HARUN YİĞİT / VADANDAS OSMAN'IN YERINE HOS GELDiNiZ
  ÜÇ CEMRE
 

 

ÜÇ CEMRE

Deniz, Yusuf, Hüseyin
Harun YİĞİT
(GÜLCE DESTAN)


Barış ve sevginin sembolü olan turnaların gözüyle başladım.

Olayları Üç Cemre'ye (Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan) getirmek için yakın tarihimize kısaca göz atmak ve Üç Cemre’nin İdamlarıyla bağları olup olmadığı, Hallac-ı Mansur'dan Nesimi'ye, Şeyh Bedrettin'den Kubilay’a, Nazım Hikmet'ten Üç Cemre'ye uzanan hayat ve mücadele yolculuğunda öldürülen şairlerden, kanı akıtılan güvercinlere turnaların gözünde destansı bir yolculuk yapmak istedim.

Anadolu'da birçok Halk hareketleri olmuştur şüphesiz. Bunların birleştirici ve özlü nitelikte olanlarının sadece birkaçını seçip manzum bir dille anlatarak destanlaştırmaya çalıştım.

Bu konuda bana en çok yardım eden sevgili Naim Tuncalı hocam başta olmak üzere,

Almanya'dan araştırmacı Orhan Bahçıvan ve Müzisyen-şair İhsan Güvercin'e ve Berlin’deki Mustafa Demir hocama, Hollanda’dan Ali Çalışkan hocama ayrı ayrı teşekkür ederim.

 

1) Turna Kuşu

Uğurun,

Bereketin,

Şansın

Mutluluk ve refahın

Uzun yaşamın,

Barışın simgesi turna

 

Kutsallığın

Saflığın,

Temizliğin,

Dürüstlüğün,

Vefanın,

Sadakatin,

Sabrın,

Sevginin,

Onurun,

Özgürlüğün simgesidir.

Güvercin kadar kutsaldır turna

 

Önce dünya

Sonra turna

Ve insan

Birlikte dönerler

Bir boşlukta olmamak için

İnsanlar turnaları

Turnalar dünyayı ve evreni gözler

Gelinlerin tacından

Beşikteki çocuğun türküsüne

Gökte uçan turna

Şahittir tarihe

Şahittir

Geçmişten geleceğe

 

Turna semahı ise,

Turnanın uçuşunu çağrıştırır.

Turnaların gökyüzündeki dönüşüne

Döndükçe yükselen canlar

Hakla buluşurlar.

Turna semahı, bu buluşmayı anlatır

 

İnsanoğlu turnalara

Allı dedi

Telli dedi

Gökyüzüne çıktı semaha durdu

Yeryüzüne indi

Seyreyledi kendini

 

“Bir çift turna gördüm durur dallarda

Seversen Mevla'yı kalma yollarda

Sizi bekleyen var bizim ellerde

Bizim ele doğru gidin turnalar

 

Turnam dertli öttün derdimi deştin

El vurdun yârimin başını açtın

Eşinden m'ayrıldın yolun mu şaştın

Bizim ele doğru gidin turnalar

 

Fazla gitmen Deremum'a varınca

Selam söylen eşe dosta sorunca

Sağ selamet muradınız alınca

Benden yâre selam edin turnalar

 

Selama razıydım mektubun gelmez

Gurbette kalanın hiç yüzü gülmez

İbrahim halinden kimseler bilmez

Benden yâre selam söylen turnalar”

                       İbrahim Bakır

 

Uzun kıvrık gagası

Başında ve boynunda sarı sarı tüyler var. 

Kanatları  “T” harfleri gibi gerilir

 “M” harfi ise sanki incecik iki bacak gibi

 Aşağıya doğru uzamış bir  “Telli turnam”

 

Bazen de turnaları sevdiği kişilerin yerine koymuş ve ona bir şey olmasından korkmuş, tedirgin olmuştur.

“Havalanma telli turnam

Uçup gitme yele karşı

Zülüflerin tel tel olmuş

Döküp gitme ele karşı”

Halkımız, bazı türkülerimizde de sevgilisinden, sılasından, haber sormuş veya giden turnalara kendisini anlatmış ve durumunu sıladaki veya gurbetteki anasına, babasına, sevgilisine anlatmasını istemiştir.

 

Allı turnam bizim ele varırsan

Şeker söyle kaymak söyle bal söyle

Gülüm gülüm kırıldı kolum

Tutmuyor elim turnalar ey

Ah gülüm gülüm yar gülüm

Kız gülüm gülüm turnalar ey

Eğer bizi sual eden olursa

Boynu bükük benzi soluk yar söyle

 

Gülüm gülüm kırıldı kolum

Tutmuyor elim turnalar ey

Ah gülüm gülüm yar gülüm

Kız gülüm gülüm turnalar ey

   Allı turnam ne gezersin havada

   Arabam kırıldı kaldım burada

 

Gülüm gülüm kırıldı kolum

Tutmuyor elim turnalar ey

Ah gülüm gülüm yar gülüm

Kız gülüm gülüm turnalar ey

   Ne onmamış kul imişim dünyada

   Akşam oldu allı turnam dön geri

 

Gülüm gülüm kırıldı kolum

Tutmuyor elim turnalar ey

Ah gülüm gülüm yar gülüm

Kız gülüm gülüm turnalar ey

   Arap atın iyisine binerler

   Mor çiçeğin koyusuna konarlar

 

Gülüm gülüm kırıldı kolum

Tutmuyor elim turnalar ey

Ah gülüm gülüm yar gülüm

Kız gülüm gülüm turnalar ey

 

Keskinli Hacı Taşan

 

 

TURNALAR

 

Kalkın turnam kalkın Van'dan sökülün

Ercis'in düzüne konun dökülün

Malazgirt beyinden biraz sakının

Onlar avcı, sizi vurur turnalar

 

İnin Pasinlerde edin niyazı

Bir gece mekan'ız Erzurum sazı

Çıkın Nar Dağı‘na geçirin yazı

Orda da durmayın gidin turnalar

 

Erzurum kalabalık girmen şivana

Yolumuz düz gider uğramaz Şam'a

Cilbec Boğazı‘ndan geç Erzincan'a

Orda da kalmayın gidin turnalar

 

Erzincan çukurdur kalkın havaya

Kemah dedeleri dursun duaya

Çilhoroz Dağı‘ndan Hasanova‘ya

Orda da kalmayın gidin turnalar

 

Hasanova derler sizin yurdunuz

İkindine ora iner ordunuz

Gidin Mevlana'ya dökün teliniz

Orda da kalmayın gidin turnalar

 

Urfa’da yatıyor İbrahim Halil

Gaziantep'tedir makamı celil

Huduttan geçerken sorun bir delil

Ordan doğru Şam'a gidin turnalar

 

Şam, Halep, Beyrut durmayın geçin

Kahire suyundan üç yudum için

O bab'ı selamı bir gece açın

Orda da kalmayın gidin turnalar

 

Zivin Kalesi’nin horon düzünden

Elleri martinli avcı izinden

Karaköse’nin kuzey yönünden

Bir kanat çırparak uçun turnalar

 

Turnam geçin Erzurum’un sağından

Viran kalan Erzincan’ın bağından

Şahne çimeninden Köse Dağı’ndan

Hanzar Sazlığı’na konun turnalar

 

Gitmeyin Tokat’a tez gelir yazı

Önünüze çıkar Yenihan düzü

Meleşir şimdi koyunla kuzu

Sivas’a doğru dönün turnalar

 

Kırmızı şalvarlı Hafik elinden

Yuva olmaz sazlığından gölünden

Aşınca görülür Seyfebeli’nden

Gölçekler Gölü’ne konun turnalar

 

Tez gelir Kazova’nın baharı yazı

Önünüze gelen Yenihan düzü

Çiftlikli çimenli koca Sivas’ı

Ulaşın köyüne konun turnalar

 

Turnam başka yolun yoktur orda kal

Vermezsen mektubu edersin vebal

Sorarlarsa kimin ya bu arzuhal

Bütün sevenlerden deyin turnalar

 

 

Soraralar Reyhani deyin ki yasta

Derlerse gelmez mi deyin heveste

Yaz şimdi mektubu ihlastır posta

Fatiha pulumdur verin turnalar

 

Aşık Yaşar REYHANİ

 

 

İnsan, semah döndü turnalarla

Haber saldı yavukluya

Haber saldı dosta

Göç eyledi turnalar

O diyardan bu diyara

Kâh mevsim getirdi

Kâh yağmur, kar

***

 

 

2)

 

“İnsanlar neden bu cennet dünyayı

Önce cehenneme çevirir ve sonra

Cennete gitmek için uğraşır”   

                            Hallac-ı Mansur

 

 

Bilge turna başlarında

V uçuşuyla

Himalayalardan

Uzaklara

Çook uzaklara uçtular

 

Bakışları

Yüce dağların üstünden

Yağmurlara karışıp

Şimşek şimşek çaktı

Özlem duyduğu topraklara

Anadolu’ya doğru uçtular.

 

Turnalar,

Daha varmadan Anadolu’ya

Yolda rastladılar bir kalabalığa

Üryan püryan soymuşlar bir adamı

Kırbaçlıyorlardı ahalinin ortasında

Kamçı değdikçe çıplak tenine

Acı acı ses dağılıyor

Ses adamdan değil

Kamçının yarık yarık kestiği vücuttan

 

Sordu kalabalıktan biri diğerine

“Kim bu adam? Suçu ne?”

“Hallac-ı Mansur” dedi adam.

Ve ekledi

“Suçu zındıklık! Enel Hak dedi. Cezası ondandır”

 

Bir, iki, üç, beş, on

Elli, yüz kırbaç

Kırbacı vuran da

Sayı sayan da şaşırıp baştan saydılar.

 

Lime lime yarıldı

Kan kızıla boyandı vücut

Acı çekmiyordu adam

Ölmüyordu adam

Hiddetlendiler

Öfkeden kudurdu kadılar

Kestiler

Ellerini ayaklarını

“Sarardı bak” diye gülüştüler

“Kan kaybetmekten sarardım”

Diye mırıldandı Hallac-ı Mansur

Cellâtlar bile tahammül edemedi

Yaptıkları acıya

”Öl” diye bağırmaya başladılar.

Ahaliye bağırmaya başladı kadılar

“Taşlayın zındığı, taşlayın zındığı”

Zalimler acı görmeye susamış

Ahali taşlamaya başladı

Ölmüyordu Hallac-ı Mansur

Hızını alamayan kadılar

Önce dilini

Sonra da başını kestiler

 

Turnalar

Bütün olanları

Gökyüzünde döne döne izlediler

Yola çıkan turnalar

Elvermedi yürekleri

Oldukları yerde döndüler ha döndüler

İnsanın insana yaptığı zalimliğe

Dayanamadılar daha fazla

Ağladılar

Ağladılar

Ağladılar…

 

Kırbaç ile lime lime ettiler

Sözlerimi anlamadan çattılar

Başım kesip bir kenara attılar

Hallac-ı Mansur’um darda

Hak bendedir benim donda

Deyip yürüdüm Hakka

Cahil sürüsü cehaleti giyinmiş

Ateşle karıştırıp nuru

Yürüdüler seçemeden

Yürüdüler

Ellerinde taş, sopa

Ağızlarında küfür

*

Gören iki gözlerimi yumunca

Telli Turna ağlıyordu kanımca

Tüm acımı yüreğime gömünce

Dayanamayan can duramaz darda

Darda acı çeken bilir

Bilir elbet fetva veren

Veren zalim, ölen benim

Benim insan, öldüren, ölen

Ölen kurtulur hani

*

 

Hakkı kendisinde göremeyen cahil

Hak yolunda ölmeyi ne bilir gafil

Yükledim, yürekte acılarım gezer

Doğmadan hazırdı gireceğim mezar.

 

Turnalar

Gördüklerinden utandılar

Yürekleri elvermedi

Yolun en başındaki gördüğü acıya.

Başlarını çevirdiler gökyüzüne

Gözleri ufukta

Gönülleri uzaklarda

Çok uzaklarda

Hep birden

Gözleri bulut bulut olmuş

Yağdı yağacaktı

Birbirinin kulağına fısıldayarak

“Sabredelim hele

Yüreğimiz çelikten olmalı

Gidecek daha çok yolumuz var.

Görecek nice zulümler olacak

Bunlar daha başlangıç” dediler.

Uçtular

Uçtular

Uçtular

***

**

*

 

3)

 

Zaman tünelinden geçen

Gökyüzünün semazenleri

Turnalar

Bir hışımla

Geldiler Malazgirt Ovası‘na

 

O

Ova

Kapısı

Kavimlerin

Kapısı derler

Ne savaşlar görmüş

Nicesi yolun bulmuş

Yüzlerce yıl önce

Anadolu’ya

Bu savaştan

Çok önce

Giren

Var

 

Toz duman içinde bu ova

Uçtular gökyüzünde

Ziyaret tepesine doğru

Varıp tepenin başında

Döndüler

Döndüler

 

Türk ordularının karşısında

Öbek öbek insan deryası

Savaşa tutuştular

Malazgirt Ovası’nda

 

 

Toz bile

Duman olurken

Kızıla bürünmüş rengini

Birbirine sordu turnalar

“Savaş yeni mi başladı?”

Bilge Turna, başını salladı sağa sola

“Tam otuz üç yıl önce

Bugün en çetini

En şiddetlisi

Hem de en kanlısı”

“Ne zaman biter” dedi içlerinden biri

“Daha on beş yıl sürecek

Varmak için Efes’e” dedi Bilge Turna

 

Gelen geçen tarttı boşla doluyu

Kimler yurt edindi Anadolu’yu

 

İki ordu Malazgirt’te kışladı

Diyojen onulmaz zafer düşledi

Dinler arasında savaş başladı

Gelen geçen tarttı boşla doluyu

 

Ölecekler ölmeye ant içtiler

Azrail’le dövüşmeyi seçtiler

Türkmenlere kapıları açtılar

Kimler yurt edindi Anadolu’yu

 

Anadolu’yu Türklere

Alpaslan açtı deseler de

İnanmayın siz erenler

Malazgirt Savaşı‘ndan birkaç yüzyıl önce

Göç etmişler

Çok başka dinlere mensup Türkler

Hem de az değil sayıları

 

 

Ölenler yitip gitti

Kalanlar topladılar ölenleri

Din, dil, ırk ayırımı yapmadan

Üstünde canlı

Bağrında ölen

Kucakladı toprak bütün insanı

 

***

**

*

 

 

 

4)

 

“*Faydasız ilim şifasız ilaca benzer…

   Bilmediklerini bilenden öğren.

   Bildiklerini de bilmeyenlere öğret.”

                     

                         Muhyiddin İbnül-Arabî

 

Turnalar

Daha başlamadan yolculuklarına

Kan görmekten

İnsanın insana zulmünden.

Sıkıldı ruhları, bunaldı bedende

 

“Az soluklanalım” diye

Uçtular bir dağın başına

Döne döne beklerken

Bir çığlık koptu.

Bir adam

Tepiniyordu dağın başında

Bir yandan da

“Sizin taptıklarınız benim ayağımın altındadır”

Diyordu.

Bunu duyan olur da durulur mu hiç?

Toplandılar zamanın ulemaları

“Muhyiddin Arabî’nin

(Allah benim ayağımın altındadır) dediğine hükmettiler.

Küfür saydılar

Anlayamadılar

Anlaşılması için

Ölmesi gerektiğini biliyordu Muhyiddin Arabî

(Sin sına girdiği zaman

Muhyiddin’in kabri ve muradı anlaşılır” demişti

Öyle de oldu

Tez elde sehpayı kurdu ulu ulu ulemalar

Yağlı urgan yağlara yatırılmadan

Oracıkta idam ettiler Muhyiddin Arabî’yi

 

Bunu gören yavru turna

Sordu bilge Turna’ya

“Hep böyle mi göreceğiz?

Zulüm, işkence ve ölüm.

Yok mu başka yolu?” der.

Bilge Turna:

“Özünü görecek ayna aranma

İnsandır insanın gerçek aynası

Ahret dedikleri hani nerede?

Budur canlıların gerçek dünyası”

 

Not: Aradan asırlar geçti

Muhyiddin İbnü'l-Arabî’nin mezarı ve bu sözleri söylediği yer bulunup orası kazılır. Kazdıkları yerden bir küp altın çıkar.

İşte Muhyiddin’i Arabi de buna dayanarak (Taptığınız ayağımın altında var) demek istemiş ama o zaman bunu kimse anlayamamış ve Muhyiddin’i yi haksız yere idam etmişler) buyurdu.

 

***

**

*

 

 

 

5)

 

“Güneş gibi ol şefkatte, merhamette

Gece gibi ol ayıpları örtmekte

Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte

Ölü gibi ol öfkede, asabiyette

Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette

Ya olduğun gibi görün

Ya göründüğün gibi ol”

 

                  Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî

 

 

Niceleri geldi geçti

Mevlana’da şarap içti

Şems hak kapısını açtı

Dağa taşa baktı gitti

 

Bilge Turna

Mevlana’nın içtiği

Hak şarabına dem vururken

Şakıyıp ötmeye başladı

Cemreler düştüğü anda

Hak bendedir benim donda

Mevlana’nın dergâhında

Döne döne hara vardım.

Harda yanmanın ne olduğunu

Bilge Turna’dan başkası bilemezdi elbette.

 

Turnalar, bir olaya şahit olurlar

Kötü kazanç ile inek satın alan adam

İçi elvermez ineği Hacı Bektaş’a götürür.

"İnek helal değildir" der Hacı Bektaşi

Kabul etmez.

Adam ineği Mevlana'ya götürüp bağışlar

Mevlana ineği alınca, adam sorar;

"Hacı Bektaş ineği almadı sen neden aldın?" der.

Mevlana:

"Biz bir karga isek

Hacı Bektaş-ı Veli bir şahin gibidir.

Öyle her leşe konmaz" der

Adam Hacı Bektaş-ı Veli'ye gelir

Anlatır olanları

Hacı Bektaş-ı Veli:

"Bizim gönlümüz su birikintisi ise

Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir.

Bir damlayla bizim gönlümüz kirlenir

Ama onun engin gönlü kirlenmez." der.

 

Uzaklara baktı bilge Turna

Yumdu gözlerini

Bütün Turnalar

Bilge Turna’yı

Sessizce beklediler

 

Damarımda kızıl kanda
Can buluyor beden canda
Âdem bende ben Âdem’de
İnsanım ben insanoğlu
Et kemik içinde

Biraz kan

Biraz canım
Gerçek bende yalan bende
Ne ararsan vardır gende
İşte geldim ben bu donda
İnsanım ben insanoğlu
Et kemik içinde

Biraz kan

Biraz canım


Tevrat, Zebur, İncil, Kuran
Dört kitapta hakka varan
Korkusuzca dâra duran
İnsanım ben insanoğlu
Et kemik içinde

Biraz kan

Biraz canım


Yürüyorum yüküm ağır
Cahillerin gönlü sağır
Sesin çıksın biraz bağır
İnsanım ben insanoğlu
Et kemik içinde

Biraz kan

Biraz canım


Can tartacak dara bende
Sonsuzluğu ara bende
Bir kalbim var yara bende
İnsanım ben insanoğlu…

Et kemik içinde

Biraz kan

Biraz canım

***

**

*

 

 

 

 

 

6)

 

Hararet nârda’dır, sac’da değildir,

Kerâmet sendedir, tâc’da değildir.

Her ne arar isen, kendinde ara,

Kudüs’te, Mekke’de, Hâc’da değildir..”

       

                               Hacı Bektaş-ı Velî

 

Turna sürüsü

Bir Konya’ya

Bir Kırşehir’e

Mekik dokur adeta

Hacı Bektaş ile Mevlana tekkelerinde

Göç yollarında

Büyülü sözler düşmez dillerinden

Görünce keramet sahibi insanları

 

“Huzur’u divana bir gün varırsın

Kendi cenazeni kendin yıkarsın

Kendi namazını kendin kılarsın

Musalla taşında sen Hacı Bektaş”

                          

                              Naim Tuncalı

 

 

 

 

Kılıç bile çıkmaz kında

Açlar doyar bizim handa

Hacı Bektaş semahında

Pir önünde dara vardım

Vardım divana durdum

Durdum tek ayaküstünde

Üstünde dolaştım

Dolaştım ateşlerde

 

Aslan ile ceylanı bir kucakta taşıyan

Var sen de Hacı Bektaş Velî döşüne yaslan

O, gönüller sultanı Şahlar şahı ulu pir

Pir elinden içilir, tas dolun taşıyan

 

Her can giremez canım erenlerin cemine

Pirler önünde darda, içinde yok ise nar

Bu dergâhta insandır hem kıble hem Kâbe

Hırka olmaz her aba, gerek yok ki yemine

 

Gelen geçen uluları
Ol Muhammet Alileri
Hacı Bektaş Velileri
Duydum işte gidiyorum

Gidiyorum aka aka

Aka aka sonsuzluğa

Sonsuzluğa her gün biraz daha

Biraz daha yaklaşarak

Uçtular hep birlikte

Uçtular Suluca Karaca Höyük‘te

Yaklaştı

Seyid Muhammed bin İbrahim Ata’nın

Yani, Hacı Bektaş’ın yanına

 

*

 

Düşümde dün Pir‘i gördüm
Beni elden geri gördü
Selam verip gönlün aldım
Can çıkmış bir deri gördü

Destur alıp huzra vardım
Karşısında divan durdum
Elimi eline sürdüm
Tırnağımda kiri gördü

Dedim güldür bu derdiğim
Göğsüm açıp da gerdiğim
Hakkım için can verdiğim
Sır uğruna seri gördü

Pir‘in sözü yüce, yüce
Aşk kokuyor hece, hece
Yaşayacak nice, nice

Her sabreden Pir‘i gördü…

 

***

 **

  *

 

 

 

7)

 
“İmdi ol Sultanın sırrını sakla.
Az söz söyle. İnançlı ve bağlı ol.
Kavgalı yerden kaç, uzaklaş.
Bilmediğin kişiye yakın olma.
Düşmanlığı sabit ve ilerlemiş kişi ile dost olma.
Hiç kimsenin düştüğü kötü duruma,
uğradığı bir musibete gülme.
Kendinden ulu kimselerle mücadeleye girişme.
Doğru (müstakim) ol,
sıkıntıları ve felaketleri sabırla karşıla.

           

                                  Abdal Mûsa

 

Hacı Bektaş ve Mevlana

Anadolu erenleri

Abdal Musa hem Kaygusuz

Anadolu erenleri

 

Kucaklayıp kurdu kuşu

Yoksulların hayal, düşü

Yol gösterir ulu kişi

Anadolu erenleri

 

Erenlerin haktır yolu

Her birisi ayrı Veli

Abdal Musa Kızıl Deli

Anadolu erenleri

 

 

Göklerin barış sultanları

Turna kuşları

Yetişemez oldu Anadolu’daki olaylara

Her zaman acı mı yaşanacak bu topraklarda?

 

A-oğul

Elbette kansız olaylar da olacak

Doğa sevgisi

İnsan sevgisi

Ve barış

İşte turna kuşunun ta kendisi

Barış içinde

Ne güzeldir yarış

Kardeş kardeş menzile varış

İnsanın insanca yaşaması

Yeryüzündeki bütün canlıların

Birlikte uyumlu olması

Anadolu Türkmenlerinin

Kanla olmayacak elbette

Haksızlığa başkaldırısı

Kılıç, kalkan sesinden uzak

Nefes alacak canlar nefes

 

Nice analar ağlamayacak

Gözyaşı dökülmeyecek

Kan akmadan

Can çıkmadan

Sevgiyle oynaşacak canlılar

Börtü, böcek

Kurt, kuş

Sevgiyle kucaklaşacaklar

 

Şeyhler himmet verirse, müritleri uçarmış

Destur verdi erenler, arşa çıktı kulları

Şeyhler himmet ederse, çiçek öyle açarmış

Gül kokusu serpilip, sevdalının yolları

Bundan sonra sevgi var, kırmasınlar dalları

İnsan bahar gibidir, bin bir koku saçarmış

Kimi canlar terk etmek istemez bu elleri

Dinleyenler çok olur, sevgi diyen dilleri

Sen ne dersen de canım, aşk insan seçermiş

Analardan başkası anlamıyor halleri

 

Abdal Musa

Kâh yoldaştır turnalara mavi göklerde

Kâh ceylandır

Geyik olur dolaşır dağlarda

Mazluma kucak açar

Zalime duvar örer

Yuyup yıkar kirlenmiş özleri

 

Nerde, nasıl doğmuşuz biz, ne kıymeti vardır bunun?

Yücelere ağmışız biz, marifettir temiz bir öz.

“Su” diyene yağmışız biz, değeri var bütün anın

Her zerreye değmişiz biz, üstümüze değmesin toz

 

Yeniliğe çağmışız biz, içimizde saklı gûman

Gönlümüzü eğmişiz biz, baş eğmedik hiçbir zaman

Nefsimizi boğmuşuz biz, dilemedik ahd-ı aman

Ha ölü ha sağmışız biz, içimizde yanıyor köz

 

Dost bahçede bağmışız biz, bizde olur özün kurdu

Gam tasayı yığmışız biz, aç olanın aştır derdi

Bir noktaya sığmışız biz, bizi âlemlere sordu

İlim ören tığmışız biz, her örgüden haz alırız.

 

Öyle inan ki

Beslediği kinden utansın

Hoşgörünün karşısında

İnandığı dinden utansın

Öyle acı çek ki

Ateşi gözlerinde

Acısını yüreğinde hissetsin

Öyle sev ki

Nefretinin duvarları bile sevgiyle örülsün.

Öylesine özlemle bekle ki

Bir gülüşünü görmek

Çektiğin acılara değsin...

 

Güneyden başlayıp kuzeye doğru

Ilgıt ılgıt esen yele sor bizi

Sol tarafımızda derin bir ağrı

Bağımızda bülbül, güle sor bizi

 

Gedavet yelidir, başa esende

Sorgusuz sualsiz darda asanda

Yanan günün suyu, Abdal Musa'da

Türküler çığıran dile sor bizi

 

Cehennemi baştanbaşa yürüdük

Ateşler içinde ayak sürüdük

Şekilden şekle girip eridik

Dikenler içinde yola sor bizi

 

Yıllar yılı hasret kalır yurduna

Koyun olup meler durur ardına

Nice türkülerin derman derdine

Mızrabın vurduğu tele sor bizi

 

Birçok derdi yorgan gibi örtüne

Rüzgâr ektiklerin oldu fırtına

Eğilip de bir bak ayakaltına

Çiğneyip geçtiğin çula sor bizi

 

Seven gönlünde yanan bir harız

Menekşe, gül, sümbül, lalede yârız

Doğadaki bütün çiçekte varız

Hem arıya hem de bala sor bizi

Bir dağın

Bir vadinin

Bir bozkırın

Bir ovanın

Bir mekânın masalı da

Türküleri de

Yediği içtiği

Barındırdıklarıyla bütünleşir.

Dört iklim yaşanır Anadolu’da

Kültürü örülen hırka gibi

 

Gördüklerine inanamadılar

Turnalar şaşkın

“Keşke Abdal Musa gibi erenlerle dolup taşsa bu topraklar” dedi bir Turna

 

Bilge Turna

 “Gül elbette dikenlidir.

Her zaman diken avuçlanmaz.

Gülü koklamayı bilmek gerek” dedi.

***

**

*

 

 

8)

“Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü
Bana seni gerek seni”       
Yûnus Emre

 

Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil”    
Yûnus Emre

 

 

Telli turnalar,

 

Mekik dokumaya devam ederler

Mevlana, Hacı Bektaş

Ulu kişiler arasında

Taptuk Emre kapısında

Kırk yıl çile dolduran

Bir garip Yunus

 

Bilge Turna bile

Tahmin edememiş bu kadarını

Turnalar hep beraber

Semah dönercesine

Havada döndüler

Döndüler

Bir ağızdan

Bakalım düne, bugüne, yarına

Neler demişler Yunus adına

 

Uyan da gör çağın tamahkârını

Düşünene çattı duy Yunus Emre

Emek veren asrın emektarını       

İnsan köle etti duy Yunus Emre

 

Zalimin emrine girdi âlimi

Zindanlar çürütür oldu kâmili

Kendisini aşan insan ilimi

İnsanlığı yuttu duy Yunus Emre

 

Savaşlarda kimin için ölenler

Ömür boyu çeker sakat kalanlar

Cellâdı kınayıp ödül alanlar

Ak güvercin sattı duy Yunus Emre

 

Söyle ne etmeli yürek yakanı

Yıkılıp gidiyor gönül mekânı

Sevginin temeli edep erkânı

Ahlaksızlık uttu duy Yunus Emre

 

Artık bozulmuştur dünya düzeni

Kör göz ile bu evreni gezeni

Sözde çoğalıyor okur yazanı

Gülüm nefret tüttü duy Yunus Emre...

 

Yunus Emre

Halkın diliyle yazdı

Halkın diliyle söyledi

Halkın diliyle ağladı

 

Şehirlerden inip köye

Derelerden akıp çaya

Donatalım boydan boya

Bilim ile bilim ile

 

Nice özler yıkayalım

Ana dilden okuyalım

Nakış, nakış dokuyalım

Kilim ile kilim ile

 

Sustu Bilge Turna
Bekledi gözleri kapalı.

Aç kurt gibi havayı kokluyordu

Çağlar sonrasını görür gibiydi

Yunus Emre’den sonra olacakları

Tedirginleşti

Hayra alamet değildi bu bekleyiş

Kendini tutamayıp

Yine de sordu genç turna

“Kötü mü bundan sonra olacaklar?”

Biraz sessizlik oldu

Bilge Turna, gözlerini açıp

Baktı soran Turna‘nın gözlerine

“İstersen gidip birlikte görelim” dedi.

Yavaşça havalanıp yola koyuldular.

Uçtular

Uçtular

Uçtular…

 

***

**

*

 

 

 

 

9)

 

Yılları kovaladı yıllar

Başlarında bilge Turna

Karış karış dolaştılar

Baştanbaşa Anadolu’yu

Tanık oldular nice iyi ve kötüye

Söğüt’ün Domaniç Yaylası‘nda

Varıp Ahi Şeyhi Edebali’ye ulaştılar.

Göründüler bu ulu kişiye

Koklaştılar, söyleştiler.

Şeyh, gözlerini çevirdi gökyüzüne

Uzaklara

Çok uzaklara bakıyordu.

Tez haber saldı

Oğuz Türkmenleri

Bozok boyunun, Kayı kolundan

Ertuğrul oğlu Osman’a

 

Osman

Yiğitler yiğidi

Gözü pek

At binip

Kılıç kuşanan

Savaş ustası

Azimli

Ufku geniş

Yiğit adam

 

Vardır elbette

Şeyh Edebali’nin bir bildiği

 

 

Haber üzerine

Atlar atına, dörtnala gelir dergâha

Gelir de öper Şeyh Edebali’nin ellerini

Oturtur karşısına

Edebali konuşur Osman dinler

Yer dinler gök dinler

Gökyüzünde ebemkuşağı

Kuşağı renk renk havada büken

Büken var mı yiğit bileği

Bileği güçlü, yüreği pek

Pek çok insan sıraya girip

Girip içeri dara dursa

Dursa dünya, dönse dünya

Dünya can yeri

Yeridir ey civanım

Ata bindi bir yiğit

Yiğit meydanda sınanır…

 

O günden sonra

Düğün dernek kuruldu

Osman, Şeyh Edebali’nin kızı

Malhun Hatun ile evlenir.

 

Yiğitler yiğidi Osman

Söğüt Ovası’nın

Domaniç Yaylası’nda

Bir yandan Anadolu’da

Toplarken himayesine beylikleri

Bir yandan da

Akınlar yapar üst üste

Rum diyarına

 

Çağ savaş çağı

Gücü olan kazanır

Can derdinde can

Can pazarı bu meydan

Meydan toz duman

Kılıçlar girmez kına…

 

Bir sürü varsa ihtiyaç vardır çobana

Tarihler boyu yöneten biri çıkar

Şeyh Edebali bir buyruk verdi Osman’a

Şahlandıkça akıncılar başı çekiyor

…Meydanlar sesten, kılıç kında şakıyor

…Can tenden uçar, insanın kanı akıyor

 

Güce güç katarak zapt edildi yurtlar

Osmanlı’ya boyun eğdi Anadolu

Başa geldi nice dert üstüne dertler

Baş kesildi, kan döküldü dolu dolu

…Usanmadan at üstünde yol aldılar

…Her geçen gün biraz daha bolaldılar

 

Hanlık, hem başbuğluk beğenilmedi

Başa geldi padişahlık unvanı

Savaşlar yüzünden canlar gülmedi

Bütün halklar mutlu etti bir hanı

…Diyecek yok padişahın halına

…Hak zeval vermesin sultan malına

 

 

Sığmadı Söğüt Ovası

Domaniç Yaylası‘na

Kuzeyden güneye

Doğudan batıya

Her geçen yıl

Biraz daha büyüdü

Büyüdü

Büyüdü

Kuruldu İmparatorluk

 

***

 **

  *

 

 

10)

 

Ben yitirdim ben ararım
Yâr benimdir kime ne
Gah giderim öz bağıma
Gül dererim kime ne

……

 

Kelp rakip böyle diyormuş
Güzel sevmek pek günah
Ben severim sevdiğimi
Günah benim kime ne

 

Nesimî'ye sordular ki
Yârin ile hoş musun
Hoş olayım olmayayım
O yâr benim kime ne“ 

 

                        Nesimi

 

Nesimi’nin derisinde

Uluların gerisinde

Ateşlerin birisinde

Yanmak için kora vardım

Varmakla olur mu hiç

Hiç uğruna ölmez insan

Vardır elbet

Başka başka hesaplar

 

Sürüdeki bir turna

“Biraz nefeslenelim” dedi Bilge Turna’ya

Baktı gözlerine

Baktı gözlerinin taaa içine

Olacakları gördü Bilge Turna

Derin bir iç çekti…

*

 

Başına geleceklerin farkındaydı sanki Nesimi

Hallac-ı Mansur’un devamıydı bu topraklarda

“Enel Hak” diyordu çekinmeden

Düzene isyan

Düzenbaza isyan

Hemen harekete geçti

Dönemin yöneticileri

El-Müeyyed Şeyh'in emriyle

Yakalarlar bu ulu kişi

Şeyhler şeyhi Nesimi’yi

Topladılar halkı bir meydana

Yatırdılar kurbanlık koyun gibi

Başladılar yüzmeye

Diri diri derisini

Düşünmezler ileri

Ne de gerisini

Vicdana geldi toprak

Kesmekte zorlandı bir kez

Vicdana geldi bıçak

Cellât bu

Ne ah dinler

Ne de aman

Kalmamış

Din, iman

Hem de ahlak

Ölmeden öldürülmek için

Şam'da yüzdüler diri diri derisini

Bir hafta beklettiler meydanda ölüsünü

 

Bilge Turna

Ağlıyordu

Neden ağlamasın ki

Gördüklerinin en ağırı

Can dayanır mıydı bu zulme?

Yumdu ağlayan gözlerini

Bütün turnaların huzurunda

Seslendi herkese

Mayaya kızılmaz süt bozuk ise

Kırdıkları kırk eder mi?

Sohbeti beceriksiz, hat bozuk ise

Oturduğu yer fark eder mi?

 

Küçükler büyüğe baş kaldırmışsa

Sahibine bile it saldırmışsa

Suç kimdedir deme cep doldurmuşsa

Kurduğu ev, bark eder mi?

 

Katran dediğiniz olmuyor şeker

Boşuna kaynatma cinsine çeker

Âşık kara bağrın ne diye yakar

Yoldan bir gün çark eder mi?

Çark eder mi erenler

Erenler cemi bozuğa kapalı

Kapalı kapıyı açmak gerek

 

Hallac-ı Mansur’u dara yazdılar

Baba İshak ordusunu bozdular

Nesimi’nin derisini yüzdüler

İnsan kanlar içti, duyun erenler

Duyun erenler duyun sesimi

Bu yol hakkın, hak yoludur

Yürüyemez her can bu yolda

Mansur’dan Nesimi’ye

Daha nice canlar

Sırası gelen

Elbette yanacak kızgın sacda…

 

***

 **

 *

 

 

 

11)

 

 “Kötü ve Çirkin işlerle uğraşan insanlar

Hak’tan uzaklaşmışlardır.

Cehennem işte budur.

Cennetle cehennemi

Başka yerde aramak saçmalıktır.”

                    

                                 Şeyh Bedrettin

Yağmur
yağıyordu boyuna.
Sözü onlar alıp
dediler ona :
"- Daha pazar
kurulmadı
kurulacak.
Esen rüzgar
durulmadı
durulacak.
Boynu daha
vurulmadı
vurulacak!"
Karanlık ıslanırken perde perde
belirdim onların olduğu yerde
sözü ben aldım, dedim:
"- Ayaslug şehrinin kapısı nerde?
Göster geçeyim!
Kalesi var mı?
Söyle yıkayım.
Baç alırlar mı?
De ki vermeyim!"   

                        Nazım Hikmet

 

Şeyh Bedrettin

Düşünen

Düşünceyi eyleme aktaran bir bilge

İsyan eder haksızlığa

İsyan eder şeriata

Sultan Mehmet Çelebi

Baktı ayağına dolanıyor

Baktı insanları uyandırıyor

Ailecek sürer İznik’e

Buraya gelir de boş mu durur sandınız

Yine çeker başını isyanların

 

Okudukça düşünür

Düşündükçe

İktidar ve zenginliğin

Yoksulluğun değişmezliğini

Eşitliğe aykırı görür şeriatı

Halkın çektiği acılara yaklaşmış

Eşitliğin öbür dünyada değil bu dünyada

Gökyüzünde değil

Yeryüzünde olduğuna inanır

İnanır da

Başkaldırır haksızlığa

Kendi kişiliğini

Kendisine verilen unvanları reddedip

Toprağı birlikte işlemek

Ürünü birlikte kaldırmak

Paylaşımı birlikte yapmak

Bütün zenginlikleri ortak kullanmak

 

Hoşgörüsüzlüğün egemen olduğu dönemde

Din ve dil fark etmeden

Bütün insanların eşit olduğunu haykırır

Hem de

Devrin en kötü dönemi

Osmanlı Devleti

Fetret Devri’nde (Bunalım Devri)

 

Börklüce Mustafa, Karaburun'da 

 Manisa’da yakalanan Torlak Kemal

Üç yerde üç isyan

 

Bir isyan daha

Bitip tükenmeye başladı Bilge Turna.

Turnalar endişeli gözlerle sordular

“Bu nedir yine?” diye

Bilge Turna,

Gözlerini gezdirdi kalabalık üzerinde

Suskun suskun baktı

Bir Turna bozdu bu suskunluğu yine

“Yine mi can alacaklar?

Yine mi hak diyeni asacaklar?”

Başıyla, onaylar gibi salladı

“Yine bir ulu kişiyi hakka kavuşturacaklar”

Dedi Bilge Turna.

“Ne zaman son bulacak

İnsanın insana zulmü?” dedi genç Turna

“Kötüler, hainler var oldukça

Çağlar geçse de

Olacak insanın insana zulmü”

Dedi Bilge Turna

Ve sonra

Börklüce Mustafa Karaburun'da

Torlak Kemal Manisa’da

Şeyh Bedrettin Edirne’de

Yakalandı birer birer

Astılar Bedrettin’i

Çırılçıplak

Serez çarşısında

 

Eğdi başını bir yana

Bilge Turna

Telli Turna dokundu sesinin tellerine

Başladı yürekler titremeye;

İnsanın donunda geldim dünyaya

Bugün gider yarın yine gelirim

Ben can taşıdıkça ölür bellemen

Bugün gider yarın yine gelirim

 

Nereden gelip de nere gidişim

Çok mu önemliydi mezarda taşım

Ben de bilmiyorum kaç milyar yaşım

Bugün gider yarın yine gelirim

 

Toprak deseler de sudandır genim

Benden önce gelen bilmem kaç benim

Vatansız bir canım sevgidir dinim

Bugün gider yarın yine gelirim...    

Dedi ve sustu.

Başını öne eğdi

Yine uzaklara

Çok uzaklara daldı gitti

***

 **

  *

 

 

 

 

 

 

12)

 

Mürşit eteğinden tutmuşum destim

Bu idi muradım erişdi kastım

Bilmem sarhoş muyum neyim ben mestim

Erenler verdiği doluyu gördüm

 

Kalender Abdal’ım koymuşum seri

Şükür kurban kestim gördüm didarı

Erenler serveri gerçekler eri

Sultan Hacı Bektaş Veli’yi gördüm

                           (Kalender Çelebi)

 

Ali ile aldı aklım hubların hanı

İntizarda koydu bu garip canı

Yaktı kül eyledi aşk od’u beni

Söyündürür gözlerimin yaşı var

 

Kalender der daim metheder dilim

Muhammed Ali’nin yoludur yolum

Bektaşiyim benim maksudum balım

Her kişinin bir kolaya tavşı var“”

                            (Kalender Çelebi)

 

Turna sürüsü

Dağları, ovaları aşıp

Zaman tünelinden hızlıca geçtiler

Dönüp dolaşıp

Sanki başa döndüler

Bir kez daha geldiler.

Bektaş Dergâhı‘na

Hacı Bektaş‘ın soyundan

Kalender Çelebi

Yoksul halkı gözeten

Osmanlı‘ya karşı

İsyan bayrağını açar

Kalender’in İsyanı

Devamıdır Babailer isyanının

 

Olacaklar Bilge Turna’ya malum olmuş

Dokundu sesinin tellerine

Yumdu yine gözlerini

Ne ararsın kızıl kanda

Can taşırım ben bu donda

Hak Âdem’de Âdem bende

Yürüyorum nur içinde

 

Dört kapıya çoktan vardım

Dördünde de kendim gördüm

Kırklar Meclisi‘ne girdim

Duruyorum dâr içinde

 

Ne sınıfım ne sınırım

Yoktur benim bir kenarım

Dört maddeyle ruhta varım

Eriyorum sır içinde

 

Nicesini çöle saldım

Nicesini yakın kıldım

Gönüllere vuslat oldum

Yanıyorum yâr içinde

 

Ben insanı mabet saydım

Her lokmada ayrı paydım

Var olalı Sina'daydım

Dönüyorum tur içinde...

 

Birden uzak uzak diyara gitmiş gibi

Yorgun düştü telli turnalar

Bir yer bulup konmak istediler

Etrafı gözetleyip

Uygun bir yer buldular

 

Haziran sıcağı

Maraş’ın Nurhak dağlarında

Başsaz Yaylası

Baskına uğrar Kalender ve adamları

Yenilirler

Hem Kalender’in

Hem sağ kolu olan

Başı kesilir Veli Dündar’ın

Kesik başları

Atar atının terkisine

Sadrazam İbrahim Paşa

Gönderir İstanbul’a

“Zafer nişanesi!” diyerek…

 

Kalender Çelebi düşüncesini taşıyanlar

Katledilseler de

Bu düşüncelere bağlı olanlar

Daha da devam edecekler

 

Turnalar

Hiç kalkamadılar kondukları yerden

Devam etti söylemeye.

Kaynağı hiç eksilmeyen pınarım

Gazel döküp hem yeşeren çınarım

Gönüllerde ateş olup yanarım

Ey erenler, yine geldim merhaba.

 

Balık ile okyanusa dalarım

Rüzgâr ile toprakları yalarım

Deli gönlüm yücelere salarım

Ey erenler, yine geldim merhaba.

 

Türlü nebat oldum geçmiş çağlarda

Kurda, kuşa yoldaş oldum dağlarda

Dolaşa dolaşa viran bağlarda

Ey erenler, yine geldim merhaba.

 

***

 **

  *

 

 

 

 

13)

 

Çılgın ve ihtiraslı, acımasız iki deli gördük!

Cehennem her zaman sıcak değilmiş!

Diğer adı;

Beyaz ölüm!

 

Bilge Turna

Artık şaşırmaz oldu olanlara.

Bu toprakların her yanında

Oluk oluk kan aktı

Geldiklerinden bu yana

Beklediler olacakları

 

Solumaya bile vakitleri kalmadı

D(A)ğın en doruklarında

Az(R)ail utancından ağlarken,

Ayr(I)ntıya giren heykeltıraşın

Büyü(K) hünerini sergileyerek

Bir and(A) onbinlerce

Kar ada(M)ının heykelini yapması gibi!

Bir varm(I)ş

Bir yokmu(Ş)

 

…............Sarıkamış derler bir beyaz ölüm

…………Öldüm hasretinle öldüm be gülüm

……...Söylesin destanımı dilin dudağın

…....Anlatsın, susmasın yakın - uzağın

….Öyküsü olmuşum bu koca dağın

Oy ben sana ne diyeyim ey Sarıkamış?

Vay ben sana ne diyeyim hey Sarıkamış!

…................Sarıkamış derler kefensiz ölüm

…………Öldüm hasretinle öldüm be gülüm

……...Genç teğmenler gelmiş, asker öğütler

…....Soğuğu giyinmiş bizim yiğitler

…..Şahidim olsun oy, yıldızsız gökler

Oy ben sana ne diyeyim ey Sarıkamış?

Vay ben sana ne diyeyim hey Sarıkamış!

 

Gözlerimden dökülen yaşlar gibi

Sıcak bir çorba düşler gibi

Ninemin anlattığı masallarla başlar gibi

Başlamasına başladık da

Bu masal, efsane değil

Roman değil, hikâye değil;

Yıl bin dokuz yüz on dört

Çılgın, ihtiraslı, acımasız iki delinin

Düşman askerinin bile yapmadığını, yapamadığını

Kendi askerine kıyarak

Doksan bin insanın

Aç, açık, yarı çıplak

Kendi komutanları tarafından

Zalimce ölüme zorlanmasının,

Öldürülmesinin destanıdır!

 

Rengini kaybettim gecenin

Işığın bir yönü olmalı

"Durduğun yerdir dünyanın merkezi" derler

Beyaz gelinliği giyinmiş doğa

Allah bile karışmıyor

İnsanın insan katliamına

Zulmün zincirleri

Zamansız şakıdı yüreklerde

Işığını esirger oldu tepemizden ay

Vay anam vay

Vay ki vay

Aç karnına diz çökerek yaslandık

Üstümüzden esen ayaz vuruyor

Namluya mermiyi süremez olduk

 

Gözümüzü kar beyazı vuruyor

Umurundaydı sanki güneşin

Granite dönmüş kalbi paşanın

Kötülük bile kendinden utandı

Utancını gizleyemedi güzellik

Bu dağlar, yüce dağlar

Anam ağlar

Yârim ağlar

Bacım ağlar

Ağlar ki varsa soyum

Bu dağlarda

Ölümden özge yolum kalmadı

Deşmeyin kangren olmuş yarayı

Kar sorma Yemen'den gelen donsuza

Tanrı ile çoktan bozmuş arayı

Mabet tarif ettirme imansıza

Süngü batırılmaz yatan cansıza

Yere batsın tacı, tahtı, sarayı

Ateş mi gösterdin çıplak yensize

Kelam edilmezmiş meğer densize

Gözüme soktular kömür karayı

Düşmüşüm sonsuzdan daha sonsuza

Yönünü şaşırdı esen tipi

Önünde savrulur hayatımız

Ölüm hep mazluma düşer

Parası olan varsıl

Yaşar ha yaşar

Korkudur asıl korkulan

Unuttum dediğim anlarım geçer aklımdan

Özlem duyuyorum şimdilerde

Atalarımın geçtiği kutlu çağa...

 

...

 

Karlara sığınıp

Gölgeleri siper alıp

Özümüzü ölümle terbiye ettik

Vakit yok

El açıp yalvarmaya

Biz bir olup

Dikenden bal yaladık a'balam;

Dört yanımız aç kurtlar sarıyor

Utancından, kurşun adres soruyor

Azrail şehvete mi daldı acep

Ölümden öte bit, uyuz vuruyor

Lal oldu

Dağlar taşlar

Konuşmaz oldu kurtlar kuşlar

Acep nedendir bana küskünlükleri?

Ölüm dışında kimseler konuşmuyor benimle

Ben lal

Dilim lal

Paşa bir kez ferman buyurmuş

Karanlıkta kurşun öter

 

Açlık ayazdan da beter

Arkadaşım üstü açık

Kar üstünde cansız yatar

Yatar bir adam

Adam buzdan beter

Beterin beteri bu olsa gerek

Yanı başında

Çarığı yırtık

Mintanı paralanmış bir onbaşı

Baktı gökyüzüne

Baktı uzun uzun

Ve uzattı ellerini

Tepsi gibi parıldayan dolunaya

Ayın gölgesiydi alnına düşen

Bağbozumu rengi geldi aklına

Biryana yatmış kan kırmızı şarap şişesi

"Hey gidi günler hey" dedi içinden

Bu ne güzel bir hayal

Hayal meyal vardı evine

Evine üşüşmüş çoktan kargalar...

Bu ne beceriksiz can imiş

Çıkmaz oldu bir türlü tenden

Ne tarafa gitsem

Cehennem benimle

Erzurum'da kış

Yemen'de yaz

Günahım solda

Sevabım sağda

Yazan melekler varmış

Hangisine seslensem acep

"Yaz melek, bunu da yaz"

Ayaz

Yaz

Az

 

"Kader" dedikleri bu mu?

Ey Azrail

Neredesin?

Ben böyle kaderin!..

 

*

Bu gidişe karşı koyup

Duramazsan ağlatırlar

Çevik olup ondan önce

Vuramazsan ağlatırlar

 

En asil kan damarında

Yenecek güç şamarında

Sen düşmandan hesabını

Soramazsan ağlatırlar

 

Yollarından engelleri

İllerinden çengelleri

Kollarından zincirleri

Kıramazsan ağlatırlar

 

Bunca yıldır kan kokuyor

Sarıkamış Dağlarında

Analar ağıt yakıyor

Sarıkamış Dağlarında

 

Nöbet tutar beyaz ölüm

Kısım kısım, bölüm bölüm

Kardelen çiçeği gülüm

Sarıkamış Dağlarında

 

Paşalar asker öğütler

Hava soğuk donmuş gök, yer

Kar kefende koç yiğitler

Sarıkamış Dağlarında

 

Tüfeğini kucaklamış

Tabakadan tütün sarmış

Ayaz kesmiş geceden kış

Sarıkamış Dağlarında

 

Dizim dizim dizilmişler

Defterlere yazılmışlar

Şafaklardan süzülmüşler

Sarıkamış Dağlarında

 

Bir dağ ki adım

Atası değil yâr

Ötesi sonsuz

Berisi imansız

Seheri yok ıssız dumansız

Senden bir destan istedim

..............Son mektubumda

Gecenin buz soluyan vaktinde

Düştün aklıma nereden bilmem

Böyle apansız

......Zamansız

Kim söyledi sana kim?

Soğukların titrek yüzünü sevmediğimi

Işığın karanlıkta eridiğini

Suyun kör kuyulara yürüdüğünü

…O diş kıran soğukları söyle kim?

 

"Enverland" trenlerinin kara zift soluğu

İstasyonsuz

Makassız

Raysız kalasıca gelişinde Alaman’dan

Ve Naciye Sultan tebessümünde

Saraya damat oluşunda hırsın

.....Ne varsa cümlesini anlatırsın

......Susmaksızın cevabı mektubunda

.......Olur mu?

 

Ben kefenini giyinmiş

Güveyiyim bu dağların

Sen sarayda iç güveysi

Portakalsın, morca narsın?

Beslemesi, süslemesi

Emperyalist Almanların

 

Bakan sensin, nazır da sen

Esas duruş, hazır da sen

Bal kaymaklı huzur da sen

Ecelimi giyinmişim

Yoktur gayrı bugün, yarın

Son mektubumda

.....Bir destan istemiştim senden

Unutmadın değil mi?

Destan ki

Taa üstünde destanların...

 

Taş kesildi dalda kuşlar

Sarıkamış Dağlarında

Çamur-çaylak dik yokuşlar

Sarıkamış Dağlarında

Ben üşürüm

Anam ağlar

Ben donarım

Yârim ağlar

 

Göğsümde yâr mendili var

Titresem tenimi ovar

Sus ey sesim, anam duyar!

Sarıkamış Dağlarında

Dayanılmaz açlığım

Midemdeki öd suyu

Ağzım buruş buruş

 

Tarih köhne, kilit paslı

Konya, Ilgın ve Sivaslı

Kim demiş ki asker yaslı

Sarıkamış Dağlarında

Biz değil

Bizim yerimize bu dağlar yaslı

Ölüme gönderilmişiz

Yürütürler ölüme uslu uslu

 

Gittiğimiz düğün zaten

Kalk borusu zar, zor öten

Yâr gülüşü vatan: sen, ben

Sarıkamış Dağlarında

Bu dağlar başka dağlar

Kardelenler

Karı delip çıkar bazen

Sarıkamış Dağlarında

***

**

 

 

14)

 

Of ki ne of

Gökyüzünün sultanları

Gelinlerin tacı

Barışın elçileri turnalar

Çok ama çok yoruldular

Bu topraklarda gördüklerinden

İçlerinden biri:

“Sarıkamış’ta beyaz ölüm

Burada nasıl olacak?
İstersen artık dönelim

Ben kaldıramıyorum bunca acıyı” dedi

Bilge Turna

“Sen de şahit olasın diye

Birlikte geldik Anadolu’ya

Daha olacaklar var

Bekleyeceğiz çaresiz” dedi

Hep beraber endişeyle

Başladılar olanları seyretmeye.

 

Dokundular bir ağızdan

 Seslerinin tellerine

Bakalım neler neler demişler

Neler gelmiş bu bilgenin diline.

 

Bütün dünya göründü

Çanakkale önünde

İşgalci tüm düşmanlar

Çanakkale önünde

 

Gözler çıktı yuvadan

Dağlar ile ovadan

Ölüm yağdı havadan

Çanakkale önünde

 

Kılıç girmez kınına

Susamışlar kanına

Kastı varmış canına

Çanakkale önünde

 

Oluk gibi aktı kan

Yarılmıştı gök o an

Uçup gitti binlerce can

Çanakkale önünde

 

Çanakkale geçilmez

Bu elden su içilmez

Ölmeyince göçülmez

Çanakkale önünde

 

Oy

Anam

Can anam

Oy ki ne oy

Hali harapmış

Benim güzel anam

Oy anam, Anadolu’m

Havada döner olmuş

Öbek, öbek leş kargaları

Kara, kapkara bağrını yarıp

Ciğerini parça parça etmeye

Kanlı kanlı, lokma lokma yutmaya

Ant içmişler benim güzel anam

Sahipsiz sanmışlar vatanı

Ne de çabuk unutmuşlar

Toprakların altında

Vatanın uğruna

Cesurca ölüp

Kefensizce

Yatanı

Anam

Oy

 

*

Bilge Turna,

Topçu başçavuş

Kademlioğlu İsmail‘e

Görmek için göz

Duymak için kulak

Söylemek için dili oldu

Bakalım ne demiş

Kademlioğlu İsmail Çavuş için

 

*

Gözler kapanır mı hiç, kan damlasa busene

Gözler oldu analar yollarını bu sene

…Busene, yarin dudakları değer sanma

…Değer sanma sakın gökteki ırahmet

…Irahmet yerine kan damlar

…Damlar topraklara

…Topraklar filize dursun diye

 

Can pazarı yapılır mı ölümle?

Çanakkale, çanak çanak kan oldu

Kim hesaba duracakmış zulümle

Her dökülen damla, yine can oldu

“Çanakkale‘den geçip,

Haydarpaşa’da şekerli kahve içeceğiz”

Diye rapor etmiş İngiliz komutan.

“Denizin dibinde

Tuzlu zıkkımı içtiler.

Bizim yurda göz dikenin

Gözleri çıksın emi”

Dedi İsmail başçavuş.

 

Cephede;

Yaralanıp yere düştü, orda sarıldı yarası

Ateşi sedyede açtı, yoktu ölümle arası

 

Vurulup düştüğü yer olursa ki vatan

Ölüm bile vız geliyor, böyle öğretmiştir atan

 

Dövüşür

Yaralı bir kurt gibi

Yurdu söz konusuyken

Duyar mı İsmail başçavuş acı

Gördükçe ağlıyor dökülen kanı

“Herkes önce yurdum, evim” der.

 

Alman Batarya Kumandanı’na;

“Ateş altında kaldık, siz ateş edin” diye

“Haber saldık be canım,

Alman Emperyalizmi, dönek ve kalleş çıktı.

Sarıkamış’ta olduğu gibi

Sattılar bizi Çanakkale’de de.”

 

Doğmayacak mı sanırsın akşamları batan güneş

Her gecenin sonu elbet aydınlığa çıkar oğul

 

Gördüğünüz ihanetler, içten büyüyerek olur

Bil ki, ağaçları mutlak öz kurtları yıkar oğul

Oğul, ey oğul

Oğul oğul can oğul

Oğul ola vatana

Vatana kurban ola.

 

İsmail başçavuş’un gözleri dolu dolu olur.

Hala ufuktadır nemli gözleri.

Başını daha da kaldırır

Bakar ufuk ötesine

İki damla yaş süzülür gözlerinden

İsmail Doğaner

 

90 yaşında 04.04.1972 tarihinde Burdur’da vefat etti.

 

Bilge Turna‘nın gözleri doldu

Kademlioğlu İsmail Çavuş

Anadolu’dan bir yiğit

Analar doğurur da böyle yiğidi

 

Telli Turna

Yanık yanık şakımaya başlar

Dünyanın en büyük donanmasıyla
Birleşti ordular Çanakkale'de
Ölüm kusan bütün makinesiyle
Karargah kurdular Çanakkale'de

Yedi düvel süngü süngü dayandı
Bebek kurşun sesi ile uyandı
Toprak baştan sona kanla boyandı
Çok yiğit vurdular Çanakkale'de

Ali, Veli, Ahmet, Hüseyin, Cemal
Hekimdi, marabaydı, kimi de hamal
Ölmeyi emreden Mustafa Kemal
Ölüme vardılar Çanakkale'de

Son kez yavuklu resmine bakıp
Hakk’a giderken türküler yakıp
Mermiye karşılık süngüyü takıp
Düşmanı yardılar Çanakkale'de

Gökyüzünden ölüm yağdı bütün yıl
Taşların, toprağın rengi oldu al
İnsan kanı derelerden akan sel
Candan can verdiler Çanakkale'de


Kapladı semayı içli ağıtlar
Böyle bir destana yetmez kağıtlar
Ardına bakmadan giden yiğitler
Hesabı sordular Çanakkale'de...

 

Telli Turna,

Buğulu gözlerle baktı ufka

“Bu millet bir kahraman doğurdu

Bu öyle bir kahraman ki,

Boyunduruk altına girmeyen Gökbörü gibi

Bu millet bir ilahi güç çıkarttı

Adı Mustafa Kemal”

Dedi ve döndü diğer turnalara

“Bu kanlı savaşa

Var mı sizlerin de diyecekleri?”

Turnalardan biri:

“Olmaz mı hiç. Ben anayım

Ben yavukluyum.

Olmaz mı hiç.

Çıksın nağmenin tınısı”

Yumar gözlerini dişi Turna

Gözleri dolu dolu…

 

Bir çığlık geliyor

Analardan başkasının göremeyeceği derinlerden

Anneliğin tarifi yok, dengi yok
Her dilde bir anaların ağıtı
Gözlerinden akan yaşın rengi yok
Her dilde bir anaların ağıtı

Dişleri dişlerine

Elleri ellerine kenetlenmişti

Toprağın yağmura duyduğu açlık          

Dağların, yaylaların esintisi

 

Bütün ana, anasından ders alır
Ana, elbet söyleyecek söz bulur
Seslerinin yanıklığı ayn-olur
Her dilde bir anaların ağıtı

Kınalanmış nasırlı elleri

Bağrında ter

Tırnağında toprak kokan analar

Acının bile özlemi varmış

 

Feryat edip yüreğinin közünü
Ağlayarak söyler birçok sözünü
Ağıtlarla gelin eyler kızını
Her dilde bir anaların ağıtı

Hangi ana başlatmıştır savaşı

Allahuekber Dağları’nda

Çanakkale’de

Sakarya’da

Dumlupınar’da

Kimlerdir?

Dökülen kanların günah taşı

Bütün öfkesini acılarda gülüp geçerek

 

Davulla, zurnayla asker uğurlar
Askerini mani ile ağırlar
Duyamaz feryadı gönlü sağırlar
Her dilde bir anaların ağıtı

Namus olur

Ar olur

Kimi zaman

 

Törelere kurban giden kızına
Çırpınır da yetişemez tozuna
Ellerini vura, vura dizine
Her dilde bir anaların ağıtı

Fırından çıkmış ekmek buğusu

Yaylaların esintisi

Yüz bin acı yaşar

Gizlenmiş gözyaşlarında

 

Sevdasını haykırır yeryüzüne
Ana acısına dayanmaz dağlar
Acıya dayanır karalar bağlar
Haykırır dilleri cesurca çağlar
Her dilde bir anaların ağıtı...

 

Ağladı söyleyen dişi Turna

Hıçkırıklarına karıştı gözyaşları

Sanki öldürülen yarım milyon canın anasıydı

Yarım milyon ana adına gözleri kanlı yaş döktü.

Ayırmadan birini diğerinden

Hıçkırıkları durmuyordu bir türlü

Bilge Turna

Kanadıyla, ağlayan dişi turnanın dokundu.

Teselli edercesine

Bekledi sessizce

 

***

Her savaşta olduğu gibi

Bu savaş da bitti

Beş yüz binden fazla insan öldü

Beş yüz bin ana

Çığlıklar içinde doğurduğu

Beş yüz bin can

Yitip gittiler

Beş yüz bin ananın ciğerine

Beş yüz bin ateş düştü

Beş yüz bin insan

Aynı toprakta yatıyor kucak kucağa

 Turnalar

Yorgun ve bitkin

İndiler yere uçtukları gökten

Yumdular gözlerini

Açmaya cesaret edemediler.

Bir turna; “Anadolu

Ne biçim ocakmış” dedi mırıldanarak

Bilge Turna:
“Bekle

Daha çetini var sırada

Bu defa çok dağınık

Çok daha kanlı” dedi

Ve kanat açtılar Anadolu’ya

Bir sonraki acıları görüp çekmeye.

***

 

 

15)

 

İhanetin tahtı

İmzaladı Sevr’i

Paylaştılar Anadolu’yu işgal güçleri

Boğazlar İngilizlerin kontrolünde

Ve Yunan askeri Ege’ye çıktı

Akdeniz’e İtalyanlar

Güneydoğu’yu Fransız ve İngilizler

Kuzey Doğu Anadolu’yu

           Ermeni çeteleri işgal etti.

 

19 Mayıs 1919

Karanlık üstüne

Bir güneş doğdu Samsun’dan

Kararlıydı

Ölmeye çoktan gönüllü

Sarışın bir Gökbörü        

Başlattı Milli Mücadele’yi

Erzurum ve Sivas’tan

 

Söylemekten

Ses telleri yorulur Bilge Turna‘nın

Şakıyıp söyler

Söyler

Söyler

Karlı dağda kar üstünde bayrağı yorgan yaptın

Sen âşık, ışık ol, canla, başla yüreklendir, can

Sen ki yatmadan, altında kanlıca toprak öptün

Ey oğul, mürekkep sanma, yazan kalem döker kan

 

 

Uyku tatmadı insanüstü, bu yüce insan, önder

Var gücünle bu genç nesle, cumhuriyet kurdun sen

Darda ülke, parsellendi, hak ışığından gönder

Arzuhal-i söylemekten bak utanır oldum ben

 

Dokunduğum kılkopuzda alevlendi ellerim

Söylemeye dilim varmaz, kilitlendi dillerim

Kara sakal, kara peçe, geçilmiyor yollarım

….Geçit vermez karşı dağlar, açmadan çiçekleri

…..Uzaklardan gelen caza oynuyor köçekleri

 

Kurtuluş şehitlerinin kemikleri sızlıyor

Gaflet, delalet içinde yatanları izliyor

Toprak, topraklıktan çıktı, kurtarıcı gözlüyor

….Geçit vermez karşı dağlar, açmadan çiçekleri

…..Dağlar ağlar, utancından eridi saçakları

 

 

Aç açık Anadolu insanı

İşgal edilmiş

Yurdun dört yanı

Toprak anadır

Toprak namus

Toprak vatan

İşgal edilir de bu topraklar

Durur mu hiç yurdum insanı

Kölelik nedir bilmez

Yaşamamış

Baskılara isyan etmiş asırlardır.

Bu işler olur da durulur mu hala

Canından vazgeçer

Özgürlüğünden asla

Yelesi kesilmiş aslana benzetir kendini

Baş eğmemiş asla dağların kurdu

Asaleti özgürlüğünde saklıdır

 

Devam eder Bilge Turna

Dokunur telli sesine

 

Gün gelir görürsünüz, kalkan dumanı tozu

Başınıza inecek Anadolu balyozu

 

Trablusgarp, Yemen ve Çanakkale, Sakarya

Zindan oldu mabetler öksüz öksüz bakar ya

Kızılırmak, Menderes, Fırat, sessiz akar ya

Gün gelir görürsünüz, kalkan dumanı tozu

 

Ne suçu var kuşların, uçmak idi işleri

Prangaya vurdunuz insandaki düşleri

Köpekleri saldınız, topladınız taşları

Başınıza inecek Anadolu balyozu

 

Kopacaktır elbette fırtına

Bir gün

Haklı da haksızdan soracaktır hesabı

Boşa değil anaların feryadı

Sorulacak elbette

Anaların gözündeki yaşların hesabı

 

Öğütlerine devam eder Bilge Turna

Oğul oğul can oğul

Çağlar boyu han

Kimi zaman kağan oğul

Şahlığı beğenmeyip

Padişah olanlar

Bizi ne hale getirdi gör ve öğren

Sana yakışmaz

Ne şah

Ne de padişah

Sen, özgürlüğüne düşkün

Sen, dağların kralı Gökbörü

Sen, sana yakışanı seç

 

*

 

SANMA sakın milleti, anasından çok uzak

Anasını alır da getirirse YANINA

Her gözünü yumanın uykularına KANMA

ŞANINA yaraşanı yapacaktır elbette

Yapacaktır elbette üzerine düşeni

Düşeni kaldırmak görevdir

 

Kalelerin hepsini fethettiğini SANMA

ÖPECEKTİR dudaklarım o zafer bayrağını

KONMA ak güvercinim Zülfikar’ım kanda

Hakkı bilmeyen, mala TAPACAKTIR elbette

Elbette sahipsiz değil

Değil bu topraklar asla

Asla boyun eğmedi

Eğmedi bu hal

 

YAPAR yapacağını, zaman en iyi ilaç

TEPECEKTİR bu silah, kurtaramaz seni ÜN

Bakarsın bu fırtına Kocatepe’den KOPAR

GÜN be gün hava ağır, KOPACAKTIR elbette

Kopacaktır elbette fırtına

Fırtınanın şiddeti şaşırtmasın kimseyi

 

*

İlkem için vurdum demir yumruğu

Özgürlük kazınmış ezelden özüme

Bayrağı bilmeyen ne bilir tuğu

Namertler merhem süremez sızıma

Bir ateş düşürdü yakıyor dağı

Su serpemez asla yanan közüme

Koparmış ipini çevirdi çağı

Daha utanmadan bakar yüzüme

Bağban dövüp talan ettirdi bağı

Kar yağdırdı baharıma yazıma

 

 

Yürüyen çok mezar var, dolaşan ceset gördüm

Bir bileni arayıp; ‘’Kim bunlar’’ diye sordum

‘’Her çağ mertle birlikte döneğini var eder

Var oldukça ulus size ülkeyi dar eder’’

Demesine dediler

Üçler, beşler, yediler

Bir yalancı tarih

Bir kiralık masa

Akıyor masanın

Her tarafı ayrı tasa

Kalem kırdı

Kusa kusa

Kadılar müftüler.

 

Sarıkamış dedikleri kar altında kalanda

Doksan bin karçiçeği açıp geldi bugüne

Her biri kanatlanıp, uçup geldi bugüne

Çanakkale’den geçip can buldular çok canda

 

Sakarya, Dumlupınar, İnönü’den süzülüp

Birer birer yatan tüm şehidi yokladılar

Mustafa Kemal’imden emir beklediler

Her biri Kocatepe sırtlarında dizilip

 

Uçanların her biri birer ana kuzusu

Sızısı içte saklı, döner durur havada

Sancı vardır filizde, sancı vardır ovada

 

Can verip, kan ağlıyor Anadolu yazısı

Kanatlanıp Afyon’dan varmak için İzmir’e

Asker oldu her biri, mavi gözlü bir pîre

 

Doğuda Sütçü İmam ve Karayılan

Ve daha niceleri

Vuruştular kahramanca

Maraş Kahraman

Antep Gazi oldu

 

Hasan Tahsin

İzmir’de ilk kurşun atan

Sakarya

Dumlupınar ve İnönü

Afyon cenge durdu

Cenge durdu topyekûn Anadolu

 

*

 

Bilge Turna

Coştukça coştu

Görünce yurt sevgisini

Görmezden gelemez

Ayrık otu gibi biten

Saray soytarıları hainleri

Bir de

Dokunmadan suya sabuna yaşayanları

Gördüğü asalaklara

Bakalım neler demiş neler?

Bu gidişe karşı koyup

Duramazsan ağlatırlar

Çevik olup ondan önce

Vuramazsan ağlatırlar

 

En asil kan damarında

Yenecek güç şamarında

Sen düşmandan hesabını

Soramazsan ağlatırlar

 

Yollarından engelleri

İllerinden çengelleri

Kollarından zincirleri

Kıramazsan ağlatırlar

 

*

 

Hava karanlık bu yıl, ay yüzün çevirdi

Kapı sağır, duymuyor; pencere kör, görmez

Uyan Mustafa’m uyan, soysuz çınar devirdi

Ülke nasıl kuruldu? Kendisine sormaz

….Uyanırdı yerde taş, sevgi olsa biraz

…..Uyanırdı, vatana sevgisi olsa az

……Uyanır kara kütük yapmazdı boşa naz

 

Tenekeden çıktı verilen madalya

Sağı sola girince sol dağa karıştı

Yalayıp yutuyor malı, sümük salya

Dini alıp sattı, terörle yarıştı

….Uzaktan kumanda bizi bizden etti

…..Sepette çürükler yüklerini tuttu

……Şu koca ülkeyi hamutuyla yuttu

 

Kartal kanatlılar dünkü şahinler

Tekrarlayan papağana döndüler

Meydanlarda dağıtılır tahinler

İçlerinden temizlendi hainler

….İnsanoğlu elbet yorulur bir gün

…..Uzak sanılana varılır bir gün

……Böyle kalmaz, hesap sorulur bir gün

Ve

Hesap

Soruldu

O gün geldi

Gidip Lozan’a

Çizildi sınırlar

Cumhuriyet kuruldu

Anadolu halklarıyla

Başkomutan Mustafa Kemal

 

İşin çok başındaydı

Asıl büyük savaşı

Cehalet denen paslı zincir

Yaktı ocağı

Kurdu kazanları

Topladı paslı zincirleri

Kaynattı ateşlerde

Sonucu gören bir turna

“İşimiz bitti mi ya bilge?” dedi

Başını salladı Bilge Turna

“Göreceklerimiz var daha

Sabret hele az kaldı” dedi Bilge Turna

Sessizce yola koyuldular…

 

***

**

*

 

 

 

 

16)

 

Cumhuriyet kuruldu diye

İşler bitti mi sandık

Düşman bu

Dur durak bilmez elbette

Kudurdukça kudurdu

İçimizdeki hainler

Din satan din düşmanları

Devşirme itler

Dolaştılar salya sümük

Yeniden kuruldu din pazarları

Sermayesi palavra

Kol gezer oldu

Arap sevici İngiliz itleri

İtleri görünce

Şaşırdı elbette Bilge Turna

Bu kadar ihaneti

Görmemişti bunca asır

 

*

 

Bir hain isyan başlattı

Yine aynı yerden

Yine aynı tipler

İsyanı bastırmak için gitti

Yedek Subay

Öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay

Ellerinde kurusıkı mermi

Barış için gitmişlerdi

Olmadı işte

Olmuyor

Zorladılar Kubilay’ı

Korkutmak için bastı tetiğe genç asker

O da ne?
Arap sevici vatan haini, din bezirgânı melun

“Bana kurşun işlemez,

Bakın vurulmadım” dedi

İnandılar

Bunu gören koyun sürüleri

Uydular hain sözüne

Takıldılar peşine

Dediler:

 ‘’Konuşma, sus, boğarız sesini’’

Es deli rüzgâr es, tutmadan yasını

Savaşta bayrağını yorgan eden yiğit

Ses ver sesime ses

Haydi, sil pasını

 

*

 

Uyan sana, ne kaldı çok kullandın izini

Uyansana, takip et atamızın izini

 

Derini yüzenlerde ne utanma var ne yüz

Derini görüp korkma, bu deniz senindir, yüz

 

Yaralı Kubilay

Sığındı cami avlusuna

Ama nafile

Hain doluydu her yer

Tohumlarını bırakmışlardı düşmanlar

Kurtuluştan önce

İşte o tohumlar

Yeşerdi fırsat bulunca

Hain Derviş Mehmet

Cebinden çıkardığı eski bağ testeresi ile 

Yaralı Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın

Acımadan kesti başını.

Katlettiler

Yardımına koşan bekçiler

Hasan ve Şevki’yi

 

*

 

Kim silecek gözünden bu toprağın yaşını

Mezardaki taşını söküp atın başından

Uyanmazsa düşünden, uyandırır çan sesi

 

Bu millet neden sağır, kim kör etti söyleyin

Neyin var kardeş neyin? Sesin çıksın az bağır

Bak yükümüz çok ağır, dinle biraz can sesi

 

Nereye böyle? Dur ey karanlıklar yolcusu

Uyan sağcı, solcusu haykır sesini hey, hey

Olmaz deme olur şey, bir duyarsan kan sesi

 

Bu ne biçim karanlık

Kol gezer

Vahşetin vahşiliği bu topraklarda

Görülmüş mü böylesi?

Kim doğurdu bunları

Bu mu, din dedikleri?

İnsan kesmek mi din?*

Kim öğretti bunlara

Bin yıldır aynı

Bin yıldır utanç

Bin yıldır ihanet

Her yerde aynı

Ağızları salyalı

Uşaklığın pazarında

Sergilenir dururlar

Böylesi hainler

***

**

*

 

 

 

17)

 

Nazım Hikmet,

Oğuz,

 Mümtaz Osman ve Ercüment Er rumuzları ile yazılar ve şiirler yazmıştır.

 

“Biz kuşlara emanet ettik yüreğimizi

  Kendi vicdanında özgür

  Kendi gökyüzünde göçebe

  Kendi vatanında sürgün “ N. Hikmet

 

“Karşı yaka memleket

Sesleniyorum Varna’dan,

İşitiyor musun?

Memet!

Memet!

Karadeniz akıyor durmadan

Deli hasret, deli hasret,

Oğlum, sana sesleniyorum

İşitiyor musun?

Memet!

Memet!”

 

          Nazım Hikmet

 

 

Anadolu eski Anadolu değil

Az da olsun dingin

Öyle sanıyordu Bilge Turna

Baktı diğer turnalara

Öyle çok fırtınalar gördük ki

Bu yaşlı kalbin nasıl dayandı

Şaşıyorum” dedi.

Olacakları sezen Bilge Turna

Hüzünle toprağa baktı

Başını kaldırıp

Bulutlu gökyüzünü seyretti bir süre

Gökyüzünün nefesini

Özlemek güzel şey

Toprağın sesini

 

Bir bakmış Bilge Turna

Bir yazar, şair öldürüldüğünü duyar

Bütün ömrü

Yazdıklarından ötürü

Kurtulmamış başı belalardan

Zindanlara atılmış

Dövülmüş sövülmüş

“Başın öne eğilmesin

 Aldırma gönül aldırma

 Ağladığın duyulmasın

 Aldırma gönül aldırma”

Demiş, Sabahattin Ali

Henüz 41 yaşında

Duyuldu vahşice öldürüldüğü!

 

Sırada kim vardı?

Bu topraklar

Bu topraklar

Bu memleket

Bu memleketi yönetenler

Çağlar boyu zalim idareciler

Düşman olmuşlar bin yıldır

Yazara ve şaire

Düşman olmuşlar düşünen insana.

 

“Sırada kim var ya Bilge” dedi bir Turna

Bilge Turna üzgün ve kaygılı

Şiirin şahı

Uluslararası Türk Şairi

Türkiye’nin yüz akı

Nazım Hikmet

Yazdıklarından dolayı

On bir ayrı dava

Tam yirmi sekiz yıl ceza

Revamı bu bir insana

Başlar mahpusluk yılları

İstanbul, Ankara

Çankırı ve Bursa

On iki yıl yattı mahpus damlarında

Bir af sonucu çıksa da dışarı

Yine sıralanır peş peşe

Davalar bir yana

En kötüsü de ölüm tehditleri

Biliyor Sabahattin Ali’nin başına gelenleri

Biliyor başına gelecekleri

Artık bu yerler zindana döner

Anayurdu yabancılaşır şaire

Arkadaşları çıkartır onu yurtdışına

Sığınır Rusya’ya

Başlar hasretlik günleri

 

Gelin edip vatanı al duvağa bürürüz

Haydin, dirlik içinde birlik olun da gelin

Dağları duman sardı, kurt durmaz, ateş inde

Ateşinde yanmak için gönüllere yürürüz

Yürürüz ateşlerin üstünde

Üstünde her şeyin, vatan deyince

 

Bilge Turna’nın

Aklına gelir bir başka şair sözü

Mırıldanır dudaklarıyla onu

“Nazım usta da çekti bilir ama

Sen gel bir de bana sor hasretliği

Aslının aşkından yanan Kerem gibiyim

Haydi

Nasıl dayanırsan dayan hasretliğe”

                                               Can Yoksul

 

Bir gurbet türküsü gibidir

Nazım ustam

Bir sonbahar rüzgârı gibidir

Hasretlik çekenim

Ben parayı pulu neylerim

Ölüm geldi kapıma dayandı

Dost dost

Halım hal değil

Hele memleketimden uzak

Sevdiklerimden

Ölüm kurdu bize hain bir tuzak

Ağla gözlerim

Dayan yüreğim

Dayan

Dayan…

***

**

*

 

 

18)

 

 

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, Ankara'da Ulucanlar Cezaevi'nde 6 Mayıs 1972 tarihinde Hıdrellez günü asılarak idam edildi. Gezmiş ve Aslan 25, Hüseyin İnan ise 23 yaşındaydı.

 

 

25 Temmuz 1968

Siyasal cinayetlerin ilkiydi

Vedat Demircioğlu.

Kavgasına adını kanla yazdırandı o

Demircioğlu ve arkadaşları

Gencecik insanlardı

Bu genç insanları

Ölümle susturmaya çalıştılar

Hep böyle oldu, asırlar boyu

Hallac-ı Mansur'dan, Nesimi’ye

Şeyh Bedrettin’den bugüne

Ölümle susturacaklarını sandılar

Dar kafalı aptallar


Turnalar çok yorulmuşlar

Uçmaya mecalleri yoktu

Birbirlerine destek oldular

Moral verdiler

Uçtular birlikte

Geldiler Sivas, Şarkışla

Ve Gemerek beldesine

" Ya bilge Turna

Ne işimiz var burada?" dedi bir turna;

Bilge Turna'nın yorgunluğu sesine yansıdı

"Burada başlayacak bütün olacaklar" dedi

Bilge Turna, derin bir iç çekti

"Ben de tükendim“ dedi

Olanları izlemek için

Çekildiler bir kenara

 

*

 

Ey

Canlar

Ve Bilge Turna

Tarih boyu gördünüz

Bu topraklarda olanları

Suç mudur haksızlığa başkaldırmak?

Siz söyleyin, insan olmak zor mudur?

Hak bende diyeni meydanda

Diri diri yüzdüler

Sessiz sedasız

Sessizce

Can

Gelin edip vatanı al duvağı takanlar

Haydin, dirlik içinde birlik olun da gelin

Dağları duman sardı, yanıyor, ateş inde

Ateşinde yanmak için gönüllere akanlar

Akanlar

Deniz ve Yusuf,

Yola çıktılar Ankara'dan

Çevrildiler Şarkışla'da

Silahlıydı Deniz ve Yusuf

İsteseler,

Rahatça geçerlerdi barikattan

Hiç kullanmamışlardı silahlarını

.......................öldürmek için

Düşünmemişlerdi bile

Taşıdılar sadece tedbir için

 

İnsanoğlu özün ver de

Bak derenin akışına

Hele bir yol gözün ver de

Bak ceylanın bakışına

 

İnsanoğlu hal bilen sen

Bak düzenin kokuşuna

Karanlıkta yol bilen sen

Bir nakış ver nakışıma

 

İnsanoğlu er yolunda

Canı cana takışına

Nice yiğit ser yolunda

Geldik yolun yokuşuna…

 

*

 

Dört Amerikalı’yı kaçırdıklarında

Deniz, Yusuf

O gün bile

Hiç düşünmediler tutsakları öldürmeyi

Yiğitçe karşı koymuşlardı 6. filoya

Çevrildi Şarkışla'da

Deniz ile Yusuf'un yolları

Yer ateş

Gök ateş

Ateş sardı dört yanı

İlk Yusuf oldu

Sırtından vurulup düşen

 

Geri döndü, koştu Yusuf'a doğru

Bakıştılar birbirine

Kaçırmak istedi

Olmadı

Bir anda fırtına koptu yüreğinde

Kan ağlıyordu içi

Geri dönmek zorunda kaldı

Seğirtti olanca gücüyle

Vardı önünde araba duran kapıya

Hızlı hızlı çaldı kapıyı

Kapıyı açan kadın

Kapattı kapıyı yüzüne

Kapı kilidine ateş etti Deniz

Hesap uymadı

Yaralandı kapının arkasındaki kadın.

Aldı kadının kocasını yanına

 

Sürdü arabayı

Yusuf'u bıraktığı yere doğru

Bulamadı

"Yusuf'u öldürdüler" dedi. İçinden

Arabasına bindiği adam

Fırıncı Astsubay İbrahim’di

Gemerek'e doğru çıktılar yola

Karısı için üzgün olduğunu söyledi Deniz

Tedavisi için çıkartıp beş yüz lira verdi

Ve ekledi;

"Korkmayın, hırsızlık parası değil

Harçlığımdan veriyorum

Bu on lira da bana yeter." dedi.

 

Barikatları aşıp

Yaklaştılar Gemerek'e

Belediye hoparlöründen

"Kanun kaçağının yakalanması için"

Anonslar yapılıyordu halka.

Tarlalara yöneldiler

Deniz, arabadan inip koştu

Kovalıyorlardı Deniz'i

Deniz döndü Deniz

Havaya ateş açtı

Silah sesini duyanlar

Dağıldı çil yavrusu gibi.

 

Kaldırdı sol yumruğunu havaya

Dönüp dağlara seslendi

Ve avaz avaz haykırdı

Duyun beni içim yandı hârınan

Kar verin kanayan yarama dağlar

Geçirmedim güzel bir gün yârınan

Kimler girdi söyle arama dağlar

 

Tırmanayım yine yüce tepeye

Alıp sakla beni kara geceye

Haykırayım gelmiş geçmiş niceye

Gelen olur mu ki narama dağlar?

 

Yorgun gözlerim bilmez akıntı

Gönül köşküm bir görseniz yıkıntı

Yeterince geldi bana sıkıntı

Aç şu gönlümü bak yarama dağlar.

 

 

Deniz

Karanlıkta koşarak

Bir çukura attı kendini

Hemen bir cigara yaktı

Aklına düştü o anda

Saçları mısır püskülü sevgili

Gökyüzü yine

Yitirdi mavisini

 

Yine başını

Sardı kara bulutlar

Dumanlı başım

Çılgınlıklara gebe

 

Irmak düşün

Nice çayları almış

Su ile dolmuş

Irmak düşün gülüm

Engeller delmiş

Coştukça hırçınlaşan

Irmak düşün

Kendi bendin aşan

Sorma be gülüm

Sana çağlayıp taşan

Bu deli gönlüm

Fırtınalar yarattı

 

Yastığa her koyduğumda başımı

Şafaklar kıskanır oldu düşümü

Gizleyemem

Gözümden akan yaşımı

 

Umutlara düştü vay deli gönlüm

Coştu yine bugün vay deli gönlüm

Düşlerim sende güzelleşir

Dokunsam saçlarına

Yanar ellerim

 

Yeniden uçurdum gönül kuşumu

Kapadım gözümü kurdum düşümü

Bütün şafaklar kıskansa da

Çok beladan belaya

Saldım başımı

 

Yalnızım, lâl oldu suskun dillerim

Sensizliği, sende arar kollarım

Sana yattığım düşlerimden

Her günün doğumunda

Biter yollarım…                

 

Kaldırdı başını Deniz

Defalarca baktı gökyüzüne

Aklına geldi Sabahattin Ali

Diline bir dörtlük doladı

"Görmek istersen denizi

Yukarıya çevir yüzü

Deniz gibidir gökyüzü

Aldırma gönül aldırma"

Sabahattin Ali'yi nasıl öldürmüşlerdi?

Kemikleri bile bulunamamıştı

"Öyle ölmektense, intihar en iyisi" dedi!

 

Gece soğuktu

Hava buz gibi ayaza kesti

"Teslim ol" sesleriyle irkildi

Her şeye rağmen direnmeliydi

Ölüm de olsa sonunda

Dik durup, onurlu yaşamalıydı

 

Ve yakaladılar Deniz'i

Gemerek'ten Kayseri'ye

Sonra Ankara'ya getirdiler.

Tutuklanıp hücreye konuldu

Ulucanlar Cezaevi’nde...

 

***

 

 

 

Yusuf'u

Vurulup düştüğü yerde

Karın üstünde, soğukta

Beklettiler saatlerce

Sürükleyerek götürdüler.

Tekme tokat vuran vurana

Ne saygı vardı

Ne ahlak

Ne de vicdan

Kapattılar bir odaya

Soğuk havada

 

Yatıyordu boylu boyunca

Yarı baygın, çırılçıplak!

Kan sızıyordu hala yarasından.

Ayazda kalan Yusuf

Zatürree olup komaya girdi

Duyan kulaklara

Duyan yüreklere seslenip

Yorgan olup

Örtmek istedi Yusuf’un üstünü.

 

Saklanan mızraklar çuvalı deldi

Testiler kırıldı, hayaller kaldı

Sabır, dedik namlu şakağa geldi

Yolumuz gidiyor sonsuza doğru

 

Gün gelir elbette değişir devran

Saniyeler geçer, değişir evren

Din yüküyle dolmuş gider mi kervan?

Solumuz gidiyor sonsuza doğru

Unutmak için sevme

Sevmek için doğdun

Ağla, gülmek için

Gül

Ağlayacağını bilerek...

 

Yusuf, önce hastaneye

Sonra da hapishanede hücreye konuldu

Geceler zalimdi

Geceler aman bilmez

Gökyüzünü gizler oldu

Hücrenin penceresi

Yine de özgürlük adına

Uzanıp pencereden

Özgürlüğü

Barışı

Ve bir cümle güzellikleri görmek için

Her gece

Önce gökyüzüne bakar

Sonra yatardı...

 

***

 

Ankara’da

Saklandığı evde öğrenmişti

Deniz ve Yusuf’un yakalandığını

Ankara’dan ayrılıp

Ulaştı gece yarısı

Deniz ve Yusuf yakalanmış

Uyunur mu hiç gönül rahatlığıyla

 

Yumruğumuz sıka, sıka

Artık vurmak zorundayız

Yapılan tüm haksızlığa

Karşı durmak zorundayız

 

Kapatın adım farkını

Ayırman insan ırkını

Düzenin bozuk çarkını

Terse kurmak zorundayız

 

Benliğini yene yene

Bilimde yürü en öne

Çağdaşlık yolunda Fen’e

Akıl yormak zorundayız

 

Kurtulalım artık kirden

Benim gibi nice körden

Yiğit isen zalimlerden

Hesap sormak zorundayız...

 

 

Utancından 

Bugün erken battı güneş.

Tez bastırdı karanlık

Birbiri ardına

Kaydı yıldızlar

Yine öfkelendi kara bulutlar.

Bir o kadar çıldırmışlardı.

Uzadıkça uzadı bu gece.

Doğmuyordu güneş utancından

 

Bu gece

Yine ağladı gökyüzü.

Hitler Almanyası’nda

Yahudi çocuklarına ağladığı gibi

Bu gece,

Yine ağladı gökyüzü

Dünyanın bir yerlerinde öldürülen çocuklara.

 

Âdem’le başlayıp geldim bugüne

Dört kapıyı açan sır bende gizli

Kırklar Meclisi’nde pirler önünde

Divana durduğum dâr bende gizli

 

Düşümde gördüğüm o nazlı yâre

Aşk badesi içtim yüreğim yara

Yetiş ya erenler düşmüşüm dara

Ezelden ebede yar bende gizli

 

Biri doğduğumda, birisi demde

İki kere sevdim yaşarken hem de

Hiç giremediğin gönül bahçemde

Erik, elma, ayva, nar bende gizli

 

Haksızlığa karşı hakkın önünde

Ali olup göründüm aslan donunda

Eyüp'ün çilesi nedir yanında

Türlü türlü dertler var bende gizli

 

İnsanlara bir kez sevgiyle bakıp

Arayıp yolunu içine akıp

Gönülden gönüle kıvılcım yakıp

İçimdeki ateş har bende gizli

 

 

Bir ara

Başladı ağlamaya Bilge Turna

Sordu bir diğer Turna

“Hayırdır ya Bilge, neyin var?”

Bu genç adamın

Burada bitecek hürriyeti

Burada olacak sonunun başlangıcı”

Turnalar çok üzüldü

“Bunların suçu da

Önce yakalanan iki gençle aynı mı? “dedi

Evet der gibi

Salladı başını Bilge Turna

 

Hüseyin

Deniz ve Yusuf’un

Yakalanmasından bir hafta sonra

İki arkadaş

Canlarını emanet etmişlerdi dayısına.

Sabah Hüseyin ve M. Nekipoğlu

Kapı gürültüsüyle irkilerek uyandılar

Dedesi karşısında

Biraz mahcup bakıyordu

“Teslim ol evlat

Yoksa öldürecekler seni”

Bir yandan da iki gözü iki çeşme

Ağlıyordu dedesi

Hüseyin durdu düşündü

Ve teslim oldu

 

Neden sonra öğrendi Hüseyin

Öldürülecek korkusuyla

Dayısı şikâyet etmişti

 

Yusuf hastanede

Deniz ve Hüseyin cezaevinde hücrelerinde

 

***

 

 

 

Sinan Cemgil

 

Sivas yol sapağından

Ayrılmışlardı Sinan’dan

Elazığ’da buluşarak

Nurhak Dağlarına çıkacaklardı

Ama kötü bir haber geldi

Elbistan Nurhak’tan

Yıkılıp kaldılar hücrelerinde

Vurulmuşlardı üçü birden

Bir derede yıkanırken

 

İnekli köy Muhtarı

İhbar etmişti

Sinan Cemgil ve arkadaşları

Alpaslan Özdoğan, Kadir Manga’yı

31 Mayıs 1971

Üç ana

Üç can

Vurdular Sinan’ı

Vurdular Alpaslan’ı

Vurdular Kadir’i

Gözlüğü düştü Sinan’ın

Göremedi hiçbir yeri

Yer bulut

Gök bulut

Ortalık toz duman

 

 

Ateş düştü ocaklara

Su kâr etmiyor yanan yüreklere

Oysa

Elazığ yöresinde bir köprüde

Buluşup Sinan Cemgil ile

Çıkacaklardı Nurhak Dağı’na

 

Nurhak Dağı

Nurhak Dağı

Pusuya düşürdün gençleri

Sinan’ımı fidan iken kestiler

Alpaslan, Kadir’e mermi kustular

Cesetlere saygısızca bastılar

Nurhak Dağı verin bana yavrumu

 

Ağaç bilir balta ile ölmeyi

Bilir elbet şereflice olmayı

Başaramaz uşak, vatan bölmeyi

Nurhak Dağı verin bana yavrumu

 

Nurhak dağı mezarlığa dönüyor

Kağnılarda cesetleri iniyor

Her gün birer birer ocak sönüyor

Nurhak Dağı verin bana yavrumu 

 

Sizi gidi kandan medet umanlar

Eksilecek dilimizden amanlar

Eksilmez mi başınızdan dumanlar

Nurhak Dağı verin bana yavrumu

 

Nurhak Dağı yıkılasın diyemem

Dayanırım karaları giyemem

Yiğit'im olmadan yemek yiyemem

Nurhak Dağı verin bana yavrumu...

 

Aşkla sınanıp

Ölümle avunurken

Uçurum kıyısında koparılan çiçeğim

Körpecik umutlarım anlamını yitirmeden

Ölüm, yaprak yaprak sardı bedenimi

Güneşe hasret bir kıvılcım

Ölmeden önce öldürülen

Söyle bana ey ölüm

Karşında kaç can, yiğit kesilir?

Hangi ateş tek başına söner?

Bağırsam kim duyar sesimi

Bağrım kurşunlarla delik deşik oldu

Kan yerine acı sızar yaralarımdan

Beni ağlatan kurşun yarası değil

Beni ağlatan

Beni vuranların satılmışlığı

Ben Sinan Cemgil

Selam olsun benden sonra geleceklere.

 


*

 



Göstermelik Davalar Başladı

 

 

Gerilim içinde geçer duruşmalar

Ortak savunmaları

“Ezenlere karşı verdikleri mücadelelerde

Ölen tüm ezilenlere selam olsun”

Diye başladılar…

 

Telliler

Telsizler çalıştı

Divan kuruldu yapmacık

Dizi dizi düzen kuklaları

Bu olanlar göstermelik

Fetva çoktan verilmiş

Bir katliamı zamana yaymak

Ve başlar

Başka katliamın intikamı

 

İntikamın ateşi sardı

Sardı örümcek kafaları

Kafaları kuma sokup

Gövde gösterisi yaptılar.

 

Tarih affetmeyecek

Bu yanlışları yapanları

 

***

 

Mart’ın son günleriydi

Mahpustan kaçtı Mahir Çayan

Topladı arkadaşlarını

Engellemek için idamları

Kaçırdılar Ünye Nato Üssü’nden yabancı görevlileri

 

Bilge Turna, acı acı mırıldandı

Zor duyuyordu sesini diğer Turnalar

“A bre çocuklar

Sizler ne yapıyorsunuz?

Zalimlerin zulmü hiç eksilmedi tarih boyu

Üç canı

Üç fidanı

Gözden çıkardı cellâtlar

Üçünü boğazlamak için

Üç bin genç gelse de nafile

İçiniz dışınız hain

Çevreniz çeperiniz ispiyoncu

Olmasaydı böyle be çocuklar

Olmasaydı böyle” dedi Bilge Turna

 

30 Mart

Ablukaya alınır muhtarın evi

Mahir Çayan:

“Erleri geri çekin rütbeliler gelsin

Biz buraya teslim olmaya değil

Ölmeye geldik” diye bağırır.

 

Emir verilmiş bir kez tepeden

Erim erim eriyesi

 

“Yakın o köyü

Bir köy eksik kalsın ne çıkar!” dedi Nihat Erim

 

Gözden çıkartılmış üç fidan

Katletmek için üç fidanı

Kıyacaklar daha nicesine

Emir kan seçmez

Emir can dinlemez

Dokundular tetiğe

Ölüm kustu namlular

 

Zalimin gözünde her şeyden üstündü kul olmak

Elin itine övgü düzenler

Kendi yiğitlerine gözlerini kırpmadılar

Kustular bütün mermileri

Gencecik bedenlere

Hızlarını alamadılar

Roketi fırlattılar kerpiç eve

Mahir Çayan, Hüdai Arıkan

Saffet Alp, Ahmet Atasoy

Nihat Yılmaz, Şinasi Kasım Özüdoğru

Sabahattin Kurt, Ertan Saruhan

Ve Ömer Ayna

Yan yana on ceset

Oluk oluk kan aktı Kızıldere’den

30 Mart 72

Unutulmaz o gün

Unutulmaz yiğitler

Unutulmazlar

 

Varsa dostum seni yakan derdini

Dağlar anlar seni, dağlara seslen

Dost bildiğin ele verme sırrını

Dağlar anlar seni, dağlara seslen

 

Mesken eyle yüce dağlar başını

Gizli gizli gözlerinin yaşını

Senin olan hayalini düşünü

Dağlar anlar seni, dağlara seslen

 

Dumanına, toprağına, taşına

Börtü, böcek, kurdu ile kuşuna

Darda isen yiğit yaslan döşüne

Dağlar anlar seni, dağlara seslen


Şafak sökmeden önceydi
En karanlık anımda
Ölmek üzereydim
Vahanın yeşilini uzaktan gördüğümde

Bir gece
Karanlık ortasında
Bir başıma ve yalnızdım

Kan aksa da gül yaprağından;
Bin gül tomurcuklanır
Gönül bahçemin toprağından...

Yelken açmışken başka denizlere
Güle kaptan
Güle güle
Bekleme beni

Yürek ister
Fırtınalı denizlerde dolaşmaya!

 

***

 

 

Gün be gün ilerliyor Mayıs

Ölümü bekleyen onlar değiller sanki

Öyle meraklı

Öyle heyecanlılar ki

O anın tarifi

Yaşayarak görülür ancak

Ölümü beklerken bile

Yaşamayla

Halkla-Hak’la

Yurtlarıyla, insanlarla ilgili

Güzel şeyler düşünüyorlar.

 

Hele Hüseyin, avukatından

“Toprak ve Tarım Reformu Yasa Tasarısı”

İstemesi

Her an ölümü bekleyen insanın

Halkı ilgilendiren yasayı görmek istemesi!
Hüseyin, idam gününe kadar

O tasarıyı inceleyerek geçirdi.

 

Sıcak bakışlara yabancılaştım burada

Acılarla yoğruldum

Mikrop var yaramda.

Görünmez

Güneş'in doğuşu, batışı

Rüzgâr nereden eser

Bilinmez kışı.

Karabulut olur

Kimi zaman hüzün.

Saat durmuş

Yine de zama zamanı kovalıyor.

Yalnızlık

En yakın dostum.

Efkârlanırım ara sıra

Gırtlağıma düğümlenir kelimeler

Konuşamam.

Suskun,

Yalnızım.

Üstüme kapanmış demir kapılar,

Taş duvarlar arkasına terk edilmişim

Öfkeli yürek

Kenetli dişler

Balyoz gibi kalkan yumruk

Ha indi

Ha inecek...

 

Kan içinde yüzersin, insanım der gezersin

Öfkeye bin pazarsın, acep sen ne yazarsın

Yürüyen bir mezarsın, dövüştükçe ölümle

 

Benliğini çaldırdın, ellere özenirsin

Çok canlara saldırdın, acıya bezenirsin

Ne hayatlar soldurdun, durmak nedir bilmezsin

 

İnsan insanı yerken, dövüşte kim kazanır?

Gövde yere uzanır, can çıkınca bedenden

Ölmek ya da öldürmek, miras mı kaldı dedenden?

 

 

Deniz

Avukatı Zeki Oruç Erel’e

“Bizim asılma kararımızı

Çok önceden vermişler zaten

Dileriz ki boş yere ölmüş olmayalım!
Vatan satıcılarının oyunları

Yoksul halkımız tarafından anlaşılsın

Boşa ölmüş olursak

İşte o zaman yazık olur” dedi

 

 

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan

Büyüdükçe büyüdüler demir kapılar arkasında

Ölüm,

Onlar için kurtuluş değil

Ölüm

Onlar için kavganın başıydı

Başları dik

Onurluydu duruşları

Üç ana kuzusu

Üç can

Üç yiğit

Üç fidan

 

Bir gülüşe koşarım

Dostun hayaliyle yaşarım

Bazen doğru gider, bazen şaşarım

Nice dostun yolunda yanarım aslıma

 

Dosta çullar olurum

Yol içinde yollar olurum

Çiçekten kovana ballar olurum

Yedi kat yerde olsa inerim aslıma

 

Sevgi yolundan geçip

Gönül kapımı herkese açıp

Kevser Irmak’ından zemzemi içip

Bin tövbe eder, yine banarım aslıma

 

 

Bende yüklü kederim

Çoban olup kendim güderim

Topraktan geldim toprağa giderim

Ne olursam olayım, dönerim aslıma

 

Kan içici yarasalar gibi

Susan ikiyüzlüler

Siz de boğulursunuz bir gün

Bu kan gölünde

 

Bir
Tufan,
Gümbürtü…
Kopup gelen
Yüreğimizden...
Acılarımızı
Bala sürdük be gülüm…
Şimdi küsmüş gidiyorsun
İnanmam, inanamam asla
Hatırı yok mu geçen günlerin?
Hem ağladık, hem de güldük be gülüm!
Tel tel olduk, hep döküldük be gülüm!
Hüzün bulutunu göğe savur
Bırak çantayı otur şöyle
Kahven nasıl olsun söyle…
Hani çile kaymaktı?
Gelecekti bahar
Gül açacaktı…
N’oldu şimdi?
Dur gitme!
Gitme
Can! ..

 

Ne bütçe açığı

Ne ülkenin sürüklendiği siyasi felaketler

Varsa yoksa

Üç cana nasıl kıyılacak

Varsa yoksa intikam

 

*

 

Ve

Yavaş

Çöküyor karanlık

Günler bitmiş

Zaman dönmüş

Saatler hızla ilerliyor

Sokaklar sessiz

Kapamış gözlerini

Betona vuran topuk sesleri

Çınlatıyor ortalığı

 

İlim irfan ışığında öğrenerek

………………………..batıllığı yıkmadan

Döle yatsın diye nice güzelliğe

……………………….. tohumları ekmeden

Toprakların üzerinde damla

………………………..alın teri dökmeden

İnsan kendi amacına emek verip

………………………..yorulmadan doyulmaz

 

Dostlar ile namertlerin üzerine

………………………..beraberce yürümek

Nefsin serip ayakaltı ne güzeldir

………………………..kötülükten ıramak

Gül yüzlümün gözlerinde kaybolarak   

………………………..sonsuzluğu aramak

Bunca yıllık hasret ile ince bele

………………………..sarılmadan doyulmaz

 

Benden sıyrılıp

Biz olduk.

Biz,

Güneşin doğuşuyla

Yeni umutlar yeşersin diye

Umuda yattık.

Sevilmeden sevdik.

Sevgide tattık

Acıyı.

Toprağa tohumu,

Yüreğimize kulağımızı verdik.

Koşmamak için bir boşlukta,

Kendimize inandık.

 

Kaç zamandır

........ uykularımı bölüyor

..............tenine duyduğum özlem.

Sevda yüklü gecelere hasretim

Kimi zaman öfkelendim

........Torosları aşamayan

.................kuş kanatlarıyla!

Kimi zaman

........Akdeniz'in sıcak şehrinde

.............kabzası sevda yazılı

.................bir bıçak saplandı ciğerime

Canımı acıtıyor

.......gül yaprağı değse bile

Kahrediyor

.......anlamını yitiriyor gecikmişlikler

Gecenin huzurunda

..............sevgi gezdirdim

Acının pazarında

 .............umut yazdırdım

Aşk doğuya

Ölüm batıya yol aldı.

 

Hayat senden yudum
İçtim işte gidiyorum
Acı tatlı tadım
Tattım işte gidiyorum

Gelen geçen uluları
Ol Muhammet Alileri
Hacı Bektaş Velileri
Duydum işte gidiyorum

Sokaklarda insan vuran
Kalem kırıp sehpa kuran
Zorbalığa karşı duran
Gördüm işte gidiyorum


Ey canlarım yolun sonu
Saramadan bir kez onu
İşte şimdi cepsiz donu
Giydim işte gidiyorum…

 

*

 

Bir Turna sordu Bilge Turna’ya

“Şimdi ne olacak Ya Bilge?”

“Ben artık çok yoruldum.

İnsanın insana neler yaptığına şahit olduk”

Turna soruyu yineledi

“Bu genç insanları asacaklar mı yani?”

Bilge Turna boynunu bir yana büküp

Yumdu gözlerini

“Diğer zalimler ne yaptılarsa

Bu zalimler de onu yapacaklar. Yani asacaklar!” Dedi

 

 

Kalemler kırıldı

Sehpalar kuruldu

Kim ne derse desin

Kim ne söylerse söylesin

Dönüşü yok intikam ateşinin

Alacaklar üç can

Kıyacaklar üç fidana

“üçe üç” dedi

İntikam ateşiyle yanan biri

 

Yıl iki bölüm derler ay oğul

Kasım günleri

Hızır günleri

5 Mayıs’ta biter Kasım günleri

6 Mayıs’ta başlar Hızır günleri

Her yıl Şubat ve Mart aylarında

Önce havaya düşer cemre

Sonra suya

Sonra toprağa

Yeniden yaşanır her yıl

Ateştir Cemre demek

İlkbahar’ın gelişi

Hayatın kıpırdanışıdır.

Hıdrellez’de

Hastaların iyileşme umududur

Şarkılar, türküler söylenir

Bahardır

Berekettir

Evliliğe niyet tutar kızlar

Canı yakılmaz canlıların

Yerde karıncanın bile

Sakınılır incitilmesinden

İyilik günüdür Hıdrellez

Halkın, haklının

Sevgi ve barışın günüdür Hıdrellez

 

Bu gece başka gece

Hava bile bozulmuştu

Ankara sisliydi

Ankara suskun

Ankara utancını gizleyemiyordu

Sokaklar küskün

Katiller telaş içindeydi

Kurbanlık kuzular

Bileklerinde ve ayaklarında pranga

Çember çember

Panzerler sarmış dört yanı

Ablukaya alınmış bütün yollar

Puştlar zulaya yatmış

 

 

 

*

 

 

 

HAVAYA DÜŞEN BİRİNCİ CEMRE

DENİZ GEZMİŞ

 

 

 

“6 Mayıs kara gündür

Söndür cellât ocak söndür

İpi taktın Deniz’ime

Döndür cellât yüzün döndür”  Can Yoksul

 

 

Dağlar küstü

Ovalar yasa büründü

Börtü, böcek suskun

Kuşlar dilini yuttu

Dumanı eksilmeyen başında

Kurtlar

Kuzu parçalıyor döşünde

Oturttular Deniz’i

Yüzün pencereye dönük

Alacakaranlıkta

Loş ışık parlatıyordu idam sehpasını

Bir ara baktı tebessüm ederek

İdam sehpasına Deniz

Ayakları zincirli

Elleri arkadan bağlı

Orada yazdı ailesine son mektubunu

O masada içti son cigarasını

 

YÜZLERİNİ okşarken yanar oldu ellerim

Söyle bana yar gören oldu mu YÜZLERİNİ

Varmasın bundan sonra sana giden YOLLARIM

YÜZLERİNİ görmesem yine susmaz dillerim

Kırılsaydı ellerin

Lal olsaydı dillerin

Kör olsaydı gözlerin

Boğulsaydı sesin

Duymasaydı kulaklar

 

Özün sözün bir olmazsa

İkiyüzlü görünürsün

 

Kader deme olanlara

Düşünmeye erinirsin

 

Güvenirsen her olana

El vermezsen hak yoluna

Nefsin için bir yalana

Renkten renge bürünürsün

 

Gel kendini bir kez dene

Her hataya yakma kına

Bir gün sen de ak alnına

Kara leke sürünürsün

 

Bakma sevdiğim
Bakma bir tanem
Susuz çöle döndüm
Dudaklarım yarık yarık

Körük oldun ateşime

Sana düştü deli gönlüm

Sevdan bende buruk, buruk
Haziran sıcağı değil, içimi yakan

Yüreğimi hoplatan
Dudaklarımı çatlatan
Beni yakan

Beni yakan sen oldun sevdiğim

Yangınlar diyarındayım
Volkana döndü içim
Ağzım alev alev


Toprağın özünden, suyun gözesinden
Süzüle süzüle geldik bu güne
Hayvandan insana daha dönmeden
Büzüle büzüle geldik bu güne


Yaz ayında güneş yaktı kavurdu
Sel aldı emeği yeller savurdu
Doğa bizi yastan yasa çevirdi
Üzüle üzüle geldik bu güne

Sömürenler miras gibi kaldılar
Elimizden nice değer aldılar
Emek verdik, alın teri çaldılar
Ezile ezile geldik bu güne

Benlik aşılmadı bize saldırdık
Nice değerleri ite çaldırdık
İsteyen herkese etek kaldırdık
Dizile dizile geldik bu güne

Hak yolunda nice cenkte vuruştuk
Kavgalarda Yiğit’lerle yarıştık
Çirkinliğe bile bile karıştık
Bozula bozula geldik bu güne.

 

Türkü söyleyemem

Pek öyle içli değildir sesim

Sana bir şiir okusam dinler misin?

Sen ey...

Seherde tatlı uykularımı süsleyen

Gündüzümün hayali

Gecemin düşü

Gözlerimin yaşı

Uzanırım sana

Gönlümün kuşu.

Haydi,

Uzat bana ellerini.

Alıp başımızı

Seninle varayım yeşil bağlara

Salalım sesimizi rüzgâra

Duyuralım haydi bütün sağlara

Memleketimin dağlarında

Vursun sesime sesin

Kurşun gibi öte öte

Yırtsın karanlığı

Haydi bir tanem

Haydi,

BİRİNCİ CEMRE DÜŞTÜ HAVAYA

MÜJDECİSİYDİ BAHARIN

YÜKSELTELİM SESİMİZİ

OKUYALIM BİRLİKTE

ÖZGÜRLÜK ŞİİRİMİZİ…

 

Gitme vakti gelmişti

Metin adımlarla yürüdü idam sehpasına

İlmiği boynuna geçirip

Şafağın alacakaranlığında

Ürpertici sessizliği bozarak

Yankı veren bir sesle

Bağırmaya başladı:

“YAŞASIN TÜRKİYE HALKININ BAĞIMSIZLIĞI. YAŞASIN MARKSİZM-LENİNİZMİN YÜCE İDEOLOJİSİ. YAŞASIN TÜRK VE KÜRT HALKLARININ BAĞIMSIZLIK KARDEŞLİĞİ. KAHROLSUN EMPERYALİZM”

Katiller telaşlandı

Acilen tabureyi çektiler ayakları altından

Yarım kalmıştı sözleri

Deniz

50 dakika kalmıştı sehpada

 

SEVGİ DOĞURDU
UMUT YAŞATTI
ZULÜM ÖLDÜRDÜ BENİ

 

 

 

 

 


SUYA DÜŞEN İKİNCİ CEMRE

YUSUF ASLAN

 

“Ne kar dedim ne de tipi

Yetiştirdim fidan gibi

Benim yiğit Aslan’ıma

Nasıl kıyıp taktın ipi” Can Yoksul

 

 

 

Yusuf

Deniz’in idam öncesi oturtulduğu masaya oturtuldu

İdam sehpası seyrettirildi

Ayaklarındaki zincir çözüldü

Hükmü okundu

Son bir cigara yaktı…

 

Bütün Turnalar

Ağlayarak seyrediyorlardı olanları

Gençlerin metaneti

Cesareti karşısında

Cesaretlenmişlerdi bütün Turnalar

 

Ateşi, ateşle
Gülü kanla
Seni canla yıkadım
Bir gariptir şimdi duygularım

Bak çoğaldı bütün kaygılarım

Seninle güzel bende varlığın

Sarmaşık olup sardım seni

Sana verdim bütün sevgilerimi
Yine de

Darmadağın düşlerim

Seni

Nakış nakış işlerim

 

Anlasana be gülüm
Olmasa kahpece gelen ayrılıklar
Olmasa ölüm

 

Suratı kızarıyor rengi silik YÜZÜNDE

SORARIM ben kendime bu ne menem bir iştir

ÖZÜNDE çürüyenler benliğini kaybeder

Yaralandım ben kendi yaralarım SARARIM

 

Yusuf

Tanıdı Birinci Şube Müdürü’nü

“İşkencelere devam ediyor musunuz” dedi

İrkildi Müdür

“Biz öyle şeyler yapmıyoruz” dedi

“Ya elektrikli sandalye” dedi Yusuf

Müdür

“Bizde böyle şeyler yoktur” yanıtını verdi.

 

Yusuf’a avukatları

“Sigara içer misin?” diye sordular.

“Son bir defa içeyim” diye yanıtladı Yusuf.

 

Ellere geniş dünya bana neden dar gelir

Yana yana bağrımı yumruklayıp dururken

Kavgalarım yanımda günden güne erirken

Ömrümün baharında şu başıma kar geldi

Zamansızca ölümü bekler idim yâr geldi

Beklenmedik zamanda gelen yâre ne derim

Ölümden korkmuyorum, sevgi dürünür yerim

Kime nedir, genç yaşta ölmek bana ar geldi

 

İçimi yakar durur hasretliğin yangını

Belki de bir yudum su söndürecek içimi

Halkıma karşı varsa af eylesin suçumu

 

‘’Duvarı nem yıkarken yiğiti gam yıkarmış’’

Hasretliğin acısı içine bir düşersen

Neler gelir başına, bir gün yoldan şaşarsan

 

Canım benim
Uzak diyarlardayım şimdi
Çılgına döndü hasretliğim

Ulaşamıyor bir türlü sana sesim
Tutku tutku sevdaydım

Yürek yürek kavgaydım
Katmer katmer gül

Petek petek bal
Demet demet şiirim
Mızrap olup tellerde

Avaz, avaz bağırdım
Türkü türkü söylenirdim
Dağ başında
Çalı dibinde
Bir çobanın dilsiz kavalında
Yanık, yanık ses oldum
İKİNCİ CEMREYDİM

DÜŞTÜM SUYA

YOLDAŞ OLDUM YUSUF’A



 

Yusuf

Avukatlarıyla vedalaşıp

Gülen bir yüzle

Başı dik

Onurlu bir şekilde

Yürüdü idam sehpasına

İlmiği boynuna geçirip

Gür bir sesle şöyle bağırdı:

“BEN HALKIMIN BAĞIMSIZLIĞI VE MUTLULUĞU İÇİN ŞEREFİMLE BİR DEFA ÖLÜYORUM. SİZLER BİZİ ASANLAR ŞEREFSİZŞİĞİNİZLE HER GÜN ÖLECEKSİNİZ. BİZ HALKIMIZIN HİZMETİNDEYİZ. SİZLER AMERİKA’NIN HİZMETİNDESİNİZ. YAŞASIN DEVRİCİLER. KAHROLSUN FAŞİZM..!”

 

Yusuf

Katillerin

“Sehpaya vurun” böğürmelerine inat

Kendi sandalyesine kendi tekme attı

 

SEVGİ DOĞURDU
UMUT YAŞATTI
ZULÜM ÖLDÜRDÜ BENİ

 

 

 

TOPRAĞA DÜŞEN ÜÇÜNCÜ CEMRE

HÜSEYİN İNAN

 

Dede soyundandı Hüseyin

Hıdır idi babasının adı

İnanışa göre

Ölümsüz peygamber Hıdır baba

Baharın muştucusuydu

Oysa şimdi

Bir deli rüzgâr

Duvarlarını yalıyor mahpushanenin

 


Işığında Hûda ile buluşup

Ben idim âlemde ulu görünen

Gökyüzünde bulut dolaşıp

Ben idim yağmurla dolu görünen

 

Türlü nebat ile toprağa serip

Hayvanın postunda ol şekle girip

Kendi suretini balçığa verip

Ben idim aslanda Ali görünen

 

Kan kalesi denen şehirler kurup

Kâmilin yanında kemale erip

Eyüp'ün derdine sabrını verip

Ben idim nebide veli görünen

 

Ne olduğun görüp kendin bilmişe

Özüne bürünüp dersin almışa

Gecenin sonunda darda kalmışa   

Ben idim Hızır’ın eli görünen

 

Yetmiş iki millet insan dininde

Hem zalimin hem mazlumun yanında

Hacı Bektaş, Abdal Musa donunda

Ben idim o Kızıl Deli görünen

 

Canlara virane gönül köşküyle

Neyzen'in elinde tas tas içkiyle

Bir ateş düşürüp Leyla aşkıyla

Ben idim Mecnun'a çölü görünen...

 

İdam sehpasın seyretmesi için

Deniz ve Yusuf’u oturttukları masaya

Oturttular Hüseyin’i de

Amaç belliydi

Katiller

Boyun eğişlerini görecek

Zevkten bir hal olacaklardı

Ama olmadı

Deniz de Yusuf da

Gülerek yürüdü idam sehpasına


Pare pare oldu içim

Haydi, dayan be yüreğim

BAK

ÜÇÜNCÜ CEMRE DE DÜŞTÜ TOPRAĞA

HAYAT BULDU DOĞA

Bektaşi Dedesi’ydim

Yaşatmadılar doya doya

 

Hüseyin

Beyaz idam gömleği içinde

Dimdik

Metin adımlarla

Yürüdü idam sehpasına

Tabureye çıkmadan durdu

Biliyordu

Deniz ve Yusuf’un sözleri bitmeden

Tabureyi tekmelediklerini

Şafağın sabırsızlandığı anda

Son katliam yapılacak

Son can uçacaktı

Acelesi vardı katillerin

Sehpanın üzerinde son sözlerini haykırdı:

“BEN ŞAHSİ HİÇBİR ÇIKAR GÖZETMEDEN HALKIMIN MUTLULUĞU VE BAĞIMSIZLIĞI İÇİN SAVAŞTIM. BU BAYRAĞI BU ANA KADAR ŞEREFLE TAŞIDIM. BUNDAN SONRA BU BAYRAĞI TÜRKİYE HALKINA EMANET EDİYORUM. YAŞASIN İŞÇİLER KÖYLÜLER VE YAŞASIN DEVRİMCİLER. KAHROLSUN FAŞİZM..!”

 

Son sözlerinden sonra Hüseyin

Tabureye çıkıp

İlmiği boynuna geçirdi.

Tabureyi devirip

Kendi infazını kendi yaptı.

İnce dal bedeni

Sallandı bir süre boşlukta

 

“Seni zalim seni seni

Can istersin yeni yeni

Sallanıyor yağlı ipte

İnan, Yusuf ve Deniz’im” Can Yoksul

 

Deniz, Yusuf  ve Hüseyin

Bir kez daha

Buluştular kudretli doğa ananın koynunda

 

SEVGİ DOĞURDU
UMUT YAŞATTI
ZULÜM ÖLDÜRDÜ ONLARI

 

 

 

 

 

 

ÜÇ CEMRENİN ARDINDA

 

Bütün Turnalar, çok yorgun ve bitkin düştü.

“Çok yorulduk

Burası neresi

Asırlardır kan akıyor

Can çıkıyor

Bu ne menem bir yurt böyle

Bu toprakların geçmişi de böyle olmalı

Geleceği de böyledir

Haydin, dönelim artık” der.

 

Üç cemre düştü

Havaya, suya, toprağa

Üç cemre:

Deniz, Yusuf, Hüseyin.

 

Hayat verdiler dünyaya

Üç cemre birden.

Doğmak üzereydi güneş

Elveda dediler

İsimleri oldular yeni bebelerin

Deniz, Yusuf, Hüseyin.

 

Hıdrellez’di günlerden

Bahar Bayramı’ydı

Cana kıyılacak gün müydü hiç?

Nasıl kıydılar üç fidana

Tescil oldu 6 Mayıs

Aklımızdan çıkmaz bir daha.

 

Biz

Anadolu’nun bozkırlarından

Umudunu isyanlara vuranız

Sevdayı

Hasretliği

Acıyı bileniz

Biz

Acılar diyarından gelen

Anadolu’nun isyankâr çocuklarıyız

Sırtlayıp geldik

Bütün acıları

Yorulduk

Yorgun düştük

 

Yılların özlemiyle

Bütün inancımızla

Bütün güvencimizle

Kalbimizi kavgalara bıraktık

Vurulduk

İki elimiz

İki böğrümüzde düştük

İki dizimiz üstünde sürüne sürüne

Ulaşmak için menzile

Umutsuzluğun umuduyla çırpındık

 

Yaşatmak için yaşadık

Uzattık elimizi tutunacak dala

Ellerimiz boşluğa

Yüreğimiz acılara düştü.  


Vay deli gönlümüz
Yine düşürdü bizi acılara
Acır içimiz
Kanar yaralarımız
Gökyüzünün yıldızınca
Sevdalara döndü özlemlerimiz
Harmanlayıp savurduk

Bütün deliliğimizle sevdayı
Hayallerimizi ördük nakış nakış
Binlerce sabır adına
Sevdik
Sevdayı bildiğimiz kadar

Sıyrılıp kabuğumuzdan

Avazımız çıktığı kadar haykırdık

Bulgur kokulu

Ekşimikli

Madımaklı sesimiz

Ulaşır mı kavgada yoldaşlarımıza


Oysa gönlümüz
Bir deli hasret
Yıkar duvarları
bir kıvılcım ateş

Kendi içinde büyür yara
Susar diller lal olur
Yangın büyür

Çevrilir hara
Yanar içimiz
Yanardağının volkanı gibi
Acılarımız arsızlaştı
Karanlığa sıkılan kurşun gibi
Sessizliği boğarak öter


Gün gelir

Diyarbakır zindanlarında Kaypakkaya olur

Doğrasalar işkencelerde lime lime

Ser verip sır vermez

Dersim Dağlar’ında Ali Haydar

Vurulup düşer bu halk için


Hasretimiz
Özlemin özüne düştü
Cehennemde ateşin közüne düştü
Yandı, yandı da pişti
Şiir, şiir
Türkü, türkü
Kelimeler döndükçe heceye
Mısralar dize gelip
Diz çöktü

 

Renkler

...sadece güneşe göre değişir

Gölgeler,

...güneşe göre döner

Ay bile

......güneşe borçludur

ay olduğunu…

 

 

 „Şarkışla’ya düşürmesin

Allah sevdiği kulunu

Gemerek’te çevirmişler

Deniz Gezmiş’in yolunu

 

Gece Elmalı’da kalmış

Hamamcı Ali’yi sormuş

...

Yusuf’u gaflette vurmuş

 

Kalçasından değmiş kurşun

Harıl harıl akar kanı

Gelen geçen tekmeliyor

Aslan senin anan hani?

 

 

Yurdun düzeni bozuldu

Yolumuz uğradı kışa

Tarihlere kayıt olsun

Nihat Erim geçti başa

 

Yaşa Türk ordusu yaşa

Dünya şaştı böyle işe

Ordu madalya yollamış

Yusuf’u vuran çavuşa

 

Oy n’olaydım, oy n’olaydım

Okur yazar ben olaydım

Deniz mahkemeye düşmüş

Avukatı ben olaydım…“ 

                          

 Mevlüde GÜNBULUT

(Kaynak Kişi: Kızı Fatma GÜNBULUT)

 

 

 

 

YILLAR YILLARI KOVALADI

Unutuldu Ulucanlar

“Bundan böyle

ÖLÜCANLAR OLSUN” dedi adı

Bütün Turnalar hep beraber ağladılar.

Ve birlikte üç fidan anısına

Son kez seslendiler hep bir ağızdan:

SEVGİ DOĞURDU
UMUT YAŞATTI
ZULÜM ÖLDÜRDÜ ONLARI

 

Yaşadığınız aşklar adına

Üç cemreydiniz siz

Ne sevdalar yaşadınız

Mecnun’un çöllerinde

Ne cefalar çektiniz

Zalimlerin ellerinde.

İşkence ettiler karanlık dehlizlerde

Ser verip sır vermediniz cellâtlara

Özgürlüklerden çok uzakta

Susamıştınız barışa

Sevgiye

Aşka.

 

Vay anam vay

Neler yaşadınız

Göstermediler güneşi

Dağ başlarında yanan ateşi

Ve kucaklaşamadınız

Özgür günlerle

Ne Mecnun oldunuz

Ne bulabildiniz Leyla’yı çöllerde

 

Yasaklar koydular sevdalarınıza

Yağmur yerine

Zulüm yağdı başınıza

İşkenceler gördünüz

Yattınız kuru yerlerde

Zindan oldu çöller

Güneş doğdu üstünüzden

6 Mayıs Hıdrellez günü

 

Bütün Turnalar

Yaşananlara dayanamaz

Yürekleri ve bedenleri yorgun düşer

Kızarlar olanlara

Başlarlar ağlamaya

Ve

Ağlamak,

Kadınlara özgü sanma.

Benim de

Etten yapılı yüreğim var.

Çok geceler

Başım avuçlarımın arasına

Düşer dizlerimin üstüne gözyaşım.

Yalnızlık

Başımın belası

Cehenneme döner yüreğim

Sarar bedenimi harlı ateş

Yanarım.

Çok geceler

Başım avuçlarımın arasına

Düşer dizlerimin üstüne gözyaşım.

 

 “Uçun ey Turnalar

Bu ellerde çok yorulduk

Artık yol göründü bize.

Haydin,

Yolcu yolunda gerek” der Bilge Turna

Son kez bir şeyler mırıldanırlar

.

Fırtınada yönsüz kalıp

Şaşıranlar bize gelsin

Sevdasını dağdan dağa

Aşıranlar bize gelsin

 

Medet umman kuru daldan

Uzak durun kula kuldan

İkiliği elden, dilden

Düşürenler bize gelsin

 

Tüm canların kızıl gülü

Çekemeyen desin deli

Gönüllerden sevgi seli

Taşıranlar bize gelsin

 

Pir önünde dara gidip

Kırk damlada birin tadıp

Lokmasını pay pay edip

Pişirenler bize gelsin

 

Yolsuzlara giden yoluz

Dilsizlere gayrı diliz

Emek verip filiz, filiz

Yeşerenler bize gelsin…

 

 

 

Bilge Turna son kez konuşur:

“Bu toprağın insanları korkunç.
Gidelim bu ellerden

Gelecek günlerde

Önce kitap yakarlar!

Ardından çocuk asarlar!

Sokaklarda kadın öldürürler

Ya namus diye

Ya töre diye!

Gidelim bu ellerden

Esir ettirmeyelim kimseye özgürlüğümüzü

Gidelim geldiğimiz yerlere”

 

İnsanın gönlündeki

Sevgi yeşermedikçe

Cehennem yaşanacaktır

Barış olmayan

Şu yaşanası dünyada...

 

Deniz Gezmiş

Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı

Ey kudretli ve yüce doğa ana

Koru ve kolla bu güzel insanları

Şelalelerinde yıka

Çiçeklerinle parfümle…

 

*******

*****

***

*

 

 

 

Harun YİĞİT iletişimler.

e.posta: yigit_harun@yahoo.de

Posta Kutusu 78  Güllük PTT,

 Muratpaşa/ ANTALYA

Tel: 0545 2111331

 

 

 

KAYNAKLAR

 

Adnan Binyazar: Dedem Korkut

Çetin Yetkin: Türk Halk Hareketleri ve Devrimler

Prof. Mustafa Akdağ: Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası

Sabahattin EYUBOĞLU: Yunus EMRE

Radi Fiş: Ben de Halimce BEDREDDİNEM

A.Haydar Avcı: Kalender Çelebi Ayaklanması

Harun Yiğit: Temel Türk Destanları

Harun Yiğit: Buzların Tutuştuğu Yer SARIKAMIŞ

Ahmet Yaşar Ocak: Babaîler İsyanı

Yusuf Ziya Bahadınlı: Anadolu Aleviliği BATİNİLİK

Mustafa Ceylan: Öldürülen Şairler 1

Oğuz Ünal: Horasan‘dan Anadolu’ya

Ahmet Şükrü Esen: Anadolu Destanları

Rıza Zelyut: Halk Şiirinde Başkaldırı

Nihat Behram: Darağacında Üç Fidan

 

 

 

İÇİNDEKİLER

 

 

1)   Turna Kuşu

2)  Hallac-ı Mansur………………...............

3)  Malazgirt...............…………..…….……                     

4)  Muhyiddin-i Arabi……………….............

5)  Mevlana…………………………..............

6)  Hacı Bektaş Veli………………...............

7)  Abdal Musa Sultan……………...............

8)  Yunus Emre……………………...............

9)  Osmanlı…………………………...............

10)  Seyit Nesimi……………………..............

11) Şeyh Bedrettin…………………..............

12) Kalender Çelebi Ayaklanması..............

13) Sarıkamış………………………...............

14) Çanakkale………………………..............

15) Kurtuluş Savaşı-Kuvayı Milliye……..…..

16) Menemen ve Kubilay…………...............

17) Nazım Hikmet …………………...............

18) Deniz, Yusuf, Hüseyin……….......……….

  Sinan Cemgil……………………..........

 Göstermelik davalar………….…...........     

 Mahir Çayan ve Arkadaşları.…….........

 Mahpushane günleri……….……..........

Deniz Gezmiş İDAMI………...………..

Yusuf Aslan İDAMI…………..............

       Hüseyin  İnan İDAMI………….............

       ÜÇ CEMRENİN ARDINDAN...............

 

 

 
   
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden