HARUN YİĞİT / VADANDAS OSMAN'IN YERINE HOS GELDiNiZ
  AKÇA GÜVERCİN
 

AKÇA GÜVERCİN
İBRAHİM

KAYPAKKAYA

 

Harun YİĞİT

Gülce Edebiyat AKIMI

DESTAN


 

 
 
Her dilde bir şekilde isimlendirilmiştir.  Türkçe: Güvercin, Kürtçe: Kevok, İngilizce: culver, Arapça: Hamamatan, Fransızca: Colombe diye isimlendirilmiş.
İsimleri farklı olsa da anlamlarda bir.
Güvercin, dünyanın her yerinde barışın simgesi, habercidir.
Rivayetlere göre Nuh peygamber güvertesinde bir güvercin uçurur. 
Bu güvercin bir müddet sonra ağzında bir zeytin dalı ile döner. Böylece Hz. Nuh suların çekildiğini ve tufanın bittiğine kanaat getir. 
Bundan dolayı beyaz güvercin ve zeytin dalı barışın simgesi olmuştur.
Bir başka rivayete göre, Tanrı insanlarla kavgalıymış. Bütün gazabını uzunca süre insanlar üzerinden eksiltmemiş.Efsane bu ya, Tanrı insafa gelmiş ve ağzında zeytin dalıyla bir ak güvercin yollar. 
Zeytin dalı barışın sembolüdür. Ak güvercin de barış elçisi.
“İnsan, savaş gibi inanmadığı bir şey için acı çekeceğine, barış gibi inandığı gibi bir dava uğruna ölse daha iyi değil midir?” demiş Albert Einstein.
ÜÇ CEMRE isimli kitabımda Denizlere uzanan yolculuğu Turnaların gözünden yazmıştım. 
İbrahim Kaypakkaya Destanı’nı da güvercinlerle yazmak istedim.  İbrahim Kaypakkaya gerçekten ağzında zeytin dalıyla kapımıza gelen Akgüvercin, Akçe güvercin.
Barış güvercinidir.
 
 
 
Bölüm 1
 
 
GÜVERCİN DÜŞMANI ATMACA
 
“Dört Güvercin, Nazım Hikmet
Geldi dört güvercin
Suda yıkanmak için.
Sumahpusane yalağındaydı.
Ve güneş
Güvercinlerin
Gözünde, kanadında, kırmızı ayağındaydı.
Girdi dört güvercin
Yıkanmak için
Suyun içine.
Ve kederli toprakta dört insan
Baktı dört güvercine.”
 
                Nazım HİKMET
 
 
 
Kâh gövercin olur
Kâh göyercin olur
Kâh göğerçin olur
Herkesin sevgilisi
Herkesin bildiği
Kanatlarında süzülür barış
Yarınların umudu
Doğudan batıya
Kuzeyden güneye
Hayaldir
Tutkudur
Düştür
Özgürlüktür.
Sarılıp kucaklaşmak, kardeşliktir
Yönsüzlere yön
Sevgiliye ulaktır.
Posta güverciniolur
Bütün renklerin anası, beyazdır rengi
Aşkın ta kendisi
Ak güvercin
Akça güvercin
 
Savaş ve zulümler 
Dünya kurulalı
Zalimler var olalı hep var oldu.
Zalimin zulmü arttıkça
İnsanın barışla bağı da kuvvetlendi.
Hani güç Tanrı’nın elinde derler ya
İşte öyle 
 
Efsane bu ya
Tanrı insanla kavgalıdır
Eksiltmez belasını insanüstünden
Gün gelir
Af eder insanı
Ak güvercin yollar
Ağzında zeytin dalıyla
Söylenceye göre
Bu barış işaretidir
Gel zaman git zaman
O günden bu yana
Bir ak güvercin
Akça güvercin
Bir zeytin dalı
Sembolü olmuştur
Dünyayı çevreleyen evrensel barışın
 
BARIŞ GÜVERCİNİ
 
Dostluklar kurulsun, insanlar gülsün,
Barış güvercini uçsun dünyada,
Yok olsun kötülük, düşmanlık ölsün,
Barış güvercini uçsun dünyada.
 
Dostluklar kurulsun, insanlar gülsün,
Son bulsun savaşlar, kimse ölmesin..
 
Dünya cennet olsun, yaşasın insan,
Gelin barışalım, dökülmesin kan.
Son bulsun savaşlar, kesilsin figan,
Barış güvercini uçsun dünyada.
 
Dostluklar kurulsun, insanlar gülsün,
Son bulsun savaşlar, kimse ölmesin..
 
İnsancıl insanlar barıştan yana,
Ancak zalim olan kıyar insana,
Barış aşkı yayılmalı cihana,
Barış güvercini uçsun dünyada.
 
Dostluklar kurulsun, insanlar gülsün,
Son bulsun savaşlar, kimse ölmesin..
 
Nesimi der ki ey füze yapanlar,
Acımasız, zalim, cana kıyanlar,
Bırak ey yaşasın bütün insanlar,
Barış güvercini uçsun dünyada.
Dostluklar kurulsun, insanlar gülsün,
Son bulsun savaşlar, kimse ölmesin..
 
Nesimi ÇİMEN
 
 
 
Yuva yaptığı eve zenginlik 
Bolluk getirdiğine inanılır
 
Bazen bir kalp ortasında çırpınır
Bazen tutsağın hayalinde 
Bazen de rüyalarında dolaşır
 
Birliktir o
Umuttur
İnançtır
Sevgidir
Kimi zaman sevgiliye
Bazen bir dosta
Ulak olur
Posta güvercini
Aşktır
Güzelliğin 
Barışın sembolü
Bilinen tek adı, 
Ak güvercin
Akça güvercindir.
 
 
 
 
BÖLÜM -  2
 
Ser verip
Sır vermeyen
Bir yiğitti o
Dostlarının İbosu’ydu
 
"Türkiye'nin geleceği çelikten yoğruluyor.
Belki biz olmayacağız ama
Bu çelik aldığı suyu unutmayacaktır."
İbrahim Kaypakkaya
 
“Ben Kaypakkaya’yım
Parça parça kesilen
İşkence tezgâhlarında
Ölüp ölüp çoğalanım
Yanan ateşiyim
Işığıyım, seher yeliyim
Taşıyım toprağıyım 
           Karakaya’nın
Ve unutulmaz bir türküyüm
Sungurlu’nun Gökçam köyünde
Yüreğinde anamın
…”
      Can YOKSUL
 
 
Ak güvercinim
Akça güvercinim
Barışım
Umudum
Kanadı kırık
Yaralı kuşum
Yiğidim
 
Ben akça güvercin
Gökyüzünün yıldızı
Barışın kendisiyim
Atmacalara inat
Kucaklasam her birinizi
Her birinizi
Sevgi adına
Barış adına
Kucaklasam her birinizi
İbrahim’im
Kaypakkaya’m
Yiğidim
Yüzün ay gibi
Sevmelere kıyamam
Çorum’un unutulmaz yiğidi
Karakaya’nın 
Sungurlu köyünde
Kızılsarı çocuğu, İbrahim’im
Güvercin donunda yollara düşenim
Karşılıksız sevenim
Canımın yarısı
Cananım
Bizden esirgenen
Güneşim
Seni, senin gibi
Seni 
Canın kendisi gibi seviyorum...    
 
Kaypakkaya derler akan deryadır
Akan derya çıkar kendi seyrine
Kimi zaman dolu, dolu rüyadır
Kaypakkaya,  kokar oldun güllerde
 
Güllerde açılan koca yazıya
Merhem sürdün yüreklerde sızıya
Kurban olam senin gibi kuzuya
Kaypakkaya,  umut oldu dillerde
 
Dillerde türküyle zirveye çıkan
Fırat olup nice bentleri yıkan
Kızılırmak ile çağlayıp akan
Kaypakkaya,  köpürürsün sellerde
 
Sellerde coşarak, taşlara vuran
Deryaya ulaşıp dalgayı kıran
Edirne, Ardahan, beraber saran
Kaypakkaya,eser durur yellerde
 
Yellerde savrulup yere düşerek
Kimi zaman şaştım köre düşerek
Sosyalizmin tezgâhında pişerek
Kaypakkaya, dolaşırsın yollarda
 
Yollarda basmışım diken üstüne
Güvenemem muannit ’in* dostuna
Kırşehir’de Hacı Bektaş postuna
Kaypakkaya, himmetim var yıllarda
 
Yıllarda eskidim, bende sonunda
Geldim gideceğim insan donunda
Kendim oldum insanlığın önünde
Kaypakkaya, yüz izim var çullarda
 
Çullarda bedenim şöyle yerindim
Okyanus ortası gibi derindim
Mazlumun gözünde Yunus göründüm
Kaypakkaya, savrulurum küllerde
 
Küllerde arayıp bulsunlar beni
Nesimi misali yüzsünler beni
Kavgalarda bayrak bilsinler beni
Kaypakkaya, yaşıyorum illerde
 
İllerde dolaşıp kendimi yordum
İnsanın özünde sırlara erdim
Sır vermeyip serimi verdim
Kaypakkaya, bayrak bayrak ellerde
 
Ak güvercinim
Akça güvercinim
Barışım
Umudum
Kanadı kırık
Yaralı kuşum
Yiğidim
Habercim
Posta güvercinim
Barış kanatlım
Karşı durdun zalime
Namussuza
Güç görünce.
Eğilip bükülmedin
 
Ve
Peş peşe 
Başkaldırılar
Başlamıştı her yerde
Ulaş Bardakçı
Sinan Cemgil
Deniz, Yusuf, Hüseyin, sonra
Mahir ve Taylan Özgür
Adları sığmıyor sayfalara
Yangın başlar Anadolu’nun her yanında
 
Ozan Baks'la başlamışım
Dedem Korkut işlemişim
Yesevi'yi düşlemişim
Kopuz ile tara vardım
Tara vardım
Tara vardım
En sonunda yâre vardım 
 
Nesimi’nin derisinde
Hallac-ı'nın gerisinde
Ateşlerin birisinde
Yanmak için kora vardım
Kora vardım
Kora vardım
Yana yana yâre vardım
 
Kılıç bile çıkmaz kında
Açlar doyar bizim handa
Hacı Bektaş semahında
Pir önünde dâra vardım
Dara vardım
Dara vardım
Sorgu, sual yâre vardım
 
Cemreler düştüğü anda
Hak bendedir benim donda
Mevlana'nın dergâhında
Döne döne hara vardım
Hara vardım
Hara vardım
Buharlaşıp yâre vardım 
 
Kan kalesi yapısında
Taptuk Emre kapısında
Yunus gördüm hepisinde
Et kemikle nura vardım
Nura vardım
Nura vardım
Işık olup yâre vardım
 
Paylaşalım yardan gayrı
Dedi Bedrettin denen biri
Bu uğurda ben de seri
Vermek için dâra vardım
Dara vardım
Dara vardım
Ölüm önünde duravardım
 
Siyah, beyaz, kızıl, sarı
İçimize düştü hârı
Pir Sultan'ın isyanları
Neredeyse ora vardım
Ora vardım
Ora vardım
Bin bir hayal kuravardım
En sonunda yâre vardım
 
 
***
 
Ak güvercinim
Akça güvercinim
Barışım
Umudum
Kanadı kırık
Yaralı kuşum
Yiğidim
 
 
Şatafata
Gösterişe kanıp 
Adalet yerine zulüm dağıtanlar
Hızır görünüp hınzır oldular
Tarih kendisini oya gibi işlerken 
Tozlanmış sinesinde
Omuzlarındaki rütbelerden güç alanları
Paşayla din adamını getirir yan yana
 
Din sunup destek alanlar
Hakkın
Halkın tepesinde kılıç sallayıp
Zulüm yapanlar
Sürdürürler hâkimiyetlerini
 
Ak güvercinim
Akça güvercinim
Yaralı kuşum
Nar tanem
Bir tanem
Sevdiceğim
Kanat çırpar
Döne döne havada
Takılmış peşine atmaca sürüsü
Saldırırlar fütursuzca
Bir akça güvercine
Bu ne telaş 
Saldırıya geçti
Sürü sürü atmacalar
 
Yükselir çığlıkları, arşa ulaşır boyu
Kıvrım kıvrım bükülür, naza çeker kendini
Öfke kından çıkarsa yıkar kendi bendini
Eriyen demir değil, ateş doğurur suyu
 
Saklı durur özünde, her gerçeğin sırları
Gizemler arasında çözülmeyi beklerken
Zerreden kâinata yolculuğu eklerken
Hiç kimseler göremez, gördüğüm ol yerleri
 
Halaya durdu kavgam, semah döner düşlerim
Güneş değmiş gözlerime, ay sevdama yetişe
Deryalar suya hasret, alev öksüz ateşe
 
Cehennemden taşınır, gözlerime yaşlarım
Göz yanılır, manalar aramayın biçimde
Yarınlara taşıyor sancısını içimde
 
Kırımızı gül açar oldu
Dallarına kuşlar kondu
Hak uğruna serden geçen
Güvercinim uçar oldu
Uç akça güvercin 
Uç haydi
Barış için kanadını
Aç akça güvercin 
Aç haydi
 
Kara kışta 
Karaltında ak güvercinim
Akça güvercinim
Uçtu Munzur Dağlarının doruğunda
Uçtu ağlaya ağlaya
 
Bir yandan boynunu büktü
Ve sonra
İki damla yaş düştü gözlerinden
KENDİNDE kerameti görür oldu gafiller 
Kalemsiz kâğıtsızca yazanları GÖRÜRÜM 
Fütursuzca saldırıp ticaret yapar DİNDE 
VURURUM şu bağrıma mert birini ARARIM
 
Suratı kızarıyor rengi silik YÜZÜNDE 
SORARIM ben kendime bu ne menem bir iştir 
ÖZÜNDE çürüyenler benliğini kaybeder 
Yaralandım ben kendi yaralarım SARARIM
 
KANADI olmayanlar havada uçamazlar 
Ömrümüm içindeki her geçen gün ZARARIM
İçerimde yangın var yüreciğim KANADI 
KIRARIM zincirleri kötülükten IRARI
Anadolu’nun dört bir yanını
Dolaşmaktan yollar yoruldu
İbo yorulmadı
Paralar toplayıp
Paralar dağıtıyordu
İhtiyaç sahiplerine
Daha çok
Köylüden yana çarpıyordu yüreği
 
O günlerde
Dersim’de 
Yasal olmayan sıkıyönetim uygulaması vardı 
Komando taburunun başında
Başıbozuk
Başına buyruk 
İnsan bozması üsteğmen Fehmi 
Terör estiriyordu bölge halkına
Halk 
Yılmıştı baskılardan 
 
***
 
 
Buluşma yerleri Vartinik, Mirik mezrası
Taştan yapılı
Sıvasız çoban (köm) evinde
Nazimiye’ye, Süleyman (Yeşil)
Muzaffer (Oruçoğlu) Haydaran
Ve sonra
İbo, Ali Haydar ve Hüseyin de gelir.
Buluşurlar Munzur Dağlarının sisli doruklarında
Karın, fırtınanın aman vermediği
Kurdun kuşun 
Yuvasını terk etmeyeceği
Bu mevsimde
Bu yerlerde
 
***
 
 
 
BÖLÜM   3
 
Ali Haydar Yıldız ve Vartinik Direnişi
 
"Yoldaşımı vurdular
Körpe kuzumu 
Ali Haydar'ımı vurdular
Kurtlar parçalasın diye
Bizi oracıkta
Kar üstünde 
Koydular"   Can YOKSUL
 
Ak güvercinim
Akça güvercinim
Barışım
Umudum
Kanadı kırık
Yaralı kuşum
Yiğidim
 
 
Yıl 1973
Aylardan Ocak
İbrahim, Muzaffer, Ali Haydar  
Süleyman ve Hüseyin
 
Tunceli, Haydaran bölgesi
Munzur Dağlarında
Vartinik mezrasında 
Düşerler tuzağa
Çevrilir etrafları jandarmalarca 
Baskın yediler köhne bir kömde
 
Nöbetteki arkadaşları uyuyunca
Gafil düştüler tuzağa
Ali Haydar ve Süleyman 
Koşarak köme girip uyandırırlar arkadaşlarını 
Düşündülerkaçıp kurtulmayı
Süleyman, Muzaffer ve Hüseyin
Atladılar uçurumdan aşağı
 
Kuşatmanın olmadığı taraftan 
Dışarı çıkar Ali Haydar
 
Tuzaklar kurulmuş tuzak üstüne
Pusuya yatmış 
Saldırıya geçti acımasızca
Havada kartallar, 
Hele de atmacalar
Fırsatçılar 
 
Bir çatışma başladı
Munzur’un dağlarında
Buza kesmiş kış ortasında
Kuş sesine benzemiyor kurşun sesi
Acı acı öter gelir
 
Saplandı Ali Haydar’a
Kaçarken bir kurşun 
Düşer yere. 
İhbarcı Hüseyin Güngör 
Elindeki kırma tüfekle 
Ateş eder İbrahim’e 
Saplanır saçmalar İbo’nun boynuna.
 
Vurulup düşer yere
Jandarmalar gelince 
Ölü numarası yapar 
Üstünden Haydar Mecit yazılı kimlik çıkınca
Diğerlerinin peşine düşerler. 
Askerler gittikten sonra kaçar İbrahim. 
 
Vuruldu Ali Haydar Yıldız’ım
Düştü yiğidim
Büngülbüngül
Kan sızar bir yanından
Nefessiz yatıyor boylu boyunca.
Hayaller harap
Düşler kana karıştı
Ali Haydar’ım
Yıldız’ım
 
 
Körpe kuzum 
Kefensiz yatan yiğidim
Canım 
Yoldaşım
Vurulup düştü yere
Ağladı dağ, taş
Ağladı kar altında toprak
Ağladı havada yaralı güvercinim
Kurdun, kuşun ağladığı andı
 
Toprak 
Toprakta kar kızıla boyandı
Kurdun, kuşun sustuğu an
Cemreler düşmemişti daha
Havanın ayaza kestiği andı 
 
Çatışma sonunda  
Kontrol etmek için 
Bir er açar ağzını kasaturasıyla 
Bastırarak göğsüne 
Bakarlar gırtlağına.
“Ağzına ne sakladı” diye
Bağlarlar Ali Haydar'ı bir cipin arkasına
Karların üzerinde sürüklerler 
Sürüklerler
Sürüklerler
Sürükleyerek karakola götürürler.
Ali Haydar'ın vurulduğu sırada ölmediğini
Sürüklenirken hala yaşadığını
Yaralı olarak dışarıda bırakıldığı için
Donarak öldüğünü söylerler
Bu olaya tanık olan köylüler 
Herkesten önce kendisini 
"Ateşe atan“ bir hayatın adı 
Ali Haydar Yıldız
 
 
"""Vartinik burası, Mirik mezrası
Uzanmış yatıyor Ali Haydar’ım
Kömün önü olmuş bir kan deryası
Kan içinde yatar Ali Haydar’ım
 
Uzun ince boyu kıvırcık saçı
Halkını sevmekti onun tek suçu
Ali Haydar’ım ölmez ağlama bacım
Milyon milyon doğar Ali Haydar’ım
 
Korkusu yok idi patrondan ağadan
Ağalara korku saldı dağlardan
O bir tohum idi düştü topraktan
Filiz filiz büyür Ali Haydar’ım
 
Haykırır sesiyle halkının sesi
Halk sevgisi doldu göğüs nefesi
Karanlıkta halkın bir meşalesi
Pırıl pırıl yanar Ali Haydar’ım
 
Kulak verdi işçi köylü derdine
Ölümü bir görev saydı kendine
Devrim cephesinde sığmaz bendine
Bir sel gibi coşar Ali Haydar’ım."""
                                    Ozan EMEKÇİ
 
 
 
BÖLÜM 4
 
İBRAHİM’İN YAKALANIŞI
 
"Türkiye'nin geleceği çelikten yoğruluyor.
Belki biz olmayacağız ama
Bu çelik aldığı suyu unutmayacaktır."
Ak güvercinim
Akça Güvercinim
Barışım
Umudum
Kanadı kırık
Yaralı kuşum
Yiğidim
 
 
Ilgıt ılgıt kan akıyordu başından
İbrahim’im
Yiğidim
Munzur dağları sana gurbettir
Munzur dağları sana yabandır
Hangi ses getirdi seni 
   Çorum’un köyünden buralara?
 
Uzanmış oracıkta
Ölü taklidi yaptı İbrahim
Düştü jandarma kaçanların ardı sıra
Kurtuldu kurtulmasına
Uzaklaştı oradan 
Sığındı 
Kaya dibinde bir mağaraya
Cebinde bir parça yavan ekmekle
İki gün iki gece
Yaladı yaralarını günlerce
Vakit yoktu ağlamaya
Bir yol bulmalıydı
Kanadı kırık
Çırpındı akça güvercin
İnat etti
Bırakmadı zeytin dalını
 
Yer gök ile birleşir, dağ buluta değende
Bulut aşkla sevişir, yağmura gebe kalır
O da elbet bir yerden, döner dersini alır
İstersem dokunurum, güneş başın eğende
 
Yarılır toprak ana, yanardağın ağzında
Öfkesini fırlatır, yedi kat gökyüzüne
Sular sırda buluşur, dayanamaz közüne
Girdaba yakalanır, ömrünün boğazında
 
Arı peteğe sığmaz, sevişiyor kovanla
Nameleri gizlidir, ozanımın sözünde
Aşkını birleştirmiş, sarı balın özünde
 
Birlikte yakaladım, sarımsağı soğanla
Her mahsulün sevdası, ayrı düşer toprağa
Filizlenen bir ağaç, sancılanır yaprağa
 
Ak güvercinim
Akça Güvercinim
Barışım
Umudum
Kanadı kırık
Yaralı kuşum
Yiğidim
 
 
Halkımın ellerine dokunamadan
DAvamın izleri gönlümde
GüL kokusu karışır
SalKım salkım iğde kokularına
YıldIzları koparıp geldim
GönlüMün şafağında
 
Güzelliğin
GÖzlerimin önünde
SeN bana
YılLar kadar uzak
Sen, gÜneş kadar sıcaksın
İçeriMdepatlayacak volkan
 
Diyar, diyar gezerim
BÜtün umutlarımı yitirsem de
BaŞımı döndürdün
TahT kurdun
GönlÜme
 
Sana uzanan yollarım
KApansa bir, bir
SaNa ulaşmanın yolunu
BulAcağım mutlaka...
 
Dilek tutsam uyanmadan düşümden
Kadeh sunsam gözde akan yaşımdan
Bilmem sana nasıl aşık olmuşum
Kesilmişim ekmeğimden aşımdan
 
İbrahim
Bir mağarada
Hayalleriyle baş başa
Yorgan yapıp düşlerini
Umudun sıcağında sarmalanmış
Gecenin karanlığında
kenetledi kendini
Savurdu hayallerini 
Şöyle inceden ince 
Uçsuz bucaksız 
Gökyüzünün yıldızlarına saldı gönlünü
 
İdam edilen dostları 
Geldi gözleri önüne 
Deniz’im 
Yusuf’um
Hüseyin’im
Derken 
Denizlerin idamına karşı eylemler…
 
“İnekli köy muhtarı
İhbar etmişti
Sinan Cemgil ve arkadaşları
Alpaslan Özdoğan, Kadir Manga’yı
31 Mayıs 1971
Üç ana
Üç can
Vurdular Sinan’ı
Vurdular Alpaslan’ı
Vurdular Kadir’i
 
Gözlüğü düştü Sinan’ın
Göremedi hiçbir yeri
Yer bulut
Gök bulut
Ortalık toz duman “
 
Sonra
Kızıl derede vurulup düşenler
Mahirler 
Öldürülen dostlarının
Öldürülüş sırasını karıştırdı İbo
Hangi arkadaşını önce düşünmeliydi
Onları çok seviyordu
Hatta öldürülenlerin kimini hiç görmemişti bile
 
“Zalimin gözünde her şeyden üstündü kul olmak
Elin itine övgü düzenler
Kendi yiğitlerine gözlerini kırpmadılar
Kustular bütün mermileri
Gencecik bedenlere
Hızlarını alamadılar
Roketi fırlattılar kerpiç eve
Mahir Çayan, Hüdai Arıkan
Saffet Alp, Ahmet Atasoy
Nihat Yılmaz, Şinasi Kasım Özüdoğru
Sabahattin Kurt, Ertan Saruhan
Ve Ömer Ayna
Yan yana on ceset
Oluk oluk kan aktı Kızıldere’den
30 Mart 72
Unutulmaz o gün
Unutulmaz yiğitler
Unutulmazlar”
 
Dalar gider derinlere İbrahim
Türkü Ana’dan bir ağıt dolanır diline
 
“Tokat Niksar illerinde
Dağdan gelen ölü bizim
Silah kını ellerinde
Dağdan gelen ölü bizim
 
Ömer Ayna, Mahir Çayan
Kan içinde Kazım Sinan
Uyan artık köylü uyan
Köyden gelen ölü bizim
 
Çuhan yoktu giydin aba
Ölüyü taşır araba
İşçi, köylü ırgat baba
Dağdan gelen ölü bizim
 
Cihan Tekin, Nihat Yılmaz
Yoldaş düzen böyle kalmaz
Can vermezsek yurt kurtulmaz
Dağdan gelen ölü bizim
 
Halklar için savaştılar
Kahpecene vuruldular
Kağnılara sarıldılar
Dağdan gelen ölü bizim
 
Kızıldere Kızıldere
Açtınız kapanmaz yara
Öküzlere vura, vura
Dağdan gelen ölü bizim
 
İşçi köylü yürü kalkta
Devrimin ordusu Halkta
Zulmün ölüsü uçakta
Dağdan gelen ölü bizim
 
İki İngiliz bir Kanada
Onlar ajandı orada
Şah Turna’yım hür yasada
Dağdan gelen ölü bizim”
 
Ozan Şah Turna 
 
 
Türkü ananın sazı ve sesi 
Çınlar İbrahim’in kulaklarında
Hayaller
Hayaller 
Ateşe döner karlı, buzlu mağarada
İçten içe ağlar ibo
Yitip giden dostlarına
Kendine gelse
Çıkıp mağaradan
Avazınca bağıracak dağlara
Haykıracak öfkesini
 
Her bakışta gözlerinde eriyor
Nefesini nefesine vurmuşken
Özünü özüne çoktan veriyor
 
Ah be yiğidim
Ah benim aslanım
Canımdan parça cananım
 
Kol kola dinlediğimiz  
Anadolu’da bir ozanın türküsü 
Analı kuzu
Kınalı kuzu
Ağlar ozanın sazı
Ağlar şairin sözü
İçeriye düşer sızı
 
Arsızların dişlerine
Hainlerin döşlerine
Oturup da acımadan 
Kalem ile vuracağım
 
Çiğ düşürse yaprağıma
Kök salsa da toprağıma
Gönülleri paslanmışa
Selam ile duracağım
Ama bugün
Ama yarın
Kalsam bile
Ölsem bile 
Hesabını bir gün
Bir gün elbette soracağım
 
Durma öyle bir başına
Gözleri kapalı
Uçurumun başında
Çaresizlik,
Acizlerin işidir
Ölmenin zamanı değil
Ölümüne sevmesini bil
Amacı olan ölüm
Amaçsız yaşamaktan iyidir gülüm
 
Aç gözlerini
Bakmayı öğren
Dinle yüreğinin sesini
Ölmenin zamanı değil
Ölümüne sevmesini bil
 
Yaşamak, sevdalanmaktır
Sevdalanmak,
Yeni bir can yaratmaktır
Doğum yapan analar gibi
Acısına dayanmalı sevdalanan...          
 
Bir sevginin etrafında dönmeden
Yol bulup da aşka varılmaz     
Alev, alev ateşlerde yanmadan
Dumanları görülmez
 
***
 
 
Ak güvercinim
Akça güvercinim
Barışım
Umudum
Kanadı kırık
Yaralı kuşum
Yiğidim
Loş bir karanlıktı 
Kara kışta
Bu mağarada gönlüm gibi 
Gecenin zifirinde 
Bir ışık düştü gönlüme. 
Karanlığım nura döndü 
Kanıma karıştı damarlarımdan 
Sardı bütün vücudumu 
İliğime indi 
Şahlandı 
Şaha kalktı yüreğim 
Bu kavganın edasına
Vefasızın sevdasına 
Şu dilimde hece hece
Kelam ile söyleyip de
Yazacağım kalem ile
 
Sevdaların başıyım
Sevdalıların gözyaşıyım
Bir sevdayla sarhoş olmam bilirsin
Damardan kırmızı şarap versin kanıma
 
Gülcenin bir gülüsün
Ben senden, sen benden delisin
Kanımı kanlar içinde bilirim
Ne kadar mikrop var ise sürsün kanıma
 
Benim gibi yanarsan
Dağın yamacında pınarsan
Araya, araya yolunu bulup
Şu gönlümün ırmağında varsın kanıma
 
Ta ezelden
Özgürlüğe açım
Pare, pare oldu içim
Haydi, dayan be yüreğim, dayan
Sen acıların bin türlüsünü tattın
Buna da alışırsın
Haydi dayan 
Dayan yüreğim dayan...
 
Şehirlerden inip köye
Derelerden akıp çaya
Donatalım boydan boya
Bilim ile bilim ile 
 
Nice özler yıkayalım
Ana dilden okuyalım
Nakış, nakış dokuyalım
Kilim ile kilim ile 
Bu dağlar bizim dağlar
Dağlarımızda
Her dağın bir Ernesto’su var
 
Dağlarımız çok
Dağlarımız kadar yiğitlerimiz çok
Ulaşlar
Sinanlar
Denizler
Mahirler
Kadirler
Ali Haydarlar
İbrahimler
 
Hadi
Birlik olup
Paylaşalım yalnızlığı
Sen gökyüzü ol, bende bulut;
sarıp sarmala beni
 
 İşte
 Sana sundum
 İki avucum içinde
Bu kalbimi
kırmızı bir et parçası sanma sakın
 
Geceleri
Koynuna girdim şeytanın
Şehvete geldim yine  
sevişirim bütün kalbimle
 
Bakın
Kovalayıp
Yine yordum Azrail’i
Can alıyor
çoluk çocuk, suçlu suçsuz ayırmadan
 
Bazen
Karakucak
Tanrı ile dövüşürüm
Tanrı bile olsa
tahammülüm yoktur haksızlığa
 
Hava çok soğuk
Hayaller bile 
Donar oldu hafızada
İbrahim yaralı
İbrahim aç
İbrahim yorgun
Bir mağarada
Çırpınıp duruyor ak güvercinim
Çaresizlik 
Çare değil elbette
 
Mutluluğun kenarından düşmüşüm
Nice akan derelerde taşmışım
Dertlerimi dertsizlerle açmışım  
Bayram gelse bana düşer karalar
 
Sevdaların sevinciyle yüzmüşüm
Kurdu kuşu yoldaş bilip gezmişim
Özümü bin kötülükten sözmüşüm
Eller gülse bana düşer yaralar
Yaralı İbo 
Saklandığı mağaradan çıkar
Donmak üzeredir ayakları
Gelir bir köye düşe kalka
 
Bitkin
Ölümün kıyısındadır
Çalar bir kapıyı
Halini gören köylüler
Alırlar İbrahim’i evlerine
Merhem sürerler yaralarına
Doyururlar 
Ama barındıramazlar korkudan
Çorap, ayakkabı verirler.
Sarıp sarmalarlar
 
Yolcu ederler yine dağlara
Umutsuzluk
Ölüm getirir bu dağlarda
Umutsuzluk uykusuzluklar kucaklaşmış
Uykusuzluk
İlle de uykusuzluk
Acıların bile üstüne tepinir
Damar damar
Bütün vücudunu sarar
 
Dağlardır 
İbrahim’in dostu
Kurdun
Kuşun sessizliğidir yalnızlığı
Dilinden türküyü
Yüreğinden umudunu eksiltmez İbrahim.
 
Ses verin sesime ses verin dağlar
Doruğunuz öte aşan oldu mu
Bizim yoldaşlardan acep ne haber
Kavgada vurulup düşen oldu mu (Dağlar)
 
Hangi kurtlar kuzu yedi başında
Kaç yiğit saklandı karlı döşünde
Nice sır sakladın bunca yaşında
Kralın askerin paşan oldu mu (Dağlar)
 
Duyun dağlar sizden medet uman var
Çoğunun içinde acı güman var
Can Yoksul'um bölük bölük duman var
Yolunu kaybedip şaşan oldu mu (Dağlar)”
 
Can YOKSUL
 
Türküler yoldaş olur 
Türküler İbrahim’e güç verir
Dolaşır dağlarda 
İki gün daha 
Yırtıldığından ayakkabısı donmak üzeredir ayaklar
Saklanır. 
Saklanır
 
Her taraf soğuk
Her taraf pusu
Her taraf it sürüsü
Her taraf puşt zulası
Gitmek istediği tek yer
Hayallerinin peşiydi artık
 
Takıldı içindeki çocuğun peşine
Kendi kendine mırıldanarak
Seslendi içindeki çocuğa
“Seni de götürüyorum
Gittiğim yerlere
Ey çocuk
Bu yerlerde acı var, zulüm var
Açlık var” diyerek
Bir yarısı Çorum’da
Diğer yarısı Munzur dağlarında
 
Soğuktan donmuş ayakları
Ve yaraları gittikçe kötüleşmekte 
Dayanamaz artık
Gözünü karartıp
Karar verir dağdan inmeye
 
*** 
 
 
 
BÖLÜM 5
 
Ak güvercinim
Akça güvercinim
Barışım
Umudum
Kanadı kırık
Yaralı kuşum
Açlığa
Uykusuzluğa
Kırık kanadına inat
Bırakmaz ağzından zeytin dalını
 
Köylere haber salar
Üsteğmen Fehmi
“Yaralı terörist kaçtı
Yakalatana bir çuval para verilecek” diye 
 
Dersim, 
Vartinik’e bağlı Mirik köyü
Ödül avcısı hainler
Ödül peşine düştüler
Gericiler ödül kapma yarışındaydı.
Çocuklarına yedirmek için
Kana banılmış ekmeği arıyorlardı
 
İner İbrahim bir köye
Yürür bitkin ve yorgun
Acılarını bastırmış uykusuzluk
İndiği köyde
Bir köylü görür yolda
İneklerini yalaktan sulayan
Yardım ister 
Yol sorar bu köylüye
 
Ne de olsa 
Bu insanlar için ölümü göze almış
“Elbet kötülük gelmez” düşüncesinde
Köylü İbo’yu tanımıştır. 
Kolundan tutup götürür evine
Oturtur ocak başına
Bir odada
İki kadın
Boy boy çocuklar görür İbrahim
Çocukları görünce
İçi rahatlar
Oturur ocak başına
Sıcaklık vurdukça yorgun vücuduna
Dalar uykusuzluğun dehlizlerine
 
Köylü
Koşar, öğretmen olan abisi Cafer’e
Öğretmen Cafer Atan
Kardeşinin evine koşup
Gördü evdeki yabancıyı
Tanıdı hemen İbrahim’i
Yorgun ve yaralı
 
Bitkin halde uyuyordu
Hiçbir şeyden habersizce
Çıkarttı odadan kadın ve çocukları
Kilitledi kapıyı üzerinden İbrahim’in
Haber uçurdu
Üsteğmen Fehmi’ye
Sayısız adamıyla dayandı evin kapısına 
Yatıyordu İbo odada
Habersizce
Sessizce
 
Bağırdı Üsteğmen;
“İbrahim Kaypakkaya'sın değil mi?
Hemen teslim ol yoksa ateş açılacak”
İbrahim
Zar zor uyandı
Anlamaya çalışıyordu 
Dışarıda olup bitenleri 
Nasıl olurdu da bu çocukların babası
Teslim ederdi kendisini?
Bu çocuklara 
Nasıl yedirecekti bu kanlı ekmeği?
Kanı bozukların
Gözlerine kan oturmuş
Yaralı yiğidim
Akça güvercinim
İbrahim’im
Kapı kilitlenmiş üzerinden
 
Çırpındı sağa sola İbrahim
Uçmak istedi kırık kanadıyla
Dört duvar arasında
Savruldu duvardan duvara
Çaresizliğin içerisinde yekindi durdu
Uçmak kırık kanatla
Yürümek ölümün kıyısında
Sadece çaresiz değil
Yapayalnızdı İbrahim
Kafasında binbir soru
Çaresizliği hiç bu kadar olmamıştı
Ve sonra?
 
Ellere geniş dünya bana neden dar gelir 
Yana yana bağrımı yumruklayıp dururken 
Yalnızlığım yanımda günden güne erirken 
Ömrümün baharında şu başıma kar geldi
Dağların doruklarından
Kar gelir başımıza kar gelir
Haksızlığa uğrayınca
Koca dünya dar gelir
 
Zamansızca ölümü beklerken bak kim geldi 
Beklenmedik zamanda gelenlere ne derim
Ölümden korkmaz idim korku dürünüp yerim 
Kime nedir, genç yaşta ölmek bana ar geldi
Har gelir har gelir
İçim yangınlar diyarı
Yüce dağdan kar gelir
Vakitsiz ölüm ar gelir
 
 
İçimi yakar durur hasretliğin yangını 
Belki de bir yudum su söndürecek içimi 
Bütün yoldaşlar, varsa af eylesin suçumu
 
‘’Duvarı nem yıkarken yiğidi gam yıkarmış’’ 
Hasretliğin acısı içine bir düşersen 
Neler gelir başına bir gün yoldan şaşarsan
 
Atmacalar
Kartallar
Sarmış dört yanını
Akça güvercinim
Kanadı kırık yaralı kuşum
Yakalarlar 
Kahpece kıstırılmış kapanda
Bağlarlar kollarından 
Yürütürler saatlerce
Kutu deresinin buzlu suyunda
Gücü tükenene kadar
Saatlerce götürürler
 
 
Cipe vardıklarında
Bindirmezler cipe
Bağlarlar arkasına İbo’yu
Götürürler
Sürükleye sürükleye
Gökçek karakoluna kadar
Soğuktan
Kaskatı kesilmiş her tarafı
Acı yerini uyuşma alır
 
 
Güzeli
Sever isen günahıyla sev 
Olmadık zamanda ve yerde
günahını sana yüklerse
söveceksen adam gibi söv   
 
Acıyı 
Tartacak isen acıyla tart
Kendini alıştır acıya
yoksa acı sana ererse
koca bir ömür olur berbat
 
Hecem
Silah olur
Uzun namlu dizelerim
Günü gelir kusar isem
mermi olur her bir sözüm
 
Sevdam
Ateş topu
Saldım üzerine doğru
Her gecenin şafağında
gebe kalır güne gözüm
 
Gecem
Gündüz olur
Karanlığa savaş açar
Özlemlerin özü diye
yüzlerine sürsem yüzüm…
 
***
 
Ak güvercinim
Akça güvercinim
Barışım
Umudum
Kanadı kırık
Yaralı kuşum
İbrahim’imi
Sorguladılar Gökçek karakolunda
Alamadı sorgucular
İstedikleri yanıtı
Karakolun bodrumunda
İzbe, karanlık bir hücreye kapattılar
Soğuk beton üzerine 
Kapatıp gittiler yiğidimi
Islak ve kanlı giysilerle
Asırlar kadar uzadı her saniye
Uyuya kalmış yiğidim
Soğuk beton üstünde
Uykularını böldüler,
Gece yarısı işkenceciler
Yaralı, üstü başı ıslak ve kanlı giysiler içinde
Soğuk betonda uyumayı lüks saydı cellâtlar
Kahkahalarla
 
Tekmelerle vura vura uyandırdılar İbo’yu
Başladı
Vakitli vakitsiz
Falaka ve dayak faslı
Tekmeler
Küfürler
Bal helvası oldu 
Bin türlü hakaretler
Saatler sürdü işkence
Çay molası verip öyle dövdüler
Sigara molası verip 
Öyle dövdüler
Taksit taksit
Dinlene dinlene dövdüler
 
Neydi bu kin?
Bu öfke?
Bu nefret?
Bir bilene mi sorsak ey can
Diz çöktüremediler İbo’ya
 
***
 
 
Ak güvercinim
Akça güvercinim
Barışım
Umudum
Kanadı kırık
Yaralı kuşum
İbrahim’im
Yiğit gardaşım
 
Akça güvercinimin
Kırık kanadına bağlayıp
Haber salsam
İki satır
Acep ulaşır mı dostlarıma
Yoldaşlarıma?
 
İbrahim’i
Gökçek karakolundan
Sürükleyerek çıkarttılar 
Attılar yarı baygın halde bir cipe
Oradan Elâzığ
Baştan savma hastane 
Sonra ver elini hücre
Sorgu, işkence
Daha da acı dolu günler bekler İbo’yu
 
İnsanoğlu birleşmeyi ararken
Bir yanımız parsel, parsel bölündü
Bir azınlık zevk-ü sefa sürerken
Bir yanımız kuru ekmek dilendi
Dilenenler
Alın teri bilmezler
 
Bilen bilir nefret denen o anı
Gören yok mu fakirleri soyanı
Kimimizin sermayesi bir canı
Bir yanımız kurşunlarla delindi
Delinenden
Ilgıt ılgın kan sızdı
 
Bu dünyanın yayı çıktı yerinden
Sarsılıyor şu insanlık derinden
Ilgıt, ılgıt kan sızarken irinden
Bir yanımız kuru, kuru ilendi
Kuru kuru ilenenler
Kaderciliğe sarıldı
 
Uyuyanlar uyanmadı düşünden
Gelen çaldı ekmeğinden aşından
Gidiyoruz özgürlüğün peşinden
Bir yanımız al kanlara bulandı...        
Bulananlar
Kurban oldu kanıyla
 
***
 
Ağır işkenceler başlar
Ne saati vardır
Ne de zamanı işkencenin.
İşkence bu
İşkencecinin keyfine kalmış.
Uyur uyanır
İşkence 
Yatar kalkar
İşkence eder
Alamazlar ağzından bir tek kelime
İbrahim sustukça
Öfkelenir zalim
 
Hüzün bu kadar umuda bağlı mı bilmem ama
Umut her zaman hüzünle bitmemeli
Bakışlar sessiz olsa da
Susmak elbette konuşmaktır
Acı, ak çarşafta kirlenmemeli
Yüreğin atması değerli elbette
Durduğun yer dünyanın merkezi
Güneş doğar devrim
Ay doğar devrim
Daha ne yazayım gülüm
 
Birçığlıkgeliyorkayalardan
Acınınbileözlemivarmış
Ne kadaryalnzlıkvarsa
Acılariçindegülüpgeçmek
 
Hata görsen söyle yüze
Doksandan çıktı yüze
Derya geçtim yüze yüze
Diyarbakır zindanında
Derimizi yüze yüze
.
Ak güvercinim
Akça güvercinim
Barışım
Umudum
Kanadı kırık
Yaralı kuşum
Kasketi yana yıkılmış İbrahim’im
Can yoldaşım
Sen işkence tezgâhlarında
Şu an kim bilir 
Gül kokulu rüyalar görebiliyor musun?
Söyle bana yoldaşım, canım
 
Uğruna zindana girip çıktığım
Aşkın rüzgârları dağlara attı
Devrimin aşkına ateşe düştüm
Beni değirmenin çarkına attı
 
Dostum bu yollarda boşuna gezme
Ayağını baş yürütür
Kimi zaman bir bakış
Göz üstünden kaş yürütür
 
Kalbinindudaklarındanbiröpücükversenbana
Bağladıngönülgözümdencan, ne diyembilmemsana
 
Oy Diyarbakır zalimlerşehrimisin, öldürbeni
Ölmedenölümtadanlarzulmeşahitolsunemi
Öylece duruyor 
Yanı başımda hayat
Uzanıp almak istedim 
Ellerim yandı. 
Bakmak istedim
Gözlerim kavruldu
Sessiz 
Bir o kadar da yalnız kaldım. 
Ne emekle filizlenip yeşerdim
Bir ağaca dal olmuşken kırdılar
Mavi gökte bir kez olsun özgürce
Kanatlanıp uçam dedim vurdular
Bre hayat 
Umurunda mı varlığım 
Yanı başımda duruyor gül yüzlüm
Sormayın artık sormayın bana
Yitirdim çiçeğimi
Körpe çocuğa döndüm 
Sözüm geçmez oldu 
Susmaz artık şeker versem gönlüm
Mavileri düşürmüyor alnıma
Elim tutup kollarımı kırdılar
Zulüm
Çığ düşürdü üstüme. 
Kanım şafaklarda kırağı
Dallarım dökmüş yaprağını
Hani nerede? 
Bir zaman
Benim için ağlayan 
 
Ak güvercinim
Akça güvercinim
Barışım
Umudum
Kanadı kırık
Yaralı kuşum
İşkenceciler 
İnandığı gizemin sırlarından 
Alamadılar ağzından bir tek kelime
Bu işkencelere
Kalemler utanır yazmaya
Kâğıtlar ağlar tarif eden yazıdan
Sıraya girdiler it sürüleri
Kimi odunla
Kimi tekmeyle
Soru sormayı bırakıp
Sadece dövdüler
Dövdüler
Dövdüler…
Yoruldular
Yorgun düştüler dövmekten
Bıraktılarİbo’yu soğuk beton üzerinde
Yorulmuşlar, bitkin düşmüşlerdi işkenceciler
Gecenin yarısını çoktan geçmiş
Beyleri bekleyen vardı evlerinde
Çocukları özlemiş
Özlemle babalarına sarılacaklardı
Sıcak yatağında kadınları bekliyordu 
 
Ertesi gün erkenden
Bir leş gibi
Sürükleyip çıkardılar hücresinden
Bindirip cipe 
Getirdiler 
Diyarbakır sıkıyönetim savcılığına
Küstahlığı her halinden belli bir savcı
Bir de kâtip subay
İbo sandalyede zorla oturabiliyordu
İnat etti dik durmaya çalıştı
Eğilmeyecekti bu küstah karşısında
Sordular
Sordular 
Sordular
Soruları yanıtsız bıraktı İbrahim
“Gerekenleri anlattım
Hepsi bu kadar” dedi İbrahim
 
Yüreğim parçalandı 
Ağzım alev alev
Tadı yok yediklerimin
Savunduklarım bile bana isyankâr
Savunduklarım bile bana küskün
Kimler tutup saldı insan donunda
Öfkem bile paslanıyor kınında
Uzak kaldım yakın iken 
Bedenime kuru canı verdiler
 
Ak bahtlı
Tatlı mı tatlı
Ana gibi şefkatli
Okşayan her eli öperim
 
Çok yazak
Yalanı ezek
Yalan dolandan uzak
Doğru diyen dili öperim 
 
Bin hayalle oynaşına hasretim
Gecelere saldım seni
Seyrederken hülyalara dalmışım
Kovanlardan çaldım seni
 
Yalnızlar dağını duman sararken
Kapı kapı hayal, düşü sorarken
Beni ısıtacak ateş ararken
Gökyüzünde buldum seni
 
İçim dışım umutlarla doldurdun
Bir garip adamım, yüzüm güldürdün
Gönlüme gönlünce saldırdın 
Bir çiçekten aldım seni
 
 
İbrahim’im
Çorum’un 
Sarı, kızıl saçlı delikanlısı
 
Papatyamdın
Lalem, mor menekşem, sümbülümdün.
Gönlümde açan gülümdün.
Kelebeğim,
Ak güvercinim,
Sarı kanaryam,
Gönül bağımda öten bülbülümdün.
 
Güz gelmeden boran vurdu.
Ne açanım,
Ne uçanım kaldı...
Aşk
...Güneşin batıya yol alması
....Toprağın suya hasreti
.....Canın,
......Damla, damla tükenmesidir!
 
 
BÖLÜM  6
 
 
“ HÜRRİYET KAVGASI
 
Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler,
Dalga dalga aydınlık oldular,
Yürüdüler karanlığın üstüne.
Meydanları zaptettiler yine.
 
Beyazıt’ta şehit düşen
Silkinip kalktı kabrinden,
Ve elinde bir güneş gibi taşıyıp yarasını
Yıktı Şahmeran’ın mağarasını.
 
Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar.
Dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır.
Safları sıklaştırın çocuklar,
Bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.”
 
                                     Nazım HİKMET
 
 
 
Ak güvercinim
Akça güvercinim
Barışım
Umudum
Kanadı kırık
Yaralı kuşum
Yiğidim
 
Toprağın nabzı atıyor 
Gün ola harman ola
Umut yeşerirken 
Söz yazıya dökülüyor 
 
Günlerce işkence
Zülüm
Kar etmez zalime
Konuşmadı
Konuşmuyor İbo
İşkencecinin kızgınlığı 
Yanardağın lavlarına döndü 
Kustu bütün hıncıyla
Diyarbakır zindanlarından Anadolu’ya
 
Korkuların kenarında dolaştı
Hayata umutla baktı İbrahim
Hilesiz hurdasız dağın başında
Pınar suyu gibi aktı İbrahim
 
Aktı İbrahim
Aktı İbrahim
Gökyüzü mavisi gözleriyle
Baktı İbrahim
 
Çevresi çeperi çıkarcı dolsa
Bütün dertlilerin derdini alsa
Küçücük kalbini engine salsa
Başı doruklara çıktı İbrahim
Çıktı İbrahim
Çıktı İbrahim
Bakışıyla şimşek gibi
Çaktı İbrahim
 
Kendisiyle vardır büyük yarışı
Sorup, sorgulayıp hesap soruşu
Örnek oldu bize yiğit duruşu
Yarınlara umut ekti İbrahim
Ekti İbrahim
Ekti İbrahim
Nice umutsuza bin umut
Ekti İbrahim
 
Diyarbakır
Diyarbakır
Zindanını al başına çal
“Vurun ulan vurun
Ben kolay ölmem”
 
“Ölüm
Sizin gibi korkaklara yakışır
Siz yurt hainleri
Emperyalizmin paralı uşakları
Ben ölmem
Ölmeyeceğim”
 
Geleceğim elbet bir 
Tükürürüm bir gün kara yüzüne
Vurun ulan vurun, ben kolay ölmem
 
Meydanı boş bulup değneksiz gezen
Ne kadar yalan var hepsini dizen
Pis postallarıyla çiçeği ezen
Vurun ulan vurun, ben kolay ölmem
 
Taşları toplayıp iti saldınız
Beni kolay lokma diye buldunuz
Halkımın sırtında sülük oldunuz
Vurun ulan vurun, ben kolay ölmem
 
Doğruyu görecek gözüne güven
Bozmadıysan eğer özüne güven
Varsa söylenecek sözüne güven
Vurun ulan vurun, ben kolay ölmem
 
Yiğidim mektup yazdı babası Ali’ye
“Sağlıklıyım, iyiyim.
Gel de görüşelim” diye
Hiçbir zaman yitirmedi umudunu 
 
 
BÖLÜM  7
 
“…Benim yavrum muradını almamış
Bayrak dikip de düğünolmamış
Okumuş da muradını almamış
Yaralı gövdene kurban olurum
Ben de senin yollarına ölürüm”
 
(Annesinin İbo için yaktığı ağıt.)
 
 
BABA Ali KAYPAKKAYA
 
Ak güvercinim
Akça güvercinim
Barışım
Umudum
Kanadı kırık
Yaralı kuşum
 
Baba Ali Kaypakkaya
Radyodan duymuş 
İbrahim’in yakalandığını
Nerede, nasıl olduğunu ne bilen 
Nede sorduran var
Günler haftaları
Haftalar ayları kovaladı
Havada uçan kuşun kanadından
Esen yelin kıpırtısından
Kapının her açılıp kapanışından
Umut bekler annesi babası İbrahim’in
Bir haber beklemenin zorluğu 
Kâğıtlara sığmıyor bir türlü
 
Korkuya kesmiş sessizlik
Deryanın kıyısında
Farklı oluyor yalnızlığın acısı
 
Karanlıklar arasından 
Kâğıda dökülmüş bir umut gelir
Açar mektubu baba Kaypakkaya
İbrahim’in kaleminden
İbrahim’in kelamından dökülmüş yazıya sözler
Bir yerlerine 
İbrahim’in ellerinin kokusu değmişti 
Parmaklarıyla okşadı zarf üzerindeki pulu
Kapatıp gözlerini
Burnuna dayadı mektubu
İliklerine kadar nefesini çekti
Bir solukta okudu mektubu
Mahpus mektubu
Elbette görülmüştür
Yine de haber almak bir şeydir
 
Koştu alışverişe
Bir kat urba
Bir gömlek
İç çamaşırı, çorap ve saat aldı
Diyarbakır’a gitmek için
Bindi otobüse
Yol alırken otobüs
Baba Ali Kaypakkaya
Arka koltuktakilerle yol dostluğu kurmak ister 
Söyleyince oğlunun adını
Adı Fehmi olan sivil
Haykırdı birden bire
Kızgın ve öfkeyle
“İbrahim eline geçmeyecek” diye
 
Neden sonra anlar Baba Ali Kaypakkaya
Oğlunu yakalayıp 
Üniformaya sığınarak
Günlerce işkence eden Fehmi teğmen olduğunu
 
Geldi gelmesine Diyarbakır’a
Baba Ali Kaypakkaya
Ne yapsa
Ne etse
“Soruşturması bitmedi” diye
Görüştürülmedi oğluyla
 
 
O Mevlüt Arslan adında ilahiyatçı teğmen
Alevi olduğunu anlayınca
“Siz Ali’ye Allah dersiniz
Her melanet sizden çıkıyor” diyerek
Sövdü ağız dolusu Baba Kaypakaya’ya
Eğdi başını baba Ali
İki damla yaş düştü gözlerinden
Sustu “Zarar gelmesin İbrahim’ime” diye
Çaresiz
Getirdiklerini de almadılar
”İki satır bir şeyler yaz, 
Ama olumlu şeyler olsun. Belki veririz” dediler
Çaresiz
Dediklerini yapıp yazdı iki satır
Çıkıp oradan döndü Köyüne
 
 
***
 
 
KENDİNDE kerameti görür oldu gafiller
Kalemsiz kâğıtsızca yazanları GÖRÜRÜM
Fütursuzca saldırıp ticaret yapar DİNDE
VURURUM şu bağrıma mert birini ararım
 
Suratı kızarıyor rengi silik YÜZÜNDE
SORARIM ben kendime bu ne menem bir iştir
ÖZÜNDE çürüyenler benliğini kaybeder
Yaralandım ben kendi yaralarım SARARIM
 
KANADI olmayanlar yüksekten uçuyorlar
Ömrümüm içindeki her geçen gün ZARARIM
İçerimde yangın var yüreciğim KANADI
KIRARIM zincirleri benliğimden ırarım
 
Susuz çöle döndüm
Dudaklarım yarık, yarık
Sana düştü deli gönlüm
Sevdan bende buruk, buruk
Haziran sıcağı değil, içimi yakan
Yüreğimi hoplatan
Dudaklarım çatlatan
Beni yakan 
Beni yakan sen oldun sevdiğim
 
Oysa şimdi
Uzak diyarlardayım 
Çılgına döndü hasretliğim
Tutku, tutku sevdayım
Yürek, yürek kavgayım
Katmer, katmer gülüm
Petek, petek balım
 
Ak kâğıt üstünde şiirim
Mızrap olup tellerde
Avaz, avaz bağırdım
Türkü, türkü söylendim
Dağ başında
Çalı dibinde
Bir çobanın dilsiz kavalında
Yanık, yanık ses oldum
 
Haydi canım 
Doğrult silahını
Kalbimin orta yerine
Nişan al da bas tetiğe
Kussun bütün mermilerin
Bütün nefretinle
 
Ateşi, ateşle
Gülü kanla
Seni canla yıkadım
Yüceldikçe sana saygılarım
Bir gariptir şimdi duygularım
Sarmaşık olup sardım
Sana dolaşır bütün sevgilerim
Yine de
Darmadağın düşlerim
Seni alıp
Nakış nakış işlerim
Olmasa be gülüm
Olmasa kahpece gelen ayrılıklar 
Olmasa ölüm sessizliği
 
Gülüm, sana nasıl da açım
Ağarıyor artık saçım
Pare, pare oldu içim
Haydi, dayan be yüreğim 
Dayan…
 
 
***
 
 
Ak güvercinim
Akça Güvercinim
Barışım
Umudum
Kanadı kırık
Yaralı kuşum
İbrahim’im
Çok geçmeden
Yazdı babasına bir mektup daha
“Ben iyiyim, gel görüşelim” diye
19 Mayıs günü baba Kaypakkaya
Tuttu Diyarbakır’ın yolunu
İçi dışına sığmıyordu
Kıpır kıpırdı heyecandan
Bekledi görüş saatini
Bekledi
Herkes görüşe girdi
Baba Ali girmedi, giremedi
Çağırmıyorlardı bir türlü
Varıp derdini anlattı bir görevliye
“Oğlunla yine görüşemeyeceksin” dediler
Alıp yarbaya götürdüler
Oradan askeri hastaneye
Komutan Şükrü Okay
Kıvrandı sağa sola
Bir şeyler geveleyip tükürmeye başladı
“İbrahim öldü” diyebildi sonunda
Baba Ali Kaypakkaya’nın
İçi alev aldı, cayır cayır yanıyordu
Kelimeler boğazına düğümlendi
Kendine gelip komutana mektubu gösterdi
“Sağlıklıyım, iyiyim dedi oğlum
İşte mektubu, nasıl ölebilir?” dedi
Komutan; “İntihar etti” dedi
Baba Ali Kaypakkaya
 
 
Bağırmaya başladı
“Oğlumu siz öldürdünüz.
O’nu döve döve öldürdünüz.” Derken
“Sus yoksa sana da haddini bildiririz” dediler
Baba sustu
İçin için ağlamaya başladı
 
Yürüdüm yürüdüm yollar bitmiyor
Kesildi dermanım artık yetmiyor
Güvercinim öldü, kuşlar ötmüyor
Kolum hem kanadım erken budandı
 
Acı acı konuşuyor şu eller
Ellerlin bağında açıyor güller
Onların gülünde öter bülbüller
Bizim bağa neden tilki dadandı
 
Barışın uğruna candan olanlar
Hakikati hakkı ile bilenler
İbrahim’imi böyle sevip gelenler 
Hak uğruna Kaypakkaya adandı
 
 
***
18 MAYIS
 
“Selam olsun apaydınlık günlere
Kazma ile kürekle yürüyenlere
Selam olsun halk için ölenlere
Silah elde toprağa düşenlere bin selam “
 
18 Mayıs’ı unutmam
Unutmam 18 Mayıs’ı
İşçinin köylünün kurtuluş
Ordusu devrimci erleriz
Ölümlerle yeniden doğar
Ölmeyen devrimci erleriz
 
18 Mayıs’ı unutmam
Unutmam 18 Mayıs’ı
Bir vücut, bir yumruk ve bir baş
Bağımsızlığa kadar savaş
Önderimiz İbrahim yoldaş
Korkmayan devrimci erleriz
 
18 Mayıs’ı unutmam
Unutmam 18 Mayıs’ı
Ali Haydar Yıldız’ımızı
Vuranlar korkutamaz bizi
Vuruldukça artırdık hızı
Durmayan devrimci erleriz
 
18 Mayıs’ı unutmam
Unutmam 18 Mayıs’ı
Bağımsızlık gelene dek
Ellerden düşmeyecek tüfek
İbo, Haydar, Muharrem Çiçek
Solmayan devrimci erleriz"
  Ozan EMEKÇİ
 
 
 
 
BÖLÜM 8
 
ÖLÜMSÜZLÜK
 
“Kartalın pençesi ak güvercini
Sıka sıka ezdi, ezdi havada
Bir kartala değil kuşların kini
Nice zalim gezdi gezdi havada
 
Yüksek kayalarda kartal yuvası
Hep barut kokuyor suyun havası
Bu yüce dağların bitmez belası
Yağan yağmur tozdan bezdi havada
 
Yoksul’un yokluktan hıncı kabarık
Eller parça parça tabanı yarık
Uçsa uçamıyor, kanadı kırık
Kekliğim ölümü sezdi havada”
 
Can YOKSUL
 
 
Ellere 
Geniş dünya, bana mı?
Dar geldi
Kış bitti, 
Baharı bekler idim 
Kar geldi
 
Zamansız 
Ölümü beklerdim 
Yar geldi
Kime ne, 
Genç yaşta ölmek bana 
Ar geldi
 
Ak güvercinim
Akça Güvercinim
Barışım
Umudum
Kanadı kırık
Yaralı kuşum
Yiğidim
 
İbrahim, 
En yakın dostu Ali Haydar’ı yitirdiğinde 
Yüzleşir ölüm gerçeğiyle
 
İbo bir direniştir  
Direnişi zalimi daha zalim yapar
 
Sosyalizm için dövüşmüş
"Bin yıl da beklesen 
Zalim kendiliğinden mazluma hakkını teslim etmez." 
 
Hakkını
Dövüşerek alandı
Bu inançla sürdürür inandıklarını
Zorlu bir yolculuğa çıkar. 
Yüksek dağları aşar, 
Karanlık dehlizlere dalar, 
Karakış ortasında
Dağların başında 
Bir evde kalır 
Yoldaşları 
Yol arkadaşlarıyla
 
Ölümsüzlük arayışında olmasa da
Yaptıklarıyla ölümsüzleşeceğini bilir
Bilir ölümsüzlüğün sırrını
Bedenen ölümsüzlüğe ulaşma çabası, 
Boş bir çabadır aslında.
İnsan olan
İnsan yalnızca kendinden sonra 
Yaşamaya devam edecek insanlığa 
 
Bir eser 
Bir bilgi 
Büyük bir isim bırakarak  
Haktan 
Haklıdan yana olarak
Mazlumun hakkını savunarak
Dünyaya değer katarak ölümsüzlüğe ulaşabilir. 
 
“Kâmil odur ki; koya dünyada bir eser, 
Eseri olmayanın yerinde yeller eser” 
 
İbn-i Sina, Farabi, Aristotales, 
Sokrotes, Eflatun
Van Gogh, Picasso
Victor Hugo, Goethe, 
Nesimi,
 
Şeyh Bedrettin
Nazım Hikmet ve daha niceleri 
O yüksek dağları aşarak, 
Karanlık dehlizlere dalarak, 
Ölüm denizlerini geçerek 
Sonsuz hayatın sırrına ermişlerdir. 
 
Herkesin tutkuyla yapabileceği, 
Dünyaya katabileceği vardır elbette. 
Diktiğimiz ağaç
Ektiğimiz tarla 
Büyüttüğümüz çocuk 
Öğrettiğimiz 
Yazdığımız
Çizdiğimiz
Bir güzellik
Bir eser bırakıp öyle gitmek.
Tuttuğu ışıkla yarına bir şeyler bırakmak.
‘Her düşünce, hür düşünce!’ diyerek
Ne mutlu ölümsüzlüğe ulaşanlara…
 
Özleminle arşa çıktı ateşimin dumanı
Yollar uzak olsa bile varayım mı sevdiğim?
İki lebin arasından bal dökülen dilini
İzin ver de bir kez olsun sorayım mı sevdiğim?
 
Acım burda ahım arşta, satır satır yazıldı
Ebemkuşağı renginde gök kubbeye kazıldı
Gel de bak bir vücudumda bütün genim bozuldu
Görmen için şu göğsümü yarayım mı sevdiğim?
 
Taş mı sandın, bu bağrıma vura vura çağlarsın?
Can evimi, ciğerimi, bakışınla dağlarsın
Ordan ora sürükleyip, gönlüme ip bağlarsın
Şu başımı taştan taşa vurayım mı sevdiğim?
 
Gönül pınarından, bana çevir akan suyunu
Hasretliğin dayanılmaz, gel de boz bu oyunu
Hayalimde binlerce kez süslemişim boyunu
İnce belin, bir kez olsun sarayım mı sevdiğim?
 
Bir kez yanmış ateşinde, kara bağrın açıyor
İnsanoğlu dertten, gamdan,  duvar nemden göçüyor
Günler takvim yaprağında birer birer uçuyor
Yol bitiyor, gideyim mi, durayım mı sevdiğim?
 
Anadan doğma
Bir çocuk saflığında
Hiç kullanılmamış bir kalp bıraktım avuçlarına
 
Sen geven etrafında biten kekik
Ben senin etrafında dolaşan keklik
 
Dolaşırım kara kışta
Karda güller açar’mola
Gezdirseydim seni düşte
Narda güller açar’mola
 
Koparmaya kıymam dalda
Dilim dönmez görsem yolda
Bir bahçede yaban elde
Burda güller açar’mola
 
Yiğitlerin içi harlı
Güzel gördüm oda narlı
İçimdeki türlü türlü
Derde güller açar’mola
 
Ah beyüreğim
Sen
Sen acıların bin türlüsünütattın
Haydidayan
Haydidayandayanabilirsen....
 
İnsanlıktan yana vardır kaygımız
Biz insanız insan, coşar sevgimiz
İnsanadır daim bizim saygımız
Söyleyin hele kim sayacak bizi?
 
Bu ülkenin dağlarına serildik
Kaç şafakta uykularda vurulduk
Öldük, öldük yine kalktık dirildik
Söyleyin hele kim sayacak bizi?
 
Kimi diri diri uykuda yaktı
Kimi davul çalıp da seyre çıktı
Nicemizin kanı burada aktı 
Söyleyin hele kim sayacak bizi?
 
Dolaşmaktan yorulmuştur dizimiz
Okuyup yazmaktan görmez gözümüz  
Kurşun gibi ağır olur sözümüz
Söyleyin hele kim sayacak bizi?
 
 
Kalbine doldurduğun
Sökülür bir gün
Dolaşır dudağından 
Dökülür bir gün
 
Sarmadığım ince bel
Bükülür bir gün
Hesap soramadığın
Dikilir bir gün
 
Güzel tenin toprağa
Ekilir bir gün
Etlerin kemiğinden
Çekilir bir gün…          
 
YÜZLERİNİ okşarken yanar oldu ellerim
Söyle bana yar gören oldu mu YÜZLERİNİ 
Varmasın bundan sonra sana giden YOLLARIM 
YÜZLERİNİ görmesem yine susmaz dillerim
 
YA KARIM duyar ise sana olan sevdamı 
Dikenler bana mıdır söyle yârim GÜL SENİN
Ne biçim bir sevdadır sana yalvar YAKARIM
GÜLSEN’İN gülüşüyle yeşillendi gül damı
 
GÜZELE bağlanmışım çevresinde dönerim
Delik deşik dağların toprağını GÜZ-ELE 
Yiğitlik kâr etmiyor sevda düşerse BAŞA
BAŞA bakıp hükmetme aşk tahtından inerim
 
 
Gökyüzü yine
Yitirdi mavisini
Bak döne, döne
Sardı kara bulutlar 
Dumanlı başım
Çılgınlıklara gebe
 
Irmak düşün 
Nice çayları almış
Su ile dolmuş
Irmak düşün gülüm
Engeller delmiş
Coştukça hırçınlaşan
Hırçınlaştıkça 
Kendi bendin aşan
Sorma be gülüm 
Sana çağlayıp taşan
Bu deli gönlüm
Bir fırtınaya döndü 
Nedir ki zulüm 
Güzel çirkin ne varsa
Önüne katmış
Söke, söke geliyor
Sorma be gülüm
Yıka, yıka geliyor!
 
Taş attım bu düzene
Beni böyle ezip büzene
Senden yılıp geri adım atamam
Benim mücadelem seni yıkana kadar
 
Seni yıkarım elbet
İstersen bana da zulüm et
Senden asla yılmam, yılmayacağım
Yumruklarım duvarını, çıkana kadar
 
Yıkılacaksın bir gün
Zulümdür senin öğündüğün
Ayaklarım kırsan geri kalamam
Bir sel olup meydanlara akana kadar
 
Zulüm fazla yaşamaz
Bu sözlerimi bir yana yaz
Fark eder mi be bir eksik bir fazla
Döner miyim yoldan zulmü yıkana kadar
 
 
***
 
 
İbrahim Kaypakkaya’nın cansız bedeni köyüne geldiğinde ANA’sı Mediha Kaypakkaya’nın oğluna yaktığı ağıt:
 
‘Benim yavrum fakülteyi bitirmiş
Eşi dostu hep yanına getirmiş, getirmiş
Yaralanınca tümenini yitirmiş
Yaralı gövdene kurban olurum
Ben de senin yollarına ölürüm
Ordunun askeri de üstüne varmış
Kâfirin biri de yavruma vurmuş, vurmuş
Bu acılı haberin köye duyulmuş
Acılı haberini duyan ağlasın
Yas çekesin de karaları bağlasın yavrum
 
Benim yavrum muradını almamış
Bayrak dikilip de düğün olmamış olmamış kuzum oy
Okumuş da muradını almamış almamış
Yaralı gövdene kurban olurum
Bende senin yollarına ölürüm
 
Benim yavrum dört ay hapiste yatmış
Uyudum uyandım yüreğim kopmuş kopmuş
Bu yavrum gören ondan efkârım artmış
Yiğit boylarına kurban olurum oy
Ben de senin yollarına ölürüm
Benim yavrum akılların kuyusu
Vurmayın kâfirler yiğit kuzusu oy
Civan boylarına kurban olurum
Ben de senin yollarına ölürüm oy
Benim yavrum ezelinden gülmemiş
 
Okumuş da muradına ermemiş ermemiş
Kâfirin sürüsü de aman vermemiş vermemiş oy
Yaralı gövdene kurban olurum
Bende senin yollarına ölürüm 
kurban olurum sana neferim
 
Yavrumun yarası de hançer yarası yaresi
Ağlayan ağlayana da annesi, annesi oy
Vurmayın kâfirler de lise hocası, hocası
Yaralı gövdene kurban olurum
Ben de senin yollarına ölürüm, kuzum
 
Tunceli derler adını duydum, adını duydum
Bir yiğit vurmuşlar da komşular duyun, duyun
Babasına anesine tel vuruk, tel vuruk,
Yiğit boylarına da kurban olurum
Ben de senin yollarına ölürüm kuzum
 
Arayı arayı da seni bulmuşlar
Getirmişler de bir dergâha koymuşlar koymuşlar, kuzum, kuzum
Yavrumu işkenceye almışlar almışlar
Yaralı gövdene kurban olurum, olurum
Ben de senin yollarına ölürüm
Melerim kuzum, civan boylu kuzum kurban olduğum kuzum
 
Bahar gelmiş de herkes gülüp oynuyor, oynuyor
Benim yorgun göynüm de hiç durmuyor, durmuyor
Posta gözlüyom da mektup çıkmıyor çıkmıyor
Yaralı gövdene kurban olurum, olurum
Ben de senin yollarına ölürüm, kuzum’
 
 
 
BÖLÜM 9
 
SONU
 
 
“Ölenler
dövüşerek öldüler;
güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!
 
Akın var 
güneşe akın
          Güneşi zapt edeceğiz
           Güneşin zaptı yakın!”
 
                      Nazım Hikmet RAN
 
 
Ilgıt ılgıt esen seher yelleri
Götürseniz beni köyüme doğru
Bahçelerde açan kızıl gülleri
Yatırsanız beni köyüme doğru
 
Ölenler
Ah şu ölenler
Rahatımız uğruna
Kendi günlerini unutup
Bizim için ölenler
Yaşayamadan
Gittiler
 
Yumruğumuz sıka, sıka
Artık vurmak zorundayız
Yapılan tüm haksızlığa
Karşı durmak zorundayız
 
Kapatın adım farkını
Ayırman insan ırkını
Düzenin bozuk çarkını
Terse kurmak zorundayız
 
Benliğini yene, yene
Bilimde yürü en öne
Çağdaşlık yolunda Fene
Akıl yormak zorundayız
 
Kurtulalım artık kirden
Benim gibi nice körden
Yiğit isen zalimlerden
Hesap sormak zorundayız...
 
 
 
Gericilik
Sistem, kendini tehdit edenleri
Kanla 
Zulümle
Katliamla örtmek ister. 
O örtü vahşetin 
Alçaklığın
Her türden entrikanın 
Pusunun 
Kalleşliğin harcıyla örülüdür. 
 
Özgürlük
Uğrunda dövüşerek elde edilir. 
Ölenleri 
Öldükleri yerdeki duruşlarıyla anmalıdır.
 
Ölüm benim sevgilimdir
Dertsiz günüm geçmiyor ki
İşkenceler al gülümdür
Dert insani seçmiyor ki
 
 
***
 
 
 
 
"Dağ dumandır oy
Köy karanlık oy
Geç zamandır oy
Vartinik'te oy
Kış yamandır oy
Kırmızı gül oy
Buz içinde
Vartinik'te oy
Kış yamandır oy
Kırmızı gül oy
Buz içinde
El mi yaman oy
Bey mi yaman oy
Göreceğiz oy
Gelen zaman oy
Biz demeyiz oy
Aman aman oy
İşkencede
Köz içinde
Biz demeyiz oy
Aman aman oy
İşkencede oy
Köz içinde"
 
Garip ŞAHİN
 
 
***
 
 
 
"YOLDAŞ'A AĞIT
 
Yoldaş seni anacağız
Her doğan gün anacağız
Faşist cellâtlardan bir gün
İntikamın alacağız
 
Yoldaş senin cesaretin
Örnek bize cesaretin
Eli kanlı yüzü kara
Korkusudur faşistlerin
 
Yoldaş senin silahını
Yere dökülen kanını
Faşist cellâtlar canından
Parça parça alacağız
 
Yoldaş senin kanın yerde
Kalmayacak kanın yerde
Kızıl Bayrak dikeceğiz
Çarpıştığın tepelerde"
 
Muzaffer Oruçoğlu
 
 
 
 
 
OKUDUĞUM KAYNAK KİTAPLAR
 
Nihat BEHRAM.  Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit
Tarkan TUFAN. İBRAHİM 
Turhan Feyizoğlu. İBO
Can YOKSUL. Panzerler, Postallar, Darağaçları
 
 
 
Harun YİĞİT iletişimler.
e.posta: yigit_harun@yahoo.de
Posta Kutusu78  Güllük PTT, 
Muratpaşa/ ANTALYA
Tel: 0545 2111331
 


 
   
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden