HARUN YİĞİT / VADANDAS OSMAN'IN YERINE HOS GELDiNiZ
  GÜLCE EDEBİYAT AKIMI MANİFESTO
 
Bu siteye ulaşmak içinm TIKLA
yigitharun3.de.tl


Harun YİĞİT


  1. harunyigit@hotmail.de
  2. yigit_harun@yahoo.de


GÜLCE EDEBİYAT AKIMI

MANİFESTOSU

 

 

ÖRNEKLERLE

GÜLCE NAZIM TÜRLERİ

Birinci Basım

HAZİRAN- 2019

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı

PDF ISBN: 978-605-85874-6-5

Yazar İrtibat

e-mail: İletişim Adresi

Muratpaşa mah.561 sok No:48/5. Muratpaşa/Antalya

Tel (0545 2111331) e.posta: yiğit_harun@yahoo.de

Baskı

Kapak Tasarımı

© Bu kitabın tüm hakları Harun Yiğit'e aittir. Yazarın izni

olmadan herhangi bir alıntı yapılamaz, çoğaltılamaz.

 

 

GÜLCE NEDİR?

-Gülce, Yeniçağın yeni edebiyat akımıdır.

-Gülce, kökleri şiir tarihimizin derinliklerinde, gövdesi

bugünlerde, yaprak, dal ve çiçekleri geleceğe uzanan

Türk şiirinin yepyeni bir atılımıdır.

-Gülce, "Ben" demeyen, "BİZ" diyen şair ve yazarların

oluşturduğu edebî bir topluluktur.

-Gülce, anlamsız ve gereksiz vezin kavgalarına son

veren bir edebiyat oluşumudur.

-Gülce, çağa "önce insan ve ülkem" anlayışıyla bakan

şairlerin birlikteliğidir.

-Gülce, yaşayan Türkçe ‘ye ve ay yıldızlı bayrağa

sevdalı şair ve yazarların buluştuğu edebiyat, sanat,

kültür hamlesinin adıdır.

-Gülce, geleneksel Türk Hece Şiirinden hız ve ilham

almakta, hece şiirimize yeni nefes alanları

önermektedir.

-Gülce, Hece şiirimizi sadece "koşma" tarzı şiir olarak

görmemekte, o' nu bir okyanus kadar engin, derin ve

muhteşem mâzisinden günümüze alıp getirmekte ve

şairlerimize sunmaktadır.

-Gülce, Kafiye, kalıp, redif, üslûp, tarz, şekil, yapı vb.

şiire dair her unsurun bütün amacının "has şiiri"

yakalamak ve şiirin kanat kanat yükselişini sağlamak

amacıyla kullanılan birer "araç" olduğunu bilen ve bu

araçlara saygı gösterip; bozmadan yeni nefes alanlarıyla

yenileşme ve yani atılımlara yönelen köklü bir edebiyat

hareketidir.

-Gülce, araçlar amaç olmamalıdır. Ne zaman ki, araçlar

amacın önüne geçmiştir, işte ona şiir denmez, sadece

"manzume" denir. Ve o, ruhsuz, plastik bir heykelden

ibarettir anlayışında, "kalıcı şiiri" hedef seçen bir

edebiyat aksiyonudur.

-Gülce, kelimelerin Anadolu kokulu efsunkâr

ikliminden evrenselliğe doğru akan bir şiir

çağlayanıdır.

-Gülce, aruzu "yasak ve korkulan" bir otantik malzeme,

unutulmaya terkedilmiş, kütüphanelerin tozlu raflarına

bırakılmış eski bir "uğraş" olmaktan çıkarıp; üzerindeki

zaman tozlarını silip, pırıl pırıl, yepyeni yüzüyle Türk

Şiirine Türk Diliyle yeniden kazandırmaya ve onunla

yeni zirvelere yolculuklar yapmaya çalışan bir şiir

kervanının adıdır.

-Gülce, serbestin "kurallı serbest" olması gerektiğine

inanan, bir nesir parçasını makasla rastgele kesip üst

üste yığmak ve imgelerle boğulmuş bir şiirsel yapı

olmadığını anlatan güzellikler aynasıdır.

 

 

 

 

GÜLCE MANİFESTOSU

 

-Gülce, edebî sanatlardan yoksun bir şiir anlayışının

yapay, suni ve sadece kabuktan olduğunu belirten, ama,

şiiri edebî sanat yapacağım diye de anlamsız ve çok

abartılı kılan çalışmalara, arı-duru-lirik-apaydınlık ışıklı

bir sanat anlayışı takdim eden şairler hareketidir.

-Gülce, başta Azerbaycan olmak üzere Türk

Cumhuriyetleri'nde yaşayan şairler dünyası ile

dostluklar oluşturmuş, dünyaya açık, dünya şiiriyle

kucaklaşan bir Türk Şiiri yapılanmasıdır.

-Gülce, internette oluşan sanal dostlukları reele taşıyan,

kardeşlik-dostluk-hoşgörüye açık, parti-siyasetbölücülük ve ayrımcılığa kapalı şairlerin şiir ocağıdır.

Saygılarımızla...

Gülce Edebiyat Akımı

 

 

 

GÜLCE NE DEĞİLDİR?

 

-Gülce, eskiyi taklid etmez; eskinin başarılı

örneklerinden hareketle daha ileri giderken,gelecek

yüzyılları düşünmeden edemez.

-Gülce, Türk şiir tarihine; özellikle de hece, serbest ve

aruza karşı değildir? Mâziyi inkâr eden, köksüz bir

akım değildir.

-Gülce, bencil olma duygularıyla bencil insanların

meydana getirdiği edepten yoksun bir edebiyat anlayışı

değildir.

-Gülce, taklitçi değil, tahlilci ve gelişimci yenilikçidir.

Gülce, kopyacı değil, hamlecidir. Statükoyu savunan

değil, yenilik ve yeni olmayı ilke edinmiştir.

-Gülce, şekle, kalıba ve fiziki yapıya körü körüne bağlı

değildir.

-Gülce, bozan, deforme eden, yıkan, karşı çıkan,

mevcudu devirmeye çalışan değildir.

-Gülce, edebî sanatlara karşı değildir. Türkçe ‘ye

sevdalı olduğundan, dilimizi bozanlardan değildir.

 

-Gülce, Aşık Edebiyatımız ve ozanlık geleneğine karşı

değildir; Türk Halk şiirine saygısız davrananlardan

değildir; aksine Türk Halk şiirine tutkundur.

-Gülce, halktan kopuk aydınların edebiyat akımı

değildir.

-Gülce, dini afyon, millî değerleri fanatiklik olarak

görenlerden değildir.

-Gülce, özellikle batı ve arap dil emperyalizminin

etkisinde kalanların birlikteliği değildir.

-Gülce, aruzu "yasak ve korkulan" bir otantik malzeme

yapıp unutulmaya terk eden, kütüphanelerin tozlu

raflarına bırakan ve onu eski bir "uğraş" olarak gören

değildir.

-Gülce, serbestin "kuralsız serbest" olması gerektiğine

inanan, bir nesir parçasını makasla rastgele kesip üst

üste yığan ve imgelerle boğulan bir şiirsel yapıdan yana

değildir.

-Gülce, başta Azerbaycan olmak üzere Türk

Cumhuriyetleri'nde yaşayan şairler dünyası ile

dostluklar oluşturmayan, dünyaya kapalı, dünya şiiriyle

kucaklaşmayan bir Şiir yapılanması değildir.

 

8

-Gülce, internette oluşan sanal dostlukları reele

taşımayan, kardeşlik-dostluk-hoşgörüye kapalı, partisiyaset-bölücülük ve ayrımcılığı körükleyen bir şiir

ocağı değildir.

-Gülce hece şiirini kafiyeler arkasını parmak hesabıyla

doldurup, başta Karacoğlan olmak üzere muhteşem

edebiyat mazimizdeki uyak ve ayakları aşırmasyonla

alıp, sadece "koşma" yazan ve Türk Halk şiirinin diğer

türlerine göz yuman hececilerin buluştuğu bir hareket

değildir. Bununla birlikte; aruz şiiri yazacağım deyip

ağdalı-anlaşılmayan Arap ve fars kelimeleriyle şiir

halısını dokuyanlardan oluşmuş bir sanat anlayışı

değildir. Ayrıca, uydur uydur yaz, argo, gayr-i ahlâkî ve

ülke-ulus birliğine karşı da olsa ne söylersen söyle, ne

yazarsan yaz serbestliğini savunan serbest şiir

anlayışını kabul eden bir aksiyon değildir.

Saygılarımızla...

Gülce Edebiyat Akımı

,9

 

 

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI

MANİFESTOSU

 

EY ŞAİR!

 

Birinci vazifen, Türk Şiirini, bütünüyle Türk

Edebiyatını sevmek, ana dilimiz Türkçe ile kültür ve

sanatını nakış nakış işlemek ve kalıcı eserleri

üretmektir.

Bugün ve gelecekte ki varlığının değişmez temeli

budur.

Bu temel, senin en kıymetli hazinendir.

Unutma ki, dilini kaybeden Milletlerin bağımsızlığı da

olamaz.

Kültür emperyalizminin işgali altında inleyen Yüce

Milletin, şairlerinin haykırmasını, kültür ve sanat

adamlarının üreteceği eserleriyle yüreğine ses olmasını

beklemektedir.

İçinde bulunduğun vaziyete dön de şöyle bir bak!

Bütün Dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin

temsilcileri, Cennet Anadolu’yu Cehenneme

çevirebilmek için her türlü şer planı, projeyi

uygulamaya koymuşlar ve koymaya devam

etmektedirler.

 

Aziz yurdumuzun içinde bulunduğu manzarayı iyi gör

ve düşün!

Başları bulutlu, özgür dağlarımızda bölücü-dış destekli,

kalleş bir örgütün eşkıyası vardır. Anadolu’nun her köy

ve kasabasına gün geçmiyor ki bir Mehmetçik tabutu

gelmesin. Dinmeli anaların gözyaşları, dinmeli!

Anadolu insanı, kırsal kesimden Büyük kentlerin

varoşlarına göçmüş ve göçmeye devam etmektedir.

Şimdi, % 65’i 30 yaşın altında olan Halkımızın % 85’i

kentlerde yaşamaktadır.

Adına sayısız şiirler yazdığımız İstanbul şehrimizin

nüfusu, yüzlerce ülke nüfusundan bile fazladır.

Bütün kişisel dertler ve sancıların temelinde, toplumsal

sorunlar bulunmaktadır.

Moda, özenti, kendini bilmezlik; havamızı, suyumuzu,

toprağımızı kirlettiği gibi, dil ve edebiyatımızı da

kirletmiştir.

Para-madde ve ekonomi kültür ve sanata da

hükmetmektedir. Manâ-gönül zenginliği yerini

maddeye terk etmiştir.

Dünya ölçeğinde bir şairimiz-ozanımız da yoktur

Senelerden bu yana boş vezin kavgaları yapmaktayız.

 

Sanat-şiir sanatı adına internetin sağladığı imkânlar da

kullanılarak sanat-şiir katledilmektedir.

Okumayan, araştırmayan, tefekkür etmeyen, düşlerini

gerçekleştirmek heyecanıyla yüreği gümbürdemeyen,

halkın gündeminden ve kaygılarından uzak bir şair-şiir

kara bulutunun içindeyiz.

Dünya çalkantılar içinde. Dünya ülkeleri global ve

küreselleşmiş güçlerin ve özellikle de emperyalizmin

kıskacındadır. İnsanoğlu doğaya, çevreye verdiği

zararla; iklimlere ve güzelliklere negatif enerjisini

yüklemeye devam ediyor. Haritalar, sınırlar

beynelmilel sermayenin elinde birer çizgi sanki.

Ve sen Şairim, sen gönül insanı, sen ışık, sen özden

öz, Cennet ülkemizde meydana gelen sosyal, siyasal,

ekonomik, hukuksal, toplumsal gelişmelere bir bak.

Aydınlık şafaklar senin dizelerinde olmalıdır. Bugünü

ve geleceği yoğuracak sensin, sen...

Edep ’ten kaynaklanan Edebiyatımız, bir asırdır,

köklerinden koparılmadan yenilenmeyi, daha doğrusu

yeni bir akımı beklemektedir.

Ey Türk Kültür ve Sanatının şairi!

İşte bugün, bu hâl ve şartlar içinde bulunmaktasın. Şu

halde vazifen, Türk Şiirini, bütünüyle Türk Edebiyatını

kurtarmak ve Dünya’da hak ettiği yere getirmektir!

Muhtaç olduğun kudret, Türk Edebiyatının başarılı

mazisinde mevcuttur!

Dünü bugünle yoğurarak geleceğe yürümek

zorundasın!

Haydi, durmak, susmak zamanı değil şimdi!

Saygılarımızla...

Gülce Edebiyat Akımı

 

 

 

 

 

GARİP AKIMI ve GÜLCE

 

Herkesin malumudur ki:

Edebiyat tarihçisi ve edebiyat araştırmacılarının 'akım'

olarak nitelediği edebî anlayışlar, birer edebî

TOPLULUK'turlar.

Nitekim;

Garip adı verilen edebî anlayış da:

Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat

Horozcu’nun önderliğinde oluşmuş bir topluluktur.

Bizim GÜLCE EDEBİ AKIM adını verdiğimiz hareket

de edebî bir topluluktur. Ve Mustafa Ceylan, Ekrem

Yalbuz, Osman Öcal, Ozan Sentezi(Gültekin Toga) ,

Harun Yiğit, Yusuf Bozan ve Refika Doğan'ın

öncülüğünde bugün -20.10.2009'da yaklaşık 100'e

yakın şair ve yazardan oluşan- bir topluluktur.

Garip adını verdiğimiz topluluğun ilkelerini şöylece

sıralayabiliriz:

'-Şiir, her yerde görülen basit şeyleri anlatmalıdır.

-Alaycı ve nükteci bir söylem biçimi tercih edilmelidir.

-Aydınlara değil, şiir, halka yönelmelidir.

-Şiirde, ölçü, kafiye, bent gibi durumlar yok sayılmıştır.

-Serbest şiir egemen olmuştur.

-Şairanelik, edebi sanatlar(başta mecaz) şiirde

kullanılmamalıdır.

-Soyut, hayale dayalı temalar yerine, sade vatandaşın

günlük ekmek derdi gibi temalar seçilmelidir.

-Konunun bayağısı yoktur, ancak, işleyişte bayağılık

olmalıdır.

-Roman ve hikayede 'serim-düğüm-sonuç' sırası

ortadan kaldırılmalıdır.

-En çok da; yaşama sevinci, tabiat sevgisi, çocukluğa

dönüş, ölüm, insan sevgisi, aşk temaları işlenmelidir.'

Elbette ki, bu ilkeleri daha da arttırmak mümkündür.

Benim aklıma gelenler bunlar.

Yıl 1940-1941'di.

Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rıfat; işte bu üç

arkadaş… Evet sadece üç arkadaş… Bazen milyonlarca

kilometrelik yol tek bir adımla, büyük bir edebiyat

oluşumu da bir veya birkaç adamla başlamıştır,

başlayabilir… Önemli olan kalabalıklar değil, niteliklikaliteli-donanımlı- bilgili-inançlı dava adamlarının

varlığıdır. Günümüz şiir dünyasında insanların birbirine

güvenmemesi, toz duman içindeki internet ortamı dahil,

şairlerin egoizmalarına tutkun olmaları, “ben”

demeleri-“biz” diyememeleri sebepleri başta, “ortak

dava, ufuk ve bakış çizgisi” oluşturamamaları sebebiyle

edebi akım hasreti sade bir 'hasret' olarak kalmıştı.

Gülce, o hasreti bitiren bir hareket oldu…

Garip akımı mensupları, şiirde SÜRÜP GİTMEKTE

OLAN BASMAKALIP SÖYLEYİŞE, AŞIRI

DUYGUSALLIĞA, ŞAİRANELİĞE KARŞI

ÇIKARAK, 'Garip' adını verdikleri bir kitap yayınladılar.

 

 

Diyorlardı ki:

-Şiir, basmakalıp söylemden kurtulmalı diyorlardı.

Bunun için de şiirden “uyak” atılmalıydı. Uyağın işlevi,

ŞİİRİ AKILDA TUTUCULUKTAN BAŞKA BİR

GÖREV YAPMIYORDU. Bu da EZBERCİ-ilkel insan

modelini çağrıştırmaktaydı. Bugünkü insan, ilkel

olmadığına göre, UYAK’ın işlevi kalmamıştı ve

kaldırılmalıydı. Aynen böyle düşünüyorlardı. Nitekim

Orhan Veli’nin ÜÇGEN MASA söylemi de bunun bir

ifadesinden başka bir şey değildir.

-Uyakla beraber her türlü söz ve anlam sanatı da

bırakılmalıydı. 'Gerçekte bu sanatların amacı, doğayı

değiştirme, nesne ve varlıkları olduğundan başka bir

şekilde göstermektir. Bu yol bugüne kadar yüzlerce

sanatçı tarafından denenmiş, edebiyata bir şey

kazandırmamıştır.' DİYORLARDI.

Vezinler konusunda ise;

-'Hece ölçüsü de, aruz ölçüsü de gereksizdir. Ölçüye

bağlanma yaratıcılığı engeller.' Düşüncesin delerdi.

-'Şiir, duygudan çok akla dayanmalı, duygunun yada

duyarlılığın ürünü olan şairanelikten arındırılmalıdır.

Bu arındırma; müzik ve resim gibi öteki sanatlardan

gelen tüm öğeleri de içermelidir. Daha doğrusu,

geleneksel şiirin benimsediği her şey, yeni şiirin dışında

tutulmalıdır. Şiirde önemli olan anlamdır. Bu anlamda

çoğunluğun tadına varabileceği bir nitelik taşımalıdır.'

anlayışından hareket ettiler.

Toplum konusunda ise;

 

-'Bugüne değin yalnız varlıklı kesimlere seslenmiş olan

şiir, artık çoğunluğa seslenmelidir. Bu bakımdan şiire

özgü bir dil yoktur, halkın dilinde ve yaşamında

bulunan her sözcük şiire girer' diyorlardı.

-Böylece, ölçüsüz, uyaksız, söz ve anlam sanatlarından

soyunmuş, çıplak, yalın anlatımlı bir şiirdi getirdikleri'

-Konusunu sıradan bir insanın yaşamından alan şiirin

dili de o güne kadar alışılmış şiir dilinden ayrıcalıklar

göstermekteydi. Mesalâ: ' nasır, kundura' gibi sözcükler

şiire özellikle sokuluyor ve bunu denedikçe de 'şiirin

dili yapaylıktan, kitapsallıktan kurtulmuştur.' diyorlardı.

*

 

Her yeni harekette olduğu gibi, başlangıçta bu edebi

hareket de yadırganmıştır. Hattâ, alaya alınmış, tepkiyle

karşılanmıştır.

Ancak bu alay ve tepki giderek azalmış, bu şiirin

yandaşları çoğalmıştır. Hececiler arasından bile bu

akıma kayanlar çıkmıştır.

Garip şiirinin kolayca tutunuşunda içerdiği kolaylığın

büyük payı olmuştur.

GARİP AKIMI konusunda, daha başka ve daha uzun

ve de teferruatlı bilgi aktarımı da yapılabilir. Ancak,

maksadımız, senelerden beri anlatılagelmiş bu akımı

anlatmak olmayıp, GÜLCE AKIMI ile mukayesesini

ortaya koymaktır.

*

İşte mukayese:

 

GARİP AKIMI ve GÜLCE AKIMI

MUKAYESESİ:

Garip:-Şiir, her yerde görülen basit şeyleri anlatmalıdır.

Gülce:-Şiir, bir söz sultanıdır ve basitten en çetrefili, en

zoruna kadar her konuya girer ve hepsini anlatır.

*

Garip:-Alaycı ve nükteci bir söylem biçimi tercih

edilmelidir.

Gülce:-Alaycılık ve nüktecilik kendi alanında kendini

sergilemelidir. Şiir, şiiri ciddiye alanların ve kendini

sanatına, topluma, çağına karşı sorumlu addedenlerin

işidir, bu sebeple, söylem biçimi şairin şiirine,

konusuna ve bakış açısına bağlıdır, sınırlanamaz.

*

Garip:-Aydınlara değil, şiir, halka yönelmelidir.

Gülce:-'Şiir, aydınlara değil, halka yönelmelidir

'diyerek yola çıkanlar, sonunda, gördüler ki, halktan

kopuk, sadece kendini düşünen, kendini aydın sanan,

soyut ve anlamsızlık kıskacında deli gömlekleri

giyinmiş şair tipini doğurdular. Doğurdular zira, halka

gidiş, halkın dili, dini, töresi, yaşama motifi, moral

değerleri ve mazisiyle, ufuk çizgisiyle uyumlu

olmalıydı. Gülce, işte bu uyumu yakalama

sevdasındadır. Bu sebeple, şiir, çöpçüsünden

profesörüne varıncaya kadar, ayırmadan, bölmeden bu

halkın hepsini kucaklamalıdır.

*

Garip:-Şiirde, ölçü, kafiye, bent gibi durumlar yok

sayılmıştır.

Gülce-'Şiirde ölçü, kafiye, kalıp ve bent şiirin doğuşuna

göre, şairin tercihine bırakılmalıdır. Yüzyılların

imbiğinden süzülerek gelen vezin, ölçü, kalıp, kafiye

vb. hususlarda yeni yapılanmalar, yeni araç ve

enstrümanlar denenmeli, böylece, şiire ve şaire 'yeni

nefes alanları' ortaya konulmalıdır.

*

Garip:-Serbest şiir egemen olmuştur.

Gülce:-Serbest te, hece de, aruz da bizim. Bizim olan

bu değerlerden alınacak hız ve ilhamla, kökleri mazide,

dalları bugünde, çiçekleri gelecek de olan bir anlayış

sergilenmelidir. Bizim olan değerleri kavga ettirmeyiz.

Onları bir arada tutar ve bir şiir ailesi birlikteliği

sergileriz. Zira, kalıp, ölçü, vezin vb. sadece birer

araçtır, amaç değildir. Amaç, o araçlarla şiirin kanat

kanat yükselişi, şairin has ve kalıcı şiiri yakalamasıdır.

*

Garip:-Şairanelik, edebi sanatlar(başta mecaz) şiirde

kullanılmamalıdır.

Gülce:-Edebiyat öncelikle edep'ten kaynaklanır ve

edebi sanatların, şairaneliğin şiir de kullanılıp

kullanılmaması tamamen şaire kalmış bir olaydır. Edebi

sanatları asla yok sayamayız. Söz sultanı şiiri

nakışlamak, güzelden güzeli, daha güzeli sunmaya

çalışmak şairin temel görevi olmalıdır. Bunu derken de,

baştan sona, sanatkârane olunsun demiyor, şiirin yapısı

ve şairin bakışına bağlı bir durum olarak kabul

ediyoruz.

*

Garip:-Soyut, hayale dayalı temalar yerine, sade

vatandaşın günlük ekmek derdi gibi temalar

seçilmelidir.

Gülce:-Soyut da, somut da, hepsi şiirin birer gül

bahçesidir. Günlük dertler, ülke sorunları elbette

konumuz olacaktır. Ama, 'Yaratılanı severim,

yaratandan ötürü' anlayışıyla yeni Yunusca bakışlara ve

söylemlere de açık olacağız ve bunları geliştirmeye de

talibiz.

*

Garip:-Konunun bayağısı yoktur, ancak, işleyişte

bayağılık olmalıdır.

Gülce:-Hareketimiz, şiirin bayağılaştırılmasına karşı bir

harekettir. İnsanı en yüce ve saygın bir varlık olarak

kabul etmektedir. İşleyişte sadelik ve samimiyet elbette

önemlidir, işleyişte fotoğraf sanatından söz sanatı şiirin

farkı ortaya konulmalı ve böylece, bayağılık sınırsız

olmamalı, şair, kendine ve şiirine saygı duymalı ve

seviyesiz, gayr-i ahlâkî durumlara düşmekten

mümkünse kaçınmalıdır.

*

Garip:-En çok da; yaşama sevinci, tabiat sevgisi,

çocukluğa dönüş, ölüm, insan sevgisi, aşk temaları

işlenmelidir.

Gülce:-Şiiri tematik sınırlamalarla çerçevelemek

yanlıştır. Şiir makam, mevki, yer, zaman vb sınırlar

kabul etmeyen bir sanattır. Şairin kalemi, özgür

olmalıdır.

……

21

 

GÜLCE VE HİSARCILAR

 

HİSARCILAR. "Sanatçının Dili Yaşayan Dil

Olmalıdır". Aksi takdirde, ister eski, ister yeni olsun,

ölü kelimelerden doğan her eser yeni nesilleri

birbirinden ayırır. Türk sanatına ve kültürüne olumlu

katkıda bulunamaz. Bu ilkeyle ilgili olarak Hisarcılar,

"Ağza alınmayacak kadar kaba ve çirkin kelimeleri bol

bol kullanmak, dil akışına uymayan uydurma kelimeleri

inatla ve ısrarla kullanmak, büyük harf-küçük harf

kurallarına boş vermek, noktalama işaretlerini

kaldırmak, cümle tekniğine kulak asmamak"gibi

Birinci ve İkinci Yenicilerin tutum ve davranışlarını

eleştirmişlerdir.

GÜLCE: Şiir dili anlaşılır olmalıdır. Konuşulan dil,

evrensel , yeryüzünün en köklü ve en yaygın

dillerinden olan Türkçe esasımızdır. Millî ve mahallî

olunmadan evrensel olunamaz.Türk kültür ve sanatını

ana dilimiz Türkçe ile yoğurmaya, dünden alıp bugüne

ve gellecek nesillere yeniden yeni yaparak taşımaya

talibiz. Estetik lirizm, edebî sanatlarla zarifâne, aşırıya

kaçmadan süslenmiş, mesajı ve iç ahengi çeşitli vezin

ve şekilsel unsurlarla da tamamlanmış bir şiir. Kabalık,

bayağılık ve argodan uzak, dilbilgisi ve yazım

kurallarına uyan bir düşünceye sahiptir.

-------------------------------------------------------------

 

HİSARCILAR

"Sanatçı Bağımsız Olmalıdır". Zira,

onun eseri, siyasî sistemlerin de, ekonomik doktrinlerin

de propaganda aracı değildir.

GÜLCE: "Elbette sanatçı bağımsız olmalıdır, ama, -

bana ne diyemeyeceği, bağımsızım, beni

ilgilendirmiyor diyemiyeceği-ülke-bayrak-kutsal

değerler gibi hususlar da vardır. Türk Milletinin varlığı

ve Türkiye Cumhuriyeti’ nin bir ve bütünlüğünü

savunduğumuz gibi, dış Türkler ve diğer Müslüman

toplulukların önemli meselelerine de duyarsız

olamayız.

HİSARCILAR : "Sanat Millî Olmalıdır". Çünkü kendi

milletinden kopmuş bir sanatın milletlerarası bir değer

kazanması beklenemez.

GÜLCE: Sanatta millilik, şekilsel özelliklerle

bütünleşmiş dil, âhenk, tarz ve bakış açısının yanı sıra,

insanı, yaratılmışların en şereflisi sayan everenselliğe

götürmelidir.

HİSARCILAR :"Sanatta Yenilik Asıldır". Ne var ki, bu

yenilik arayışı eskinin ret ve inkârı şeklinde

yorumlanmamalıdır. Dünden kuvvet alarak yarın da

kolay kolay eskimeyecek bir yenilik anlayışı ilke

edinilmiş; mutlaka serbest şekilli şiir yazmak, şiiri

nesre ve hikâyeye yaklaştırmak, heceyi ve aruzu ölü

vezinler olarak görmek gibi ısrarcı yaklaşımların doğru

olmadığı bir gerçektir.

 

GÜLCE : Her yeni hareket ve oluşuma karşı çıkanlar,

onu kötüleyenler, engel olanlar çıkacaktır. Edebiyat

tarihimiz, hep KÖKLÜ VE KALICI YENİLERİ

YAZMIŞTIR-DESTAN ETMİŞTİR de MOLLA

KASIM misal karşı çıkanları pek yazmamıştır.

Mevcuda ’karşı çıkmak’ değil yenilik anlayışımız, onu

ŞANLI KÖKLERİNDEN ALIP, yeniden YENİ yapıp

geleceğe, günümüzün damgasıyla taşımaktır. Yahya

Kemal’in (NE HARABİYİM NE HARABATİ/ KÖKÜ

MAZİDE OLAN BİR ATİYİM) veciz sözünde

şekillenmiş bir edebi hareket... Anlayışımızda

BOZMAK ve DEFORME etmek yoktur. Hatta ESKİKÖKLERİMİZE sahip çıkıp, onları yeni şekil, yeni

söylem ve bakış açılarıyla GELECEĞE TAŞIMAK

VARDIR. Elbette, köksüz ağaç olmayacağı gibi,

kökleri bulunmayan bir edebi hareket de olamaz ve

yaşayamaz. HECE, SERBEST ve ARUZ bizim. Bu

bizim olanların içinden, bu mazideki MUHTEŞEM

KAYNAĞIMIZDAN yeniden yeniler çıkara çıkara

ilerleyeceğiz.

* * *

 

HİSARCILAR :Toplumcu Gerçekçi, Garip ve ikinci

Yeni gibi şiir hareketlerini de açlığı ve sefaleti dile

getirdikleri, gençliğin şehevî arzularını kamçıladıkları,

amaçlı olarak aile ve diğer toplumsal kurumları hiçe

saydıkları iddialarıyla eleştirmişlerdir.

 

GÜLCE : Adı ve çıkış kaynağı ne olursa olsun, aile ve

toplumsal dokumuzu hiçe sayan şiir hareketlerine,

söylemlere karşıyız.

 

HİSARCILAR: Vezin konusunda bir dayatmaya karşı

olmuşlar, şiir olarak kalabildiği müddetçe aruzu da,

heceyi de, serbest şekilli şiiri de kabul ettiklerini

belirtmişlerdir. Şiirin şekil özellikleri yönüyle, aruzda

ve hecede alışılmış kalıpların çerçevesinden kurtulup

yeni söyleyişlere ulaşmasını hedefleyen Hisarcılar,

muhteva özellikleri yönüyle de, şiirin konusunun

sınırlandırılamayacağını, şiir feda edilmemek şartıyla

her konunun işlenebileceğini savunmuşlardır. Zira

sanatın her şeyden önce bir hürriyet meselesi olduğunu,

ancak, dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir zaman mutlak

hürriyet rüzgârı esmediğini belirterek, "hürriyet perdesi

arkasında oynanan maksatlı oyunlara pabuç

bırakmayacaklarını" da her fırsatta dile getirmişlerdir.

 

GÜLCE: Hece, serbest , aruz bizim. Bizim olan şeklîşiir mimarisi değerlerini kavgalı edemeyiz. Bunları

gerekirse bir şiir bünyesinde topladığımız gibi, her

birini kendi arasında da karabiliriz. Vezin, kafiye, ölçü;

bunlar birer vasıtadırlar. Esas olan has şiirdir. Şiirin

yükselişidir.

Mazmunlara Doğru Bir Yolculuk

 

 

DİVAN EDEBİYATI ve GÜLCE EDEBİYAT

 

1-DİVAN kelimesi,

-Kayıtlar defteri,

-Danışma meclisi,

-Sultanın veya büyüklerin oturduğu sedir,

-Yüksek mahkeme,

-Büyükler huzurunda saygılı duruş,

-Mânevi yüksek huzur,

-Bir şaire ait şiirler, bir dile ait sözler topluluğu

anlamlarında kullanılmaktadır.

Kitap çeşidi olarak bir konu üzerinde belirli -kurallı

dizilişle oluşturulmuş kitaplara divan denilmektedir.

Örnek: Divan’ı Lügat’it Türk.

Veya

Bakî Divanı, Nedim Divanı gibi.

Tam bir Divan ise

-Kasideler(Tevhit-münacaat-naat).

-Manzum tarih düşülmesi

-Kafiyeleri Arap Alfabesi harf sırasına göre

düzenlenmiş Gazeller,

-Rübailer, Murabbalar,Terkip ve Terci-i Bentler vs’den

meydana gelmelidir.

Ancak, bütün bu çeşitlerin her divanda bulunması şart

değildir.

 

GÜLCE kelimesi,

-Güle benzeyen, gül gibi

-Küçük gül

-Gül, saflığın, güzelliğin, aşkın, barışın, sevginin,

özlemin, Anadolu’nun, Peygamber’imizin simgesidir.

-Gül, çeşitli renkleriyle, ince ve narin yapraklarıyla,

dikenli dalıyla sadece bir bitki olarak değil, asırlarca

Türk Edebiyatı’nın ve şairlerinin ruh ve yürek dili

olmuştur.

-Kavgalar, küslükler, ayrılıklar bir demet gül ile barışa,

huzura, esenliğe, birliğe dönüşür.

-Bir şark çiçeği olan gül’ü atalarımız göçlerle gittikleri

her yere, Balkanlar’a ve Avrupa’ya taşımışlardır.

-Bir kitabın GÜLCE kitabı olabilmesi için, kitabın

kapağında veya iç kapak arkasında mutlaka (Gülce

Edebiyat Akımı)adı yer almalıdır.

-Gülce, edebiyat tarihimizin başarılarla dolu

mâzisinden hız ve ilham aldığı için, hece, aruz ve

serbeste karşı olmadığı gibi, bunlardan yeni tarz ve şiir

teknikleri de önermektedir. Bu şekilsel önermeler asla

amaç değildir, Gülce’ nin asıl amacı, has şiiri, kalıcı

şiiri yakalamak, şiiri önerdiği araçları da kullanarak

yükseltmek amacındadır.

 

27

 

 

 

2-DİVAN EDEBİYATININ KAYNAKLARI

-Divan Edebiyatı, İran Edebiyatı ve Arap Edebiyatı’nın

havası içinde teşekkül etmiş, zamanla da millî bir Türk

Edebiyatı olmuştur.

-Kur’an ve Hadis’in, Kısas-ı Enbiya ve Evliya

menkıbelerinim, Tasavvuf’un ve Şehname motifleri ile

eski İran mitolojisinin Divan edebiyatına fikir, mecaz

ve mazmun kaynaklığı ettiği bir gerçektir.

-Arap şiirinde fikir yeniliği değil, sözün bolluğu, sözün

güzelliği ve sözün mecaz kudreti önemlidir. Usta şairler

dahi, sıkça kullanılmış fikir ve mazmunları

kullanmaktan çekinmezler, yeni buluşlara heveslenmez;

şairin gücü söyleyişte belli olur.

-Arap şiirinin temeli BEYİT’ tir. Bir kişinin şair olup

olmadığı da, tek beyit içinde kuvvetli bir fikri, mecazı

veya nükteyi kullanıp kullanamadığından anlaşılırdı.

Arap şairleri İslâmiyet öncesinde sosyal hayat içinde

önemli rağbet görmekteydiler. Kabileler arası şiir

savaşları yapıldığı gibi, Mekke’de yapılan şiir

yarışmalarında dereceye giren şiirler Kâbe duvarına

asılırdı. İslâmiyet öncesi cahiliye devrinin şairlerinin

kadına, küfüre ve şarap’a meyilleri sebebiyle,

Peygamberimizle beraber, Kur’an’la beraber yeni bir

fikir,ilim ve şiir anlayışı dönemi açılmıştır.

-İran Edebiyatı’nın Pehlevî ve Orta İran’ca adını alan

dili ve efsâne kültürüne dayalı edebiyatı vardır.

İslâmiyet’in İran’da kabulü ve yayılmasından sonra,

Arapça, Arap edebiyatı İran’da silinmez izlerle

hakimiyetini kurmuştur. Aruz vezni Farsça’ya

uydurulmuş, bir çok Arapça kelime, bir daha

çıkmamacasına İran diline girmiştir.10 ve 15.

Yüzyıllarda altın çağını yaşayan İran edebiyatı ve

şairleri İslamlığın en büyük şairleri olarak dünyada ün

salmışlar, böylece, bizim Türk Divan Şairlerimizi de

etkilemişlerdir. İran Edebiyatı parlak döneminde Gazel,

Kaside ve Mesnevi tarz şiirlerde eşsiz örnekler

vermiştir.

-Özellikle Mesnevi türü ile uzun manzum hikayelerin

a)Destanî(epik), b)Aşk

c)Öğretici(Didaktik)Mesnevilerle kaleme aldındığı ve

böylece İran tarih ve geleneğinin en nemli destanı olan

Şehname ile İran Milliyetçiliği de yapılmıştır.

 

GÜLCE EDEBİYATIN KAYNAKLARI

-Gülce Edebiyat, Orta Asya’da sözlü edebiyat

döneminden bugüne gelen temeli arı, duru Türk Dili,

Türk halkı ve Türk Kültürü olan Millî bir edebiyattır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan önce yapılan bir sayıma göre,

yeryüzünde 2796 DİL konuşulmaktadır. Dil bilginleri,

diller arasında gramer yapısı ve sözlük bakımlarından

bir takım benzerlikler tespit ederek dünya dillerini

“AİLE” adını verdiğimiz bir takım gruplara

ayırmışlardır. Bunlar:

a-HİNT-AVRUPA DİLLERİ,

b-SLAV DİLLERİ,

c-ÇİN-TİBET DİLLERİ,

d- KAFKAS DİLLERİ,

e-URAL-ALTAY DİLLERİ gibi.

TÜRKÇE, Ural - Altay Dilleri arasında yer alan büyük

bir dildir. Asya ve Avrupa’da çok geniş bir alana

yayılmış olan Türkçemiz, Türkmence, Tatarca,

Başkurtça gibi bir takım kollara ayrılmıştır. Bu kollara

dil bilimciler "LEHÇE" veya "DİYALEKT" adını

vermektedirler. BU KADAR BÜYÜK BİR DİL

OLMASINA RAĞMEN, TÜRK LEHÇELERİ

ARASINDA ANLAŞMAYI ENGELLEYECEK

KADAR DERİN FARKLILIKLAR YOKTUR.

“Dünya dilleri arasında Türk dili kadar geniş bir alana

yayılmış başka bir dil yoktur.”(w.Radolf)

 “Fransızca, İtalyanca, İngilizce DİL DEĞİLDİR.

Sadece bir lehçedir. Hint –Avrupa Dillerinin birer

lehçesidirler.”

AVRUPALI DİL BİLGİNLERİ, TÜRKÇE BİLEN

BİRİSİNİN AVRUPANIN ORTASINDAN ÇİN’E

KADAR RAHATLIKLA KONUŞUP ANLAŞARAK

SEYAHAT EDEBİLECEĞİNİ

VURGULAMIŞLARDIR.

TÜRK DİLİNİN EN ESKİ YAZILI METNİ OLAN

ORHUN ABİDELERİNİN 1260 YILLIK MAZİSİ

OLDUĞU BİLİNMEKTEDİR.

DÜNYA DİLLERİ ARASINDA BU KADAR ESKİ

ANITLARA SAHİP OLAN DİL AZDIR. Örnek olarak

RUS DİLİNİN EN ESKİ ESERİ, 12.YÜZYILDAN

KALMA BİR DESTANDIR. MACARLARIN EN

ESKİ ESERİ 13.YÜZYILDA YAZILMIŞTIR.

Baş, göz, ağız, kulak, ayak, kol, burun, diş, karın,et, süt,

ağaç, ot, gün, ak, kara, gök, sarı, at, sığır, inek, koyun,

kuzu, kuş,kan, dağ,taş,toprak,su, göl,deniz, tuz, üç, beş,

sekiz, dokuz, altmış, yetmiş gibi sözler bütün Türk

lehçelerinde aynıdır. Sadece söylenişinde lehçelerde

çok az fark vardır. ÖRNEK, biz GÖZ derken, köz, küz

diyen lehçelerimiz de vardır.

DİLİMİZ TÜRKÇE’ DE 8 SESLİ HARF VARDIR

A-E-I-İ-O-Ö-U-Ü

TÜRKÇE’MİZİN HECE YAPISINDA ÜNLÜLER

ÖZEL BİR YER TUTAR. DİLİMİZDE BİR TEK

ÜNLÜDEN OLUŞAN HECELER ÇOKTUR.

ANCAK, ÇOKLUKLA BİR, İKİ VEYA ÜÇ ÜNSÜZ

BİR ÜNLÜ İLE BİRLEŞEREK BİR HECE

KURARLAR

O, SU, AŞ, YOL, ALT, YURT

BU ÖRNEKLERE GÖRE, TÜRKÇE’ DE HECENİN

TEMELİNİ OLUŞTURAN ÜNLÜDEN ÖNCE BİR,

SONRA DA EN ÇOK İKİ ÜNSÜZ BULUNUR.

DİLİMİZDE BİR VEYA İKİ ÜNSÜZ BİR ÜNLÜYLE

BİRLEŞEREK BİR Hece KURARLAR. ÜÇ

ÜNSÜZLE BİR ÜNLÜNÜN BİRLEŞMESİNDEN

OLUŞAN HECE SAYISI AZDIR. Dört, kurt, sırt, yurt

gibi…

Yabancı dillerden aldığımız bazı sözcükleri, harfler

arasına sesli harfler koyarak TÜRKÇELEŞTİRMİŞİZ.

İTALYANCA’dan gelen İSKELE (Scala) veya

Fransızca’dan alınan İSTASYON(Station) bunlara

örnektir.

DİL BİLİMCİLER, DİLLER ARASINDA ÜNLÜLER

VE ÜNSÜZLER BAKIMINDAN BİR TAKIM

MUKAYESELER YAPMIŞLAR, BUNUN

SONUCUNDA İtalyanca, Macarca, Fince ve Türkçe’

de, ALFABELERİNDE ÜNLÜ HARFLERİN çok

olduğunu ortaya koymuşlardır.

Dilimizin bir ZENGİNLİĞİ de TÜRKÇE

KÖKLERDEN TÜRKÇE EKLERLE BİR ÇOK YENİ

TÜREV YAPMAK KOLAYLIĞI VARDIR.

Örnek: Ev’ den EVCİ,

EVCİL,EVCİLLEŞMEK,EVCİLLEŞTİRMEK,

EVCİMEN, EVERMEK, EVLENMEK,

EVLENDİRMEK, EVLİ, EVLİLİK…

Göz’ den GÖZCÜ, GÖZCÜLÜK, GÖZDE, GÖZE,

GÖZETİM, GÖZETLEMEK, GÖZETMEK,

GÖZLEM, GÖZLEMCİ, GÖZLEME, GÖZLEMEK,

GÖZLEMLEMEK, GÖZLÜK, GÖZLÜKÇÜ,

GÖZLÜKÇÜLÜK, GÖZLÜKLÜ, GÖZLÜKSÜZ,

GÖZÜKMEK,

NAZIM: BİR ŞİİRİ MEYDANA GETİREN

MISRALARIN KENDİ ARALARINDA TOPLANIŞ

VE KAFİYELENİŞ DÜZENİNE NAZIM ŞEKLİ

denir.

2 türlü nazım şekli vardır:

1-KURALLI NAZIM ŞEKİLLERİ

2-KURALSIZ NAZIM ŞEKİLLERİ

TEK BİR AHENK DİZİSİ OLAN NAZIM BİRİMİNE

’MISRA’ DENİR.

İKİ MISRAIN BİRBİRİYLE İLGİLİ OLARAK

TEŞKİL ETTİĞİ BÜTÜNE ’BEYİT ’ DENİR.

DÖRT MISRALIK BENTLERE DÖRTLÜK(Kıta) ,

ÜÇ, BEŞ, ALTI VE DAHA ÇOK MISRALIK

BENTLER DE VARDIR.

İşte GÜLCE, KURALLI NAZIM ŞEKİLLERİ’ ni

savunan bir edebiyat akımıdır ve şiir yapı taşı olarak

mısradan başlayarak, beyit, üçlük, dörtlük, beşlik,

altılık.... vb bunların kombinasyonları dahil, en son

onluk bentlere kadar her yapıyı özgürce

kullanmaktadır. Dolayısıyla, GÜLCE bu şekliyle,

Divan edebiyatı yanında Halk Edebiyatı’ nı, hattâ

Dünya Edebiyatı’nı dahi gündeminden uzak

tutmamaktadır. Zira, şekli ve şiirin mimari -fiziki

yapısı, yapı taşını bir araç olarak gören GÜLCE,

amacını has şiir olarak ilân etmiştir.

GÜLCE, İran Edebiyatının baş yıldızı olan Firdevsi’nin

anlayış ve tarih yorumuna karşıdır. Türk ve Türkçe ile

mensubu olduğu Türk Milleti’nin, hiç bir şair ve

edebiyat tarihçisi tarafından asla suçlu-mağlup ve

aşağılayıcı şekilde gösterilemeyeceğini kendisine

değişmez ve şaşmaz ilke olarak kabul eden GÜLCE,

yalan söyleyen tarihi doğruya ve gerçeğe getirmekte,

asıl yerine oturtmaktadır. Halkın konuştuğu ve yaşayan

Türkçe’ nin Arap, İran, Avrupa, Amerika vb ülkeler

dillerinin işgali altına girmemesi için, dili yoğuran

şairlere önemli ve büyük görevler düştüğünü söyleyen

GÜLCE, Türkçe dışındaki dillere saygılıdır ve

Türkçe’ye de saygı gösterilmesini istemektedir.

Dilimizi kaybettiğimizde millî kimliğimizi de

kaybederiz diyen GÜLCE, kendisini Türkçe’nin

hizmetinde gören bir edebiyat akımıdır.

-Kur’an, Hadis, Peygamberler tarihi, menkıbeler,

efsâneler yanında Dede Korkut Hikâyeleri, Nasrettin

Hoca, Karagöz-Hacivat, Öncü ve Kahraman Türk

kadınları, Atatürk’ümüzün Nutku, Peygamber’imizin

Veda Haccı, Tarihe Yön Veren Türkler, Erenler,

Anadolu evliyâları, ozanlarımız, iz bırakan

şairlerimizden de hız ve ilham alan GÜLCE; önerdiği

yeni şiir türleri ile bütün bu temel -kültürel alanlarda

yeni eserler vücuda getirerek, gelecek nesillere önemli

eserler bırakmış ve bırakmaya devam etmektedir. Bu

çalışma ve çabaları her yıl, ortaya attığı "Proje"lerle,

geniş araştırma, inceleme ve gayretler sonunda ortaya

koymaktadır. Saptırılan ve İran keserince Farsî eğrilik

yapılan Şehnameye karşılık GÜLCE, Ergenekon, Şu,

Yaradılış, Oğuz Kağan, Göç gibi temel Türk

destanlarını Gülce’ nin 18 değişik türü ile arı-duru

Türkçe ile yeniden yeni yaparak; yanına da Çanakkale,

Yemen, Sarıkamış, Sakarya gibi destanları da katarak

tarihimize ve kültürümüze kalıcı eserler bırakmaktadır.

Uzun soluklu şiirlerinde GÜLCE, çoğu kere, temeli

olan Aruz, hece, serbest’in yanında kendi önerdiği ve

yeni nefes alanları dediği 18 şiir türünü bir araya

getiren BAHÇE türüyle, hece-serbest birlikteliğini

oluşturan BULUŞMA veya aruz-hece birlikteliği olan

GÜLİSTAN ile kendini göstermektedir.

Sözün güzelliğine evet, ama, aşırı süslenerek, fazlaya

kaçan imgelerle mısraların dokunuşuna da hayır diyen

Gülce, lirik olmayı ve didaktik olmayı kendine şiar

edinmiştir. Mecaz kudretini başlıbaşına bir şiir tekniği

içinde ele almış ve Yediveren, Dönence gibi cinas

ağırlıklı şiir yapılanmalarını ortaya atmıştır.

Aruzu, bir Türk Aruzu yapabilme çalışmalarında

İbrahim Alâattin Gövsa-Yahya Kemal Beyatlı

çizgisinden hareket ederek, bütün kural, kusur, bahirler

ve öteki kuramlarını kabul ederek, aruza Türkçenin dil

gömleğini giydirerek daha bir anlaşılır ve sevilir,

gençler tarafından korkulunmaz duruma getirmiştir.

Kafiye ve redif konusuna ayrı önem atfeden Gülce,

kafiyenin tarihsel serüveninden istifade ederek,

kafiyenin yönlendirici ve sınırlayıcı etkisini

ÇAPRAZLAMA önerisiyle azaltmaya çalışmıştır.

Kafiyenin mısra sonlarında kullanılmasına karşı

olmayan Gülce, mısra başında, mısra ortasında,

çaprazlamasına da kullanılmasını ve bunun da

denenerek yeni ve tadı daha bir başka güzel şiirler

kaleme alınabileceğini ortaya koymuştur. Batı ve uzak

doğu edebiyatı dahil, bütün Dünya Edebiyatı ve o

ülkeler edebiyatlarının şiir şekil ve yapılanmalarını da

gündemine koyan Gülce, şiir iklimimizin

zenginleşmesini sağlamış, şair ufuklarına derinlikler

kazandırmış bir edebiyat akımıdır.

DİVAN ŞİİRİNDE MECAZ ve MAZMUN

Divan Edebiyatı Süslülük’e oldukça önem veren, anlam

ve söz sanatlarını fazlaca kullanan bir edebiyattır.

Gülce Edebiyat’ ta anlam ve söz sanatları oldukça

önemlidir, ama, anlamın sanata veya sanatın anlama

feda edilmesini Gülce düşünmez ve istemez. Bu

sebeple, sadeye yakın, yeterli miktarda sanat; fakat

muhakkak ki ve kesinlikle anlamlılık. Gülce, anlamsız

şiire karşıdır. Anlamda, derinliği olan, okuyucuyu

fazlada yormayan bir kurgu ister.

Divan Edebiyatı şairleri (servi boy, ay çehre, ok kirpik,

ince bel) gibi güzellik ölçütlerini zevk düsturu

edinmiştir. Divan şairleri, şiirlerinde pek az ayrıntı ile

bir tek güzel tipini övmüşlerdir. Bu, tâ eski iran

şairlerinden beri, bütün hatları çizilmiş, bütün boyaları

vurulmuş, dekoru, arka planı, gölgeleri inceden inceye

tespit edilmiş klâsik bir tabloya benzemektedir.

Şairlerimiz 600 yıl bu mücerret, minyatürümsü, bu

“muamma güzel”i öne sürerek esasta kendi

sevgililerini, aşk ve hasret duygularını anlatmışlardır.

Yaşanılan hayatta hiç rastlanılmayan bu “hayâl

güzelin” özellikleri şöyledir :

-Boyu servi gibi uzun

-Çehresi ay gibi parlak

-Gözleri nergisleyin baygın,

-Kaşı yay,

-Kirpiği ok,

-Saçı uzun, siyah ve dağınık,

-Ağzı nokta kadar küçük,

-Yanakları gül pembesi,

-Beli kıldan ince,

-Teni gümüş gibi parlaktır.

Bu hayâl güzel, bir model olarak her şair tarafından

evilir. Şairin sevgilisi, bu örnek’e uysun veya uymasın,

isterse bambaşka olsun, Divan Edebiyatı Şairi yine de

bu “model –hayâl güzeli” övmek ve sevgisini ona ait

mazmunlarla göstermek zorundadır. Başka türlü bir

güzel anlatmak şairlikten vaz geçmek anlamına gelir. O

çağların estetik anlayışı böyleydi.

Divan şairi, “Servi boy” deyince upuzun bir servi ağacı

değil de, sevgilinin düzgün vücudu, nazlı yürüyüşü,

körpe hali; hasılı bütün bunları hep birlikte anlatmak

isterdi. Divan Şiirinde belli bir takım anlam ve

kelimeleri çağrıştıran bu sisteme “MAZMUN” adı

verilirdi.

Gülce Edebiyat Akımı’ nın da hiç şüphesiz

“MAZMUN” adını vereceğimiz, bir mısraın içine

hünerle yerleştirilen özel mânâ, okuyanda çağrışımlar

yaptıran “tip-model haline getirilmiş hayâl güzel”i

yoktur. Güzellik, şaire göre değişen bir özelliktir. Divan

Şiirinde Mazmun(açık veya kapalı olarak)teşbih,

istiare, imâ, telmih, leffü neşir, tecahülü ârifâne, hüsn-ü

tâlil vb. sanatlardan biri vasıtasıyla yapılırdı. Ayrıca,

Divan Edebiyatı’nın genellikle erkek egemen bir

edebiyat olduğu göz önüne alınacak olursa, bütün

şairlerin odak noktasındaki “Divan Güzeli” ni

anlayabilmekteyiz. Şimdi ise, Gülce Edebiyat Akımı,

böyle bir ayırdıma karşı olduğu gibi, erkek egemen bir

edebî topluluk değil, şairlerinin yarısının bayan olduğu

gerçeğini de düşünerek; günümüzde aşkı algılamak ve

yorumlamak ile Divan edebiyatı döneminde algılamak

ve yorumlamak arasında müthiş farklılıklar bulunmakta

olduğunun bilincindedir.

Divan Şiirinde;

Saç(Zülüf)denince; görünüşü bakımından: sünbül,

perişanlık, yılan, büklüm. Rengi ile: kâfir, gece, siyah,

kara, gölge. Kokusu dolayısıyla: misk, amber, duman.

hatırlanırdı.(İstisna olarak mesela Nedim şiirlerinde

Sarı Saç veya Sırma saç’ı da kullanmıştır.)

Göz (çeşm) denince; görünüşüyle: nerkis, badem, âhu;

rengiyle: Kâfir, siyah; özellikleriyle: sarhoş, nazlı,

mahmur, hasta; eylemleriyle: büyücü, katil ...

hatırlanırdı.(İstisna olarak bazı şairler mavi göz de

demişlerdir.)

Yanak, yüz(ruh, ârız)denince; Sabah, güneş, nur, ayna,

ateş, yasemin, lâle, erguvan, mushaf, peri... hatırlanırdı.

Ağız ve dudak (dehen ve leb)denince; Küçüklük

yönünden: mim, gonca, zerre, nokta, yokluk, sır; Rengi

bakımından: l’âl, kiraz, şarap, yâkut, lâle; Tadı ve zevki

dolayısıyla: âb-ı hayat, Kevser, şeker... hatırlanırdı.

Boy (ka’d) denince; Servi, çınar, ar’ar(ardıç, dağ

servi’si)Nihal(dal ve fidan) şimşâd (şimşir ağacı)elif,

âfet, kıyamet, fıskıye...hatırlanırdı.

Sevgili(Yâr, nigâr, canan)denince; Peri, melek, hûri,

şah, padişah, put, gül, nûr, Hızır, İsa, tabip, ömür,

zalim, cefacı, vefasız, başkalarını seven... hatırlanırdı.

Âşık denince; Viran, harap, perişan, biçare, düşkün,

gamlı, ağlayan, sabırlı... hatırlanırdı.

Bunlardan Başka;

Gamze(yan bakış):kılıç, ok, fettan, yol vurucu.

Hat(Sevgili yanağında ince tüyler):âyet, çimen,

menekşe.

Bel(miyan):kıl.

Diş:inci

Gerdan:kâfur... Çağrışımları yaptırırdı.

Divan Edebiyatının timsal ve efsânelerine biraz daha

yakından bakacak olur isek; karşımıza başlı başına bir

“mazmun hazinesi” çıkmaktadır. Gülce Edebiyat

Akımı’nın kabulleri arasında yer alan Divan Edebiyatı

mazmunları şunlardır. Şairlerimiz, tıpkı Divan

şairlerinin yaptığı gibi: Güzellikte, yiğitlikte,

cömertlikte, iyi huyda, aşkta, feragatte ve benzeri

konularda “mesel” haline gelmiş bu kahramanlar ve

konulardan istifade ederek, mısra işçiliklerinde bu

varlıklar, olaylar, kahramanların bizatihi kendileri veya

sıfatlarına ait “sezdirmeler yapmışlar ve yapmaya da

devam etmektedirler. Gülce Edebiyat’a bu bakımdan,

“Türk çağdaş tasavvuf edebiyatı” diyenler olduğu gibi,

“yeni divancılar” diyenler de olmuştur. Ancak,

Gülceciler bu mazmun hazinesine, yeni mazmunlar

ekleyerek, hazineyi daha da zenginleştirmişlerdir.

Sözü fazla uzatmadan, Divan Edebiyatı mazmun

hazinesinden Gülce’ nin benimsedikleri ile Gülce

Şairlerinin eklediği mazmunları teker teker sunmaya

gayret edelim.

 

Hz. MUHAMMED(s.a.v):

Divan Edebiyatında Peygamber’imiz,” Nur-u

Muhammedî ve birçok mucizelerin sahibi” olarak ele

alınmıştır. Peygamber’imiz, Yüce Yaradan’ın güzel

sevgilisi (Mahbûbullah)dir. O doğduğu gece

olağanüstülükler meydana gelmiştir. Tak-i Kisra

yıkılmış, Mecusilerin ateşi sönmüştür. Vücudunda

Peygamberlik mührü vardır. Yetimler yetimidir.

Gölgesi hiçbir zaman yere düşmemiş, güneşli havada

gezdiği zaman başının üstünde beyaz bir bulut

dolaşmıştır. Hicret esnasında mağara ve mağara kapısı

önündeki örümcek ve yuva yapıp yumurtlayan bir çift

güvercin... İşte Divan Edebiyatı şiirinin

Peygamber’imize baktığı noktalar. Ayrıca, Bedir

savaşında Yüce Yaradan’a yalvarması üzerine

Cebrail’in bir avuç toprak atarak düşmanları perişan

etmesi, bir işareti ile ay’ı ortadan ikiye bölmesi, yeni

diktiği hurma fidanının hemen meyve vermesi, Kâbe’yi

yıkmaya gelenlere “Ebabil Kuşları” nın gökten taş

yağdırması gibi mucizeleri de Divan Şiirinin önemli

konuları arasındaydı.

Gülce Edebiyat Peygamber’imiz konusunda bütün

bunları kabul ettiği gibi, üstad Necip Fazıl Kısakürek’in

başta “Çöle İnen Nur” eseri olmak üzere, çoğu

eserlerinde Peygamber’imizi anlatımları ve ifadelerini

bir büyük tutku olarak ele almaktadır.

Gülce’nin gülü ile de Peygamber’imizi, Atatürk’ü,

Dede Korkut’u ve Yunus Emre’yi görmekteyiz.

ATATÜRK (Gülce Edebiyat Şairlerince eklenmiştir.)

Gülce Edebiyat ’da Atatürk, ay yıldızlı bayrak ve vatan

ile birlikte ele alınır. Türk vatanının düşman

çizmesinden kurtuluşunu sağlayan, en büyük askerî

deha olarak Atatürk, önder, lider ve komutandır.

Atatürk’ü çağdaş ve akılcı fikirler ve düşünüşlerin,

aydınlığın; dünün, bugünün ve geleceğin bir simgesi

olarak algılamaktayız. İdeal, örnek şahsiyet, aynı

zamanda iyi bir insan. Tarihe yön veren üstün akıl ve

yürek…Mazlum milletlere örnek…

DEDE KORKUT (Gülce Edebiyat Şairlerince

eklenmiştir.)

Korkut Ata… Derleyen, toparlayan, birlik tesis eden,

öğüt veren, sarıp sarmalayan, kara ve zor günlerde yol

gösteren, dili yoğuran, genç neslin Kâmil insanı,

doyumsuz sözü ve sohbeti bulunan, aydınlık yüzlü,

akça sakallı, başında kalpağı, yay gibi kaşları, yüz

ifadesi olarak Atatürk güzelliğinde, bilge, halk kültürü,

folklor, halk sağlığı konularında bir profesör kadar

bilgili, dudaklarında sihirli ve muhteşem bir tebessüm

bulunan bir ulu zat.

YUNUS EMRE (Gülce Edebiyat Şairlerince

eklenmiştir.):

Anadolu kokulu bir yayla çiçeği, sarı çiğdem, sırtında

alıç heybesi, gök yemişini halkına dağıtan, Yaratılanı

Yaratandan ötürü seven muhteşem insan. Şiirimizin ve

gönüllerimizin mimarı. Dergâha 40 yıl düz odun

taşıyan aşk ve iman iklimi. Türkçe’mizin ses

bayraklarından birisi.

 

 

 

ADEM :

 

Divan Edebiyatına gore, insanoğlunun babası. Yüce

Yaradan, gökleri ve yerleri yarattıktan sonra Cebrail’e

buyurmuş. O’ da, yeryüzündeki her cins toprak

karışığından toplayıp getirmiş.Allah O’na en güzel

şekli(Ahsen-i takvim) verdikten (kırk yıl)sonra

meydana gelen kalıba ruh da üflemiş ve böylece ilk

insanı(Adem’i)yaratmıştı. Melekler bu yaratığı önceden

istemedikleri halde, Yüce Mevlâ’ nın “Ben sizin

bilmediğinizi bilirim” buyruğu üzerine ona secde

etmişlerdi. Yalnız, Cennet’in hazinedârı olan

İblis(Şeytan)ona secde etmemek yüzünden Cennet’ten

kovuldu ve lânetlendi.

Adem, Cennet’te iken sol eğe kemiğinden Havva

yaratıldı. Bunlara Cennet’teki “memnu meyva”

(buğday yahut elma)dan yemeleri yasak edilmişti.

Cennet’ten kovulan İblis, yılanın dişleri arasından

gizlice oraya girerek Ademle Havva’yı bu meyveden

yemeğe kandırmıştı. Bunun üzerine her ikisi de (İblis

ve yılanla birlikte)Cennet’ten yeryüzüne kovuldular.

Adem, Hindistan’da Seylân (Serendip)adasına, Havva

ise Cidde yakınlarına düştü. Uzun cefalardan sonra

Havva ile buluştular. Yaradan’da onları bağışladı.

Adem ilk Peygamber olarak 930 yıl yaşadı. Yirmi kızı,

yirmi de oğlu oldu. Peygamberler O’ nun soyundan

geldiler. Yeryüzüne ilk buğdayı ekmiş olan bu ilk insan

ve ilk Peygamber, çiftçilerin de piri sayıldı.(Kabaklı,

Ahmet; a.g.e, 265)

 

 

DÂVUD:

Kitap sahibi, İsrailoğlu Peygamberlerindendir. Dört

kutsal kitaptan biri olan “Zebur” ona gönderilmiştir.

Süleyman Peygamber’in babası olan Davud,

serdarlarından birinin karısına gönül verdiği için onu

savaşa gönderip öldürtmüş, bu yüzden başına türlü

belâlar gelmiştir. Edebiyatta güzellik timsali olarak

geçer. Ayrıca mizmar çalmada ve bu alet ile “mezâmir”

denilen “Zebur ilâhilerini” söylemede üstad sayılır.

Demiri elinde yumuşatıp zırh yapması aynı zamanda

bir kuvvet sembolüdür. Davud, Dünyada bir daha eşi

görülmemiş sesi ile Zebur okuduğu zaman kuşlar

toplanıp dinlermiş ve dağlar yankılanırmış. (Kabaklı,

Ahmet; a.g.e, 265)

KIRMIZI GÜL (Gülce Edebiyat Şairlerince

eklenmiştir.):

Efsâne bu ya: Gülün rengi eskiden kırmızı değilmiş.

Bülbül ise güle âşıkmış. Gül, kendisi için yanıp tutuşan

bülbüle hiç yüz vermiyormuş. Bu duruma

dayanamayan bulbul, gidip gülün dalına konuvermiş.

Dikenler bülbülün gövdesine batınca akan kanlar gülün

dibine dökülmüş ve kanlar gülün köklerinden ve

dikeninden damarlarına geçmiş. Gül, o günden sonra

kırmızı açmaya başlamış.

 

Gülce Edebiyat, her rengin bir dili olduğuna inanır. Ana

renklerin arasında tali renkler, pastel renklerin de

bulunduğunu; hattâ bütün renklerin eşit oranda karışımı

ile beyazın elde edileceğini bilen Gülceciler, duygu ve

düşüncelerini ifade etmede, ifrata kaçmayan tasvir

yöntemini gayet mahirane bir şekilde kullanarak, renk

bilimine önem vermişlerdir. Elle tutulup, gözle

görülemeyen; maddesel olmayan duygu ve oluşumları

renklerle tamamlayarak söze kuvvet ve ahenk

vermişlerdir.(Örnek : Mavi sevda, Mor öfke, Siyah acı

vb…Wink

Renklerin gökkuşağını oluştururken birlikteliği, Gülce

şiirinin ruh kökünü yansıtmaktadır. Başka bir deyimle,

Gülce, gökuşağı şiiridir.

 

 

EYYUB :

Bu Peygamber, edebiyata sabır ve şükür timsali olarak

geçmiştir. Yüce Mevlâ, çok zengin olan Eyyub’u

denemek için bütün malını ve on evlâdını almış,

kendisine de (cüzzam gibi) korkunç bir hastalık

vermişti. Vücudunun her yaralı uzvuna kurtlar

üşüşmüştü. O, bütün acılara Allah’ın takdiridir, diye

katlanıyor hattâ yere düşen kurtları alarak tekrar yarası

üstüne koyuyordu. Allah O’ nun bu sabrını ve imanını

mükâfatlandırdı. Sağlığını, çocuklarını ve mallarını ona

geri verdi.(Kabaklı, Ahmet; a.g.e, 266)

 

İBRAHİM (Halil-ullah=Allah Dostu) :

Azer adlı bir put yapımcısının oğlu idi. Allah’ın verdiği

uyanış ve kurtuluş sayesinde O’ nun BİR’liğini tanıdı.

Allah kendisine putları kırmak görevini verince, bu işe

babasının putlarını kırmakla başladı. Büyüdüğünde

halkı putçuluktan döndürmek için tapınaktaki mâbutları

baltaladı. Bunun üzerine Babil hükümdarı Nemrut, O’

nun diri diri yakılmasını emretti. Bir ormanın ağaçlarını

keserek dağlar oylumunca odun yığdılar ve

tutuşturdular. O’nu bir mancınıkla büyük ateşin

ortasına attılar. Fakat, Cebrail kanatlarını gererek onu

havada tutu. Bir sure sonra İbrahim’i ateşin ortasına

bıraktı ama, indiği yer çimenlik, güllük oldu.

İbrahim, hem Arapların hem de israiloğullarının ceddi

sayılmaktadır. Mekke’de Kâbe’yi yapmak görevi ona

verilmişti. Allah O’nun imanını sınamak için oğlu

İsmail’i kurban etmesini buyurmuştu. Fakat oğlunu

boğazlamak üzre iken gökten ilk kurbanlık koyun

inmişti.

 

İSA

Doğumu bir mucizedir, çünkü Cebrail’in üflediği nefes

ile, bakire Meryem Hatun’dan dünyaya gelmiştir.

Kendisi kutsal bir ruh olduğu için istediği şeye canlılık

verir. Ölüleri diriltir, sırf kemikleri kalmış veya

çamurdan yapılmış kuşlara can verir, körlerin gözünü

açar, her hastalığı iyileştirirdi.

İnsanları yıllarca Hak Dinine çağırdığı halde, Yahudiler

O’nu öldürmeye kalktılar. Bir direğe bağlayıp çarmıha

germek istediler. Fakat gökten inen melekler İsa’yı

kurtarıp dördüncü kat göğe ağdırdılar.

İsa Peygamber, kıyamet günlerine yakın, iki meleğin

omzunda, Şam’daki Cami-I Ümeyye’nin beyaz

minaresine inecek… Deccâl’i mahvedecek,Tûr-I

Sinâ’ya çıkacak… Yecüc Mecuc tayfasını öldürtecek…

Dünyaya ilâhî adalet ve güvenliği getirecek… Mehdi

ile birbirlerine imamlık teklif edecekler. Mehdi O’na

imam olacak… İsa Müslümanlığın temsilcisi olarak

yedi yıl saltanat sürecek, İsa’ya ait bu sıfat ve olaylar,

orta devre edebiyatlarının her üçünde bol bol

bulunmaktadır. (Kabaklı, Ahmet; a.g.e, 265)

LÛT :

İbrahim Peygamber’in kardeşidir. Kenan İlinde

(Filistin) çok günaha giren: isyan, fuhuş ve yalana

düşen Sodom ve Gomore şehirleri halklarını doğru yola

çağırdı. O’nan inanmayan bu halk ilâhî cezaya

müstahak görüldü. Melekler Lut’a haber verdiler. O,

ardına bakmadan uzaklaştı. Cebrail, kanadını yere

sokarak beş şehri yerinden havaya kaldırıp tersini

yüzüne getirerek hepsini helâk etti. Sodom ve

Gomore’nin yerinde Lût Gölü peydah oldu. Lût’un

karısı da, inanmayanlardan olduğu için, kocasının

tembihine rağmen dönüp ardına bakmış ve gökten

düşen bir taşın altında ezilmişti.

 

MUSA :

Ibrahim Peygamber’in oğlu ve kendisine TEVRAT

gönderilen peygamberdir. O’ da mucizeler, efsâneler ile

edebiyata geçmiştir.İlgili MAZMUNLAR

ŞUNLARDIR :

O doğduğu sıra Firavun, İsrailoğullarından olan erkek

çocuklarının öldürülmesini emretmişti. Annesi, O’ nu

kurtarmak için bir sandık içinde Nil’e bırakmış

Firavun’un karısı (kızı veya kızkardeşi) Safiye O’nu

tesadüfen bulup evlât edinmişti.

Musa, kendi kimliğini ancak 40 yaşında öğrendi.

Kavmini zulümlerden kurtarmak için mücadeleye atıldı.

Bir Mısırlıyı öldürerek Şuayp Peygamber’in yanına

kaçtı. Çobanlık etti ve O’ nun kızıyla evlendi.

Sonra kendisine ilâhî görev verilince, İsrailoğullarını

kurtarmak için Mısır’a döndü. Firavun, zulüm altında

yaşattığı İsrail ümmetinin ayrılmasına izin vermeyince

onu yıldıracak mucizeler gösterdi: Suları kan şekline

soktu, kurbağa yağdırdı, Mısır halkına koca sinekler,

çekirgeler musallat etti, vücutlarında yaralar çıkardı, üç

gün karanlıklar indirdi, doğan çocukları yaşatmadı,

ünlüm ASÂ’sını ejder şekline soktu.(O zamanlar

Mısır’da sihirbazlık çok geçerli olduğu için Allah’ da

Musa’ya, büyücülerden çok üstün sihirbaz hünerleri ve

o tip mucizeler bahşetmişti.) Firavun korkup izin verir

gibi yaptı. Fakat, kavmini Mısır’dan çıkarırken, Kızıl

Deniz kıyısında onları bastırıp öldürmeyi kurarak

peşlerine düştü. Musa, Asâ’sını vurunca deniz yarıldı,

onlar geçtiler, arkalarından giden Firavun ve askerleri,

tekrar yükselen denizin sularında boğuldular.

Musa halkını Tûr-ı Sina’ ya götürmüş, o kutsal dağa

çekilip Mevlâ ile “konuşmuş” (KELİMULLAH olmuş)

Tevrat’ın ilk bölümü olan ON EMİR kendisine orada

vahyedilmişti. Ayrıca, asâ’sını kayaya vurup su

çıkarmak, gökten “Kudret Helvası” yağdırmak, elinin

ışık saçıcı (yed-i beyzâ) olması O’ nun mucizeleridir.

Bir ara Allah’tan umut kestiği için, hedefi olan Kenan

İli’ne halkını ulaştıramamış, tam da Vâdedilmiş Ülke (

yani Kudüs)nin göründüğü bir tepede 120 yaşında iken

can vermiştir.

NUH :

Adem Peygamber’den 1742 yıl sonra gelmiş ve elli

yaşlarında Peygamber olmuştur. Sapıklığa, kumar ve

şehvete düşen halkını, imana çağırmış ama sözünü

dinletememişti. Bunun üzerine gökten buyruk gelmişti.

Tufan olacaktı. İlâhi emir üzerine bir gemi yaptı. Ham,

Sam ve Yafes adlı üç oğlu ile karılarını ve

yeryüzündeki bütün canlılardan birer çift aldı. Kırk

gün, kırk gece sağnaklarla yeryüzünü sular kapladı.

Tufan sularında 150 gün yüzen Nuh’un gemisi, nihayet

sular biraz çekilince Ağrı veya Cudi Dağı’ nın tepesine

indi. Böylece insanoğulları Adem peygamber’den sonra

ikinci defa olarak onun üç oğlu ile eşlerinden türediler.

Nuh, ayrıca gemicilerin piri ve en ustası sayılmaktadır.

Şeytan, eşeğin kuyruğuna yapışarak onun gemisine

binmişmiş.

SÜLEYMAN :

Davud’un oğludur. Gelmiş hükümdar ve

Peygamberlerin en zengini, şefaatlisi, en nüfuzlusu

sayılır. Doğu-Batı Edebiyatlarında, destanlara,

masallara ve birçok efsânelere karışmıştır.

Bu peygamber hükümdar, kuşların, denizdeki ve

karadaki bütün hayvanların, bitkilerin, cin ve perilerin

dillerinden anlar, onlara hükmederdi. Rüzgâr da O’nun

emrinde idi. Süleyman’ın yedi yüz karılı , üçyüz

cariyeli muhteşem sarayı, hikmetli sözleri, Hak dinine

hizmetleri, kâfirlerle savaşları, mühürlü yüzüğü, Saba

Melikesi Belkıs ile macerası, tedbirli veziri Asâf,

karınca ile konuşması vs. gibi edebiyata bir çok

MAZMUNLAR vermiştir.

Süleyman, âşık olduğu Belkıs’a (Yemen’ de Saba

kraliçesi)ünlü haberci kuşu Hüthüt’le bir mektup

yollayıp onu kendisiyle evlenmeye davet etti. Hüthütün

anlattıklarına ve “İsm-i A’zam” ın birkaç harfini bilen

Asâf’ın ilâhi nüfuzuna kapılarak, göz yumup açacak

kadar az bir zamanda Rüzgâr’ın yardımı ile hava

üstünde uçan tahta binerek Kudüs’e geldi. Süleyman

onu imana , Hak dinine kavuşturdu ve nikâhına aldı.

Süleyman bir karınca ile konuşacak kadar alçak gönüllü

sultandı. Bu iyiliğinin karşılığını bir çok defa gördü.

Meselâ, bir savaşta bütün askeriyle birlikte aç kalmıştı.

 “Karıncalar Beyi”, ona öyle bir çekirge budu verdi ki

bunun yarısı Süleyman’ın askerlerini doyurdu.

Süleyman’ın üzerinde “İsm-i Celâl” yazılı olan yüzük

şeklindeki mühür’ü de meşhurdur. Bütün kudret ve

azameti ordan gelir. Bir gün yıkanırken, o yüzüğü

parmağından çıkarıp karısına vermişti. Yüzüğün

değerini bilen bir dev, Süleyman’ın biçimine girerek,

mühürü karısından aldı. Bu dev, bir sure Süleyman gibi

hükmetti ise de Peygamber büyük sıkıntılardan sonra

tekrar mührüne kavuştu.

YAKUB :

“Tanrıkulu” anlamına “İsrail” adını alan ilk

Peygamberdir. Onun soyundan (12 oğlundan) gelenlere

İsrail Oğulları(Beniisrail)denmiştir. Onbir oğlunun,

küçük kardeşleri Yusuf’u kıskanıp bir kuyuya atmaları

ve ölüm haberini getirmeleri üzerine gözleri kör

olmuştu. Sonra, Yusuf O’ na gömleğini gönderince

gözleri açıldı. Yakub edebiyata, oğul hasreti çeken

dertli babanın sembolü olarak geçmiştir.

YUSUF :

Edebiyatta erkek güzeli timsali olan Yusuf, Yakub’un

oğludur. Kardeşleri tarafından kıskanılıp kuyuya

atılması, bir kervanla Mısır’a götürülüp satılması, Mısır

Aziz’i (veziri) nin karısı Züleyha (Zeliha)nın ona âşık

olması ve aşkına karşılık görmeyince yedi yıl zindana

attırması; Yusuf’un meşhur rüyâ yorumu, sonra Mısır’a

 

“aziz” olması… Kıtlık sırasında İsrailoğullarını Mısır’a

getirtip yerleştirmesi ve bilhassa güzelliği, bir çok

hikâyelere ve MAZMUNLARA konu olmuştur.

AB-I HAYAT :

Türkçesi “bengisu” olan ve divanlarda “âb-ı bekâ, âb-ı

cavidan, çeşme-i hayvan” adları ile de geçen

“ölmezlik” suyudur. İçenler ebedî diriliğe kavuşurmuş.

Kaynağı cennet olan ve zulûmat (karanlıklar) ülkesinde

bulunan bu masal suyundan, bugüne kadar sadece Hızır

ve İlyas içmişlerdir. Hızır, şimdi karada, İlyas’ da

denizde bunalan, karda ve fırtınada kalanlara yardım

ederlermiş. İskender’de âb-ı hayâtı Hızırla birlikte

aramaya çıkmış ama zulümâtta(bilinmezlik ülkesinde)

birbirlerini kaybettikleri için İskender, bu sudan

içememiştir. Bu Yüce Mevlâ’ nın takdiridir.

Eski Avrupa şiirlerinde de (gençlik suyu) diye geçer.

Bu cennet suyu, altın ve elmaslar arasından akarmış.

Divan şiirinde sevgilinin saçları karanlıklar ülkesine,

ölmezlik(hayat) veren dudakları da bengisuyun

kaynağına benzetilir. Halk inanışına gore Köroğlu ve

Kırat’ı da Bingöllerde bu sudan içerek ebedî hayata

ermişlerdir.

AD ve SEMÛD :

Birincisi Yemen’de, İkincisi Hicaz’la Şam arasında

yaşıyan iki günahkâr kavimdir. Gönderilen

Peygamberlerle alay ettikleri ve Yüce Mevlâ’ya

üstünlük iddiasında bulundukları için şiddetli rüzgâr ile

mahvedilmişlerdir.

ANKA(SİMURG):

Boynu çok uzun, yüzü insana benzer, güzel tüylerinde

her yaratıktan bir nişan bulunur, Kaf Dağı’nda yaşar bir

masal kuşu imiş. Üstünde 30 kuşun alâmetleri

olduğundan buna Farsça SİMURG da denir.

Yüksekten uçar ve hiç yere konmaz olan bu kuş,

hayvanları ve çocukları kapıp batıya götürdüğü için bir

Peygamber ona karılmış. Bu yüzden, yıldırım çarparak

soyu mahvedilmiş. Türk Masallarında Zümrüd-ü Anka

kuşu diye geçer.

ASHAB-I KEHF :

Bunlara “yedi uyurlar” da denir. Allah’a inandıkları

için Dekyanus adlı putperest hükümdarın kahrına

uğrayan yedi kişi, kaçıp bir mağaraya sığınmışlar.

Orada 300 yıl uyumuşlar ve sonunda uyanmışlar.

Mekselina, Meslina, Mernuş, Debernuş ve

kefeştetayyuş adlarını taşıyan ashab-I kehf’in kıtmir

adlı bir de köpekleri vardır. Anadolu’da bir çok Ashab-ı

Kehf mağarası gösterilmektedir. Başlıcaları : Efes’te,

Tarsus’ta, Elbistan’da, Maraş’ta dır.

BÂBİL :

Doğu ve batı edebiyatlarında bir çok

MAZMUNLARLA görülür. Eski çağların en bayındır

ve büyük (Keldanî) başkenti olan BABİL’İN

SURLARI, üstünden dörtbeş araba yanyana geçecek

kadar genişmiş. Evlerin damları üzerinde yetişen asma

bahçeleri, ilk çağın YEDİ HARİKASI’ndan biri sayılır.

Bâbil harabeleri, bugün Aşağı Irak’ta, Hille şehri

yakınındadır.

Fen, büyücülük ve yıldız bakıcılığı bu şehirde pek

ilerlemiş. Orada bir kuyu(çah-ı Bâbil) varmış ki Harut

ve Marut adlı melekler içinde asılı imişler. İbrahim

Peygamber’i ateşe attıran Nemrut bir Bâbil

hükümdarıdır. Dillerin ayrılmasına sebep olan BÂBİL

KULESİ de burada yapılmıştır.

BEDAHŞ(Bedahşan) :

Horasan Hindistan arası bir şehirdir. Yakut’un en

değerli ve en parlak kırmızı cinsi olan la’l burada çıkar.

La’l, sevgilinin dudağına benzetilir.

CALİNUS (Galenos):

Bokrat (Hippokrates) gibi eski büyük hekimler ve

Süleyman Peygamber’in hekimi olduğu söylenen

LOKMAN, edebiyatta hâzik hekim timsalleridir.

CEMŞİD(Cem):

Grek mitologyasındaki Dioniysos (Baküs)u andıran

zevk, safâ, içki ve eğlence timsalidir. Eski bir Hind

Tanrısı veya İranlıların ilk (Piştadiyân)sülâlesinden

efsaneleşmiş bir hükümdardır.

Esatirdeki asıl yeri, şarabı icad eden hükümdar

olmasıdır. Cemşid efsânesi şöyledir :

Cemşid birgün altın tahtına oturmuş, ok yarışmalarını

seyrederken boynuna yılan dolanmış olan bir kuşun

uçtuğunu görür. Kuşa dokunmamak şartıyla yılanı

vurmalarını okçularına emreder. Canı kurtulan kuş

biraz sonra Çemşîd’in tahtı önüne gelir ve kimsenin

bilmediği daneli bir salkımı minnettarlık hediyesi gibi

bırakıp gider.

Çemşid bu daneleri yere ektirir, üzüm asması biter ve

meyve verir. Üzümü bir küpe sıkarlar ve ağzını

kapatırlar ve orada unuturlar. Hükümdar birgün hatırlar,

istetir, tadına bakar ki fazla kekre… Bunu zehir sanır ve

düşmanlara verilmek üzere saklanmasını emreder.

Cemşid’in pek sevgili ve çok güzel bir cariyesi varmış.

Bu kız, şiddetli baş ağrıları çekermiş. Bir gün artık

yaşamaktan usanarak intihar etmeye karar verir ve

küpteki “zehir” den bardak bardak içer. Üstüne bir

gariplik çöker, sızar ve rahatlar.Kendine geldiği zaman

ağrı ve sızıların geçtiğini hayretle görür.

Vakayı işiterek çok sevinen Cemşid, üzüm suyundan

olan şaraba “şâh-dârû”(baş ilâç)adını verir. O günden

beri üzümden bolca şarap çeker ve içip eğlenirlermiş.

Edebiyatta Cemşid(Cem)daha çok “câm-ı cem,bezm-i

cem” MAZMUNLARIYLA, bir de eğlence, şatafat ve

bahar şenlikleri dolayısıyla geçer. Çünkü güneşin

“hamel burcu” na geçişini, yani bahar başlangıcı olan

mart dokuzunu YILBAŞI(NEVRUZ)BAYRAMI olarak

ilk defa kutlatan da Cemşid’dir. Adalet, gösteriş, süs,

ziynet eşyası, kokulu bitkiler hep O’na mahsus

şeylerdir. Cemşid, Dehhak tarafından öldürülmüştür.

EDHEM :

Tasavvufta ermişlik ve feragat timsalidir. Kendisi Belh

Sultanı iken bir gün ceylan avında, karga tarafından

beslenen eli kolu bağlı bir adam gördü. Allah’ın her

yerde rızk vericiliğine inandı. Bunun üzerine çul ve

külah giyip bir mağaraya, ibadete çekildi. Büyük

velilerden oldu.

ELEST MECLİSİ, ELEST GÜNÜ :

Elest günü(Ruz-i Elest) ve Elest Meclisi(Bezm-i Elest),

tasavvufta, dinde ve edebiyatta Allah’ın kâinatı

yarattığı veya (OL) dediği; insan ruhlarını meydana

getirdiği(kendinden ayırıp insan kalıplarına

yolladığı)gün veya toplantı olarak bir çok MAZMUN

VE MECAZLARA karışmaktadır. Allah o gün (elest

günü) ruhlara (ELESTİ Bİ RABBİKÜM=Sizin

Rabb’iniz değil miyim?)diye sordu. Onlarda (

KALUBELA=Ezelden beri)cevabını verdiler.

FERİDUN :

Cemşid’in torunu, efsaneleşmiş bir İran hükümdarı

olup iyilik ve adalet timsalidir. (Nuşiveran da adalet

timsalidir) Cemşid, ömrünün sonuna doğru Allah’lık

davasına kalkınca halkın nefretine uğramış Arap

kavminden DEHHAK da onu öldürerek İran Padişahı

olmuştu.

Ancak, Şeytan, bir gün Dehhak’ın sırtını öpünce iki

omuzunda iki yılan başı peydahlanmıştı. Sonra yine

Şeytan, hekim kılığında gelerek, bu yılanlara her gün

iki delikanlı beyni yedirilmezse hastanın

iyileşmeyeceğini söyledi. Dehhak, onun dediklerini

yapınca, büyük bir zulüm aldı yürüdü. Beyni yenilme

sırası Gâve adlı bir demircinin oğluna gelince… Gâve,

önlüğünü örsüne asarak isyan bayrağı açtı. Halkı ardına

topladı. Dehhak öldürüldü. Yerine de ortalığı düzene

koyan ve büyük adaletiyle ün salan Feridun geçti.

FİRAVUN :

(Özellikle Musa’ya zulüm eden Mısır

hükümdarı.)Haman: (Firavun’un veziri, göklere uçan

bir taht yaptırıp Mevlâ’ya kasdetmek istemişti)ve

Hülâgû (Cengiz torunlarından)gibi yarı tarihi, yarı

efsâneli kişiler, zulüm, kötülük, vahşilik timsalleri

arasındadır.

SES ve BÜLBÜL(Gülce Edebiyat Şairlerince

eklenmiştir.):

Derler ki:

Bülbül, sabah rüzgârı (saba-seher yeli) ile gülün yanına

gider ve başlar güzel sesi ile onu övmeye ve ona olan

aşkını dile getirmeye. Gül de ona karşılık vererek yavaş

yavaş uyanarak gülümsemeye (açmaya) başlar.

 

Bülbülün sabahları çok ötmesinin nedeni herhalde

aşkına az da olsa bu gülümsemeyle karşılık bulmasıdır.

Bülbül güzel sesi ile aşkı en güzel şekilde anlattığı için,

insanlar bundan faydalanmak istemiş ve tuzağa

düşürülen çılgın âşık (bulbul)kendisini demir

parmaklıklar arasında buluvermiştir. Daha önce

sevgilisinin az yüz vermesine bir de bu ayrılık

eklenince(bizim sevdalı bulbul) kafeste daha dertli ve

güzel ötmeye başlamıştır.

Bizim güle kara sevdalı bulbul, ne çekmişse dilinden

çekmiştir. “Ah vatanım, vah vatanım!” diyerek

ötmesinin altında sevgilisinden ayrı olması yatmaktadır.

Bütün büyük aşklar gibi, gül ile bülbülün aşkı da

birbirine kavuşamadan bu fani dünyada ayrı olarak

noktalanır. Tıpkı Mecnun’un Leylâ’ya, Kerem’in

Aslı’ya, Ferhat’ın Şirin’e kavuşamayıp aşk ateşleri

içinde ölmeleri gibi. Gül, güzel ve çekici olmasına

rağmen çok çabuk solar ve ölür. Aşık da çok çile

çektiği için hayatın tadını alamadan ömrü çabucak

geçer.

Evet, GÜLCE ve Gülcecilere göre bülbül, rahmetli

AKİF’ in Safahat’ında “VATAN İÇİN YANAN

BÜLBÜLDÜR.”

Bülbülün kendisi kadar yüreği ve sesi de çok önemlidir.

Bülbül sesi kadar, ŞİİRDE SES DE GÜLCE İÇİN

ÇOK ÖNEMLİDİR. Bülbül sesi kadar, gül kadar güzel

olmalı Gülce Şiirlerimiz… Bu sebeple, seslerin âhengi

şiiri şiir yapan en önemli unsurdur. Bilâl-i Habeşî , o

güzel sesiyle ilk Ezanı nasıl okuduysa ve o ses

asırlardır aynı güzellikte kulaklarımızdan ruhlarımıza

nasıl günde beş kez hitab ediyorsa, şiirimiz de aynı

mübârek sesleniş güzelliğini taşımalıdır. Gülce

Edebiyat, şiirin geometrisinde sese çok önem veren bir

edebiyat akımıdır. Sabah gülümsemesinde bir gonca

gülü seyreden bülbülün sesini Gülce şiirinin seher

yeline salıvermek Gülceci her şairin görevidir.

Sesler, harfler-kelimeler ve cümlelerden oluşur. Şiirde

kelimeler nesirdekinin aksine bahar duruşludurlar. Şair

söylemi veya şiir dili, her şairin tarz-üslup ve söylemi

olarak ortaya çıkarsa da işin esası bülbülün yürek

sesidir.

HÂRÛT ve MÂRÛT :

“Bu iki melek, insanların yerdeki kötülüklerini görür

iğrenirlermiş. Bunu Mevlâ’ya anlatmışlar. Yüce Mevlâ

: (Eğer insan oğullarına verdiğim şehvet hırsını size

verseydim, siz daha beter olurdunuz!)demiş. Melekler,

öyle olmayacağını söyleyince, Allah da onlara şehvet

verip Bâbil’e indirmiş.

Bunlar, Bâbil’de kadılık ederken, kendilerine başvuran

çok güzel bir kadına tutulup vuslatını talep etmişler.

Buna karşı kadın :

-“Ya kocamı öldürürseniz, ya puta taparsanız, ya da

şarap içerseniz… Bu üç şartla istediğiniz “olur” demiş.

Teklifler içinde en ehven olarak şarap içmeyi gören

melekler içip sarhoş olmuşlar. Kadın onların

sarhoşluğundan istifade ile, her gece göğe çıkmak için

okudukları “ism-i a’zam”(Allah’ın en büyük

adı)duasını sormuş. Öğrenip okumuş ve göğe ağmış.

Allah onu zühre yıldızı haline sokmuş.(Zühre,

Afrodit’in doğu esâtirindeki benzeridir) Hârût ve

Mârût’a da (Dünya veya ahret azaplarından birini

seçmelerini) buyurmuş.

Melekler, dünya azabını seçince, ayaklarından asılı

olarak Bâbil Kuyusu’na (Çâh-i Bâbül) kapatılmışlar.

Kıyamete kadar, o işkenceyi çekecekler ve bir türlü

suya kavuşamayacaklardır.

Hârût’la Mârût, aynı zamanda büyü, sihir ustalarıdır.

Kuyu başına gelenler, onlardan fitne ve büyü

öğrenirler. Sevgilinin bakışı, gamzesi, gözü hep bu sihir

ve fitne MAZMUNLARINA bağlanır.(Bu efsâne Faust

hikâyesini biraz andırmaktadır.)(Kabaklı, Ahmet; a.g.e,

Syf:272)

HIZIR

Karanlıklar ülkesinde, Allah’ın emriyle Ab-I Hayat’ı

bulup içtiği için ölmezliğe kavuşmuş bir hükümdar, bir

ilâh, ya da ermiştir. Musa ve İskender ile O’ nun

arasında yakınlıklar kurulur. İskender’e kılavuz

Musa’ya akıl ve hikmet yoldaşı sayılır. Aynı zamanda

bengisuyu içmiş olan ve deniz kazazedelerini koruyan

İlyas’ın arkadaşıdır.

Halkımız Hızır’ı BENLİ BOZ isimli atına binmiş,

mübârek bir ihtiyar olarak tasarlar. Darda kalanlara,

yoksullara, yetim ve dullara iyilik, zenginlik, bereket

getireceğine inanılır. Avrupa taklitçiliğinin getirdiği

NOEL BABA, din, milliyet ve geleneğimize aykırı,

zararlı bir masaldır. Türk töresinde Hızır’ın üstün ve

sevimli bir yeri olduğuna gore çocuklarımıza o çam

katili, eski putperest ilâhını tanıtacak yerde Hızır

aleyhisselâmı sevdirip benimsetmekte, millî manevî

büyük faydalar vardır.

Hızır kelimesi aynı zamanda yeşillik anlamına gelir.

Ayağını bastığı her yerin yeşil çimenlerle dolu, verimli

olduğuna ve elini dokunduğu her şeyin

bereketlendiğine inanılır. Türklerin BAHAR

BAYRAMI da HIZIR VE İLYAS adlarının karışımı

olarak HIDIRELLEZ adını taşımaktadır. (Kabaklı,

Ahmet; a.g.e, Syf: 272-273)

HÜMÂ (Dvelet Kuşu) :

Kaf Dağında veya Kıpçak Çölünde, Çin ülkesi

yakınında bulunan boz renkli, ayaksız bir kuşmuş. Yere

inmez, yücelerden uçarmış. Gölgesi her kimin başına

düşerse o hükümdar olurmuş. Bunun için DEVLET

KUŞU, yani mutluluk getiren kuş diye anılır.

İREM(Bağ-ı İrem):

Yemen’de Ad kavmi krallarından ŞEDDÂD’ın

yaptırdığı bir bahçedir. Cennetten daha güzel olmak

iddiası ile yapılan İrem Bağı ve köşkleri Allah’ın

gazâbını çekmiştir. Cebrailin bir haykırışı orayı

içindekilerle beraber mahvetmiştir. Dilimizdeki

Şeddadî Bina (Çok büyük)sözü bu Şeddad’dan

gelmektedir.

İSKENDER :

Edebiyatımızda iki İskender vardır. Biri Kur’an ‘ da

geçen bir Peygamber veya ermiştir. İskender-i

Zülkarneyn diye anılanı Hızırla âb-ı hayat’ ı arayıp

bulamayan Kâbe’de İbrahim Peygamber’le görüşmüş

olan imanlı hükümdardır.

Öbür İskender ise, İran Hükümdarı Dârâ’yı yenmiş olan

Makedonyalı Büyük İskender’dir. Kudret, saltanat,

cihangirlik, haşmet timsalidir.

Ancak;

ŞİİR MAZMUNLARINDA bu iki İskender birbirine

karıştırılmıştır.

AYİNE-İ İSKENDER: Aristo’nun yaptığı söylenen ve

görünmezleri gösteren bir aynadır. İskenderiye’ de bir

tepe üstüne konulan bu ayna, yüz mil açıktaki gemileri

bile gösterirmiş. Bu aynaya akseden güneş ışığı ile

gemiler ateşe verilirmiş. Sonradan çalınıp denize

atılmış.

SED-Dİ İSKENDER: İskender’in Yecüc Mecüc

milletine karşı yaptırdığı bir sed(sur, duvar)dır. Bu

seddin ya ÇİN SEDDİ ya da KAFKAS

SIRADAĞLARI olduğu sanımaktadır.(Kabaklı,

Ahmet; a.g.e, Syf:273)

Evet;

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI da, tarihteki Makedonyalı

Büyük İskender hakkında, tarihi yanılgılara dikkat

çekmekte; bahsi geçen Makedonyalı İskender’in kasten

veya bilmeden Türk Destanları’na sokulduğunu ileri

sürmektedir. Makedonyalı İskender’den çok çok zaman

öncesini taşıyan, Milattan önceki dönemlere dayanan

Türk Destanları(Şu, Bozkurt, Oğuz Kağan)na biraz da

İran milliyetçisi Firdevsi’ nin zorlamaları ile bu

Makedonyalı İskender’in sokulmuş olabileceğini

düşünmekteyiz. Çünkü arada, çok büyük zaman farkı

vardır.

Evet;

ÇİN SEDDİ, bizim MİLLİ EDEBİYATIMIZ olan

GÜLCE için, bir MAZMUN’dur. Çünkü, uzaydan

görünen bu SED, TÜRK AKINCILARININ,

Kürşad’ların korkusundan inşaa edilmiştir. BATI

TÜRKİSTAN ‘ ın ÖZGÜRLÜK DAVASI, Gülce’ nin

de davasıdır. Osman Baturların bayrağının

inmeyeceğini Gülce Çin Seddi mazmunuyla da dile

getirmektedir.

 

64

 

 

 

İSTİĞNÂ :

Yüce Mevlâ güzelliğinin bir vasfıdır. Mutlak olan bu

güzellik , kulların iltifatına muhtaç olmadığı için onlara

“aldırmaz”. Istiğnâ, dünyanın mal, servet, zevk ve

cefasına aldırmamak, onlardan ötürü sevinip

üzülmemek bakımından bir olgunluk vasfı

sayılmaktadır.(Kabaklı, Ahmet; a.g.e. Syf:274)

KAARUN :

Musa Peygamber’in gösterdiği ilm-i kimya ile çok

zengin olmuş biridir. O kadar ki, hazinelerinin

anahtarlarını ancak 40 kişi taşıyabilirmiş. Buna rağmen

Musa’ nın istediği öşrü(vergiyi) vermeyince Allah’ın

gazabını çekmiş. Musa, O’na ilenince yer, O’nu

çekmeye başlamış . Dizlerine kadar toprağa batmış…

Korkudan öşrü vereceğini söyleyince Musa O’ nu dua

ile kurtarmış. Fakat, Kaarun sözünde durmamış. Bu

sefer beline kadar batmış. Yine vermeyince, once bütün

malları, sonra da kendisi toprağa gömülmüş.

Batı kültüründeki Krezüs’ü adı ve serveti ile hatırlatan

Kaarun, hasis ve pinti zenginlerin timsalidir. O’na

karşılık bir Arap zengini ve şairi olan ve Peygamber

zamanına kadar yaşayan Hâtem (Hâtem-i Tâi)ise hem

büyük zenginlik, hem de cömertlik, hayır, hanedanlık

örneğidir.(Kabaklı, Ahmet; a.g.e., syf:274)

 

KAKNÛS :

Musikiyi icad ettiğine inanılan bir çeşid yabani masal

kuğusudur. Gagasında 360 delik bulunan bu kuş, yüce

dağlarda, rüzgar estikçe türlü güzel nağmeler

çıkarırmış. Bu güzel sesleri dinlemek için yanına

toplanan kuşları avlayıp yermiş. 1000 yıl ömrü olan

Kaknus, ölüm vakti gelince çalı çırpı toplar, kanadını

şiddetle çırpıp onları tutuşturur ve kendini içine atar

yanarmış. (Kabaklı, Ahmet; a.g.e, Syaf:274)

NERGİS(Narsis) :

Grek mitologyasından doğuya geçen bir mitosa

dayanır. Narsis, bir peri ile bir ırmaktan doğma çok

güzel bir delikanlıdır. Bütün peri ve insan kızları ona

âşıktır, hattâ YANKI adlı bir peri onun derdinden

ölmüş yalnız sesi kalmıştır. Delikanlı, aşkı bilmediği ve

kendi güzelliğinin farkında olmadığı için bu kızların

duygularına cevap vermez. Kızlar O’nu Yaradan’a

şikâyet ederler. Yaradan da Narsis’i şöyle

cezalandırmış :

Delikanlı bir ırmak kıyısından geçerken, suyun

aynasında güzel çehresini görüp, ona âşık olur ve

kucaklamak için nehre atılıp boğulur. Kendi ölür gider

onun yerinde bir ÇİÇEK çıkar.

İşte bu çiçek NERGİS’tir. Tek ve açık bir gözü andıran

bu çiçek, kıyamete kadar hasret içinde kalacak ve

güzellere hayran hayran bakacaktır. Bu yüzden Nergis,

hasretli, hayran ve baygın göze denir. (Kabaklı, Ahmet;

a.g.e, Syf: 274)

PİR-İ MUGAN :

Eski İran dinlerinden olan Zerdüştlük’te Mug (yahut)

Mecusî, ateşe tapanların rahiplerine verilen ünvandır.

Pir-i Mugan ise onların en başı, yaşlısıdır. Divan

şiirinde Tasavvuf terimi olarak veya geniş anlamda:

MÜRŞİD, İNSAN-I KÂMİL, gerçeklerin gönül ve

sevgi yoluyla çözülebileceğini kavramış kimse,

ALLAH AŞKI(ŞARAP)sunucu gibi MAZMUNLAR

için de kullanılır.(Kabaklı, Ahmet, a.g.e; Syf:275)

ŞÂH-I MÂRÂN(Şahmeran):

Yilanlarin padişahı gibi tasarlanan bir masal yaratığıdır.

Başı insan, gövdesi yılan şeklinde imiş. İnsan gibi

konuşur, kendisini sevenlere iyilik de edermiş. Büyük

bir mağara altındaki yeraltı dünyasında, yeşillik,

bahçelik bir alanda, muhteşem sarayı içinde yaşar,

zebercetten taht üstünde otururmuş. (Kabaklı, Ahmet;

ag.e. Syf: 275)

SÜRME :

Sürme, toz, toprak, gubar, ayak turabı gibi kelimeler

Divan şiirinde teşbih unsurlarıdır. Evliya türbelerinin

eşiklerinde veya parmaklıklarında biriken tozlar,

inananların gözlerine sürecek kadar ululadıkları

kavramdır. Bu toprağın göz hastalığına iyi geleceğine

de inanılır. Sevgilinin ayak tozu veya sokağının toprağı

da mecaz yoluyla Sürme’ye benzetilmektedir. (Kabaklı,

Ahmet, a.g.e, Syf: 275)

ŞEB-ÇERAĞ :

Denizde bulunan, geceleri etrafa ışık saçan bir

mücevherdir.Deniz öküzü (Gayb-i bahrî)geceleyin

otlamak için karaya çıkar ve birlikte getirdiği

şebçerağ’ın ışığında otlarmış. Halk dilinde buna

ŞIMŞIRAK TAŞI denmektedir. (Kabaklı, Ahmet, a.g.e,

Syf: 275)

TÛBA :

Cennette olduğu tasarlanan, kökü havada, dal ve

yaprakları ile meyveleri aşağı sarkan bir ağaçtır. Cennet

köşklerini gölgelendirir. Her çiğnenişinde ve her

yutuluşta ayrı bir lezzet alan meyveleri olurmuş.

(Kabaklı, Ahmet, a.g.e, Syf: 275)

TÜRK :

Fars Edebiyatında ve Divan Edebiyatında TÜRK güzel,

çekici, beyaz, aydınlık, sevgili, kırıcı, zalim

anlamlarına gelir. Hind,Habeş, Zanzibar gibi siyahlık

düşündüren MAZMUNLARA karşı, sabah, ışık, beyaz

MAZMUNLARINI meydana getirir. Sevgilinin de

zalimliğine timsal olur. (Kabaklı, Ahmet, a.g.e, Syf:

275)

 

 

 

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI, yeni çağda Türk Milleti’

nin sinesinden doğmuş evrensel bir akımdır. Millî bir

akımdır, ancak, millî olduğu kadar da evrenseldir.

Türk’ün tarihine, kültürüne, diline, bayrağına, birliğine

sevdalılardan oluşan bir edebiyat akımıdır.

SETENAY GUAŞE (Gülce Edebiyat Şairlerince

eklenmiştir.):

Efsanevi destan kadın kahramanı Setenay Guaşe...

Zaten, Setenay ismi günümüzde ’gül’ anlamında

kullanılmaktadır. Nartlar’ın efsanevi kadın kahramanı,

çiçeklerin en güzeli olan gülle eş anlamlı tutulmuştur.

Gül ile Setenay arasındaki ilişki şu şekilde

anlatılmaktadır.

Setenay bir gün sırma işlerken, uzak dağ yamaçlarında

genç oğlu Sawsırkho’nun devlerle savaştığını, devlerin

onu öldürmek için dağdan tekerlekler yuvarladıklarını

ve oğlunun ölümle karşı karşıya olduğunu görür.

Elindeki gergefi bırakarak oğlunu kurtarmaya koşar.

Bahçe çitinden atlarken ayağına beyaz güllerin dikeni

batar. Ayağından akan kanlarla beyaz güller kırmızıya

dönüşürler. O günden bu yana Çerkesler gül anlamında

’Setenay’ ismini kullanırlar. (tıpkı yukarıda ele

aldığımız KIRMIZI GÜL mazmununun öyküsü...)

Setenay Guaşe, Türk-Adıge folklöründe yer alan, milat

öncesinden beri Kafkas halkı arasında dilden dile

dolaşan destan ve söylencelerden olan Nartlar

Destanı’nın kahramanlarından... Hayatını yalnız başına

sürdüren kadın bir bilgedir.

Kendisini görüp, uzaktan âşık olan bir Nart çobanının

aşk ile attığı okun taşa saplanmasıyla döllenen ve dokuz

ay on gün sonra kayadan, akkor halinde, kıvılcımlar

saçan bir demir bebek olarak dünyaya gelen, ateşi

getirdiği söylenen, bir adı da Sosrıko olan oğlu

Savsırıko’yu eteğine katarak su verilmesi ve

çelikleşmesi için Ateş Tanrısı Demirci Lepş’e götürür.

O da onu dizlerinden tutarak suya daldırır; maşanın

altında kalan, suya değemediği için sertleşemeyen

dizlerinin dışında vücudunun her yerini çelikleştirir,

silah işlemez hale getirir.

Savaş ve barışa karar vermek, hasat için yeni usuller

bulmak, Setenay’ın görevlerindendir. Hastalık, kıtlık,

deprem gibi doğal afetlerde toplumun son danışma

mercii Seteney Guaşe’dir. Adiyukh, Yemğazei Gıaşe,

Psıtha Guaşe gibi kadın kahramanlar salt güzellikte

kadın olarak ün salmışlardır. Seteney Guaşe ise tek

başına bir karar ve yargı mercii gibi Nart halkını

etkilemektedir.

Doğan çocukların isim annesidir. Adını verdiği her

çocuğun kulağına üflemek onun toplumsal

görevlerindendir. Kulağına üflemediği çocuk geri

zekâlı olmağa mahkumdur. Seteney bütün bu özellikleri

ile Kuzey Kafkasya sanatında, toplumun isminde,

zevkinde ve düşüncesinde destan çağından bugüne dek

yaşamaktadır. Her çağda güzelliğin, bilgeliğin, aklın,

sağduyunun, erdemin sembolü olagelmiştir.

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI, Anadolu coğrafyası

dışında bulunan TÜRK DEVLET VE

TOPLULUKLARINININ MİLLÎ

KAHRAMANLARI(örnek şeyh ŞAMİL)ile ortak

değerlerini kendi kahramanı ve değeri sayar. Bu

bakımdan da Setenay Guaşe GÜLCE EDEBİYAT

AKIMI’ nın bir MAZMUNU’dur.

DAĞ ,YAYLA, TURNA ve GURBET

Evet;

Gülce Edebiyat Akımı, tıpkı vezinlerde olduğu gibi

MAZMUNLARda da bir ayırdıma gitmez ve birleştirici

özelliğini mazmunlarda da gösterir. Divan edebiyatının

Anka kuşunu kabul ettiği gibi Türk Halk edebiyatının

MAZMUNLARIndan Turna’yı da kabul etmektedir.

Dağ, Yayla,Turna ve Gurbet, Gülce Edebiyat’ın da

kabul ettiği mazmunlardandır.

Dağ konusunda;

“İsa peygamberin havarileriyle Zeytinlik dağında gizli

toplantılarını gerçekleştirmesi, Musa peygamberin Sina

dağında on emri alması, Sevgili Peygamberimiz Hazreti

Muhammed’in hicret esnasında mağara ve Hira Dağı

hep bu kültün izlerini taşır. Zeus’un Olimpos dağı,

Hintliler’in Meru dağı bunlar arasında en fazla

duyulanlarıdır. Bunların diğerlerine nazaran daha fazla

bilinmesi bu dağların bu dinlerin kutsal kitaplarında

dile getirilmiş olmasındandır.”

Evet, dağlar başı dik duruşuyla ve dünyanın dengesini

sağlayışıyla, güneşe, buluta ve göğe yakınlığuyla Halk

Ozanlarımızın ilgisini çekmiş, sevgiliye ulaşmak için

aşılması gereken bir engel olarak görülmüştür. Elâ

gözlü yâr hep dağlar ardındadır. Dağlar, başı sis ve

dumanlıdır hep.

Şimdilerde, Anadolu Dağları, özellikle Doğu ve

Güneydoğu’daki dağlarımız sancılıdır. Acımasız ve

bölücü bir terör örgütünün işgâlindedir. Yahya

Kemal’in “Bizim Dağlar” dediği dağlarımız bu terör

belâsı yüzünden kederlidir.

Kentlerimize yakın olan yaylalarımızı beton bloklarla

doldurup yok ettik. Kentten uzakta bulunan

yaylalarımız halâ güzelliklerini muhafaza etmektedir.

Şimdi, göçler kervanlar şeklinde değil de motorlu

taşıtlarla günübirlik yapıldığından, yaylalarımıza motor

gürültüsü, asvalt yol ve plastik el uzatmış

bulunmaktayız. Yaylalarımız da dağlarımız kadar

elemlidir.

Turnalar, türk Halk şiirinin vaz geçilmez habercileridir.

Posta güvercini gibi olmasa da ozan yüreğini allı veya

telli turnaya taşıtır hep…

( Türk kültüründe kutsal sayılan birçok kuş türü

içerisinde turnanın ayrı ve özel bir yeri bulunmaktadır.

Çünkü, göklerin özgürlük sevdalıları olarak bilinen

turna kuşlarının, Gök Tanrı’yı temsil ettiği varsayılmış

ve ona kutsal bir kimlik yüklenmiştir. Aynı kutsal

kimliğin İslâm tasavvuf geleneği içerisinde de

sürdüğünü görmekteyiz.

Gururlarına düşkün, son derece sade bir hayat tarzını

tercih eden turna kuşları, gökyüzünün engin

maviliklerinde uçarken, her bir kanat vuruşları müziğin

notaları gibi ahenkli, şiirin sözleri gibi armoniktir.

Onların simgesel görüntüleri içerisinde, birçok imgesel

anlam da ortaya çıkmaktadır. Bu imgelerin her birinin

ayrı ayrı çözümlenmesi ile, turnaların Türk kültürü

içerisindeki somut değerleri anlaşılmış olur.

Turnalar kimi zaman coşkunun, kimi zaman hüznün,

bazen de mutluluğun habercisi olmuşlardır. Birçok halk

şiirinde, özellikle halk türkülerinde duyguların

anlatımında turnayı aracı olarak görürüz. Turnanın

türkülerde bu kadar geniş yer almasında, onun Türk

halkı tarafından çok sevilmesi etkili olmuştur.

Türkülerde turna kuşunun çok yaygın olarak

kullanılmasının birçok nedeni bulunmaktadır. Bunların

arasında en önemli yeri, -turnanın göçmen bir kuş

olması, diyar diyar gezmesinden ötürü-, onun haber

getirip götürme görevini üstlenmesi tutmaktadır. Bu

özelliklerinden ötürü turnalar gurbette kalanın, hasret

çekenin, nazlı yârdan ayrı olanın duygularına tercüman

olurlar. Kimi zaman haber götürür, kimi zaman da

haber getirir. Kimi zaman da kendisiyle dertler

paylaşılır.

Geniş bir coğrafyada ve farklı kültürlerde yer edinmiş

olarak karşımıza çıkan turnayı, Türk insanı giyiminde,

kuşamında, halısında, kiliminde, oyasında, eşiğinde,

beşiğinde, velhasıl her eşyasında motif olarak

kullanmıştır.... Turna sürüleri göç ederken genellikle “

^ ” biçiminde uçarlar. Bu onlara has bir uçuş tekniğidir.

Turnalar, çiftler halinde yaşarlar ve tek eşli bir hayat

sürerler. Yuvalarını diğerlerinden ayırırlar. Eğer bir

avcı turnanın birini vurur ya da turna çiftlerinden biri

ölürse, geride kalan turna yaşamaya devam etmez

ölümü seçer ve kendini suya bırakır.)

(Doç.Dr.Gıyasettin AYTAŞ)

Gurbete gelince;

Halk edebiyatımızda gurbet, yârden, anadan, atadan,

sıladan uzakta olmaktır.

Tasavvuf edebiyatımızda gurbet ise, bu dünya olup,

ahiret sıladır, esas olan âlemdir. Müslüman bu geçici –

bu fâni dünyada misafirdir ve er-geç esas âleme

göçecektir.

NETİCE

Divan Edebiyatımız, kendi mazmunları ile çağının en

mükemmel şiirlerini şiir göklerimize nakışlamıştır.

Gülce Edebiyat Akımı, Divan Edebiyatımızın ve Halk

Edebiyatımızın mazmunlarını aynen Kabul ettiği gibi, o

mazmunların arasına kendisinin önerdiği mazmunları

da ekliyerek, şairlerimize daha geniş bir alan

sunmuştur.

Bu çalışmamızda mazmunlara doğru bir yolculuk

yapmaya gayret ettik.

Şüphesiz, ele aldığımız ve rahmetli üstad Ahmet

Kabaklı’ nın TÜRK EDEBİYATI eserinden aktarmaya

çalıştığımız mazmunlar, bir okyanus kadar geniş ve

derin olan Divan edebiyatımızın tüm mazmunlarını

kapsamamaktadır. Gülce Edebiyat için de bu…

Saygılarımızla...

Gülce Edebiyat Akımı

………….

 

 

 

GÜLCE ve HECE

-Gülce, Hece Vezni’ne karşı değildir. Zaten, heceyi

bilmeyen de asla Gülce şiiri yazamaz.

-Gülce, Hece vezninin millî veznimiz olduğuna

inanmaktadır. Millî veznimizi, bütün unsurlarıyla, tarz,

şekil, üslûp, âhenk, kalıp, kafiye, redif vb unsurlarıyla

kabul etmektedir. Bu önkabulden hareketle Gülce, son

dönemde hece şiirinin sadece "koşma" tarzına

kilitlenmesini istememekte, koşma ile birlikte öteki

tarzların da işlenmesi gerektiğini düşünmektedir.Hattâ

Gülce, hece şiirimize sevdasını destanlaştırarak,

bozmadan, kırmadan, yıkmadan, karşı çıkmadan yeni

nefes alanları ile daha da ileri götürmeyi kendisine şiar

edinmiş bir edebiyat akımıdır.

-Gülce, Hece veznimizi edebî sanatlardan yoksun, çağı

kucaklamayan, soğuk, dili ve duygusu yabancı

manzume tiplemesine ışınlayan anlayışa karşıdır.

Şiirine yakışan ve yeten bir sanatı isteyen Gülce, onu

boğmayan ve gereksiz süflî eklenti, sanatsal öğeler ve

imgelerle dokunmayan şiir halısını gökkuşağı âhengi,

Selçuklu halısı renkleriyle dokumak isteyen bir

düşünceye sahiptir. Heceleri meydana getiren her harfin

belirli bir ağırlığı olduğunu ve Türk Dilinin Dünyanın

en zengin ve en saygın dili olduğundan, bu dille

üretilecek şiirlerin de Dünyanın en güzel şiirleri olması

gerektiğini söyleyen bir düşünceye sahiptir. Bu sebeple,

Hece’ mizden asla vaz geçmeyiz. Onunla başka

vezinleri buluşturur, harmanlarız; ama asla onun

bozulmasını istemeyiz.

-Gülce, Dünyadaki çoğu ülke edebiyatlarında "heceye

dayalı" şiir türleri olduğunu ve hecenin "moda" bir

vezin olduğunu ortaya koymuştur. Bu sebeple de, bizim

hecemizle diğer ülkelerin hecelerini mukayese ederek,

hattâ onlardan yeni şekiller ve ölçülerle yeni eserler

üretmesini bilmiş bir edebiyat akımıdır.

-Gülce, Triyolemsi ve Sone’m önerileriyle "batı

edebiyatı" şekillerine, bize ait değişiklikler önererek

Hecemizin batı ile harmanlanmasını; edebiyat akımına

kendi ismini veren "Gülce" şiir türü ile de Japon şiirini

bizim hecemizle buluşturmuştur. Ayrıca,"Yediveren ve

Dönence" şiir türleriyle cinas sanatının gayet mâhirâne

bir şekilde kullanılmasını sağlamıştır. "Buluşma" şiir

türü ile Hece’ mizi serbestle buluştururken, "Gülistan"

ile de hecemizi aruz ile buluşturmuştur. Ve Gülcemiz,

"Yunusça" ve "Tokmak" önerileriyle Hece şiirimizin

kıt’a oluşumunda, yeni, değişik ama kalıp -kafiye-ritm

kurallarını bozmayan bir gelişmeyi ortaya koymuştur.

"Yiğitçe" ile Varsağı’mıza renk kazandıran Gülce,

"Üçgül"üyle üçer mısralık kupleler, "Özge"siyle de

onar mısralık bentler teklif etmiş, en çok tepki toplayan

"Üçgen"iyle de mısra sırası ile hece sayısını eşitlemeye

çalışmıştır. Bütün bunlar ve öteki Gülce çalışmaları,

önerileri, projeleri ve diğer bütün çabaları da

göstermektedir ki, Gülce ve Gülceciler hece

tutkunudurlar ve hece’de muhteşem ve kalıcı bir atılım

yapmak istemektedirler.

-Gülce, geleneksel Halk Edebiyatımızın "zincirbent"ini

"serbest şiirde" neden kullanmayalım deyip, "Serbest

Zincir"i öneren, yine Halk şiirimizdeki mısra başı

kafiyeleri ile mısra sonu kafiyelerinden ve kafiyenin

tarihsel süreç içindeki serüveninden esinlenerek

"Çaprazlama"yı şairlerimize sunmuş ve başarılı

örnekler üretmiştir.

-Gülce, Halk Ozanlarımızı çok seven, Aşıklık

Geleneği’ nin yaşatılması gerektiğine inanan ve halk

ozanlarımızın sosyal güvenceye kavuşturulmasını

savunan yegâne edebiyat akımıdır.-Gülce, halktan

kopuk aydınların edebiyat akımı olmadığından, hece’

nin ve edebiyat tarihinin internetin de getirdiği

imkânlar ve kolaylıkla bir "çöplük"e dönüştürülmesini

istememektedir. Bu sebeple, her yıl yeni ve köklü

konuları kapsayan projeler önermekte ve bu projelerle

gelecek zamanları kucaklamak istemektedir. Bu

projelerde millî, dinî ve evrensel konularla birlik ve

beraberlik anlayışımız, bayrak-vatan sevgimiz ile milli

veznimiz hece’miz esas noktamızı teşkil etmektedir.

-Gülce, özellikle batı ve arap dil emperyalizminin

etkisinde kalanların birlikteliği olmadığından, ana

dilimiz Türkçe’ nin hayranı ve tutkunu şairlerden

HARUN YİGİT

78

meydana geldiğinden;hece’mizin başarılı mâzisinden

hız ve ilham almaktan mutluluk duymaktadır.

Saygılarımızla...

Gülce Edebiyat Akımı

 

 

GÜLCE ve ARUZ

-Gülce, Aruz Vezni’ne karşı değildir. Zaten, aruzu

bilmeyen Gülce’ye ait bazı şiir türlerini yazamaz.

-Gülce, Aruz vezninin tarihimizdeki Divan

Edebiyatı’nın bize kazandırdığı, "kökleri arap ve fars

edebiyatına dayalı" bir vezin olduğuna inanmaktadır.

-Aruz veznini, bütün unsurlarıyla, tarz, şekil, üslûp,

âhenk, kalıp, aruz kusurları, Divan edebiyatı

mazmunları, şiir türleri vb unsurlarıyla kabul

etmektedir. Bu önkabulden hareketle Gülce, son

dönemde aruz şiirinin "korkulan-öcü" tanımıyla

anılmasını istememekte, millî veznimiz hece ile birlikte

işlenmesi gerektiğini düşünmektedir.Gülce, aruz’ u ,

bozmadan, kırmadan, yıkmadan, karşı çıkmadan yeni

nefes alanları ile daha da ileri götürmeyi kendisine ilke

edinmiş bir edebiyat akımıdır.

-Aruzu bir Türk Aruzu olarak görmek isteyen Gülce, bu

vezin ile yeni şekiller, yeni tarz ve söylemler

önermektedir.

-Gülce, Aruz veznini arap ve fars kültürünün bozuk

taklidi için bir vasıta olarak görmemekte ve aruz

şiirinin soğuk, dili ve duygusu yabancı manzume

tiplemesine ışınlayan anlayışa da karşıdır.

-Gülce, Aruz’u İbrahim Alâattin GÖVSA’ nın metodu

ile "Failâtün" simgesinden ayırarak, sesin açık-kapalılık

ağırlığından vaz geçmeden "sevmek" fiiline getiren bir

edebiyat akımıdır.

-Üstad İbrahim Alâettin GÖVSA’nın metodundan

hareket ederek GÜLCE ARUZ’un TEMELLERİ

ŞUNLARDIR: 1-fa’ûlün (fe’ûlin) (.) (-) (-) -SE-VERDİM

2-fâ’ilün,fâ’ilât(-) (.) (-) -SEV-ME-DİM

3-mefâ’ilün(.) (-) (.) (-) -SE-VER-Mİ-SİN

4-fâ’ilâtün(-) (.) (-) (-) -SEV-Dİ-ĞİM-SİN

5-müstef’ilün (-) (-) (.) (-) -SEV-DİR-Dİ-ĞİM

6-mef’ûlâtü(-) (-) (-) (.) -SEV-DİR-DİK-CE

7-müfâ’aletün (.) (-) (.) (.) (-) -SE-VER-Gİ-Bİ-SİN

8-mütefâ’ilün(.) (.) (-) (.) (-) -SE-VE-CEK-Mİ-SİN

Bu ana parçaların hece düzenlerinden birtakım değişik

parçalar daha doğmuştur. Bunlar da şöyle gösterilebilir:

1-fa’, fâ(-) -SEV

2-fa’ûl(fe’ûl) (.) (-) -SE-VER

3-fa’lün, fâ’il(-) (-) -SEV-DİM

4-fa’ûlün(fe’ûlün) (mefâ’il) (.) (-) (-) -SE-VER-DİM

5-fe’ilün,fe’ilât(.) (.) (-) -SE-VE-CEK

6-fâ’ilün, fâ’ilât(-) (.) (-) -SEV-Dİ-ĞİM

7-mef’ûlü(-) (-) (.) -SEV-DİK-CE

8-mef’ ûlün, mef’ ûlât(-) (-) (-) -SEV-MEZ-LER

9-fe’ilâtün(.) (.) (-) (-) -SE-VE-CEK-KEN

10-mefâ’ilün(.) (-) (.) (-) -SE-VER-Mİ-SİN

11-mefâ’ îlün(.) (-) (-) (-) -SE-VER-LER-KEN

12-mefâ’ îlü(.) (-) (-) (.) -SE-VER-LER-Dİ

13-fe’ ilâtü(.) (.) (-) (.) -SE-VE-CEK-Tİ

14-fâ’ilâtün(-) (.) (-) (-) -SEV-Dİ-ĞİM-SİN

15-müstef’ilün(-) (-) (.) (-) -SEV-DİR-Dİ-ĞİM

16-müfte’ilün(-) (.) (.) (-) -SEV-Dİ-Ğİ-MİN

17-fâ’ilâtü(-) (.) (-) (.) -SEV-Dİ-ĞİM-Dİ

18-mef’ ûlâtü(-) (-) (-) (.) -SEV-DİR-DİK-ÇE

19-mütefâ’ilün(.) (.) (-) (.) (-) -SE-VE-CEK-Mİ-SİN

20-mütefâ’ aletün(.) (-) (.) (.) (-) -SE-VER-Gİ-Bİ-SİN

21-müstef’ilâtün(-) (-) (.) (-) (-) -SEV-DİR-Dİ-ĞİMSİN

-Gülce, "Tuğra" sı ile, tek dörtlükten meydana gelen

"rübai" nin değişik kalıplarıyla yazılabilen hece-aruz

tadını getirirken, "Gülistan" ile de hece ve aruzu bir şiir

bünyesinde buluşturmuştur. Hece esasına dayalı "Özge"

yi aruz’a da açarak "Özgecan" diyen; "Üçgül"ünün

üçlük mısra yapılanmasını aruz ile yaparak "üçtuğ"

diyen Gülce Edebiyat Akımı, aruz vezninin

unutulmasını istememekte ve yaşatılması için gereken

her şeyi yapmak istemektedir.

Saygılarımızla...

Gülce Edebiyat Akımı

 

 

 

BEŞ HECECİLER ve GÜLCE

Beş Hececiler;

Faruk Nafiz Çamlıbel, Yusuf Ziya Ortaç,Enis Behiç

Koryürek, Halit Fahri Ozansoy ve Orhan Seyfi

Orhon’dan meydana gelen bir edebî topluluktur.

Memleket sevgisi, yurt güzellikleri, kahramanlık ve

yiğitlik gibi temel konuları bulunan beş hececiler, şiire

aruzla başlamışlar, hece ile devam etmişler ve hecede

başarılı olmuşlardır.

-Anadolu ve Anadolu insanını, vasat insan tipini şiire

sokarak, süsten uzak, sade ve özentisiz bir yol

izlemişlerdir.

-Geleneksel Aşık edebiyatımızın KOŞMA türünden

çok, başka hece tarzlarını da denediler. Hece vezni ile

serbest müstezat yazmayı bile denediler.

-Mısra kümelerinde dörtlük esasına bağlı kalmadılar

yeni yeni biçimler de aradılar. Bazen de bir nesir

cümlesini, nesirdeki söz dizimini şiire aktarmışlardır.

 

 

 

BEŞ HECECİLER ve GÜLCE MUKAYESESİ

BEŞ HECECİLER:Aruzu bırakıp Hece’ ye

yönelmişlerdir.

GÜLCE: Aruz da, Hece de, Serbest de bizim diyen bir

anlayışla vezin meselesine yaklaşmış, her üçünü hem

ayrı ayrı, hem de bir arada bir şiir bünyesinde rahatlıkla

değerlendirmektedir. Vezin, kalıp, ölçü; bunlar birer

vasıtadır. Vasıta(araç) lar, amaç olmamalı, ancak, yeni

nefes alanları için, şiirin yükselişi için de yeni gövde ve

şekiller de denenmelidir.

*

 

BEŞ HECECİLER:Anadolu’yu ve vasat insan tipini

şiire soktular.

GÜLCE:Anadolu sevdalısı olan şairlerin bir araya

geldiği bir edebi anlayış olan GÜLCE, Anadolu

insanını vasat, üstün, elit vb olarak asla ayırmayan; bu

yurt, bu bayrak benimdir diyen herkesi, mesleği,

mevkisi, işi ne olursa olsun; sarıp sarmalayan ve onun

derdini, neşesini, özlemini, duygu ve düşüncelerini, düş

ve hayallerini nakış nakış işleyen bir anlayışa sahiptir.

*

 

 

BEŞ HECECİLER: Memleket sevgisi, yurt güzellikleri,

kahramanlık ve yiğitlik, işledikleri başlıca konulardır.

GÜLCE: Memleket sevgisi, yurt güzellikleri,

kahramanlık ve yiğitlik dahil olmak üzere, Türk Halk

Edebiyatı, Divan Edebiyatı ve Milli Edebiyat’ın

konuları arasında ayırım gözetmeden benimseyen, yeni,

çağın sancılı konularını da şiire konu eden bir anlayışa

sahiptir. Ayrıca, felsefi, tasavvufi ve romantik konulara

da şiirin konusu ve akışına göre Gülce gereken önemi

gösterir. Sevgi temelinden hareket eden ve bu temeli

ihmal etmeyen bir tutumla, ışığa, birliğe ve anlaşılır

olmaya yürür. Edebî sanatları nakışlarken bile mutlaka

anlaşılır olmayı düşünür. Gülce, anlamsızlığa karşıdır.

*

 

 

BEŞ HECECİLER: Şiirlerinde temiz duru bir Türkçe

kullanmıştır.

GÜLCE: Şiirde arı-duru-anlaşılır bir dil… Güzel

dilimiz Türkçe… Vaz geçilmezlerimizden… Şiir,

evrensel bir sanattır. Bu sanat, Anadolu insanının

dünyaya hitap ettiği ortak dili olan Türkçe ile

yükselmelidir. Mahalli şiveler bizim zenginliğimizdir.

Anadolu insanı yerelde kendi şivesini kullanır ama

dünyaya hitap ederken dünya dilleri arasında önemli bir

yere sahip olan Türkçe ile hitap eder. Şiir de mahalli

şivenin kullanılmasına karşı değiliz, ancak, şiirin

yerelden evrenselliğe akışında bu yerellik bir engel

teşkil etmemeli.

*

BEŞ HECECİLER: Yeni arayış ve tarzlar yanında bazı

şiirlerinde halk şiirinin şekillerini de kullanmıştır.

GÜLCE: Arayışa evet… Ancak köksüzlüğe,

temelsizliğe hayır… Özden ve dünya şiirinin

bulunduğu noktada bize uyan şekil ve tarzlara da

sırtımızı dönmeden yeniden yeni olmak. Maziyi inkâr

etmeden, bozmadan, ondan istifade ederek, yeni

ufuklara yol almak. Elbette ki Halk şiiri-Aşık

Edebiyatımız bizim için vazgeçilmez bir

kaynağımızdır. Ondan asla vaz geçemeyiz. Fakat, yeni

ufuklara ve tarzlara da yelken açmalıyız.

Fecr-i Ati Edebiyatının Özellikleri:

-20 Mart 1909’da Hilal Matbaası’nda toplanan

Şahabettin Süleyman, Yakup Kadri, Refik Halit, Cemil

Süleyman, Köprülüzade Mehmet Fuat, Tahsin Nahit,

Emin Bülent, Ali Süha, Faik Ali ve Müfit Ratib gibi

yeni bir hareket başlatmayı planlar. Ahmet Haşim de bu

harekete katılır. Böylece Fecr-i Ati Encümen-i Edebisi

Beyannamesi, 24 Şubat 1910’da yayımlanır. Fecr-i Ati

edebiyatı, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Servet-i

Fünûn dergisinde yayımlanan bir bildiriyle başlar.

--------------------

 

FECR-İ ATİ :Edebiyatımızda ilk edebi bildiriyi

(beyannameyi) yayımlayan topluluktur. Edebiyatımızda

ilk edebî topluluktur.

GÜLCE: 1990 sonrası şiir arayışlarında önce, internet

ortamında yeni şiir türleri önerip(15.01.2006), ardından

edebî bir topluluk haline gelerek(13.09.2008) kendisine

AKIM adını veren bir harekettir.

Ve Gülceciler, kendileri ile diğer akımların ve

anlayışların farkını ortaya koymuşlar, yayınladıkları

"manifesto" ile de Atatürk’ün "Gençliğe Hitabesi" ni

çağına ve gelecek çağlara karşı sorumlu olan, dil

mimarları edebiyatçılara-şairlere "hitabet-manifesto"

halinde sunup yayınlayan bir edebiyat(şairler)

topluluğudur.

FECR-İ ATİ : Servet-i Fünûn edebiyatına tepki

olarak doğmuştur.

GÜLCE : İnternet çağının şiir dünyamızı toz duman

içine soktuğu bir ortamda, aydınlık bir duruluğa ve yeni

bir edebî akıma olan ihtiyaç sebebiyle; millî ve dinî

konularda duyarlı, has şiire hasret şairlerin bir araya

geldiği ve serbest şiiri yapaylıktan, hece şiirini

kopyacılıktan, aruzu da unutulmuşluktan kurtararak,

yeni şeyler söylemek için ortaya çıkmıştır. Kendisinden

önce veya sonra çıkmış ve çıkacak her edebî akım ve

topluluğa saygılı olduğunu ve onlarla kardeş olacağını

kabul etmiş bir topluluktur.

FECR-İ ATİ: “Sanat şahsi ve muhteremdir.” (Sanat

kişisel ve saygıya değerdir) görüşüne bağlıdırlar.

GÜLCE : Sanat kişisel olmanın yanı sıra, millî ve

evrenseldir. O nedenle, sanatçının omuzlarında gökler

dolusu bir sorumluluk vardır.

FECR-İ ATİ :“Edebiyat ciddi ve önemli bir iştir, bunun

halka anlatılması lâzımdır.” görüşüne sahiptirler.

GÜLCE : Edebiyat ciddi bir iştir. Türk edebiyatı

hususiyetle de Türk şiiri, dünyada hak ettiği yere

ulaşmalıdır.

FECR-İ ATİ : Batıdaki benzerleri gibi dil, edebiyat ve

sanatın gelişmesine, ilerlemesine hizmet etmek;

gençleri bir araya getirmek; seviyeli fikir

münakaşalarıyla halkı aydınlatmak; değerli ve önemli

yabancı eserleri Türkçeye kazandırmak; Batıdaki

benzer topluluklarla temas kurmak, böylece Türk

edebiyatını Batı edebiyatına yaklaştırmak, Batı

edebiyatını Türk edebiyatına tanıtmak amacındadırlar.

GÜLCE : Günümüz genç şairleri, Türk Şiir ve

kültürünün temel köklerinden tamamen uzaktadırlar.

Genç nesli, öncelikle kendi kültür köklerimizle

buluşturacağız. Edebiyat tarihinin raflarında

tozlanmaya terkedilmiş, kendisine uzanacak araştırmacı

şair elleri bekleyen köklerimizi güzelim dilimiz ile ve

kendi önerdiğimiz şiir türleri ile yeniden işleyeceğiz.

Batı, doğu veya dünyanın bir başka köşesindeki şiir tür

ve edebî gelişmeleri de sıkı takip edeceğiz.

Maksadımız, diğer ülkeler edebiyatını buraya çekmek

değil, onlara Türk edebiyatını kendi tür ve

anlayışımızla ve gerekirse onların tekniği ile onlara da

anlatmaktır.

FECR-İ ATİ : Servet-i Fünûn’a bir tepki olarak ortaya

çıkmasına rağmen, şiir sahasında bu edebiyatın

özelliklerini sürdürürler. Şiirlerinde işledikleri başlıca

temalar tabiat ve aşktır. Tabiat tasvirleri gerçekten uzak

ve subjektiftir. Dil bakımından Servet-i Fünûn’un

devamıdır. Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalarla

dolu, günlük dilden uzak ve kapalı bir şiir dili

oluşturmuşlardır.

GÜLCE : Tabiat ve aşkın yanı sıra, şiire konu

olamayacak hiç bir şey olamaz, ancak, edebiyatın

edepten kaynaklandığı ilkesinden vaz geçmeden. Tasvir

ve anlatım, uzak veya yakın, gerçek veya hayâli, içten

veya dıştan; nasıl ve ne şekilde olursa olsun, şairin

özgürlüğü kapsama alanındadır. Dil, anlaşılır ve

yaşayan Türkçe olmalıdır.

 

FECR-İ ATİ :Aruz veznini kullanarak serbest müstezat

türünü daha da geliştirmişlerdir. Fecr-i Aticiler tiyatro

ile yakından ilgilenmişlerdir. Şiirde özellikle

Sembolizmin etkisi söz konusudur. Hikâyede

Maupassant, tiyatroda ise Henrich Ibsen örnek alınır.

GÜLCE : Aruzu heceyle, aruzu aruzla buluşturan bir

anlayıştır.Aruz’da İbrahim Alâattin Gövsa’ nın

geleneksel aruz kalıpların yerine "SEVMEK" fiiliyle

oluşturduğu kalıpları "gülce aruz" başlığı ile

sunmaktadır. Aruz da Mehmet Akif Ersoy, Yahya

Kemal; Hece de Faruk Nafiz Çamlıbel, Necip fazıl

Kısakürek, serbest de Arif Nihat Asya; destan şiirinde

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu örnek alınmıştır.

FECR-İ ATİ : Belli bir sanat anlayışında, belli değer

ölçüleri etrafında birleşmeyi değil, ferdi hürriyeti ve

bunun sonucu olarak da çeşitliliği savundukları için

kısa sürede dağılmışlardır. Dağılmalarında özellikle

Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp’in çıkardıkları Genç

Kalemler dergisi etkilidir. Yani Milli Edebiyat

hareketinin başlaması Fecr-i Ati’yi bitirir(1912). Fecr-i

Ati, Edebiyat-ı Cedide ile Milli Edebiyat arasında bir

köprü görevi görür. Fecr-i Ati’nin en önemli temsilcisi

Ahmet Haşim’dir.

GÜLCE : Önermiş olduğu 19 değişik şiir türü üzerinde

çalışmalarını sürdürmektedir. Hece, Aruz ve Serbest’e

karşı duruş sergilemedikleri, aksine, onları bulundukları

noktadan daha ileriye götürmek istedikleri için, her üç

vezne dayalı dergi ve yayınlarla barışık bir akımdır

Gülce. Akım olarak "kalıcı olup olmayacaklarına dair

kararı"n da "Edebiyat tarihi ve de Türk milleti

tarafından verileceğine" inanmaktadırlar.

 

 

 

 

……

NEYZEN TEVFİK ve AŞK Derler ki;

Gün olmuş, nasıl olmuşsa olmuş, Neyzen Tevfik,

İstanbul gençlerinin arasına düşmüş. Gençler bir halka

teşkil eder şekilde oturmuşlar ve birbirleriyle

şakalaşmaktalar.

Maksatları Neyzen´i konuşturmak ve bu ünlü şairin

başından geçmiş aşk öyküsü varsa onu öğrenmek.

Halkanın en başındaki delikanlı:

-´Arkadaşlar, bugün herkes başından geçen bir aşk

öyküsünü anlatacak. Hiç saklamak ve saklanmak yok.

Bugün itiraf günüdür. Ona göre! Şimdi ilk olarak ben

anlatıyorum, hem de ilk aşk öykümü. Sırayla

anlatacağız! Tamam mı? ´

Demiş.

Başlamış, başından geçen ilk aşkı anlatmaya...

Sonra, sıra ile diğer gençler de başlarından geçen aşk

öykülerini anlatmaya başlamışlar. On-onbeş genç

öyküsünü anlatmış.

Sıra Neyzen´e gelmiş.

Herkes pürdikkat tabii...

Neyzen, halkada bulunan gençleri şöyle bir süzdükten

sonra;

-´Geçmedi! ´ demiş.

Bunun üzerine, halkanın başında konuyu açan genç;

-´Herkes başından geçen aşk öyküsünü anlatacak, ona

göre! ´ Demiş.

Neyzen tekrarlamış:

-´Geçmedi! ´

Halkadan öyküsünü anlatan bir genç;

-´Geçmedi ha? ! Hem adın Neyzen olacak, hem de bu

yaşta olacaksın, başından bir aşk öyküsü geçmeyecek.

Amca, bırak allasen! Hele anlat! Kim bilir, bu yaşa

gelinceye kadar senin başından kaç aşk öyküsü

geçmiştir. Anlat da dinleyelim! ´

Neyzen;

-´Evlâdım size geçmedi dedim. Anlamadınız galiba.

Geçmedi. Geçmedi işte! ´

Bir başka delikanlı;

-´Nasıl geçmedi? Nasıl geçmez? ´ Diye seslenmiş.

Neyzen;

-´Evlâtlarım anlattıklarınıza göre sizlerin başından gelip

geçmiş. Hem de bir kaç tane birden öyle değil mi? ´

Halkada ki gencin biri;

-´OOO Neyzen amca, mesela benden, dur bakiimm,

galiba 5 tane geçti´

Bir başkası;

-´Benden 8 tane aşk geçti.´ Deyince Neyzen;

-´Evet, sizlerin başından gelip geçmiş. Hem de çok

sayıda. Ama, benim başıma bir girdi, pir girdi, BUNCA

YIL GEÇTİ DE O AŞK GEÇMEDİ, yaktı, yıktı, kül

eyledi de Neyzen´ini, geçmedi işte! ´

Devam etmiş;

-´Aşk, sonsuzluktur. Aşk erimek, yok oluştur. Aşk

yanmaktır. Ney olup inlemektir! Ney´in inleyişi hep

aşktandır gençler.´

***

Evet;

(...ŞİİRE OLAN AŞKIMIZ 43 YILDIR DEVAM

ETMEKTE, SON NEFESE KADAR DA DEVAM

EDECEK İNŞALLAH... GÜLCE EDEBİYAT

AKIMI,ŞİİRİ CİDDİYE ALANLARIN-KARA

SEVDA-AŞK TUTKUSU İLE ONA BAĞLI

OLANLARIN AKIMIDIR...)

………………

 

 

 

GÜLCE ve SERBEST ŞİİR

-Gülce, Serbest Şiire karşı değildir. Zaten, Serbest şiiri

iyi bilmeyen Gülce’ye ait bazı şiir türlerini yazamaz.

-Gülce, Serbest şiiri kuralsızlığın, argonun, küfrün ve

halktan kopukluğun bir aracı olarak görmek

istememektedir.

-Gülce, Serbest Şiiri, "serbest vezin" olarak

değerlendirmek istemektedir. Yani, "kurallı serbest"

denilebilecek bir anlayış...

-Gülce, Serbest Şiiri, bir nesir paragrafının makasla rast

gelesiye kesilerek, kelimelerinin alt alta veya üst üste

yığılması olarak ele alan anlayışa karşıdır.

-Gülce, Serbest Şiirin, serbestliğini; bir ırmağın

yatağında akışına, denize kavuşması anındaki

çağlayışına ve deltalar yapmasına benzetmektedir. Bu

sebeple, vezinlerin ve kuralların sadece "has şiir"in

kanat kanat yükselişinde birer vasıta olduğunun

bilinciyle, serbestin ahenkli serbestliğinden istifade ile

şiirinin geometrisine ritm, lirizm ve dinamizm

kazandırmayı düşünen bir edebiyat hareketidir.

-Gülce, "akrostiş"i mısra başından mısra içine kurallı

taşıyıp "akrostik" adı vererek yeniliğe koşan;

geleneksel Aşık Edebiyatımızın "zincirbent"ini serbest

şiire getirerek "serbest Zincir"i öneren yeni çağın yeni

edebiyat hareketidir.

-Gülce, "buluşma" türü şiiri ile, hece vezniyle serbesti

bir şiir bünyesinde buluşturmuş, bizim olan her iki

şekilsel unsuru harmanlamış ve yeniden yeni bir şiir

bakışı getirmiştir.

-Gülce, hece ve aruzu bilen bir şairin daha başarılı

Serbest Şiir kaleme alabileceğine inanmaktadır. Zira,

serbest şiirden beklenen iç âhenk, ritm, üslûp, armoni

gibi unsurların hece ve aruzdan istifade ile daha başarılı

bir şekilde gerçekleşeceğine inanmaktadır.

-Gülce, Serbest Şiirin "nesir" den ayrı, kendine has bir

"şiir dili" olduğunu kabul etmektedir. Şiir dili,

çoğunlukla şairin dilidir ve mısraların rengidir. Şiiri

geleceğe aktaran da şiirin dilidir.

-Anlaşılır, arı, duru ve yalın dili; imge ve öteki sanatları

yakışan ve yeten miktarda olan, bir serbest şiir

bakışımız vardır. Bu bakışımızla sevgi-dostluk-birlikberaberlik-hoşgörü bayrağını dalgalandırmak

istemekteyiz.

-Şiiri "kelimelerle resim yapmaktır" diye tarifleyen

anlayışla resim sanatını analiz ederek, Serbest Şiirin

kollarında, Dünya Şiiriyle kucaklaşmaya, şiir

 

96

 

 

zeminlerinde görüşmeye, fikir alış verişinde bulunmaya

bir vesile olarak düşünmekteyiz.

-Ayrıca; bizim serbest şiirimizin evrensel bir bakış

taşıdığını ve Dünyanın en önemli şiiri olduğunu gayet

iyi bilmekteyiz. Serbesti kelime israfının, her dakika

şiir yumurtlamanın bir gerekçesi olarak görmüyoruz.

Aksine, Serbest Şiiri ciddiye almaktayız ve büyük bir

önem atfetmekteyiz.

-Vezin bir araçtır. Amaç şiirdir. Başarılı Serbest Şiir,

kendi veznini kendisi doğuran şiirdir. Aslında, serbest

şiir, kolay bir şiir değildir. Şair, her serbest şiirde

sadece o şiire ait bir vezni, şiiriyle beraber ortaya

koymak durumundadır. Gülce, serbest - hece-aruz

arasında "Birlik" i esas alan, vezinler arası kavgaya

"son" diyen bir edebî akımdır.

Saygılarımızla...

Gülce Edebiyat Akımı

 

 

Gülce ve Ozanlık Geleneği

-Gülce, çoğunluğu Ozanlık Geleneği’ne bağlı ve hece

ile yazan şairler tarafından kurulmuş, geliştirilmiş pırıl

pırıl bir edebiyat akımıdır.

-Gülce, ozanlık geleneğinin yaşatılmasını ve canlı-diri

tutulmasını; ozanlarımıza sahip çıkılmasını ve onların

ekonomik ve sosyal olarak devlet-halk ve sivil toplum

kuruluşlarınca desteklenmesini arzu etmektedir.

Özellikle Hece şiirimiz ve "usta-çırak" ilişkisi ile

"atışma geleneği"ni kendisine rehber olarak almış bir

edebiyat akımıdır.

-Gülce, çağımızın Karacoğlan’ı, Köroğlu’su,

Dadaloğlu’su, Yunus Emre’si, Pir Sultanı, Seyranî’ si

çıksın diyen bir şairler topluluğudur.

-Gülce Edebiyat Akımı’ nın öncülerinden bazılarının

isimleri ve mahlasları şöyledir :

-Mustafa CEYLAN(Ozan Ceylanî)

-Harun YİĞİT(Ozan Kâmilî)

-Osman ÖCAL(Ozan Vuslatî)

-Refika DOĞAN

-Yusuf BOZAN

-Ekrem YALBUZ(Ozan Cinasî)

-İhsan ERTEM(Ozan Talibî)

-Gültekin TOGA(Ozan Sentezî)

Evet, sadece bu isimler-mahlaslar bile, Gülce Edebiyat

Akımı’ nın mahiyetini göstermeye yetmektedir.

-Gülce akımı mensupları, atışma tarzında ve muamma

türünde oldukça başarılıdırlar. Saz çalmayanlar da,

bilgisayar klavyesini adeta bir saz gibi kullanmakta;

anında atışma yapabilmektedir.

-Gülce mensubu şairlerin şiirlerinin çoğunun bazı

bestekârlar tarafından Türk Halk Müziği ve Türk Sanat

Müziği eseri olarak kolayca bestelenmiş olmasının

temelinde, bu ozanlık geleneği tutkusu bulunmaktadır

diyebiliriz.

Saygılarımızla...

Gülce Edebiyat Akımı

…………………….

KUTADGU BİLİG ve GÜLCE

İsmail Habib, 1941 yılında İstanbul Güven

Basımevi'nde basılıp yayınlanan kitabının Beşinci

Kısım "İslâm medeniyetinde yaratıcılık ve Türkün

Rolü"nü ele aldığı bölümde(Sayfa: 304) "Kutadgu

Bilig" den bahseder ki biz çok kısa olarak, başlıklar

halinde özetleyelim :

Kutadgu Bilig;

"73 fasıl ve 6500 beyit,

Yazılış tarihi:1069

Yazarı:Yusuf Has Hacib

Eserin Vezni: Aruz

Eserin kalıbı : Feûlün-feulün-feulün-feul

Eserin Dili: Türkçe

Eserde Arapça: 6500 beyitlik eserde ancak 100 adet

Arapça kelime var ki, çoğunluğu konuşulan dilde.

Nazım Şekli :Mesnevi

Ancak, kitabın 173 yerinde aruzla yazılmış Mesnevi

türü beyitler arasında mani türü hece ile yazılmış

DÖRTLÜKLER bulunmaktadır."

*

 

Mesnevi;

"Sözlük anlamı "ikişer ikişer, ikili" demektir. Her

beytin dizeleri kendi aralarında uyaklı, aruz bahirlerinin

kısa kalıplarıyla yazılan uzun bir nazım biçimine denir.

Bu yolda yazılmış yapıtlara da mesnevi adı verilir. Özel

olarak, Mevlâna Celalettin Rumî'nin 25.700 beyit olan

ve 6 cilt tutan ünlü tasavvufî yapıtı da bu adla anılır.

Mesnevi, nazım biçimi olarak İran edebiyatının malıdır.

Arap ve Türk edebiyatına İranlılardan geçmiştir.

Araplar mesneviye, iki dize birbiriyle uyaklı olarak

birleştiği için müzdevice adını verirler.

Divan şiirinde anlam ve kavramlar bir beyitte

tamamlandığı için, şair her beyitte iki uyak bulmak

zorunda olduğundan, mesnevi, en kolay nazım biçimi

sayılır. Bu nedenle kısa konularda nazım biçimi olarak

fazla ilgi gösterilmemiştir. "(Cem Dilçin, Türk Şiir

Bilgisi, Ankara, 2004, Shf: 167)

*

Şimdi evet şimdi bu kısa özet, aydınlatıcı bilgiden

sonra, Gülce ve Gülce Edebiyat Akımı' nın önerdiği

"VEZİNLER ARASI BARIŞ projesi" ile GÜLİSTAN

adını verdiği ARUZ HECE BİRLİKTELİĞİ konusuna

gelmeliyiz.

Nasıl ki, BULUŞMA adını verdiğimiz şiir türünde, bir

şiir bünyesinde HECE ve SERBEST'i buluşturdu isek,

GÜLİSTAN adını verdiğimiz şiir türünde de ARUZ ve

HECE'yi buluşturmaya gayret etmiştik.

Hareket noktalarımızdan birisi Faruk Nafiz

ÇAMLIBEL'in "HAN DUVARLARI" şiiriydi.

Beyitler-ikili-arasına, "Maraşlı Şeyhoğlu Satılmışım

ben" diye söze başlayan halk ozanımızın "koşma"sı

gayet mahirane bir şekilde buluşturulmuştu ve biz o

birliktelikten hız ve ilham alarak adına GÜLİSTAN

demiştik...

Evet GÜLİSTAN...

Gül bahçesi...

Bizim olan bu güzelim coğrafyaya, bu kutlu topraklara

"göçler sırasında" kuşaklarımıza sararak getirdiğimiz

binbir çeşit tohumu avuç avuç saçmış, Anadolu

coğrafyasını Türk'ün vatanı yapmış idik. Bu güzel Türk

vatanında goncalaşmış binbir çeşit güllerden meydana

gelen nice gülizarlar, gülistanlar, gülşenler hasılı gül

bahçeleri yetiştirmiştik. O dünyanın en güzel gülleri

neyse, içimizin balkonlarında çiçek açtırdğımız duygu

gülleri de aynıydı bizim için. Bizim olan iki değerdi

HECE ve ARUZ. Asırlarca, bu iki şiir merdiveniyle

şairlerimiz şiirlerini zirvelere çıkarmaya çalışmışlardı.

Bizim olan bu değerleri birbirleriyle kavgalı halde

tutamazdık. Yeniden dirilişin çiğdemi olarak, bizim

olan değerleri şiirin bayram sabahında el ele verdirerek

yeni nefes alanları ortaya koymalıydık. Öyle de yaptık.

Aruzdan oluşan beyitler arasına hecenin dörtlükleriyle

bir nakışlama ki, önerdiğimiz tür ile muhteşem şiir

mimarileri ortaya konulabilir, konulmalıdır da...

*

İsmail Habib, eserinde özellikle ve öncelikle Yunan'dan

başlayarak Batı edebiyatına objektifini yönlendirmişti.

Ardından İslâm ve Türk Dünyası Edebiyatları tabii ki...

Bundan 1010 yıl evvel aruz ve hece, Türk Dünaymızın

en önemli eserlerinden birisi olan KUTADGU

BİLİG'de bir araya gelerek şiir dünyasının

kalbine "VEZİNLER ARASI BARIŞ PROJESİ"

nakışlanmıştı.

Gülce Edebiyat Akımı, "biz kökü mazide olan atiyiz

derken, köklerimiz, temelimiz şiir tarihimizin sinesinde,

derinlerdedir" derken işte bunu demekteydi...

Aruz'la yazılmış 6500 beyitlik eserin 173 yerinde

hecenin gizemi saklanmıştı.

Şu halde, Kutadgu Bilig, başlıbaşına bir GÜLCEGÜLİSTAN türü bir eserdir diyebiliriz. Aruz hece

birlikteliğini sağlamış dev bir eser...

*

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI, Türk şiir tarihinin

temellerine saygılıdır ve bütün gücünü o temellerden

almaktadır. Kutadgu Bilig dahil, Türk Kültür ve

Sanatının en mükemmel - temel eserleri Gülce' nin baş

tacı olmuş eserlerdir. GÜLCE' nin bütün çabası da,

yürütmekte olduğu projelerle de amacı, bu temeli genç

neslin gönlünde kurabilmek, gelecek nesillere ufku

açık, karanlık ve karamsarlıktan kurtulmuş, internetin

olumsuz yanını değil de faydalı yönünden hareket

edenlerle yeni hedefler sunabilmektir. Yoksa,

yenilikten maksad, Gülce'de asla köksüzlük değildir.

Akisne kökleri daha derinlere uzatabilmektir

*

Saygılarımızla...

Gülce Edebiyat Akımı

30/31.01.2013

Antalya

 

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI KURUCULAR BEYANI

Ön tarafta yazılı bulunan "GÜLCE EDEBİYAT

AKIMI BİLDİRGE ve KURUCULAR BEYANI"

isimli beyanın

ve yazının tarafımızdan yazıldığını ve tüm haklarının

beyanda isimleri yazılı bizlere(şahıslara)ait olduğunu

kabul ve beyan eder, onaylanmasını

talep ederiz.

BEYANDA BULUNANLAR

Mustafa CEYLAN-T.C No:14995060666(Siteler

mah.1336 Sok. 5G/12 Konyaaltı/ANTALYA

(imza)

Harun YİĞİT-T.C. No:24800250090(Altındağ

Mah.153 Sok. 23/5 Muratpaşa/ANTALYA

(imza)

bu Onaylama işlem(N.K.90.md)altındaki imzaların

gösterdiği Elmadağ Nüfus müdürlüğünden verilmiş

12.07.2007 tarih, 3317 kayıt, C11 seri ve

905517 numaralı fotoğraflı Nüfus Cüzdanına göre

Ankara ili Elmadağ ilçesi Yenice mahallesi/köyü 0002

cilt, 00058 aile sıra,0031 sıra

numaralarında nüfusa kayıtlı olup, baba adı Mehmet,

ana adı emine, doğum tarihi 25.01.1952, doğum yeri

Elmadağ olan ve halen yukarıdaki adreste

bulunduğunu, okur yazar olduğunu söyleyen

14995060666 T.C Kimlik numaralı MUSTAFA

CEYLAN; Ilgın Nüfus müdürlüğünden verilmiş

06.07.2004 tarih

3543 kayıt, J09 seri ve 484543 numaralı fotoğraflı

Nüfus cüzdanına göre Konya Ilgın İlçesi Beykonak

mahallesi/köyü 0017 cilt, 00024 aile sıra,

0089 sıra numaralarında nüfusa kayıtlı olup, baba adı

Yusuf, ana adı Ümmügülsüm, doğum tarihi 15.05.1961,

doğum yeri Beykonak olan ve halen yukarıdaki adreste

bulunduğunu, okur yazar olduğunu söyleyen,

24800250090 T.C kimlik numaralı HARUN YİĞİT,

adlı kişilere ait olduğunu ve dairede huzurumda

imzalandığını onaylarım. İkibinonbir yılı Şubat ayının

ikinci günü 02.02.20011

ANTALYA 7.NOTERİ

Miray URAL

Yerine

Başkâtip Mehmet SABIRLI

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI BİLDİRGESİ ve

KURUCULAR BEYANI

Tarih:02.02.2011

Beyanda Bulunan: Mustafa CEYLAN(Mehmet oğlu,

25.01.1952 Elmadağ doğumlu, 14995060666

Vatandaşlık No-Siteler Mah. Yeşilyurt Sitesi G blok

4/12 Adresinde mukim)

Konusu:

Gülce Edebiyat Akımı

Beyan:

İş bu bildirge ve beyannamede imzası bulunan Mustafa

CEYLAN(Kendisi ve arkadaşları Harun YİĞİT, Refika

DOĞAN, Osman ÖCAL, Yusuf BOZAN' ın da

kuruculuğunda)

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI adı ile yeni bir edebiyat

akımının kuruculuğunu ve öncülüğünü yapmakta

olduğunu noterliğimize gelerek beyan etmiştir.

Amaç: Edebiyatta, özellikle de şiirde yeni nefes alanları

ortaya koyarak; kökleri mazide, dalları bugünde,

meyveleri yarınlarda olacak bir yeni hareket ve

yeni hamleyi ortaya koymak, Türk şiirini dünya şiiri

platformunda hak ettiği yere çıkarmak, vezinler arası

çekişme ve kavgayı bitirmek, maziden hız ve ilham

alarak, edebiyat tarihimizin başarılarına karşı

çıkmaksızın, onlardan faydalanarak, yeniden yeni

olacak bir edebî topluluğu oluşturmaktır.

Kuruluş Öncesi:

Mustafa CEYLAN tarafından 11.01.2006 da

"CAN(Gülce)", 15.01.2006'da "HER İNSAN ve

BEN(Buluşma), 14.01.2007 tarihli "İblis'in gelinine

Dumandan(Sone'm),

15.01.2007 tarihli "Sultanıma(Triyolemsi, 16.01.2007

"Çaprazımda Azrail(Çaprazlama)şiirleri yayınlandı.

Harun Yiğit tarafından 14.08.2004' de yayınlanan

İstanbul

başlıklı şiirin ve çeşitli şairlerin hece-serbest

buluşmasını sağlayan şiirleri de dikkate alınarak, Faruk

Nafiz Çamlıbel'in "HAN DUVARLARI" şiiri örnek

alınarak

(Buluşma)şir türü üzerinde yoğunlaşılmış, Sevgili

ÖZBEK tarafından 27.08.2006' da "Bedbaht kentin

düşleri(Gülce)", 31.08.2006'da "Bedbaht kent

düşlerinin yeri(Gülce)",

19.01.2006'da "Hazanın Eyllü yüreğim(Buluşma)"

şiirleri yazıldı. 13 Eylül 2009 tarihinde antoloji.com

sitesinde GÜLCE GRUBU Refika DOĞAN tarafından

kuruldu ve Mustafa CEYLAN,

Harun YİĞİT, Osman ÖCAL ve Yusuf BOZAN' da bu

atölye grubunda yönetici oldular. 7-9 Kasım 2008

tarihinde Mustafa CEYLAN tarafından 5. Antalya

Şairler Buluşması'nda

Gülce şiir türlerinden oluşan bir broşür yayınlanarak

şairlerle paylaşıldı. Osman ÖCAL tarafından

"TUĞRA" adıyla ve Mehmet ÖZDEMİR tarafından da

"MİHRİCAN",

Mustafa CEYLAN tarafından da "Bir Yanardağ

Fışkırması" adıyla Gülce akımı şiirlerinden oluşan birer

kitap yayınlandı ve çok sayıda gazetede Prof.Dr. İsa

KAYACAN ve

yine Mustafa CEYLAN tarafından da makaleler

yayınlandı. BÖYLECE; GÜLCE, Türk Şiir tarihinin

başarılı mazisinden hız ve ilham alarak, bugünü dünle

yoğurup geleceğe

koşan yeniçağın yeni edebiyat akımı olarak aşağıdaki

ilkeleri beyan etmekteyiz.

İlkelerimiz:

Birlik, beraberlik, yenilik, çağdaşlık, Atatürkçülük,

Türkçecilik, millî ve mânevî değerlere bağlılık, kültür

birliği, anlaşılır ve gelecek nesle

örnek olmak, siyaset-parti-bölgecilik-ayırımcılıkmezhep ve köken ayırımcılığına karşı duruş, insana

saygı, evrensel değerlere bağlılık millîlikten

evrenselliğe kadar

has şiiri yüceltmek.

Gülce Şiir Türleri :

(1-BULUŞMA(Mustafa CEYLAN-Harun YİĞİT

önerisi)

(Mustafa CEYLAN Önerileriyle: 2- ÇAPRAZLAMA,

3-DÖNENCE, 4-GÜLCE, 5-GÜLİSTAN, 6-SERBEST

ZİNCİR, 7-SONE'M, 8-TOKMAK, 9-YİĞİTCE)

(10-YEDİVEREN(Ekrem YALBUZ önerisiyle)),

(11-BAHÇE(Yusuf BOZAN önerisiyle));

(12-TRİYOLEMSİ(Mustafa CEYLAN ve Ekrem

YALBUZ önerisiyle))

(13-ÜÇGÜL(Mehmet NACAR önerisiyle));

(14-TUĞRA(Osman ÖCAL önerisiyle));

(15-ÖZGE(Refika DOĞAN önerisiyle));

(16-YUNUSCA(İbrahim SAĞIR önerisiyle));

HARUN YİGİT (Harun YİĞİT' in önerileriyle de 17-TEKİL, 18-

AKROSTİK, 19-ÜÇGEN))den meydana gelerek 19

değişik türde olduğunu beyan etmekteyiz.

Mustafa CEYLAN(İmza)--Harun YİĞİT(İmza)

ANTALYA 7. NOTERLİĞİ

Tarih:02.Şubat.2011

Yevmiye No:03369

 

111

 

 

ÖRNEKLERLE

GÜLCE

NAZIM TÜRLERİ

HARUN YİGİT

112

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI

NAZIM TÜRÜ:ÇAPRAZLAMA

***

 

 

1-Hece şiirimizde kafiyenin yönlendirici, çoğu kere

kısıtlayıcı etkisinin azaltılmasını amaçlayan bir nazım

türüdür. Kafiyelerin bir dörtlük içinde ÇAPRAZLAMA

olarak yerleştirilmesi ile meydana gelen bir nazım

türüdür.

2-Kafiye dizilişi şöyledir.

a- (mısranın başında)

--b (mısranın sonunda)

--a (mısranın sonunda)

b- (mısranın başında)

x

--c (mısranın sonunda)

d- (mısranın başında)

c-- (mısranın başında)

--d (mısranın sonunda)

Diğer kıtalar bunların(bu iki kıtanın) tekrarı

şeklindedir.

3-Şiir tarihimizde çok önceleri kafiye mısra başında idi,

sonra mısra ortasına alındı; İslâmiyet'i kabulümüzden

sonra mısra sonlarına alınmıştır. Şairin, kafiye

kıskacında sığ - verimsiz duruma düşmemesi için

çaprazlama olarak kafiyeler yerleştirilmiştir.

Yukarıdaki kafiye dizlişinin dışında kafiyeler değişik

şekilde de çapraz olarak yerleştirilebilir ler, bu,

tamamen şairin isteğine kalmıştır.

4-Genellikle 7+7=14 Heceli-kalıplı şiirlerde kullanılırsa

da, 6+5=11 dahil diğer ölçü-kalıplarda da kullanılarak

veya beşlik, altılık mısralardan oluşan şiirlerde de gene

'çaprazına yerleştirilmiş' kafiyelerle değişik

ÇAPRAZLAMA örnekleri verilebilir, şiirler yazılabilir.

Önemli olan kafiye kıskacından şairin ve şiirin

kurtarılarak, yeni nefes alanı ve şekli ortaya

konulmasıdır.

ÇAPRAZLAMA şiir türünü şiirimize kazandıran

Mustafa Ceylan'a teşekkürler.

Kırarım Zincirleri (GÜLCE-Çaprazlama)

KENDİNDE kerameti görür oldu gafiller

Kalemsiz kağıtsızca yazanları GÖRÜRÜM

Fütursuzca saldırıp ticaret yapar DİNDE

VURURUM şu bağrıma mert birini ararım

Suratı kızarıyor rengi silik YÜZÜNDE

SORARIM ben kendime bu ne menem bir iştir

ÖZÜNDE çürüyenler benliğini kaybeder

Yaralandım ben kendi yaralarım SARARIM

KANADI olmayanlar yüksekten uçuyorlar

Ömrümüm içindeki her geçen gün ZARARIM

İçerimde yangın var yüreciğim KANADI

KIRARIM zincirleri kötülükten ırarım

Harun YİĞİT

 

114

 

 

 

 

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI

NAZIM TÜRÜ (GÜLCE-Buluşma)

1-HECE-SERBEST Tartışma ve kavgalarına son veren

bir şiir türüdür.

2-Hece vezni ile serbesti, bir şiir bünyesinde

buluşturmaktadır.

3-Oluşumu şöyledir:

----------------------------

----------------------------

----------------------------

---------------------------- (Dörtlük: hece vezniyle

yazılmış)

............

................................................

..............................

............

......................(Serbest mısralar-mısra sayısı şairin

isteğine bağlıdır.)

Yani;

-(Hece vezniyle yazılmış dörtlük)

-(Serbest mısralar)

VEYA BUNUN TERSİ DE OLABİLİR

-(Serbest mısralar)

-(Hece veniyle yazılmış dörtlük)

4-Hece vezniyle yazılmış dörtlük' ün kafiye yapısı,

hece sayısı, kalıbı tamamen şairin isteğine bağlıdır. Şair

dilerse Hece ile yazılacak bölümü dörtlük değil, beşlik,

altılık mısralardan veya değişik hece türleri ile de

oluşturabilir. Yeter ki, hece-serbest buluşmasını

gerçekleştirsin. Adı gibi BULUŞMA olsun.

5-Şiirin uzunluk, kısalık durumları tamamen şairin

isteğine bağlıdır. BULUŞMA ŞİİR TÜRÜ şairimiz

Harun YİĞİT ve Mustafa CEYLAN tarafından

önerilmiştir.

Saygılarımızla.

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI

 

 

 

Esiyor Başımda Kavak Yelleri (GÜLCE-Buluşma)

Esiyor başımda kavak yelleri

Ebemkuşağında gördüm alları

Şerbet, şeker, bala değmiş dilleri

Pulun oldum, sözlerinde güzelim

..........aşkın girdabına düşmüşüm

.............kuşların yavruları için

...............gagasındaki damla suda canım

.................sevdan beni del-eyledi

Eğildim öpmeye elma yanaktan

Ab-ı hayat diye kiraz dudaktan

Korktum inan, kirpikteki şu oktan

Kulun oldum, gözlerinde güzelim

..........Kula kul olmazdım ama

.............Sevmişim yürekten

................Gönül kapımı sen zorladın

HARUN YİGİT

 

 

116

 

 

 

Elinden tutup da girsem koluna

Abdal oldum yanağının alına

Sarmadan belini serdin yoluna

Çulun oldum, tozlarında güzelim

..........Her kapıya serilmezdim

.............Eşiğine serdin beni

...............Her gelene sürdün beni

En anlamlı gülücükler saçtığın

Ebedi gönlüme kanat açtığın

Görmeden halimi gelip geçtiğin

Yolun oldum, izlerinde güzelim

..........Her bastıkça

.............Kaldırırsın tozlarımı

...............Yetmez mi ki

.................kaybedersin izlerimi

Ekildin gönlüme tohumlar gibi

Öbek, öbek bittin, kök saldı dibi

Kırmadan Yiğit'i sensin sahibi

Dolun oldum, güzlerinde güzelim

..........Döktün yaprağımı

............Sen çevirdin gazele

..............Tutulmuşum bir kez

................Senin gibi güzele

 

 

 

117

 

 

 

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI

NAZIM TÜRÜ (GÜLCE- Tokmak)

1-Şairin kendisi veya yakınlarını-dostlarını hicvedeceği

bir nazım çeşididir.

2-Hece vezninin çok değişik ölçü-kalıpları bir şiirin

bünyesinde toplanmıştır. Batı edebiyatının 'sone' si ile

bizim Halk edebiyatımızın 'koşma' sının bir araya

getirilmesi gibidir.

İstenirse her kuplenin son mısraı tamamen bağımsız

olabilir.

3-Hece-ölçü ve kalıpları büyükten küçüğe vaya

küçükten büyüğe doğru da dizilebilr ve çok değişik

şekillerde TOKMAK türü şiirler yazılabilir.

4-Dörtlüklerdeki kafiye yapısı şairin isteğine bağlıdır.

5-Örnek bir TOKMAK NAZIM TÜRÜ'NÜN ŞEMASI

ŞÖYLEDİR.(Şair dilerse bunun tersini, değişik ölçü ve

kafiyelerle de yapabilir. Önemli olan, hece-ölçükalıplarının artan ve azalan dizilişlerinin, sıralanışının

bozulmaması; daha önemlisi, geleneksel şiirimizde tek

bir ölçü-kalıpla başlayıp şiir bitimine kadar devam eden

sistem, burada, çeşitli ölçü ve kalıplar bir araya

getirilerek oluşturulmuş olmasıdır.)

-(4+4+5=13 Hece) -a

-(4+4+5=13 Hece) -b

-(4+4+5=13 Hece) -a

-(4+4+5=13 Hece) -b

 

118

 

 

 

-(4+4+5=13 Hece) -b

-(4+4+5=13 Hece) -b

....................................................(4+4+5=13 Hece) -b

*

-(6+6=12 Hece) -c

-(6+6=12 Hece) -d

-(6+6=12 Hece) -c

-(6+6=12 Hece) -d

-(6+6=12 Hece) -e

-(6+6=12 Hece) -e

................................................(6+6=12 Hece) -e

*

-(6+5=11 Hece) -f

-(6+5=11 Hece) -g

-(6+5=11 Hece) -f

-(6+5=11 hece) -g

-(6+5=11 Hece) -h

-(6+5=11 Hece) -h

............................................(8+5=11 Hece) -h

*

-(5+5=10 Hece) -ı

-(5+5=10 Hece) -k

-(5+5=10 Hece) -ı

-(5+5=10 Hece) -k

-(5+5=10 Hece) -m

-(5+5=10 Hece) -m

.......................................(5+5=10 Hece) .......m

*

 

119

 

 

-(4+5=9 Hece) -n

-(4+5=9 Hece) -o

-(4+5=9 Hece) -n

-(4+5=9 Hece) -o

-(4+5=9 Hece) -p

-(4+5=9 Hece) -p

...............................(4+5=9 Hece) ........p

(TOKMAK'ı şiirimize kazandıran üstad Mustafa

CEYLAN'a teşekkürler.)

Nalıncı (GÜLCE Tokmak)

Dükkan açıp kör bir keser almış eline

Kendisine doğru yontar oldu nalıncı

Bir nalına bir mıhına vurup duruyor

Nal çakacak uyuz beygir buldu nalıncı

.............Günden güne esir düşer oldu hırsına

.............Demir tavlı çekiç vursun beyim örsüne

.............Doğrucuysan senin işin gider tersine

Bilmediğim yanı çokmuş baştaki kılın

Konuşacak sözü yokmuş sağ ile solun

Üzerinde peştamalı ayakta nalın

Hamamlarda nice namaz kıldı nalıncı

.............Teknoloji hızlı hızlı yol alıp gider

.............Kimisi de çarşaf çarşaf bolalıp gider

.............Ölen kabre iki metre çul alıp gider

Söylen şimdi ne olacak kellerin hali

Bir tutam kıl saklayanlar oluyor vali

Çokça gördüm her tarafa dönüyor dili

 

120

 

 

Çarşı, pazar tıka basa doldu nalıncı

.............İkiliğin tohumunu ektiler artık

.............İnsan kalbi fakir donu gibi yırtık

.............Üstümüzde artık ölü toprağı örtük

 

 

121

 

 

 

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI

NAZIM TÜRÜ (GÜLCE- Akrostik)

1-Akrostiş şiir tekniğinin yeni bir anlayışla ileriye

götürülmesini amaçlar.Akrostişte mısra başlarında

verilen İP UCU, AKROSTİK de mısra kelimeleri

arasında DÜZGÜN BİR DİZİLİŞLE gizlenmiştir

2-AKROSTİK' de HARF dizini 1-2-3-4... diye

gitmektedir.

3-İster hece, ister aruz vezniyle veya serbest yazılsın

fark etmiyor. Önemli olan harf dizilişidir. Kafiye yapıp

yapmamakta şairin isteğine kalmış bir durumdur.

Şairimiz Harun YİĞİT tarafından önerilmiştir.

Saygılarımızla...

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI

Oğlum Tamer'e (Gülce Akrostik)

Doğum Günü Hediyem

(T)utunma ey oğul çürük dallara

S(A)na, senin gibi olan yaraşır

Sa(M)imi olmadan çıkma yollara

Özd(E) yollarını bulan yaraşır

Sana (R)üzgârını salan yaraşır

HARUN YİGİT

122

 

 

 

(D)emir gibi ol ki kötüden arıl

D(O)ğrulardan şaşma özüne sarıl

Ça(Ğ)ını öğrenip araştır, yorul

Ha b(U) gerçek ile dolan yaraşır

Sana (M)üjdeleri salan yaraşır

(G)üneşin yönüne çevir yüzünü

Y(Ü)rü, emin adımla bul izini

Se(N) sen ol ki, esirgeme sözünü

Bu y(Ü)kle deryaya dalan yaraşır

Sana (N)efesini salan yaraşır

(K)alp kapısını aç, içini görek

K(U)ru kalabalık neyine gerek

Ça(T)lasın filizler, açılsın yürek

Ame(L)i düzgün,saf kalan yaraşır

Sana (U)fukları salan yaraşır

(O) gül yüzün daim gülerken görsem

‘’A(L) senindir’’ diye özümü versem

Bu(S)eyle yüzümü yüzüne sürsem

Sun(U)lan yüreği alan yaraşır

Sana (N)amı, şanı salan yaraşır…

Harun YİĞİT .

 

123

 

 

 

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI

NAZIM TÜRÜ (GÜLCE- Gülce)

1-Gülce, aynı zamanda adını, edebi akımımıza da

vermiş olan bir nazım türüdür.

2-Japon edebiyatının HAİKU adını verdiği nazım

türünün bizim edebiyatımızda yeni bir ruhla ele

alınışıdır.

3-Hece vezniile yazılır. Kafiye yapılıp yapılmaması

şairin dileğine bırakılmıştır.

Önemli olan mısralardaki hece sayısıdır.

4-Birinci mısra=5 HECE ve İkinci mısra=7 HECE

olmak kaydıyla, dörtlük tarzında, beşlik, altılık veya

başka sayılarda GÜLCE yazılabilir.

Önemli olan BİR MISRANIN 5 HECE, ONDAN

SONRA GELEN MISRANIN YEDİ HECE

OLMASIDIR.

5-GÜLCE'nin şematik yapısı şöyledir:

..........................5 Hece

.................................7 Hece

...........................5 Hece

.................................7 Hece

............................5 Hece

..................................7 Hece

Böylece isteğe bağlı olarak devam edebilir.

 

124

 

 

Sorarım Hallerini (GÜLCE-Gülce)

Yıllarca senin

Gözledim yollarını

Yok mudur dinin

Özledim kollarını

Aşkınla yandım

Geleceğini sandım

Hayale kandım

Giyindin allarını

Çektiğim acı

Yandı kalbimin ucu

Hak versin gücü

Kırarken dallarını

Yiğit’i yakan

Çok uzaklardan bakan

Ben yanar iken

Sorarım hâllarını

Harun Yiğit

 

125

 

 

 

NAZIM TÜRÜ:SONE'M

***

1-Batı edebiyatındaki 'Sone' nin değişik bir

versiyonudur. Kuple oluşumu Batı Edebiyatındaki

'sone' ile aynıdır.

2-Hece vezni ile yazılmakta ve hecenin 7+7=14 ölçükalıbı kullanılmaktadır.

3-SONE' M'in şekli ve Kafiye şeması şöyledir.

----a

----b

----b

----a

----c

----d

----d

----c

----e

----f

----f

----e

----g

----g

…….

126

 

 

Ele Geniş Dünya (Gülce Sone'm)

Ellere geniş dünya bana neden dar gelir

Yana yana bağrımı yumruklayıp dururken

Yalnızlığım yanımda günden güne erirken

Ömrümün baharını şu başıma kar geldi

Zamansızca ölümü bekler idim yâr geldi

Beklenmedik zamanda gelen yâre ne derim

Ölümden korkmaz idim korku dürünüp yerim

Kime nedir, genç yaşta ölmek bana ar geldi

İçimi yakar durur hasretliğin yangını

Belki de bir yudum su söndürecek içimi

Yârime karşı varsa af eylesin suçumu

‘’Duvarı nem yıkarken Yiğit’i gam yıkarmış’’

Hasretliğin acısı içine bir düşersen

Neler gelir başına bir gün yoldan şaşarsan

Harun Yiğit

(18.11.2008)

 

127

 

 

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI

NAZIM TÜRÜ:GÜLCE - TEKİL

Şiir tarihimizde neredeyse bir asra yaklaştı ÖNEMLİ

BİR HAMLE yapılmayalı. Tanzimat’ın o ilk yıllarında

TERCÜME odalarında görev yapanların Batı

edebiyatındaki nazım türleriyle karşılaşmalarıyla

başlayan yenileşme hareketi, ardından dil ve edebiyat,

aruz-hece tartışmalarına dönüşmüş; bu tartışmalar

sonucunda, BEŞ HECECİLER, BİRİNCİ YENİ,

SERVET-İ FÜNUN, FECR-İ ATİ, YEDİ

MEŞALECİLER, GARİP ve İKİNCİ YENİ

AKIMLARI birbirini takip etmiştir.

İşte o günlerden bu yana sürüp gelen şiir serüvenimiz,

son 30 yılda, SERBEST ŞİİR'imiz, tamamen

serbestliğe, adeta, nesirlerin makasla doğranıp alt alta

sıralanmasına dönüşmüş duruma getirilmiş, şiir, o

ahenkli kanat çırparak yükselişinden, yerlere

düşürülmüş durumdadır.ARUZ unutulmuş, HECE

ŞİİRİ'miz de, Anadolu Aşıklarının-ozanlarımızın

AYAK-UYAK ve kalıplarıyla KAFİYELERİ'ne takılıp

kalmış, kendini tekrar etmeye başlamış, sığ ve dar bir

alanda kalıvermiştir. Şüphesiz hem hecede, hem

serbestte mükemmel ve kalıcı eserler verenler de

olmuştur. Şiir tarihimizin mazisinde mükemmel ve

kalıcı nice şiirler - şairler var, biz, onların hepsini

 

128

 

 

seviyor ve hepsine bağlıyız, karşı da değiliz... Ancak,

biz genel manzaradan bahsediyoruz tabii...

Bir sevda gibi yüreğimizi, kalemimizi sarıp sarmalayan

şiirimizi bu yerden, mazinin muhteşem ürünlerini ve

yıldızlarını asla ihmal etmeden, onlara karşı çıkmadan

ve bozmadan DAHA İLERİLERE GÖTÜRMEK, adeta

yeniden YENİ çıkarmak amacıyla ortaya çıkan GÜLCE

EDEBİYAT AKIMI’nı ben de yürekten destekliyorum.

GÜLCE, şiirimize yeni bir ruh, yeni bir can soluğu,

yeni bir hareket alanı getirmiş, şiir yüreklerde gül

kokusu yaymaya başlamış, bayrak gönül kalelerinde

dalgalanmaya başlamıştır.

Şiiri seven, ona karasevdalı olan, onu ciddiye alan ve

ona sonsuz bir saygıyla bağlı olanların yaptığı gibi ben

de bir GÜLCE EDEBİYAT AKIMI mensubuyum ve

bu mensubiyetten gurur duymaktayım.

Bu sebeple de, başta Mustafa CEYLAN Hocam olmak

üzere, bu akımın mensuplarından bazılarına danışarak,

onların da görüş ve onaylarını aldıktan sonra, Harun

YİĞİT KARDEŞİNİZ OLARAK, İLK nazım önerimi

sunuyorum.

Bel ki de kimilerine göre “saçma” olarak

nitelenebilecek bir tespitim oldu. Hayat ve doğa’nın

tekil sonsuzluklarda Yüce Yaradan’ın mükemmel

güzelliği, çifter çifter sunması gibi. Araştırmalarımı

derinleştirdikçe gördüm ki, 7-9-11-13 gibi sayısal

verilerle kuşatılan çevre içinde insan, fanilik gömleği

ve kafesteki canıyla, Eflâtun’un mağarasında,

 

129

 

 

Yunus’un gönül aynasında çığrışıp durmada. Neden bu

tekillerden YENİ BİR NAZIM TÜRÜ doğmasın ki?

Neden bu

*

Varsın, olsun…“YARADILANI SEVERİM

YARADAN’DAN ÖTÜRÜ” anlayışıyla, 7-9-11-13

sıralanışını; yahut da mesela 1-3-5-7-9-11-13-15-17

sıra dizinini nakışlayıp ortaya koymayalım ki diye

düşünmeden edemedim.

Tek sayıların o sonsuzdan sonsuz TEK’e koşusunun

türküsünü şiirimizin nefes alanı yapmayalım ki?

Mustafa CEYLAN, Ekrem YALBUZ gibi hocalarımın

attığı temeller üzerinde, Osman ÖCAL, Hülya

EKMEKÇİ, Yusuf BOZAN, Refika DOĞAN, Ümran

TOKMAK, Afet KIRAT ve diğer şair dostlarımın

yücelttiği şiir bayrağına yeni bir RÜZGAR’da benden

gelsin bakalım.

TEKİL adını verdiğim bu yeni YENİ NAZIM TÜRÜ’n

de ben, 7-9-11-13 TEKİLLERDEN HAREKET

ETTİM.

Bunları tıpkı ÜÇGEN NAZIM TÜRÜNDE olduğu gibi

merdiven basamaklarınca sıraladım. ÖMER

HAYYAM’ın RÜBAİLERİYLE ATASÖZLERİMİZ

rehberim oldu.

Bu ilk denememdir.

 

130

 

 

Biliyorum ve inanıyorum ki, özellikle TASAVVUFİ

konularda, AŞK konusunda şair dostlarım TEKİL ile

çok güzel örnekler vereceklerdir.

Yine biliyorum ki, bugüne kadar ŞİİRİ, bayağılaştıran,

alabildiğine şiire olan sevgi ve saygıyı gündemden

düşürenler de ya dudak bükecekler veya eleştiri oklarını

bize yönlendireceklerdir.

İkisine de saygım var.

İkisinden de ders alacağım…

*

Saygılarımla şimdi TEKİL adını verdiğimiz YENİ

NAZIM TÜRÜ’müzü takdim ediyorum:

……………….7 Hece

……………….9 Hece

……………….11 Hece

……………….13 Hece’li bir yapıdan OLUŞMAKTA.

(Bu şiirimdeki TANRI ve TANRILAR sözleri dahil,

diğer tüm şiirlerimde bulunan bu tür sözlerin Yüce

YARADICIMIZ olmadığını da açıkladıktan sonra,

örneğimi sunmak isterim.)

…………………

GÖRÜLECEĞİ GİBİ:

7 Sevdaların başıyım

9 Sevdalıların göz yaşıyım

11 Bir sevdayla sarhoş olmam bilirsin

 

131

 

 

13 damardan kırmızı şarap versin kanıma

7 Gülce’nin bir gülüsün

9 Ben senden, sen benden delisin

11 Kanımı kanlar içinde bilirim

13 ne kadar mikrop var ise sürsün kanıma

7 Davar gibi sağılma

9 Damlanın içinde boğulma

11 boşa kulaçlamasın deryaları

13 Erecekse eğer gelip ersin kanıma

7 Benim gibi yanarsan

9 dağın yamacında pınarsan

11 araya, araya yolunu bulup

13 Şu gönlümün ırmağında varsın kanıma

7 Yettiniz be canıma

9 Şehvet ile gelin yanıma

11 Bütün tanrıçaların Tanrısıyım

13 aranızdan en dişisi girsin kanıma

Harun Yigit

***

Not:

TEKİL, bir kalıba bağlı, ancak, kafiye mecburiyeti

olmayan bir şiir türü olduğu için, 'serbest şiire daha

yakın olduğundan', 'serbest' adını vermiştim. Ancak,

yanlış anlamalara sebep olmaması için, açıklamamı

yeniden düzenledim.

 

132

 

 

Bütün Tanrıçaların Tanrısıyım (Gülce-Tekil)

Sevdaların başıyım

Sevdalıların göz yaşıyım

Bir sevdayla sarhoş olmam bilirsin

damardan kırmızı şarap versin kanıma

*

Gülce’nin bir gülüsün

Ben senden, sen benden delisin

Kanımı kanlar içinde bilirim

ne kadar mikrop var ise sürsün kanıma

*

Davar gibi sağılma

Damlanın içinde boğulma

boşa kulaçlamasın deryaları

Erecekse eğer gelip ersin kanıma

*

Benim gibi yanarsan

dağın yamacında pınarsan

araya, araya yolunu bulup

Şu gönlümün ırmağında varsın kanıma

*

Yettiniz be canıma

Şehvet ile gelin yanıma

Bütün tanrıçaların Tanrısıyım

aranızdan en dişisi girsin kanıma

*

 

 

 

 

133

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI

NAZIM TÜRÜ (GÜLCE- Dönence)

1-Cinaslı kafiyelerin çaprazlama ve dönerli olarak

yerleştirilmesinden meydana gelen bir hece nazım

türüdür.

2-'Çaprazlama' nazım türümüzün cinaslı kafiyelerle

değişik bir versiyonudur.

CİNASLI KAFİYELER'in mısralardaki konumları

şöyledir:

a-.............................-b(*)

.................................a

.................................c

c...............................b(*)

*

d-...........................-e(**)

...............................d

...............................f

f-............................-e(**)

3-b(*) ve e(**) kafiyeleri istenirse cinaslı

olmayabilir. Bunlar mısranın sonundaki kafiyelerdir.

Diğerleri (a,c,d,f) cinaslı kafiyelerdir ve çaprazlama

olarak yerleştirilmişlerdir.

4-Genellikle 7+7=14 hece ölçü-kalıbıyla yazılır, ancak,

şair isterse hecenin çeşitli kalıp-ölçülerinde de değişik

eserler meydana getirebilir.

 

134

 

 

Yanar Oldu Ellerim (GÜLCE-Dönence)

YÜZLERİNİ okşarken yanar oldu ellerim

Söyle bana yar gören oldu mu YÜZLERİNİ

Varmasın bundan sonra sana giden YOLLARIM

YÜZLERİNİ görmesem yine susmaz dillerim

YA-KARIM duyar ise sana olan sevdamı

Dikenler bana mıdır söyle yarim GÜL SENİN

Ne biçim bir sevdadır sana yalvar YA-KARIM

GÜLSEN’İN gülüşüyle yeşillendi gül damı

GÜZELE bağlanmışım çevresinde dönerim

Delik deşik dağların toprağını GÜZ-ELE

Yiğit’lik kâr etmiyor sevda düşerse BAŞA

BAŞA bakıp hükmetme aşk tahtından inerim

(Harun Yiğit-17.11.2008...

22.24 -Ilgın-Beykonak)

GÜLCE MANİFESTOSU

 

135

 

 

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI

NAZIM TÜRÜ (GÜLCE- Üçgen)

HECE SAYISI.......Mısra

1..................Bir

2................. tufan,

3..................gümbürtü…

4..................kopup gelen

5.................yüreğimizden...

6..................acılarımızı

7..................bala sürdük be gülüm…

8...................Şimdi küsmüş gidiyorsun

9..................İnanmam, inanamam asla

10..................Hatırı yok mu geçen günlerin?

11..................Hem ağladık, hem de güldük be gülüm!

11.................Tel tel olduk, hep döküldük be gülüm

10...................Hüzün bulutunu göğe savur

9....................Bırak çantayı otur şöyle

8.....................Kahven nasıl olsun söyle…

7.....................Hani çile kaymaktı?

6.....................Gelecekti bahar

5.....................Gül açacaktı…

4.....................N’oldu şimdi?

3.....................Dur gitme!

2.....................Gitme! ...

1 .................... Can!

HARUN YİGİT

 

 

136

Şiir dünyamıza birbirinden güzel gül yağmuru

damlalarıyla gelen GÜLCE EDEBİYAT AKIMIMIZ'ın

ortaya attığı ÜÇGEN NAZIM TÜRÜ, başlıbaşına

YENİ BİR HECE -KALIP ve ölçüsüdür. Azdan çoğa

veya çoktan aza hece sayılarına göre mısra dizilişleriyle

çok değişik ÜÇGEN şiirleri yazan dostlarımızı

görmekten mutluyuz.

Yukarıda ki şiirimde ben, 1' den 11'e, sonra 11' den 1'e

inen bir hece dizilişini denedim ve adına da 'BÜYÜK

ÜÇGEN' dedim.(11 orta noktasında

'Hem ağladık, hem de güldük be gülüm!

Tel tel olduk, hep döküldük be gülüm! ' beyitiyle 'şah

beyit' yapmaya çalıştım.

Umarım başarılı olmuşumdur.

Harun Yiğit

Gülce ÜÇGEN’i edebiyatımıza kazandıran Harun Yiğit

olmuştur.

Saygılarımızla...

Gülce Edebiyat Akımı

GÜLCE MANİFESTOSU

 

 

137

Dur Gitme (Gülce-Üçgen)

Bir

Tufan,

Gümbürtü…

Kopup gelen

Yüreğimizden...

Acılarımızı

Bala sürdük be gülüm…

Şimdi küsmüş gidiyorsun

İnanmam, inanamam asla

Hatırı yok mu geçen günlerin?

Hem ağladık, hem de güldük be gülüm!

Tel tel olduk, hep döküldük be gülüm!

Hüzün bulutunu göğe savur

Bırak çantayı otur şöyle

Kahven nasıl olsun söyle…

Hani çile kaymaktı?

Gelecekti bahar

Gül açacaktı…

N’oldu şimdi?

Dur gitme!

Gitme

Can! .. .

Harun YİĞİT

 

 

 

138

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI

NAZIM TÜRÜ (GÜLCE- Triyolemsi) (Üçleme)

1-Batı Edebiyatı şiir türlerinden olan 'Triyole' nin

değişik bir versiyonudur.Adına "üçleme" de

denmektedir.

-Mısra yapısı şu şekildedir

..............................................................(1-a)

..............................................................(2-a)

..............................................................c

..............................................................c

..............................................................c

..............................................................(1-a) -Mısra

aynen

...............................................................d

...............................................................d

...............................................................d

...............................................................(2-a) mısra

aynen

 

 

139

3-Burada a-b-c-d kafiyeleri göstermektedir.(1 ve 2) de

mısranın baştan sona tamamını göstermektedir. Yani ilk

mısra hiç bir değişikliğe tabi tutulmadan, BİRİNCİ

MISRA BİRİNCİ DÖRTLÜĞÜN DÖRDÜNCÜ

MISRASI olmakta; İKİNCİ MISRA DA İKİNCİ

DÖRTLÜĞÜN GENE DÖRDÜNCÜ MISRASI

OLMAKTADIR.

4-Genellikle 8 artı 8=16 hece ölçüsü ile yazılırsa da, bu

mısra yapısına bağlı kalmak kaydıyla, şair dilerse 7 artı

7=14, 6 artı 5=11 veya başka ölçü ve kalıplarda da

değişik 'Triyolemsi'ler yazabilir. Önemli olan ilkBEYİT'-teki iki mısranın aşağıdaki dörtlüklerde aldığı

yerdir.

5-ilk BEYİT'in mısraları da kendi arasında mutlaka

kafiyeli olmalıdır.(Önerenler : Mustafa Ceylan ve

Ekrem Yalbuz)

Saygılarımızla...

Gülce Edebiyat Akımı

….

 

140

NAZİRE(Gülce-Triyolemsi)

Naçiz düşen bedenin kabristan nişanıdır

Mahşerdeki ihvani yanında imanıdır

Nedamet fayda vermez görevi etme ihmal

Fanide geçen zaman ömrü de olur ikmal

Ebediyet rah'ında alır eder irtihal

Naçiz düşen bedenin kabristan nişanıdır

Tecellide encami takdir-i gayesine

Tende süzülüp gider ruhların hanesine

Ukba'ya vaki kalan amelin hissesine

Mahşerdeki ihvani yanında imanıdır...

Âşık Kevserî

NOT:Üstad Ekrem YALBUZ'un ( SON İMTİHAN)

başlıklı şiirine naziredir.

GÜLCE MANİFESTOSU

141

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI

NAZIM TÜRÜ (GÜLCE-:YUNUSCA

..............................6 + 5 =11

..............................6 + 5=11

..............................6 + 5 =11

.........................4 + 4=8 Hece

Mısralardaki hece sayıları bu ve bunun tersi de

olabilir.Ayrıca,(5artı 6 ve 4artı 4) ,(4artı 4 ve 4artı 3)

,(4artı 4 ve 3artı 4) ,(7artı 7 ve 6artı 5) (7artı 7 ve 5artı

6) le de Yunusca yazılabilir.

Kafiye dizilişi de şairin insiyatifine bırakılmıştır.

Bu ve buna benzer çok sayıda deneme yapan ve başarılı

şiirler veren çok sayıda şairimiz vardır şüphesiz. Ancak

bunu bir edebi akımın kendisine ses bayrağı yapıp,

nazım türü olarak ele alması ilk kez GÜLCE’ye nasip

olmaktadır. Öneren de Eskişehir Şairler Dernek

Başkanı üstad İbrahim SAĞIR'dır.

Saygılarımızla...

Gülce Edebiyat Akımı

 

Ade bir kara kabuk -özüm dışındaki- çul...

Kızılcık şerbeti kendin içermiş,

İki kapıdan da gelip geçermiş

Şalının içinde sanırsın ermiş!

Karaböcek karaböcek!

Kimi karışır mal, davar koyuna,

Kimisi suyuna kimi oyuna…

Akıl sır ermiyor müsrif soyuna!

Karaböcek karaböcek!

Kiminin derin bir gerçek gördüğü,

Kimi sarmaşıktan duvar ördüğü…

Kiminin büsbütün kara sürdüğü,

Karaböcek karaböcek!

Kimi gözükara, pasak kimi kir,

Kiminin içinde çalar koca Lir!

Kimi söz horata kimisi münkir,

Karaböcek karaböcek!

Kimi salya sümük saçıyor, kesif…

Kimi fellik fellik kaçıyor, esif…

Kiminin karası kalmamış ki, şif!

Karaböcek karaböcek!

Kimi ziyan akla tıkamış otu

Kiminin üstünde soluk bir kotu…

GÜLCE MANİFESTOSU

143

Kimi onun bunun olmuş maskotu

Karaböcek karaböcek!

Anlamaz ki niye çekemiyorlar,

Karayı söküp de dikemiyorlar?

Aldığı,sattığı kan; emiyorlar,

Karaböcek karaböcek!

Gelen vurmuş giden itmiş, vay ki vay!

Yitik yıldızına ağlar esmeray!

Bu masal biteli yedi yıl bir ay,

Karaböcek karaböcek!

*

Dinle;

Asaletin teni kara,

Onca sızı onca yara...

Her rengin sırrı kendine; kimi ak kimisi kara…

Dost sanırsın, aldanırsın,

Postun içinde dubara...

Görünür yüzlerinde zûl,

İncinirken melek gönül; sığınır yine göğüne,

Der;

Gönlümün açan gülü,

Ser üstüme, ser örtüyü!

HARUN YİGİT

144

Çözülsün bu kara büyü…

Can dediğine yağar kar…

Refika Doğan-Antalya 2008

Esif: (Osmanlıca)Kederli, esefli, tasalı, gamlı.

Şif: 1.Pamuk kozası. 2. Şırası alınmış üzüm posası.

Kesif: 1. yoğun.2. saydam olmayan. 3. sık, kalın.

Esmeray; (Arapça-Türkçe isim) kadın ismi - siyah ay,

buğday renkli, karayağız.

GÜLCE MANİFESTOSU

145

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI

NAZIM TÜRÜ (GÜLCE SERBEST ZİNCİR

1-Türk Halk Şiirinde 'zincirleme' veya 'zincirbent'

adıyla anılan ve bir tür 'koşma' olan şiir türümüzün

'zincirleme tekniği' ni, özellikle SERBEST ŞİİR' de

uygulamak için bu şiir türünü önerdik.

Bize göre, serbest şiir tamamen kuralsız ve akla gelenin

yazıldığı, bir nesir parçasının makasla rastgele kesilip

alt alta dizildiği bir şiir türü değildir.

Serbest şiirin de, başta iç ahenk, ritm, uyum, imge ve

edebi sanatlarla da harmanlanması gerekir.

Bu sebeple, Halk Şiirimizin 'zincirbet'ini serbest şiirde

kullanmak istedik.

Özellikle, mısra zincirinde her mısranın son kelimesi,

takip eden mısranın ilk kelimesi olarak

kullanıldığından, dörtlüklerle oluşturulan Halk

Edebiyatımız şir tarihinde, bu tarz zincirlemenin

örnekleri azdır.

Serbest şiirimizde 'tekerrür' sanatıyla, vurgu ve

tonlamalarla zincir uygulaması başarılı olacaktır.

2-Ayrıca, Gülce Nazım türlerinin hepsinde zincirbent

uygulanabilir.

HARUN YİGİT

146

3-Mısra zinciri veya dörtlük zinciri tercihi şairin

kendisine kalmıştır. (Öneren Mustafa Ceylan)

Saygılarımızla...

Gülce Edebiyat Akımı

Tohum ve Toprak(GÜLCE-Serbest Zincir)

Sabahlar ıslaktı

Islaktı yer, gök

Göklerin çağrısı vardı

Vardı yokların arasında

Arasında geçmişle geleceğin

'Geleceğin günü bilirim' dedi

Dedi ya gülümsedi toprak...

Toprak mahzen, toprak ana karnı

Karnına sancı düşmüştü

Düşmüştü yazgısında bir tohum

Tohum, çekti besmeleyi derinden

Derinden derine, ulam ulam ulaştı haberler

Haberler muştuladı doğumu

'Doğu mu batı mı hiç önemli değil' dedi

Dedi ya demesine,kendi duydu ancak...

Ancak, değildi zamanı şimdi

GÜLCE MANİFESTOSU

147

Şimdi, kabuğunu okşamalı kan tüküren zamanın şimdi

Şimdi başka çare mi var? Hele dur!

'Dur! ' dedi ya, boşuna yankılandı sesi...

Sesi yırttı sessizliğin yüzünü

Yüzünü yırtarken tek bir tohum...

Tohum çıkardı boğum boğum filizini dışarı

'Dışarı soğuk yüzlü tankların palet uğultusunda'

diyemedi,

Diyemedi tohuma, dinletemedi söz

Söz, demeç demeç ıslaktı kandan,

Kandan çepeçevre her yan

'Yandım anam' dedi çılgın rüzgâra

Rüzgâra verdi umutlarını, şimdi n'olacak?

N'olacak umut, n'olacak sancı ve n'olacak ulam ulam

haberler

Haberlerler var haberlerin içinde

İçinde kılcal köklerini uzatıp dayanırken tohum

Tohum yazgısının sancısında kıvrandı filiz

Filiz direndi mevsimine, ama ne çare?

Çaresizce eğdi başını ağlayarak...

Ağlayarak analar gitti toprağa

Toprağa düştü yavrular,

Yavrular Karabağ'da,Gazze'de...

Mustafa Ceylan

HARUN YİGİT

148

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI

NAZIM TÜRÜ:(GÜLCE-Tuğra)

1-Aruz vezni veya Rübai''nin (ahreb-ahrem adı verilen)

kalıplarıyla yazılır.

2-''Dörtlük'' tarzında olup, şair dilerse bu türün ''beşlik''

şeklinde de şiirini oluşturabilir.

3-En önemli özelliği KAFİYE yapısıdır. Kafiye hem

mısraın ORTASINDA ve hem de SONUNDA

olacaktır. Şairimiz üstad Osman ÖCAL(Vuslatî)

tarafından önerilmiştir.

GÜLCE MANİFESTOSU

149

Şu şekildedir:

....................(a) ....................(b)

....................(a) ....................(b)

..........................................Serbest

....................(a) ....................(b)

Saygılarımızla...

Gülce Edebiyat Akımı

……

Be Cahil (TUĞRA)

Kulsan hine; hayret! Ne denizler, ne sahil

Paklar mı ki sabret, buna mülkün de dahil.

Bir gün kırılırsın, başınız kabre düşer;

Kaldırmaya kudret bulamazsın be cahil!

OSMAN ÖCAL

HARUN YİGİT

150

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI

NAZIM TÜRÜ (GÜLCE-Üçgül)

***

1-Adından da anlaşılacağı gibi bentleri ÜÇER

MISRA’dan meydana gelen bir şiir türüdür.

2-İki önemli özelliği bulunmaktadır. Bunlardan birisi

üçer mısradan oluşması diğeri de kafiye yapısıdır.

Kafiyeler mısra ortasında ve sonunda yer almaktadır.

3-Kafiyelerin şematik yapısı şöyledir:

1)

.............a............a

.............a............a

.............a............b

2)

............a.............b

............a.............b

............a.............C (Yahut da..............b..........C)

3)

...........a..............b

...........b..............c

...........c..............D

4)

a............................b

a............................b

b............................C

GÜLCE MANİFESTOSU

151

Örnekleri üstteki kafiye yapılarına göre daha da

çoğaltmak mümkündür.

4-Genellikle, hece vezninin 77 kalıbı ile yazılmakla

birlikte, şair dilerse aruz vezni ile de kaleme alabilir.

Üçgül’ün aruzla yazılmış olanına ÜÇTUĞ adı

verilir.Şairimiz üstad Mehmet NACAR tarafından

önerilmiştir.

Saygılarımızla...

Gülce Edebiyat Akımı

DESTANLAŞSIN SEVDAMIZ(GÜLCE-Üçgül)

Sen gezegen ben uydu, bu işte böyle huydu

Gözüm gözün okudu, yürek aşkın dokudu

Silinsin dedikodu, destanlaşsın sevdamız.

Karaları giyindim, indim yukardan indim

Mecnunun ve delindim, korktum, caydım ve sindim

Hakikaten senindim, destanlaşsın sevdamız.

Merihte mi gezersin, beni her dem üzersin

Öyle çabuk küsersin, soğuk soğuk esersin

Sonra kurşun dizersin, destanlaşsın sevdamız.

Ufolara takılma, ekvatorca yakılma

Sağlam yürü yıkılma, yaklaş bana sakınma

Ben bıçağım sen elma, destanlaşsın sevdamız.

Aysel AL

HARUN YİGİT

152

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI

NAZIM TÜRÜ (GÜLCE-Yiğitçe)

*******************

1-Adından anlaşılacağı gibi yiğitlik-kahramanlık içeren

konuları ele alan bir şiir türüdür. Halk şiirimizdeki

VARSAĞI'nın yeni versiyonudur.

2-Kafiye yapısı önemlidir.

3-4+4=8 Hece vezni ile yazılır.

Kafiyeler mısranın baş tarafına alınmış olup, şematik

olarak şöyledir:

a----------------

b---------------

(Serbest)--------

b---------------

c---------------d

c---------------d

c---------------

b---------------

e---------------f

e---------------f

GÜLCE MANİFESTOSU

153

e---------------

b----------------

g----------------h

g----------------h

g-----------------

b-----------------

ı-----------------i

ı-----------------i

ı-----------------

b----------------

(Öneren Mustafa Ceylan)

Saygılarımızla...

Gülce Edebiyat Akımı

HARUN YİGİT

154

VURACAĞIM – (Gülce-YİĞİTCE)

Arsızların dişlerine

Hainlerin döşlerine

Oturup da acımadan

Kalem ile vuracağım

Çiğ düşürse yaprağıma

Kök salsa da toprağıma

Gönülleri paslanmışa

Selam ile vuracağım

Bir güzelin edasına

Vefasızın sevdasına

Şu dilimde hece hece

Kelam ile vuracağım

Harun Yiğit

……………..

GÜLCE MANİFESTOSU

155

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI

NAZIM TÜRÜ: (GÜLCE Özge)

***

1-Divan edebiyatımız da az kullanılan MÜTESSA ve

MUAŞŞER nazım türlerine mısra sayısı itibariyle

benzeyen, en az 9, en fazla 10’ar mısradan meydana

gelen tek bir bentlik şiir türüdür.

2- Kafiye yapısı şematik olarak şöyledir:

-........ a

-........ b

-........ a

-........ b

-........ b

-........ a

-........ b

-........ b

-........ a

-........ b

2-Vezin, ölçü kısıtlaması yoktur. Şair dilerse hece veya

aruz vezinlerinden dilediğini şiirinde kullanabilir.

Önemli olan tek bent ve on mısralık yapısıdır.On

mısralık bent yapısı sabit kalmak kaydı ile, bir şiir

bütününde iki veya daha fazla bentlerde oluşturabilir.

HARUN YİGİT

156

3-Kafiyelerin dizilişini şair çaprazlama veya bir başka

şekilde de yapabilir.

4-Hece ile yazılana ÖZGE, aruzla yazılana da

ÖZGECAN denilir.

Yeni nazım türü ÖZGE, şairimiz Refika DOĞAN

tarafından önerilmiştir.

Saygılarımızla...

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI

ILGAZ DAĞI(Gülce-Özge)

Ayakların sinemde kaldır yukarıya başı

Sana duman yakışır, sana en koyusu sisin

Ey Ağrı’nın sırdaşı, Erciyes’in gardaşı

Giyin gene mevsimi, gözdesi ol herkesin

Çekme yıldırımları, sığın yüreğime sin

Yayla yayla çeşmeler, çeşmede yâr telâşı

Kaval kaval türküsün, nakış nakış heybesin

Ilgaz, Ilgaz ey Ilgaz ! Dağ mısın söyle nesin?

Mahzun çocukluğumun çiğdemlerde gözyaşı

Giyin gene baharı, benim için her şeysin...

Aysel AL

GÜLCE MANİFESTOSU

157

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI

NAZIM TÜRÜ: (GÜLCE-Yediveren)

***

1- Beyitlerle yazılan cinaslarla, nakışlanan bir şiir

türüdür.

2-Şematik yapısı şöyledir:

(a) ............................(b)

(a-cinas) ....................(b-cinas)

*

© .............................(d)

(c-cinas) ....................(d-cinas)

*

(e) .............................(f)

(e-cinas) ....................(f-cinas)

3-Hece vezni ile yazılan 'yediveren' i şair dilerse aruz

vezni ile de(77, 65 veya başka ölçülerle) yazabilir,

cinasların tam cinas veya cinas-ı gayr-ı tam (tam

HARUN YİGİT

158

olmayan cinas) dan teşekkül edip etmemesi şairin

tercihine kalmıştır.

'Yediveren' nazım türünü GÜLCE'mize ve şiirimize

kazandıran Ekrem YALBUZ Hocamıza teşekkür

ederiz.

Saygılarımızla...

Gülce Edebiyat Akımı

DÜŞ/ÜNCE (Gülce - Çerçeve Cinas)

Yara sarmış o bülbül, gül bitmiş o yaradan

Yâr asarmış yiğidi, böyle yazmış Yaradan.

Kazandan müştekiyim, şu kabiri doğrusu

Kazandan kaçar oldu, deryalara doğru su.

Dünyasında gün yanar, dalında gül üşürken

Dün yasında kim vardı? Cümle can gülüşürken.

Kimyasında ruh yoksa çok çeker taht acısı

Kim yasında yaş döker? Mıh çakar tahtacısı.

GÜLCE MANİFESTOSU

159

Binaya denk sütunlar, gök kubbede mah yanar

Bin aya bedel tekbir, sanarsın her mahya nâr.

Gül dünya dedikleri, dar gelmiş bir tek Han’a

Güldün ya sen maziye, şimdi sokul kör han’a.

Yol saçını surların, kubbe hasret desen’e!

Yol nerdendir burçlara, ah bir onu desene.

Sen inle koca tarih, yeniden gülistan bul

Seninle bahtiyarız, bahtınla gül İstanbul.

EKREM YALBUZ

HARUN YİGİT

160

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI

NAZIM TÜRÜ:( GÜLCE-Gülistan)

1-Aruz ve Hece vezninin bir şiirde bir araya gelerek

BULUŞMASI olup, geleneksel DİVAN

EDEBİYATIMIZDAKİ GAZEL'in yepyeni bir

formatla ele alınıp, yeni bir terkip oluşturulmuştur. Bu

yeni gazel türünün adı: GÜLİSTAN'dır.

2-Şematik yapısı hece ile yazılmış HAN DUVARLARI

şiirinin ARUZ-HECE BULUŞMASI'nda

şekillenmesidir diyebiliriz. (Öneren Mustafa Ceylan)

Yapısı şöyledir:

GÜLCE MANİFESTOSU

161

...............................(a) Aruzla yazılmış Gazel beyitleri

...............................(b)

......................................©

......................................(b)

......................................(d)

......................................(b)

.......................................(e)

.......................................(b)

.......................................(f)

.......................................(b)

.............Hece vezinli kıta veya kuple

Saygılarımızla...

Gülce Edebiyat Akımı

KANDIR SUYUM NAN AŞLARIM - GÜLİSTAN

Bitmez kahır, sancım büyür, hüzzam kanatsız kuşlarım;

Bilmez gönül, çağlar yürek dinmez gözümden yaşlarım.

Özlem yürür, isyan yürür kalbimde her gün her gece;

Sırrımla hicranlar büyür, efsunludur yaz kışlarım.

HARUN YİGİT

162

Bir yazgıdır, aşklar hüzündür, tinde kordur özleyiş

Aklımda kül yangınlarım; çatlar, çatılmaz kaşlarım.

“Zulüm eder düşün “çıkar mı? ” kalpten;

Huzur veren sesin “uzak mı? ” hepten,

Kapanmadan gözüm melûl sebepten,

Bir kez daha görmek isterim seni.”

Aydır; güneşten şavk alır, aydınlatırken çehremi.

Çehrem görülmez yol olur; kandır suyum, nan, aşlarım.

Ayrıl canan, sıyrıl karanlık sisli kibrinden; bırak!

Ses ver, geçer aylar; yakar gün, közde hüzzam

haşlarım.

“Bırak da mevsimin yazımda kalsın;

Adın mızrabımda sazımda kalsın,

Tadın güzelliğin tuzumda kalsın,

Güller gibi dermek isterim seni.”

Yusuf Bozan

GÜLCE MANİFESTOSU

163

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI

NAZIM TÜRÜ:( GÜLCE-BAHÇE)

1-Bu nazım türü, GÜLCE Nazım türlerinin hepsini ya

da ikiden fazla türü bünyesinde bulundurandır.

2-Nazım türlerinin şiir içinde konuyla bütünleşen bir

tarzda yer alması tamamen şairin insiyatifine ve şiirin

akışına bırakılmıştır.

3-Bu nazım türünü öneren Yusuf BOZAN ' dır.

Saygılarımızla...

Gülce Edebiyat Akımı

(Gülce Dostlarım / Mustafa CEYLAN)

Toros’ lar da Bir Ceylan

Toros’ larda bir Ceylan!

Akdeniz' in suyunu ,

Tuzunu barındırır gönlünde.

Bulutlara yakın başı,

Uzansa

Ha tuttu ha tutacak

Bulutların saçlarından.

Bir sözü var dilinde adı Gülce nakıştır,

Yunus' un odunudur, Veysel' e uzanıştır.

Aşırıyor gülleri Toros’ ların bağrından,

HARUN YİGİT

164

“ Ne olursan ol! ” diyor, Mevlâna otağından.

Taşar engin gönlünde, kelime yatağından;

Bir sözü var dilinde adı Gülce nakıştır.

İlmidir Mehmet Kaplan, Tufan Şentürk babası.

Karınca gölgesidir, Taranoğlu kimyası.

Arif Nihat’ da dâhil, Necip Fazıl hocası;

Yunus' un odunudur, Nazım' ca uyanıştır.

O

Saklar

İçinde.

Doğruluğu,

Aşkı, sevgiyi.

Yüreği kocaman,

İnce ruhlu bir adam.

Toros’ lardaki Ceylan.

Bulutlara yüklemiş güney yıldızlarını,

Şiirlerle bezemiş Akdeniz akşamını.

Göz nurunda saklamış yakamoz efkârını,

Bakışında can erir, su yürür kıyısından.

Bilirim ben artık

ben de bu hal nedendir.

Sevilecek olanlar,

Ceylan’ la gelenlerdir.

Yusuf Bozan 2011 ığdır

GÜLCE MANİFESTOSU

165

İÇİNDEKİLER

Sayfa Başlık

3 GÜLCE NEDİR?

6 GÜLCE NE DEĞİLDİR?

9 GÜLCE MANİFESTOSU (EY ŞAİR)

13 GARİP AKIMI ve GÜLCE

17 GARİP AKIMI ve GÜLCE AKIMI MUKAYESESİ

21 Gülce ve Hisarcılar

25 DİVAN EDEBİYATI ve GÜLCE EDEBİYAT

26 GÜLCE kelimesi,

27 DİVAN EDEBİYATININ KAYNAKLARI

29 GÜLCE EDEBİYATIN KAYNAKLARI

36 DİVAN ŞİİRİNDE MECAZ ve MAZMUN

67 TÜRK MANASI (Farsça)

74 NETİCE

75 GÜLCE ve HECE

79 GÜLCE ve ARUZ

82 Beş Hececiler ve Gülce

85 Fecr-i Ati Edebiyatının Özellikleri:

91 NEYZEN TEVFİK ve AŞK Derler ki;

94 Gülce ve Serbest Şiir

97 Gülce ve Ozanlık Geleneği

HARUN YİGİT

166

99 KUTADGU BİLİG ve GÜLCE

104 NOTER TASDİKLİ KURUCULAR BEYANI

105 GÜLCE EDEBİYAT AKIMI KURUCULAR BEYANI

110 ÖRNEKLERLE GÜLCE NAZIM TÜRLERİ

111 NAZIM TÜRÜ:ÇAPRAZLAMA

114 NAZIM TÜRÜ (GÜLCE-Buluşma)

117 NAZIM TÜRÜ (GÜLCE- Tokmak)

121 NAZIM TÜRÜ (GÜLCE- Akrostik)

123 NAZIM TÜRÜ (GÜLCE- Gülce)

125 NAZIM TÜRÜ:SONE'M

127 NAZIM TÜRÜ:GÜLCE -TEKİL

133 NAZIM TÜRÜ (GÜLCE- Dönence)

135 NAZIM TÜRÜ (GÜLCE- Üçgen)

138 NAZIM TÜRÜ (GÜLCE- Triyolemsi)

141 NAZIM TÜRÜ (GÜLCE-:YUNUSCA

145 NAZIM TÜRÜ (GÜLCE SERBEST ZİNCİR

148 NAZIM TÜRÜ:(GÜLCETUĞRA

150 NAZIM TÜRÜ (GÜLCE-Üçgül)

152 NAZIM TÜRÜ (GÜLCE-Yiğitçe)

155 NAZIM TÜRÜ: (GÜLCE Özge)

157 NAZIM TÜRÜ: (GÜLCE-Yediveren)

160 NAZIM TÜRÜ:( GÜLCE-Gülistan)

163 NAZIM TÜRÜ:( GÜLCE-BAHÇE)

 
   
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden