HARUN YİĞİT / VADANDAS OSMAN'IN YERINE HOS GELDiNiZ
  Bir Kitap ve İçindeki Saklı Çığlık R. DOĞAN
 

 Bir Kitap ve İçindeki Saklı Çığlık "SARIKAMIŞ

“Buzların Tutuştuğu Yer SARIKAMIŞ “ 

Refika DOĞAN

 

“Sarıkamış sadece ağıt değildir;

Kırmızının ak’ la

Kanın karla seviştiği yerdir.

Buzların alev alev yandığı yerdir

Sarıkamış sadece ağıt değil

Sarıkamış bir destandır”

 

Öyle ya…

Sarıkamış, içimizi dağlayan bir ağıt olmakla kalmayıp yüz yıllarla anlamına anlam katan, bütün o içimizin üşümelerine inatla diriliğini muhafaza ederek destanlaşan ve dünya durdukça nesilden nesile aktarılacak olan tarihi ve insani gerçektir.

Gerçekleştiği dönemde bir başka örneği olmamış, yaşanmamış...

O Sarıkamış’ ki; bir milletin bağrında aynı anda hem yangın olup alev alev yakacak, hem keskin bıçak olup karakışlarıyla kanatacak… Ve yine de yeşerecek güne bakan “Yalnız Kardelenler” gibi.

İyi de…

Nedir bu Sarıkamış Faciası? Neden olmuş, neler olmuş, nasıl olmuş?

Diğer bir adıyla “Doksan Üç Harbi (93 Harbi) de denilen bu harekâtın galibi kim, mağlubu kim?

 

“93 Harbi (1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı) Rumi takvime göre 1293 tarihine rastladığından, “Doksan üç Harbi" diye anılmıştır.

 

Osmanlı Devleti, Almanya ile yapılan anlaşmanın ardından Birinci Dünya Savaşı’na girmek zorunda kalmıştır. Ancak Balkan Savaşı’ndan yeni çıkmış olması ve yeterli hazırlıkları yapma imkânı ve zamanı olmadığından dolayı savaşın ilerleyen dönemlerinde büyük olumsuzluklarla karşı karşıya kalmıştır.”(*)

Bazen felâket bize gelmez,  biz gideriz ona doğru. Adeta çağırırcasına  düşeriz kucağına basiretsizliğimiz, öngörüsüzlüğümüz ve dışa bağımlılığımızla. Oysaki attığımız adımda bangır bangır bağırır felaket, geliyorum diye. Başkasının ipiyle kuyuya inmenin dibidir Sarıkamış. Her ne kadar davul bizde olsa da, tokmak başkasının elinde ha bire dövmektedir içimizi dışımıza getirircesine…

“Osmanlı donanmasına bağlı Yavuz ve Midilli gemilerinin Sivastopol’u bombardımanının ardından 1 Kasım 1914 günü Rus Ordusu hududu geçerek baskın tarzında taarruza başlamıştır. Erzurum genel istikametinde ilerleyen Rus Kuvvetleri, 7-12 Kasımda Köprüköy ve 17-20 Kasımda cereyan eden Azap muharebelerini kaybederek geri çekilmek zorunda kalmıştır. Savaşın ilk aylarında meydana gelen bu durum, Ordunun subay ve erleri üzerinde olumlu bir etki yaratmıştır. Ancak ağır zayiat veren 3’üncü Türk Ordusu, geri çekilen düşmanı takip edememiş; daha elverişli bir arazide toplanmak, takviye kuvvetlerinin gelmesini beklemek ve yeni bir Rus taarruzunu karşılamaya hazır olmak amacıyla 8-10 km kadar geri çekilmiştir.(*)

“…

Cepheden cepheye

Paşalarımız top yekün Alman!

İçimiz Alman

Dışımız Alman

 

El âlemin tokmağıyla davullar çaldık

Çıkan sesi kulağımız duymuyor gayri

Alaman’ dan generaller, paşalar aldık

Anahtar paslı kilide uymuyor gayri

……….Arka taker ön tekere uymuyor gayri

……….Yabancılar yakamızı koymuyor gayri

Bir yönetici ya da komutan düşününüz ki; bir başka devletin karşısında güç kaybına uğramış yabancı bir devlete (!)destek amacıyla ve yine yabancı bir devletin(Almanya’ nın) başkomutanının etkisiyle kendi ordusunu ateşe atsın…

"Avrupa’da savaşın mevzi harbine dönüşmesi ve Galiçya’da Avusturyalıların Ruslar karşısında zor durumda kalmaları üzerine Başkomutan Vekili Enver Paşa, müttefiklerin Avrupa’daki yükünü hafifletmek için ”Alman Başkomutanlığının da etkisiyle” Doğu Cephesi’nde Rusların imhasını hedef alan büyük ölçüde kuşatıcı bir taarruza karar vermiştir.”(*)

“…

Enver Paşa savaşı

Bir gün sürecek sandı

Bakıp karlı dağlara

Geçit verecek sandı

Askerler tüm setleri

Yıkıp geçecek sandı

Düşmanlar mevzilerden

Çıkıp kaçacak sandı

Bardız Yaylası’ nda

Çığır açacak sandı

Enver Paşa başını

Göğe erecek sandı.

Kar solur Mehmet dağda, karanlıkta Kars eli

Kars olursa esir; can erir, akar kar seli

Ay azaldı, geceler sırt dönüp aya küstü

Ayaz alır bedeni, ölüyor ayaküstü

 

Döşünde bin çiçek söyleşir diye

Duymuşum adını Bardız Yaylası.

Alnımda yazıyı bana hediye

Saymışım adını Bardız Yaylası.

Can verir geceler nazlı seherden

Onbaşılar türkü ister neferden

Kar yangınlarının düştüğü yerden

Soymuşum adını Bardız Yaylası.

Sarıçiğdeminle benzersin yâr’ a

Bu kış mevsiminden götür bahara

Öpüp koklayıp ta şöyle kenara

Koymuşum adını Bardız Yaylası.”

 

“Enver Paşa, icra edilecek bir taarruzla 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda (93 Harbi) Doğu Anadolu’da kaybedilen toprakların (Kars, Batum, Artvin ve Ardahan) geri alınmasını ve müteakiben harekâtın Kafkasya’ya aktarılmasını mümkün görüyordu.” (*)

Ah… Memed’ im, Seyid’ im ah, Halil’ im, Veysel’ im ah…

Taşeronluğa razı değilim, değilim ama; taş olan vicdanlardan da medet umamam ki!

Anlaşılan o ki, Enver Paşa bu hırsıyla yakıp dağlayacak yüreklerimizi!

“Enver Paşa, bu amaçla 14 Aralık 1914’te İstanbul’dan Köprüköy’e gelmiştir. Taarruzun bahara bırakılmasını öneren 3’üncü Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa’yı görevinden alarak 3’üncü Ordu Komutanlığını kendi üzerine almıştır.

Bu harekâtı icra edecek 3’üncü Ordu; 9, 10, 11’inci Kolordular ve 2’nci Süvari Tümeninden oluşuyordu. Cephedeki Rus mevcudu 100.000, 3’üncü Ordunun mevcudu ise 120.000 idi. Türk ordusu sayıca fazla olmasına rağmen Ruslar, ağır silah, topçu ve donatım bakımından kesin bir üstünlüğe sahiptiler.”(*)

“…

Ah be gardaş ahh!

Bir ateş düştü yanar oldum

Ellerimden, ayaklarımda

Çekildi canım

Fena soğuklamışım” dedi Veysel.

İçi cızz etti Halil’ in

Araladı

Gömleğinin yakasını Veysel’ in

Sarmıştı boynunu

Kırmızı mercimek gibi lekeler

Tifüs dedikleri buydu

Halsizleşen hasta, bitkin vücudu

Daha fazla taşıyamadı Veysel’ I

Çöktü yolun kıyısına kesilmişti sesi soluğu…

Hemen oracığa

Seriliverdi yol kenarına

Çokları donarak ölürken

Ateşler içinde

Yanarak öldü Veysel…”

*

...

İçinde bulunulan koşullar, kısıtlı olanaklar, etrafımızı çevreleyen ateş çemberi, coğrafyanın engebeli yapısı ve ağır kış koşulları hesaba katılmaksızın boyundan büyük işlere balıklama atlamanın bedeli de ağır olur. Adeta kendi evini kendi eliyle ateşe atıp tutuşturmak gibi…

İşin askeri, idari boyutu başka, ekonomik ve coğrafik boyutunun kat be kat yüklediği külfet ve bunun sonucunda verilen zayiat başka. Savaş bu! Şakası olmayan acımasız, tokat gibi gerçek…

Elverişsiz kış koşullarının yanında tifüs gibi sağlık sorunları ve çetin coğrafyanın keskin bıçak gibi kanattığı o gencecik bedenlerin kuşatıldıkları çemberdeki çırpınışları, varlık çabaları unutulur mu?

 

“...

Savaş bu, değildir basit bir oyun

Ölüm ensemizde afsız, duraksız

Şehit düştüm ana, haberim duyun

“Kalmasın diyerek vatan bayraksız.”

 

“22 Aralık 1914 - 15 Ocak 1915 tarihleri arasında cereyan eden Sarıkamış muharebelerinde Türk Ordusunun uyguladığı plan, bir kolorduyla düşmanın cepheden tespitini, iki kolorduyla kuzey kanadından kuşatılarak düşman cephesinin 30-35 km kadar gerisindeki Sarıkamış’ın ele geçirilmesiyle büyük düşman kuvvetlerinin imhasını öngörüyordu.”(*)

Öngörüyordu ama…

Hâyâlle gerçek her zaman aynı noktada aynı ölçüde buluşup kesişmeyebiliyordu. Beş duyunun algılayabileceği şey vardır, algılayamayacağı şey vardır! Bazen zekâ kadar “öngörü “ denilen sezgisel gücün etkisiyle ne hayatlar, savaşlar, ülkeler kurtarılabilmekte...

Bazen de aksine…

 

“…

Nöbet tutar beyaz ölüm

Kısım kısım, bölüm bölüm

Bir şehit çiçeği gülüm

Sarıkamış Dağlarında.

 

Paşalar asker öğütler

Hava soğuk donmuş gök, yer

Ak kefende koçyiğitler

Sarıkamış Dağlarında…”

“Tamamen karlarla kaplı, çok yüksek dağlık ve yolsuz bir arazide o günün koşulları altında kış donatımından yoksun yaya ve atlı birliklerle yapılan bu harekât çok riskli idi. Özellikle 10’uncu Kolordu birlikleri, Allahuekber Dağları’nı aşarken çetin zorluklar ve kış şartları sebebiyle gerek miktar gerekse mevcut silahlar yönünden çok zayiat vermiştir. Nitekim Türk kuvvetlerinin büyük bir kısmı soğuktan donarak ölmüştür.”(*)

Allahüekber’ in yamaçlarına bir umutla tutunmuş o gencecik fidanları, ana kuzusu o canları, Memedleri, Seyitleri dizim dizim dizili  ölüm uykusunda düşünmek ne feci! Bir değil iki değil, üç değil dört değil… Binlerce beyaz melek, kefensiz…

“Ne uğruna? Kim uğruna?” sorularının hiçbir yanıtı, hiçbir karşılığı yoktur yazık ki! Tepeden tırnağa vatandı ruhlarını sarıp sarmalayan…

“…

Dizim dizim dizilmişler

Şehit diye yazılmışlar

Şafaklardan süzülmüşler

Sarıkamış Dağlarında

…Son mektubumda

Gecenin buz soluyan vaktinde

Düştün aklıma nereden bilmem

Böyle apansız

…Zamansız

…”

“Sarıkamış’a girebilen 300 kişilik bir kuvvet de Ruslar tarafından geri atılmıştır. Bu başarısızlık karşısında Enver Paşa, 10 Ocak 1915’te 3’üncü Ordu komutanlığını Tuğgeneral Hafız Hakkı Paşa’ya devrederek İstanbul’a dönmüştür.”(*)

 

“…

Ve bilinmeyen

Meçhûl savaş meydanlarında

Çakır Hasan

Seyitlerin Mustafa ve Ben

Ve Anadolu’ nun ücra yerlerinden

Yiğitler gelmiş

Adı adlarına

Boyu boylarına

Kiminin de

Huyu huylarına çok benzeyen

 

Kiminde lâstik ayakkabı

Bu havada

Killi toprakta

Sabun gibi kayar burası

…”

Elbette yeri zamanı geldiğinde bizim yiğitlerimiz de bilir savaşmasını, canını feda etmesini vatana, bayrağa, milletine! Fakat bir terslik vardı bu işte, yolunda gitmeyen…

Bu muharebe bizim muharebemiz miydi gerçekten? Kendimizden çok başkalarına can simidi olmak ve bir kişinin hırsına yenik düşmek gibi bir duygunun ağırlığı altında kalarak savruldular birer kuğu gibi karbeyazı ölümün kucağına…

 

“Bu muharebelerde Rusların zayiatı 30.000, Türklerin zayiatı ise 60.000 kadardır. Ruslar; Türklerden 200 subay, 7000 eri esir, 20 makineli tüfekle 30 topu ganimet olarak almışlardır. Bu muharebeler sonucunda Doğu Anadolu, Rusların işgaline maruz kalmıştır.

Bilahare 3’üncü Türk Ordusu, taarruzdan önce işgal etmiş olduğu Azap mevziine (Tutak-Narman hattı) çekilmiştir. Takviye kuvvetler alarak Rus taarruzlarını bu hatta karşılamaya hazırlanmıştır.”(*)

 

Hâyâlleri vardı her birinin, umutları türlü türlü…

Biliyorlardı ki yürüdükleri bu karanlığın illâ ki bir son noktası, aydınlığı vardı. Bu yüzden hiç korkmadılar, bakmadılar arkalarına!

Allahüekber kadar yüceydi, yüksekti umutlarını kökleyen duyguları, değerleri…

Döneceklerdi ardında bıraktıklarına, döneceklerdi illâ ki…

Kiminin anası, babası, gardaş, bacısı… Kiminin yavrusu, yâri, yavuklusu…

Bir gün döneceklerine inanaraktandı vedâsız ayrılıkları… O derece iman doluydu kalpleri başarı yolunda, ama…

Demiri eriten o güç, buzu eritemedi yazık ki!

 

“Üç bin metre yüksekten yürüyordu askerler

Dağlar düşmandan yaman, geçit verir mi sandın?

Karla kaplı ıssız vadi, yamaçlar beton duvar

Mehmedimin kırıp geçtiği buzlar erir mi sandın?

Dağ erir,

Demir erir,

İnsandaki yürek erir…

Kırarak geçtiği buzlar

Erimez ay oğul erimez…"

 

*

 

Ölüm…

Ne soğuk bir sözcüktür ölüm. Buz nedir ki ölüm karşısında?

Kar sıcak, can sıcak…

Ölümü buz  saracak...Belki de buzu ölüm...

Acı dolanmış can’a, kenetlenmiş sımsıkı…

Can ki, acıyla gider… Can gider, acı gider…

Kalırsa, acı kalır can’ a can gibi dolanıp…

*
“…

Tokluğun açlığı yendiği yerde

Donmuş yaprak gibi

Kırılır düşer

Kiminin parmağı

Kiminin kulağı

Soğuk, açlık, düşman, kalsan arada

Ateş yaksan yaktırmazlar burada

Kan buza dönmüş sargısız yarada

Acının dindiği yerde

Acı, gidenle biter

Kalana ölümden beter…”

 

“Sarıkamış Harekâtı ile ilgili haberler, ancak sonradan kamuoyu gündemine geldiğinden burada olup bitenler çok sonraları açıklığa kavuşturulmuştur.”(*)

 

Ölüme direnmek…

Direnmek özgürlükse; şüphesiz karla karışıp toprağa, yeşermek de var ilkyazla…

Düşmana değil, gökyüzüne bakarken başak doluluğuyla toprağa eğilmek vatan için…

 

“Toprağın sırrını çözdün mü Mehmet

Taneyi başağa dönüştüren o

Vatan savunması tek istikamet

Bizi özgürlüğe eriştiren o”

 

“Sarıkamış Kuşatma Harekâtı; düşman kuvvetlerinin arkasına düşmeyi hedef alan başarılı bir plandı. Ancak stratejinin faktörlerinden zaman ve iklim şartları iyi değerlendirilemediği için bu sonuç kaçınılmaz olmuştur.”(*)

 

Bazen gökyüzü kadar mavi olsa da hâyâller, dilekler…

Nereden geldiğini bilemediğimiz gri bulutların içinde  tutsak, yoğun şimşek çakımlarıyla alt üst oluşlara maruz kalabiliyor o hâyâller…

Ve üşür ruh da beden gibi…

Memedler üşürken, uzaklarda buz tutar, kasılır, titrer, erir yavaş yavaş yürekleri anaların…

“…

Ben üşürüm

Anam ağlar

Ben donarım

Yârim ağlar…

Göğsümde yâr mendili var

Titresem tenimi ovar

Sus ey sesim! Anam duyar

Sarıkamış Dağlarında

İçimizde işin aslı

Kim demiş ki asker yaslı?

Konya, Ilgın ve Sivaslı

Sarıkamış Dağlarında

…”

*

“Sarıkamış, Türk harp tarihinin en acı muharebelerine sahne olmuştur. Türk Ordusu, ağır koşullar altında yapılan bir muharebede kahramanca savaşmıştır. Türk Ordusunun kayıplarındaki asıl etkenler, çetin arazi ve şiddetli kış şartları ile teçhizat eksikliği ve ikmal yetersizliğidir. Çok ağır koşullar altında kahramanca savaşan Türk askeri, muharebenin sonuna kadar direnmiş, vatanını korumak ve başarıya ulaşmak için sonsuz gayret göstermiştir. Sarıkamış Harekâtı, Türk milletinin vatanı ve kutsal varlıkları uğruna neler yapabileceğinin bir delilidir.”(*)

“…

Gittiğimiz düğün zaten,

Kalk borusu zar zor öten.

Yâr gülüşü gözde tüten

Sarıkamış Dağlarında.

… “

*

 

Neler kaldı neler Sarıkamış dağlarında…

Kar altına süpürülmüş yâr gülüşleri, bohçalı…

Vuslatı düşlerken, biriken özlemlerin öksüzlüğü…

Özlemler ki, ayrı düşmesin…

Sarıp sarmalasın Sarıkamış yamaçlarında yalnız açan kardelenleri…

Ve “Ağzı süt kokan karanfiller” incinmesin düşlerimizde…

*

“Dağ yamaçlarından, dere kenarlarından

Suların çağıltılarından

Kardelenler açtığı zaman

Ve taş kesildiğinde memleketimin yüreği

Ayazı giyindiğinde tozlu yollar canım oy!

Ağzı süt kokan karanfiller girer düşlerime

Siz girersiniz…”

 

*

Siz ki; kan kırmızı çiçeklerdiniz karbeyaz toprağımda…

Ve filiz filiz çoğaldınız  Sarıçam Ormanı’ nda  hür…

Gökyüzünde siz,

Nefesimizdesiniz…

Dünümüzde siz,

Bugünümüzde siz,

Yarınımızdasınız…

 

Gülce Edebiyat Kitapları Serisi’ nin devamı olan ve “Mavi Kitap Yayıncılık” imzasıyla çıkan “Buzların Tutuştuğu Yer SARIKAMIŞ” kitabının değerli yazarı Harun YİĞİT’ i ve  katkıda bulunan yazın dostlarımızı kutluyor, bol okurlu paylaşımlarla başarılar diliyorum...

“Yakın tarihimizde yaşanan bu trajik olayı gelecek kuşaklara aktarırken, önemli bulduğum kahramanlık öykülerini şiirsel bir dille yeniden yazmak ve daha okunur kılmaktı amacım.” diyor Sevgili Harun YİĞİT.

Kitap kapağı ve içeriği,  -aynı zamanda ressam olan-  yazarın kendi çizimleriyle desteklenmiş,  her bir başlıktaki şiire görsel bir zenginlik katılmıştır.

İyi niyetli, ciddi bir emeğin ürünü olan kitap; kapak, biyografi, teşekkür yazısı, indeks,  giriş yazısı, içerik ve son sayfadaki kaynakça ile toplam iki yüz yirmi dört (224 s.)sayfadan ibaret olup, Gülce Edebiyat Akımı’ nın on dokuz başlıktan oluşan şiir türleriyle çeşitlendirilerek kaleme alınmıştır.

 

(*)Kaynak: http://www.urlaweb.com/haber-dt/sarikamis/sarikamis_olayi.html

 Refika DOĞAN

 
   
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden