
Bilge Turna,
Topçu başçavuş
Kademlioğlu İsmail‘e
Görmek için göz
Duymak için kulak
Söylemek için dili oldu
Bakalım ne demiş
Kademlioğlu İsmail Çavuş için
*
Gözler kapanır mı hiç, kan damlasa busene
Gözler oldu analar yollarını bu sene
…Busene, yarin dudakları değer sanma
…Değer sanma sakın gökteki ırahmet
…Irahmet yerine kan damlar
…Damlar topraklara
…Topraklar filize dursun diye
Can pazarı yapılır mı ölümle?
Çanakkale, çanak çanak kan oldu
Kim hesaba duracakmış zulümle
Her dökülen damla, yine can oldu
“Çanakkale‘den geçip,
Haydarpaşa’da şekerli kahve içeceğiz”
Diye rapor etmiş İngiliz komutan.
“Denizin dibinde
Tuzlu zıkkımı içtiler.
Bizim yurda göz dikenin
Gözleri çıksın emi”
Dedi İsmail başçavuş.
Cephede;
Yaralanıp yere düştü, orda sarıldı yarası
Ateşi sedyede açtı, yoktu ölümle arası
Vurulup düştüğü yer olursa ki vatan
Ölüm bile vız geliyor, böyle öğretmiştir atan
Dövüşür
Yaralı bir kurt gibi
Yurdu söz konusuyken
Duyar mı İsmail başçavuş acı
Gördükçe ağlıyor dökülen kanı
“Herkes önce yurdum, evim” der.
Alman Batarya Kumandanı’na;
“Ateş altında kaldık, siz ateş edin” diye
“Haber saldık be canım,
Alman Emperyalizmi, dönek ve kalleş çıktı.
Sarıkamış’ta olduğu gibi
Sattılar bizi Çanakkale’de de.”
Doğmayacak mı sanırsın akşamları batan güneş
Her gecenin sonu elbet aydınlığa çıkar oğul
Gördüğünüz ihanetler, içten büyüyerek olur
Bil ki, ağaçları mutlak öz kurtları yıkar oğul
Oğul, ey oğul
Oğul oğul can oğul
Oğul ola vatana
Vatana kurban ola.
İsmail başçavuş’un gözleri dolu dolu olur.
Hala ufuktadır nemli gözleri.
Başını daha da kaldırır
Bakar ufuk ötesine
İki damla yaş süzülür gözlerinden
İsmail Doğaner
90 yaşında 04.04.1972 tarihinde Burdur’da vefat etti.
Bilge Turna‘nın gözleri doldu
Kademlioğlu İsmail Çavuş
Anadolu’dan bir yiğit
Analar doğurur da böyle yiğidi
Telli Turna
Yanık yanık şakımaya başlar
Dünyanın en büyük donanmasıyla
Birleşti ordular Çanakkale'de
Ölüm kusan bütün makinesiyle
Karargah kurdular Çanakkale'de
Yedi düvel süngü süngü dayandı
Bebek kurşun sesi ile uyandı
Toprak baştan sona kanla boyandı
Çok yiğit vurdular Çanakkale'de
Ali, Veli, Ahmet, Hüseyin, Cemal
Hekimdi, marabaydı, kimi de hamal
Ölmeyi emreden Mustafa Kemal
Ölüme vardılar Çanakkale'de
Son kez yavuklu resmine bakıp
Hakk’a giderken türküler yakıp
Mermiye karşılık süngüyü takıp
Düşmanı yardılar Çanakkale'de
Gökyüzünden ölüm yağdı bütün yıl
Taşların, toprağın rengi oldu al
İnsan kanı derelerden akan sel
Candan can verdiler Çanakkale'de
Kapladı semayı içli ağıtlar
Böyle bir destana yetmez kağıtlar
Ardına bakmadan giden yiğitler
Hesabı sordular Çanakkale'de...
Telli Turna,
Buğulu gözlerle baktı ufka
“Bu millet bir kahraman doğurdu
Bu öyle bir kahraman ki,
Boyunduruk altına girmeyen Gökbörü gibi
Bu millet bir ilahi güç çıkarttı
Adı Mustafa Kemal”
Dedi ve döndü diğer turnalara
“Bu kanlı savaşa
Var mı sizlerin de diyecekleri?”
Turnalardan biri:
“Olmaz mı hiç. Ben anayım
Ben yavukluyum.
Olmaz mı hiç.
Çıksın nağmenin tınısı”
Yumar gözlerini dişi Turna
Gözleri dolu dolu…
Bir çığlık geliyor
Analardan başkasının göremeyeceği derinlerden
Anneliğin tarifi yok, dengi yok
Her dilde bir anaların ağıtı
Gözlerinden akan yaşın rengi yok
Her dilde bir anaların ağıtı
Dişleri dişlerine
Elleri ellerine kenetlenmişti
Toprağın yağmura duyduğu açlık
Dağların, yaylaların esintisi
Bütün ana, anasından ders alır
Ana, elbet söyleyecek söz bulur
Seslerinin yanıklığı ayn-olur
Her dilde bir anaların ağıtı
Kınalanmış nasırlı elleri
Bağrında ter
Tırnağında toprak kokan analar
Acının bile özlemi varmış
Feryat edip yüreğinin közünü
Ağlayarak söyler birçok sözünü
Ağıtlarla gelin eyler kızını
Her dilde bir anaların ağıtı
Hangi ana başlatmıştır savaşı
Allahuekber Dağları’nda
Çanakkale’de
Sakarya’da
Dumlupınar’da
Kimlerdir?
Dökülen kanların günah taşı
Bütün öfkesini acılarda gülüp geçerek
Davulla, zurnayla asker uğurlar
Askerini mani ile ağırlar
Duyamaz feryadı gönlü sağırlar
Her dilde bir anaların ağıtı
Namus olur
Ar olur
Kimi zaman
Törelere kurban giden kızına
Çırpınır da yetişemez tozuna
Ellerini vura, vura dizine
Her dilde bir anaların ağıtı
Fırından çıkmış ekmek buğusu
Yaylaların esintisi
Yüz bin acı yaşar
Gizlenmiş gözyaşlarında
Sevdasını haykırır yeryüzüne
Ana acısına dayanmaz dağlar
Acıya dayanır karalar bağlar
Haykırır dilleri cesurca çağlar
Her dilde bir anaların ağıtı...
Ağladı söyleyen dişi Turna
Hıçkırıklarına karıştı gözyaşları
Sanki öldürülen yarım milyon canın anasıydı
Yarım milyon ana adına gözleri kanlı yaş döktü.
Ayırmadan birini diğerinden
Hıçkırıkları durmuyordu bir türlü
Bilge Turna
Kanadıyla, ağlayan dişi turnanın dokundu.
Teselli edercesine
Bekledi sessizce
***
Her savaşta olduğu gibi
Bu savaş da bitti
Beş yüz binden fazla insan öldü
Beş yüz bin ana
Çığlıklar içinde doğurduğu
Beş yüz bin can
Yitip gittiler
Beş yüz bin ananın ciğerine
Beş yüz bin ateş düştü
Beş yüz bin insan
Aynı toprakta yatıyor kucak kucağa
Turnalar
Yorgun ve bitkin
İndiler yere uçtukları gökten
Yumdular gözlerini
Açmaya cesaret edemediler.
Bir turna; “Anadolu
Ne biçim ocakmış” dedi mırıldanarak
Bilge Turna:
“Bekle
Daha çetini var sırada
Bu defa çok dağınık
Çok daha kanlı” dedi
Ve kanat açtılar Anadolu’ya
Bir sonraki acıları görüp çekmeye.
***
15)
İhanetin tahtı
İmzaladı Sevr’i
Paylaştılar Anadolu’yu işgal güçleri
Boğazlar İngilizlerin kontrolünde
Ve Yunan askeri Ege’ye çıktı
Akdeniz’e İtalyanlar
Güneydoğu’yu Fransız ve İngilizler
Kuzey Doğu Anadolu’yu
Ermeni çeteleri işgal etti.
19 Mayıs 1919
Karanlık üstüne
Bir güneş doğdu Samsun’dan
Kararlıydı
Ölmeye çoktan gönüllü
Sarışın bir Gökbörü
Başlattı Milli Mücadele’yi
Erzurum ve Sivas’tan
Söylemekten
Ses telleri yorulur Bilge Turna‘nın
Şakıyıp söyler
Söyler
Söyler
Karlı dağda kar üstünde bayrağı yorgan yaptın
Sen âşık, ışık ol, canla, başla yüreklendir, can
Sen ki yatmadan, altında kanlıca toprak öptün
Ey oğul, mürekkep sanma, yazan kalem döker kan
Uyku tatmadı insanüstü, bu yüce insan, önder
Var gücünle bu genç nesle, cumhuriyet kurdun sen
Darda ülke, parsellendi, hak ışığından gönder
Arzuhal-i söylemekten bak utanır oldum ben
Dokunduğum kılkopuzda alevlendi ellerim
Söylemeye dilim varmaz, kilitlendi dillerim
Kara sakal, kara peçe, geçilmiyor yollarım
….Geçit vermez karşı dağlar, açmadan çiçekleri
…..Uzaklardan gelen caza oynuyor köçekleri
Kurtuluş şehitlerinin kemikleri sızlıyor
Gaflet, delalet içinde yatanları izliyor
Toprak, topraklıktan çıktı, kurtarıcı gözlüyor
….Geçit vermez karşı dağlar, açmadan çiçekleri
…..Dağlar ağlar, utancından eridi saçakları
Aç açık Anadolu insanı
İşgal edilmiş
Yurdun dört yanı
Toprak anadır
Toprak namus
Toprak vatan
İşgal edilir de bu topraklar
Durur mu hiç yurdum insanı
Kölelik nedir bilmez
Yaşamamış
Baskılara isyan etmiş asırlardır.
Bu işler olur da durulur mu hala
Canından vazgeçer
Özgürlüğünden asla
Yelesi kesilmiş aslana benzetir kendini
Baş eğmemiş asla dağların kurdu
Asaleti özgürlüğünde saklıdır
Devam eder Bilge Turna
Dokunur telli sesine
Gün gelir görürsünüz, kalkan dumanı tozu
Başınıza inecek Anadolu balyozu
Trablusgarp, Yemen ve Çanakkale, Sakarya
Zindan oldu mabetler öksüz öksüz bakar ya
Kızılırmak, Menderes, Fırat, sessiz akar ya
Gün gelir görürsünüz, kalkan dumanı tozu
Ne suçu var kuşların, uçmak idi işleri
Prangaya vurdunuz insandaki düşleri
Köpekleri saldınız, topladınız taşları
Başınıza inecek Anadolu balyozu
Kopacaktır elbette fırtına
Bir gün
Haklı da haksızdan soracaktır hesabı
Boşa değil anaların feryadı
Sorulacak elbette
Anaların gözündeki yaşların hesabı
Öğütlerine devam eder Bilge Turna
Oğul oğul can oğul
Çağlar boyu han
Kimi zaman kağan oğul
Şahlığı beğenmeyip
Padişah olanlar
Bizi ne hale getirdi gör ve öğren
Sana yakışmaz
Ne şah
Ne de padişah
Sen, özgürlüğüne düşkün
Sen, dağların kralı Gökbörü
Sen, sana yakışanı seç
*
SANMA sakın milleti, anasından çok uzak
Anasını alır da getirirse YANINA
Her gözünü yumanın uykularına KANMA
ŞANINA yaraşanı yapacaktır elbette
Yapacaktır elbette üzerine düşeni
Düşeni kaldırmak görevdir
Kalelerin hepsini fethettiğini SANMA
ÖPECEKTİR dudaklarım o zafer bayrağını
KONMA ak güvercinim Zülfikar’ım kanda
Hakkı bilmeyen, mala TAPACAKTIR elbette
Elbette sahipsiz değil
Değil bu topraklar asla
Asla boyun eğmedi
Eğmedi bu hal
YAPAR yapacağını, zaman en iyi ilaç
TEPECEKTİR bu silah, kurtaramaz seni ÜN
Bakarsın bu fırtına Kocatepe’den KOPAR
GÜN be gün hava ağır, KOPACAKTIR elbette
Kopacaktır elbette fırtına
Fırtınanın şiddeti şaşırtmasın kimseyi
*
İlkem için vurdum demir yumruğu
Özgürlük kazınmış ezelden özüme
Bayrağı bilmeyen ne bilir tuğu
Namertler merhem süremez sızıma
Bir ateş düşürdü yakıyor dağı
Su serpemez asla yanan közüme
Koparmış ipini çevirdi çağı
Daha utanmadan bakar yüzüme
Bağban dövüp talan ettirdi bağı
Kar yağdırdı baharıma yazıma
Yürüyen çok mezar var, dolaşan ceset gördüm
Bir bileni arayıp; ‘’Kim bunlar’’ diye sordum
‘’Her çağ mertle birlikte döneğini var eder
Var oldukça ulus size ülkeyi dar eder’’
Demesine dediler
Üçler, beşler, yediler
Bir yalancı tarih
Bir kiralık masa
Akıyor masanın
Her tarafı ayrı tasa
Kalem kırdı
Kusa kusa
Kadılar müftüler.
Sarıkamış dedikleri kar altında kalanda
Doksan bin karçiçeği açıp geldi bugüne
Her biri kanatlanıp, uçup geldi bugüne
Çanakkale’den geçip can buldular çok canda
Sakarya, Dumlupınar, İnönü’den süzülüp
Birer birer yatan tüm şehidi yokladılar
Mustafa Kemal’imden emir beklediler
Her biri Kocatepe sırtlarında dizilip
Uçanların her biri birer ana kuzusu
Sızısı içte saklı, döner durur havada
Sancı vardır filizde, sancı vardır ovada
Can verip, kan ağlıyor Anadolu yazısı
Kanatlanıp Afyon’dan varmak için İzmir’e
Asker oldu her biri, mavi gözlü bir pîre
Doğuda Sütçü İmam ve Karayılan
Ve daha niceleri
Vuruştular kahramanca
Maraş Kahraman
Antep Gazi oldu
Hasan Tahsin
İzmir’de ilk kurşun atan
Sakarya
Dumlupınar ve İnönü
Afyon cenge durdu
Cenge durdu topyekûn Anadolu
*
Bilge Turna
Coştukça coştu
Görünce yurt sevgisini
Görmezden gelemez
Ayrık otu gibi biten
Saray soytarıları hainleri
Bir de
Dokunmadan suya sabuna yaşayanları
Gördüğü asalaklara
Bakalım neler demiş neler?
Bu gidişe karşı koyup
Duramazsan ağlatırlar
Çevik olup ondan önce
Vuramazsan ağlatırlar
En asil kan damarında
Yenecek güç şamarında
Sen düşmandan hesabını
Soramazsan ağlatırlar
Yollarından engelleri
İllerinden çengelleri
Kollarından zincirleri
Kıramazsan ağlatırlar
*
Hava karanlık bu yıl, ay yüzün çevirdi
Kapı sağır, duymuyor; pencere kör, görmez
Uyan Mustafa’m uyan, soysuz çınar devirdi
Ülke nasıl kuruldu? Kendisine sormaz
….Uyanırdı yerde taş, sevgi olsa biraz
…..Uyanırdı, vatana sevgisi olsa az
……Uyanır kara kütük yapmazdı boşa naz
Tenekeden çıktı verilen madalya
Sağı sola girince sol dağa karıştı
Yalayıp yutuyor malı, sümük salya
Dini alıp sattı, terörle yarıştı
….Uzaktan kumanda bizi bizden etti
…..Sepette çürükler yüklerini tuttu
……Şu koca ülkeyi hamutuyla yuttu
Kartal kanatlılar dünkü şahinler
Tekrarlayan papağana döndüler
Meydanlarda dağıtılır tahinler
İçlerinden temizlendi hainler
….İnsanoğlu elbet yorulur bir gün
…..Uzak sanılana varılır bir gün
……Böyle kalmaz, hesap sorulur bir gün
Ve
Hesap
Soruldu
O gün geldi
Gidip Lozan’a
Çizildi sınırlar
Cumhuriyet kuruldu
Anadolu halklarıyla
Başkomutan Mustafa Kemal
İşin çok başındaydı
Asıl büyük savaşı
Cehalet denen paslı zincir
Yaktı ocağı
Kurdu kazanları
Topladı paslı zincirleri
Kaynattı ateşlerde
Sonucu gören bir turna
“İşimiz bitti mi ya bilge?” dedi
Başını salladı Bilge Turna
“Göreceklerimiz var daha
Sabret hele az kaldı” dedi Bilge Turna
Sessizce yola koyuldular…
***
**
*
16)
Cumhuriyet kuruldu diye
İşler bitti mi sandık
Düşman bu
Dur durak bilmez elbette
Kudurdukça kudurdu
İçimizdeki hainler
Din satan din düşmanları
Devşirme itler
Dolaştılar salya sümük
Yeniden kuruldu din pazarları
Sermayesi palavra
Kol gezer oldu
Arap sevici İngiliz itleri
İtleri görünce
Şaşırdı elbette Bilge Turna
Bu kadar ihaneti
Görmemişti bunca asır
*
Bir hain isyan başlattı
Yine aynı yerden
Yine aynı tipler
İsyanı bastırmak için gitti
Yedek Subay
Öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay
Ellerinde kurusıkı mermi
Barış için gitmişlerdi
Olmadı işte
Olmuyor
Zorladılar Kubilay’ı
Korkutmak için bastı tetiğe genç asker
O da ne?
Arap sevici vatan haini, din bezirgânı melun
“Bana kurşun işlemez,
Bakın vurulmadım” dedi
İnandılar
Bunu gören koyun sürüleri
Uydular hain sözüne
Takıldılar peşine
Dediler:
‘’Konuşma, sus, boğarız sesini’’
Es deli rüzgâr es, tutmadan yasını
Savaşta bayrağını yorgan eden yiğit
Ses ver sesime ses
Haydi, sil pasını
*
Uyan sana, ne kaldı çok kullandın izini
Uyansana, takip et atamızın izini
Derini yüzenlerde ne utanma var ne yüz
Derini görüp korkma, bu deniz senindir, yüz
Yaralı Kubilay
Sığındı cami avlusuna
Ama nafile
Hain doluydu her yer
Tohumlarını bırakmışlardı düşmanlar
Kurtuluştan önce
İşte o tohumlar
Yeşerdi fırsat bulunca
Hain Derviş Mehmet
Cebinden çıkardığı eski bağ testeresi ile
Yaralı Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın
Acımadan kesti başını.
Katlettiler
Yardımına koşan bekçiler
Hasan ve Şevki’yi
*
Kim silecek gözünden bu toprağın yaşını
Mezardaki taşını söküp atın başından
Uyanmazsa düşünden, uyandırır çan sesi
Bu millet neden sağır, kim kör etti söyleyin
Neyin var kardeş neyin? Sesin çıksın az bağır
Bak yükümüz çok ağır, dinle biraz can sesi
Nereye böyle? Dur ey karanlıklar yolcusu
Uyan sağcı, solcusu haykır sesini hey, hey
Olmaz deme olur şey, bir duyarsan kan sesi
Bu ne biçim karanlık
Kol gezer
Vahşetin vahşiliği bu topraklarda
Görülmüş mü böylesi?
Kim doğurdu bunları
Bu mu, din dedikleri?
İnsan kesmek mi din?*
Kim öğretti bunlara
Bin yıldır aynı
Bin yıldır utanç
Bin yıldır ihanet
Her yerde aynı
Ağızları salyalı
Uşaklığın pazarında
Sergilenir dururlar
Böylesi hainler
***
**
*
17)
Nazım Hikmet,
Oğuz,
Mümtaz Osman ve Ercüment Er rumuzları ile yazılar ve şiirler yazmıştır.
“Biz kuşlara emanet ettik yüreğimizi
Kendi vicdanında özgür
Kendi gökyüzünde göçebe
Kendi vatanında sürgün “ N. Hikmet
“Karşı yaka memleket
Sesleniyorum Varna’dan,
İşitiyor musun?
Memet!
Memet!
Karadeniz akıyor durmadan
Deli hasret, deli hasret,
Oğlum, sana sesleniyorum
İşitiyor musun?
Memet!
Memet!”
Nazım Hikmet
Anadolu eski Anadolu değil
Az da olsun dingin
Öyle sanıyordu Bilge Turna
Baktı diğer turnalara
Öyle çok fırtınalar gördük ki
Bu yaşlı kalbin nasıl dayandı
Şaşıyorum” dedi.
Olacakları sezen Bilge Turna
Hüzünle toprağa baktı
Başını kaldırıp
Bulutlu gökyüzünü seyretti bir süre
Gökyüzünün nefesini
Özlemek güzel şey
Toprağın sesini
Bir bakmış Bilge Turna
Bir yazar, şair öldürüldüğünü duyar
Bütün ömrü
Yazdıklarından ötürü
Kurtulmamış başı belalardan
Zindanlara atılmış
Dövülmüş sövülmüş
“Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül aldırma”
Demiş, Sabahattin Ali
Henüz 41 yaşında
Duyuldu vahşice öldürüldüğü!
Sırada kim vardı?
Bu topraklar
Bu topraklar
Bu memleket
Bu memleketi yönetenler
Çağlar boyu zalim idareciler
Düşman olmuşlar bin yıldır
Yazara ve şaire
Düşman olmuşlar düşünen insana.
“Sırada kim var ya Bilge” dedi bir Turna
Bilge Turna üzgün ve kaygılı
Şiirin şahı
Uluslararası Türk Şairi
Türkiye’nin yüz akı
Nazım Hikmet
Yazdıklarından dolayı
On bir ayrı dava
Tam yirmi sekiz yıl ceza
Revamı bu bir insana
Başlar mahpusluk yılları
İstanbul, Ankara
Çankırı ve Bursa
On iki yıl yattı mahpus damlarında
Bir af sonucu çıksa da dışarı
Yine sıralanır peş peşe
Davalar bir yana
En kötüsü de ölüm tehditleri
Biliyor Sabahattin Ali’nin başına gelenleri
Biliyor başına gelecekleri
Artık bu yerler zindana döner
Anayurdu yabancılaşır şaire
Arkadaşları çıkartır onu yurtdışına
Sığınır Rusya’ya
Başlar hasretlik günleri
Gelin edip vatanı al duvağa bürürüz
Haydin, dirlik içinde birlik olun da gelin
Dağları duman sardı, kurt durmaz, ateş inde
Ateşinde yanmak için gönüllere yürürüz
Yürürüz ateşlerin üstünde
Üstünde her şeyin, vatan deyince
Bilge Turna’nın
Aklına gelir bir başka şair sözü
Mırıldanır dudaklarıyla onu
“Nazım usta da çekti bilir ama
Sen gel bir de bana sor hasretliği
Aslının aşkından yanan Kerem gibiyim
Haydi
Nasıl dayanırsan dayan hasretliğe”
Can Yoksul
Bir gurbet türküsü gibidir
Nazım ustam
Bir sonbahar rüzgârı gibidir
Hasretlik çekenim
Ben parayı pulu neylerim
Ölüm geldi kapıma dayandı
Dost dost
Halım hal değil
Hele memleketimden uzak
Sevdiklerimden
Ölüm kurdu bize hain bir tuzak
Ağla gözlerim
Dayan yüreğim
Dayan
Dayan…
***
**
*
18)
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, Ankara'da Ulucanlar Cezaevi'nde 6 Mayıs 1972 tarihinde Hıdrellez günü asılarak idam edildi. Gezmiş ve Aslan 25, Hüseyin İnan ise 23 yaşındaydı.
25 Temmuz 1968
Siyasal cinayetlerin ilkiydi
Vedat Demircioğlu.
Kavgasına adını kanla yazdırandı o
Demircioğlu ve arkadaşları
Gencecik insanlardı
Bu genç insanları
Ölümle susturmaya çalıştılar
Hep böyle oldu, asırlar boyu
Hallac-ı Mansur'dan, Nesimi’ye
Şeyh Bedrettin’den bugüne
Ölümle susturacaklarını sandılar
Dar kafalı aptallar
Turnalar çok yorulmuşlar
Uçmaya mecalleri yoktu
Birbirlerine destek oldular
Moral verdiler
Uçtular birlikte
Geldiler Sivas, Şarkışla
Ve Gemerek beldesine
" Ya bilge Turna
Ne işimiz var burada?" dedi bir turna;
Bilge Turna'nın yorgunluğu sesine yansıdı
"Burada başlayacak bütün olacaklar" dedi
Bilge Turna, derin bir iç çekti
"Ben de tükendim“ dedi
Olanları izlemek için
Çekildiler bir kenara
*
Ey
Canlar
Ve Bilge Turna
Tarih boyu gördünüz
Bu topraklarda olanları
Suç mudur haksızlığa başkaldırmak?
Siz söyleyin, insan olmak zor mudur?
Hak bende diyeni meydanda
Diri diri yüzdüler
Sessiz sedasız
Sessizce
Can
Gelin edip vatanı al duvağı takanlar
Haydin, dirlik içinde birlik olun da gelin
Dağları duman sardı, yanıyor, ateş inde
Ateşinde yanmak için gönüllere akanlar
Akanlar
Deniz ve Yusuf,
Yola çıktılar Ankara'dan
Çevrildiler Şarkışla'da
Silahlıydı Deniz ve Yusuf
İsteseler,
Rahatça geçerlerdi barikattan
Hiç kullanmamışlardı silahlarını
.......................öldürmek için
Düşünmemişlerdi bile
Taşıdılar sadece tedbir için
İnsanoğlu özün ver de
Bak derenin akışına
Hele bir yol gözün ver de
Bak ceylanın bakışına
İnsanoğlu hal bilen sen
Bak düzenin kokuşuna
Karanlıkta yol bilen sen
Bir nakış ver nakışıma
İnsanoğlu er yolunda
Canı cana takışına
Nice yiğit ser yolunda
Geldik yolun yokuşuna…
*
Dört Amerikalı’yı kaçırdıklarında
Deniz, Yusuf
O gün bile
Hiç düşünmediler tutsakları öldürmeyi
Yiğitçe karşı koymuşlardı 6. filoya
Çevrildi Şarkışla'da
Deniz ile Yusuf'un yolları
Yer ateş
Gök ateş
Ateş sardı dört yanı
İlk Yusuf oldu
Sırtından vurulup düşen
Geri döndü, koştu Yusuf'a doğru
Bakıştılar birbirine
Kaçırmak istedi
Olmadı
Bir anda fırtına koptu yüreğinde
Kan ağlıyordu içi
Geri dönmek zorunda kaldı
Seğirtti olanca gücüyle
Vardı önünde araba duran kapıya
Hızlı hızlı çaldı kapıyı
Kapıyı açan kadın
Kapattı kapıyı yüzüne
Kapı kilidine ateş etti Deniz
Hesap uymadı
Yaralandı kapının arkasındaki kadın.
Aldı kadının kocasını yanına
Sürdü arabayı
Yusuf'u bıraktığı yere doğru
Bulamadı
"Yusuf'u öldürdüler" dedi. İçinden
Arabasına bindiği adam
Fırıncı Astsubay İbrahim’di
Gemerek'e doğru çıktılar yola
Karısı için üzgün olduğunu söyledi Deniz
Tedavisi için çıkartıp beş yüz lira verdi
Ve ekledi;
"Korkmayın, hırsızlık parası değil
Harçlığımdan veriyorum
Bu on lira da bana yeter." dedi.
Barikatları aşıp
Yaklaştılar Gemerek'e
Belediye hoparlöründen
"Kanun kaçağının yakalanması için"
Anonslar yapılıyordu halka.
Tarlalara yöneldiler
Deniz, arabadan inip koştu
Kovalıyorlardı Deniz'i
Deniz döndü Deniz
Havaya ateş açtı
Silah sesini duyanlar
Dağıldı çil yavrusu gibi.
Kaldırdı sol yumruğunu havaya
Dönüp dağlara seslendi
Ve avaz avaz haykırdı
Duyun beni içim yandı hârınan
Kar verin kanayan yarama dağlar
Geçirmedim güzel bir gün yârınan
Kimler girdi söyle arama dağlar
Tırmanayım yine yüce tepeye
Alıp sakla beni kara geceye
Haykırayım gelmiş geçmiş niceye
Gelen olur mu ki narama dağlar?
Yorgun gözlerim bilmez akıntı
Gönül köşküm bir görseniz yıkıntı
Yeterince geldi bana sıkıntı
Aç şu gönlümü bak yarama dağlar.
Deniz
Karanlıkta koşarak
Bir çukura attı kendini
Hemen bir cigara yaktı
Aklına düştü o anda
Saçları mısır püskülü sevgili
Gökyüzü yine
Yitirdi mavisini
Yine başını
Sardı kara bulutlar
Dumanlı başım
Çılgınlıklara gebe
Irmak düşün
Nice çayları almış
Su ile dolmuş
Irmak düşün gülüm
Engeller delmiş
Coştukça hırçınlaşan
Irmak düşün
Kendi bendin aşan
Sorma be gülüm
Sana çağlayıp taşan
Bu deli gönlüm
Fırtınalar yarattı
Yastığa her koyduğumda başımı
Şafaklar kıskanır oldu düşümü
Gizleyemem
Gözümden akan yaşımı
Umutlara düştü vay deli gönlüm
Coştu yine bugün vay deli gönlüm
Düşlerim sende güzelleşir
Dokunsam saçlarına
Yanar ellerim
Yeniden uçurdum gönül kuşumu
Kapadım gözümü kurdum düşümü
Bütün şafaklar kıskansa da
Çok beladan belaya
Saldım başımı
Yalnızım, lâl oldu suskun dillerim
Sensizliği, sende arar kollarım
Sana yattığım düşlerimden
Her günün doğumunda
Biter yollarım…
Kaldırdı başını Deniz
Defalarca baktı gökyüzüne
Aklına geldi Sabahattin Ali
Diline bir dörtlük doladı
"Görmek istersen denizi
Yukarıya çevir yüzü
Deniz gibidir gökyüzü
Aldırma gönül aldırma"
Sabahattin Ali'yi nasıl öldürmüşlerdi?
Kemikleri bile bulunamamıştı
"Öyle ölmektense, intihar en iyisi" dedi!
Gece soğuktu
Hava buz gibi ayaza kesti
"Teslim ol" sesleriyle irkildi
Her şeye rağmen direnmeliydi
Ölüm de olsa sonunda
Dik durup, onurlu yaşamalıydı
Ve yakaladılar Deniz'i
Gemerek'ten Kayseri'ye
Sonra Ankara'ya getirdiler.
Tutuklanıp hücreye konuldu
Ulucanlar Cezaevi’nde...
***
Yusuf'u
Vurulup düştüğü yerde
Karın üstünde, soğukta
Beklettiler saatlerce
Sürükleyerek götürdüler.
Tekme tokat vuran vurana
Ne saygı vardı
Ne ahlak
Ne de vicdan
Kapattılar bir odaya
Soğuk havada
Yatıyordu boylu boyunca
Yarı baygın, çırılçıplak!
Kan sızıyordu hala yarasından.
Ayazda kalan Yusuf
Zatürree olup komaya girdi
Duyan kulaklara
Duyan yüreklere seslenip
Yorgan olup
Örtmek istedi Yusuf’un üstünü.
Saklanan mızraklar çuvalı deldi
Testiler kırıldı, hayaller kaldı
Sabır, dedik namlu şakağa geldi
Yolumuz gidiyor sonsuza doğru
Gün gelir elbette değişir devran
Saniyeler geçer, değişir evren
Din yüküyle dolmuş gider mi kervan?
Solumuz gidiyor sonsuza doğru
Unutmak için sevme
Sevmek için doğdun
Ağla, gülmek için
Gül
Ağlayacağını bilerek...
Yusuf, önce hastaneye
Sonra da hapishanede hücreye konuldu
Geceler zalimdi
Geceler aman bilmez
Gökyüzünü gizler oldu
Hücrenin penceresi
Yine de özgürlük adına
Uzanıp pencereden
Özgürlüğü
Barışı
Ve bir cümle güzellikleri görmek için
Her gece
Önce gökyüzüne bakar
Sonra yatardı...
***
Ankara’da
Saklandığı evde öğrenmişti
Deniz ve Yusuf’un yakalandığını
Ankara’dan ayrılıp
Ulaştı gece yarısı
Deniz ve Yusuf yakalanmış
Uyunur mu hiç gönül rahatlığıyla
Yumruğumuz sıka, sıka
Artık vurmak zorundayız
Yapılan tüm haksızlığa
Karşı durmak zorundayız
Kapatın adım farkını
Ayırman insan ırkını
Düzenin bozuk çarkını
Terse kurmak zorundayız
Benliğini yene yene
Bilimde yürü en öne
Çağdaşlık yolunda Fen’e
Akıl yormak zorundayız
Kurtulalım artık kirden
Benim gibi nice körden
Yiğit isen zalimlerden
Hesap sormak zorundayız...
Utancından
Bugün erken battı güneş.
Tez bastırdı karanlık
Birbiri ardına
Kaydı yıldızlar
Yine öfkelendi kara bulutlar.
Bir o kadar çıldırmışlardı.
Uzadıkça uzadı bu gece.
Doğmuyordu güneş utancından
Bu gece
Yine ağladı gökyüzü.
Hitler Almanyası’nda
Yahudi çocuklarına ağladığı gibi
Bu gece,
Yine ağladı gökyüzü
Dünyanın bir yerlerinde öldürülen çocuklara.
Âdem’le başlayıp geldim bugüne
Dört kapıyı açan sır bende gizli
Kırklar Meclisi’nde pirler önünde
Divana durduğum dâr bende gizli
Düşümde gördüğüm o nazlı yâre
Aşk badesi içtim yüreğim yara
Yetiş ya erenler düşmüşüm dara
Ezelden ebede yar bende gizli
Biri doğduğumda, birisi demde
İki kere sevdim yaşarken hem de
Hiç giremediğin gönül bahçemde
Erik, elma, ayva, nar bende gizli
Haksızlığa karşı hakkın önünde
Ali olup göründüm aslan donunda
Eyüp'ün çilesi nedir yanında
Türlü türlü dertler var bende gizli
İnsanlara bir kez sevgiyle bakıp
Arayıp yolunu içine akıp
Gönülden gönüle kıvılcım yakıp
İçimdeki ateş har bende gizli
Bir ara
Başladı ağlamaya Bilge Turna
Sordu bir diğer Turna
“Hayırdır ya Bilge, neyin var?”
Bu genç adamın
Burada bitecek hürriyeti
Burada olacak sonunun başlangıcı”
Turnalar çok üzüldü
“Bunların suçu da
Önce yakalanan iki gençle aynı mı? “dedi
Evet der gibi
Salladı başını Bilge Turna
Hüseyin
Deniz ve Yusuf’un
Yakalanmasından bir hafta sonra
İki arkadaş
Canlarını emanet etmişlerdi dayısına.
Sabah Hüseyin ve M. Nekipoğlu
Kapı gürültüsüyle irkilerek uyandılar
Dedesi karşısında
Biraz mahcup bakıyordu
“Teslim ol evlat
Yoksa öldürecekler seni”
Bir yandan da iki gözü iki çeşme
Ağlıyordu dedesi
Hüseyin durdu düşündü
Ve teslim oldu
Neden sonra öğrendi Hüseyin
Öldürülecek korkusuyla
Dayısı şikâyet etmişti
Yusuf hastanede
Deniz ve Hüseyin cezaevinde hücrelerinde
***
Sinan Cemgil
Sivas yol sapağından
Ayrılmışlardı Sinan’dan
Elazığ’da buluşarak
Nurhak Dağlarına çıkacaklardı
Ama kötü bir haber geldi
Elbistan Nurhak’tan
Yıkılıp kaldılar hücrelerinde
Vurulmuşlardı üçü birden
Bir derede yıkanırken
İnekli köy Muhtarı
İhbar etmişti
Sinan Cemgil ve arkadaşları
Alpaslan Özdoğan, Kadir Manga’yı
31 Mayıs 1971
Üç ana
Üç can
Vurdular Sinan’ı
Vurdular Alpaslan’ı
Vurdular Kadir’i
Gözlüğü düştü Sinan’ın
Göremedi hiçbir yeri
Yer bulut
Gök bulut
Ortalık toz duman
Ateş düştü ocaklara
Su kâr etmiyor yanan yüreklere
Oysa
Elazığ yöresinde bir köprüde
Buluşup Sinan Cemgil ile
Çıkacaklardı Nurhak Dağı’na
Nurhak Dağı
Nurhak Dağı
Pusuya düşürdün gençleri
Sinan’ımı fidan iken kestiler
Alpaslan, Kadir’e mermi kustular
Cesetlere saygısızca bastılar
Nurhak Dağı verin bana yavrumu
Ağaç bilir balta ile ölmeyi
Bilir elbet şereflice olmayı
Başaramaz uşak, vatan bölmeyi
Nurhak Dağı verin bana yavrumu
Nurhak dağı mezarlığa dönüyor
Kağnılarda cesetleri iniyor
Her gün birer birer ocak sönüyor
Nurhak Dağı verin bana yavrumu
Sizi gidi kandan medet umanlar
Eksilecek dilimizden amanlar
Eksilmez mi başınızdan dumanlar
Nurhak Dağı verin bana yavrumu
Nurhak Dağı yıkılasın diyemem
Dayanırım karaları giyemem
Yiğit'im olmadan yemek yiyemem
Nurhak Dağı verin bana yavrumu...
Aşkla sınanıp
Ölümle avunurken
Uçurum kıyısında koparılan çiçeğim
Körpecik umutlarım anlamını yitirmeden
Ölüm, yaprak yaprak sardı bedenimi
Güneşe hasret bir kıvılcım
Ölmeden önce öldürülen
Söyle bana ey ölüm
Karşında kaç can, yiğit kesilir?
Hangi ateş tek başına söner?
Bağırsam kim duyar sesimi
Bağrım kurşunlarla delik deşik oldu
Kan yerine acı sızar yaralarımdan
Beni ağlatan kurşun yarası değil
Beni ağlatan
Beni vuranların satılmışlığı
Ben Sinan Cemgil
Selam olsun benden sonra geleceklere.
*
Göstermelik Davalar Başladı
Gerilim içinde geçer duruşmalar
Ortak savunmaları
“Ezenlere karşı verdikleri mücadelelerde
Ölen tüm ezilenlere selam olsun”
Diye başladılar…
Telliler
Telsizler çalıştı
Divan kuruldu yapmacık
Dizi dizi düzen kuklaları
Bu olanlar göstermelik
Fetva çoktan verilmiş
Bir katliamı zamana yaymak
Ve başlar
Başka katliamın intikamı
İntikamın ateşi sardı
Sardı örümcek kafaları
Kafaları kuma sokup
Gövde gösterisi yaptılar.
Tarih affetmeyecek
Bu yanlışları yapanları
***
Mart’ın son günleriydi
Mahpustan kaçtı Mahir Çayan
Topladı arkadaşlarını
Engellemek için idamları
Kaçırdılar Ünye Nato Üssü’nden yabancı görevlileri
Bilge Turna, acı acı mırıldandı
Zor duyuyordu sesini diğer Turnalar
“A bre çocuklar
Sizler ne yapıyorsunuz?
Zalimlerin zulmü hiç eksilmedi tarih boyu
Üç canı
Üç fidanı
Gözden çıkardı cellâtlar
Üçünü boğazlamak için
Üç bin genç gelse de nafile
İçiniz dışınız hain
Çevreniz çeperiniz ispiyoncu
Olmasaydı böyle be çocuklar
Olmasaydı böyle” dedi Bilge Turna
30 Mart
Ablukaya alınır muhtarın evi
Mahir Çayan:
“Erleri geri çekin rütbeliler gelsin
Biz buraya teslim olmaya değil
Ölmeye geldik” diye bağırır.
Emir verilmiş bir kez tepeden
Erim erim eriyesi
“Yakın o köyü
Bir köy eksik kalsın ne çıkar!” dedi Nihat Erim
Gözden çıkartılmış üç fidan
Katletmek için üç fidanı
Kıyacaklar daha nicesine
Emir kan seçmez
Emir can dinlemez
Dokundular tetiğe
Ölüm kustu namlular
Zalimin gözünde her şeyden üstündü kul olmak
Elin itine övgü düzenler
Kendi yiğitlerine gözlerini kırpmadılar
Kustular bütün mermileri
Gencecik bedenlere
Hızlarını alamadılar
Roketi fırlattılar kerpiç eve
Mahir Çayan, Hüdai Arıkan
Saffet Alp, Ahmet Atasoy
Nihat Yılmaz, Şinasi Kasım Özüdoğru
Sabahattin Kurt, Ertan Saruhan
Ve Ömer Ayna
Yan yana on ceset
Oluk oluk kan aktı Kızıldere’den
30 Mart 72
Unutulmaz o gün
Unutulmaz yiğitler
Unutulmazlar
Varsa dostum seni yakan derdini
Dağlar anlar seni, dağlara seslen
Dost bildiğin ele verme sırrını
Dağlar anlar seni, dağlara seslen
Mesken eyle yüce dağlar başını
Gizli gizli gözlerinin yaşını
Senin olan hayalini düşünü
Dağlar anlar seni, dağlara seslen
Dumanına, toprağına, taşına
Börtü, böcek, kurdu ile kuşuna
Darda isen yiğit yaslan döşüne
Dağlar anlar seni, dağlara seslen
Şafak sökmeden önceydi
En karanlık anımda
Ölmek üzereydim
Vahanın yeşilini uzaktan gördüğümde
Bir gece
Karanlık ortasında
Bir başıma ve yalnızdım
Kan aksa da gül yaprağından;
Bin gül tomurcuklanır
Gönül bahçemin toprağından...
Yelken açmışken başka denizlere
Güle kaptan
Güle güle
Bekleme beni
Yürek ister
Fırtınalı denizlerde dolaşmaya!
***
Gün be gün ilerliyor Mayıs
Ölümü bekleyen onlar değiller sanki
Öyle meraklı
Öyle heyecanlılar ki
O anın tarifi
Yaşayarak görülür ancak
Ölümü beklerken bile
Yaşamayla
Halkla-Hak’la
Yurtlarıyla, insanlarla ilgili
Güzel şeyler düşünüyorlar.
Hele Hüseyin, avukatından
“Toprak ve Tarım Reformu Yasa Tasarısı”
İstemesi
Her an ölümü bekleyen insanın
Halkı ilgilendiren yasayı görmek istemesi!
Hüseyin, idam gününe kadar
O tasarıyı inceleyerek geçirdi.
Sıcak bakışlara yabancılaştım burada
Acılarla yoğruldum
Mikrop var yaramda.
Görünmez
Güneş'in doğuşu, batışı
Rüzgâr nereden eser
Bilinmez kışı.
Karabulut olur
Kimi zaman hüzün.
Saat durmuş
Yine de zama zamanı kovalıyor.
Yalnızlık
En yakın dostum.
Efkârlanırım ara sıra
Gırtlağıma düğümlenir kelimeler
Konuşamam.
Suskun,
Yalnızım.
Üstüme kapanmış demir kapılar,
Taş duvarlar arkasına terk edilmişim
Öfkeli yürek
Kenetli dişler
Balyoz gibi kalkan yumruk
Ha indi
Ha inecek...
Kan içinde yüzersin, insanım der gezersin
Öfkeye bin pazarsın, acep sen ne yazarsın
Yürüyen bir mezarsın, dövüştükçe ölümle
Benliğini çaldırdın, ellere özenirsin
Çok canlara saldırdın, acıya bezenirsin
Ne hayatlar soldurdun, durmak nedir bilmezsin
İnsan insanı yerken, dövüşte kim kazanır?
Gövde yere uzanır, can çıkınca bedenden
Ölmek ya da öldürmek, miras mı kaldı dedenden?
Deniz
Avukatı Zeki Oruç Erel’e
“Bizim asılma kararımızı
Çok önceden vermişler zaten
Dileriz ki boş yere ölmüş olmayalım!
Vatan satıcılarının oyunları
Yoksul halkımız tarafından anlaşılsın
Boşa ölmüş olursak
İşte o zaman yazık olur” dedi
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan
Büyüdükçe büyüdüler demir kapılar arkasında
Ölüm,
Onlar için kurtuluş değil
Ölüm
Onlar için kavganın başıydı
Başları dik
Onurluydu duruşları
Üç ana kuzusu
Üç can
Üç yiğit
Üç fidan
Bir gülüşe koşarım
Dostun hayaliyle yaşarım
Bazen doğru gider, bazen şaşarım
Nice dostun yolunda yanarım aslıma
Dosta çullar olurum
Yol içinde yollar olurum
Çiçekten kovana ballar olurum
Yedi kat yerde olsa inerim aslıma
Sevgi yolundan geçip
Gönül kapımı herkese açıp
Kevser Irmak’ından zemzemi içip
Bin tövbe eder, yine banarım aslıma
Bende yüklü kederim
Çoban olup kendim güderim
Topraktan geldim toprağa giderim
Ne olursam olayım, dönerim aslıma
Kan içici yarasalar gibi
Susan ikiyüzlüler
Siz de boğulursunuz bir gün
Bu kan gölünde
Bir
Tufan,
Gümbürtü…
Kopup gelen
Yüreğimizden...
Acılarımızı
Bala sürdük be gülüm…
Şimdi küsmüş gidiyorsun
İnanmam, inanamam asla
Hatırı yok mu geçen günlerin?
Hem ağladık, hem de güldük be gülüm!
Tel tel olduk, hep döküldük be gülüm!
Hüzün bulutunu göğe savur
Bırak çantayı otur şöyle
Kahven nasıl olsun söyle…
Hani çile kaymaktı?
Gelecekti bahar
Gül açacaktı…
N’oldu şimdi?
Dur gitme!
Gitme
Can! ..
Ne bütçe açığı
Ne ülkenin sürüklendiği siyasi felaketler
Varsa yoksa
Üç cana nasıl kıyılacak
Varsa yoksa intikam
*
Ve
Yavaş
Çöküyor karanlık
Günler bitmiş
Zaman dönmüş
Saatler hızla ilerliyor
Sokaklar sessiz
Kapamış gözlerini
Betona vuran topuk sesleri
Çınlatıyor ortalığı
İlim irfan ışığında öğrenerek
………………………..batıllığı yıkmadan
Döle yatsın diye nice güzelliğe
……………………….. tohumları ekmeden
Toprakların üzerinde damla
………………………..alın teri dökmeden
İnsan kendi amacına emek verip
………………………..yorulmadan doyulmaz
Dostlar ile namertlerin üzerine
………………………..beraberce yürümek
Nefsin serip ayakaltı ne güzeldir
………………………..kötülükten ıramak
Gül yüzlümün gözlerinde kaybolarak
………………………..sonsuzluğu aramak
Bunca yıllık hasret ile ince bele
………………………..sarılmadan doyulmaz
Benden sıyrılıp
Biz olduk.
Biz,
Güneşin doğuşuyla
Yeni umutlar yeşersin diye
Umuda yattık.
Sevilmeden sevdik.
Sevgide tattık
Acıyı.
Toprağa tohumu,
Yüreğimize kulağımızı verdik.
Koşmamak için bir boşlukta,
Kendimize inandık.
Kaç zamandır
........ uykularımı bölüyor
..............tenine duyduğum özlem.
Sevda yüklü gecelere hasretim
Kimi zaman öfkelendim
........Torosları aşamayan
.................kuş kanatlarıyla!
Kimi zaman
........Akdeniz'in sıcak şehrinde
.............kabzası sevda yazılı
.................bir bıçak saplandı ciğerime
Canımı acıtıyor
.......gül yaprağı değse bile
Kahrediyor
.......anlamını yitiriyor gecikmişlikler
Gecenin huzurunda
..............sevgi gezdirdim
Acının pazarında
.............umut yazdırdım
Aşk doğuya
Ölüm batıya yol aldı.
Hayat senden yudum
İçtim işte gidiyorum
Acı tatlı tadım
Tattım işte gidiyorum
Gelen geçen uluları
Ol Muhammet Alileri
Hacı Bektaş Velileri
Duydum işte gidiyorum
Sokaklarda insan vuran
Kalem kırıp sehpa kuran
Zorbalığa karşı duran
Gördüm işte gidiyorum
Ey canlarım yolun sonu
Saramadan bir kez onu
İşte şimdi cepsiz donu
Giydim işte gidiyorum…
*
Bir Turna sordu Bilge Turna’ya
“Şimdi ne olacak Ya Bilge?”
“Ben artık çok yoruldum.
İnsanın insana neler yaptığına şahit olduk”
Turna soruyu yineledi
“Bu genç insanları asacaklar mı yani?”
Bilge Turna boynunu bir yana büküp
Yumdu gözlerini
“Diğer zalimler ne yaptılarsa
Bu zalimler de onu yapacaklar. Yani asacaklar!” Dedi
Kalemler kırıldı
Sehpalar kuruldu
Kim ne derse desin
Kim ne söylerse söylesin
Dönüşü yok intikam ateşinin
Alacaklar üç can
Kıyacaklar üç fidana
“üçe üç” dedi
İntikam ateşiyle yanan biri
Yıl iki bölüm derler ay oğul
Kasım günleri
Hızır günleri
5 Mayıs’ta biter Kasım günleri
6 Mayıs’ta başlar Hızır günleri
Her yıl Şubat ve Mart aylarında
Önce havaya düşer cemre
Sonra suya
Sonra toprağa
Yeniden yaşanır her yıl
Ateştir Cemre demek
İlkbahar’ın gelişi
Hayatın kıpırdanışıdır.
Hıdrellez’de
Hastaların iyileşme umududur
Şarkılar, türküler söylenir
Bahardır
Berekettir
Evliliğe niyet tutar kızlar
Canı yakılmaz canlıların
Yerde karıncanın bile
Sakınılır incitilmesinden
İyilik günüdür Hıdrellez
Halkın, haklının
Sevgi ve barışın günüdür Hıdrellez
Bu gece başka gece
Hava bile bozulmuştu
Ankara sisliydi
Ankara suskun
Ankara utancını gizleyemiyordu
Sokaklar küskün
Katiller telaş içindeydi
Kurbanlık kuzular
Bileklerinde ve ayaklarında pranga
Çember çember
Panzerler sarmış dört yanı
Ablukaya alınmış bütün yollar
Puştlar zulaya yatmış
*
HAVAYA DÜŞEN BİRİNCİ CEMRE
DENİZ GEZMİŞ
“6 Mayıs kara gündür
Söndür cellât ocak söndür
İpi taktın Deniz’ime
Döndür cellât yüzün döndür” Can Yoksul
Dağlar küstü
Ovalar yasa büründü
Börtü, böcek suskun
Kuşlar dilini yuttu
Dumanı eksilmeyen başında
Kurtlar
Kuzu parçalıyor döşünde
Oturttular Deniz’i
Yüzün pencereye dönük
Alacakaranlıkta
Loş ışık parlatıyordu idam sehpasını
Bir ara baktı tebessüm ederek
İdam sehpasına Deniz
Ayakları zincirli
Elleri arkadan bağlı
Orada yazdı ailesine son mektubunu
O masada içti son cigarasını
YÜZLERİNİ okşarken yanar oldu ellerim
Söyle bana yar gören oldu mu YÜZLERİNİ
Varmasın bundan sonra sana giden YOLLARIM
YÜZLERİNİ görmesem yine susmaz dillerim
Kırılsaydı ellerin
Lal olsaydı dillerin
Kör olsaydı gözlerin
Boğulsaydı sesin
Duymasaydı kulaklar
Özün sözün bir olmazsa
İkiyüzlü görünürsün
Kader deme olanlara
Düşünmeye erinirsin
Güvenirsen her olana
El vermezsen hak yoluna
Nefsin için bir yalana
Renkten renge bürünürsün
Gel kendini bir kez dene
Her hataya yakma kına
Bir gün sen de ak alnına
Kara leke sürünürsün
Bakma sevdiğim
Bakma bir tanem
Susuz çöle döndüm
Dudaklarım yarık yarık
Körük oldun ateşime
Sana düştü deli gönlüm
Sevdan bende buruk, buruk
Haziran sıcağı değil, içimi yakan
Yüreğimi hoplatan
Dudaklarımı çatlatan
Beni yakan
Beni yakan sen oldun sevdiğim
Yangınlar diyarındayım
Volkana döndü içim
Ağzım alev alev
Toprağın özünden, suyun gözesinden
Süzüle süzüle geldik bu güne
Hayvandan insana daha dönmeden
Büzüle büzüle geldik bu güne
Yaz ayında güneş yaktı kavurdu
Sel aldı emeği yeller savurdu
Doğa bizi yastan yasa çevirdi
Üzüle üzüle geldik bu güne
Sömürenler miras gibi kaldılar
Elimizden nice değer aldılar
Emek verdik, alın teri çaldılar
Ezile ezile geldik bu güne
Benlik aşılmadı bize saldırdık
Nice değerleri ite çaldırdık
İsteyen herkese etek kaldırdık
Dizile dizile geldik bu güne
Hak yolunda nice cenkte vuruştuk
Kavgalarda Yiğit’lerle yarıştık
Çirkinliğe bile bile karıştık
Bozula bozula geldik bu güne.
Türkü söyleyemem
Pek öyle içli değildir sesim
Sana bir şiir okusam dinler misin?
Sen ey...
Seherde tatlı uykularımı süsleyen
Gündüzümün hayali
Gecemin düşü
Gözlerimin yaşı
Uzanırım sana
Gönlümün kuşu.
Haydi,
Uzat bana ellerini.
Alıp başımızı
Seninle varayım yeşil bağlara
Salalım sesimizi rüzgâra
Duyuralım haydi bütün sağlara
Memleketimin dağlarında
Vursun sesime sesin
Kurşun gibi öte öte
Yırtsın karanlığı
Haydi bir tanem
Haydi,
BİRİNCİ CEMRE DÜŞTÜ HAVAYA
MÜJDECİSİYDİ BAHARIN
YÜKSELTELİM SESİMİZİ
OKUYALIM BİRLİKTE
ÖZGÜRLÜK ŞİİRİMİZİ…
Gitme vakti gelmişti
Metin adımlarla yürüdü idam sehpasına
İlmiği boynuna geçirip
Şafağın alacakaranlığında
Ürpertici sessizliği bozarak
Yankı veren bir sesle
Bağırmaya başladı:
“YAŞASIN TÜRKİYE HALKININ BAĞIMSIZLIĞI. YAŞASIN MARKSİZM-LENİNİZMİN YÜCE İDEOLOJİSİ. YAŞASIN TÜRK VE KÜRT HALKLARININ BAĞIMSIZLIK KARDEŞLİĞİ. KAHROLSUN EMPERYALİZM”
Katiller telaşlandı
Acilen tabureyi çektiler ayakları altından
Yarım kalmıştı sözleri
Deniz
50 dakika kalmıştı sehpada
SEVGİ DOĞURDU
UMUT YAŞATTI
ZULÜM ÖLDÜRDÜ BENİ
SUYA DÜŞEN İKİNCİ CEMRE
YUSUF ASLAN
“Ne kar dedim ne de tipi
Yetiştirdim fidan gibi
Benim yiğit Aslan’ıma
Nasıl kıyıp taktın ipi” Can Yoksul
Yusuf
Deniz’in idam öncesi oturtulduğu masaya oturtuldu
İdam sehpası seyrettirildi
Ayaklarındaki zincir çözüldü
Hükmü okundu
Son bir cigara yaktı…
Bütün Turnalar
Ağlayarak seyrediyorlardı olanları
Gençlerin metaneti
Cesareti karşısında
Cesaretlenmişlerdi bütün Turnalar
Ateşi, ateşle
Gülü kanla
Seni canla yıkadım
Bir gariptir şimdi duygularım
Bak çoğaldı bütün kaygılarım
Seninle güzel bende varlığın
Sarmaşık olup sardım seni
Sana verdim bütün sevgilerimi
Yine de
Darmadağın düşlerim
Seni
Nakış nakış işlerim
Anlasana be gülüm
Olmasa kahpece gelen ayrılıklar
Olmasa ölüm
Suratı kızarıyor rengi silik YÜZÜNDE
SORARIM ben kendime bu ne menem bir iştir
ÖZÜNDE çürüyenler benliğini kaybeder
Yaralandım ben kendi yaralarım SARARIM
Yusuf
Tanıdı Birinci Şube Müdürü’nü
“İşkencelere devam ediyor musunuz” dedi
İrkildi Müdür
“Biz öyle şeyler yapmıyoruz” dedi
“Ya elektrikli sandalye” dedi Yusuf
Müdür
“Bizde böyle şeyler yoktur” yanıtını verdi.
Yusuf’a avukatları
“Sigara içer misin?” diye sordular.
“Son bir defa içeyim” diye yanıtladı Yusuf.
Ellere geniş dünya bana neden dar gelir
Yana yana bağrımı yumruklayıp dururken
Kavgalarım yanımda günden güne erirken
Ömrümün baharında şu başıma kar geldi
Zamansızca ölümü bekler idim yâr geldi
Beklenmedik zamanda gelen yâre ne derim
Ölümden korkmuyorum, sevgi dürünür yerim
Kime nedir, genç yaşta ölmek bana ar geldi
İçimi yakar durur hasretliğin yangını
Belki de bir yudum su söndürecek içimi
Halkıma karşı varsa af eylesin suçumu
‘’Duvarı nem yıkarken yiğiti gam yıkarmış’’
Hasretliğin acısı içine bir düşersen
Neler gelir başına, bir gün yoldan şaşarsan
Canım benim
Uzak diyarlardayım şimdi
Çılgına döndü hasretliğim
Ulaşamıyor bir türlü sana sesim
Tutku tutku sevdaydım
Yürek yürek kavgaydım
Katmer katmer gül
Petek petek bal
Demet demet şiirim
Mızrap olup tellerde
Avaz, avaz bağırdım
Türkü türkü söylenirdim
Dağ başında
Çalı dibinde
Bir çobanın dilsiz kavalında
Yanık, yanık ses oldum
İKİNCİ CEMREYDİM
DÜŞTÜM SUYA
YOLDAŞ OLDUM YUSUF’A
Yusuf
Avukatlarıyla vedalaşıp
Gülen bir yüzle
Başı dik
Onurlu bir şekilde
Yürüdü idam sehpasına
İlmiği boynuna geçirip
Gür bir sesle şöyle bağırdı:
“BEN HALKIMIN BAĞIMSIZLIĞI VE MUTLULUĞU İÇİN ŞEREFİMLE BİR DEFA ÖLÜYORUM. SİZLER BİZİ ASANLAR ŞEREFSİZŞİĞİNİZLE HER GÜN ÖLECEKSİNİZ. BİZ HALKIMIZIN HİZMETİNDEYİZ. SİZLER AMERİKA’NIN HİZMETİNDESİNİZ. YAŞASIN DEVRİCİLER. KAHROLSUN FAŞİZM..!”
Yusuf
Katillerin
“Sehpaya vurun” böğürmelerine inat
Kendi sandalyesine kendi tekme attı
SEVGİ DOĞURDU
UMUT YAŞATTI
ZULÜM ÖLDÜRDÜ BENİ
TOPRAĞA DÜŞEN ÜÇÜNCÜ CEMRE
HÜSEYİN İNAN
Dede soyundandı Hüseyin
Hıdır idi babasının adı
İnanışa göre
Ölümsüz peygamber Hıdır baba
Baharın muştucusuydu
Oysa şimdi
Bir deli rüzgâr
Duvarlarını yalıyor mahpushanenin
Işığında Hûda ile buluşup
Ben idim âlemde ulu görünen
Gökyüzünde bulut dolaşıp
Ben idim yağmurla dolu görünen
Türlü nebat ile toprağa serip
Hayvanın postunda ol şekle girip
Kendi suretini balçığa verip
Ben idim aslanda Ali görünen
Kan kalesi denen şehirler kurup
Kâmilin yanında kemale erip
Eyüp'ün derdine sabrını verip
Ben idim nebide veli görünen
Ne olduğun görüp kendin bilmişe
Özüne bürünüp dersin almışa
Gecenin sonunda darda kalmışa
Ben idim Hızır’ın eli görünen
Yetmiş iki millet insan dininde
Hem zalimin hem mazlumun yanında
Hacı Bektaş, Abdal Musa donunda
Ben idim o Kızıl Deli görünen
Canlara virane gönül köşküyle
Neyzen'in elinde tas tas içkiyle
Bir ateş düşürüp Leyla aşkıyla
Ben idim Mecnun'a çölü görünen...
İdam sehpasın seyretmesi için
Deniz ve Yusuf’u oturttukları masaya
Oturttular Hüseyin’i de
Amaç belliydi
Katiller
Boyun eğişlerini görecek
Zevkten bir hal olacaklardı
Ama olmadı
Deniz de Yusuf da
Gülerek yürüdü idam sehpasına
Pare pare oldu içim
Haydi, dayan be yüreğim
BAK
ÜÇÜNCÜ CEMRE DE DÜŞTÜ TOPRAĞA
HAYAT BULDU DOĞA
Bektaşi Dedesi’ydim
Yaşatmadılar doya doya
Hüseyin
Beyaz idam gömleği içinde
Dimdik
Metin adımlarla
Yürüdü idam sehpasına
Tabureye çıkmadan durdu
Biliyordu
Deniz ve Yusuf’un sözleri bitmeden
Tabureyi tekmelediklerini
Şafağın sabırsızlandığı anda
Son katliam yapılacak
Son can uçacaktı
Acelesi vardı katillerin
Sehpanın üzerinde son sözlerini haykırdı:
“BEN ŞAHSİ HİÇBİR ÇIKAR GÖZETMEDEN HALKIMIN MUTLULUĞU VE BAĞIMSIZLIĞI İÇİN SAVAŞTIM. BU BAYRAĞI BU ANA KADAR ŞEREFLE TAŞIDIM. BUNDAN SONRA BU BAYRAĞI TÜRKİYE HALKINA EMANET EDİYORUM. YAŞASIN İŞÇİLER KÖYLÜLER VE YAŞASIN DEVRİMCİLER. KAHROLSUN FAŞİZM..!”
Son sözlerinden sonra Hüseyin
Tabureye çıkıp
İlmiği boynuna geçirdi.
Tabureyi devirip
Kendi infazını kendi yaptı.
İnce dal bedeni
Sallandı bir süre boşlukta
“Seni zalim seni seni
Can istersin yeni yeni
Sallanıyor yağlı ipte
İnan, Yusuf ve Deniz’im” Can Yoksul
Deniz, Yusuf ve Hüseyin
Bir kez daha
Buluştular kudretli doğa ananın koynunda
SEVGİ DOĞURDU
UMUT YAŞATTI
ZULÜM ÖLDÜRDÜ ONLARI
ÜÇ CEMRENİN ARDINDA
Bütün Turnalar, çok yorgun ve bitkin düştü.
“Çok yorulduk
Burası neresi
Asırlardır kan akıyor
Can çıkıyor
Bu ne menem bir yurt böyle
Bu toprakların geçmişi de böyle olmalı
Geleceği de böyledir
Haydin, dönelim artık” der.
Üç cemre düştü
Havaya, suya, toprağa
Üç cemre:
Deniz, Yusuf, Hüseyin.
Hayat verdiler dünyaya
Üç cemre birden.
Doğmak üzereydi güneş
Elveda dediler
İsimleri oldular yeni bebelerin
Deniz, Yusuf, Hüseyin.
Hıdrellez’di günlerden
Bahar Bayramı’ydı
Cana kıyılacak gün müydü hiç?
Nasıl kıydılar üç fidana
Tescil oldu 6 Mayıs
Aklımızdan çıkmaz bir daha.
Biz
Anadolu’nun bozkırlarından
Umudunu isyanlara vuranız
Sevdayı
Hasretliği
Acıyı bileniz
Biz
Acılar diyarından gelen
Anadolu’nun isyankâr çocuklarıyız
Sırtlayıp geldik
Bütün acıları
Yorulduk
Yorgun düştük
Yılların özlemiyle
Bütün inancımızla
Bütün güvencimizle
Kalbimizi kavgalara bıraktık
Vurulduk
İki elimiz
İki böğrümüzde düştük
İki dizimiz üstünde sürüne sürüne
Ulaşmak için menzile
Umutsuzluğun umuduyla çırpındık
Yaşatmak için yaşadık
Uzattık elimizi tutunacak dala
Ellerimiz boşluğa
Yüreğimiz acılara düştü.
Vay deli gönlümüz
Yine düşürdü bizi acılara
Acır içimiz
Kanar yaralarımız
Gökyüzünün yıldızınca
Sevdalara döndü özlemlerimiz
Harmanlayıp savurduk
Bütün deliliğimizle sevdayı
Hayallerimizi ördük nakış nakış
Binlerce sabır adına
Sevdik
Sevdayı bildiğimiz kadar
Sıyrılıp kabuğumuzdan
Avazımız çıktığı kadar haykırdık
Bulgur kokulu
Ekşimikli
Madımaklı sesimiz
Ulaşır mı kavgada yoldaşlarımıza
Oysa gönlümüz
Bir deli hasret
Yıkar duvarları bir kıvılcım ateş
Kendi içinde büyür yara
Susar diller lal olur
Yangın büyür
Çevrilir hara
Yanar içimiz
Yanardağının volkanı gibi
Acılarımız arsızlaştı
Karanlığa sıkılan kurşun gibi
Sessizliği boğarak öter
Gün gelir
Diyarbakır zindanlarında Kaypakkaya olur
Doğrasalar işkencelerde lime lime
Ser verip sır vermez
Dersim Dağlar’ında Ali Haydar
Vurulup düşer bu halk için
Hasretimiz
Özlemin özüne düştü
Cehennemde ateşin közüne düştü
Yandı, yandı da pişti
Şiir, şiir
Türkü, türkü
Kelimeler döndükçe heceye
Mısralar dize gelip
Diz çöktü
Renkler
...sadece güneşe göre değişir
Gölgeler,
...güneşe göre döner
Ay bile
......güneşe borçludur
ay olduğunu…
„Şarkışla’ya düşürmesin
Allah sevdiği kulunu
Gemerek’te çevirmişler
Deniz Gezmiş’in yolunu
Gece Elmalı’da kalmış
Hamamcı Ali’yi sormuş
...
Yusuf’u gaflette vurmuş
Kalçasından değmiş kurşun
Harıl harıl akar kanı
Gelen geçen tekmeliyor
Aslan senin anan hani?
Yurdun düzeni bozuldu
Yolumuz uğradı kışa
Tarihlere kayıt olsun
Nihat Erim geçti başa
Yaşa Türk ordusu yaşa
Dünya şaştı böyle işe
Ordu madalya yollamış
Yusuf’u vuran çavuşa
Oy n’olaydım, oy n’olaydım
Okur yazar ben olaydım
Deniz mahkemeye düşmüş
Avukatı ben olaydım…“
Mevlüde GÜNBULUT
(Kaynak Kişi: Kızı Fatma GÜNBULUT)
YILLAR YILLARI KOVALADI
Unutuldu Ulucanlar
“Bundan böyle
ÖLÜCANLAR OLSUN” dedi adı
Bütün Turnalar hep beraber ağladılar.
Ve birlikte üç fidan anısına
Son kez seslendiler hep bir ağızdan:
SEVGİ DOĞURDU
UMUT YAŞATTI
ZULÜM ÖLDÜRDÜ ONLARI
Yaşadığınız aşklar adına
Üç cemreydiniz siz
Ne sevdalar yaşadınız
Mecnun’un çöllerinde
Ne cefalar çektiniz
Zalimlerin ellerinde.
İşkence ettiler karanlık dehlizlerde
Ser verip sır vermediniz cellâtlara
Özgürlüklerden çok uzakta
Susamıştınız barışa
Sevgiye
Aşka.
Vay anam vay
Neler yaşadınız
Göstermediler güneşi
Dağ başlarında yanan ateşi
Ve kucaklaşamadınız
Özgür günlerle
Ne Mecnun oldunuz
Ne bulabildiniz Leyla’yı çöllerde
Yasaklar koydular sevdalarınıza
Yağmur yerine
Zulüm yağdı başınıza
İşkenceler gördünüz
Yattınız kuru yerlerde
Zindan oldu çöller
Güneş doğdu üstünüzden
6 Mayıs Hıdrellez günü
Bütün Turnalar
Yaşananlara dayanamaz
Yürekleri ve bedenleri yorgun düşer
Kızarlar olanlara
Başlarlar ağlamaya
Ve
Ağlamak,
Kadınlara özgü sanma.
Benim de
Etten yapılı yüreğim var.
Çok geceler
Başım avuçlarımın arasına
Düşer dizlerimin üstüne gözyaşım.
Yalnızlık
Başımın belası
Cehenneme döner yüreğim
Sarar bedenimi harlı ateş
Yanarım.
Çok geceler
Başım avuçlarımın arasına
Düşer dizlerimin üstüne gözyaşım.
“Uçun ey Turnalar
Bu ellerde çok yorulduk
Artık yol göründü bize.
Haydin,
Yolcu yolunda gerek” der Bilge Turna
Son kez bir şeyler mırıldanırlar
.
Fırtınada yönsüz kalıp
Şaşıranlar bize gelsin
Sevdasını dağdan dağa
Aşıranlar bize gelsin
Medet umman kuru daldan
Uzak durun kula kuldan
İkiliği elden, dilden
Düşürenler bize gelsin
Tüm canların kızıl gülü
Çekemeyen desin deli
Gönüllerden sevgi seli
Taşıranlar bize gelsin
Pir önünde dara gidip
Kırk damlada birin tadıp
Lokmasını pay pay edip
Pişirenler bize gelsin
Yolsuzlara giden yoluz
Dilsizlere gayrı diliz
Emek verip filiz, filiz
Yeşerenler bize gelsin…
Bilge Turna son kez konuşur:
“Bu toprağın insanları korkunç.
Gidelim bu ellerden
Gelecek günlerde
Önce kitap yakarlar!
Ardından çocuk asarlar!
Sokaklarda kadın öldürürler
Ya namus diye
Ya töre diye!
Gidelim bu ellerden
Esir ettirmeyelim kimseye özgürlüğümüzü
Gidelim geldiğimiz yerlere”
İnsanın gönlündeki
Sevgi yeşermedikçe
Cehennem yaşanacaktır
Barış olmayan
Şu yaşanası dünyada...
Deniz Gezmiş
Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı
Ey kudretli ve yüce doğa ana
Koru ve kolla bu güzel insanları
Şelalelerinde yıka
Çiçeklerinle parfümle…
*******
*****
***
*
Harun YİĞİT iletişimler.
e.posta: yigit_harun@yahoo.de
Posta Kutusu 78 Güllük PTT,
Muratpaşa/ ANTALYA
Tel: 0545 2111331
KAYNAKLAR
Adnan Binyazar: Dedem Korkut
Çetin Yetkin: Türk Halk Hareketleri ve Devrimler
Prof. Mustafa Akdağ: Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası
Sabahattin EYUBOĞLU: Yunus EMRE
Radi Fiş: Ben de Halimce BEDREDDİNEM
A.Haydar Avcı: Kalender Çelebi Ayaklanması
Harun Yiğit: Temel Türk Destanları
Harun Yiğit: Buzların Tutuştuğu Yer SARIKAMIŞ
Ahmet Yaşar Ocak: Babaîler İsyanı
Yusuf Ziya Bahadınlı: Anadolu Aleviliği BATİNİLİK
Mustafa Ceylan: Öldürülen Şairler 1
Oğuz Ünal: Horasan‘dan Anadolu’ya
Ahmet Şükrü Esen: Anadolu Destanları
Rıza Zelyut: Halk Şiirinde Başkaldırı
Nihat Behram: Darağacında Üç Fidan
İÇİNDEKİLER
1) Turna Kuşu
2) Hallac-ı Mansur………………...............
3) Malazgirt...............…………..…….……
4) Muhyiddin-i Arabi……………….............
5) Mevlana…………………………..............
6) Hacı Bektaş Veli………………...............
7) Abdal Musa Sultan……………...............
8) Yunus Emre……………………...............
9) Osmanlı…………………………...............
10) Seyit Nesimi……………………..............
11) Şeyh Bedrettin…………………..............
12) Kalender Çelebi Ayaklanması..............
13) Sarıkamış………………………...............
14) Çanakkale………………………..............
15) Kurtuluş Savaşı-Kuvayı Milliye……..…..
16) Menemen ve Kubilay…………...............
17) Nazım Hikmet …………………...............
18) Deniz, Yusuf, Hüseyin……….......……….
Sinan Cemgil……………………..........
Göstermelik davalar………….…...........
Mahir Çayan ve Arkadaşları.…….........
Mahpushane günleri……….……..........
Deniz Gezmiş İDAMI………...………..
Yusuf Aslan İDAMI…………..............
Hüseyin İnan İDAMI………….............
ÜÇ CEMRENİN ARDINDAN...............