Bu siteye ulaşmak içinm TIKLA
yigitharun3.de.tl
Harun YİĞİT
- harunyigit@hotmail.de
- yigit_harun@yahoo.de
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
MANİFESTOSU
ÖRNEKLERLE
GÜLCE NAZIM TÜRLERİ
Birinci Basım
HAZİRAN- 2019
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı
PDF ISBN: 978-605-85874-6-5
Yazar İrtibat
e-mail: İletişim Adresi
Muratpaşa mah.561 sok No:48/5. Muratpaşa/Antalya
Tel (0545 2111331) e.posta: yiğit_harun@yahoo.de
Baskı
Kapak Tasarımı
© Bu kitabın tüm hakları Harun Yiğit'e aittir. Yazarın izni
olmadan herhangi bir alıntı yapılamaz, çoğaltılamaz.
GÜLCE NEDİR?
-Gülce, Yeniçağın yeni edebiyat akımıdır.
-Gülce, kökleri şiir tarihimizin derinliklerinde, gövdesi
bugünlerde, yaprak, dal ve çiçekleri geleceğe uzanan
Türk şiirinin yepyeni bir atılımıdır.
-Gülce, "Ben" demeyen, "BİZ" diyen şair ve yazarların
oluşturduğu edebî bir topluluktur.
-Gülce, anlamsız ve gereksiz vezin kavgalarına son
veren bir edebiyat oluşumudur.
-Gülce, çağa "önce insan ve ülkem" anlayışıyla bakan
şairlerin birlikteliğidir.
-Gülce, yaşayan Türkçe ‘ye ve ay yıldızlı bayrağa
sevdalı şair ve yazarların buluştuğu edebiyat, sanat,
kültür hamlesinin adıdır.
-Gülce, geleneksel Türk Hece Şiirinden hız ve ilham
almakta, hece şiirimize yeni nefes alanları
önermektedir.
-Gülce, Hece şiirimizi sadece "koşma" tarzı şiir olarak
görmemekte, o' nu bir okyanus kadar engin, derin ve
muhteşem mâzisinden günümüze alıp getirmekte ve
şairlerimize sunmaktadır.
-Gülce, Kafiye, kalıp, redif, üslûp, tarz, şekil, yapı vb.
şiire dair her unsurun bütün amacının "has şiiri"
yakalamak ve şiirin kanat kanat yükselişini sağlamak
amacıyla kullanılan birer "araç" olduğunu bilen ve bu
araçlara saygı gösterip; bozmadan yeni nefes alanlarıyla
yenileşme ve yani atılımlara yönelen köklü bir edebiyat
hareketidir.
-Gülce, araçlar amaç olmamalıdır. Ne zaman ki, araçlar
amacın önüne geçmiştir, işte ona şiir denmez, sadece
"manzume" denir. Ve o, ruhsuz, plastik bir heykelden
ibarettir anlayışında, "kalıcı şiiri" hedef seçen bir
edebiyat aksiyonudur.
-Gülce, kelimelerin Anadolu kokulu efsunkâr
ikliminden evrenselliğe doğru akan bir şiir
çağlayanıdır.
-Gülce, aruzu "yasak ve korkulan" bir otantik malzeme,
unutulmaya terkedilmiş, kütüphanelerin tozlu raflarına
bırakılmış eski bir "uğraş" olmaktan çıkarıp; üzerindeki
zaman tozlarını silip, pırıl pırıl, yepyeni yüzüyle Türk
Şiirine Türk Diliyle yeniden kazandırmaya ve onunla
yeni zirvelere yolculuklar yapmaya çalışan bir şiir
kervanının adıdır.
-Gülce, serbestin "kurallı serbest" olması gerektiğine
inanan, bir nesir parçasını makasla rastgele kesip üst
üste yığmak ve imgelerle boğulmuş bir şiirsel yapı
olmadığını anlatan güzellikler aynasıdır.
GÜLCE MANİFESTOSU
-Gülce, edebî sanatlardan yoksun bir şiir anlayışının
yapay, suni ve sadece kabuktan olduğunu belirten, ama,
şiiri edebî sanat yapacağım diye de anlamsız ve çok
abartılı kılan çalışmalara, arı-duru-lirik-apaydınlık ışıklı
bir sanat anlayışı takdim eden şairler hareketidir.
-Gülce, başta Azerbaycan olmak üzere Türk
Cumhuriyetleri'nde yaşayan şairler dünyası ile
dostluklar oluşturmuş, dünyaya açık, dünya şiiriyle
kucaklaşan bir Türk Şiiri yapılanmasıdır.
-Gülce, internette oluşan sanal dostlukları reele taşıyan,
kardeşlik-dostluk-hoşgörüye açık, parti-siyasetbölücülük ve ayrımcılığa kapalı şairlerin şiir ocağıdır.
Saygılarımızla...
Gülce Edebiyat Akımı
GÜLCE NE DEĞİLDİR?
-Gülce, eskiyi taklid etmez; eskinin başarılı
örneklerinden hareketle daha ileri giderken,gelecek
yüzyılları düşünmeden edemez.
-Gülce, Türk şiir tarihine; özellikle de hece, serbest ve
aruza karşı değildir? Mâziyi inkâr eden, köksüz bir
akım değildir.
-Gülce, bencil olma duygularıyla bencil insanların
meydana getirdiği edepten yoksun bir edebiyat anlayışı
değildir.
-Gülce, taklitçi değil, tahlilci ve gelişimci yenilikçidir.
Gülce, kopyacı değil, hamlecidir. Statükoyu savunan
değil, yenilik ve yeni olmayı ilke edinmiştir.
-Gülce, şekle, kalıba ve fiziki yapıya körü körüne bağlı
değildir.
-Gülce, bozan, deforme eden, yıkan, karşı çıkan,
mevcudu devirmeye çalışan değildir.
-Gülce, edebî sanatlara karşı değildir. Türkçe ‘ye
sevdalı olduğundan, dilimizi bozanlardan değildir.
-Gülce, Aşık Edebiyatımız ve ozanlık geleneğine karşı
değildir; Türk Halk şiirine saygısız davrananlardan
değildir; aksine Türk Halk şiirine tutkundur.
-Gülce, halktan kopuk aydınların edebiyat akımı
değildir.
-Gülce, dini afyon, millî değerleri fanatiklik olarak
görenlerden değildir.
-Gülce, özellikle batı ve arap dil emperyalizminin
etkisinde kalanların birlikteliği değildir.
-Gülce, aruzu "yasak ve korkulan" bir otantik malzeme
yapıp unutulmaya terk eden, kütüphanelerin tozlu
raflarına bırakan ve onu eski bir "uğraş" olarak gören
değildir.
-Gülce, serbestin "kuralsız serbest" olması gerektiğine
inanan, bir nesir parçasını makasla rastgele kesip üst
üste yığan ve imgelerle boğulan bir şiirsel yapıdan yana
değildir.
-Gülce, başta Azerbaycan olmak üzere Türk
Cumhuriyetleri'nde yaşayan şairler dünyası ile
dostluklar oluşturmayan, dünyaya kapalı, dünya şiiriyle
kucaklaşmayan bir Şiir yapılanması değildir.
8
-Gülce, internette oluşan sanal dostlukları reele
taşımayan, kardeşlik-dostluk-hoşgörüye kapalı, partisiyaset-bölücülük ve ayrımcılığı körükleyen bir şiir
ocağı değildir.
-Gülce hece şiirini kafiyeler arkasını parmak hesabıyla
doldurup, başta Karacoğlan olmak üzere muhteşem
edebiyat mazimizdeki uyak ve ayakları aşırmasyonla
alıp, sadece "koşma" yazan ve Türk Halk şiirinin diğer
türlerine göz yuman hececilerin buluştuğu bir hareket
değildir. Bununla birlikte; aruz şiiri yazacağım deyip
ağdalı-anlaşılmayan Arap ve fars kelimeleriyle şiir
halısını dokuyanlardan oluşmuş bir sanat anlayışı
değildir. Ayrıca, uydur uydur yaz, argo, gayr-i ahlâkî ve
ülke-ulus birliğine karşı da olsa ne söylersen söyle, ne
yazarsan yaz serbestliğini savunan serbest şiir
anlayışını kabul eden bir aksiyon değildir.
Saygılarımızla...
Gülce Edebiyat Akımı
,9
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
MANİFESTOSU
EY ŞAİR!
Birinci vazifen, Türk Şiirini, bütünüyle Türk
Edebiyatını sevmek, ana dilimiz Türkçe ile kültür ve
sanatını nakış nakış işlemek ve kalıcı eserleri
üretmektir.
Bugün ve gelecekte ki varlığının değişmez temeli
budur.
Bu temel, senin en kıymetli hazinendir.
Unutma ki, dilini kaybeden Milletlerin bağımsızlığı da
olamaz.
Kültür emperyalizminin işgali altında inleyen Yüce
Milletin, şairlerinin haykırmasını, kültür ve sanat
adamlarının üreteceği eserleriyle yüreğine ses olmasını
beklemektedir.
İçinde bulunduğun vaziyete dön de şöyle bir bak!
Bütün Dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin
temsilcileri, Cennet Anadolu’yu Cehenneme
çevirebilmek için her türlü şer planı, projeyi
uygulamaya koymuşlar ve koymaya devam
etmektedirler.
Aziz yurdumuzun içinde bulunduğu manzarayı iyi gör
ve düşün!
Başları bulutlu, özgür dağlarımızda bölücü-dış destekli,
kalleş bir örgütün eşkıyası vardır. Anadolu’nun her köy
ve kasabasına gün geçmiyor ki bir Mehmetçik tabutu
gelmesin. Dinmeli anaların gözyaşları, dinmeli!
Anadolu insanı, kırsal kesimden Büyük kentlerin
varoşlarına göçmüş ve göçmeye devam etmektedir.
Şimdi, % 65’i 30 yaşın altında olan Halkımızın % 85’i
kentlerde yaşamaktadır.
Adına sayısız şiirler yazdığımız İstanbul şehrimizin
nüfusu, yüzlerce ülke nüfusundan bile fazladır.
Bütün kişisel dertler ve sancıların temelinde, toplumsal
sorunlar bulunmaktadır.
Moda, özenti, kendini bilmezlik; havamızı, suyumuzu,
toprağımızı kirlettiği gibi, dil ve edebiyatımızı da
kirletmiştir.
Para-madde ve ekonomi kültür ve sanata da
hükmetmektedir. Manâ-gönül zenginliği yerini
maddeye terk etmiştir.
Dünya ölçeğinde bir şairimiz-ozanımız da yoktur
Senelerden bu yana boş vezin kavgaları yapmaktayız.
Sanat-şiir sanatı adına internetin sağladığı imkânlar da
kullanılarak sanat-şiir katledilmektedir.
Okumayan, araştırmayan, tefekkür etmeyen, düşlerini
gerçekleştirmek heyecanıyla yüreği gümbürdemeyen,
halkın gündeminden ve kaygılarından uzak bir şair-şiir
kara bulutunun içindeyiz.
Dünya çalkantılar içinde. Dünya ülkeleri global ve
küreselleşmiş güçlerin ve özellikle de emperyalizmin
kıskacındadır. İnsanoğlu doğaya, çevreye verdiği
zararla; iklimlere ve güzelliklere negatif enerjisini
yüklemeye devam ediyor. Haritalar, sınırlar
beynelmilel sermayenin elinde birer çizgi sanki.
Ve sen Şairim, sen gönül insanı, sen ışık, sen özden
öz, Cennet ülkemizde meydana gelen sosyal, siyasal,
ekonomik, hukuksal, toplumsal gelişmelere bir bak.
Aydınlık şafaklar senin dizelerinde olmalıdır. Bugünü
ve geleceği yoğuracak sensin, sen...
Edep ’ten kaynaklanan Edebiyatımız, bir asırdır,
köklerinden koparılmadan yenilenmeyi, daha doğrusu
yeni bir akımı beklemektedir.
Ey Türk Kültür ve Sanatının şairi!
İşte bugün, bu hâl ve şartlar içinde bulunmaktasın. Şu
halde vazifen, Türk Şiirini, bütünüyle Türk Edebiyatını
kurtarmak ve Dünya’da hak ettiği yere getirmektir!
Muhtaç olduğun kudret, Türk Edebiyatının başarılı
mazisinde mevcuttur!
Dünü bugünle yoğurarak geleceğe yürümek
zorundasın!
Haydi, durmak, susmak zamanı değil şimdi!
Saygılarımızla...
Gülce Edebiyat Akımı
GARİP AKIMI ve GÜLCE
Herkesin malumudur ki:
Edebiyat tarihçisi ve edebiyat araştırmacılarının 'akım'
olarak nitelediği edebî anlayışlar, birer edebî
TOPLULUK'turlar.
Nitekim;
Garip adı verilen edebî anlayış da:
Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat
Horozcu’nun önderliğinde oluşmuş bir topluluktur.
Bizim GÜLCE EDEBİ AKIM adını verdiğimiz hareket
de edebî bir topluluktur. Ve Mustafa Ceylan, Ekrem
Yalbuz, Osman Öcal, Ozan Sentezi(Gültekin Toga) ,
Harun Yiğit, Yusuf Bozan ve Refika Doğan'ın
öncülüğünde bugün -20.10.2009'da yaklaşık 100'e
yakın şair ve yazardan oluşan- bir topluluktur.
Garip adını verdiğimiz topluluğun ilkelerini şöylece
sıralayabiliriz:
'-Şiir, her yerde görülen basit şeyleri anlatmalıdır.
-Alaycı ve nükteci bir söylem biçimi tercih edilmelidir.
-Aydınlara değil, şiir, halka yönelmelidir.
-Şiirde, ölçü, kafiye, bent gibi durumlar yok sayılmıştır.
-Serbest şiir egemen olmuştur.
-Şairanelik, edebi sanatlar(başta mecaz) şiirde
kullanılmamalıdır.
-Soyut, hayale dayalı temalar yerine, sade vatandaşın
günlük ekmek derdi gibi temalar seçilmelidir.
-Konunun bayağısı yoktur, ancak, işleyişte bayağılık
olmalıdır.
-Roman ve hikayede 'serim-düğüm-sonuç' sırası
ortadan kaldırılmalıdır.
-En çok da; yaşama sevinci, tabiat sevgisi, çocukluğa
dönüş, ölüm, insan sevgisi, aşk temaları işlenmelidir.'
Elbette ki, bu ilkeleri daha da arttırmak mümkündür.
Benim aklıma gelenler bunlar.
Yıl 1940-1941'di.
Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rıfat; işte bu üç
arkadaş… Evet sadece üç arkadaş… Bazen milyonlarca
kilometrelik yol tek bir adımla, büyük bir edebiyat
oluşumu da bir veya birkaç adamla başlamıştır,
başlayabilir… Önemli olan kalabalıklar değil, niteliklikaliteli-donanımlı- bilgili-inançlı dava adamlarının
varlığıdır. Günümüz şiir dünyasında insanların birbirine
güvenmemesi, toz duman içindeki internet ortamı dahil,
şairlerin egoizmalarına tutkun olmaları, “ben”
demeleri-“biz” diyememeleri sebepleri başta, “ortak
dava, ufuk ve bakış çizgisi” oluşturamamaları sebebiyle
edebi akım hasreti sade bir 'hasret' olarak kalmıştı.
Gülce, o hasreti bitiren bir hareket oldu…
Garip akımı mensupları, şiirde SÜRÜP GİTMEKTE
OLAN BASMAKALIP SÖYLEYİŞE, AŞIRI
DUYGUSALLIĞA, ŞAİRANELİĞE KARŞI
ÇIKARAK, 'Garip' adını verdikleri bir kitap yayınladılar.
Diyorlardı ki:
-Şiir, basmakalıp söylemden kurtulmalı diyorlardı.
Bunun için de şiirden “uyak” atılmalıydı. Uyağın işlevi,
ŞİİRİ AKILDA TUTUCULUKTAN BAŞKA BİR
GÖREV YAPMIYORDU. Bu da EZBERCİ-ilkel insan
modelini çağrıştırmaktaydı. Bugünkü insan, ilkel
olmadığına göre, UYAK’ın işlevi kalmamıştı ve
kaldırılmalıydı. Aynen böyle düşünüyorlardı. Nitekim
Orhan Veli’nin ÜÇGEN MASA söylemi de bunun bir
ifadesinden başka bir şey değildir.
-Uyakla beraber her türlü söz ve anlam sanatı da
bırakılmalıydı. 'Gerçekte bu sanatların amacı, doğayı
değiştirme, nesne ve varlıkları olduğundan başka bir
şekilde göstermektir. Bu yol bugüne kadar yüzlerce
sanatçı tarafından denenmiş, edebiyata bir şey
kazandırmamıştır.' DİYORLARDI.
Vezinler konusunda ise;
-'Hece ölçüsü de, aruz ölçüsü de gereksizdir. Ölçüye
bağlanma yaratıcılığı engeller.' Düşüncesin delerdi.
-'Şiir, duygudan çok akla dayanmalı, duygunun yada
duyarlılığın ürünü olan şairanelikten arındırılmalıdır.
Bu arındırma; müzik ve resim gibi öteki sanatlardan
gelen tüm öğeleri de içermelidir. Daha doğrusu,
geleneksel şiirin benimsediği her şey, yeni şiirin dışında
tutulmalıdır. Şiirde önemli olan anlamdır. Bu anlamda
çoğunluğun tadına varabileceği bir nitelik taşımalıdır.'
anlayışından hareket ettiler.
Toplum konusunda ise;
-'Bugüne değin yalnız varlıklı kesimlere seslenmiş olan
şiir, artık çoğunluğa seslenmelidir. Bu bakımdan şiire
özgü bir dil yoktur, halkın dilinde ve yaşamında
bulunan her sözcük şiire girer' diyorlardı.
-Böylece, ölçüsüz, uyaksız, söz ve anlam sanatlarından
soyunmuş, çıplak, yalın anlatımlı bir şiirdi getirdikleri'
-Konusunu sıradan bir insanın yaşamından alan şiirin
dili de o güne kadar alışılmış şiir dilinden ayrıcalıklar
göstermekteydi. Mesalâ: ' nasır, kundura' gibi sözcükler
şiire özellikle sokuluyor ve bunu denedikçe de 'şiirin
dili yapaylıktan, kitapsallıktan kurtulmuştur.' diyorlardı.
*
Her yeni harekette olduğu gibi, başlangıçta bu edebi
hareket de yadırganmıştır. Hattâ, alaya alınmış, tepkiyle
karşılanmıştır.
Ancak bu alay ve tepki giderek azalmış, bu şiirin
yandaşları çoğalmıştır. Hececiler arasından bile bu
akıma kayanlar çıkmıştır.
Garip şiirinin kolayca tutunuşunda içerdiği kolaylığın
büyük payı olmuştur.
GARİP AKIMI konusunda, daha başka ve daha uzun
ve de teferruatlı bilgi aktarımı da yapılabilir. Ancak,
maksadımız, senelerden beri anlatılagelmiş bu akımı
anlatmak olmayıp, GÜLCE AKIMI ile mukayesesini
ortaya koymaktır.
*
İşte mukayese:
GARİP AKIMI ve GÜLCE AKIMI
MUKAYESESİ:
Garip:-Şiir, her yerde görülen basit şeyleri anlatmalıdır.
Gülce:-Şiir, bir söz sultanıdır ve basitten en çetrefili, en
zoruna kadar her konuya girer ve hepsini anlatır.
*
Garip:-Alaycı ve nükteci bir söylem biçimi tercih
edilmelidir.
Gülce:-Alaycılık ve nüktecilik kendi alanında kendini
sergilemelidir. Şiir, şiiri ciddiye alanların ve kendini
sanatına, topluma, çağına karşı sorumlu addedenlerin
işidir, bu sebeple, söylem biçimi şairin şiirine,
konusuna ve bakış açısına bağlıdır, sınırlanamaz.
*
Garip:-Aydınlara değil, şiir, halka yönelmelidir.
Gülce:-'Şiir, aydınlara değil, halka yönelmelidir
'diyerek yola çıkanlar, sonunda, gördüler ki, halktan
kopuk, sadece kendini düşünen, kendini aydın sanan,
soyut ve anlamsızlık kıskacında deli gömlekleri
giyinmiş şair tipini doğurdular. Doğurdular zira, halka
gidiş, halkın dili, dini, töresi, yaşama motifi, moral
değerleri ve mazisiyle, ufuk çizgisiyle uyumlu
olmalıydı. Gülce, işte bu uyumu yakalama
sevdasındadır. Bu sebeple, şiir, çöpçüsünden
profesörüne varıncaya kadar, ayırmadan, bölmeden bu
halkın hepsini kucaklamalıdır.
*
Garip:-Şiirde, ölçü, kafiye, bent gibi durumlar yok
sayılmıştır.
Gülce-'Şiirde ölçü, kafiye, kalıp ve bent şiirin doğuşuna
göre, şairin tercihine bırakılmalıdır. Yüzyılların
imbiğinden süzülerek gelen vezin, ölçü, kalıp, kafiye
vb. hususlarda yeni yapılanmalar, yeni araç ve
enstrümanlar denenmeli, böylece, şiire ve şaire 'yeni
nefes alanları' ortaya konulmalıdır.
*
Garip:-Serbest şiir egemen olmuştur.
Gülce:-Serbest te, hece de, aruz da bizim. Bizim olan
bu değerlerden alınacak hız ve ilhamla, kökleri mazide,
dalları bugünde, çiçekleri gelecek de olan bir anlayış
sergilenmelidir. Bizim olan değerleri kavga ettirmeyiz.
Onları bir arada tutar ve bir şiir ailesi birlikteliği
sergileriz. Zira, kalıp, ölçü, vezin vb. sadece birer
araçtır, amaç değildir. Amaç, o araçlarla şiirin kanat
kanat yükselişi, şairin has ve kalıcı şiiri yakalamasıdır.
*
Garip:-Şairanelik, edebi sanatlar(başta mecaz) şiirde
kullanılmamalıdır.
Gülce:-Edebiyat öncelikle edep'ten kaynaklanır ve
edebi sanatların, şairaneliğin şiir de kullanılıp
kullanılmaması tamamen şaire kalmış bir olaydır. Edebi
sanatları asla yok sayamayız. Söz sultanı şiiri
nakışlamak, güzelden güzeli, daha güzeli sunmaya
çalışmak şairin temel görevi olmalıdır. Bunu derken de,
baştan sona, sanatkârane olunsun demiyor, şiirin yapısı
ve şairin bakışına bağlı bir durum olarak kabul
ediyoruz.
*
Garip:-Soyut, hayale dayalı temalar yerine, sade
vatandaşın günlük ekmek derdi gibi temalar
seçilmelidir.
Gülce:-Soyut da, somut da, hepsi şiirin birer gül
bahçesidir. Günlük dertler, ülke sorunları elbette
konumuz olacaktır. Ama, 'Yaratılanı severim,
yaratandan ötürü' anlayışıyla yeni Yunusca bakışlara ve
söylemlere de açık olacağız ve bunları geliştirmeye de
talibiz.
*
Garip:-Konunun bayağısı yoktur, ancak, işleyişte
bayağılık olmalıdır.
Gülce:-Hareketimiz, şiirin bayağılaştırılmasına karşı bir
harekettir. İnsanı en yüce ve saygın bir varlık olarak
kabul etmektedir. İşleyişte sadelik ve samimiyet elbette
önemlidir, işleyişte fotoğraf sanatından söz sanatı şiirin
farkı ortaya konulmalı ve böylece, bayağılık sınırsız
olmamalı, şair, kendine ve şiirine saygı duymalı ve
seviyesiz, gayr-i ahlâkî durumlara düşmekten
mümkünse kaçınmalıdır.
*
Garip:-En çok da; yaşama sevinci, tabiat sevgisi,
çocukluğa dönüş, ölüm, insan sevgisi, aşk temaları
işlenmelidir.
Gülce:-Şiiri tematik sınırlamalarla çerçevelemek
yanlıştır. Şiir makam, mevki, yer, zaman vb sınırlar
kabul etmeyen bir sanattır. Şairin kalemi, özgür
olmalıdır.
……
21
GÜLCE VE HİSARCILAR
HİSARCILAR. "Sanatçının Dili Yaşayan Dil
Olmalıdır". Aksi takdirde, ister eski, ister yeni olsun,
ölü kelimelerden doğan her eser yeni nesilleri
birbirinden ayırır. Türk sanatına ve kültürüne olumlu
katkıda bulunamaz. Bu ilkeyle ilgili olarak Hisarcılar,
"Ağza alınmayacak kadar kaba ve çirkin kelimeleri bol
bol kullanmak, dil akışına uymayan uydurma kelimeleri
inatla ve ısrarla kullanmak, büyük harf-küçük harf
kurallarına boş vermek, noktalama işaretlerini
kaldırmak, cümle tekniğine kulak asmamak"gibi
Birinci ve İkinci Yenicilerin tutum ve davranışlarını
eleştirmişlerdir.
GÜLCE: Şiir dili anlaşılır olmalıdır. Konuşulan dil,
evrensel , yeryüzünün en köklü ve en yaygın
dillerinden olan Türkçe esasımızdır. Millî ve mahallî
olunmadan evrensel olunamaz.Türk kültür ve sanatını
ana dilimiz Türkçe ile yoğurmaya, dünden alıp bugüne
ve gellecek nesillere yeniden yeni yaparak taşımaya
talibiz. Estetik lirizm, edebî sanatlarla zarifâne, aşırıya
kaçmadan süslenmiş, mesajı ve iç ahengi çeşitli vezin
ve şekilsel unsurlarla da tamamlanmış bir şiir. Kabalık,
bayağılık ve argodan uzak, dilbilgisi ve yazım
kurallarına uyan bir düşünceye sahiptir.
-------------------------------------------------------------
HİSARCILAR
"Sanatçı Bağımsız Olmalıdır". Zira,
onun eseri, siyasî sistemlerin de, ekonomik doktrinlerin
de propaganda aracı değildir.
GÜLCE: "Elbette sanatçı bağımsız olmalıdır, ama, -
bana ne diyemeyeceği, bağımsızım, beni
ilgilendirmiyor diyemiyeceği-ülke-bayrak-kutsal
değerler gibi hususlar da vardır. Türk Milletinin varlığı
ve Türkiye Cumhuriyeti’ nin bir ve bütünlüğünü
savunduğumuz gibi, dış Türkler ve diğer Müslüman
toplulukların önemli meselelerine de duyarsız
olamayız.
HİSARCILAR : "Sanat Millî Olmalıdır". Çünkü kendi
milletinden kopmuş bir sanatın milletlerarası bir değer
kazanması beklenemez.
GÜLCE: Sanatta millilik, şekilsel özelliklerle
bütünleşmiş dil, âhenk, tarz ve bakış açısının yanı sıra,
insanı, yaratılmışların en şereflisi sayan everenselliğe
götürmelidir.
HİSARCILAR :"Sanatta Yenilik Asıldır". Ne var ki, bu
yenilik arayışı eskinin ret ve inkârı şeklinde
yorumlanmamalıdır. Dünden kuvvet alarak yarın da
kolay kolay eskimeyecek bir yenilik anlayışı ilke
edinilmiş; mutlaka serbest şekilli şiir yazmak, şiiri
nesre ve hikâyeye yaklaştırmak, heceyi ve aruzu ölü
vezinler olarak görmek gibi ısrarcı yaklaşımların doğru
olmadığı bir gerçektir.
GÜLCE : Her yeni hareket ve oluşuma karşı çıkanlar,
onu kötüleyenler, engel olanlar çıkacaktır. Edebiyat
tarihimiz, hep KÖKLÜ VE KALICI YENİLERİ
YAZMIŞTIR-DESTAN ETMİŞTİR de MOLLA
KASIM misal karşı çıkanları pek yazmamıştır.
Mevcuda ’karşı çıkmak’ değil yenilik anlayışımız, onu
ŞANLI KÖKLERİNDEN ALIP, yeniden YENİ yapıp
geleceğe, günümüzün damgasıyla taşımaktır. Yahya
Kemal’in (NE HARABİYİM NE HARABATİ/ KÖKÜ
MAZİDE OLAN BİR ATİYİM) veciz sözünde
şekillenmiş bir edebi hareket... Anlayışımızda
BOZMAK ve DEFORME etmek yoktur. Hatta ESKİKÖKLERİMİZE sahip çıkıp, onları yeni şekil, yeni
söylem ve bakış açılarıyla GELECEĞE TAŞIMAK
VARDIR. Elbette, köksüz ağaç olmayacağı gibi,
kökleri bulunmayan bir edebi hareket de olamaz ve
yaşayamaz. HECE, SERBEST ve ARUZ bizim. Bu
bizim olanların içinden, bu mazideki MUHTEŞEM
KAYNAĞIMIZDAN yeniden yeniler çıkara çıkara
ilerleyeceğiz.
* * *
HİSARCILAR :Toplumcu Gerçekçi, Garip ve ikinci
Yeni gibi şiir hareketlerini de açlığı ve sefaleti dile
getirdikleri, gençliğin şehevî arzularını kamçıladıkları,
amaçlı olarak aile ve diğer toplumsal kurumları hiçe
saydıkları iddialarıyla eleştirmişlerdir.
GÜLCE : Adı ve çıkış kaynağı ne olursa olsun, aile ve
toplumsal dokumuzu hiçe sayan şiir hareketlerine,
söylemlere karşıyız.
HİSARCILAR: Vezin konusunda bir dayatmaya karşı
olmuşlar, şiir olarak kalabildiği müddetçe aruzu da,
heceyi de, serbest şekilli şiiri de kabul ettiklerini
belirtmişlerdir. Şiirin şekil özellikleri yönüyle, aruzda
ve hecede alışılmış kalıpların çerçevesinden kurtulup
yeni söyleyişlere ulaşmasını hedefleyen Hisarcılar,
muhteva özellikleri yönüyle de, şiirin konusunun
sınırlandırılamayacağını, şiir feda edilmemek şartıyla
her konunun işlenebileceğini savunmuşlardır. Zira
sanatın her şeyden önce bir hürriyet meselesi olduğunu,
ancak, dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir zaman mutlak
hürriyet rüzgârı esmediğini belirterek, "hürriyet perdesi
arkasında oynanan maksatlı oyunlara pabuç
bırakmayacaklarını" da her fırsatta dile getirmişlerdir.
GÜLCE: Hece, serbest , aruz bizim. Bizim olan şeklîşiir mimarisi değerlerini kavgalı edemeyiz. Bunları
gerekirse bir şiir bünyesinde topladığımız gibi, her
birini kendi arasında da karabiliriz. Vezin, kafiye, ölçü;
bunlar birer vasıtadırlar. Esas olan has şiirdir. Şiirin
yükselişidir.
Mazmunlara Doğru Bir Yolculuk
DİVAN EDEBİYATI ve GÜLCE EDEBİYAT
1-DİVAN kelimesi,
-Kayıtlar defteri,
-Danışma meclisi,
-Sultanın veya büyüklerin oturduğu sedir,
-Yüksek mahkeme,
-Büyükler huzurunda saygılı duruş,
-Mânevi yüksek huzur,
-Bir şaire ait şiirler, bir dile ait sözler topluluğu
anlamlarında kullanılmaktadır.
Kitap çeşidi olarak bir konu üzerinde belirli -kurallı
dizilişle oluşturulmuş kitaplara divan denilmektedir.
Örnek: Divan’ı Lügat’it Türk.
Veya
Bakî Divanı, Nedim Divanı gibi.
Tam bir Divan ise
-Kasideler(Tevhit-münacaat-naat).
-Manzum tarih düşülmesi
-Kafiyeleri Arap Alfabesi harf sırasına göre
düzenlenmiş Gazeller,
-Rübailer, Murabbalar,Terkip ve Terci-i Bentler vs’den
meydana gelmelidir.
Ancak, bütün bu çeşitlerin her divanda bulunması şart
değildir.
GÜLCE kelimesi,
-Güle benzeyen, gül gibi
-Küçük gül
-Gül, saflığın, güzelliğin, aşkın, barışın, sevginin,
özlemin, Anadolu’nun, Peygamber’imizin simgesidir.
-Gül, çeşitli renkleriyle, ince ve narin yapraklarıyla,
dikenli dalıyla sadece bir bitki olarak değil, asırlarca
Türk Edebiyatı’nın ve şairlerinin ruh ve yürek dili
olmuştur.
-Kavgalar, küslükler, ayrılıklar bir demet gül ile barışa,
huzura, esenliğe, birliğe dönüşür.
-Bir şark çiçeği olan gül’ü atalarımız göçlerle gittikleri
her yere, Balkanlar’a ve Avrupa’ya taşımışlardır.
-Bir kitabın GÜLCE kitabı olabilmesi için, kitabın
kapağında veya iç kapak arkasında mutlaka (Gülce
Edebiyat Akımı)adı yer almalıdır.
-Gülce, edebiyat tarihimizin başarılarla dolu
mâzisinden hız ve ilham aldığı için, hece, aruz ve
serbeste karşı olmadığı gibi, bunlardan yeni tarz ve şiir
teknikleri de önermektedir. Bu şekilsel önermeler asla
amaç değildir, Gülce’ nin asıl amacı, has şiiri, kalıcı
şiiri yakalamak, şiiri önerdiği araçları da kullanarak
yükseltmek amacındadır.
27
2-DİVAN EDEBİYATININ KAYNAKLARI
-Divan Edebiyatı, İran Edebiyatı ve Arap Edebiyatı’nın
havası içinde teşekkül etmiş, zamanla da millî bir Türk
Edebiyatı olmuştur.
-Kur’an ve Hadis’in, Kısas-ı Enbiya ve Evliya
menkıbelerinim, Tasavvuf’un ve Şehname motifleri ile
eski İran mitolojisinin Divan edebiyatına fikir, mecaz
ve mazmun kaynaklığı ettiği bir gerçektir.
-Arap şiirinde fikir yeniliği değil, sözün bolluğu, sözün
güzelliği ve sözün mecaz kudreti önemlidir. Usta şairler
dahi, sıkça kullanılmış fikir ve mazmunları
kullanmaktan çekinmezler, yeni buluşlara heveslenmez;
şairin gücü söyleyişte belli olur.
-Arap şiirinin temeli BEYİT’ tir. Bir kişinin şair olup
olmadığı da, tek beyit içinde kuvvetli bir fikri, mecazı
veya nükteyi kullanıp kullanamadığından anlaşılırdı.
Arap şairleri İslâmiyet öncesinde sosyal hayat içinde
önemli rağbet görmekteydiler. Kabileler arası şiir
savaşları yapıldığı gibi, Mekke’de yapılan şiir
yarışmalarında dereceye giren şiirler Kâbe duvarına
asılırdı. İslâmiyet öncesi cahiliye devrinin şairlerinin
kadına, küfüre ve şarap’a meyilleri sebebiyle,
Peygamberimizle beraber, Kur’an’la beraber yeni bir
fikir,ilim ve şiir anlayışı dönemi açılmıştır.
-İran Edebiyatı’nın Pehlevî ve Orta İran’ca adını alan
dili ve efsâne kültürüne dayalı edebiyatı vardır.
İslâmiyet’in İran’da kabulü ve yayılmasından sonra,
Arapça, Arap edebiyatı İran’da silinmez izlerle
hakimiyetini kurmuştur. Aruz vezni Farsça’ya
uydurulmuş, bir çok Arapça kelime, bir daha
çıkmamacasına İran diline girmiştir.10 ve 15.
Yüzyıllarda altın çağını yaşayan İran edebiyatı ve
şairleri İslamlığın en büyük şairleri olarak dünyada ün
salmışlar, böylece, bizim Türk Divan Şairlerimizi de
etkilemişlerdir. İran Edebiyatı parlak döneminde Gazel,
Kaside ve Mesnevi tarz şiirlerde eşsiz örnekler
vermiştir.
-Özellikle Mesnevi türü ile uzun manzum hikayelerin
a)Destanî(epik), b)Aşk
c)Öğretici(Didaktik)Mesnevilerle kaleme aldındığı ve
böylece İran tarih ve geleneğinin en nemli destanı olan
Şehname ile İran Milliyetçiliği de yapılmıştır.
GÜLCE EDEBİYATIN KAYNAKLARI
-Gülce Edebiyat, Orta Asya’da sözlü edebiyat
döneminden bugüne gelen temeli arı, duru Türk Dili,
Türk halkı ve Türk Kültürü olan Millî bir edebiyattır.
İkinci Dünya Savaşı’ndan önce yapılan bir sayıma göre,
yeryüzünde 2796 DİL konuşulmaktadır. Dil bilginleri,
diller arasında gramer yapısı ve sözlük bakımlarından
bir takım benzerlikler tespit ederek dünya dillerini
“AİLE” adını verdiğimiz bir takım gruplara
ayırmışlardır. Bunlar:
a-HİNT-AVRUPA DİLLERİ,
b-SLAV DİLLERİ,
c-ÇİN-TİBET DİLLERİ,
d- KAFKAS DİLLERİ,
e-URAL-ALTAY DİLLERİ gibi.
TÜRKÇE, Ural - Altay Dilleri arasında yer alan büyük
bir dildir. Asya ve Avrupa’da çok geniş bir alana
yayılmış olan Türkçemiz, Türkmence, Tatarca,
Başkurtça gibi bir takım kollara ayrılmıştır. Bu kollara
dil bilimciler "LEHÇE" veya "DİYALEKT" adını
vermektedirler. BU KADAR BÜYÜK BİR DİL
OLMASINA RAĞMEN, TÜRK LEHÇELERİ
ARASINDA ANLAŞMAYI ENGELLEYECEK
KADAR DERİN FARKLILIKLAR YOKTUR.
“Dünya dilleri arasında Türk dili kadar geniş bir alana
yayılmış başka bir dil yoktur.”(w.Radolf)
“Fransızca, İtalyanca, İngilizce DİL DEĞİLDİR.
Sadece bir lehçedir. Hint –Avrupa Dillerinin birer
lehçesidirler.”
AVRUPALI DİL BİLGİNLERİ, TÜRKÇE BİLEN
BİRİSİNİN AVRUPANIN ORTASINDAN ÇİN’E
KADAR RAHATLIKLA KONUŞUP ANLAŞARAK
SEYAHAT EDEBİLECEĞİNİ
VURGULAMIŞLARDIR.
TÜRK DİLİNİN EN ESKİ YAZILI METNİ OLAN
ORHUN ABİDELERİNİN 1260 YILLIK MAZİSİ
OLDUĞU BİLİNMEKTEDİR.
DÜNYA DİLLERİ ARASINDA BU KADAR ESKİ
ANITLARA SAHİP OLAN DİL AZDIR. Örnek olarak
RUS DİLİNİN EN ESKİ ESERİ, 12.YÜZYILDAN
KALMA BİR DESTANDIR. MACARLARIN EN
ESKİ ESERİ 13.YÜZYILDA YAZILMIŞTIR.
Baş, göz, ağız, kulak, ayak, kol, burun, diş, karın,et, süt,
ağaç, ot, gün, ak, kara, gök, sarı, at, sığır, inek, koyun,
kuzu, kuş,kan, dağ,taş,toprak,su, göl,deniz, tuz, üç, beş,
sekiz, dokuz, altmış, yetmiş gibi sözler bütün Türk
lehçelerinde aynıdır. Sadece söylenişinde lehçelerde
çok az fark vardır. ÖRNEK, biz GÖZ derken, köz, küz
diyen lehçelerimiz de vardır.
DİLİMİZ TÜRKÇE’ DE 8 SESLİ HARF VARDIR
A-E-I-İ-O-Ö-U-Ü
TÜRKÇE’MİZİN HECE YAPISINDA ÜNLÜLER
ÖZEL BİR YER TUTAR. DİLİMİZDE BİR TEK
ÜNLÜDEN OLUŞAN HECELER ÇOKTUR.
ANCAK, ÇOKLUKLA BİR, İKİ VEYA ÜÇ ÜNSÜZ
BİR ÜNLÜ İLE BİRLEŞEREK BİR HECE
KURARLAR
O, SU, AŞ, YOL, ALT, YURT
BU ÖRNEKLERE GÖRE, TÜRKÇE’ DE HECENİN
TEMELİNİ OLUŞTURAN ÜNLÜDEN ÖNCE BİR,
SONRA DA EN ÇOK İKİ ÜNSÜZ BULUNUR.
DİLİMİZDE BİR VEYA İKİ ÜNSÜZ BİR ÜNLÜYLE
BİRLEŞEREK BİR Hece KURARLAR. ÜÇ
ÜNSÜZLE BİR ÜNLÜNÜN BİRLEŞMESİNDEN
OLUŞAN HECE SAYISI AZDIR. Dört, kurt, sırt, yurt
gibi…
Yabancı dillerden aldığımız bazı sözcükleri, harfler
arasına sesli harfler koyarak TÜRKÇELEŞTİRMİŞİZ.
İTALYANCA’dan gelen İSKELE (Scala) veya
Fransızca’dan alınan İSTASYON(Station) bunlara
örnektir.
DİL BİLİMCİLER, DİLLER ARASINDA ÜNLÜLER
VE ÜNSÜZLER BAKIMINDAN BİR TAKIM
MUKAYESELER YAPMIŞLAR, BUNUN
SONUCUNDA İtalyanca, Macarca, Fince ve Türkçe’
de, ALFABELERİNDE ÜNLÜ HARFLERİN çok
olduğunu ortaya koymuşlardır.
Dilimizin bir ZENGİNLİĞİ de TÜRKÇE
KÖKLERDEN TÜRKÇE EKLERLE BİR ÇOK YENİ
TÜREV YAPMAK KOLAYLIĞI VARDIR.
Örnek: Ev’ den EVCİ,
EVCİL,EVCİLLEŞMEK,EVCİLLEŞTİRMEK,
EVCİMEN, EVERMEK, EVLENMEK,
EVLENDİRMEK, EVLİ, EVLİLİK…
Göz’ den GÖZCÜ, GÖZCÜLÜK, GÖZDE, GÖZE,
GÖZETİM, GÖZETLEMEK, GÖZETMEK,
GÖZLEM, GÖZLEMCİ, GÖZLEME, GÖZLEMEK,
GÖZLEMLEMEK, GÖZLÜK, GÖZLÜKÇÜ,
GÖZLÜKÇÜLÜK, GÖZLÜKLÜ, GÖZLÜKSÜZ,
GÖZÜKMEK,
NAZIM: BİR ŞİİRİ MEYDANA GETİREN
MISRALARIN KENDİ ARALARINDA TOPLANIŞ
VE KAFİYELENİŞ DÜZENİNE NAZIM ŞEKLİ
denir.
2 türlü nazım şekli vardır:
1-KURALLI NAZIM ŞEKİLLERİ
2-KURALSIZ NAZIM ŞEKİLLERİ
TEK BİR AHENK DİZİSİ OLAN NAZIM BİRİMİNE
’MISRA’ DENİR.
İKİ MISRAIN BİRBİRİYLE İLGİLİ OLARAK
TEŞKİL ETTİĞİ BÜTÜNE ’BEYİT ’ DENİR.
DÖRT MISRALIK BENTLERE DÖRTLÜK(Kıta) ,
ÜÇ, BEŞ, ALTI VE DAHA ÇOK MISRALIK
BENTLER DE VARDIR.
İşte GÜLCE, KURALLI NAZIM ŞEKİLLERİ’ ni
savunan bir edebiyat akımıdır ve şiir yapı taşı olarak
mısradan başlayarak, beyit, üçlük, dörtlük, beşlik,
altılık.... vb bunların kombinasyonları dahil, en son
onluk bentlere kadar her yapıyı özgürce
kullanmaktadır. Dolayısıyla, GÜLCE bu şekliyle,
Divan edebiyatı yanında Halk Edebiyatı’ nı, hattâ
Dünya Edebiyatı’nı dahi gündeminden uzak
tutmamaktadır. Zira, şekli ve şiirin mimari -fiziki
yapısı, yapı taşını bir araç olarak gören GÜLCE,
amacını has şiir olarak ilân etmiştir.
GÜLCE, İran Edebiyatının baş yıldızı olan Firdevsi’nin
anlayış ve tarih yorumuna karşıdır. Türk ve Türkçe ile
mensubu olduğu Türk Milleti’nin, hiç bir şair ve
edebiyat tarihçisi tarafından asla suçlu-mağlup ve
aşağılayıcı şekilde gösterilemeyeceğini kendisine
değişmez ve şaşmaz ilke olarak kabul eden GÜLCE,
yalan söyleyen tarihi doğruya ve gerçeğe getirmekte,
asıl yerine oturtmaktadır. Halkın konuştuğu ve yaşayan
Türkçe’ nin Arap, İran, Avrupa, Amerika vb ülkeler
dillerinin işgali altına girmemesi için, dili yoğuran
şairlere önemli ve büyük görevler düştüğünü söyleyen
GÜLCE, Türkçe dışındaki dillere saygılıdır ve
Türkçe’ye de saygı gösterilmesini istemektedir.
Dilimizi kaybettiğimizde millî kimliğimizi de
kaybederiz diyen GÜLCE, kendisini Türkçe’nin
hizmetinde gören bir edebiyat akımıdır.
-Kur’an, Hadis, Peygamberler tarihi, menkıbeler,
efsâneler yanında Dede Korkut Hikâyeleri, Nasrettin
Hoca, Karagöz-Hacivat, Öncü ve Kahraman Türk
kadınları, Atatürk’ümüzün Nutku, Peygamber’imizin
Veda Haccı, Tarihe Yön Veren Türkler, Erenler,
Anadolu evliyâları, ozanlarımız, iz bırakan
şairlerimizden de hız ve ilham alan GÜLCE; önerdiği
yeni şiir türleri ile bütün bu temel -kültürel alanlarda
yeni eserler vücuda getirerek, gelecek nesillere önemli
eserler bırakmış ve bırakmaya devam etmektedir. Bu
çalışma ve çabaları her yıl, ortaya attığı "Proje"lerle,
geniş araştırma, inceleme ve gayretler sonunda ortaya
koymaktadır. Saptırılan ve İran keserince Farsî eğrilik
yapılan Şehnameye karşılık GÜLCE, Ergenekon, Şu,
Yaradılış, Oğuz Kağan, Göç gibi temel Türk
destanlarını Gülce’ nin 18 değişik türü ile arı-duru
Türkçe ile yeniden yeni yaparak; yanına da Çanakkale,
Yemen, Sarıkamış, Sakarya gibi destanları da katarak
tarihimize ve kültürümüze kalıcı eserler bırakmaktadır.
Uzun soluklu şiirlerinde GÜLCE, çoğu kere, temeli
olan Aruz, hece, serbest’in yanında kendi önerdiği ve
yeni nefes alanları dediği 18 şiir türünü bir araya
getiren BAHÇE türüyle, hece-serbest birlikteliğini
oluşturan BULUŞMA veya aruz-hece birlikteliği olan
GÜLİSTAN ile kendini göstermektedir.
Sözün güzelliğine evet, ama, aşırı süslenerek, fazlaya
kaçan imgelerle mısraların dokunuşuna da hayır diyen
Gülce, lirik olmayı ve didaktik olmayı kendine şiar
edinmiştir. Mecaz kudretini başlıbaşına bir şiir tekniği
içinde ele almış ve Yediveren, Dönence gibi cinas
ağırlıklı şiir yapılanmalarını ortaya atmıştır.
Aruzu, bir Türk Aruzu yapabilme çalışmalarında
İbrahim Alâattin Gövsa-Yahya Kemal Beyatlı
çizgisinden hareket ederek, bütün kural, kusur, bahirler
ve öteki kuramlarını kabul ederek, aruza Türkçenin dil
gömleğini giydirerek daha bir anlaşılır ve sevilir,
gençler tarafından korkulunmaz duruma getirmiştir.
Kafiye ve redif konusuna ayrı önem atfeden Gülce,
kafiyenin tarihsel serüveninden istifade ederek,
kafiyenin yönlendirici ve sınırlayıcı etkisini
ÇAPRAZLAMA önerisiyle azaltmaya çalışmıştır.
Kafiyenin mısra sonlarında kullanılmasına karşı
olmayan Gülce, mısra başında, mısra ortasında,
çaprazlamasına da kullanılmasını ve bunun da
denenerek yeni ve tadı daha bir başka güzel şiirler
kaleme alınabileceğini ortaya koymuştur. Batı ve uzak
doğu edebiyatı dahil, bütün Dünya Edebiyatı ve o
ülkeler edebiyatlarının şiir şekil ve yapılanmalarını da
gündemine koyan Gülce, şiir iklimimizin
zenginleşmesini sağlamış, şair ufuklarına derinlikler
kazandırmış bir edebiyat akımıdır.
…
DİVAN ŞİİRİNDE MECAZ ve MAZMUN
Divan Edebiyatı Süslülük’e oldukça önem veren, anlam
ve söz sanatlarını fazlaca kullanan bir edebiyattır.
Gülce Edebiyat’ ta anlam ve söz sanatları oldukça
önemlidir, ama, anlamın sanata veya sanatın anlama
feda edilmesini Gülce düşünmez ve istemez. Bu
sebeple, sadeye yakın, yeterli miktarda sanat; fakat
muhakkak ki ve kesinlikle anlamlılık. Gülce, anlamsız
şiire karşıdır. Anlamda, derinliği olan, okuyucuyu
fazlada yormayan bir kurgu ister.
Divan Edebiyatı şairleri (servi boy, ay çehre, ok kirpik,
ince bel) gibi güzellik ölçütlerini zevk düsturu
edinmiştir. Divan şairleri, şiirlerinde pek az ayrıntı ile
bir tek güzel tipini övmüşlerdir. Bu, tâ eski iran
şairlerinden beri, bütün hatları çizilmiş, bütün boyaları
vurulmuş, dekoru, arka planı, gölgeleri inceden inceye
tespit edilmiş klâsik bir tabloya benzemektedir.
Şairlerimiz 600 yıl bu mücerret, minyatürümsü, bu
“muamma güzel”i öne sürerek esasta kendi
sevgililerini, aşk ve hasret duygularını anlatmışlardır.
Yaşanılan hayatta hiç rastlanılmayan bu “hayâl
güzelin” özellikleri şöyledir :
-Boyu servi gibi uzun
-Çehresi ay gibi parlak
-Gözleri nergisleyin baygın,
-Kaşı yay,
-Kirpiği ok,
-Saçı uzun, siyah ve dağınık,
-Ağzı nokta kadar küçük,
-Yanakları gül pembesi,
-Beli kıldan ince,
-Teni gümüş gibi parlaktır.
Bu hayâl güzel, bir model olarak her şair tarafından
evilir. Şairin sevgilisi, bu örnek’e uysun veya uymasın,
isterse bambaşka olsun, Divan Edebiyatı Şairi yine de
bu “model –hayâl güzeli” övmek ve sevgisini ona ait
mazmunlarla göstermek zorundadır. Başka türlü bir
güzel anlatmak şairlikten vaz geçmek anlamına gelir. O
çağların estetik anlayışı böyleydi.
Divan şairi, “Servi boy” deyince upuzun bir servi ağacı
değil de, sevgilinin düzgün vücudu, nazlı yürüyüşü,
körpe hali; hasılı bütün bunları hep birlikte anlatmak
isterdi. Divan Şiirinde belli bir takım anlam ve
kelimeleri çağrıştıran bu sisteme “MAZMUN” adı
verilirdi.
Gülce Edebiyat Akımı’ nın da hiç şüphesiz
“MAZMUN” adını vereceğimiz, bir mısraın içine
hünerle yerleştirilen özel mânâ, okuyanda çağrışımlar
yaptıran “tip-model haline getirilmiş hayâl güzel”i
yoktur. Güzellik, şaire göre değişen bir özelliktir. Divan
Şiirinde Mazmun(açık veya kapalı olarak)teşbih,
istiare, imâ, telmih, leffü neşir, tecahülü ârifâne, hüsn-ü
tâlil vb. sanatlardan biri vasıtasıyla yapılırdı. Ayrıca,
Divan Edebiyatı’nın genellikle erkek egemen bir
edebiyat olduğu göz önüne alınacak olursa, bütün
şairlerin odak noktasındaki “Divan Güzeli” ni
anlayabilmekteyiz. Şimdi ise, Gülce Edebiyat Akımı,
böyle bir ayırdıma karşı olduğu gibi, erkek egemen bir
edebî topluluk değil, şairlerinin yarısının bayan olduğu
gerçeğini de düşünerek; günümüzde aşkı algılamak ve
yorumlamak ile Divan edebiyatı döneminde algılamak
ve yorumlamak arasında müthiş farklılıklar bulunmakta
olduğunun bilincindedir.
Divan Şiirinde;
Saç(Zülüf)denince; görünüşü bakımından: sünbül,
perişanlık, yılan, büklüm. Rengi ile: kâfir, gece, siyah,
kara, gölge. Kokusu dolayısıyla: misk, amber, duman.
hatırlanırdı.(İstisna olarak mesela Nedim şiirlerinde
Sarı Saç veya Sırma saç’ı da kullanmıştır.)
Göz (çeşm) denince; görünüşüyle: nerkis, badem, âhu;
rengiyle: Kâfir, siyah; özellikleriyle: sarhoş, nazlı,
mahmur, hasta; eylemleriyle: büyücü, katil ...
hatırlanırdı.(İstisna olarak bazı şairler mavi göz de
demişlerdir.)
Yanak, yüz(ruh, ârız)denince; Sabah, güneş, nur, ayna,
ateş, yasemin, lâle, erguvan, mushaf, peri... hatırlanırdı.
Ağız ve dudak (dehen ve leb)denince; Küçüklük
yönünden: mim, gonca, zerre, nokta, yokluk, sır; Rengi
bakımından: l’âl, kiraz, şarap, yâkut, lâle; Tadı ve zevki
dolayısıyla: âb-ı hayat, Kevser, şeker... hatırlanırdı.
Boy (ka’d) denince; Servi, çınar, ar’ar(ardıç, dağ
servi’si)Nihal(dal ve fidan) şimşâd (şimşir ağacı)elif,
âfet, kıyamet, fıskıye...hatırlanırdı.
Sevgili(Yâr, nigâr, canan)denince; Peri, melek, hûri,
şah, padişah, put, gül, nûr, Hızır, İsa, tabip, ömür,
zalim, cefacı, vefasız, başkalarını seven... hatırlanırdı.
Âşık denince; Viran, harap, perişan, biçare, düşkün,
gamlı, ağlayan, sabırlı... hatırlanırdı.
Bunlardan Başka;
Gamze(yan bakış):kılıç, ok, fettan, yol vurucu.
Hat(Sevgili yanağında ince tüyler):âyet, çimen,
menekşe.
Bel(miyan):kıl.
Diş:inci
Gerdan:kâfur... Çağrışımları yaptırırdı.
Divan Edebiyatının timsal ve efsânelerine biraz daha
yakından bakacak olur isek; karşımıza başlı başına bir
“mazmun hazinesi” çıkmaktadır. Gülce Edebiyat
Akımı’nın kabulleri arasında yer alan Divan Edebiyatı
mazmunları şunlardır. Şairlerimiz, tıpkı Divan
şairlerinin yaptığı gibi: Güzellikte, yiğitlikte,
cömertlikte, iyi huyda, aşkta, feragatte ve benzeri
konularda “mesel” haline gelmiş bu kahramanlar ve
konulardan istifade ederek, mısra işçiliklerinde bu
varlıklar, olaylar, kahramanların bizatihi kendileri veya
sıfatlarına ait “sezdirmeler yapmışlar ve yapmaya da
devam etmektedirler. Gülce Edebiyat’a bu bakımdan,
“Türk çağdaş tasavvuf edebiyatı” diyenler olduğu gibi,
“yeni divancılar” diyenler de olmuştur. Ancak,
Gülceciler bu mazmun hazinesine, yeni mazmunlar
ekleyerek, hazineyi daha da zenginleştirmişlerdir.
Sözü fazla uzatmadan, Divan Edebiyatı mazmun
hazinesinden Gülce’ nin benimsedikleri ile Gülce
Şairlerinin eklediği mazmunları teker teker sunmaya
gayret edelim.
Hz. MUHAMMED(s.a.v):
Divan Edebiyatında Peygamber’imiz,” Nur-u
Muhammedî ve birçok mucizelerin sahibi” olarak ele
alınmıştır. Peygamber’imiz, Yüce Yaradan’ın güzel
sevgilisi (Mahbûbullah)dir. O doğduğu gece
olağanüstülükler meydana gelmiştir. Tak-i Kisra
yıkılmış, Mecusilerin ateşi sönmüştür. Vücudunda
Peygamberlik mührü vardır. Yetimler yetimidir.
Gölgesi hiçbir zaman yere düşmemiş, güneşli havada
gezdiği zaman başının üstünde beyaz bir bulut
dolaşmıştır. Hicret esnasında mağara ve mağara kapısı
önündeki örümcek ve yuva yapıp yumurtlayan bir çift
güvercin... İşte Divan Edebiyatı şiirinin
Peygamber’imize baktığı noktalar. Ayrıca, Bedir
savaşında Yüce Yaradan’a yalvarması üzerine
Cebrail’in bir avuç toprak atarak düşmanları perişan
etmesi, bir işareti ile ay’ı ortadan ikiye bölmesi, yeni
diktiği hurma fidanının hemen meyve vermesi, Kâbe’yi
yıkmaya gelenlere “Ebabil Kuşları” nın gökten taş
yağdırması gibi mucizeleri de Divan Şiirinin önemli
konuları arasındaydı.
Gülce Edebiyat Peygamber’imiz konusunda bütün
bunları kabul ettiği gibi, üstad Necip Fazıl Kısakürek’in
başta “Çöle İnen Nur” eseri olmak üzere, çoğu
eserlerinde Peygamber’imizi anlatımları ve ifadelerini
bir büyük tutku olarak ele almaktadır.
Gülce’nin gülü ile de Peygamber’imizi, Atatürk’ü,
Dede Korkut’u ve Yunus Emre’yi görmekteyiz.
ATATÜRK (Gülce Edebiyat Şairlerince eklenmiştir.)
Gülce Edebiyat ’da Atatürk, ay yıldızlı bayrak ve vatan
ile birlikte ele alınır. Türk vatanının düşman
çizmesinden kurtuluşunu sağlayan, en büyük askerî
deha olarak Atatürk, önder, lider ve komutandır.
Atatürk’ü çağdaş ve akılcı fikirler ve düşünüşlerin,
aydınlığın; dünün, bugünün ve geleceğin bir simgesi
olarak algılamaktayız. İdeal, örnek şahsiyet, aynı
zamanda iyi bir insan. Tarihe yön veren üstün akıl ve
yürek…Mazlum milletlere örnek…
DEDE KORKUT (Gülce Edebiyat Şairlerince
eklenmiştir.)
Korkut Ata… Derleyen, toparlayan, birlik tesis eden,
öğüt veren, sarıp sarmalayan, kara ve zor günlerde yol
gösteren, dili yoğuran, genç neslin Kâmil insanı,
doyumsuz sözü ve sohbeti bulunan, aydınlık yüzlü,
akça sakallı, başında kalpağı, yay gibi kaşları, yüz
ifadesi olarak Atatürk güzelliğinde, bilge, halk kültürü,
folklor, halk sağlığı konularında bir profesör kadar
bilgili, dudaklarında sihirli ve muhteşem bir tebessüm
bulunan bir ulu zat.
YUNUS EMRE (Gülce Edebiyat Şairlerince
eklenmiştir.):
Anadolu kokulu bir yayla çiçeği, sarı çiğdem, sırtında
alıç heybesi, gök yemişini halkına dağıtan, Yaratılanı
Yaratandan ötürü seven muhteşem insan. Şiirimizin ve
gönüllerimizin mimarı. Dergâha 40 yıl düz odun
taşıyan aşk ve iman iklimi. Türkçe’mizin ses
bayraklarından birisi.
ADEM :
Divan Edebiyatına gore, insanoğlunun babası. Yüce
Yaradan, gökleri ve yerleri yarattıktan sonra Cebrail’e
buyurmuş. O’ da, yeryüzündeki her cins toprak
karışığından toplayıp getirmiş.Allah O’na en güzel
şekli(Ahsen-i takvim) verdikten (kırk yıl)sonra
meydana gelen kalıba ruh da üflemiş ve böylece ilk
insanı(Adem’i)yaratmıştı. Melekler bu yaratığı önceden
istemedikleri halde, Yüce Mevlâ’ nın “Ben sizin
bilmediğinizi bilirim” buyruğu üzerine ona secde
etmişlerdi. Yalnız, Cennet’in hazinedârı olan
İblis(Şeytan)ona secde etmemek yüzünden Cennet’ten
kovuldu ve lânetlendi.
Adem, Cennet’te iken sol eğe kemiğinden Havva
yaratıldı. Bunlara Cennet’teki “memnu meyva”
(buğday yahut elma)dan yemeleri yasak edilmişti.
Cennet’ten kovulan İblis, yılanın dişleri arasından
gizlice oraya girerek Ademle Havva’yı bu meyveden
yemeğe kandırmıştı. Bunun üzerine her ikisi de (İblis
ve yılanla birlikte)Cennet’ten yeryüzüne kovuldular.
Adem, Hindistan’da Seylân (Serendip)adasına, Havva
ise Cidde yakınlarına düştü. Uzun cefalardan sonra
Havva ile buluştular. Yaradan’da onları bağışladı.
Adem ilk Peygamber olarak 930 yıl yaşadı. Yirmi kızı,
yirmi de oğlu oldu. Peygamberler O’ nun soyundan
geldiler. Yeryüzüne ilk buğdayı ekmiş olan bu ilk insan
ve ilk Peygamber, çiftçilerin de piri sayıldı.(Kabaklı,
Ahmet; a.g.e, 265)
DÂVUD:
Kitap sahibi, İsrailoğlu Peygamberlerindendir. Dört
kutsal kitaptan biri olan “Zebur” ona gönderilmiştir.
Süleyman Peygamber’in babası olan Davud,
serdarlarından birinin karısına gönül verdiği için onu
savaşa gönderip öldürtmüş, bu yüzden başına türlü
belâlar gelmiştir. Edebiyatta güzellik timsali olarak
geçer. Ayrıca mizmar çalmada ve bu alet ile “mezâmir”
denilen “Zebur ilâhilerini” söylemede üstad sayılır.
Demiri elinde yumuşatıp zırh yapması aynı zamanda
bir kuvvet sembolüdür. Davud, Dünyada bir daha eşi
görülmemiş sesi ile Zebur okuduğu zaman kuşlar
toplanıp dinlermiş ve dağlar yankılanırmış. (Kabaklı,
Ahmet; a.g.e, 265)
KIRMIZI GÜL (Gülce Edebiyat Şairlerince
eklenmiştir.):
Efsâne bu ya: Gülün rengi eskiden kırmızı değilmiş.
Bülbül ise güle âşıkmış. Gül, kendisi için yanıp tutuşan
bülbüle hiç yüz vermiyormuş. Bu duruma
dayanamayan bulbul, gidip gülün dalına konuvermiş.
Dikenler bülbülün gövdesine batınca akan kanlar gülün
dibine dökülmüş ve kanlar gülün köklerinden ve
dikeninden damarlarına geçmiş. Gül, o günden sonra
kırmızı açmaya başlamış.
Gülce Edebiyat, her rengin bir dili olduğuna inanır. Ana
renklerin arasında tali renkler, pastel renklerin de
bulunduğunu; hattâ bütün renklerin eşit oranda karışımı
ile beyazın elde edileceğini bilen Gülceciler, duygu ve
düşüncelerini ifade etmede, ifrata kaçmayan tasvir
yöntemini gayet mahirane bir şekilde kullanarak, renk
bilimine önem vermişlerdir. Elle tutulup, gözle
görülemeyen; maddesel olmayan duygu ve oluşumları
renklerle tamamlayarak söze kuvvet ve ahenk
vermişlerdir.(Örnek : Mavi sevda, Mor öfke, Siyah acı
vb…Wink
Renklerin gökkuşağını oluştururken birlikteliği, Gülce
şiirinin ruh kökünü yansıtmaktadır. Başka bir deyimle,
Gülce, gökuşağı şiiridir.
EYYUB :
Bu Peygamber, edebiyata sabır ve şükür timsali olarak
geçmiştir. Yüce Mevlâ, çok zengin olan Eyyub’u
denemek için bütün malını ve on evlâdını almış,
kendisine de (cüzzam gibi) korkunç bir hastalık
vermişti. Vücudunun her yaralı uzvuna kurtlar
üşüşmüştü. O, bütün acılara Allah’ın takdiridir, diye
katlanıyor hattâ yere düşen kurtları alarak tekrar yarası
üstüne koyuyordu. Allah O’ nun bu sabrını ve imanını
mükâfatlandırdı. Sağlığını, çocuklarını ve mallarını ona
geri verdi.(Kabaklı, Ahmet; a.g.e, 266)
İBRAHİM (Halil-ullah=Allah Dostu) :
Azer adlı bir put yapımcısının oğlu idi. Allah’ın verdiği
uyanış ve kurtuluş sayesinde O’ nun BİR’liğini tanıdı.
Allah kendisine putları kırmak görevini verince, bu işe
babasının putlarını kırmakla başladı. Büyüdüğünde
halkı putçuluktan döndürmek için tapınaktaki mâbutları
baltaladı. Bunun üzerine Babil hükümdarı Nemrut, O’
nun diri diri yakılmasını emretti. Bir ormanın ağaçlarını
keserek dağlar oylumunca odun yığdılar ve
tutuşturdular. O’nu bir mancınıkla büyük ateşin
ortasına attılar. Fakat, Cebrail kanatlarını gererek onu
havada tutu. Bir sure sonra İbrahim’i ateşin ortasına
bıraktı ama, indiği yer çimenlik, güllük oldu.
İbrahim, hem Arapların hem de israiloğullarının ceddi
sayılmaktadır. Mekke’de Kâbe’yi yapmak görevi ona
verilmişti. Allah O’nun imanını sınamak için oğlu
İsmail’i kurban etmesini buyurmuştu. Fakat oğlunu
boğazlamak üzre iken gökten ilk kurbanlık koyun
inmişti.
İSA
Doğumu bir mucizedir, çünkü Cebrail’in üflediği nefes
ile, bakire Meryem Hatun’dan dünyaya gelmiştir.
Kendisi kutsal bir ruh olduğu için istediği şeye canlılık
verir. Ölüleri diriltir, sırf kemikleri kalmış veya
çamurdan yapılmış kuşlara can verir, körlerin gözünü
açar, her hastalığı iyileştirirdi.
İnsanları yıllarca Hak Dinine çağırdığı halde, Yahudiler
O’nu öldürmeye kalktılar. Bir direğe bağlayıp çarmıha
germek istediler. Fakat gökten inen melekler İsa’yı
kurtarıp dördüncü kat göğe ağdırdılar.
İsa Peygamber, kıyamet günlerine yakın, iki meleğin
omzunda, Şam’daki Cami-I Ümeyye’nin beyaz
minaresine inecek… Deccâl’i mahvedecek,Tûr-I
Sinâ’ya çıkacak… Yecüc Mecuc tayfasını öldürtecek…
Dünyaya ilâhî adalet ve güvenliği getirecek… Mehdi
ile birbirlerine imamlık teklif edecekler. Mehdi O’na
imam olacak… İsa Müslümanlığın temsilcisi olarak
yedi yıl saltanat sürecek, İsa’ya ait bu sıfat ve olaylar,
orta devre edebiyatlarının her üçünde bol bol
bulunmaktadır. (Kabaklı, Ahmet; a.g.e, 265)
LÛT :
İbrahim Peygamber’in kardeşidir. Kenan İlinde
(Filistin) çok günaha giren: isyan, fuhuş ve yalana
düşen Sodom ve Gomore şehirleri halklarını doğru yola
çağırdı. O’nan inanmayan bu halk ilâhî cezaya
müstahak görüldü. Melekler Lut’a haber verdiler. O,
ardına bakmadan uzaklaştı. Cebrail, kanadını yere
sokarak beş şehri yerinden havaya kaldırıp tersini
yüzüne getirerek hepsini helâk etti. Sodom ve
Gomore’nin yerinde Lût Gölü peydah oldu. Lût’un
karısı da, inanmayanlardan olduğu için, kocasının
tembihine rağmen dönüp ardına bakmış ve gökten
düşen bir taşın altında ezilmişti.
MUSA :
Ibrahim Peygamber’in oğlu ve kendisine TEVRAT
gönderilen peygamberdir. O’ da mucizeler, efsâneler ile
edebiyata geçmiştir.İlgili MAZMUNLAR
ŞUNLARDIR :
O doğduğu sıra Firavun, İsrailoğullarından olan erkek
çocuklarının öldürülmesini emretmişti. Annesi, O’ nu
kurtarmak için bir sandık içinde Nil’e bırakmış
Firavun’un karısı (kızı veya kızkardeşi) Safiye O’nu
tesadüfen bulup evlât edinmişti.
Musa, kendi kimliğini ancak 40 yaşında öğrendi.
Kavmini zulümlerden kurtarmak için mücadeleye atıldı.
Bir Mısırlıyı öldürerek Şuayp Peygamber’in yanına
kaçtı. Çobanlık etti ve O’ nun kızıyla evlendi.
Sonra kendisine ilâhî görev verilince, İsrailoğullarını
kurtarmak için Mısır’a döndü. Firavun, zulüm altında
yaşattığı İsrail ümmetinin ayrılmasına izin vermeyince
onu yıldıracak mucizeler gösterdi: Suları kan şekline
soktu, kurbağa yağdırdı, Mısır halkına koca sinekler,
çekirgeler musallat etti, vücutlarında yaralar çıkardı, üç
gün karanlıklar indirdi, doğan çocukları yaşatmadı,
ünlüm ASÂ’sını ejder şekline soktu.(O zamanlar
Mısır’da sihirbazlık çok geçerli olduğu için Allah’ da
Musa’ya, büyücülerden çok üstün sihirbaz hünerleri ve
o tip mucizeler bahşetmişti.) Firavun korkup izin verir
gibi yaptı. Fakat, kavmini Mısır’dan çıkarırken, Kızıl
Deniz kıyısında onları bastırıp öldürmeyi kurarak
peşlerine düştü. Musa, Asâ’sını vurunca deniz yarıldı,
onlar geçtiler, arkalarından giden Firavun ve askerleri,
tekrar yükselen denizin sularında boğuldular.
Musa halkını Tûr-ı Sina’ ya götürmüş, o kutsal dağa
çekilip Mevlâ ile “konuşmuş” (KELİMULLAH olmuş)
Tevrat’ın ilk bölümü olan ON EMİR kendisine orada
vahyedilmişti. Ayrıca, asâ’sını kayaya vurup su
çıkarmak, gökten “Kudret Helvası” yağdırmak, elinin
ışık saçıcı (yed-i beyzâ) olması O’ nun mucizeleridir.
Bir ara Allah’tan umut kestiği için, hedefi olan Kenan
İli’ne halkını ulaştıramamış, tam da Vâdedilmiş Ülke (
yani Kudüs)nin göründüğü bir tepede 120 yaşında iken
can vermiştir.
NUH :
Adem Peygamber’den 1742 yıl sonra gelmiş ve elli
yaşlarında Peygamber olmuştur. Sapıklığa, kumar ve
şehvete düşen halkını, imana çağırmış ama sözünü
dinletememişti. Bunun üzerine gökten buyruk gelmişti.
Tufan olacaktı. İlâhi emir üzerine bir gemi yaptı. Ham,
Sam ve Yafes adlı üç oğlu ile karılarını ve
yeryüzündeki bütün canlılardan birer çift aldı. Kırk
gün, kırk gece sağnaklarla yeryüzünü sular kapladı.
Tufan sularında 150 gün yüzen Nuh’un gemisi, nihayet
sular biraz çekilince Ağrı veya Cudi Dağı’ nın tepesine
indi. Böylece insanoğulları Adem peygamber’den sonra
ikinci defa olarak onun üç oğlu ile eşlerinden türediler.
Nuh, ayrıca gemicilerin piri ve en ustası sayılmaktadır.
Şeytan, eşeğin kuyruğuna yapışarak onun gemisine
binmişmiş.
SÜLEYMAN :
Davud’un oğludur. Gelmiş hükümdar ve
Peygamberlerin en zengini, şefaatlisi, en nüfuzlusu
sayılır. Doğu-Batı Edebiyatlarında, destanlara,
masallara ve birçok efsânelere karışmıştır.
Bu peygamber hükümdar, kuşların, denizdeki ve
karadaki bütün hayvanların, bitkilerin, cin ve perilerin
dillerinden anlar, onlara hükmederdi. Rüzgâr da O’nun
emrinde idi. Süleyman’ın yedi yüz karılı , üçyüz
cariyeli muhteşem sarayı, hikmetli sözleri, Hak dinine
hizmetleri, kâfirlerle savaşları, mühürlü yüzüğü, Saba
Melikesi Belkıs ile macerası, tedbirli veziri Asâf,
karınca ile konuşması vs. gibi edebiyata bir çok
MAZMUNLAR vermiştir.
Süleyman, âşık olduğu Belkıs’a (Yemen’ de Saba
kraliçesi)ünlü haberci kuşu Hüthüt’le bir mektup
yollayıp onu kendisiyle evlenmeye davet etti. Hüthütün
anlattıklarına ve “İsm-i A’zam” ın birkaç harfini bilen
Asâf’ın ilâhi nüfuzuna kapılarak, göz yumup açacak
kadar az bir zamanda Rüzgâr’ın yardımı ile hava
üstünde uçan tahta binerek Kudüs’e geldi. Süleyman
onu imana , Hak dinine kavuşturdu ve nikâhına aldı.
Süleyman bir karınca ile konuşacak kadar alçak gönüllü
sultandı. Bu iyiliğinin karşılığını bir çok defa gördü.
Meselâ, bir savaşta bütün askeriyle birlikte aç kalmıştı.
“Karıncalar Beyi”, ona öyle bir çekirge budu verdi ki
bunun yarısı Süleyman’ın askerlerini doyurdu.
Süleyman’ın üzerinde “İsm-i Celâl” yazılı olan yüzük
şeklindeki mühür’ü de meşhurdur. Bütün kudret ve
azameti ordan gelir. Bir gün yıkanırken, o yüzüğü
parmağından çıkarıp karısına vermişti. Yüzüğün
değerini bilen bir dev, Süleyman’ın biçimine girerek,
mühürü karısından aldı. Bu dev, bir sure Süleyman gibi
hükmetti ise de Peygamber büyük sıkıntılardan sonra
tekrar mührüne kavuştu.
YAKUB :
“Tanrıkulu” anlamına “İsrail” adını alan ilk
Peygamberdir. Onun soyundan (12 oğlundan) gelenlere
İsrail Oğulları(Beniisrail)denmiştir. Onbir oğlunun,
küçük kardeşleri Yusuf’u kıskanıp bir kuyuya atmaları
ve ölüm haberini getirmeleri üzerine gözleri kör
olmuştu. Sonra, Yusuf O’ na gömleğini gönderince
gözleri açıldı. Yakub edebiyata, oğul hasreti çeken
dertli babanın sembolü olarak geçmiştir.
YUSUF :
Edebiyatta erkek güzeli timsali olan Yusuf, Yakub’un
oğludur. Kardeşleri tarafından kıskanılıp kuyuya
atılması, bir kervanla Mısır’a götürülüp satılması, Mısır
Aziz’i (veziri) nin karısı Züleyha (Zeliha)nın ona âşık
olması ve aşkına karşılık görmeyince yedi yıl zindana
attırması; Yusuf’un meşhur rüyâ yorumu, sonra Mısır’a
“aziz” olması… Kıtlık sırasında İsrailoğullarını Mısır’a
getirtip yerleştirmesi ve bilhassa güzelliği, bir çok
hikâyelere ve MAZMUNLARA konu olmuştur.
AB-I HAYAT :
Türkçesi “bengisu” olan ve divanlarda “âb-ı bekâ, âb-ı
cavidan, çeşme-i hayvan” adları ile de geçen
“ölmezlik” suyudur. İçenler ebedî diriliğe kavuşurmuş.
Kaynağı cennet olan ve zulûmat (karanlıklar) ülkesinde
bulunan bu masal suyundan, bugüne kadar sadece Hızır
ve İlyas içmişlerdir. Hızır, şimdi karada, İlyas’ da
denizde bunalan, karda ve fırtınada kalanlara yardım
ederlermiş. İskender’de âb-ı hayâtı Hızırla birlikte
aramaya çıkmış ama zulümâtta(bilinmezlik ülkesinde)
birbirlerini kaybettikleri için İskender, bu sudan
içememiştir. Bu Yüce Mevlâ’ nın takdiridir.
Eski Avrupa şiirlerinde de (gençlik suyu) diye geçer.
Bu cennet suyu, altın ve elmaslar arasından akarmış.
Divan şiirinde sevgilinin saçları karanlıklar ülkesine,
ölmezlik(hayat) veren dudakları da bengisuyun
kaynağına benzetilir. Halk inanışına gore Köroğlu ve
Kırat’ı da Bingöllerde bu sudan içerek ebedî hayata
ermişlerdir.
AD ve SEMÛD :
Birincisi Yemen’de, İkincisi Hicaz’la Şam arasında
yaşıyan iki günahkâr kavimdir. Gönderilen
Peygamberlerle alay ettikleri ve Yüce Mevlâ’ya
üstünlük iddiasında bulundukları için şiddetli rüzgâr ile
mahvedilmişlerdir.
ANKA(SİMURG):
Boynu çok uzun, yüzü insana benzer, güzel tüylerinde
her yaratıktan bir nişan bulunur, Kaf Dağı’nda yaşar bir
masal kuşu imiş. Üstünde 30 kuşun alâmetleri
olduğundan buna Farsça SİMURG da denir.
Yüksekten uçar ve hiç yere konmaz olan bu kuş,
hayvanları ve çocukları kapıp batıya götürdüğü için bir
Peygamber ona karılmış. Bu yüzden, yıldırım çarparak
soyu mahvedilmiş. Türk Masallarında Zümrüd-ü Anka
kuşu diye geçer.
ASHAB-I KEHF :
Bunlara “yedi uyurlar” da denir. Allah’a inandıkları
için Dekyanus adlı putperest hükümdarın kahrına
uğrayan yedi kişi, kaçıp bir mağaraya sığınmışlar.
Orada 300 yıl uyumuşlar ve sonunda uyanmışlar.
Mekselina, Meslina, Mernuş, Debernuş ve
kefeştetayyuş adlarını taşıyan ashab-I kehf’in kıtmir
adlı bir de köpekleri vardır. Anadolu’da bir çok Ashab-ı
Kehf mağarası gösterilmektedir. Başlıcaları : Efes’te,
Tarsus’ta, Elbistan’da, Maraş’ta dır.
BÂBİL :
Doğu ve batı edebiyatlarında bir çok
MAZMUNLARLA görülür. Eski çağların en bayındır
ve büyük (Keldanî) başkenti olan BABİL’İN
SURLARI, üstünden dörtbeş araba yanyana geçecek
kadar genişmiş. Evlerin damları üzerinde yetişen asma
bahçeleri, ilk çağın YEDİ HARİKASI’ndan biri sayılır.
Bâbil harabeleri, bugün Aşağı Irak’ta, Hille şehri
yakınındadır.
Fen, büyücülük ve yıldız bakıcılığı bu şehirde pek
ilerlemiş. Orada bir kuyu(çah-ı Bâbil) varmış ki Harut
ve Marut adlı melekler içinde asılı imişler. İbrahim
Peygamber’i ateşe attıran Nemrut bir Bâbil
hükümdarıdır. Dillerin ayrılmasına sebep olan BÂBİL
KULESİ de burada yapılmıştır.
BEDAHŞ(Bedahşan) :
Horasan Hindistan arası bir şehirdir. Yakut’un en
değerli ve en parlak kırmızı cinsi olan la’l burada çıkar.
La’l, sevgilinin dudağına benzetilir.
CALİNUS (Galenos):
Bokrat (Hippokrates) gibi eski büyük hekimler ve
Süleyman Peygamber’in hekimi olduğu söylenen
LOKMAN, edebiyatta hâzik hekim timsalleridir.
CEMŞİD(Cem):
Grek mitologyasındaki Dioniysos (Baküs)u andıran
zevk, safâ, içki ve eğlence timsalidir. Eski bir Hind
Tanrısı veya İranlıların ilk (Piştadiyân)sülâlesinden
efsaneleşmiş bir hükümdardır.
Esatirdeki asıl yeri, şarabı icad eden hükümdar
olmasıdır. Cemşid efsânesi şöyledir :
Cemşid birgün altın tahtına oturmuş, ok yarışmalarını
seyrederken boynuna yılan dolanmış olan bir kuşun
uçtuğunu görür. Kuşa dokunmamak şartıyla yılanı
vurmalarını okçularına emreder. Canı kurtulan kuş
biraz sonra Çemşîd’in tahtı önüne gelir ve kimsenin
bilmediği daneli bir salkımı minnettarlık hediyesi gibi
bırakıp gider.
Çemşid bu daneleri yere ektirir, üzüm asması biter ve
meyve verir. Üzümü bir küpe sıkarlar ve ağzını
kapatırlar ve orada unuturlar. Hükümdar birgün hatırlar,
istetir, tadına bakar ki fazla kekre… Bunu zehir sanır ve
düşmanlara verilmek üzere saklanmasını emreder.
Cemşid’in pek sevgili ve çok güzel bir cariyesi varmış.
Bu kız, şiddetli baş ağrıları çekermiş. Bir gün artık
yaşamaktan usanarak intihar etmeye karar verir ve
küpteki “zehir” den bardak bardak içer. Üstüne bir
gariplik çöker, sızar ve rahatlar.Kendine geldiği zaman
ağrı ve sızıların geçtiğini hayretle görür.
Vakayı işiterek çok sevinen Cemşid, üzüm suyundan
olan şaraba “şâh-dârû”(baş ilâç)adını verir. O günden
beri üzümden bolca şarap çeker ve içip eğlenirlermiş.
Edebiyatta Cemşid(Cem)daha çok “câm-ı cem,bezm-i
cem” MAZMUNLARIYLA, bir de eğlence, şatafat ve
bahar şenlikleri dolayısıyla geçer. Çünkü güneşin
“hamel burcu” na geçişini, yani bahar başlangıcı olan
mart dokuzunu YILBAŞI(NEVRUZ)BAYRAMI olarak
ilk defa kutlatan da Cemşid’dir. Adalet, gösteriş, süs,
ziynet eşyası, kokulu bitkiler hep O’na mahsus
şeylerdir. Cemşid, Dehhak tarafından öldürülmüştür.
EDHEM :
Tasavvufta ermişlik ve feragat timsalidir. Kendisi Belh
Sultanı iken bir gün ceylan avında, karga tarafından
beslenen eli kolu bağlı bir adam gördü. Allah’ın her
yerde rızk vericiliğine inandı. Bunun üzerine çul ve
külah giyip bir mağaraya, ibadete çekildi. Büyük
velilerden oldu.
ELEST MECLİSİ, ELEST GÜNÜ :
Elest günü(Ruz-i Elest) ve Elest Meclisi(Bezm-i Elest),
tasavvufta, dinde ve edebiyatta Allah’ın kâinatı
yarattığı veya (OL) dediği; insan ruhlarını meydana
getirdiği(kendinden ayırıp insan kalıplarına
yolladığı)gün veya toplantı olarak bir çok MAZMUN
VE MECAZLARA karışmaktadır. Allah o gün (elest
günü) ruhlara (ELESTİ Bİ RABBİKÜM=Sizin
Rabb’iniz değil miyim?)diye sordu. Onlarda (
KALUBELA=Ezelden beri)cevabını verdiler.
FERİDUN :
Cemşid’in torunu, efsaneleşmiş bir İran hükümdarı
olup iyilik ve adalet timsalidir. (Nuşiveran da adalet
timsalidir) Cemşid, ömrünün sonuna doğru Allah’lık
davasına kalkınca halkın nefretine uğramış Arap
kavminden DEHHAK da onu öldürerek İran Padişahı
olmuştu.
Ancak, Şeytan, bir gün Dehhak’ın sırtını öpünce iki
omuzunda iki yılan başı peydahlanmıştı. Sonra yine
Şeytan, hekim kılığında gelerek, bu yılanlara her gün
iki delikanlı beyni yedirilmezse hastanın
iyileşmeyeceğini söyledi. Dehhak, onun dediklerini
yapınca, büyük bir zulüm aldı yürüdü. Beyni yenilme
sırası Gâve adlı bir demircinin oğluna gelince… Gâve,
önlüğünü örsüne asarak isyan bayrağı açtı. Halkı ardına
topladı. Dehhak öldürüldü. Yerine de ortalığı düzene
koyan ve büyük adaletiyle ün salan Feridun geçti.
FİRAVUN :
(Özellikle Musa’ya zulüm eden Mısır
hükümdarı.)Haman: (Firavun’un veziri, göklere uçan
bir taht yaptırıp Mevlâ’ya kasdetmek istemişti)ve
Hülâgû (Cengiz torunlarından)gibi yarı tarihi, yarı
efsâneli kişiler, zulüm, kötülük, vahşilik timsalleri
arasındadır.
SES ve BÜLBÜL(Gülce Edebiyat Şairlerince
eklenmiştir.):
Derler ki:
Bülbül, sabah rüzgârı (saba-seher yeli) ile gülün yanına
gider ve başlar güzel sesi ile onu övmeye ve ona olan
aşkını dile getirmeye. Gül de ona karşılık vererek yavaş
yavaş uyanarak gülümsemeye (açmaya) başlar.
Bülbülün sabahları çok ötmesinin nedeni herhalde
aşkına az da olsa bu gülümsemeyle karşılık bulmasıdır.
Bülbül güzel sesi ile aşkı en güzel şekilde anlattığı için,
insanlar bundan faydalanmak istemiş ve tuzağa
düşürülen çılgın âşık (bulbul)kendisini demir
parmaklıklar arasında buluvermiştir. Daha önce
sevgilisinin az yüz vermesine bir de bu ayrılık
eklenince(bizim sevdalı bulbul) kafeste daha dertli ve
güzel ötmeye başlamıştır.
Bizim güle kara sevdalı bulbul, ne çekmişse dilinden
çekmiştir. “Ah vatanım, vah vatanım!” diyerek
ötmesinin altında sevgilisinden ayrı olması yatmaktadır.
Bütün büyük aşklar gibi, gül ile bülbülün aşkı da
birbirine kavuşamadan bu fani dünyada ayrı olarak
noktalanır. Tıpkı Mecnun’un Leylâ’ya, Kerem’in
Aslı’ya, Ferhat’ın Şirin’e kavuşamayıp aşk ateşleri
içinde ölmeleri gibi. Gül, güzel ve çekici olmasına
rağmen çok çabuk solar ve ölür. Aşık da çok çile
çektiği için hayatın tadını alamadan ömrü çabucak
geçer.
Evet, GÜLCE ve Gülcecilere göre bülbül, rahmetli
AKİF’ in Safahat’ında “VATAN İÇİN YANAN
BÜLBÜLDÜR.”
Bülbülün kendisi kadar yüreği ve sesi de çok önemlidir.
Bülbül sesi kadar, ŞİİRDE SES DE GÜLCE İÇİN
ÇOK ÖNEMLİDİR. Bülbül sesi kadar, gül kadar güzel
olmalı Gülce Şiirlerimiz… Bu sebeple, seslerin âhengi
şiiri şiir yapan en önemli unsurdur. Bilâl-i Habeşî , o
güzel sesiyle ilk Ezanı nasıl okuduysa ve o ses
asırlardır aynı güzellikte kulaklarımızdan ruhlarımıza
nasıl günde beş kez hitab ediyorsa, şiirimiz de aynı
mübârek sesleniş güzelliğini taşımalıdır. Gülce
Edebiyat, şiirin geometrisinde sese çok önem veren bir
edebiyat akımıdır. Sabah gülümsemesinde bir gonca
gülü seyreden bülbülün sesini Gülce şiirinin seher
yeline salıvermek Gülceci her şairin görevidir.
Sesler, harfler-kelimeler ve cümlelerden oluşur. Şiirde
kelimeler nesirdekinin aksine bahar duruşludurlar. Şair
söylemi veya şiir dili, her şairin tarz-üslup ve söylemi
olarak ortaya çıkarsa da işin esası bülbülün yürek
sesidir.
HÂRÛT ve MÂRÛT :
“Bu iki melek, insanların yerdeki kötülüklerini görür
iğrenirlermiş. Bunu Mevlâ’ya anlatmışlar. Yüce Mevlâ
: (Eğer insan oğullarına verdiğim şehvet hırsını size
verseydim, siz daha beter olurdunuz!)demiş. Melekler,
öyle olmayacağını söyleyince, Allah da onlara şehvet
verip Bâbil’e indirmiş.
Bunlar, Bâbil’de kadılık ederken, kendilerine başvuran
çok güzel bir kadına tutulup vuslatını talep etmişler.
Buna karşı kadın :
-“Ya kocamı öldürürseniz, ya puta taparsanız, ya da
şarap içerseniz… Bu üç şartla istediğiniz “olur” demiş.
Teklifler içinde en ehven olarak şarap içmeyi gören
melekler içip sarhoş olmuşlar. Kadın onların
sarhoşluğundan istifade ile, her gece göğe çıkmak için
okudukları “ism-i a’zam”(Allah’ın en büyük
adı)duasını sormuş. Öğrenip okumuş ve göğe ağmış.
Allah onu zühre yıldızı haline sokmuş.(Zühre,
Afrodit’in doğu esâtirindeki benzeridir) Hârût ve
Mârût’a da (Dünya veya ahret azaplarından birini
seçmelerini) buyurmuş.
Melekler, dünya azabını seçince, ayaklarından asılı
olarak Bâbil Kuyusu’na (Çâh-i Bâbül) kapatılmışlar.
Kıyamete kadar, o işkenceyi çekecekler ve bir türlü
suya kavuşamayacaklardır.
Hârût’la Mârût, aynı zamanda büyü, sihir ustalarıdır.
Kuyu başına gelenler, onlardan fitne ve büyü
öğrenirler. Sevgilinin bakışı, gamzesi, gözü hep bu sihir
ve fitne MAZMUNLARINA bağlanır.(Bu efsâne Faust
hikâyesini biraz andırmaktadır.)(Kabaklı, Ahmet; a.g.e,
Syf:272)
HIZIR
Karanlıklar ülkesinde, Allah’ın emriyle Ab-I Hayat’ı
bulup içtiği için ölmezliğe kavuşmuş bir hükümdar, bir
ilâh, ya da ermiştir. Musa ve İskender ile O’ nun
arasında yakınlıklar kurulur. İskender’e kılavuz
Musa’ya akıl ve hikmet yoldaşı sayılır. Aynı zamanda
bengisuyu içmiş olan ve deniz kazazedelerini koruyan
İlyas’ın arkadaşıdır.
Halkımız Hızır’ı BENLİ BOZ isimli atına binmiş,
mübârek bir ihtiyar olarak tasarlar. Darda kalanlara,
yoksullara, yetim ve dullara iyilik, zenginlik, bereket
getireceğine inanılır. Avrupa taklitçiliğinin getirdiği
NOEL BABA, din, milliyet ve geleneğimize aykırı,
zararlı bir masaldır. Türk töresinde Hızır’ın üstün ve
sevimli bir yeri olduğuna gore çocuklarımıza o çam
katili, eski putperest ilâhını tanıtacak yerde Hızır
aleyhisselâmı sevdirip benimsetmekte, millî manevî
büyük faydalar vardır.
Hızır kelimesi aynı zamanda yeşillik anlamına gelir.
Ayağını bastığı her yerin yeşil çimenlerle dolu, verimli
olduğuna ve elini dokunduğu her şeyin
bereketlendiğine inanılır. Türklerin BAHAR
BAYRAMI da HIZIR VE İLYAS adlarının karışımı
olarak HIDIRELLEZ adını taşımaktadır. (Kabaklı,
Ahmet; a.g.e, Syf: 272-273)
HÜMÂ (Dvelet Kuşu) :
Kaf Dağında veya Kıpçak Çölünde, Çin ülkesi
yakınında bulunan boz renkli, ayaksız bir kuşmuş. Yere
inmez, yücelerden uçarmış. Gölgesi her kimin başına
düşerse o hükümdar olurmuş. Bunun için DEVLET
KUŞU, yani mutluluk getiren kuş diye anılır.
İREM(Bağ-ı İrem):
Yemen’de Ad kavmi krallarından ŞEDDÂD’ın
yaptırdığı bir bahçedir. Cennetten daha güzel olmak
iddiası ile yapılan İrem Bağı ve köşkleri Allah’ın
gazâbını çekmiştir. Cebrailin bir haykırışı orayı
içindekilerle beraber mahvetmiştir. Dilimizdeki
Şeddadî Bina (Çok büyük)sözü bu Şeddad’dan
gelmektedir.
İSKENDER :
Edebiyatımızda iki İskender vardır. Biri Kur’an ‘ da
geçen bir Peygamber veya ermiştir. İskender-i
Zülkarneyn diye anılanı Hızırla âb-ı hayat’ ı arayıp
bulamayan Kâbe’de İbrahim Peygamber’le görüşmüş
olan imanlı hükümdardır.
Öbür İskender ise, İran Hükümdarı Dârâ’yı yenmiş olan
Makedonyalı Büyük İskender’dir. Kudret, saltanat,
cihangirlik, haşmet timsalidir.
Ancak;
ŞİİR MAZMUNLARINDA bu iki İskender birbirine
karıştırılmıştır.
AYİNE-İ İSKENDER: Aristo’nun yaptığı söylenen ve
görünmezleri gösteren bir aynadır. İskenderiye’ de bir
tepe üstüne konulan bu ayna, yüz mil açıktaki gemileri
bile gösterirmiş. Bu aynaya akseden güneş ışığı ile
gemiler ateşe verilirmiş. Sonradan çalınıp denize
atılmış.
SED-Dİ İSKENDER: İskender’in Yecüc Mecüc
milletine karşı yaptırdığı bir sed(sur, duvar)dır. Bu
seddin ya ÇİN SEDDİ ya da KAFKAS
SIRADAĞLARI olduğu sanımaktadır.(Kabaklı,
Ahmet; a.g.e, Syf:273)
Evet;
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI da, tarihteki Makedonyalı
Büyük İskender hakkında, tarihi yanılgılara dikkat
çekmekte; bahsi geçen Makedonyalı İskender’in kasten
veya bilmeden Türk Destanları’na sokulduğunu ileri
sürmektedir. Makedonyalı İskender’den çok çok zaman
öncesini taşıyan, Milattan önceki dönemlere dayanan
Türk Destanları(Şu, Bozkurt, Oğuz Kağan)na biraz da
İran milliyetçisi Firdevsi’ nin zorlamaları ile bu
Makedonyalı İskender’in sokulmuş olabileceğini
düşünmekteyiz. Çünkü arada, çok büyük zaman farkı
vardır.
Evet;
ÇİN SEDDİ, bizim MİLLİ EDEBİYATIMIZ olan
GÜLCE için, bir MAZMUN’dur. Çünkü, uzaydan
görünen bu SED, TÜRK AKINCILARININ,
Kürşad’ların korkusundan inşaa edilmiştir. BATI
TÜRKİSTAN ‘ ın ÖZGÜRLÜK DAVASI, Gülce’ nin
de davasıdır. Osman Baturların bayrağının
inmeyeceğini Gülce Çin Seddi mazmunuyla da dile
getirmektedir.
64
İSTİĞNÂ :
Yüce Mevlâ güzelliğinin bir vasfıdır. Mutlak olan bu
güzellik , kulların iltifatına muhtaç olmadığı için onlara
“aldırmaz”. Istiğnâ, dünyanın mal, servet, zevk ve
cefasına aldırmamak, onlardan ötürü sevinip
üzülmemek bakımından bir olgunluk vasfı
sayılmaktadır.(Kabaklı, Ahmet; a.g.e. Syf:274)
KAARUN :
Musa Peygamber’in gösterdiği ilm-i kimya ile çok
zengin olmuş biridir. O kadar ki, hazinelerinin
anahtarlarını ancak 40 kişi taşıyabilirmiş. Buna rağmen
Musa’ nın istediği öşrü(vergiyi) vermeyince Allah’ın
gazabını çekmiş. Musa, O’na ilenince yer, O’nu
çekmeye başlamış . Dizlerine kadar toprağa batmış…
Korkudan öşrü vereceğini söyleyince Musa O’ nu dua
ile kurtarmış. Fakat, Kaarun sözünde durmamış. Bu
sefer beline kadar batmış. Yine vermeyince, once bütün
malları, sonra da kendisi toprağa gömülmüş.
Batı kültüründeki Krezüs’ü adı ve serveti ile hatırlatan
Kaarun, hasis ve pinti zenginlerin timsalidir. O’na
karşılık bir Arap zengini ve şairi olan ve Peygamber
zamanına kadar yaşayan Hâtem (Hâtem-i Tâi)ise hem
büyük zenginlik, hem de cömertlik, hayır, hanedanlık
örneğidir.(Kabaklı, Ahmet; a.g.e., syf:274)
KAKNÛS :
Musikiyi icad ettiğine inanılan bir çeşid yabani masal
kuğusudur. Gagasında 360 delik bulunan bu kuş, yüce
dağlarda, rüzgar estikçe türlü güzel nağmeler
çıkarırmış. Bu güzel sesleri dinlemek için yanına
toplanan kuşları avlayıp yermiş. 1000 yıl ömrü olan
Kaknus, ölüm vakti gelince çalı çırpı toplar, kanadını
şiddetle çırpıp onları tutuşturur ve kendini içine atar
yanarmış. (Kabaklı, Ahmet; a.g.e, Syaf:274)
NERGİS(Narsis) :
Grek mitologyasından doğuya geçen bir mitosa
dayanır. Narsis, bir peri ile bir ırmaktan doğma çok
güzel bir delikanlıdır. Bütün peri ve insan kızları ona
âşıktır, hattâ YANKI adlı bir peri onun derdinden
ölmüş yalnız sesi kalmıştır. Delikanlı, aşkı bilmediği ve
kendi güzelliğinin farkında olmadığı için bu kızların
duygularına cevap vermez. Kızlar O’nu Yaradan’a
şikâyet ederler. Yaradan da Narsis’i şöyle
cezalandırmış :
Delikanlı bir ırmak kıyısından geçerken, suyun
aynasında güzel çehresini görüp, ona âşık olur ve
kucaklamak için nehre atılıp boğulur. Kendi ölür gider
onun yerinde bir ÇİÇEK çıkar.
İşte bu çiçek NERGİS’tir. Tek ve açık bir gözü andıran
bu çiçek, kıyamete kadar hasret içinde kalacak ve
güzellere hayran hayran bakacaktır. Bu yüzden Nergis,
hasretli, hayran ve baygın göze denir. (Kabaklı, Ahmet;
a.g.e, Syf: 274)
PİR-İ MUGAN :
Eski İran dinlerinden olan Zerdüştlük’te Mug (yahut)
Mecusî, ateşe tapanların rahiplerine verilen ünvandır.
Pir-i Mugan ise onların en başı, yaşlısıdır. Divan
şiirinde Tasavvuf terimi olarak veya geniş anlamda:
MÜRŞİD, İNSAN-I KÂMİL, gerçeklerin gönül ve
sevgi yoluyla çözülebileceğini kavramış kimse,
ALLAH AŞKI(ŞARAP)sunucu gibi MAZMUNLAR
için de kullanılır.(Kabaklı, Ahmet, a.g.e; Syf:275)
ŞÂH-I MÂRÂN(Şahmeran):
Yilanlarin padişahı gibi tasarlanan bir masal yaratığıdır.
Başı insan, gövdesi yılan şeklinde imiş. İnsan gibi
konuşur, kendisini sevenlere iyilik de edermiş. Büyük
bir mağara altındaki yeraltı dünyasında, yeşillik,
bahçelik bir alanda, muhteşem sarayı içinde yaşar,
zebercetten taht üstünde otururmuş. (Kabaklı, Ahmet;
ag.e. Syf: 275)
SÜRME :
Sürme, toz, toprak, gubar, ayak turabı gibi kelimeler
Divan şiirinde teşbih unsurlarıdır. Evliya türbelerinin
eşiklerinde veya parmaklıklarında biriken tozlar,
inananların gözlerine sürecek kadar ululadıkları
kavramdır. Bu toprağın göz hastalığına iyi geleceğine
de inanılır. Sevgilinin ayak tozu veya sokağının toprağı
da mecaz yoluyla Sürme’ye benzetilmektedir. (Kabaklı,
Ahmet, a.g.e, Syf: 275)
ŞEB-ÇERAĞ :
Denizde bulunan, geceleri etrafa ışık saçan bir
mücevherdir.Deniz öküzü (Gayb-i bahrî)geceleyin
otlamak için karaya çıkar ve birlikte getirdiği
şebçerağ’ın ışığında otlarmış. Halk dilinde buna
ŞIMŞIRAK TAŞI denmektedir. (Kabaklı, Ahmet, a.g.e,
Syf: 275)
TÛBA :
Cennette olduğu tasarlanan, kökü havada, dal ve
yaprakları ile meyveleri aşağı sarkan bir ağaçtır. Cennet
köşklerini gölgelendirir. Her çiğnenişinde ve her
yutuluşta ayrı bir lezzet alan meyveleri olurmuş.
(Kabaklı, Ahmet, a.g.e, Syf: 275)
TÜRK :
Fars Edebiyatında ve Divan Edebiyatında TÜRK güzel,
çekici, beyaz, aydınlık, sevgili, kırıcı, zalim
anlamlarına gelir. Hind,Habeş, Zanzibar gibi siyahlık
düşündüren MAZMUNLARA karşı, sabah, ışık, beyaz
MAZMUNLARINI meydana getirir. Sevgilinin de
zalimliğine timsal olur. (Kabaklı, Ahmet, a.g.e, Syf:
275)
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI, yeni çağda Türk Milleti’
nin sinesinden doğmuş evrensel bir akımdır. Millî bir
akımdır, ancak, millî olduğu kadar da evrenseldir.
Türk’ün tarihine, kültürüne, diline, bayrağına, birliğine
sevdalılardan oluşan bir edebiyat akımıdır.
SETENAY GUAŞE (Gülce Edebiyat Şairlerince
eklenmiştir.):
Efsanevi destan kadın kahramanı Setenay Guaşe...
Zaten, Setenay ismi günümüzde ’gül’ anlamında
kullanılmaktadır. Nartlar’ın efsanevi kadın kahramanı,
çiçeklerin en güzeli olan gülle eş anlamlı tutulmuştur.
Gül ile Setenay arasındaki ilişki şu şekilde
anlatılmaktadır.
Setenay bir gün sırma işlerken, uzak dağ yamaçlarında
genç oğlu Sawsırkho’nun devlerle savaştığını, devlerin
onu öldürmek için dağdan tekerlekler yuvarladıklarını
ve oğlunun ölümle karşı karşıya olduğunu görür.
Elindeki gergefi bırakarak oğlunu kurtarmaya koşar.
Bahçe çitinden atlarken ayağına beyaz güllerin dikeni
batar. Ayağından akan kanlarla beyaz güller kırmızıya
dönüşürler. O günden bu yana Çerkesler gül anlamında
’Setenay’ ismini kullanırlar. (tıpkı yukarıda ele
aldığımız KIRMIZI GÜL mazmununun öyküsü...)
Setenay Guaşe, Türk-Adıge folklöründe yer alan, milat
öncesinden beri Kafkas halkı arasında dilden dile
dolaşan destan ve söylencelerden olan Nartlar
Destanı’nın kahramanlarından... Hayatını yalnız başına
sürdüren kadın bir bilgedir.
Kendisini görüp, uzaktan âşık olan bir Nart çobanının
aşk ile attığı okun taşa saplanmasıyla döllenen ve dokuz
ay on gün sonra kayadan, akkor halinde, kıvılcımlar
saçan bir demir bebek olarak dünyaya gelen, ateşi
getirdiği söylenen, bir adı da Sosrıko olan oğlu
Savsırıko’yu eteğine katarak su verilmesi ve
çelikleşmesi için Ateş Tanrısı Demirci Lepş’e götürür.
O da onu dizlerinden tutarak suya daldırır; maşanın
altında kalan, suya değemediği için sertleşemeyen
dizlerinin dışında vücudunun her yerini çelikleştirir,
silah işlemez hale getirir.
Savaş ve barışa karar vermek, hasat için yeni usuller
bulmak, Setenay’ın görevlerindendir. Hastalık, kıtlık,
deprem gibi doğal afetlerde toplumun son danışma
mercii Seteney Guaşe’dir. Adiyukh, Yemğazei Gıaşe,
Psıtha Guaşe gibi kadın kahramanlar salt güzellikte
kadın olarak ün salmışlardır. Seteney Guaşe ise tek
başına bir karar ve yargı mercii gibi Nart halkını
etkilemektedir.
Doğan çocukların isim annesidir. Adını verdiği her
çocuğun kulağına üflemek onun toplumsal
görevlerindendir. Kulağına üflemediği çocuk geri
zekâlı olmağa mahkumdur. Seteney bütün bu özellikleri
ile Kuzey Kafkasya sanatında, toplumun isminde,
zevkinde ve düşüncesinde destan çağından bugüne dek
yaşamaktadır. Her çağda güzelliğin, bilgeliğin, aklın,
sağduyunun, erdemin sembolü olagelmiştir.
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI, Anadolu coğrafyası
dışında bulunan TÜRK DEVLET VE
TOPLULUKLARINININ MİLLÎ
KAHRAMANLARI(örnek şeyh ŞAMİL)ile ortak
değerlerini kendi kahramanı ve değeri sayar. Bu
bakımdan da Setenay Guaşe GÜLCE EDEBİYAT
AKIMI’ nın bir MAZMUNU’dur.
DAĞ ,YAYLA, TURNA ve GURBET
Evet;
Gülce Edebiyat Akımı, tıpkı vezinlerde olduğu gibi
MAZMUNLARda da bir ayırdıma gitmez ve birleştirici
özelliğini mazmunlarda da gösterir. Divan edebiyatının
Anka kuşunu kabul ettiği gibi Türk Halk edebiyatının
MAZMUNLARIndan Turna’yı da kabul etmektedir.
Dağ, Yayla,Turna ve Gurbet, Gülce Edebiyat’ın da
kabul ettiği mazmunlardandır.
Dağ konusunda;
“İsa peygamberin havarileriyle Zeytinlik dağında gizli
toplantılarını gerçekleştirmesi, Musa peygamberin Sina
dağında on emri alması, Sevgili Peygamberimiz Hazreti
Muhammed’in hicret esnasında mağara ve Hira Dağı
hep bu kültün izlerini taşır. Zeus’un Olimpos dağı,
Hintliler’in Meru dağı bunlar arasında en fazla
duyulanlarıdır. Bunların diğerlerine nazaran daha fazla
bilinmesi bu dağların bu dinlerin kutsal kitaplarında
dile getirilmiş olmasındandır.”
Evet, dağlar başı dik duruşuyla ve dünyanın dengesini
sağlayışıyla, güneşe, buluta ve göğe yakınlığuyla Halk
Ozanlarımızın ilgisini çekmiş, sevgiliye ulaşmak için
aşılması gereken bir engel olarak görülmüştür. Elâ
gözlü yâr hep dağlar ardındadır. Dağlar, başı sis ve
dumanlıdır hep.
Şimdilerde, Anadolu Dağları, özellikle Doğu ve
Güneydoğu’daki dağlarımız sancılıdır. Acımasız ve
bölücü bir terör örgütünün işgâlindedir. Yahya
Kemal’in “Bizim Dağlar” dediği dağlarımız bu terör
belâsı yüzünden kederlidir.
Kentlerimize yakın olan yaylalarımızı beton bloklarla
doldurup yok ettik. Kentten uzakta bulunan
yaylalarımız halâ güzelliklerini muhafaza etmektedir.
Şimdi, göçler kervanlar şeklinde değil de motorlu
taşıtlarla günübirlik yapıldığından, yaylalarımıza motor
gürültüsü, asvalt yol ve plastik el uzatmış
bulunmaktayız. Yaylalarımız da dağlarımız kadar
elemlidir.
Turnalar, türk Halk şiirinin vaz geçilmez habercileridir.
Posta güvercini gibi olmasa da ozan yüreğini allı veya
telli turnaya taşıtır hep…
( Türk kültüründe kutsal sayılan birçok kuş türü
içerisinde turnanın ayrı ve özel bir yeri bulunmaktadır.
Çünkü, göklerin özgürlük sevdalıları olarak bilinen
turna kuşlarının, Gök Tanrı’yı temsil ettiği varsayılmış
ve ona kutsal bir kimlik yüklenmiştir. Aynı kutsal
kimliğin İslâm tasavvuf geleneği içerisinde de
sürdüğünü görmekteyiz.
Gururlarına düşkün, son derece sade bir hayat tarzını
tercih eden turna kuşları, gökyüzünün engin
maviliklerinde uçarken, her bir kanat vuruşları müziğin
notaları gibi ahenkli, şiirin sözleri gibi armoniktir.
Onların simgesel görüntüleri içerisinde, birçok imgesel
anlam da ortaya çıkmaktadır. Bu imgelerin her birinin
ayrı ayrı çözümlenmesi ile, turnaların Türk kültürü
içerisindeki somut değerleri anlaşılmış olur.
Turnalar kimi zaman coşkunun, kimi zaman hüznün,
bazen de mutluluğun habercisi olmuşlardır. Birçok halk
şiirinde, özellikle halk türkülerinde duyguların
anlatımında turnayı aracı olarak görürüz. Turnanın
türkülerde bu kadar geniş yer almasında, onun Türk
halkı tarafından çok sevilmesi etkili olmuştur.
Türkülerde turna kuşunun çok yaygın olarak
kullanılmasının birçok nedeni bulunmaktadır. Bunların
arasında en önemli yeri, -turnanın göçmen bir kuş
olması, diyar diyar gezmesinden ötürü-, onun haber
getirip götürme görevini üstlenmesi tutmaktadır. Bu
özelliklerinden ötürü turnalar gurbette kalanın, hasret
çekenin, nazlı yârdan ayrı olanın duygularına tercüman
olurlar. Kimi zaman haber götürür, kimi zaman da
haber getirir. Kimi zaman da kendisiyle dertler
paylaşılır.
Geniş bir coğrafyada ve farklı kültürlerde yer edinmiş
olarak karşımıza çıkan turnayı, Türk insanı giyiminde,
kuşamında, halısında, kiliminde, oyasında, eşiğinde,
beşiğinde, velhasıl her eşyasında motif olarak
kullanmıştır.... Turna sürüleri göç ederken genellikle “
^ ” biçiminde uçarlar. Bu onlara has bir uçuş tekniğidir.
Turnalar, çiftler halinde yaşarlar ve tek eşli bir hayat
sürerler. Yuvalarını diğerlerinden ayırırlar. Eğer bir
avcı turnanın birini vurur ya da turna çiftlerinden biri
ölürse, geride kalan turna yaşamaya devam etmez
ölümü seçer ve kendini suya bırakır.)
(Doç.Dr.Gıyasettin AYTAŞ)
Gurbete gelince;
Halk edebiyatımızda gurbet, yârden, anadan, atadan,
sıladan uzakta olmaktır.
Tasavvuf edebiyatımızda gurbet ise, bu dünya olup,
ahiret sıladır, esas olan âlemdir. Müslüman bu geçici –
bu fâni dünyada misafirdir ve er-geç esas âleme
göçecektir.
NETİCE
Divan Edebiyatımız, kendi mazmunları ile çağının en
mükemmel şiirlerini şiir göklerimize nakışlamıştır.
Gülce Edebiyat Akımı, Divan Edebiyatımızın ve Halk
Edebiyatımızın mazmunlarını aynen Kabul ettiği gibi, o
mazmunların arasına kendisinin önerdiği mazmunları
da ekliyerek, şairlerimize daha geniş bir alan
sunmuştur.
Bu çalışmamızda mazmunlara doğru bir yolculuk
yapmaya gayret ettik.
Şüphesiz, ele aldığımız ve rahmetli üstad Ahmet
Kabaklı’ nın TÜRK EDEBİYATI eserinden aktarmaya
çalıştığımız mazmunlar, bir okyanus kadar geniş ve
derin olan Divan edebiyatımızın tüm mazmunlarını
kapsamamaktadır. Gülce Edebiyat için de bu…
Saygılarımızla...
Gülce Edebiyat Akımı
………….
GÜLCE ve HECE
-Gülce, Hece Vezni’ne karşı değildir. Zaten, heceyi
bilmeyen de asla Gülce şiiri yazamaz.
-Gülce, Hece vezninin millî veznimiz olduğuna
inanmaktadır. Millî veznimizi, bütün unsurlarıyla, tarz,
şekil, üslûp, âhenk, kalıp, kafiye, redif vb unsurlarıyla
kabul etmektedir. Bu önkabulden hareketle Gülce, son
dönemde hece şiirinin sadece "koşma" tarzına
kilitlenmesini istememekte, koşma ile birlikte öteki
tarzların da işlenmesi gerektiğini düşünmektedir.Hattâ
Gülce, hece şiirimize sevdasını destanlaştırarak,
bozmadan, kırmadan, yıkmadan, karşı çıkmadan yeni
nefes alanları ile daha da ileri götürmeyi kendisine şiar
edinmiş bir edebiyat akımıdır.
-Gülce, Hece veznimizi edebî sanatlardan yoksun, çağı
kucaklamayan, soğuk, dili ve duygusu yabancı
manzume tiplemesine ışınlayan anlayışa karşıdır.
Şiirine yakışan ve yeten bir sanatı isteyen Gülce, onu
boğmayan ve gereksiz süflî eklenti, sanatsal öğeler ve
imgelerle dokunmayan şiir halısını gökkuşağı âhengi,
Selçuklu halısı renkleriyle dokumak isteyen bir
düşünceye sahiptir. Heceleri meydana getiren her harfin
belirli bir ağırlığı olduğunu ve Türk Dilinin Dünyanın
en zengin ve en saygın dili olduğundan, bu dille
üretilecek şiirlerin de Dünyanın en güzel şiirleri olması
gerektiğini söyleyen bir düşünceye sahiptir. Bu sebeple,
Hece’ mizden asla vaz geçmeyiz. Onunla başka
vezinleri buluşturur, harmanlarız; ama asla onun
bozulmasını istemeyiz.
-Gülce, Dünyadaki çoğu ülke edebiyatlarında "heceye
dayalı" şiir türleri olduğunu ve hecenin "moda" bir
vezin olduğunu ortaya koymuştur. Bu sebeple de, bizim
hecemizle diğer ülkelerin hecelerini mukayese ederek,
hattâ onlardan yeni şekiller ve ölçülerle yeni eserler
üretmesini bilmiş bir edebiyat akımıdır.
-Gülce, Triyolemsi ve Sone’m önerileriyle "batı
edebiyatı" şekillerine, bize ait değişiklikler önererek
Hecemizin batı ile harmanlanmasını; edebiyat akımına
kendi ismini veren "Gülce" şiir türü ile de Japon şiirini
bizim hecemizle buluşturmuştur. Ayrıca,"Yediveren ve
Dönence" şiir türleriyle cinas sanatının gayet mâhirâne
bir şekilde kullanılmasını sağlamıştır. "Buluşma" şiir
türü ile Hece’ mizi serbestle buluştururken, "Gülistan"
ile de hecemizi aruz ile buluşturmuştur. Ve Gülcemiz,
"Yunusça" ve "Tokmak" önerileriyle Hece şiirimizin
kıt’a oluşumunda, yeni, değişik ama kalıp -kafiye-ritm
kurallarını bozmayan bir gelişmeyi ortaya koymuştur.
"Yiğitçe" ile Varsağı’mıza renk kazandıran Gülce,
"Üçgül"üyle üçer mısralık kupleler, "Özge"siyle de
onar mısralık bentler teklif etmiş, en çok tepki toplayan
"Üçgen"iyle de mısra sırası ile hece sayısını eşitlemeye
çalışmıştır. Bütün bunlar ve öteki Gülce çalışmaları,
önerileri, projeleri ve diğer bütün çabaları da
göstermektedir ki, Gülce ve Gülceciler hece
tutkunudurlar ve hece’de muhteşem ve kalıcı bir atılım
yapmak istemektedirler.
-Gülce, geleneksel Halk Edebiyatımızın "zincirbent"ini
"serbest şiirde" neden kullanmayalım deyip, "Serbest
Zincir"i öneren, yine Halk şiirimizdeki mısra başı
kafiyeleri ile mısra sonu kafiyelerinden ve kafiyenin
tarihsel süreç içindeki serüveninden esinlenerek
"Çaprazlama"yı şairlerimize sunmuş ve başarılı
örnekler üretmiştir.
-Gülce, Halk Ozanlarımızı çok seven, Aşıklık
Geleneği’ nin yaşatılması gerektiğine inanan ve halk
ozanlarımızın sosyal güvenceye kavuşturulmasını
savunan yegâne edebiyat akımıdır.-Gülce, halktan
kopuk aydınların edebiyat akımı olmadığından, hece’
nin ve edebiyat tarihinin internetin de getirdiği
imkânlar ve kolaylıkla bir "çöplük"e dönüştürülmesini
istememektedir. Bu sebeple, her yıl yeni ve köklü
konuları kapsayan projeler önermekte ve bu projelerle
gelecek zamanları kucaklamak istemektedir. Bu
projelerde millî, dinî ve evrensel konularla birlik ve
beraberlik anlayışımız, bayrak-vatan sevgimiz ile milli
veznimiz hece’miz esas noktamızı teşkil etmektedir.
-Gülce, özellikle batı ve arap dil emperyalizminin
etkisinde kalanların birlikteliği olmadığından, ana
dilimiz Türkçe’ nin hayranı ve tutkunu şairlerden
HARUN YİGİT
78
meydana geldiğinden;hece’mizin başarılı mâzisinden
hız ve ilham almaktan mutluluk duymaktadır.
Saygılarımızla...
Gülce Edebiyat Akımı
GÜLCE ve ARUZ
-Gülce, Aruz Vezni’ne karşı değildir. Zaten, aruzu
bilmeyen Gülce’ye ait bazı şiir türlerini yazamaz.
-Gülce, Aruz vezninin tarihimizdeki Divan
Edebiyatı’nın bize kazandırdığı, "kökleri arap ve fars
edebiyatına dayalı" bir vezin olduğuna inanmaktadır.
-Aruz veznini, bütün unsurlarıyla, tarz, şekil, üslûp,
âhenk, kalıp, aruz kusurları, Divan edebiyatı
mazmunları, şiir türleri vb unsurlarıyla kabul
etmektedir. Bu önkabulden hareketle Gülce, son
dönemde aruz şiirinin "korkulan-öcü" tanımıyla
anılmasını istememekte, millî veznimiz hece ile birlikte
işlenmesi gerektiğini düşünmektedir.Gülce, aruz’ u ,
bozmadan, kırmadan, yıkmadan, karşı çıkmadan yeni
nefes alanları ile daha da ileri götürmeyi kendisine ilke
edinmiş bir edebiyat akımıdır.
-Aruzu bir Türk Aruzu olarak görmek isteyen Gülce, bu
vezin ile yeni şekiller, yeni tarz ve söylemler
önermektedir.
-Gülce, Aruz veznini arap ve fars kültürünün bozuk
taklidi için bir vasıta olarak görmemekte ve aruz
şiirinin soğuk, dili ve duygusu yabancı manzume
tiplemesine ışınlayan anlayışa da karşıdır.
-Gülce, Aruz’u İbrahim Alâattin GÖVSA’ nın metodu
ile "Failâtün" simgesinden ayırarak, sesin açık-kapalılık
ağırlığından vaz geçmeden "sevmek" fiiline getiren bir
edebiyat akımıdır.
-Üstad İbrahim Alâettin GÖVSA’nın metodundan
hareket ederek GÜLCE ARUZ’un TEMELLERİ
ŞUNLARDIR: 1-fa’ûlün (fe’ûlin) (.) (-) (-) -SE-VERDİM
2-fâ’ilün,fâ’ilât(-) (.) (-) -SEV-ME-DİM
3-mefâ’ilün(.) (-) (.) (-) -SE-VER-Mİ-SİN
4-fâ’ilâtün(-) (.) (-) (-) -SEV-Dİ-ĞİM-SİN
5-müstef’ilün (-) (-) (.) (-) -SEV-DİR-Dİ-ĞİM
6-mef’ûlâtü(-) (-) (-) (.) -SEV-DİR-DİK-CE
7-müfâ’aletün (.) (-) (.) (.) (-) -SE-VER-Gİ-Bİ-SİN
8-mütefâ’ilün(.) (.) (-) (.) (-) -SE-VE-CEK-Mİ-SİN
Bu ana parçaların hece düzenlerinden birtakım değişik
parçalar daha doğmuştur. Bunlar da şöyle gösterilebilir:
1-fa’, fâ(-) -SEV
2-fa’ûl(fe’ûl) (.) (-) -SE-VER
3-fa’lün, fâ’il(-) (-) -SEV-DİM
4-fa’ûlün(fe’ûlün) (mefâ’il) (.) (-) (-) -SE-VER-DİM
5-fe’ilün,fe’ilât(.) (.) (-) -SE-VE-CEK
6-fâ’ilün, fâ’ilât(-) (.) (-) -SEV-Dİ-ĞİM
7-mef’ûlü(-) (-) (.) -SEV-DİK-CE
8-mef’ ûlün, mef’ ûlât(-) (-) (-) -SEV-MEZ-LER
9-fe’ilâtün(.) (.) (-) (-) -SE-VE-CEK-KEN
10-mefâ’ilün(.) (-) (.) (-) -SE-VER-Mİ-SİN
11-mefâ’ îlün(.) (-) (-) (-) -SE-VER-LER-KEN
12-mefâ’ îlü(.) (-) (-) (.) -SE-VER-LER-Dİ
13-fe’ ilâtü(.) (.) (-) (.) -SE-VE-CEK-Tİ
14-fâ’ilâtün(-) (.) (-) (-) -SEV-Dİ-ĞİM-SİN
15-müstef’ilün(-) (-) (.) (-) -SEV-DİR-Dİ-ĞİM
16-müfte’ilün(-) (.) (.) (-) -SEV-Dİ-Ğİ-MİN
17-fâ’ilâtü(-) (.) (-) (.) -SEV-Dİ-ĞİM-Dİ
18-mef’ ûlâtü(-) (-) (-) (.) -SEV-DİR-DİK-ÇE
19-mütefâ’ilün(.) (.) (-) (.) (-) -SE-VE-CEK-Mİ-SİN
20-mütefâ’ aletün(.) (-) (.) (.) (-) -SE-VER-Gİ-Bİ-SİN
21-müstef’ilâtün(-) (-) (.) (-) (-) -SEV-DİR-Dİ-ĞİMSİN
-Gülce, "Tuğra" sı ile, tek dörtlükten meydana gelen
"rübai" nin değişik kalıplarıyla yazılabilen hece-aruz
tadını getirirken, "Gülistan" ile de hece ve aruzu bir şiir
bünyesinde buluşturmuştur. Hece esasına dayalı "Özge"
yi aruz’a da açarak "Özgecan" diyen; "Üçgül"ünün
üçlük mısra yapılanmasını aruz ile yaparak "üçtuğ"
diyen Gülce Edebiyat Akımı, aruz vezninin
unutulmasını istememekte ve yaşatılması için gereken
her şeyi yapmak istemektedir.
Saygılarımızla...
Gülce Edebiyat Akımı
BEŞ HECECİLER ve GÜLCE
Beş Hececiler;
Faruk Nafiz Çamlıbel, Yusuf Ziya Ortaç,Enis Behiç
Koryürek, Halit Fahri Ozansoy ve Orhan Seyfi
Orhon’dan meydana gelen bir edebî topluluktur.
Memleket sevgisi, yurt güzellikleri, kahramanlık ve
yiğitlik gibi temel konuları bulunan beş hececiler, şiire
aruzla başlamışlar, hece ile devam etmişler ve hecede
başarılı olmuşlardır.
-Anadolu ve Anadolu insanını, vasat insan tipini şiire
sokarak, süsten uzak, sade ve özentisiz bir yol
izlemişlerdir.
-Geleneksel Aşık edebiyatımızın KOŞMA türünden
çok, başka hece tarzlarını da denediler. Hece vezni ile
serbest müstezat yazmayı bile denediler.
-Mısra kümelerinde dörtlük esasına bağlı kalmadılar
yeni yeni biçimler de aradılar. Bazen de bir nesir
cümlesini, nesirdeki söz dizimini şiire aktarmışlardır.
BEŞ HECECİLER ve GÜLCE MUKAYESESİ
BEŞ HECECİLER:Aruzu bırakıp Hece’ ye
yönelmişlerdir.
GÜLCE: Aruz da, Hece de, Serbest de bizim diyen bir
anlayışla vezin meselesine yaklaşmış, her üçünü hem
ayrı ayrı, hem de bir arada bir şiir bünyesinde rahatlıkla
değerlendirmektedir. Vezin, kalıp, ölçü; bunlar birer
vasıtadır. Vasıta(araç) lar, amaç olmamalı, ancak, yeni
nefes alanları için, şiirin yükselişi için de yeni gövde ve
şekiller de denenmelidir.
*
BEŞ HECECİLER:Anadolu’yu ve vasat insan tipini
şiire soktular.
GÜLCE:Anadolu sevdalısı olan şairlerin bir araya
geldiği bir edebi anlayış olan GÜLCE, Anadolu
insanını vasat, üstün, elit vb olarak asla ayırmayan; bu
yurt, bu bayrak benimdir diyen herkesi, mesleği,
mevkisi, işi ne olursa olsun; sarıp sarmalayan ve onun
derdini, neşesini, özlemini, duygu ve düşüncelerini, düş
ve hayallerini nakış nakış işleyen bir anlayışa sahiptir.
*
BEŞ HECECİLER: Memleket sevgisi, yurt güzellikleri,
kahramanlık ve yiğitlik, işledikleri başlıca konulardır.
GÜLCE: Memleket sevgisi, yurt güzellikleri,
kahramanlık ve yiğitlik dahil olmak üzere, Türk Halk
Edebiyatı, Divan Edebiyatı ve Milli Edebiyat’ın
konuları arasında ayırım gözetmeden benimseyen, yeni,
çağın sancılı konularını da şiire konu eden bir anlayışa
sahiptir. Ayrıca, felsefi, tasavvufi ve romantik konulara
da şiirin konusu ve akışına göre Gülce gereken önemi
gösterir. Sevgi temelinden hareket eden ve bu temeli
ihmal etmeyen bir tutumla, ışığa, birliğe ve anlaşılır
olmaya yürür. Edebî sanatları nakışlarken bile mutlaka
anlaşılır olmayı düşünür. Gülce, anlamsızlığa karşıdır.
*
BEŞ HECECİLER: Şiirlerinde temiz duru bir Türkçe
kullanmıştır.
GÜLCE: Şiirde arı-duru-anlaşılır bir dil… Güzel
dilimiz Türkçe… Vaz geçilmezlerimizden… Şiir,
evrensel bir sanattır. Bu sanat, Anadolu insanının
dünyaya hitap ettiği ortak dili olan Türkçe ile
yükselmelidir. Mahalli şiveler bizim zenginliğimizdir.
Anadolu insanı yerelde kendi şivesini kullanır ama
dünyaya hitap ederken dünya dilleri arasında önemli bir
yere sahip olan Türkçe ile hitap eder. Şiir de mahalli
şivenin kullanılmasına karşı değiliz, ancak, şiirin
yerelden evrenselliğe akışında bu yerellik bir engel
teşkil etmemeli.
*
BEŞ HECECİLER: Yeni arayış ve tarzlar yanında bazı
şiirlerinde halk şiirinin şekillerini de kullanmıştır.
GÜLCE: Arayışa evet… Ancak köksüzlüğe,
temelsizliğe hayır… Özden ve dünya şiirinin
bulunduğu noktada bize uyan şekil ve tarzlara da
sırtımızı dönmeden yeniden yeni olmak. Maziyi inkâr
etmeden, bozmadan, ondan istifade ederek, yeni
ufuklara yol almak. Elbette ki Halk şiiri-Aşık
Edebiyatımız bizim için vazgeçilmez bir
kaynağımızdır. Ondan asla vaz geçemeyiz. Fakat, yeni
ufuklara ve tarzlara da yelken açmalıyız.
Fecr-i Ati Edebiyatının Özellikleri:
-20 Mart 1909’da Hilal Matbaası’nda toplanan
Şahabettin Süleyman, Yakup Kadri, Refik Halit, Cemil
Süleyman, Köprülüzade Mehmet Fuat, Tahsin Nahit,
Emin Bülent, Ali Süha, Faik Ali ve Müfit Ratib gibi
yeni bir hareket başlatmayı planlar. Ahmet Haşim de bu
harekete katılır. Böylece Fecr-i Ati Encümen-i Edebisi
Beyannamesi, 24 Şubat 1910’da yayımlanır. Fecr-i Ati
edebiyatı, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Servet-i
Fünûn dergisinde yayımlanan bir bildiriyle başlar.
--------------------
FECR-İ ATİ :Edebiyatımızda ilk edebi bildiriyi
(beyannameyi) yayımlayan topluluktur. Edebiyatımızda
ilk edebî topluluktur.
GÜLCE: 1990 sonrası şiir arayışlarında önce, internet
ortamında yeni şiir türleri önerip(15.01.2006), ardından
edebî bir topluluk haline gelerek(13.09.2008) kendisine
AKIM adını veren bir harekettir.
Ve Gülceciler, kendileri ile diğer akımların ve
anlayışların farkını ortaya koymuşlar, yayınladıkları
"manifesto" ile de Atatürk’ün "Gençliğe Hitabesi" ni
çağına ve gelecek çağlara karşı sorumlu olan, dil
mimarları edebiyatçılara-şairlere "hitabet-manifesto"
halinde sunup yayınlayan bir edebiyat(şairler)
topluluğudur.
FECR-İ ATİ : Servet-i Fünûn edebiyatına tepki
olarak doğmuştur.
GÜLCE : İnternet çağının şiir dünyamızı toz duman
içine soktuğu bir ortamda, aydınlık bir duruluğa ve yeni
bir edebî akıma olan ihtiyaç sebebiyle; millî ve dinî
konularda duyarlı, has şiire hasret şairlerin bir araya
geldiği ve serbest şiiri yapaylıktan, hece şiirini
kopyacılıktan, aruzu da unutulmuşluktan kurtararak,
yeni şeyler söylemek için ortaya çıkmıştır. Kendisinden
önce veya sonra çıkmış ve çıkacak her edebî akım ve
topluluğa saygılı olduğunu ve onlarla kardeş olacağını
kabul etmiş bir topluluktur.
FECR-İ ATİ: “Sanat şahsi ve muhteremdir.” (Sanat
kişisel ve saygıya değerdir) görüşüne bağlıdırlar.
GÜLCE : Sanat kişisel olmanın yanı sıra, millî ve
evrenseldir. O nedenle, sanatçının omuzlarında gökler
dolusu bir sorumluluk vardır.
FECR-İ ATİ :“Edebiyat ciddi ve önemli bir iştir, bunun
halka anlatılması lâzımdır.” görüşüne sahiptirler.
GÜLCE : Edebiyat ciddi bir iştir. Türk edebiyatı
hususiyetle de Türk şiiri, dünyada hak ettiği yere
ulaşmalıdır.
FECR-İ ATİ : Batıdaki benzerleri gibi dil, edebiyat ve
sanatın gelişmesine, ilerlemesine hizmet etmek;
gençleri bir araya getirmek; seviyeli fikir
münakaşalarıyla halkı aydınlatmak; değerli ve önemli
yabancı eserleri Türkçeye kazandırmak; Batıdaki
benzer topluluklarla temas kurmak, böylece Türk
edebiyatını Batı edebiyatına yaklaştırmak, Batı
edebiyatını Türk edebiyatına tanıtmak amacındadırlar.
GÜLCE : Günümüz genç şairleri, Türk Şiir ve
kültürünün temel köklerinden tamamen uzaktadırlar.
Genç nesli, öncelikle kendi kültür köklerimizle
buluşturacağız. Edebiyat tarihinin raflarında
tozlanmaya terkedilmiş, kendisine uzanacak araştırmacı
şair elleri bekleyen köklerimizi güzelim dilimiz ile ve
kendi önerdiğimiz şiir türleri ile yeniden işleyeceğiz.
Batı, doğu veya dünyanın bir başka köşesindeki şiir tür
ve edebî gelişmeleri de sıkı takip edeceğiz.
Maksadımız, diğer ülkeler edebiyatını buraya çekmek
değil, onlara Türk edebiyatını kendi tür ve
anlayışımızla ve gerekirse onların tekniği ile onlara da
anlatmaktır.
FECR-İ ATİ : Servet-i Fünûn’a bir tepki olarak ortaya
çıkmasına rağmen, şiir sahasında bu edebiyatın
özelliklerini sürdürürler. Şiirlerinde işledikleri başlıca
temalar tabiat ve aşktır. Tabiat tasvirleri gerçekten uzak
ve subjektiftir. Dil bakımından Servet-i Fünûn’un
devamıdır. Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalarla
dolu, günlük dilden uzak ve kapalı bir şiir dili
oluşturmuşlardır.
GÜLCE : Tabiat ve aşkın yanı sıra, şiire konu
olamayacak hiç bir şey olamaz, ancak, edebiyatın
edepten kaynaklandığı ilkesinden vaz geçmeden. Tasvir
ve anlatım, uzak veya yakın, gerçek veya hayâli, içten
veya dıştan; nasıl ve ne şekilde olursa olsun, şairin
özgürlüğü kapsama alanındadır. Dil, anlaşılır ve
yaşayan Türkçe olmalıdır.
FECR-İ ATİ :Aruz veznini kullanarak serbest müstezat
türünü daha da geliştirmişlerdir. Fecr-i Aticiler tiyatro
ile yakından ilgilenmişlerdir. Şiirde özellikle
Sembolizmin etkisi söz konusudur. Hikâyede
Maupassant, tiyatroda ise Henrich Ibsen örnek alınır.
GÜLCE : Aruzu heceyle, aruzu aruzla buluşturan bir
anlayıştır.Aruz’da İbrahim Alâattin Gövsa’ nın
geleneksel aruz kalıpların yerine "SEVMEK" fiiliyle
oluşturduğu kalıpları "gülce aruz" başlığı ile
sunmaktadır. Aruz da Mehmet Akif Ersoy, Yahya
Kemal; Hece de Faruk Nafiz Çamlıbel, Necip fazıl
Kısakürek, serbest de Arif Nihat Asya; destan şiirinde
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu örnek alınmıştır.
FECR-İ ATİ : Belli bir sanat anlayışında, belli değer
ölçüleri etrafında birleşmeyi değil, ferdi hürriyeti ve
bunun sonucu olarak da çeşitliliği savundukları için
kısa sürede dağılmışlardır. Dağılmalarında özellikle
Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp’in çıkardıkları Genç
Kalemler dergisi etkilidir. Yani Milli Edebiyat
hareketinin başlaması Fecr-i Ati’yi bitirir(1912). Fecr-i
Ati, Edebiyat-ı Cedide ile Milli Edebiyat arasında bir
köprü görevi görür. Fecr-i Ati’nin en önemli temsilcisi
Ahmet Haşim’dir.
GÜLCE : Önermiş olduğu 19 değişik şiir türü üzerinde
çalışmalarını sürdürmektedir. Hece, Aruz ve Serbest’e
karşı duruş sergilemedikleri, aksine, onları bulundukları
noktadan daha ileriye götürmek istedikleri için, her üç
vezne dayalı dergi ve yayınlarla barışık bir akımdır
Gülce. Akım olarak "kalıcı olup olmayacaklarına dair
kararı"n da "Edebiyat tarihi ve de Türk milleti
tarafından verileceğine" inanmaktadırlar.
……
NEYZEN TEVFİK ve AŞK Derler ki;
Gün olmuş, nasıl olmuşsa olmuş, Neyzen Tevfik,
İstanbul gençlerinin arasına düşmüş. Gençler bir halka
teşkil eder şekilde oturmuşlar ve birbirleriyle
şakalaşmaktalar.
Maksatları Neyzen´i konuşturmak ve bu ünlü şairin
başından geçmiş aşk öyküsü varsa onu öğrenmek.
Halkanın en başındaki delikanlı:
-´Arkadaşlar, bugün herkes başından geçen bir aşk
öyküsünü anlatacak. Hiç saklamak ve saklanmak yok.
Bugün itiraf günüdür. Ona göre! Şimdi ilk olarak ben
anlatıyorum, hem de ilk aşk öykümü. Sırayla
anlatacağız! Tamam mı? ´
Demiş.
Başlamış, başından geçen ilk aşkı anlatmaya...
Sonra, sıra ile diğer gençler de başlarından geçen aşk
öykülerini anlatmaya başlamışlar. On-onbeş genç
öyküsünü anlatmış.
Sıra Neyzen´e gelmiş.
Herkes pürdikkat tabii...
Neyzen, halkada bulunan gençleri şöyle bir süzdükten
sonra;
-´Geçmedi! ´ demiş.
Bunun üzerine, halkanın başında konuyu açan genç;
-´Herkes başından geçen aşk öyküsünü anlatacak, ona
göre! ´ Demiş.
Neyzen tekrarlamış:
-´Geçmedi! ´
Halkadan öyküsünü anlatan bir genç;
-´Geçmedi ha? ! Hem adın Neyzen olacak, hem de bu
yaşta olacaksın, başından bir aşk öyküsü geçmeyecek.
Amca, bırak allasen! Hele anlat! Kim bilir, bu yaşa
gelinceye kadar senin başından kaç aşk öyküsü
geçmiştir. Anlat da dinleyelim! ´
Neyzen;
-´Evlâdım size geçmedi dedim. Anlamadınız galiba.
Geçmedi. Geçmedi işte! ´
Bir başka delikanlı;
-´Nasıl geçmedi? Nasıl geçmez? ´ Diye seslenmiş.
Neyzen;
-´Evlâtlarım anlattıklarınıza göre sizlerin başından gelip
geçmiş. Hem de bir kaç tane birden öyle değil mi? ´
Halkada ki gencin biri;
-´OOO Neyzen amca, mesela benden, dur bakiimm,
galiba 5 tane geçti´
Bir başkası;
-´Benden 8 tane aşk geçti.´ Deyince Neyzen;
-´Evet, sizlerin başından gelip geçmiş. Hem de çok
sayıda. Ama, benim başıma bir girdi, pir girdi, BUNCA
YIL GEÇTİ DE O AŞK GEÇMEDİ, yaktı, yıktı, kül
eyledi de Neyzen´ini, geçmedi işte! ´
Devam etmiş;
-´Aşk, sonsuzluktur. Aşk erimek, yok oluştur. Aşk
yanmaktır. Ney olup inlemektir! Ney´in inleyişi hep
aşktandır gençler.´
***
Evet;
(...ŞİİRE OLAN AŞKIMIZ 43 YILDIR DEVAM
ETMEKTE, SON NEFESE KADAR DA DEVAM
EDECEK İNŞALLAH... GÜLCE EDEBİYAT
AKIMI,ŞİİRİ CİDDİYE ALANLARIN-KARA
SEVDA-AŞK TUTKUSU İLE ONA BAĞLI
OLANLARIN AKIMIDIR...)
………………
GÜLCE ve SERBEST ŞİİR
-Gülce, Serbest Şiire karşı değildir. Zaten, Serbest şiiri
iyi bilmeyen Gülce’ye ait bazı şiir türlerini yazamaz.
-Gülce, Serbest şiiri kuralsızlığın, argonun, küfrün ve
halktan kopukluğun bir aracı olarak görmek
istememektedir.
-Gülce, Serbest Şiiri, "serbest vezin" olarak
değerlendirmek istemektedir. Yani, "kurallı serbest"
denilebilecek bir anlayış...
-Gülce, Serbest Şiiri, bir nesir paragrafının makasla rast
gelesiye kesilerek, kelimelerinin alt alta veya üst üste
yığılması olarak ele alan anlayışa karşıdır.
-Gülce, Serbest Şiirin, serbestliğini; bir ırmağın
yatağında akışına, denize kavuşması anındaki
çağlayışına ve deltalar yapmasına benzetmektedir. Bu
sebeple, vezinlerin ve kuralların sadece "has şiir"in
kanat kanat yükselişinde birer vasıta olduğunun
bilinciyle, serbestin ahenkli serbestliğinden istifade ile
şiirinin geometrisine ritm, lirizm ve dinamizm
kazandırmayı düşünen bir edebiyat hareketidir.
-Gülce, "akrostiş"i mısra başından mısra içine kurallı
taşıyıp "akrostik" adı vererek yeniliğe koşan;
geleneksel Aşık Edebiyatımızın "zincirbent"ini serbest
şiire getirerek "serbest Zincir"i öneren yeni çağın yeni
edebiyat hareketidir.
-Gülce, "buluşma" türü şiiri ile, hece vezniyle serbesti
bir şiir bünyesinde buluşturmuş, bizim olan her iki
şekilsel unsuru harmanlamış ve yeniden yeni bir şiir
bakışı getirmiştir.
-Gülce, hece ve aruzu bilen bir şairin daha başarılı
Serbest Şiir kaleme alabileceğine inanmaktadır. Zira,
serbest şiirden beklenen iç âhenk, ritm, üslûp, armoni
gibi unsurların hece ve aruzdan istifade ile daha başarılı
bir şekilde gerçekleşeceğine inanmaktadır.
-Gülce, Serbest Şiirin "nesir" den ayrı, kendine has bir
"şiir dili" olduğunu kabul etmektedir. Şiir dili,
çoğunlukla şairin dilidir ve mısraların rengidir. Şiiri
geleceğe aktaran da şiirin dilidir.
-Anlaşılır, arı, duru ve yalın dili; imge ve öteki sanatları
yakışan ve yeten miktarda olan, bir serbest şiir
bakışımız vardır. Bu bakışımızla sevgi-dostluk-birlikberaberlik-hoşgörü bayrağını dalgalandırmak
istemekteyiz.
-Şiiri "kelimelerle resim yapmaktır" diye tarifleyen
anlayışla resim sanatını analiz ederek, Serbest Şiirin
kollarında, Dünya Şiiriyle kucaklaşmaya, şiir
96
zeminlerinde görüşmeye, fikir alış verişinde bulunmaya
bir vesile olarak düşünmekteyiz.
-Ayrıca; bizim serbest şiirimizin evrensel bir bakış
taşıdığını ve Dünyanın en önemli şiiri olduğunu gayet
iyi bilmekteyiz. Serbesti kelime israfının, her dakika
şiir yumurtlamanın bir gerekçesi olarak görmüyoruz.
Aksine, Serbest Şiiri ciddiye almaktayız ve büyük bir
önem atfetmekteyiz.
-Vezin bir araçtır. Amaç şiirdir. Başarılı Serbest Şiir,
kendi veznini kendisi doğuran şiirdir. Aslında, serbest
şiir, kolay bir şiir değildir. Şair, her serbest şiirde
sadece o şiire ait bir vezni, şiiriyle beraber ortaya
koymak durumundadır. Gülce, serbest - hece-aruz
arasında "Birlik" i esas alan, vezinler arası kavgaya
"son" diyen bir edebî akımdır.
Saygılarımızla...
Gülce Edebiyat Akımı
Gülce ve Ozanlık Geleneği
-Gülce, çoğunluğu Ozanlık Geleneği’ne bağlı ve hece
ile yazan şairler tarafından kurulmuş, geliştirilmiş pırıl
pırıl bir edebiyat akımıdır.
-Gülce, ozanlık geleneğinin yaşatılmasını ve canlı-diri
tutulmasını; ozanlarımıza sahip çıkılmasını ve onların
ekonomik ve sosyal olarak devlet-halk ve sivil toplum
kuruluşlarınca desteklenmesini arzu etmektedir.
Özellikle Hece şiirimiz ve "usta-çırak" ilişkisi ile
"atışma geleneği"ni kendisine rehber olarak almış bir
edebiyat akımıdır.
-Gülce, çağımızın Karacoğlan’ı, Köroğlu’su,
Dadaloğlu’su, Yunus Emre’si, Pir Sultanı, Seyranî’ si
çıksın diyen bir şairler topluluğudur.
-Gülce Edebiyat Akımı’ nın öncülerinden bazılarının
isimleri ve mahlasları şöyledir :
-Mustafa CEYLAN(Ozan Ceylanî)
-Harun YİĞİT(Ozan Kâmilî)
-Osman ÖCAL(Ozan Vuslatî)
-Refika DOĞAN
-Yusuf BOZAN
-Ekrem YALBUZ(Ozan Cinasî)
-İhsan ERTEM(Ozan Talibî)
-Gültekin TOGA(Ozan Sentezî)
Evet, sadece bu isimler-mahlaslar bile, Gülce Edebiyat
Akımı’ nın mahiyetini göstermeye yetmektedir.
-Gülce akımı mensupları, atışma tarzında ve muamma
türünde oldukça başarılıdırlar. Saz çalmayanlar da,
bilgisayar klavyesini adeta bir saz gibi kullanmakta;
anında atışma yapabilmektedir.
-Gülce mensubu şairlerin şiirlerinin çoğunun bazı
bestekârlar tarafından Türk Halk Müziği ve Türk Sanat
Müziği eseri olarak kolayca bestelenmiş olmasının
temelinde, bu ozanlık geleneği tutkusu bulunmaktadır
diyebiliriz.
Saygılarımızla...
Gülce Edebiyat Akımı
…………………….
KUTADGU BİLİG ve GÜLCE
İsmail Habib, 1941 yılında İstanbul Güven
Basımevi'nde basılıp yayınlanan kitabının Beşinci
Kısım "İslâm medeniyetinde yaratıcılık ve Türkün
Rolü"nü ele aldığı bölümde(Sayfa: 304) "Kutadgu
Bilig" den bahseder ki biz çok kısa olarak, başlıklar
halinde özetleyelim :
Kutadgu Bilig;
"73 fasıl ve 6500 beyit,
Yazılış tarihi:1069
Yazarı:Yusuf Has Hacib
Eserin Vezni: Aruz
Eserin kalıbı : Feûlün-feulün-feulün-feul
Eserin Dili: Türkçe
Eserde Arapça: 6500 beyitlik eserde ancak 100 adet
Arapça kelime var ki, çoğunluğu konuşulan dilde.
Nazım Şekli :Mesnevi
Ancak, kitabın 173 yerinde aruzla yazılmış Mesnevi
türü beyitler arasında mani türü hece ile yazılmış
DÖRTLÜKLER bulunmaktadır."
*
Mesnevi;
"Sözlük anlamı "ikişer ikişer, ikili" demektir. Her
beytin dizeleri kendi aralarında uyaklı, aruz bahirlerinin
kısa kalıplarıyla yazılan uzun bir nazım biçimine denir.
Bu yolda yazılmış yapıtlara da mesnevi adı verilir. Özel
olarak, Mevlâna Celalettin Rumî'nin 25.700 beyit olan
ve 6 cilt tutan ünlü tasavvufî yapıtı da bu adla anılır.
Mesnevi, nazım biçimi olarak İran edebiyatının malıdır.
Arap ve Türk edebiyatına İranlılardan geçmiştir.
Araplar mesneviye, iki dize birbiriyle uyaklı olarak
birleştiği için müzdevice adını verirler.
Divan şiirinde anlam ve kavramlar bir beyitte
tamamlandığı için, şair her beyitte iki uyak bulmak
zorunda olduğundan, mesnevi, en kolay nazım biçimi
sayılır. Bu nedenle kısa konularda nazım biçimi olarak
fazla ilgi gösterilmemiştir. "(Cem Dilçin, Türk Şiir
Bilgisi, Ankara, 2004, Shf: 167)
*
Şimdi evet şimdi bu kısa özet, aydınlatıcı bilgiden
sonra, Gülce ve Gülce Edebiyat Akımı' nın önerdiği
"VEZİNLER ARASI BARIŞ projesi" ile GÜLİSTAN
adını verdiği ARUZ HECE BİRLİKTELİĞİ konusuna
gelmeliyiz.
Nasıl ki, BULUŞMA adını verdiğimiz şiir türünde, bir
şiir bünyesinde HECE ve SERBEST'i buluşturdu isek,
GÜLİSTAN adını verdiğimiz şiir türünde de ARUZ ve
HECE'yi buluşturmaya gayret etmiştik.
Hareket noktalarımızdan birisi Faruk Nafiz
ÇAMLIBEL'in "HAN DUVARLARI" şiiriydi.
Beyitler-ikili-arasına, "Maraşlı Şeyhoğlu Satılmışım
ben" diye söze başlayan halk ozanımızın "koşma"sı
gayet mahirane bir şekilde buluşturulmuştu ve biz o
birliktelikten hız ve ilham alarak adına GÜLİSTAN
demiştik...
Evet GÜLİSTAN...
Gül bahçesi...
Bizim olan bu güzelim coğrafyaya, bu kutlu topraklara
"göçler sırasında" kuşaklarımıza sararak getirdiğimiz
binbir çeşit tohumu avuç avuç saçmış, Anadolu
coğrafyasını Türk'ün vatanı yapmış idik. Bu güzel Türk
vatanında goncalaşmış binbir çeşit güllerden meydana
gelen nice gülizarlar, gülistanlar, gülşenler hasılı gül
bahçeleri yetiştirmiştik. O dünyanın en güzel gülleri
neyse, içimizin balkonlarında çiçek açtırdğımız duygu
gülleri de aynıydı bizim için. Bizim olan iki değerdi
HECE ve ARUZ. Asırlarca, bu iki şiir merdiveniyle
şairlerimiz şiirlerini zirvelere çıkarmaya çalışmışlardı.
Bizim olan bu değerleri birbirleriyle kavgalı halde
tutamazdık. Yeniden dirilişin çiğdemi olarak, bizim
olan değerleri şiirin bayram sabahında el ele verdirerek
yeni nefes alanları ortaya koymalıydık. Öyle de yaptık.
Aruzdan oluşan beyitler arasına hecenin dörtlükleriyle
bir nakışlama ki, önerdiğimiz tür ile muhteşem şiir
mimarileri ortaya konulabilir, konulmalıdır da...
*
İsmail Habib, eserinde özellikle ve öncelikle Yunan'dan
başlayarak Batı edebiyatına objektifini yönlendirmişti.
Ardından İslâm ve Türk Dünyası Edebiyatları tabii ki...
Bundan 1010 yıl evvel aruz ve hece, Türk Dünaymızın
en önemli eserlerinden birisi olan KUTADGU
BİLİG'de bir araya gelerek şiir dünyasının
kalbine "VEZİNLER ARASI BARIŞ PROJESİ"
nakışlanmıştı.
Gülce Edebiyat Akımı, "biz kökü mazide olan atiyiz
derken, köklerimiz, temelimiz şiir tarihimizin sinesinde,
derinlerdedir" derken işte bunu demekteydi...
Aruz'la yazılmış 6500 beyitlik eserin 173 yerinde
hecenin gizemi saklanmıştı.
Şu halde, Kutadgu Bilig, başlıbaşına bir GÜLCEGÜLİSTAN türü bir eserdir diyebiliriz. Aruz hece
birlikteliğini sağlamış dev bir eser...
*
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI, Türk şiir tarihinin
temellerine saygılıdır ve bütün gücünü o temellerden
almaktadır. Kutadgu Bilig dahil, Türk Kültür ve
Sanatının en mükemmel - temel eserleri Gülce' nin baş
tacı olmuş eserlerdir. GÜLCE' nin bütün çabası da,
yürütmekte olduğu projelerle de amacı, bu temeli genç
neslin gönlünde kurabilmek, gelecek nesillere ufku
açık, karanlık ve karamsarlıktan kurtulmuş, internetin
olumsuz yanını değil de faydalı yönünden hareket
edenlerle yeni hedefler sunabilmektir. Yoksa,
yenilikten maksad, Gülce'de asla köksüzlük değildir.
Akisne kökleri daha derinlere uzatabilmektir
*
Saygılarımızla...
Gülce Edebiyat Akımı
30/31.01.2013
Antalya
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI KURUCULAR BEYANI
Ön tarafta yazılı bulunan "GÜLCE EDEBİYAT
AKIMI BİLDİRGE ve KURUCULAR BEYANI"
isimli beyanın
ve yazının tarafımızdan yazıldığını ve tüm haklarının
beyanda isimleri yazılı bizlere(şahıslara)ait olduğunu
kabul ve beyan eder, onaylanmasını
talep ederiz.
BEYANDA BULUNANLAR
Mustafa CEYLAN-T.C No:14995060666(Siteler
mah.1336 Sok. 5G/12 Konyaaltı/ANTALYA
(imza)
Harun YİĞİT-T.C. No:24800250090(Altındağ
Mah.153 Sok. 23/5 Muratpaşa/ANTALYA
(imza)
bu Onaylama işlem(N.K.90.md)altındaki imzaların
gösterdiği Elmadağ Nüfus müdürlüğünden verilmiş
12.07.2007 tarih, 3317 kayıt, C11 seri ve
905517 numaralı fotoğraflı Nüfus Cüzdanına göre
Ankara ili Elmadağ ilçesi Yenice mahallesi/köyü 0002
cilt, 00058 aile sıra,0031 sıra
numaralarında nüfusa kayıtlı olup, baba adı Mehmet,
ana adı emine, doğum tarihi 25.01.1952, doğum yeri
Elmadağ olan ve halen yukarıdaki adreste
bulunduğunu, okur yazar olduğunu söyleyen
14995060666 T.C Kimlik numaralı MUSTAFA
CEYLAN; Ilgın Nüfus müdürlüğünden verilmiş
06.07.2004 tarih
3543 kayıt, J09 seri ve 484543 numaralı fotoğraflı
Nüfus cüzdanına göre Konya Ilgın İlçesi Beykonak
mahallesi/köyü 0017 cilt, 00024 aile sıra,
0089 sıra numaralarında nüfusa kayıtlı olup, baba adı
Yusuf, ana adı Ümmügülsüm, doğum tarihi 15.05.1961,
doğum yeri Beykonak olan ve halen yukarıdaki adreste
bulunduğunu, okur yazar olduğunu söyleyen,
24800250090 T.C kimlik numaralı HARUN YİĞİT,
adlı kişilere ait olduğunu ve dairede huzurumda
imzalandığını onaylarım. İkibinonbir yılı Şubat ayının
ikinci günü 02.02.20011
ANTALYA 7.NOTERİ
Miray URAL
Yerine
Başkâtip Mehmet SABIRLI
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI BİLDİRGESİ ve
KURUCULAR BEYANI
Tarih:02.02.2011
Beyanda Bulunan: Mustafa CEYLAN(Mehmet oğlu,
25.01.1952 Elmadağ doğumlu, 14995060666
Vatandaşlık No-Siteler Mah. Yeşilyurt Sitesi G blok
4/12 Adresinde mukim)
Konusu:
Gülce Edebiyat Akımı
Beyan:
İş bu bildirge ve beyannamede imzası bulunan Mustafa
CEYLAN(Kendisi ve arkadaşları Harun YİĞİT, Refika
DOĞAN, Osman ÖCAL, Yusuf BOZAN' ın da
kuruculuğunda)
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI adı ile yeni bir edebiyat
akımının kuruculuğunu ve öncülüğünü yapmakta
olduğunu noterliğimize gelerek beyan etmiştir.
Amaç: Edebiyatta, özellikle de şiirde yeni nefes alanları
ortaya koyarak; kökleri mazide, dalları bugünde,
meyveleri yarınlarda olacak bir yeni hareket ve
yeni hamleyi ortaya koymak, Türk şiirini dünya şiiri
platformunda hak ettiği yere çıkarmak, vezinler arası
çekişme ve kavgayı bitirmek, maziden hız ve ilham
alarak, edebiyat tarihimizin başarılarına karşı
çıkmaksızın, onlardan faydalanarak, yeniden yeni
olacak bir edebî topluluğu oluşturmaktır.
Kuruluş Öncesi:
Mustafa CEYLAN tarafından 11.01.2006 da
"CAN(Gülce)", 15.01.2006'da "HER İNSAN ve
BEN(Buluşma), 14.01.2007 tarihli "İblis'in gelinine
Dumandan(Sone'm),
15.01.2007 tarihli "Sultanıma(Triyolemsi, 16.01.2007
"Çaprazımda Azrail(Çaprazlama)şiirleri yayınlandı.
Harun Yiğit tarafından 14.08.2004' de yayınlanan
İstanbul
başlıklı şiirin ve çeşitli şairlerin hece-serbest
buluşmasını sağlayan şiirleri de dikkate alınarak, Faruk
Nafiz Çamlıbel'in "HAN DUVARLARI" şiiri örnek
alınarak
(Buluşma)şir türü üzerinde yoğunlaşılmış, Sevgili
ÖZBEK tarafından 27.08.2006' da "Bedbaht kentin
düşleri(Gülce)", 31.08.2006'da "Bedbaht kent
düşlerinin yeri(Gülce)",
19.01.2006'da "Hazanın Eyllü yüreğim(Buluşma)"
şiirleri yazıldı. 13 Eylül 2009 tarihinde antoloji.com
sitesinde GÜLCE GRUBU Refika DOĞAN tarafından
kuruldu ve Mustafa CEYLAN,
Harun YİĞİT, Osman ÖCAL ve Yusuf BOZAN' da bu
atölye grubunda yönetici oldular. 7-9 Kasım 2008
tarihinde Mustafa CEYLAN tarafından 5. Antalya
Şairler Buluşması'nda
Gülce şiir türlerinden oluşan bir broşür yayınlanarak
şairlerle paylaşıldı. Osman ÖCAL tarafından
"TUĞRA" adıyla ve Mehmet ÖZDEMİR tarafından da
"MİHRİCAN",
Mustafa CEYLAN tarafından da "Bir Yanardağ
Fışkırması" adıyla Gülce akımı şiirlerinden oluşan birer
kitap yayınlandı ve çok sayıda gazetede Prof.Dr. İsa
KAYACAN ve
yine Mustafa CEYLAN tarafından da makaleler
yayınlandı. BÖYLECE; GÜLCE, Türk Şiir tarihinin
başarılı mazisinden hız ve ilham alarak, bugünü dünle
yoğurup geleceğe
koşan yeniçağın yeni edebiyat akımı olarak aşağıdaki
ilkeleri beyan etmekteyiz.
İlkelerimiz:
Birlik, beraberlik, yenilik, çağdaşlık, Atatürkçülük,
Türkçecilik, millî ve mânevî değerlere bağlılık, kültür
birliği, anlaşılır ve gelecek nesle
örnek olmak, siyaset-parti-bölgecilik-ayırımcılıkmezhep ve köken ayırımcılığına karşı duruş, insana
saygı, evrensel değerlere bağlılık millîlikten
evrenselliğe kadar
has şiiri yüceltmek.
Gülce Şiir Türleri :
(1-BULUŞMA(Mustafa CEYLAN-Harun YİĞİT
önerisi)
(Mustafa CEYLAN Önerileriyle: 2- ÇAPRAZLAMA,
3-DÖNENCE, 4-GÜLCE, 5-GÜLİSTAN, 6-SERBEST
ZİNCİR, 7-SONE'M, 8-TOKMAK, 9-YİĞİTCE)
(10-YEDİVEREN(Ekrem YALBUZ önerisiyle)),
(11-BAHÇE(Yusuf BOZAN önerisiyle));
(12-TRİYOLEMSİ(Mustafa CEYLAN ve Ekrem
YALBUZ önerisiyle))
(13-ÜÇGÜL(Mehmet NACAR önerisiyle));
(14-TUĞRA(Osman ÖCAL önerisiyle));
(15-ÖZGE(Refika DOĞAN önerisiyle));
(16-YUNUSCA(İbrahim SAĞIR önerisiyle));
HARUN YİGİT (Harun YİĞİT' in önerileriyle de 17-TEKİL, 18-
AKROSTİK, 19-ÜÇGEN))den meydana gelerek 19
değişik türde olduğunu beyan etmekteyiz.
Mustafa CEYLAN(İmza)--Harun YİĞİT(İmza)
ANTALYA 7. NOTERLİĞİ
Tarih:02.Şubat.2011
Yevmiye No:03369
111
ÖRNEKLERLE
GÜLCE
NAZIM TÜRLERİ
HARUN YİGİT
112
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
NAZIM TÜRÜ:ÇAPRAZLAMA
***
1-Hece şiirimizde kafiyenin yönlendirici, çoğu kere
kısıtlayıcı etkisinin azaltılmasını amaçlayan bir nazım
türüdür. Kafiyelerin bir dörtlük içinde ÇAPRAZLAMA
olarak yerleştirilmesi ile meydana gelen bir nazım
türüdür.
2-Kafiye dizilişi şöyledir.
a- (mısranın başında)
--b (mısranın sonunda)
--a (mısranın sonunda)
b- (mısranın başında)
x
--c (mısranın sonunda)
d- (mısranın başında)
c-- (mısranın başında)
--d (mısranın sonunda)
Diğer kıtalar bunların(bu iki kıtanın) tekrarı
şeklindedir.
3-Şiir tarihimizde çok önceleri kafiye mısra başında idi,
sonra mısra ortasına alındı; İslâmiyet'i kabulümüzden
sonra mısra sonlarına alınmıştır. Şairin, kafiye
kıskacında sığ - verimsiz duruma düşmemesi için
çaprazlama olarak kafiyeler yerleştirilmiştir.
Yukarıdaki kafiye dizlişinin dışında kafiyeler değişik
şekilde de çapraz olarak yerleştirilebilir ler, bu,
tamamen şairin isteğine kalmıştır.
4-Genellikle 7+7=14 Heceli-kalıplı şiirlerde kullanılırsa
da, 6+5=11 dahil diğer ölçü-kalıplarda da kullanılarak
veya beşlik, altılık mısralardan oluşan şiirlerde de gene
'çaprazına yerleştirilmiş' kafiyelerle değişik
ÇAPRAZLAMA örnekleri verilebilir, şiirler yazılabilir.
Önemli olan kafiye kıskacından şairin ve şiirin
kurtarılarak, yeni nefes alanı ve şekli ortaya
konulmasıdır.
ÇAPRAZLAMA şiir türünü şiirimize kazandıran
Mustafa Ceylan'a teşekkürler.
Kırarım Zincirleri (GÜLCE-Çaprazlama)
KENDİNDE kerameti görür oldu gafiller
Kalemsiz kağıtsızca yazanları GÖRÜRÜM
Fütursuzca saldırıp ticaret yapar DİNDE
VURURUM şu bağrıma mert birini ararım
Suratı kızarıyor rengi silik YÜZÜNDE
SORARIM ben kendime bu ne menem bir iştir
ÖZÜNDE çürüyenler benliğini kaybeder
Yaralandım ben kendi yaralarım SARARIM
KANADI olmayanlar yüksekten uçuyorlar
Ömrümüm içindeki her geçen gün ZARARIM
İçerimde yangın var yüreciğim KANADI
KIRARIM zincirleri kötülükten ırarım
Harun YİĞİT
114
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
NAZIM TÜRÜ (GÜLCE-Buluşma)
1-HECE-SERBEST Tartışma ve kavgalarına son veren
bir şiir türüdür.
2-Hece vezni ile serbesti, bir şiir bünyesinde
buluşturmaktadır.
3-Oluşumu şöyledir:
----------------------------
----------------------------
----------------------------
---------------------------- (Dörtlük: hece vezniyle
yazılmış)
............
................................................
..............................
............
......................(Serbest mısralar-mısra sayısı şairin
isteğine bağlıdır.)
Yani;
-(Hece vezniyle yazılmış dörtlük)
-(Serbest mısralar)
VEYA BUNUN TERSİ DE OLABİLİR
-(Serbest mısralar)
-(Hece veniyle yazılmış dörtlük)
4-Hece vezniyle yazılmış dörtlük' ün kafiye yapısı,
hece sayısı, kalıbı tamamen şairin isteğine bağlıdır. Şair
dilerse Hece ile yazılacak bölümü dörtlük değil, beşlik,
altılık mısralardan veya değişik hece türleri ile de
oluşturabilir. Yeter ki, hece-serbest buluşmasını
gerçekleştirsin. Adı gibi BULUŞMA olsun.
5-Şiirin uzunluk, kısalık durumları tamamen şairin
isteğine bağlıdır. BULUŞMA ŞİİR TÜRÜ şairimiz
Harun YİĞİT ve Mustafa CEYLAN tarafından
önerilmiştir.
Saygılarımızla.
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
Esiyor Başımda Kavak Yelleri (GÜLCE-Buluşma)
Esiyor başımda kavak yelleri
Ebemkuşağında gördüm alları
Şerbet, şeker, bala değmiş dilleri
Pulun oldum, sözlerinde güzelim
..........aşkın girdabına düşmüşüm
.............kuşların yavruları için
...............gagasındaki damla suda canım
.................sevdan beni del-eyledi
Eğildim öpmeye elma yanaktan
Ab-ı hayat diye kiraz dudaktan
Korktum inan, kirpikteki şu oktan
Kulun oldum, gözlerinde güzelim
..........Kula kul olmazdım ama
.............Sevmişim yürekten
................Gönül kapımı sen zorladın
HARUN YİGİT
116
Elinden tutup da girsem koluna
Abdal oldum yanağının alına
Sarmadan belini serdin yoluna
Çulun oldum, tozlarında güzelim
..........Her kapıya serilmezdim
.............Eşiğine serdin beni
...............Her gelene sürdün beni
En anlamlı gülücükler saçtığın
Ebedi gönlüme kanat açtığın
Görmeden halimi gelip geçtiğin
Yolun oldum, izlerinde güzelim
..........Her bastıkça
.............Kaldırırsın tozlarımı
...............Yetmez mi ki
.................kaybedersin izlerimi
Ekildin gönlüme tohumlar gibi
Öbek, öbek bittin, kök saldı dibi
Kırmadan Yiğit'i sensin sahibi
Dolun oldum, güzlerinde güzelim
..........Döktün yaprağımı
............Sen çevirdin gazele
..............Tutulmuşum bir kez
................Senin gibi güzele
117
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
NAZIM TÜRÜ (GÜLCE- Tokmak)
1-Şairin kendisi veya yakınlarını-dostlarını hicvedeceği
bir nazım çeşididir.
2-Hece vezninin çok değişik ölçü-kalıpları bir şiirin
bünyesinde toplanmıştır. Batı edebiyatının 'sone' si ile
bizim Halk edebiyatımızın 'koşma' sının bir araya
getirilmesi gibidir.
İstenirse her kuplenin son mısraı tamamen bağımsız
olabilir.
3-Hece-ölçü ve kalıpları büyükten küçüğe vaya
küçükten büyüğe doğru da dizilebilr ve çok değişik
şekillerde TOKMAK türü şiirler yazılabilir.
4-Dörtlüklerdeki kafiye yapısı şairin isteğine bağlıdır.
5-Örnek bir TOKMAK NAZIM TÜRÜ'NÜN ŞEMASI
ŞÖYLEDİR.(Şair dilerse bunun tersini, değişik ölçü ve
kafiyelerle de yapabilir. Önemli olan, hece-ölçükalıplarının artan ve azalan dizilişlerinin, sıralanışının
bozulmaması; daha önemlisi, geleneksel şiirimizde tek
bir ölçü-kalıpla başlayıp şiir bitimine kadar devam eden
sistem, burada, çeşitli ölçü ve kalıplar bir araya
getirilerek oluşturulmuş olmasıdır.)
-(4+4+5=13 Hece) -a
-(4+4+5=13 Hece) -b
-(4+4+5=13 Hece) -a
-(4+4+5=13 Hece) -b
118
-(4+4+5=13 Hece) -b
-(4+4+5=13 Hece) -b
....................................................(4+4+5=13 Hece) -b
*
-(6+6=12 Hece) -c
-(6+6=12 Hece) -d
-(6+6=12 Hece) -c
-(6+6=12 Hece) -d
-(6+6=12 Hece) -e
-(6+6=12 Hece) -e
................................................(6+6=12 Hece) -e
*
-(6+5=11 Hece) -f
-(6+5=11 Hece) -g
-(6+5=11 Hece) -f
-(6+5=11 hece) -g
-(6+5=11 Hece) -h
-(6+5=11 Hece) -h
............................................(8+5=11 Hece) -h
*
-(5+5=10 Hece) -ı
-(5+5=10 Hece) -k
-(5+5=10 Hece) -ı
-(5+5=10 Hece) -k
-(5+5=10 Hece) -m
-(5+5=10 Hece) -m
.......................................(5+5=10 Hece) .......m
*
119
-(4+5=9 Hece) -n
-(4+5=9 Hece) -o
-(4+5=9 Hece) -n
-(4+5=9 Hece) -o
-(4+5=9 Hece) -p
-(4+5=9 Hece) -p
...............................(4+5=9 Hece) ........p
(TOKMAK'ı şiirimize kazandıran üstad Mustafa
CEYLAN'a teşekkürler.)
Nalıncı (GÜLCE Tokmak)
Dükkan açıp kör bir keser almış eline
Kendisine doğru yontar oldu nalıncı
Bir nalına bir mıhına vurup duruyor
Nal çakacak uyuz beygir buldu nalıncı
.............Günden güne esir düşer oldu hırsına
.............Demir tavlı çekiç vursun beyim örsüne
.............Doğrucuysan senin işin gider tersine
Bilmediğim yanı çokmuş baştaki kılın
Konuşacak sözü yokmuş sağ ile solun
Üzerinde peştamalı ayakta nalın
Hamamlarda nice namaz kıldı nalıncı
.............Teknoloji hızlı hızlı yol alıp gider
.............Kimisi de çarşaf çarşaf bolalıp gider
.............Ölen kabre iki metre çul alıp gider
Söylen şimdi ne olacak kellerin hali
Bir tutam kıl saklayanlar oluyor vali
Çokça gördüm her tarafa dönüyor dili
120
Çarşı, pazar tıka basa doldu nalıncı
.............İkiliğin tohumunu ektiler artık
.............İnsan kalbi fakir donu gibi yırtık
.............Üstümüzde artık ölü toprağı örtük
121
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
NAZIM TÜRÜ (GÜLCE- Akrostik)
1-Akrostiş şiir tekniğinin yeni bir anlayışla ileriye
götürülmesini amaçlar.Akrostişte mısra başlarında
verilen İP UCU, AKROSTİK de mısra kelimeleri
arasında DÜZGÜN BİR DİZİLİŞLE gizlenmiştir
2-AKROSTİK' de HARF dizini 1-2-3-4... diye
gitmektedir.
3-İster hece, ister aruz vezniyle veya serbest yazılsın
fark etmiyor. Önemli olan harf dizilişidir. Kafiye yapıp
yapmamakta şairin isteğine kalmış bir durumdur.
Şairimiz Harun YİĞİT tarafından önerilmiştir.
Saygılarımızla...
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
…
Oğlum Tamer'e (Gülce Akrostik)
Doğum Günü Hediyem
(T)utunma ey oğul çürük dallara
S(A)na, senin gibi olan yaraşır
Sa(M)imi olmadan çıkma yollara
Özd(E) yollarını bulan yaraşır
Sana (R)üzgârını salan yaraşır
HARUN YİGİT
122
(D)emir gibi ol ki kötüden arıl
D(O)ğrulardan şaşma özüne sarıl
Ça(Ğ)ını öğrenip araştır, yorul
Ha b(U) gerçek ile dolan yaraşır
Sana (M)üjdeleri salan yaraşır
(G)üneşin yönüne çevir yüzünü
Y(Ü)rü, emin adımla bul izini
Se(N) sen ol ki, esirgeme sözünü
Bu y(Ü)kle deryaya dalan yaraşır
Sana (N)efesini salan yaraşır
(K)alp kapısını aç, içini görek
K(U)ru kalabalık neyine gerek
Ça(T)lasın filizler, açılsın yürek
Ame(L)i düzgün,saf kalan yaraşır
Sana (U)fukları salan yaraşır
(O) gül yüzün daim gülerken görsem
‘’A(L) senindir’’ diye özümü versem
Bu(S)eyle yüzümü yüzüne sürsem
Sun(U)lan yüreği alan yaraşır
Sana (N)amı, şanı salan yaraşır…
Harun YİĞİT .
123
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
NAZIM TÜRÜ (GÜLCE- Gülce)
1-Gülce, aynı zamanda adını, edebi akımımıza da
vermiş olan bir nazım türüdür.
2-Japon edebiyatının HAİKU adını verdiği nazım
türünün bizim edebiyatımızda yeni bir ruhla ele
alınışıdır.
3-Hece vezniile yazılır. Kafiye yapılıp yapılmaması
şairin dileğine bırakılmıştır.
Önemli olan mısralardaki hece sayısıdır.
4-Birinci mısra=5 HECE ve İkinci mısra=7 HECE
olmak kaydıyla, dörtlük tarzında, beşlik, altılık veya
başka sayılarda GÜLCE yazılabilir.
Önemli olan BİR MISRANIN 5 HECE, ONDAN
SONRA GELEN MISRANIN YEDİ HECE
OLMASIDIR.
5-GÜLCE'nin şematik yapısı şöyledir:
..........................5 Hece
.................................7 Hece
...........................5 Hece
.................................7 Hece
............................5 Hece
..................................7 Hece
Böylece isteğe bağlı olarak devam edebilir.
124
Sorarım Hallerini (GÜLCE-Gülce)
Yıllarca senin
Gözledim yollarını
Yok mudur dinin
Özledim kollarını
Aşkınla yandım
Geleceğini sandım
Hayale kandım
Giyindin allarını
Çektiğim acı
Yandı kalbimin ucu
Hak versin gücü
Kırarken dallarını
Yiğit’i yakan
Çok uzaklardan bakan
Ben yanar iken
Sorarım hâllarını
Harun Yiğit
125
NAZIM TÜRÜ:SONE'M
***
1-Batı edebiyatındaki 'Sone' nin değişik bir
versiyonudur. Kuple oluşumu Batı Edebiyatındaki
'sone' ile aynıdır.
2-Hece vezni ile yazılmakta ve hecenin 7+7=14 ölçükalıbı kullanılmaktadır.
3-SONE' M'in şekli ve Kafiye şeması şöyledir.
----a
----b
----b
----a
----c
----d
----d
----c
----e
----f
----f
----e
----g
----g
…….
126
Ele Geniş Dünya (Gülce Sone'm)
Ellere geniş dünya bana neden dar gelir
Yana yana bağrımı yumruklayıp dururken
Yalnızlığım yanımda günden güne erirken
Ömrümün baharını şu başıma kar geldi
Zamansızca ölümü bekler idim yâr geldi
Beklenmedik zamanda gelen yâre ne derim
Ölümden korkmaz idim korku dürünüp yerim
Kime nedir, genç yaşta ölmek bana ar geldi
İçimi yakar durur hasretliğin yangını
Belki de bir yudum su söndürecek içimi
Yârime karşı varsa af eylesin suçumu
‘’Duvarı nem yıkarken Yiğit’i gam yıkarmış’’
Hasretliğin acısı içine bir düşersen
Neler gelir başına bir gün yoldan şaşarsan
Harun Yiğit
(18.11.2008)
127
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
NAZIM TÜRÜ:GÜLCE - TEKİL
Şiir tarihimizde neredeyse bir asra yaklaştı ÖNEMLİ
BİR HAMLE yapılmayalı. Tanzimat’ın o ilk yıllarında
TERCÜME odalarında görev yapanların Batı
edebiyatındaki nazım türleriyle karşılaşmalarıyla
başlayan yenileşme hareketi, ardından dil ve edebiyat,
aruz-hece tartışmalarına dönüşmüş; bu tartışmalar
sonucunda, BEŞ HECECİLER, BİRİNCİ YENİ,
SERVET-İ FÜNUN, FECR-İ ATİ, YEDİ
MEŞALECİLER, GARİP ve İKİNCİ YENİ
AKIMLARI birbirini takip etmiştir.
İşte o günlerden bu yana sürüp gelen şiir serüvenimiz,
son 30 yılda, SERBEST ŞİİR'imiz, tamamen
serbestliğe, adeta, nesirlerin makasla doğranıp alt alta
sıralanmasına dönüşmüş duruma getirilmiş, şiir, o
ahenkli kanat çırparak yükselişinden, yerlere
düşürülmüş durumdadır.ARUZ unutulmuş, HECE
ŞİİRİ'miz de, Anadolu Aşıklarının-ozanlarımızın
AYAK-UYAK ve kalıplarıyla KAFİYELERİ'ne takılıp
kalmış, kendini tekrar etmeye başlamış, sığ ve dar bir
alanda kalıvermiştir. Şüphesiz hem hecede, hem
serbestte mükemmel ve kalıcı eserler verenler de
olmuştur. Şiir tarihimizin mazisinde mükemmel ve
kalıcı nice şiirler - şairler var, biz, onların hepsini
128
seviyor ve hepsine bağlıyız, karşı da değiliz... Ancak,
biz genel manzaradan bahsediyoruz tabii...
Bir sevda gibi yüreğimizi, kalemimizi sarıp sarmalayan
şiirimizi bu yerden, mazinin muhteşem ürünlerini ve
yıldızlarını asla ihmal etmeden, onlara karşı çıkmadan
ve bozmadan DAHA İLERİLERE GÖTÜRMEK, adeta
yeniden YENİ çıkarmak amacıyla ortaya çıkan GÜLCE
EDEBİYAT AKIMI’nı ben de yürekten destekliyorum.
GÜLCE, şiirimize yeni bir ruh, yeni bir can soluğu,
yeni bir hareket alanı getirmiş, şiir yüreklerde gül
kokusu yaymaya başlamış, bayrak gönül kalelerinde
dalgalanmaya başlamıştır.
Şiiri seven, ona karasevdalı olan, onu ciddiye alan ve
ona sonsuz bir saygıyla bağlı olanların yaptığı gibi ben
de bir GÜLCE EDEBİYAT AKIMI mensubuyum ve
bu mensubiyetten gurur duymaktayım.
Bu sebeple de, başta Mustafa CEYLAN Hocam olmak
üzere, bu akımın mensuplarından bazılarına danışarak,
onların da görüş ve onaylarını aldıktan sonra, Harun
YİĞİT KARDEŞİNİZ OLARAK, İLK nazım önerimi
sunuyorum.
Bel ki de kimilerine göre “saçma” olarak
nitelenebilecek bir tespitim oldu. Hayat ve doğa’nın
tekil sonsuzluklarda Yüce Yaradan’ın mükemmel
güzelliği, çifter çifter sunması gibi. Araştırmalarımı
derinleştirdikçe gördüm ki, 7-9-11-13 gibi sayısal
verilerle kuşatılan çevre içinde insan, fanilik gömleği
ve kafesteki canıyla, Eflâtun’un mağarasında,
129
Yunus’un gönül aynasında çığrışıp durmada. Neden bu
tekillerden YENİ BİR NAZIM TÜRÜ doğmasın ki?
Neden bu
*
Varsın, olsun…“YARADILANI SEVERİM
YARADAN’DAN ÖTÜRÜ” anlayışıyla, 7-9-11-13
sıralanışını; yahut da mesela 1-3-5-7-9-11-13-15-17
sıra dizinini nakışlayıp ortaya koymayalım ki diye
düşünmeden edemedim.
Tek sayıların o sonsuzdan sonsuz TEK’e koşusunun
türküsünü şiirimizin nefes alanı yapmayalım ki?
Mustafa CEYLAN, Ekrem YALBUZ gibi hocalarımın
attığı temeller üzerinde, Osman ÖCAL, Hülya
EKMEKÇİ, Yusuf BOZAN, Refika DOĞAN, Ümran
TOKMAK, Afet KIRAT ve diğer şair dostlarımın
yücelttiği şiir bayrağına yeni bir RÜZGAR’da benden
gelsin bakalım.
TEKİL adını verdiğim bu yeni YENİ NAZIM TÜRÜ’n
de ben, 7-9-11-13 TEKİLLERDEN HAREKET
ETTİM.
Bunları tıpkı ÜÇGEN NAZIM TÜRÜNDE olduğu gibi
merdiven basamaklarınca sıraladım. ÖMER
HAYYAM’ın RÜBAİLERİYLE ATASÖZLERİMİZ
rehberim oldu.
Bu ilk denememdir.
130
Biliyorum ve inanıyorum ki, özellikle TASAVVUFİ
konularda, AŞK konusunda şair dostlarım TEKİL ile
çok güzel örnekler vereceklerdir.
Yine biliyorum ki, bugüne kadar ŞİİRİ, bayağılaştıran,
alabildiğine şiire olan sevgi ve saygıyı gündemden
düşürenler de ya dudak bükecekler veya eleştiri oklarını
bize yönlendireceklerdir.
İkisine de saygım var.
İkisinden de ders alacağım…
*
Saygılarımla şimdi TEKİL adını verdiğimiz YENİ
NAZIM TÜRÜ’müzü takdim ediyorum:
……………….7 Hece
……………….9 Hece
……………….11 Hece
……………….13 Hece’li bir yapıdan OLUŞMAKTA.
(Bu şiirimdeki TANRI ve TANRILAR sözleri dahil,
diğer tüm şiirlerimde bulunan bu tür sözlerin Yüce
YARADICIMIZ olmadığını da açıkladıktan sonra,
örneğimi sunmak isterim.)
…………………
GÖRÜLECEĞİ GİBİ:
7 Sevdaların başıyım
9 Sevdalıların göz yaşıyım
11 Bir sevdayla sarhoş olmam bilirsin
131
13 damardan kırmızı şarap versin kanıma
7 Gülce’nin bir gülüsün
9 Ben senden, sen benden delisin
11 Kanımı kanlar içinde bilirim
13 ne kadar mikrop var ise sürsün kanıma
7 Davar gibi sağılma
9 Damlanın içinde boğulma
11 boşa kulaçlamasın deryaları
13 Erecekse eğer gelip ersin kanıma
7 Benim gibi yanarsan
9 dağın yamacında pınarsan
11 araya, araya yolunu bulup
13 Şu gönlümün ırmağında varsın kanıma
7 Yettiniz be canıma
9 Şehvet ile gelin yanıma
11 Bütün tanrıçaların Tanrısıyım
13 aranızdan en dişisi girsin kanıma
Harun Yigit
***
Not:
TEKİL, bir kalıba bağlı, ancak, kafiye mecburiyeti
olmayan bir şiir türü olduğu için, 'serbest şiire daha
yakın olduğundan', 'serbest' adını vermiştim. Ancak,
yanlış anlamalara sebep olmaması için, açıklamamı
yeniden düzenledim.
132
Bütün Tanrıçaların Tanrısıyım (Gülce-Tekil)
Sevdaların başıyım
Sevdalıların göz yaşıyım
Bir sevdayla sarhoş olmam bilirsin
damardan kırmızı şarap versin kanıma
*
Gülce’nin bir gülüsün
Ben senden, sen benden delisin
Kanımı kanlar içinde bilirim
ne kadar mikrop var ise sürsün kanıma
*
Davar gibi sağılma
Damlanın içinde boğulma
boşa kulaçlamasın deryaları
Erecekse eğer gelip ersin kanıma
*
Benim gibi yanarsan
dağın yamacında pınarsan
araya, araya yolunu bulup
Şu gönlümün ırmağında varsın kanıma
*
Yettiniz be canıma
Şehvet ile gelin yanıma
Bütün tanrıçaların Tanrısıyım
aranızdan en dişisi girsin kanıma
*
133
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
NAZIM TÜRÜ (GÜLCE- Dönence)
1-Cinaslı kafiyelerin çaprazlama ve dönerli olarak
yerleştirilmesinden meydana gelen bir hece nazım
türüdür.
2-'Çaprazlama' nazım türümüzün cinaslı kafiyelerle
değişik bir versiyonudur.
CİNASLI KAFİYELER'in mısralardaki konumları
şöyledir:
a-.............................-b(*)
.................................a
.................................c
c...............................b(*)
*
d-...........................-e(**)
...............................d
...............................f
f-............................-e(**)
3-b(*) ve e(**) kafiyeleri istenirse cinaslı
olmayabilir. Bunlar mısranın sonundaki kafiyelerdir.
Diğerleri (a,c,d,f) cinaslı kafiyelerdir ve çaprazlama
olarak yerleştirilmişlerdir.
4-Genellikle 7+7=14 hece ölçü-kalıbıyla yazılır, ancak,
şair isterse hecenin çeşitli kalıp-ölçülerinde de değişik
eserler meydana getirebilir.
134
Yanar Oldu Ellerim (GÜLCE-Dönence)
YÜZLERİNİ okşarken yanar oldu ellerim
Söyle bana yar gören oldu mu YÜZLERİNİ
Varmasın bundan sonra sana giden YOLLARIM
YÜZLERİNİ görmesem yine susmaz dillerim
YA-KARIM duyar ise sana olan sevdamı
Dikenler bana mıdır söyle yarim GÜL SENİN
Ne biçim bir sevdadır sana yalvar YA-KARIM
GÜLSEN’İN gülüşüyle yeşillendi gül damı
GÜZELE bağlanmışım çevresinde dönerim
Delik deşik dağların toprağını GÜZ-ELE
Yiğit’lik kâr etmiyor sevda düşerse BAŞA
BAŞA bakıp hükmetme aşk tahtından inerim
(Harun Yiğit-17.11.2008...
22.24 -Ilgın-Beykonak)
GÜLCE MANİFESTOSU
135
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
NAZIM TÜRÜ (GÜLCE- Üçgen)
HECE SAYISI.......Mısra
1..................Bir
2................. tufan,
3..................gümbürtü…
4..................kopup gelen
5.................yüreğimizden...
6..................acılarımızı
7..................bala sürdük be gülüm…
8...................Şimdi küsmüş gidiyorsun
9..................İnanmam, inanamam asla
10..................Hatırı yok mu geçen günlerin?
11..................Hem ağladık, hem de güldük be gülüm!
11.................Tel tel olduk, hep döküldük be gülüm
10...................Hüzün bulutunu göğe savur
9....................Bırak çantayı otur şöyle
8.....................Kahven nasıl olsun söyle…
7.....................Hani çile kaymaktı?
6.....................Gelecekti bahar
5.....................Gül açacaktı…
4.....................N’oldu şimdi?
3.....................Dur gitme!
2.....................Gitme! ...
1 .................... Can!
HARUN YİGİT
136
Şiir dünyamıza birbirinden güzel gül yağmuru
damlalarıyla gelen GÜLCE EDEBİYAT AKIMIMIZ'ın
ortaya attığı ÜÇGEN NAZIM TÜRÜ, başlıbaşına
YENİ BİR HECE -KALIP ve ölçüsüdür. Azdan çoğa
veya çoktan aza hece sayılarına göre mısra dizilişleriyle
çok değişik ÜÇGEN şiirleri yazan dostlarımızı
görmekten mutluyuz.
Yukarıda ki şiirimde ben, 1' den 11'e, sonra 11' den 1'e
inen bir hece dizilişini denedim ve adına da 'BÜYÜK
ÜÇGEN' dedim.(11 orta noktasında
'Hem ağladık, hem de güldük be gülüm!
Tel tel olduk, hep döküldük be gülüm! ' beyitiyle 'şah
beyit' yapmaya çalıştım.
Umarım başarılı olmuşumdur.
Harun Yiğit
Gülce ÜÇGEN’i edebiyatımıza kazandıran Harun Yiğit
olmuştur.
Saygılarımızla...
Gülce Edebiyat Akımı
GÜLCE MANİFESTOSU
137
Dur Gitme (Gülce-Üçgen)
Bir
Tufan,
Gümbürtü…
Kopup gelen
Yüreğimizden...
Acılarımızı
Bala sürdük be gülüm…
Şimdi küsmüş gidiyorsun
İnanmam, inanamam asla
Hatırı yok mu geçen günlerin?
Hem ağladık, hem de güldük be gülüm!
Tel tel olduk, hep döküldük be gülüm!
Hüzün bulutunu göğe savur
Bırak çantayı otur şöyle
Kahven nasıl olsun söyle…
Hani çile kaymaktı?
Gelecekti bahar
Gül açacaktı…
N’oldu şimdi?
Dur gitme!
Gitme
Can! .. .
Harun YİĞİT
138
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
NAZIM TÜRÜ (GÜLCE- Triyolemsi) (Üçleme)
1-Batı Edebiyatı şiir türlerinden olan 'Triyole' nin
değişik bir versiyonudur.Adına "üçleme" de
denmektedir.
-Mısra yapısı şu şekildedir
..............................................................(1-a)
..............................................................(2-a)
..............................................................c
..............................................................c
..............................................................c
..............................................................(1-a) -Mısra
aynen
...............................................................d
...............................................................d
...............................................................d
...............................................................(2-a) mısra
aynen
139
3-Burada a-b-c-d kafiyeleri göstermektedir.(1 ve 2) de
mısranın baştan sona tamamını göstermektedir. Yani ilk
mısra hiç bir değişikliğe tabi tutulmadan, BİRİNCİ
MISRA BİRİNCİ DÖRTLÜĞÜN DÖRDÜNCÜ
MISRASI olmakta; İKİNCİ MISRA DA İKİNCİ
DÖRTLÜĞÜN GENE DÖRDÜNCÜ MISRASI
OLMAKTADIR.
4-Genellikle 8 artı 8=16 hece ölçüsü ile yazılırsa da, bu
mısra yapısına bağlı kalmak kaydıyla, şair dilerse 7 artı
7=14, 6 artı 5=11 veya başka ölçü ve kalıplarda da
değişik 'Triyolemsi'ler yazabilir. Önemli olan ilkBEYİT'-teki iki mısranın aşağıdaki dörtlüklerde aldığı
yerdir.
5-ilk BEYİT'in mısraları da kendi arasında mutlaka
kafiyeli olmalıdır.(Önerenler : Mustafa Ceylan ve
Ekrem Yalbuz)
Saygılarımızla...
Gülce Edebiyat Akımı
….
140
NAZİRE(Gülce-Triyolemsi)
Naçiz düşen bedenin kabristan nişanıdır
Mahşerdeki ihvani yanında imanıdır
Nedamet fayda vermez görevi etme ihmal
Fanide geçen zaman ömrü de olur ikmal
Ebediyet rah'ında alır eder irtihal
Naçiz düşen bedenin kabristan nişanıdır
Tecellide encami takdir-i gayesine
Tende süzülüp gider ruhların hanesine
Ukba'ya vaki kalan amelin hissesine
Mahşerdeki ihvani yanında imanıdır...
Âşık Kevserî
NOT:Üstad Ekrem YALBUZ'un ( SON İMTİHAN)
başlıklı şiirine naziredir.
GÜLCE MANİFESTOSU
141
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
NAZIM TÜRÜ (GÜLCE-:YUNUSCA
..............................6 + 5 =11
..............................6 + 5=11
..............................6 + 5 =11
.........................4 + 4=8 Hece
Mısralardaki hece sayıları bu ve bunun tersi de
olabilir.Ayrıca,(5artı 6 ve 4artı 4) ,(4artı 4 ve 4artı 3)
,(4artı 4 ve 3artı 4) ,(7artı 7 ve 6artı 5) (7artı 7 ve 5artı
6) le de Yunusca yazılabilir.
Kafiye dizilişi de şairin insiyatifine bırakılmıştır.
Bu ve buna benzer çok sayıda deneme yapan ve başarılı
şiirler veren çok sayıda şairimiz vardır şüphesiz. Ancak
bunu bir edebi akımın kendisine ses bayrağı yapıp,
nazım türü olarak ele alması ilk kez GÜLCE’ye nasip
olmaktadır. Öneren de Eskişehir Şairler Dernek
Başkanı üstad İbrahim SAĞIR'dır.
Saygılarımızla...
Gülce Edebiyat Akımı
…
Ade bir kara kabuk -özüm dışındaki- çul...
Kızılcık şerbeti kendin içermiş,
İki kapıdan da gelip geçermiş
Şalının içinde sanırsın ermiş!
Karaböcek karaböcek!
Kimi karışır mal, davar koyuna,
Kimisi suyuna kimi oyuna…
Akıl sır ermiyor müsrif soyuna!
Karaböcek karaböcek!
Kiminin derin bir gerçek gördüğü,
Kimi sarmaşıktan duvar ördüğü…
Kiminin büsbütün kara sürdüğü,
Karaböcek karaböcek!
Kimi gözükara, pasak kimi kir,
Kiminin içinde çalar koca Lir!
Kimi söz horata kimisi münkir,
Karaböcek karaböcek!
Kimi salya sümük saçıyor, kesif…
Kimi fellik fellik kaçıyor, esif…
Kiminin karası kalmamış ki, şif!
Karaböcek karaböcek!
Kimi ziyan akla tıkamış otu
Kiminin üstünde soluk bir kotu…
GÜLCE MANİFESTOSU
143
Kimi onun bunun olmuş maskotu
Karaböcek karaböcek!
Anlamaz ki niye çekemiyorlar,
Karayı söküp de dikemiyorlar?
Aldığı,sattığı kan; emiyorlar,
Karaböcek karaböcek!
Gelen vurmuş giden itmiş, vay ki vay!
Yitik yıldızına ağlar esmeray!
Bu masal biteli yedi yıl bir ay,
Karaböcek karaböcek!
*
Dinle;
Asaletin teni kara,
Onca sızı onca yara...
Her rengin sırrı kendine; kimi ak kimisi kara…
Dost sanırsın, aldanırsın,
Postun içinde dubara...
Görünür yüzlerinde zûl,
İncinirken melek gönül; sığınır yine göğüne,
Der;
Gönlümün açan gülü,
Ser üstüme, ser örtüyü!
HARUN YİGİT
144
Çözülsün bu kara büyü…
Can dediğine yağar kar…
Refika Doğan-Antalya 2008
Esif: (Osmanlıca)Kederli, esefli, tasalı, gamlı.
Şif: 1.Pamuk kozası. 2. Şırası alınmış üzüm posası.
Kesif: 1. yoğun.2. saydam olmayan. 3. sık, kalın.
Esmeray; (Arapça-Türkçe isim) kadın ismi - siyah ay,
buğday renkli, karayağız.
GÜLCE MANİFESTOSU
145
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
NAZIM TÜRÜ (GÜLCE SERBEST ZİNCİR
1-Türk Halk Şiirinde 'zincirleme' veya 'zincirbent'
adıyla anılan ve bir tür 'koşma' olan şiir türümüzün
'zincirleme tekniği' ni, özellikle SERBEST ŞİİR' de
uygulamak için bu şiir türünü önerdik.
Bize göre, serbest şiir tamamen kuralsız ve akla gelenin
yazıldığı, bir nesir parçasının makasla rastgele kesilip
alt alta dizildiği bir şiir türü değildir.
Serbest şiirin de, başta iç ahenk, ritm, uyum, imge ve
edebi sanatlarla da harmanlanması gerekir.
Bu sebeple, Halk Şiirimizin 'zincirbet'ini serbest şiirde
kullanmak istedik.
Özellikle, mısra zincirinde her mısranın son kelimesi,
takip eden mısranın ilk kelimesi olarak
kullanıldığından, dörtlüklerle oluşturulan Halk
Edebiyatımız şir tarihinde, bu tarz zincirlemenin
örnekleri azdır.
Serbest şiirimizde 'tekerrür' sanatıyla, vurgu ve
tonlamalarla zincir uygulaması başarılı olacaktır.
2-Ayrıca, Gülce Nazım türlerinin hepsinde zincirbent
uygulanabilir.
HARUN YİGİT
146
3-Mısra zinciri veya dörtlük zinciri tercihi şairin
kendisine kalmıştır. (Öneren Mustafa Ceylan)
Saygılarımızla...
Gülce Edebiyat Akımı
…
Tohum ve Toprak(GÜLCE-Serbest Zincir)
Sabahlar ıslaktı
Islaktı yer, gök
Göklerin çağrısı vardı
Vardı yokların arasında
Arasında geçmişle geleceğin
'Geleceğin günü bilirim' dedi
Dedi ya gülümsedi toprak...
Toprak mahzen, toprak ana karnı
Karnına sancı düşmüştü
Düşmüştü yazgısında bir tohum
Tohum, çekti besmeleyi derinden
Derinden derine, ulam ulam ulaştı haberler
Haberler muştuladı doğumu
'Doğu mu batı mı hiç önemli değil' dedi
Dedi ya demesine,kendi duydu ancak...
Ancak, değildi zamanı şimdi
GÜLCE MANİFESTOSU
147
Şimdi, kabuğunu okşamalı kan tüküren zamanın şimdi
Şimdi başka çare mi var? Hele dur!
'Dur! ' dedi ya, boşuna yankılandı sesi...
Sesi yırttı sessizliğin yüzünü
Yüzünü yırtarken tek bir tohum...
Tohum çıkardı boğum boğum filizini dışarı
'Dışarı soğuk yüzlü tankların palet uğultusunda'
diyemedi,
Diyemedi tohuma, dinletemedi söz
Söz, demeç demeç ıslaktı kandan,
Kandan çepeçevre her yan
'Yandım anam' dedi çılgın rüzgâra
Rüzgâra verdi umutlarını, şimdi n'olacak?
N'olacak umut, n'olacak sancı ve n'olacak ulam ulam
haberler
Haberlerler var haberlerin içinde
İçinde kılcal köklerini uzatıp dayanırken tohum
Tohum yazgısının sancısında kıvrandı filiz
Filiz direndi mevsimine, ama ne çare?
Çaresizce eğdi başını ağlayarak...
Ağlayarak analar gitti toprağa
Toprağa düştü yavrular,
Yavrular Karabağ'da,Gazze'de...
Mustafa Ceylan
HARUN YİGİT
148
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
NAZIM TÜRÜ:(GÜLCE-Tuğra)
1-Aruz vezni veya Rübai''nin (ahreb-ahrem adı verilen)
kalıplarıyla yazılır.
2-''Dörtlük'' tarzında olup, şair dilerse bu türün ''beşlik''
şeklinde de şiirini oluşturabilir.
3-En önemli özelliği KAFİYE yapısıdır. Kafiye hem
mısraın ORTASINDA ve hem de SONUNDA
olacaktır. Şairimiz üstad Osman ÖCAL(Vuslatî)
tarafından önerilmiştir.
GÜLCE MANİFESTOSU
149
Şu şekildedir:
....................(a) ....................(b)
....................(a) ....................(b)
..........................................Serbest
....................(a) ....................(b)
Saygılarımızla...
Gülce Edebiyat Akımı
……
Be Cahil (TUĞRA)
Kulsan hine; hayret! Ne denizler, ne sahil
Paklar mı ki sabret, buna mülkün de dahil.
Bir gün kırılırsın, başınız kabre düşer;
Kaldırmaya kudret bulamazsın be cahil!
OSMAN ÖCAL
HARUN YİGİT
150
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
NAZIM TÜRÜ (GÜLCE-Üçgül)
***
1-Adından da anlaşılacağı gibi bentleri ÜÇER
MISRA’dan meydana gelen bir şiir türüdür.
2-İki önemli özelliği bulunmaktadır. Bunlardan birisi
üçer mısradan oluşması diğeri de kafiye yapısıdır.
Kafiyeler mısra ortasında ve sonunda yer almaktadır.
3-Kafiyelerin şematik yapısı şöyledir:
1)
.............a............a
.............a............a
.............a............b
2)
............a.............b
............a.............b
............a.............C (Yahut da..............b..........C)
3)
...........a..............b
...........b..............c
...........c..............D
4)
a............................b
a............................b
b............................C
GÜLCE MANİFESTOSU
151
Örnekleri üstteki kafiye yapılarına göre daha da
çoğaltmak mümkündür.
4-Genellikle, hece vezninin 77 kalıbı ile yazılmakla
birlikte, şair dilerse aruz vezni ile de kaleme alabilir.
Üçgül’ün aruzla yazılmış olanına ÜÇTUĞ adı
verilir.Şairimiz üstad Mehmet NACAR tarafından
önerilmiştir.
Saygılarımızla...
Gülce Edebiyat Akımı
DESTANLAŞSIN SEVDAMIZ(GÜLCE-Üçgül)
Sen gezegen ben uydu, bu işte böyle huydu
Gözüm gözün okudu, yürek aşkın dokudu
Silinsin dedikodu, destanlaşsın sevdamız.
Karaları giyindim, indim yukardan indim
Mecnunun ve delindim, korktum, caydım ve sindim
Hakikaten senindim, destanlaşsın sevdamız.
Merihte mi gezersin, beni her dem üzersin
Öyle çabuk küsersin, soğuk soğuk esersin
Sonra kurşun dizersin, destanlaşsın sevdamız.
Ufolara takılma, ekvatorca yakılma
Sağlam yürü yıkılma, yaklaş bana sakınma
Ben bıçağım sen elma, destanlaşsın sevdamız.
Aysel AL
HARUN YİGİT
152
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
NAZIM TÜRÜ (GÜLCE-Yiğitçe)
*******************
1-Adından anlaşılacağı gibi yiğitlik-kahramanlık içeren
konuları ele alan bir şiir türüdür. Halk şiirimizdeki
VARSAĞI'nın yeni versiyonudur.
2-Kafiye yapısı önemlidir.
3-4+4=8 Hece vezni ile yazılır.
Kafiyeler mısranın baş tarafına alınmış olup, şematik
olarak şöyledir:
a----------------
b---------------
(Serbest)--------
b---------------
c---------------d
c---------------d
c---------------
b---------------
e---------------f
e---------------f
GÜLCE MANİFESTOSU
153
e---------------
b----------------
g----------------h
g----------------h
g-----------------
b-----------------
ı-----------------i
ı-----------------i
ı-----------------
b----------------
(Öneren Mustafa Ceylan)
Saygılarımızla...
Gülce Edebiyat Akımı
HARUN YİGİT
154
VURACAĞIM – (Gülce-YİĞİTCE)
Arsızların dişlerine
Hainlerin döşlerine
Oturup da acımadan
Kalem ile vuracağım
Çiğ düşürse yaprağıma
Kök salsa da toprağıma
Gönülleri paslanmışa
Selam ile vuracağım
Bir güzelin edasına
Vefasızın sevdasına
Şu dilimde hece hece
Kelam ile vuracağım
Harun Yiğit
……………..
GÜLCE MANİFESTOSU
155
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
NAZIM TÜRÜ: (GÜLCE Özge)
***
1-Divan edebiyatımız da az kullanılan MÜTESSA ve
MUAŞŞER nazım türlerine mısra sayısı itibariyle
benzeyen, en az 9, en fazla 10’ar mısradan meydana
gelen tek bir bentlik şiir türüdür.
2- Kafiye yapısı şematik olarak şöyledir:
-........ a
-........ b
-........ a
-........ b
-........ b
-........ a
-........ b
-........ b
-........ a
-........ b
2-Vezin, ölçü kısıtlaması yoktur. Şair dilerse hece veya
aruz vezinlerinden dilediğini şiirinde kullanabilir.
Önemli olan tek bent ve on mısralık yapısıdır.On
mısralık bent yapısı sabit kalmak kaydı ile, bir şiir
bütününde iki veya daha fazla bentlerde oluşturabilir.
HARUN YİGİT
156
3-Kafiyelerin dizilişini şair çaprazlama veya bir başka
şekilde de yapabilir.
4-Hece ile yazılana ÖZGE, aruzla yazılana da
ÖZGECAN denilir.
Yeni nazım türü ÖZGE, şairimiz Refika DOĞAN
tarafından önerilmiştir.
Saygılarımızla...
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
ILGAZ DAĞI(Gülce-Özge)
Ayakların sinemde kaldır yukarıya başı
Sana duman yakışır, sana en koyusu sisin
Ey Ağrı’nın sırdaşı, Erciyes’in gardaşı
Giyin gene mevsimi, gözdesi ol herkesin
Çekme yıldırımları, sığın yüreğime sin
Yayla yayla çeşmeler, çeşmede yâr telâşı
Kaval kaval türküsün, nakış nakış heybesin
Ilgaz, Ilgaz ey Ilgaz ! Dağ mısın söyle nesin?
Mahzun çocukluğumun çiğdemlerde gözyaşı
Giyin gene baharı, benim için her şeysin...
Aysel AL
GÜLCE MANİFESTOSU
157
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
NAZIM TÜRÜ: (GÜLCE-Yediveren)
***
1- Beyitlerle yazılan cinaslarla, nakışlanan bir şiir
türüdür.
2-Şematik yapısı şöyledir:
(a) ............................(b)
(a-cinas) ....................(b-cinas)
*
© .............................(d)
(c-cinas) ....................(d-cinas)
*
(e) .............................(f)
(e-cinas) ....................(f-cinas)
3-Hece vezni ile yazılan 'yediveren' i şair dilerse aruz
vezni ile de(77, 65 veya başka ölçülerle) yazabilir,
cinasların tam cinas veya cinas-ı gayr-ı tam (tam
HARUN YİGİT
158
olmayan cinas) dan teşekkül edip etmemesi şairin
tercihine kalmıştır.
'Yediveren' nazım türünü GÜLCE'mize ve şiirimize
kazandıran Ekrem YALBUZ Hocamıza teşekkür
ederiz.
Saygılarımızla...
Gülce Edebiyat Akımı
DÜŞ/ÜNCE (Gülce - Çerçeve Cinas)
Yara sarmış o bülbül, gül bitmiş o yaradan
Yâr asarmış yiğidi, böyle yazmış Yaradan.
Kazandan müştekiyim, şu kabiri doğrusu
Kazandan kaçar oldu, deryalara doğru su.
Dünyasında gün yanar, dalında gül üşürken
Dün yasında kim vardı? Cümle can gülüşürken.
Kimyasında ruh yoksa çok çeker taht acısı
Kim yasında yaş döker? Mıh çakar tahtacısı.
GÜLCE MANİFESTOSU
159
Binaya denk sütunlar, gök kubbede mah yanar
Bin aya bedel tekbir, sanarsın her mahya nâr.
Gül dünya dedikleri, dar gelmiş bir tek Han’a
Güldün ya sen maziye, şimdi sokul kör han’a.
Yol saçını surların, kubbe hasret desen’e!
Yol nerdendir burçlara, ah bir onu desene.
Sen inle koca tarih, yeniden gülistan bul
Seninle bahtiyarız, bahtınla gül İstanbul.
EKREM YALBUZ
HARUN YİGİT
160
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
NAZIM TÜRÜ:( GÜLCE-Gülistan)
1-Aruz ve Hece vezninin bir şiirde bir araya gelerek
BULUŞMASI olup, geleneksel DİVAN
EDEBİYATIMIZDAKİ GAZEL'in yepyeni bir
formatla ele alınıp, yeni bir terkip oluşturulmuştur. Bu
yeni gazel türünün adı: GÜLİSTAN'dır.
2-Şematik yapısı hece ile yazılmış HAN DUVARLARI
şiirinin ARUZ-HECE BULUŞMASI'nda
şekillenmesidir diyebiliriz. (Öneren Mustafa Ceylan)
Yapısı şöyledir:
GÜLCE MANİFESTOSU
161
...............................(a) Aruzla yazılmış Gazel beyitleri
...............................(b)
......................................©
......................................(b)
......................................(d)
......................................(b)
.......................................(e)
.......................................(b)
.......................................(f)
.......................................(b)
.............Hece vezinli kıta veya kuple
Saygılarımızla...
Gülce Edebiyat Akımı
KANDIR SUYUM NAN AŞLARIM - GÜLİSTAN
Bitmez kahır, sancım büyür, hüzzam kanatsız kuşlarım;
Bilmez gönül, çağlar yürek dinmez gözümden yaşlarım.
Özlem yürür, isyan yürür kalbimde her gün her gece;
Sırrımla hicranlar büyür, efsunludur yaz kışlarım.
HARUN YİGİT
162
Bir yazgıdır, aşklar hüzündür, tinde kordur özleyiş
Aklımda kül yangınlarım; çatlar, çatılmaz kaşlarım.
“Zulüm eder düşün “çıkar mı? ” kalpten;
Huzur veren sesin “uzak mı? ” hepten,
Kapanmadan gözüm melûl sebepten,
Bir kez daha görmek isterim seni.”
Aydır; güneşten şavk alır, aydınlatırken çehremi.
Çehrem görülmez yol olur; kandır suyum, nan, aşlarım.
Ayrıl canan, sıyrıl karanlık sisli kibrinden; bırak!
Ses ver, geçer aylar; yakar gün, közde hüzzam
haşlarım.
“Bırak da mevsimin yazımda kalsın;
Adın mızrabımda sazımda kalsın,
Tadın güzelliğin tuzumda kalsın,
Güller gibi dermek isterim seni.”
Yusuf Bozan
GÜLCE MANİFESTOSU
163
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
NAZIM TÜRÜ:( GÜLCE-BAHÇE)
1-Bu nazım türü, GÜLCE Nazım türlerinin hepsini ya
da ikiden fazla türü bünyesinde bulundurandır.
2-Nazım türlerinin şiir içinde konuyla bütünleşen bir
tarzda yer alması tamamen şairin insiyatifine ve şiirin
akışına bırakılmıştır.
3-Bu nazım türünü öneren Yusuf BOZAN ' dır.
Saygılarımızla...
Gülce Edebiyat Akımı
(Gülce Dostlarım / Mustafa CEYLAN)
Toros’ lar da Bir Ceylan
Toros’ larda bir Ceylan!
Akdeniz' in suyunu ,
Tuzunu barındırır gönlünde.
Bulutlara yakın başı,
Uzansa
Ha tuttu ha tutacak
Bulutların saçlarından.
Bir sözü var dilinde adı Gülce nakıştır,
Yunus' un odunudur, Veysel' e uzanıştır.
Aşırıyor gülleri Toros’ ların bağrından,
HARUN YİGİT
164
“ Ne olursan ol! ” diyor, Mevlâna otağından.
Taşar engin gönlünde, kelime yatağından;
Bir sözü var dilinde adı Gülce nakıştır.
İlmidir Mehmet Kaplan, Tufan Şentürk babası.
Karınca gölgesidir, Taranoğlu kimyası.
Arif Nihat’ da dâhil, Necip Fazıl hocası;
Yunus' un odunudur, Nazım' ca uyanıştır.
O
Saklar
İçinde.
Doğruluğu,
Aşkı, sevgiyi.
Yüreği kocaman,
İnce ruhlu bir adam.
Toros’ lardaki Ceylan.
Bulutlara yüklemiş güney yıldızlarını,
Şiirlerle bezemiş Akdeniz akşamını.
Göz nurunda saklamış yakamoz efkârını,
Bakışında can erir, su yürür kıyısından.
Bilirim ben artık
ben de bu hal nedendir.
Sevilecek olanlar,
Ceylan’ la gelenlerdir.
Yusuf Bozan 2011 ığdır
GÜLCE MANİFESTOSU
165
İÇİNDEKİLER
Sayfa Başlık
3 GÜLCE NEDİR?
6 GÜLCE NE DEĞİLDİR?
9 GÜLCE MANİFESTOSU (EY ŞAİR)
13 GARİP AKIMI ve GÜLCE
17 GARİP AKIMI ve GÜLCE AKIMI MUKAYESESİ
21 Gülce ve Hisarcılar
25 DİVAN EDEBİYATI ve GÜLCE EDEBİYAT
26 GÜLCE kelimesi,
27 DİVAN EDEBİYATININ KAYNAKLARI
29 GÜLCE EDEBİYATIN KAYNAKLARI
36 DİVAN ŞİİRİNDE MECAZ ve MAZMUN
67 TÜRK MANASI (Farsça)
74 NETİCE
75 GÜLCE ve HECE
79 GÜLCE ve ARUZ
82 Beş Hececiler ve Gülce
85 Fecr-i Ati Edebiyatının Özellikleri:
91 NEYZEN TEVFİK ve AŞK Derler ki;
94 Gülce ve Serbest Şiir
97 Gülce ve Ozanlık Geleneği
HARUN YİGİT
166
99 KUTADGU BİLİG ve GÜLCE
104 NOTER TASDİKLİ KURUCULAR BEYANI
105 GÜLCE EDEBİYAT AKIMI KURUCULAR BEYANI
110 ÖRNEKLERLE GÜLCE NAZIM TÜRLERİ
111 NAZIM TÜRÜ:ÇAPRAZLAMA
114 NAZIM TÜRÜ (GÜLCE-Buluşma)
117 NAZIM TÜRÜ (GÜLCE- Tokmak)
121 NAZIM TÜRÜ (GÜLCE- Akrostik)
123 NAZIM TÜRÜ (GÜLCE- Gülce)
125 NAZIM TÜRÜ:SONE'M
127 NAZIM TÜRÜ:GÜLCE -TEKİL
133 NAZIM TÜRÜ (GÜLCE- Dönence)
135 NAZIM TÜRÜ (GÜLCE- Üçgen)
138 NAZIM TÜRÜ (GÜLCE- Triyolemsi)
141 NAZIM TÜRÜ (GÜLCE-:YUNUSCA
145 NAZIM TÜRÜ (GÜLCE SERBEST ZİNCİR
148 NAZIM TÜRÜ:(GÜLCETUĞRA
150 NAZIM TÜRÜ (GÜLCE-Üçgül)
152 NAZIM TÜRÜ (GÜLCE-Yiğitçe)
155 NAZIM TÜRÜ: (GÜLCE Özge)
157 NAZIM TÜRÜ: (GÜLCE-Yediveren)
160 NAZIM TÜRÜ:( GÜLCE-Gülistan)
163 NAZIM TÜRÜ:( GÜLCE-BAHÇE)